Son dönemde Fi Yapı’nın adı çok sık duyulur oldu. Ürettiği evleri metrekaresi 1000 liradan, hatta lansman döneminde 850 liradan satan Fi Yapı’nın Başkanı Fikret İnan, “1000 TL’ye kaliteli yaşam satıyorum. Para da kazanıyorum. Ayağına bastıklarım da hakkımda batacak diye dedikodu çıkarıyor. Ancak ben kompleks yapmadan çalışıyorum” dediFi Yapı’nın 99 bin TL’den başlayan fiyatlarla ev ilanlarını mutlaka görmüşsünüzdür. Dikkatimi çekiyordu ne zamandır... Fi Yapı’nın Yönetim Kurulu Başkanı Fikret İnan’dan görüşme talebi gelince kabul ettim. Soyadlarımız aynı ama hemen belirteyim bir akrabalık yok. O Türkiye’nin bir tarafından ben başka bir tarafından çıktık. Şu an inşaat sektöründe hafif kıpırdanma olduğunu belirten İnan durumu, “Ilık bir rüzgar esiyor” diye tarif ediyor. Bu ılık rüzgara ayak uydurmak için Tuzla, Esenşehir, Beylikdüzü’nde devam eden projelerin yanısıra yeni projelere de start vermek üzere. Halen yapımı süren 2 bin 850 dairelik projelerin yanısıra yeni başlayacaklarla üreteceği konutların toplamı 12 bini bulacak. Start verilecek projelerden ilki Gebze’de. Gelecek ay satışa çıkıyor. Bir diğer proje ise Adapazarı’nda. Bahçeşehir’de de çok iddialı bir projeye hazırlanıyor. F1 bölgesi ve Silivri de radarında. “Buralarda arsa üretebilirsek inşaat yapmak istiyorum. Arayışlarım devam ediyor” diyor. Fikret İnan’ın 10 yılda 100 bin konut yapmak gibi de çok iddialı bir hedefi var. Ancak benim merak ettiğim daha çok gerçekten batıp batmayacağı. Aslında krizin başından bu yana pek çok ünlü müteahhit hakkında, “Battı, son demlerini yaşıyor. Öbür aya çıkmaz” gibi spekülasyonlar duyuyoruz. Şu ana kadar dedikodusu çıkan müteahhitlerden batanına rastlamadım. Ben daha soruyu sormadan Fikret İnan belli ki rahatsız, kendisi açıyor konuyu...Ucuz ama kaliteli konsepti Gülerek, “Duymuşsunuzdur, batmak üzereymişim” diyor ve anlatıyor: “Hakkımda çok spekülasyon yapılıyor. Kapı kapı dolaşıp ’Hayır batmıyorum’ demenin doğruları anlatmanın imkanı yok. Ancak bu söylentileri kompleks de yapmıyorum. 2.5 yaşındaki bir şirketin böylesine bir performans göstermesi matematik kurallarına uymuyor. Kaliteli ev yapıp ucuza satılabileceğini gösterince pek çok kişinin de ayağına basmış olduk. Söylentilerin kaynağında bu var aslında. Çok genç ve toy bir şirket olarak bizi gözlerine kestirdiler. Ucuz ancak kaliteli daire konseptini biz çıkardık ortaya. Metrekaresi 1000 TL’den hatta lansman dönemlerinde 850 TL’den ev satıyoruz. Üstelik kullandığımız malzeme birinci sınıf. TOKİ’nin evleri de bu fiyatlara satılıyor ancak onlar dört duvar. Biz kalite satıyoruz. Evleri teslim ettikçe neleri yapmaya muktedir olduğumuzu anlayacaklar. Sancaktepe’de 247 daireyi yaptık ve teslim ettik. Burayı da söz verdiğimizden 3-4 ay önce teslim ettik. Ben teslimatları yapana kadar, kendimi ispatlayana kadar bu dedikodularla yaşamaya alışacağım.” “Peki ortalama inşaatlarda metrekare satış fiyatları 2 bin TL’den başlarken siz 1000 TL’ye satıp para kazanabiliyor musunuz“ diye soruyorum. ”Evet kazanıyorum, hem de mükemmel para kazanıyorum“ diyor. Adapazarı’nda 358 bin metrekare alan üzerine adeta bir şehir kurmaya hazırlanıyor. Bu projenin içinde 5 bin daire, alışveriş merkezi, ilköğretim okulu, hastahane ve hatta üniversite olacak. 2010 ilkbaharında inşaata başlamayı planladıklarını aktarıyor. Bahçeşehir projesinden söz ederken ise adeta gözleri parlıyor. Belli ki Bahçeşehir, Fi Yapı’nın prestij projesi olacak. Kıbrıs Adası’nı kuracak”Yapı Kredi Koray’dan aldığımız 54 bin metrekarelik arsada inşaata Kasım’da başlayabiliriz. Orası için çok değişik planlarım var. Sadece şunu söyleyeyim projenin ortasına 1.500 metrekarelik bir ada kuracağım. Bu ada Kıbrıs Adası’nın bir kopyası olacak. Yaklaşık 5 bin metrekarelik dev bir havuzun içinde yer alacak Kıbrıs. Üzerinde çok değişik sosyal tesisler olacak. Plajları olacak. Büyük ses getireceğini düşünüyorum.”Fikret İnan, bu projede 1 ay içinde 2 bin daire satmayı planladığını da söylüyor ve “Bu Kıbrıs adası konsepti, düşündüğüm yeniliklerin ilginçliklerin sadece küçük bir bölümü. O projede daha pek çok yenilik olacak. Ters köşeye şut atacağım. Tüm rakiplerini şaşırtacağım” diyor. Fi Yapı’nın sektörde 2.5 yıllık toy bir şirket olarak görülmesine de itiraz ediyor. “Ben 14 yıldır bu sektörün içindeyim. Eşeğin üzerinden düşe düşe öğrendim bu işi. Zaten o eziyetleri yaşamadan eşekten düşmeden buralara gelemezsiniz. Bu işin öncelikle kazığını yemeden başarılı olamazsınız. Bunu okulda okuyup da öğrenemezsiniz. Bizzat yaşamanız lazım.” diye konuşuyor.Fikret İnan, kesinlikle banka kredisi kullanmamaya özen gösterdiğini belirterek bir müteahhit için banka kredisinin saatli bomba olduğunu savunuyor. “Bankaya 10 milyon dolarlık borcunuz vardır. Mal varlığınızın, yaptığınız evlerin değerini ortaya koyar 100 milyon dolar olduğunu görünce içiniz rahatlar. Ama durum öyle değildir. Ne olduğunu anlamadan batıverirsiniz. Bu yüzden banka kredisi tehlikelidir” diyor. Yeni satış modelimle tüm kiracılar ‘ev’lenecek Fİkret İnan, yeni bir ödeme planından söz etti. “Bu model çok ses getirecek çok tutulacak” diyor. Yeni satışa çıkacak projelerde bu modeli uygulayacak. Anlattığı satış modeline göre, evin değerinin yüzde 40’ını peşin alacak. Kalan yüzde 60’lık kısım ise 24 ay sonra ev teslim edilirken ödenecek. “Bu sistemden çok umutluyum” diyen Fikret İnan, nedenini şöyle anlatıyor: “Belli bir birikimi olan ancak kirada oturanları cezbedecek bir sistem olduğunu düşünüyorum. Siz birikiminizle evi satın alacaksınız. Ancak evler teslim edilene kadar bir daha ödeme yapmayacaksınız. Evinize taşındığınızda yani kiradan kurtulduğunuzda kalan borcu ödemeye başlayacaksınız. Örneğin 119 bin TL’den sattığım ev için 39 bin TL ödeyeceksiniz. Kalan 80 bin TL’yi ise 24 ay sonra teslimatta ödeyeceksiniz. Böylece küçük birikimi olanlar ancak kiradayken hem kira hem de ev taksidi ödeyemeyenler için bulunmaz fırsat olacağını düşünüyorum. Bu model, rekabet içinde olduğum bir çok firmayı zorlayacak. 2010’da müteahhitlik alanının moda ödeme sistemi olacağını düşünüyorum.“ Ferrari’mi Şentürk’e, Engelliler Koleji’ne destek için verdimFİkret İnan, tıpkı Ali Ağaoğlu gibi otomobillere düşkün birisi. 5 lüks otomobili var. Ancak o Ferrari’si ile gündeme geldi. 360 kadranı olan Ferrari F430’unu Metin Şentürk’ün Hazerfan’da yaptığı hız rekoru denemeleri için tahsis etti. Konunun gündeme geliş biçiminden biraz rahatsız. “İşin gerçeği başka, ancak konu çok magazinselleştirildi“ diyerek anlatıyor:“Engellilerle ilgili bir projemiz var. Bu alanda şirket olarak elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Nitekim Esenyurt’ta Engelliler Koleji kurmak üzere harekete geçtik. Okulun temelini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünissa Gül’ün de katıldığı bir törenle attık. Son derece modern bir kolej yapıyoruz. Metin Şentürk ile de Çankaya Köşkü’nde ‘Eğitim her engeli aşar’ projesi kapsamında verilen yemekte tanışmıştık. Biliyorsunuz Türkiye’de engelliler eve kapatılıyor. Oysa engellilere güven vermek lazım. İzole edilmiş milyonlarca engelli olduğunu bilmekten büyük üzüntü duyuyorum. Dışarı çıkmalılar. Metin Şentürk’de o ışığı yakaladım. Görme engelli olmasına rağmen hayata müthiş asılıyor. Tüm engellilere çok güzel bir örnek. Bu yüzden rekor hız denemesini desteklemeye karar verdim. Çünkü bu tarz insanların üstünü parlatabilirsek, neler yapabildiklerini gösterebilirsek engellilerin izole yaşamdan kurtulmasına da yardımcı olabiliriz, ailelerine de mesaj verebiliriz diye düşündüm. O yüzden Ferrari’yi Şentürk’ün rekor denemesine tahsis ettim.” Üniversite de kuruyorFi Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Fikret İnan’ın bir başka hayali ise üniversite kurmak. Üniversitelerin mimarlık mühendislik bölümlerinden mezun olanların çok büyük zaafları olduğunu düşünen Fikret İnan öncelikle Adapazarı’nda oluşturacağı dev kentin içine bir mühendislik fakültesi kuracak.
Bankaların mevduata verdiği faiz yüzde 8.5’e kadar geriledi. Vergiler çıkınca ele geçen net faiz yüzde 7.13’e iniyor. Türkiye’de özellikle yaşlılar arasında, 3-5 kuruşluk birikimini faizde değerlendirip 30 günü faiz geliriyle geçiren binlerce insan var. Bu insanlar köşeye sıkışmış vaziyette. “Enflasyon düşüyor, o yüzden faiz de düşüyor” deseniz de itirazları var. “Ben aldığım ekmeğin, tükettiğim elektriğin, yaktığım doğalgazın parasına bakarım. Onlar düşmedi ki arttı” diyorlar.Bayram tatilinde aile büyüklerinin elini öpmeye gitmeden olmaz. Yaptığımız iş gazetede ekonomi sayfalarını yönetmek olunca, haliyle ziyaretlerde laf dönüyor dolaşıyor ’Ne olacak bu memleketin hali’ tadına geliyor. Seksenine merdiven dayamış bir teyzem var. Derdi büyük mü büyük. Anlattı ve benden yazmam için de söz aldı. “Yaz ki faizleri yükseltsinler. Biz de rahat nefes alalım” dedi. Bankada parası var. Eline geçen faizin kuşa dönmesinden şikayetçi.Yaşlı teyzeme “Enflasyon düşüyor. Bak bu yılın enflasyonu yüzde 5.9 çıkacak. Enflasyonda 2011 yılına kadar artış beklenmiyor. 2011 hedefi bile yüzde 4.8 olarak belirlendi. Bu yüzden de faizler düşüyor. Merkez Bankası da ekonomiyi canlandırmak, tüketime hareket getirmek için düşük faiz politikasını benimsiyor. Enflasyonu tehdit olarak görmediği için de dünyada faiz indirimlerinde en cesur davranan merkez bankası oldu. Bu yüzden faizler çok hızlı geri geldi” demenin bir anlamı yok. Bu sözler bir kulağından giriyor diğerinden çıkıyor. (Zaten tek kulağı duyuyor) O sadece cebine giren paranın hesabını yapıyor. Tabii bir de harcadığı paranın.Son olarak bankalar mevduata verdikleri faizi yüzde 8.5’e kadar düşürdüler. 1 aylık vadede faiz yüzde 8 seviyesinde. Yıllık bazda ise yüzde 8.75’in üzerinde vereni kalmadı neredeyse. Üstelik bunlar da net rakamlar değil. Yüzde 8.5 olarak ilan edilen bir faizde net kazancınız yüzde 7.13’te kalıyor. Zira kalanı vergi ve fon kesintisi olarak devlete gidiyor. Daha basit anlatımı ile diyelim ki bankaya 100 bin TL yatırdınız. Bir yıl sonra elinize geçecek para sadece 7 bin 130 TL oluyor. 100 bin TL’yi aylık olarak değerlendirdiğinizde ise elinize geçen para ayda net 590 TL’de kalıyor.Benim teyzemin söylemesi ayıp yaklaşık 60 bin TL’si varmış. Der ki “Ben bu paradan her ay 2 bin lira faiz aldığımı biliyorum. (Faizlerin yüzde 40’ı bulduğu 2003 yılını hatırlıyor.) Sonra Nurgül gitgide cimrileşti. (Nurgül, parasını yatırdığı bankada onun işlerini yapan elemanmış) Önce 1000 lira civarına düştü. Bayramdan önce bankaya gittim. 358 lira verdiler. Nurgül de başka şubeye geçmiş zaten. Nurgül yok diye mi böyle yapıyorsunuz diye şaka yaptım.” Ben de teyzeme şunu söyledim: “Bak teyze sen yıllardır, 60 bin liralık ana paranı korumuşsun ancak faiz gelirini hep harcamışsın. Aslında ekonomik realite senin enflasyon kadarını anaparaya eklemeni gerektirirdi. Senin enflasyondan arındırılmış reel kazancını faiz geliri olarak cebine koyma ve harcama hakkın vardı. Ancak o zaman 3 yıl önceki 60 bin liran ile bugünkü 60 bin liran aynı satın alma gücünde olabilirdi. Bunu yapmadığın için şimdi gelirin azaldı. O yıllarda faiz biraz yüksek olduğu için bunu hissetmiyordun, ancak şimdi faizler düştü ve sen o 60 bin liranın bugünkü 60 bin lira olmadığını hissediyorsun” dedim.Dedim demesine ama anladığını da pek zannetmiyorum aslında. Çünkü o eline geçen para ile eskiden hem telefon parasını, hem ısınma parasını hem elektriğini hem suyunu ödüyormuş. Mutfak harcamasını bile o paradan yapıyormuş. “Şimdi sadece elektrik, su ve doğalgazı bu faiz ile ödeyemiyorum” diyor.Bir de tabii enflasyonun düştüğüne inanmıyor. “Benim her gün aldığım ekmeğin fiyatı düşmedi. Elektriğe sürekli zam geliyor. Bu kış doğalgaza ne ödeyeceğiz belli değil” diyor.O da haklı.Aslında teyzemin durumunda Türkiye’de binlerce insan olduğunu da biliyorum. Özellikle yaşlı kesimde rantiye tabir edeceğimiz insanlar çoğunlukta. Aldıkları emekli maaşının yetmediği yerde, bankadaki üç beş kuruşunun faiz geliri ile bir ayı denkliyorlardı. Şimdi işleri gerçekten çok zor. Bu yaştan sonra çalışamayacaklarına göre imdatlarına hayırlı evlatları yetişmiyorsa işleri gerçekten zor. Dolarizasyon hâlâ güçlüMevduatın yapısına baktığımızda mevduatın büyük bölümünün 3 aylık vadede sıkıştığı görülüyor. Bu tablo para sahibinin ekonomiye çok fazla güvenmediğini, önünü göremediğini gösteriyor. Aslında bu biraz da geçmişten gelen bir alışkanlık. Son 1 yıldır faizlerin düşeceği belliydi. Ancak yine de Türk insanı uzun vadeye yatırım yapmak yerine parasını 1 ve 3 ay vadede değerlendirdi. Dolayısıyla faiz her geri geldiğinde zarar etti. Mevduatın yapısına bakınca dolarizasyonun da hala dikkat çekici olduğu gözleniyor. TL cinsinden mevduatlar 296 milyar TL olurken, yabancı para cinsinden mevduat ise 144 milyar 789 milyon TL seviyesinde.Anket ‘Faiz 0.25 puan daha düşecek’ diyorMerkez Bankası Eylül ayı İkinci Dönem Beklenti Anketi’ne göre faizlerde aşağıya seyrin devam etmesi bekleniyor. Gelecek üçüncü ayın 6 aylık Hazine Bonosu ihalesi yıllık bileşik faiz oranı beklentisi 0.22 puan azalarak yüzde 8.38’e geriledi. Gelecek 12’nci ayın 6 aylık Hazine Bonosu ihalesi yıllık bileşik faiz oranı beklentisi 0.25 puan azalışla yüzde 9.44’den yüzde 9.19’a indi. Gelecek üçüncü ayın 5 yıl vadeli 6 ayda bir sabit kupon ödemeli TL cinsi Devlet Tahvili ihalesi yıllık bileşik faiz oranı beklentisi 0.38 puan azalarak yüzde 11.27’den 10.89’a geriledi. Gelecek üç ay sonundaki yıllık basit faiz oranı beklentisi 0.24 puan azalarak yüzde 6.83, gelecek 12 ay sonundaki yıllık basit faiz oranı beklentisi ise 0.11 puan düşerek yüzde 7.99 oldu. Ankete göre dolar kuru beklentisi de yılsonu için 1.5029 TL’den 1.4876 TL’ye geriledi.
Avrupa Birliği 2020 için kendine bir hedef koydu ve o tarihe kadar otomobillerin yüzde 10’unun en çevreci yakıt olan LPG’ye dönüşmesini amaçlıyor. Oysa Türkiye’de toplam 18 milyon otomobil ve hafif ticari araç parkının 2 milyon 50 bini yani yüzde 13’ü şimdiden LPG’ye dönüştü. Ancak bunu çevreci kaygılarla değil tamamen ekonomik nedenlerle yaptıkTürkiye çok değil 2006 yılı verilerine göre, dünyanın en çok otogaz tüketen dördüncü ülkesiydi. Ancak benzine öylesine zamlar yapıldı ki, Türkiye son 2 yıl içinde hızlı bir şekilde LPG’ye dönüşüm yaptı ve bunun sonucunda da dünya ikinciliğine oturdu. World LP Gas Association verilerine göre, Türkiye 2 milyon 170 bin ton LPG tüketimi ile Avrupa birincisi ve Güney Kore’nin ardından da dünya ikinciliğine yükseldi. Türkiye kuşkusuz dünyanın en çevreci bu yakıtını, çevreye verdiği özel önem ve hassasiyet yüzünden kullanmadı. Türkiye’de LPG’li araç sayısındaki artışın altında bu yakıtın benzine göre çok daha hesaplı olması yatıyor. Türkiye’de otomobil ve hafif ticari olarak tarif edilen yaklaşık 18 milyon araç var. Bu araçların 13 milyonu benzinli. Dizel araç sayısı 3 milyon. LPG’li araç sayısı ise 2 milyon 50 bin. LPG’li araç sayısının bu yıl sonuna kadar 2 milyon 350 bin olması bekleniyor. Yani trafikteki her 100 araçtan 13’ü LPG’li hale geldi. Oysa Avrupa’da LPG’li araç sayısı yüzde 2’ler seviyesinde bile değil. Ancak Avrupa hızla bu yakıta yatırım yapıyor. 2020 yılı hedefi ise LPG’li araç sayısı oranını yüzde 10’a çıkartmak.Toplam karbondioksit salınımının yaklaşık yüzde 17’si taşıt araçlarının egzozlarından geliyor. (Oto tamircilerin tabelalarına dikkatli bakın, çok farklı kelimeler görürsünüz. Kimi eksoz yazar kimi egzos. Türk Dil Kurumu’na göre doğrusu egzoz.)AB hesap yapmış. LPG’li araç sayısı yüzde 10’a çıkınca 350 milyon tonluk karbondioksit salınımına engel olacak. 20 milyar dolarlık tasarruf sağlayacak. Bu yüzden bu işe özel önem veriyor. Mesela Almanya’da LPG’li araç sayısı sadece 200 bin. Yani listeye baktığımızda dünyada ilk 10’a bile giremiyor. Ancak otogaz istasyonu sayısına bakınca Almanya 3 bin 200 ile üçüncü sırada görünüyor. Bu tamamen geleceğe yatırımın bir göstergesi. Peki Türkiye’de çevre bilinci AB’nin çok mu ilerisinde de biz AB’nin 2020 hedefinin bile ötesine geçmişiz?Kesinlikle hayır. Zaten öyle olsa, zehirli gaz salınımı daha fazla olan eski teknolojili araçların vergisi Türkiye’de daha düşük olmazdı. Türkiye herhalde bu konuda tektir. Türkiye’de otomobil yaşlandıkça ödeyeceği vergi azalır. Oysa dünyada daha az zararlı gaz üreten, yeni teknolojili araçları teşvik etmek için araç yaşı ilerledikçe vergileri ağırlaşır. Her neyse esas konumuz bu değil.Bizim LPG aşkımız Cem Yılmaz’ın dediği gibi tamamen duygusal. Hangisi daha hesaplı Hesabı yapalım.Benzinli araç 100 kilometrede yaklaşık 10 litre yakar. Yani 3.29 TL’den yaklaşık 33 TL harcar. Dizel araç 100 kilometrede yaklaşık 7 litre tüketir. 2.71 TL’den yaklaşık 19 TL eder. Otogazlı araç ise 100 kilometrede 13 litre yakar. Litre fiyatı 1.71 TL’den yaklaşık 22.2 TL.Arada ciddi farklar var. Benzinli araçta 100 kilometre gitmenin maliyeti 33 TL, LPG’li araçla 22 TL.Dizel araçla da farkını yakıt tüketiminden değil, benzinli araç ile dizel aracın satış fiyatından yapabiliriz. Dizel araçlar benzinli araçlara göre pahalıdır. Öyle bakınca LPG, dizel araçtan da ekonomik çıkıyor.Benzinli araçlardan LPG’li araca hızlı bir dönüşüm yaşanıyor. LPG’ye dönüşümün maliyeti ise ortalama 400 euro civarında. Çok pahalı bir sistem kurmak isterseniz fiyat 800 euroya kadar çıkıyor ancak gerek yok.Benzinli araç ile LPG’li araç arasında 100 kilometrede 11 TL’lik fiyat farkı olduğuna göre daha 10 bin kilometre bile yapmadan LPG’ye dönüşümün maliyetini çıkartıyorsunuz. Aracıyla çok yol yapanlar, hele hele 100 kilometredeki benzin tüketimi 10 litrelik ortalamanın daha üzerinde araç kullananlar için çok akıllıca bir dönüşüm...Benim aklıma hemen şu soru geliyor. Madem Türkiye’de hızla benzinliden LPG’li araca dönüş var. Maliye bunu görmüyor mu? Otogazın vergisini niye artırmıyor. Öyle ya cin gibi bir Maliye’miz var. Benzin istasyonları da Maliye’nin en gözbebeği vergi daireleri olarak çalışıyor. Bu fırsatı kaçırırlar mı?Vergi oranlarına baktım. Benzinde vergi yükü yüzde 66 civarında. Motorinde yüzde 57, otogazda ise yüzde 51. Yani otogazın vergisini artırabilirler.Ancak otogazlı araç kullananlar tedirgin olmasın. Maliye’nin daha doğrusu hükümetin bu konuda eli kolu bağlı sayılır. Zaten şimdi anlatacağım sebepten dolayı da otogazın vergisini artıramıyorlar.Şöyle ki...Otogazla, tüplerde kullanılan dökme gaz arasında aslında bir fark yok.Tüp ise Türk insanı için hâlâ hayati öneme sahip. Doğalgazın ulaşmadığı kırsal kesimde hâlâ tüp kullanılıyor. Şayet otogazın vergisi artırılırsa otomatikman dökme tüpe yani 12 kilogramlık mutfak tüpüne de piknik tüpüne de zam gelecek demektir. Hükümet bunu göze alamadığı için otogaza zam bindiremiyor. Rafineriden çıkışta dökme gazdan ton başına 1.030 TL, otogazdan ise 1.096 TL vergi alınıyor. Maliye sadece otogazın vergisini artırsa, otogazcıların hepsi dökme gaz alıyormuş gibi yapar. Nitekim mevcut 66 TL’lik fark için bile bu hileye başvuran bazı otogazcılar var. Zaten bu nedenle bazı istasyonlarda ortalama fiyatı 1.71 TL olan otogaz 1.59 TL’ye satılabiliyor. Yani otogaz kullananların içi rahat olsun. LPG’nin vergisini kolay kolay artıramazlar. Telman İsmailov ‘Asla satmam’ dediği Prag restoranını 450 milyon dolara satışa çıkardı AZERİ asıllı milyarder işadamı Telman İsmailov, Antalya’ya yaptırdığı ve 1.4 milyar dolara malettiğini iddia ettiği Mardan Palace Oteli’ni açtıktan sonra Rusya Hükümeti ile yaşadığı sıkıntılar yüzünden bu ülkedeki yatırımlarını tek tek elden çıkartıyor.Mardan Palace’ın açılışından hemen sonra Telman İsmailov’un Moskova’daki Çerkez Pazarı’na baskın düzenlenmiş ve yaklaşık 2 milyar dolarlık mala el konarak İsmailov’un kira aldığı dükkanlar da kapatılmıştı. Telman İsmailov kendisine yönelik baskıların ağırlaşmasından, geçici olarak kapatılan Çerkez Pazarı’nın da bir türlü açılmamasından sonra “O benim geçmişimin bir parçası, asla satmayacağım” dediği Moskova’nın kalbindeki ‘Prag Restoranı’ satılığa çıkardı. Kommersant gazetesinin haberine göre, Azeri işadamına ait AST şirketi tarihi değeri olan restorana 450 milyon dolara müşteri aramaya başladı. Restoran satışıyla ilgili olarak İsmailov’un Rusya’nın önde gelen milyarder işadamlarından Süleyman Kerimov ile görüştüğü kaydedildi. Otogaz tüketiminde dünya ikincisi Avrupa birincisiyiz 1.Güney Kore 4.3622.Türkiye 2.1703.Polonya 2.0054.Japonya 1.7545.Avustralya 1.6506.Rusya 1.3457.İtalya 1.0048.Meksika 9359.ABD 67810.Çin 658Otogazlı araç sayısında da dünyada ikinci sıradayızGüney Kore 2.187Türkiye 2.050Polonya 2.015İtalya 925Avustralya 620Rusya 600Meksika 550Hindistan 500Japonya 292Hollanda 275 Otogaz istasyonu sayısı1.Türkiye 7.7002.Polonya 6.7003.Almanya 3.2004.Avustralya 3.1705.Bulgaristan 3.0006.Kanada 2.5007.Meksika 2.4908.İtalya 2.3509.ABD 2.34010.G.Kore 1.533
Koç Grubu, Paro sistemini yeniledi. Paro sürekli fayda sağlayacak, şirketlerin sahipleneceği bir modele dönüştürüldü. Paro, Koç şirketlerinin odağına oturtuldu. Değişimin ilk yılında kasiyer ve bayi eğitimleri verildi. Teknik entegrasyon yapıldıParo markasının sahibi Tanı Pazarlama A.Ş’nin Genel Müdürü Tuğrul Fadıllıoğlu, “Bugün geldiğimiz noktada Paro ’İyi ki yapmışız’ dediğimiz bir sistem oldu. Paro sayesinde Koç Grubu’na geçen yıl 350 milyon TL bu yıl ise 550 milyon TL’lik ilave ciro katkısı sağladık” dediTarih 7 Ocak 2003. Levent’te Harmancı Giz Plaza’da yapılan basın toplantısında Koç Holding Kurumsal İletişim ve Bilgi Grubu Başkanı Ali Koç oldukça heyecanlı. 55 milyon dolara malolan bir yatırımla ortaya çıkan Paro kamuoyuna duyuruluyor. Paro’nun tüketiciyi tanıma sistemi olduğu, bu sisteme giren firmaların çapraz satışlarla ilave gelir yaratacağı vurgulanıyor. Proje “Paro tüketiciyi en az köşe başındaki mahalle bakkalı kadar tanıyacak” denerek açıklanıyor.Ben de o toplantıdaydım. Gazeteye dönerken haberi nasıl vereceğimizi kurgulamaya başlamıştım. O dönemin en popüler filmlerinden biri olan Minority Report (Azınlık Raporu) ile Paro arasında bağ kurmak geldi aklıma. 2002’nin en popüler en iddialı bilim kurgu filmlerinden biri Steven Spielberg imzalı olan ve başrollerinde Tom Cruise ve Samantha Morton’un yer aldığı Azınlık Raporu’ydu (Minority Report). Geleceğin dünyasına ışık tutan ve kişiye özel pazarlamanın son noktasını çarpıcı örneklerle ortaya koyan filmdeki bir sahne tam da bu anlatılan Paro’ya uygundu. Tom Cruise havaalanında yürürken bilboard’lar onu göz retinasından teşhis ediyor ve ilgi alanına girebilecek reklamları ekrana taşıyordu. Kişiye özel reklam mesajları veriliyordu. Ancak film 2054’te geçiyordu.“Koç müşteri odaklı satış için 2054’ü bekleyemedi” başlığı ile haberi vermiştik. Paro çok iddialı çıksa da 2003 ve 2004 yılları sistem için pek parlak geçmedi. Paro markasının sahibi Tanı Pazarlama A.Ş.’nin Genel Müdürü Tuğrul Fadıllıoğlu, “Sisteme dahil olan firmalar hemen fayda bekledi. O fayda gelmeyince belirsizlik yaşadılar” diyor. Ancak sistemin zaten özü önce müşteriyi tanımaya dayanıyor. Bu yüzden zamana ihtiyacı olacağı açıktı. Nitekim Paro sistemine çok güvenen Koç, Paro’dan vazgeçmedi ve 2005’te sistemi yenileme yoluna gitti. Paro sürekli fayda sağlayacak, şirketlerin sahipleneceği bir modele dönüştürüldü. Paro, Koç şirketlerinin odağına oturtuldu. Değişimin ilk yılında kasiyer ve bayi eğitimleri verildi. Teknik entegrasyon yapıldı. Fadıllıoğlu, “Bugün geldiğimiz noktada Paro ’İyi ki yapmışız’ dediğimiz bir sistem oldu. Paro sayesinde Koç Grubu’na geçen yıl 350 milyon, bu ise 550 milyon TL ilave ciro katkısı sağladık” dedi. Fadıllıoğlu, ilave ciroyu ölçmelerinin çok kolay olduğunu belirterek “Örneğin Migros’a gittiğini bildiğimiz ama Opet’e gitmeyen müşterileri yakaladık. Paro kartı olanlara 630’un üzerinde kampanya yaparak ulaştık. Bu yıl ise ilk 7 ayda yaptığımız kampanya 600’ün üzerinde. Paro’lu kartını tanıtarak yapılan işlemlerin toplamı 10 milyar TL’yi geçti” diye konuştu. Fadıllıoğlu, şu an Paro sistemine Koç’un 15 şirketinin dahil olduğunu, Koç Grubu şirketi olmayan Burger King’in de sisteme üye olduğunu kaydetti. Fadıllıoğlu, “2 firma ile daha anlaşma yapmak üzereyiz. Biz bu alanda hızlı büyüme taraftarı değiliz. 20-25 firmada kalan, seçkin, müşteriyi tanıyan bir network ağı olarak tutacağız sistemi” değerlendirmesini yaptı.Paro sayesinde Ford bir ayda ekstra 12 araç sattıMİGROS’UN, Koçtaş’ın çıkarttığı kartlar aslında birer Paro Kart. Yani siz Migros’ta bir alışveriş yapıyorsunuz, bir sadakat kartı olan Migros Club Kartı’nızı kullanıyorsunuz. Tüm alışveriş bilgileriniz Paro vasıtasıyla sisteme yükleniyor. Siz alışverişi yaparken ilave indirimler ya da daha sonra harcayabileceğiniz para puan kazanıyorsunuz. Aygaz, Arçelik, Opet ya da Koçtaş’ta yaptığınız alışverişlerde ve kullandığınız örneğin Koçtaş kartınızda da aynı sistem geçerli. Yapı Kredi’nin World Card’ı da Paro uyumlu. Sadece bir telefonla sisteme tanıtmanız gerekiyor. O tanıtmadan sonra World Card’ınız da Paro’lu oluyor. Şu ana kadar 300 bin World Card’lı sisteme dahil olmuş. Paro sisteminde varolan aktif kullanıcı sayısı ise 7.7 milyonu geçmiş vaziyette. 2006’dan 2009’a kadar Paro Kart üzerinden 283 milyon işlem gerçekleşmiş. Paro gerçekten ilginç bir sistem. Örneğin Opet ile Ford’un Paro sayesinde oluşturduğu sinerji Paro’yu çok güzel özetliyor. Ford, Opet ile işbirliği yapıyor. Opet’e yakıt almaya gelen araçların kilometreleri tespit ediliyor. 100 bin kilometrenin üzerindeki araçlar belirleniyor. Bu bilgi Paro network’ü sayesinde Ford’a ulaşıyor. Ford bir düğmeye basıyor, aracının kilometresi 100 bini geçmiş otomobil kullanıcılarını listeliyor. Derhal onlara ulaşarak arabasını yenilemeyi düşünüp düşünmeyeceğini soruyor. Kendilerine çok cazip kampanyalardan söz ediyor. İşte bu modelle Ford, Paro networkünü kullanıp bir ayda 12 otomobil satmış.Temiz kanın aktığı sistem ülkenin en iyi bilgi bankasıPARO’NUN fikir babası Engin Oytaç, Paro’nun şu an Türkiye’nin en iyi veri bankası olduğunu söylüyor, son 1 yılda 190 milyondan fazla işlemin geçtiği Paro sistemini temiz kanın aktığı sistem olarak özetliyor. Oytaç, “Her firma kart çıkartmaya çalışıyor. Ancak firmanın kart çıkartması öyle kolay değil. IT ve CRM altyapısı lazım. Toplanan bir veri varsa bunun analiz edecek uzman elemana ihtiyaç var. Bir ara kart enflasyonu oldu. Ancak kurgu başarılı olmazsa kartı cüzdanda taşımaz tüketici. 1000 tane iyi fikir vardır ancak önemli olan uygulamadır. Biz Paro’da sinerjinin yarattığı gücü kinetik enerjiye dönüştürdük” diyor. Oytaç, Tanı’da 7 kişilik bir ekibin sürekli analiz yaptığını ve dataları güncellediğini söylüyor. Tanı’da 2.2 milyon müşterinin profili çıkarılmış. Profiller 43 kategoride ayrıştırılmış. Örneğin Koçtaş, yazlıklarda kullanılan bir üründe promosyon yapıyorsa sistemde yer alan tüm yazlıkçıların haberi oluyor. O profillere göre müşterilere çok özel kampanyalar yapılabiliyor. Kampanyalardan hemen alışveriş sırasında basılan kuponlar sayesinde, SMS’lerle ve mail yoluyla tüketici haberdar ediliyor.
CarrefourSa, DiaSA ve TeknoSA’lardan oluşan zincirle 620 bin metrekarede satış yapan Sabancı Grubu’nun Perakende Grup Başkanı Haluk Dinçer, tüketici güven endeksinde hızlı bir toparlanma gördüklerini belirterek “Türkiye olarak ilk iki çeyrekte küçüldük. Ancak üçüncü çeyrekte başa baş geleceğimizi, son çeyrekte artıya geçeceğimizi öngörüyoruz” dedi.Sabancı Holding Perakende Grubu Başkanı Haluk Dinçer’in ekonomik gidişatla ilgili değerlendirmelerini almak, Türk ekonomisi ile ilgili fotoğrafın tamamını görmek için kuşkusuz çok önemli. CarrefourSa, DiaSA ve TeknoSA’lar toplam 620 bin metrekarelik alanda satış yapıyor. Pahalı teknolojik ürün de satıyorlar, DiaSA’larda hesaplı ürün de. Dinçer önümüzdeki süreçle ilgili oldukça umutlu. Yılın üçüncü çeyreğinde ekonominin başa baş noktasına geleceğini belirtirken, son çeyrekle ilgili olarak Maliye Bakanı Şimşek’in “Pozitif büyüme olur” sözlerini teyid ediyor. Dinçer, resmin olumlu taraflarını şöyle aktardı:“Her çeyrekte biraz daha iyiye gidiyoruz. Üçüncü çeyrek başa baş noktasında olur, dördüncü çeyrekte ise artıya geçeriz. Vergi avantajlarının ortadan kalkması tabii ki piyasaları olumsuz etkileyecektir. Pek çok üründe biliyorsunuz KDV yüzde 18’den 8’e düşürüldü. Şimdi bu avantaj kalkacak. Bir sabah kalkacaksınız ve tüm ürünlere yüzde 10 zam yapılmış gibi olacak. Mesela bilgisayarı artık yüzde 10 daha pahalı satın alacaksınız. Ancak biz daha çok tüketici güven endeksine bakıyoruz. Tüketici güveninde bir artış var. 2007 seçim sürecinin üzerinde bir tüketici güven endeksinin oluşması olumlu. Merkez Bankası da faizi 9 puanın üzerinde düşürerek dünyada rekortmen oldu. Bu da bizim geleceğe daha iyimser bakmamız için önemli bir kriter. Düşüş tüketici kredi faizlerine yansıyınca işlerimizde biraz daha iyileşme görülecektir. Kurlar da çok önemli. Kurlarda ciddi oynaklıklar olunca tüketiciye alışveriş yaptıramıyorsunuz. Kurun 1.48-151 bandında stabil olması da pozitif seyri güçlendiriyor. Zira Türk insanı için kur hâlâ çok önemli bir gösterge.” Dinçer bu olumlu tespitlerin yanına bazı olumsuzluk içeren çekincelerini de ekledi ve fotoğrafın flu kısımlarını da şöyle aktardı:“Talebin artmasının önündeki en büyük engel, işsizlik gibi görünüyor. Kriz döneminde işsizlikte 4 puanın üzerinde artış var. Tabii bir de kamunun sıkı bir mali disiplin uygulaması halinde tüketim olumsuz etkilenecektir. Organize perakendenin satışları yüzde 11 arttı. Ancak satış alanındaki artış bu dönemde yüzde 17 oldu. Enflasyonu da katarsanız reel olarak aslında satış alanı başına düşen cirolarda bir azalma olduğunu söyleyebiliriz.Verimlilik önümüzdeki dönemde daha da önemli olacak. Perakendeciler arz konusunda biraz fazla hızlı davrandı. Verimsiz noktalarda açılan satış noktalarında sıkıntı olabilir.” En ucuzdan % 5-15 daha ucuza satıyoruzHaluk Dinçer’in ucuzluk konusunda da iddiası var. “Fiyatlarımızı her zaman ölçtürüyoruz. Çok rahatlıkla söyleyebilirim ki en yakın rakibimizden fiyat olarak yüzde 5 ile 15 arasında daha ucuzuz. Bunu gözlemlemek tüketici açısından da çok kolay. Tedarikçilerimizle çok iyi bir işbirliği içindeyiz. Hem onların hem de bizim kazanacağımız, ana nihayetinde tüketicinin kazandığı bir win-win ilişki sürdürüyoruz” diyor. Dinçer CarrefourSA için İçerenköy lokasyonunun halen bir numara olduğunu, yeni açılan Bahçelievler CarrefourSA’nın da iyi gittiğini söyledi. Dinçer “Bir süre önce Pendik’te bir CarrefourSa açtık. Son olarak da İkitelli’de 212 AVM’de CarrefourSa açıldı. Bu noktalardan da oldukça umutluyuz. 4 Kasım’da Erzumur’u açacağız.” dedi. DiaSa’larda franchise modelini artıracağızDinçer, ucuzluk ürünlerinin satıldığı DiaSA’larda girişimcilere fırsat verecek yeni bir yapılanmaya gittiklerini vurgulayarak, pilot olarak uygulanan ve yaygınlaştırılacak franchise modelini şöyle anlattı:“Bir mahalle marketi olarak DiaSA’lar çok iyi gidiyor. Sabancı Grubu’nun arkasında olduğunu görünce tüketici size güveniyor. DiaSa’larda tüm ihtiyaçların karşılanabileceği 1800’ün üzerinde ürün satıyoruz. Şimdi bir süredir pilot olarak uyguladığımız franchise modelini DiaSa’larda geliştirme kararı aldık. Marmara ve Ege Bölgesi’nde 250 metrekarenin üzerinde satış alanı olan girişimcilerle anlaşıyoruz. DiaSa markası ile tüm satın alma ve tedariği biz üstlenerek girişimcilerle ortaklığa gidiyoruz. Bunu yaygınlaştıracağız. Görüyoruz ki mağaza yönetiminde bizden daha iyi olanlar bile var.”Küçük marketler doyma noktasında ancak hiperlerin gideceği daha çok yol varSabancı Holding Perakende Grup Başkanı Haluk Dinçer, bu grubun başkanlığı’na geldikten sonraki 5 yıllık dönemde cironun 3 katına çıktığını ve özellikle hipermarket alanında daha önlerinde fırsatlar olduğunu söyledi. Dinçer, perakende grubunun cirosunun 4.4 milyar TL’ye çıktığını, önümüzdeki 3 yılda da 500 milyon TL’lik yatırım planladıklarını belirterek şöyle konuştu:“CarrefourSa’nın cirosu 2.5 milyar TL seviyesinde. Teknosa’nın cirosu 1.2 milyar TL. DiaSa’larda da 700 milyon TL’nin üzerinde ciro yapıyoruz. Perakende grubumuzun toplam cirosu 4.4 milyar TL seviyesinde. Ben bu grubun başkanlığını 5 yıldır yürütüyorum.5 yılda grubun cirosunu 3 katına çıkardık. Sene sonunda 3 şirkette 16 bin kişiye ulaşacağız. Her 3 markaya 180 milyon TL’nin üzerinde yatırım yaptık bu yıl. 3 yıllık planımız içinde ise 500 milyon TL’lik yatırım var. Sabancı Grubu için organize perakende önemli bir iş kolu haline geldi. Toplamda 620 bin metrekarede satış yapıyoruz. Bunun 375 bin metrekaresi CarrefourSa’nın, 160 bin metrekaresi DiaSa’nın ve 81 bin metrekaresi de TeknoSa’nın satış alanından oluşuyor. Ölçek ekonomisinde daha iyi fırsatlar yaratmak ve pozisyonumuzu korumak için mağaza ve ciroyu artıracağız. Şu an için bu hedef kârlılığın da önünde gidiyor.” Küçük marketlerde yavaş yavaş doyma noktasına gelindiğini görüyoruz. Ancak hipermarketler için durum öyle değil. Hipermarketlerde gidilecek daha çok yol var. Biz CarrefourSa olarak hipermarketlerde lideriz. Diğer iki rakibimizden biri süpermarketlerde, diğeri ise discount marketlerde lider. Öyle değerlendirince önümüzdeki dönemde CarrefourSA’nın daha da güçleneceğini rahatlıkla söyleyebilirim.” Teknosa krizi fırsata çevirdi pazar payını 4 puan artırdıHaluk Dinçer perakende grubunun önemli oyuncularından Teknosa’nın kriz döneminde çok iyi performans gösterdiğine ve yüzde 12 büyüyerek pazarda 4 puandan fazla ekstra pay aldığına da dikkat çekti. Dinçer bu gelişmenin nedenlerini ise şöyle özetledi: Teknoloji marketlerin ciroları yüzde 18 küçülürken Teknosa yüzde 12 büyüdü. Teknosa şirketimiz adeta krizi fırsata dönüştürdü. Pazar payımızda 4 puanlık bir artış oldu. Kriz zamanları tüketici güçlü markaları tercih ediyor. Aldığı ürünün başına birşey geldiğinde karşısında güçlü bir muhatap bulacağından emin olmak istiyor. Zaten kriz döneminde bazı teknoloji marketler de önemli ölçüde sıkıntıya düştü, işler iyi gitmedi. Her mağazada her ürünü bulmak zorlaştı. Biz 3 bin kişi ile 235 mağazada çok iyi bir performans gösterdik. Yılsonunu 250 mağaza ile kapatacağız.
Türkiye’de 1.3 milyon traktör var. Bu parkın yüzde 50’ye yakını 25 yaş ve üzeri. Yani ekonomik ömrünü çoktan tamamlamış traktörlerden oluşuyor. 100 dönümlük bir tarlanın sürülebilmesi için gereken mazot parası, 25 yaş üstü traktörlerle yılda 8 bin TL’nin üzerinde. Yeni nesil traktörler ise 100 dönümü 2 bin 600 TL’lik mazotla sürebiliyor. Yaşlı traktörler yenileri ile değiştirilirse, hem çiftçi hem de Türkiye ekonomisi kazanmaz mı?Türkiye‘nin ilk yerli tasarım traktörünü üreten, yani ürettiği her bir traktör için dışarıya lisans ücreti ödemeyen Erkunt Traktör Sanayi A.Ş‘nin Genel Müdürü Zeynep Erkunt Armağan’la geçen hafta Ankara Sincan Organize Sanayi Bölgesi’nde yer alan fabrikada buluştuk. Her ne kadar Otomotiv Sanayicileri Derneği, traktör üreticilerini kendi sektörlerinin bir oyuncusu gibi görmese onlara üvey evlat muamelesi yapsa da, ben Ankara’da değme otomobil fabrikalarına taş çıkaracak bir üretim tesisi ile karşılaştığımı belirtmeliyim.Zeynep Hanım ile Türk tarımını ve tarımda çok önemli bir yeri olan traktörün durumunu konuştuk. Yandaki tablodan da açıkça görülüyor. Türkiye’de çiftçi 40 yıl öncesinin teknolojisini kullanan traktörlerle tarla sürüyor. Dünya literatüründe bir traktörün ömrü 12 yıl olarak kabul ediliyor. Oysa Türkiye’de 25 yıllık traktöre bile hâlâ körpe gözüyle bakılıyor. 25 yaş ile 34 yaş arasında Türkiye’de 410 bin traktör var. 35 yaşın üzerinde ise tam 207 bin traktör tarlalara giriyor. Türkiye’de toplam 1 milyon 358 bin traktör olduğunu düşünürsek bunların 618 bin kadarı yani neredeyse yüzde 50’si 25 yaş üzerinde.Yüzde 30 fazla yakıyorEkonomik ömrünü tamamlamış traktörün en büyük problemi yakıt. Bir dönüm tarlayı sürmek için traktörün ihtiyaç duyduğu yakıt bu demode traktörlerde ortalama 1.3 litre. 2 litreyi bulanı da epey fazla. Erkunt’un ürettiği traktörlerde ne kadar diye sordum. Zeynep Hanım “Tarım Bakanlığı’nın yetkililerinin de katıldığı noter huzurundaki bir testte 1 dönüm tarlayı Erkunt Traktör ile 0.75 litre yakıt ile sürdük” dedi. Muazzam bir fark var ortada.O zaman alalım elimize hesap makinasını başlayalım toplamaya çıkartmaya. Türkiye’de işlenebilir arazi büyüklüğü ortalama 100 dönüm. Türkiye’nin yarısında, çiftçi bir sezonda 3 kez ürün alıyor. Akdeniz, Ege, Güneydoğu ve Güney İç Anadolu bölgelerinde sezon uzun. 1 ürün, ekime hazırlık, ekim, sürüm ve ilaçlama olarak 4 operasyon istiyor ve hepsinde traktör lazım. Şayet traktör 25 yaşın üzerindeyse dönüm başı yakıt ihtiyacı 10-12 litre civarında. Yeni nesil traktörlerde ise 5-6 litre. Zeynep Hanım araya giriyor ve “Erkunt’ta 3 litre” diyor.Bu litre tutarlarına göre, 25 yaşın üzerindeki traktör sezonda 8 bin TL’nin üzerinde yakıt tüketiyor. Yeni nesil traktörde ise tüketim 4 bin TL civarında. Zeynep Hanım yine araya giriyor. “Erkunt’ta ise 2 bin 600 TL’lik mazot harcarsınız” diyor.Yani bir tarafta 8 bin TL, diğer tarafta 2 bin 600 TL’lik yakıt sarfiyatı var. Fark hakikaten çok büyük. Bir traktörün ortalama fiyatının 35-40 bin TL olduğunu düşünürsek, yakıt tasarrufunun önemi daha da anlaşılır oluyor.Aslında çiftçi de yakıt masrafının hesabını kitabını yaptıkça yeni bir traktör satın almanın daha düşük maliyet yarattığını farkediyor. Ancak alım gücündeki zayıflık yenilemeye ne yazık ki imkan vermiyorAyrıca demode traktörler çok fazla bakım ve onarım masrafı çıkarıyor. Ortalama yıllık bakım masrafları 1.500 TL’ye yakın. Bir de tam hasat zamanı bozulursa çiftçi yandı. Ürünün 2 gün bile beklemeye tahammülü yok. Gün geçirmeden hasat yapmanız lazım. Havayı 10 kata varan oranda daha fazla kirletmeleri, saldıkları hidrokarbonun ürünün içine işlemesi de cabası.‘Kazanç 218 milyon TL olur’Zeynep Hanım 35 yaş ve üzerindeki traktörlerin yenilenmesinin Türk tarımına ve ekonomisine büyük katkı sağlayacağı görüşünde. Aslında Tarım Bakanlığı’nın yapması gereken bir çalışmayı üşenmemiş kendisi yapmış. Traktöre hurda teşviği uygulanması halinde Türkiye’nin kazancını ortaya koymuş. Diyor ki “Yılda 20 bin traktör yenilemesi için devlet traktör başına 7 bin TL verse. Bu 140 milyon TL’lik bir teşvik anlamına gelir. Buna karşılık 20 bin yeni traktör satışından devlet 50 milyon TL’lik KDV geliri elde eder. 20 bin traktörün hurda değeri de 40 milyon TL’dir. Yani daha ilk yıl harcanan 140 milyon TL’nin 90 milyon TL’si geri alınır. Ayrıca yeni traktörlerin yaratacağı yakıt tasarrufu 40 milyon TL’lik ekstra avantaj sağlar. Bakım onarım giderlerinden de 30 milyon TL’ye yakın bir tasarruf olur. Kayıp iş zamanı ve ürün verimliliğindeki değişimin yarattığı ekstra kazanç ise 150 milyon TL olur. Yani bir tarafta 140 milyon TL’lik teşvik var. Diğer tarafta devletin kazandığı 90 milyon TL, çiftçinin ve dolayısıyla Türkiye ekonomisinin kazandığı 218 milyon TL var.” Geri görüş kamerası olan traktörlerTürk tasarımı olan Erkunt Traktör’de, ancak lüks jiplerde gördüğümüz geri görüş kamerası var. Ayrıca kabine oturduğunuzda bir otomobil konforu yaşıyorsunuz. Klima artık standart olmuş. Ayrıca ses, toz ve su girmemesi için de kabinler çok farklı dizayn edilmiş. Zeynep Erkunt Armağan, Ankara’da üretilen traktörleri Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Hırvatistan, Sudan, Tanzanya, Angola, Kıbrıs ve Irak’a ihraç ettiklerini, Türk çiftçisinin de Erkunt Traktör’ü çok sevdiğini söylüyor. Türk çiftçisinin traktörü yaşlı ve adeta dökülüyor 0Toplam traktör parkı. 1.358.57735 yaş ve üzeri: 207.77625-34 yaş arası: 410.37411-24 yaş arası: 460.5600-10 yaş arası: 279.867Traktörün ortalama ekonomik ömrü: 12 yılTraktör satışı, ekonomik kriz yıllarında bıçak gibi kesiliyorYıllar Satış adedi1995 43.7061996 49.2971997 54.7311998 53.9221999 22.9542000 33.9892001 10.5872002 8.084Yıllar Satış adedi2003 18.6322004 35.1182005 39.5582006 42.5902007 31.5002008 26.0852009 6.200**7 aylık satış rakamı*****20 tane tamirciyi servis yapan, ithalata soyunuyorTraktör ithalatında koşullar incelendiğinde ithalat yapmak çok kolay görünüyor. Zaten Türkiye’de 30’a yakın traktör firmasının olması da bunu gösteriyor. Yerli üretici sayısı 5’i geçmiyor. Geri kalanlar ithal. Türkiye’ye traktör ithalatı yapabilmeniz için 20 tane servis kurmanız yeterli. Servis kurmak da zor bir şey değil. TSE belgeli oto tamircilerinden 20 tanesine sertifika ve belge verirseniz otomatikman sizin servis ağınıza dahil olmuş oluyor. Yani ciddi bir yatırım gerektirmiyor.Sonra gümrük vergisi olmaksızın ithalata başlayabiliyorsunuz. Türkiye gümrük vergisi uygulamazken, Meksika yüzde 10, İran yüzde 10, Çin yüzde 8, Güney Kore yüzde 8 gümrük vergisi uyguluyor. Türk ürünleri Kuzey Kıbrıs’a ihraç edilirken bile yüzde 28’lik vergiye tabi tutuluyor.Tüm ülkeler bu uygulamayı hem yerli traktör üreticilerini korumak hem de çiftçilerinin fabrikası ve kalitesi belirsiz ürünler almalarını engellemek için yapıyor. Türkiye’de denetim yeterli olmadığı için İran’dan Hindistan’dan Türkiye’ye, 40 yıl öncesinin teknolojisi ile üretilen traktörler giriyor. Testleri doğru dürüst yapılmıyor. Toprak duruşu, asfalt duruşu, desibel seviyesi tam bilinmiyor.Üstelik giren traktörler de traktör olarak gelmiyor. Yedek parça statüsünde gümrükten sokuluyor, sonra koltuğu, aküsü, tekerlekleri, ön paneli takılarak traktöre dönüşüyor. Bu yüzden Tarım Bakanlığı ve TÜİK, Türkiye’ye ne kadar ithal traktör girdiğini bile bilemiyor. Örneğin Hindistan’dan gelen bir traktör markasının TÜİK kayıtlarına göre ithalat miktarı sadece 1 görünüyor. 6-7 bin euro’ya maledilen, yıllar içinde yedek parça sorunu çıkaracak olan traktörler Türkiye’de çiftçiye 19-20 bin euro fiyatlarla satılıyor. Çiftçi de fiyatı makul diye bu traktörleri tercih edebiliyor. Ancak traktör tarlada kalıp ürününü hasat edemediğinde de pişman oluyor.Zeynep Erkunt Armağan “Türkiye’ye ithal edilen traktörlerin yüzde 90’ını Avrupa’ya sokmazlar. Biz Macaristan pazarına girmek için başvurduk. Elimizde AB’den aldığımız 600 sayfalık kalite sertifikası vardı. Macarlar bununla yetinmedi tam 7 ay boyunca kendi testlerini yaptırdılar. Kılı kırk yaran bir incelemenin ardından bizi kabul ettiler” şeklinde konuşuyor.*****Hâlâ makinalı tarıma geçemedikTürkiye’de 1.3 milyon traktör rakamı bana önce çok göründü. Ancak işlenen tarım arazisine bölünce durum hiç de öyle değilmiş. 2007 verilerine göre Türkiye’de 100 hektar başına düşen traktör sayısı 3.9. Oysa bu rakam Japonya’da 45.6 adet. İtalya’da bile 20.2 olarak belirlenmiş. Avrupa Birliği ülkelerinin ortalaması 10.2 adet. Bu rakamlar gösteriyor ki Türkiye’de tarımda makina kullanımı henüz dünyanın gelişmiş tarım ülkelerinin ortalamasının çok altında. Bu da tarımı verimsizleştiriyor, çiftçi tarlasından yeterli ölçüde para kazanamıyor. Tabii verimsizliğin bir diğer nedeni de yine ekonomik sebeplerden dolayı tarlasına yeteri kadar gübre atamaması...
Metro Grup’un Ağustos ayı başında açtığı Merter Real Mağazası, tam 4 haftadır günlük cirosu ile Avrupa’da 1 numara oluyor. Real Genel Müdürü Kubilay Özerkan, “Daha önce Almanya’da ve Romanya’daki 2 hipermarket arasında gidip gelen birincilik yarışında Real Merter’in açılması ile Türkiye öne geçti. İnşallah böyle de devam eder” diye konuştu.İstanbul Merter’in suyundan mıdır havasından mıdır bilinmez ancak, dev firmalar bu bölgedeki faaliyetlerinde rekor kırıyor. Örneğin Shell. Shell’in Merter’de E5 cepheli benzin istasyonu yıllarca Türkiye’nin açık ara en çok akaryakıt satılan noktası oldu. Metrobüs çalışmaları ve ardından yolun ikiye ayrılmasından sonra Merter Shell bu ünvanını Maslak’taki Opet’e kaptırdı ancak halen Shell’in en iyi satış noktası olarak biliniyor. Yine Merter’de faaliyet gösteren ana yola cepheli Mc Donald’s da kurulduğundan bu yana Türkiye’de en çok hamburgerin satıldığı nokta olarak tanınıyor.Rekortmenler sıralamasına son olarak Real Hipermarket de katıldı. 6 Ağustos’ta açılışı yapılan ve ilk gün 2 milyon TL’nin üzerinde ciro yapan Merter Real mağazası o gün bugündür ciro rekorunu kimseye kaptırmadı. Real Merter, Türkiye rekorunu açık ara kırdıktan sonra Avrupa’da da en çok ciro yapan hipermarket olarak öne çıktı. Real Hipermarketler Genel Müdürü Kubilay Özerkan, “Daha önce Almanya’da bir hipermarket ile Romanya Bükreş’teki bir hipermarket arasında gidip gelen birinciliği 4 haftadır biz aldık. İnşallah böyle de devam eder” diye konuştu.Peki Merter’in sırrı ne?Özerkan, Merter lokasyonunun ticari performanstaki üstünlüğünü de şöyle açıkladı: “Bu noktanın bir değil birkaç önemli özelliği var. Her şeyden önce 15-20 dakikalık mesafede bu satış noktasına ulaşabilecek tam 1.3 milyon nüfus yaşıyor. Nüfus yoğunluğu bu performansta çok önemli bir kriter. Bir diğer önemli kriter ise buradaki müşteri profili. Hipermarketler için A gelir grubu zor müşteri grubudur. Hipermarketten daha çok B, C ve C1 gelir düzeyindeki müşteriler alışveriş yapar ve bu lokasyon da tam bu gelir grubunun yaşadığı bir lokasyon. Ayrıca bu gelir grubu fiyata çok duyarlı. Şayet iyi fiyat ve güçlü promosyonlarla çıkarsanız bu lokasyonda başarılı olursunuz.” 40 kasa yetmemiştiReal Merter mağazası 6 Ağustos’ta faaliyete geçti. İlk gün yaklaşık 20 bin kişi Merter Real Hipermarket’i ziyaret etti. Aşırı yoğunluk nedeniyle mağazanın kapıları gün içinde tam 4 kez kapatıldı ve içeride kasalar önündeki yoğunluğun geçmesi beklendi. 1.880 TL’den satılan 300 adet Sony Bravia LCD televizyon yaklaşık 2 saat içinde tükendi. Promosyonlu 600 adet Casper notebook da adeta kapanın elinde kaldı. Vatandaşlar Real’de sadece elektronik ürünlerine değil gıda ve tekstil ürünlerine de yoğun ilgi gösterdi. Kilosu 17 kuruştan satılan 15 ton karpuz saatler içinde tükendi. Ayrıca 15 ton ayçiçek yağı, deterjan da yok satan ürünler oldu. Piyasada normal fiyatı 160 TL olan spor ayakkabılar 69 TL’den satılınca 2500 çift spor ayakkabı da kısa sürede bitti. Real Hipermarket’de hemen hergün böyle çok radikal indirimlerin yapıldığı ürünler bulunuyor. Altın stoğu tükendiReal açılış günü ilginç bir kampanya da yapmış ve her 300 TL’lik alışveriş yapana 1 gramlık altın vermişti. Aşırı izdiham yaşanınca 3-4 hafta idare etmesi beklenen 5 kilo altın daha ilk günden tükenmişti. 300 TL’nin üzerinde alışveriş yaptığı halde altın alamayanlara bir hafta sonrasına randevu verilmişti. En düşük ortak giderler bizdeMetro Group Asset Management’ın 10 alışveriş merkezi bulunuyor. 9’unu kendi işletiyor. Bilkent’in yönetimini ise ortağına bırakmış. Yeni nesil alışveriş merkezi modelini uygulayan ve özgün projeleri ile dikkat çeken Metro’da ortak alan giderleri oldukça düşük. Bunda da güneş enerjisini ya da jeotermal enerjiyi devreye sokmasının büyük etkisi var. Metro Group Asset Management Genel Müdürü Gündüz Bayer ortak giderler içinde enerji giderlerinin yüzde 30’u bulduğuna dikkat çekerek bu alanda yapılacak tasarrufun ne kadar önemli olduğunu belirtiyor. “Bu ve benzeri tasarruflarla bir başka AVM’de metrekare başına ortak yönetim gideri 10 TL ise bizde 5 TL’dir. Biz bu kadar daha ucuzuz” diyor. *** Kira isterken uçanlar elbette sorun yaşıyorGeçen akşam Metro yöneticileri ile bir iftar yemeğinde buluştuk. Masada Metro bünyesindeki Metro Group Asset Management’ın Genel Müdürü Gündüz Bayer de vardı. Bayer’in başında olduğu şirket 9 alışveriş merkezini yönetiyor ve tam 359 bin 825 metrekarelik alanın kiralamasını yapıyor. ’Türkiye’de perakende sektöründe neler olup bittiğini, işlerin düzelip düzelmediğini Gündüz Bayer’den daha iyi gözlemleyebilen biri yoktur’diye düşünerek sormaya başladım. Metro 7 farklı şehirde yer alıyor. Bunlar içinde Adana da var, Gaziantep de. Dolayısıyla karışım iyi. Sağlıklı sonuç çıkarma, fotoğrafı net görme ihtimali yüksek. “Haziran iyiydi. Temmuz biraz daha iyi oldu. Ağustos yine Temmuz seviyelerinde gidiyor. Öyle tahmin ediyorum ki beklentim sene sonuna kadar çok düşük de olsa artan bir trendle gidecek. Fakat kimse anormal zıplamalar beklemesin” dedi. Bayer’in perakendecilerle ilgili “Tabii ki yine ağlıyorlar. Ancak daha az ağlıyorlar. Hatta sahte ağlayanlar da var” tespiti ilginç. Kiralarla ilgili indirim talepleri devam ediyor mu? diye soruyorum. Şöyle yanıtlıyor: “Biz kira isterken en başında yani işler iyiyken bile hiç uçmamıştık. O yüzden problem yaşamıyoruz. Benim bunca yıllık deneyimimden sonra çıkardığım bir sonuç var. Perakendeciden cirosunun yüzde 10’u kadarını kira olarak talep ederseniz, her iki taraf da mutlu olur. Ancak yüzde 15’ini 16’sını isterseniz sorun çıkar. Nitekim böyle yapanlar şimdi sıkıntıda.” Türkiye’deki hastalık en büyüğü en lüksü olsunTürkiye’de AVM yatırımlarına bakış açısını da eleştiren Gündüz Bayer şöyle devam ediyor: Türkiye’de ne yazık ki ’size does matter’ mantığı geçerli. Ne kadar lüks bir AVM yaparsa inşaata ne kadar çok para harcarsa o kadar da fazla para kazanılacağı sanılıyor. Herkes A gelir grubuna hitap etmeye yöneliyor. Halbuki C’ye hitap eden bir yer olsa çok daha fizıbıl bir yatırım olabilir. 25 milyon dolar yatırımla çok rahatlıkla yılda 7 milyon dolar ciro yapacak bir AVM ortaya çıkarabilirsiniz. Bayer bir diğer sıkıntının ise outlet konseptini benimseyen AVM’lerde çıkacağını söylüyor. “Yanlış konumlandılar. Şimdi işler kötüye giderken zaten herkes fiyat indiriyor. Yani outlet’in bir esprisi yok. İyiye gidince de para kazanamayacaklar. Yani işler iyiye de gitse kötüye de gitse outlet konsepti bence yanlış” diye konuştu.
3.5 aydır Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Zafer Çağlayan, Sanayi Bakanlığı döneminde başlattığı sanayi envanteri çalışmasının bir benzerini şimdi dış ticaret için hazırlatıyor. Bu envantere göre ihracatta hedef ülkeler yeniden belirlenecek. Büyük hedef ülkeler için de ülke masaları kurulacak ve her bir ülke masasına özel temsilci atanacakKuşkusuz küresel daralmadan Türkiye de nasibini alıyor. Nitekim geçen yıl 130 milyar doları geçen ihracatın bu yıl 100 milyar doları bulup bulmayacağı bile henüz belirsiz. Haziran’dan sonra biraz tempo kazanan ihracat, Avrupa ülkelerinin de durgunluktan çıkış sinyalleri vermesi ile birlikte 100 milyar dolar barajını geçebileceğine dair umut yarattı ancak daha çok çalışmak lazım.Çağlayan da işin ciddiyetinin farkında ve göreve geldiği 3.5 aylık sürede tam 90 bin kilometrelik uçuş gerçekleştirmiş. Günde 857 kilometre yol giden Bakan, sık uçuşların bünyesinde yaratabileceği tahribata karşı da sağlık taramalarını artık iki aydan iki aya çekmiş vaziyette.Çağlayan ile Kayı İnşaat’ın gerçekleştirdiği 180 milyon dolarlık alışveriş merkezinin açılışına katılmak üzere gittiğimiz Litvanya yolunda sohbet ettik. Türkiye’nin ihracatını nasıl artırabileceğine yönelik sürekli bir arayış içinde olan Bakan Çağlayan yeni bir sisteme geçilmesi ve ülke masaları kurulması için talimat vermiş. “Bizim bakanlıkta İhracat Genel Müdürlüğü var. Ancak her ülkeye genel olarak bakıyorlar. Bilimum her iş yapılır mantığı yani. Öyle olunca bazı fırsatlar kaçıyor. Biz şimdi belli hedef ülkelere özel masalar kuracağız. Öyle kanun düzenleme filan olmaksızın. Bu konuda son noktaya geldik” diyor. Çağlayan ülke masalarının görevini de şöyle aktarıyor: “Çin 1.2 trilyon dolarlık ithalat yapıyor. Benim bu ticarette payım sadece 1.5 milyar dolar. Yani yok denecek kadar az. İşte kuracağımız masalarda hangi büyük ithalatçı, hangi ülkelerden hangi sektörlerden ne alıyor ve ben neden giremiyorum bunun analizini yapacağız. Lojistik nedenler mi var, ikili anlaşmalar mı eksik, siyasi engeller mi var bunlara bakacağız. Payımızı artırmanın yollarını arayacağız. O ülke ile çalışan ihracatçımızın sorunları mı var, derhal üzerine gideceğiz.” Çinli nasıl fındık yer?Bu arada Çağlayan bir başka önemli konuya daha değiniyor ve her ülkeye özel ürün inovasyonuna ihtiyaç duyulduğuna da dikkat çekiyor. “Çin’e ilk girdiğimde çekirge kızartması yediklerini gördüm. Çerez gibi yiyorlardı. Onlar çekirgeyi yer, biz yemeyiz. Biz fındık yeriz, onlar yemez. Öyleyse fındığı Çinli’ye yedirecek şekle sokacağız. Burada devreye inovasyon girecek. Bu sadece fındıkta değil, diğer tüm ürünlerde geçerli olacak” diyor.Çağlayan bakanlığı Dış Ticaret şirketi gibi yönettiğini belirtip kendisini de bu şirketin yönetim kurulu başkanı gibi görüyor. Bu arada Çağlayan’ın bir de ticaret ateşe ve müşavirleri ile ilgili bir planı var. “Düşünün Fransa’nın 4 bin 200, bizim ise 115 ticari müşavirimiz var” diyen Çağlayan, İGEME’nin personel altyapısını kullanarak 26 ticaret müşavirini daha büyükelçilik ve konsolosluklara göndereceklerini söyledi. Çağlayan bu projeyle ilgili olarak da şöyle konuştu:“Bu projeye TOBB, TİM ve ihracatçı birlikleri de destek verecek. Belli ülkelerde yeni müşavirler görevlendireceğiz. Onlar bizim uç beylerimiz olacak. Büyükelçilikler de konsolosluklar da bakıyorum bizim ticari ateşeler müşavirler kapının arkasında duruyor. Sokulmuyor. Oysa ben Ankara’da bazı ülkelerin büyükelçilerinden daha çok ticari ateşelerini tanıyorum. Onlar bulundukları ülkelere Türkiye’nin ticaretini nasıl geliştirebileceğini araştıracaklar. Bize raporlar sunacaklar. Belki ülkeler arasında ticaret gelişirse prim sistemini bile düşünebiliriz.” Çağlayan’ın diplomatik kabadayılık taktiği de var Zafer Çağlayan’ın ihracatta yaşanan sıkıntılarla ilgili ilginç taktikleri olduğunu da öğreniyoruz. Çağlayan, Endonezya’nın Türkiye’den ithal ettiği unla ilgili bir soruşturma başlatması üzerine Endonezyalı muhatabı bayan bakan ile arasında geçen telefon trafiğini şöyle aktardı: “Endonezya’ya 285 milyon dolarlık ihracatımız var. Bunun yarıdan fazlası da un ihracatı. Ancak son dönemde un ihracatında sıkıntı yaşanıyordu. Benden yardım istediler. Önce rakamları önüme koydum. 1.4 milyar dolarlık ithalatımız var. Ağırlıklı olarak palm yağı ve kauçuk alıyoruz. Telefonda bakana dedim ki ’Şayet unumuza engel çıkarırsanız, ben de palm yağını başka ülkelerden temin etmenin yollarını arayacağım.’ Hemen etkisini gösterdi. Şimdi haber alıyorum ki unla ilgili görüşmelerin seyri değişmiş. Demek ki bazen diplomasi kuralları çerçevesinde biraz kabadayılık gerekiyor.” Irak, Türkiye ve Suriye tek ekonomik alan haline gelecekÇaĞlayan özellikle Irak pazarına büyük önem veriyor. Irak’ın bugüne kadar Kuzey bölgesine gidildiğini ancak Güney’de daha çok fırsat olduğunu belirten Çağlayan, Irak’ın 500 bin konut, 5 bin hastane ve 5 bin de okula ihtiyaç duyduğuna dikkat çekiyor. Irak’ta Saddam döneminde doğru dürüst yatırım yapılmadığını ve yatırıma aç bir ülke olduğunu kaydeden Çağlayan, “Müteahhitlerimize çok iş düşecek. Irak Sağlık Bakanlığı geçtiğimiz günlerde 10 hastane için ihaleye çıkmıştı. 5 hastanenin yapım ihalesini Gaziantepli Acarsan adlı şirketimiz kazandı. Bu 750 milyon dolarlık bir iş oldu. Bu rakam bile Irak’ta nasıl fırsatlar olduğunu ortaya koyuyor” diye konuştu. Çağlayan Irak ve Suriye ile birlikte ortak serbest ticaret anlaşmasını imzalayacaklarını ve 3 ülke arasında gümrüklerin kalkacağını, o takdirde bölgede ticaretin büyük bir artış göstereceğini de sözlerine ekliyor.Anket yaptı bıyıklı haline geri döndüÇağlayan geçtiğimiz günlerde bıyıklarını kesmişti. Ancak karşımıza yine bıyıklı çıkınca takıldık. Çağlayan, “O gün flaşlar fazla patlamış bıyıklar yokmuş gibi görünmüştü” dese de işin gerçeğini şöyle aktardı: “Mini anket yaptım, bıyıklı halin daha iyiydi sonuçu çıktı. Eşim de bıyıklı halimden yana tavır koyunca yeniden bıyık bıraktım.”