K.Irak’ın ihraç edilen ilk petrolü Karamehmet’in kuyusundan çıktı

2 Haziran 2009

Çukurova Grubu’nun yüzde 44 ile ortak olduğu konsorsiyum, Taq Taq bölgesinden çıkardığı ilk petrolü Kerkük Ceyhan boru hattına ileterek ilk ihracatı gerçekleştirdi. İlk etapta bölgeden günde 40 bin varil petrol ihraç edilecek. İhraç edilen petrolün teknik olarak yüzde 6.6’lık kısmı Karamehmet’in olacakKuzey Irak Bölgesel Yönetimi, Erbil bölgesinden elde ettiği petrolü, 1 Haziran 2009 itibarıyla ihraç etmeye başladı. İlk etapta günde 100 bin varil olarak planlanan ihracat, Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı aracılığı ile Türkiye üzerinden dünya pazarlarına açılacak. Kuzey Irak petrollerinin dünyaya açılmasına yönelik Erbil’de düzenlenen törene Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanı Nechirvan Barzani, Tabii Kaynaklar Bakanı Dr. Ashti Hawrami ve Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Bakanlar Kurulu Danışmanı Dr. Khaled Salih ve Taq Taq petrollerini arama ve üretim yetkisine sahip Genel Enerji şirketinin temsilcilerinin katılımı ile gerçekleşti. Çukurova Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Emin Karamehmet de tüm kurmayları ile söz konusu ihracat törenine katılmak için Kuzey Irak’a geldi.Karamehmet ne kazanacak?Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile yaptığı anlaşma sonrası bölgede 6 petrol sahasına sahip olan Çukurova Grubu ilk ihracatı Taq Taq bölgesi petrolü için yapıyor. Söz konusu bölgede şu an için 8 kuyu açıldı ve günlük 40 bin varil üretim yapılıyor. Genel Enerji bölge petrolleri için kurulan konsorsiyumda yüzde 44 paya sahip. Ayrıca Addax Petrolium’un yüzde 36, KEPCO’nun da yüzde 20 payı bulunuyor. Yapılan anlaşma gereği bölgeden ihraç edilen petrolün gelirinin yüzde 85’i Bağdat’taki merkezi hükümetin kasasına girecek. Kürt Bölge yönetimi bu gelir içinden yüzde 17’lik pay alacak. Gelirin yüzde 15’lik kısmı ise konsorsiyum ortakları arasında hisseleri oranında paylaşılacak. Yani ihraç edilecek her 100 varil petrolün gelirinin 85 varilini Bağdat yönetimi alırken Çukurova Grubu’na ise yaklaşık 6.6 varil petrol düşecek. (Yüzde 15’lik kısmın yüzde 44’ü) Günde ortalama 40 bin varil petrol ihraç edileceğinden ilk etapta Genel Enerji’nin payına düşen miktar 2 bin 640 varil olacak. Petrolün varil fiyatının şu an için yaklaşık 67 dolar olduğu düşünülürse Karamehmet her gün kasasına yaklaşık 177 bin dolar koyacak. Yıllık gelir ise 65 milyon doları bulacak. Bölgeden ihraç edilecek petrolün en geç 1.5 yıl içinde günlük 180-200 bin varile yükseltilmesi planlanıyor. Bu gerçekleştiğinde Karamehmet’in payına düşen yıllık petrol geliri de şayet petrol fiyatları bu seviyelerde kalmaya devam ederse 900 milyon doları bulacak. Ancak Genel Enerji yetkilileri petrol fiyatlarının bu seviyelerin üzerine çıkacağını, yeniden 150 dolarları bulabileceğini düşünüyor. Karamehmet’in öngörüsüne göre önümüzdeki 20 yıl içinde Çukurova Grubu’nun net kazancı 15 milyar dolar seviyesinde olabilecek.Petrol çıkarttığı 5 bölge daha varGenel Enerji’nin Taq Taq bölgesi dışında 5 ayrı bölgede daha petrol arama ve çıkarma izni bulunuyor. Tawke bölgesi için kurulan konsorsiyumda Genel Enerji’nin payı yüzde 25 seviyesinde. Ortaklığı Dohuk sahasında yüzde 40, Miran sahasında yüzde 25, Bar Bahar bölgesinde yüzde 40, Chia Surkh bölgesinde ise yüzde 20 seviyesinde. Genel Enerji ayrıca Taq Taq bölgesine günlük 60 bin varil petrol işleme kapasitesine sahip bir rafineri kurmayı da planlıyor. Barzani: Bugün, yakın geçmişten dramatik bir ayrılışı ifade ediyorERBİL’de düzenlenen törende konuşan Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanı Nechirvan Barzani, “Bölgemiz ve dünya için tarihi bir adım atıyoruz. Bir başka ülkede bugünkü olay tipik bir ekonomik başarı olarak görülebilir ancak bölge halkı için bu yakın geçmişten dramatik bir ayrılışı ifade etmektedir” dedi. Barzani, şöyle devam etti: “Bugün, Kürdistan Bölgesi ve tüm Irak için bir adım atıyoruz. Irak’ta önceki rejimler, ülkenin doğal kaynaklarını şiddet ve baskı amaçlı kullandı. Geçmişimizi hatırlamaya ama barış ve halkımızın refahı ve iyiliği üzerine odaklanmaya kararlıyız.” Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ise törende, “Biz bu projeyle Irak’ın birlik ve beraberliği için çalıştığımızı ispatladık” dedi. Bölgesel yönetimin lideri Mesut Barzani de, “Bu bölgesel Kürt yönetiminin Irak halkına bir armağanıdır” ifadelerini kullandı.Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Tabii Kaynaklar Bakanı Dr. Ashti Hawrami ise tarihte ilk kez, Irak’ın kuzeyindeki halkın, doğal kaynakları hakkında karar verebildiğini ifade ederek, “Bugün, petrolün lanetini arkamızda bırakacağız” diye konuştu.

Devamını Oku

‘Döncem ben sana’

27 Mayıs 2009

IMF Başkan Yardımcısı Lipsky, yeni kabinede Ekonominin Çarı olan Babacan’ı tebrik etmek için aradı ve “Sizin gelişinizle birlikte anlaşmanın bir an önce yapılmasını ümit ediyoruz, sizden haber bekliyoruz” dedi. Babacan kendisine birkaç gün müsade etmesini istedi ve “I’ll call you back” dedi. Üç haftadan fazla süre geçti ama Babacan Lipsky’ye dönmedi. 1 Mayıs’ta Başbakan’ın açıkladığı yeni kabinede, süper yetkilerle donatılmış olarak Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olan Ali Babacan’ı tebrik edenler arasında IMF Başkan Yardımcısı John Lipsky de vardı.Yeni kabinenin açıklanmasından birkaç gün sonra Babacan’ı telefonla arayan Lipsky “Halen süren ve bir türlü sonuca varamayan görüşmelerde, sizinle birlikte yeni dönemde daha rahat çalışacağımızı ve çabuk sonuca gideceğimizi düşünüyorum” diye konuştu.Babacan “Bana bir kaç gün müsade edin. Henüz koltuğa yeni oturdum. Bir durumu analiz edeyim, size döneceğim” diyerek telefonu kapadı, net bir şey söylememeye özen gösterdi. Telefon konuşmasından bu yana 3 haftadan fazla bir süre geçti. Ancak Babacan hala Lipsky’ye geri dönmedi.IMF’siz 1 yıl geçtiIMF ile son stand-by anlaşmasının vadesi 2008 yılı Mayıs ayında bitti. O tarihten sonra hükümet yeniden anlaşmak için niyet belirtse de işi hep ağırdan aldı. Eylül ayında Lehman Brothers’ın batması ile başlayan zor dönemde Türkiye’nin bir an önce IMF ile yeni bir anlaşma yapması gerektiği, bir IMF çıpasının çok gerekli olduğu hemen her kesimce vurgulandı. Ancak yaklaşan yerel seçimlerin hesabını yapan AKP Hükümeti, Ocak ayına kadar yine somut bir adım atmadı. Davos’ta Başbakan ve IMF Başkanı bir araya geldi ancak yine konuşulanlar temenniden öteye gitmedi.Bu arada Türkiye’nin kamu maliyesi Ocak ve Şubat aylarında iyice kötüleşmeye başladı. Yerel seçimler sonrası bir anlaşma beklentisi içinde olan iş dünyası seçimlerin üzerinden 2 ay geçmesine rağmen hala bir gelişme olmamasından şikayetçi.Hükümetin kumar oynadığı kesin. Hazine’nin borçlanmada son dönemde zorlanmaması, ihalelere düşünülen satış miktarının kat kat üzerinde talep gelmesi, ‘kriz bitiyor’ diyenlerin sayısının artması hükümeti cesaretlendiriyor. ‘Acaba IMF’siz götürebilir miyiz’ görüşü ağırlık kazanıyor. Kriz döneminde sıcak paradaki erimenin sınırlı kalması, Merkez Bankası döviz rezervlerinin sadece 78 milyar dolar seviyesinden 65 milyar dolar seviyesine çekilmesi, dolardaki artışın durması hükümeti bu kumarı oynamaya iten sebepler arasında.Neden anlaşılamıyor?Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın IMF ile bir anlaşmanın hükümetin elini rahatlatacağını düşündüğü yakın çevresi tarafından telaffuz ediliyor. Ancak şu anki durum, IMF’ye karşı Babacan’ı da aşan bir set olduğunu ortaya koyuyor.Bu setin çekilmesinin ana nedeni de IMF’nin özellikle istediği bir şart. O da Türkiye’den Gelir İdaresi’nde reform ve ‘Nereden buldun’ benzeri bir sorguya gidilmesinin istemesi. IMF, Türkiye’nin mevcut vergi modeli ile uzun süre kamu maliyesini dengede tutamayacağının farkında. Dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içinde yüzde 70’leri geçtiği bir sistem dünyada yok. Bir Türkiye bir de Meksika hâlâ dolaylı vergilerle kamu maliyesini dengelemeye çalışıyor.Oy oranı da engelIMF genel olarak bozulan mali disiplinin de yeniden sağlanmasını istiyor. Yerel seçimlerde oy oranı gerileyen AKP’nin henüz erken olsa da genel seçimleri düşünerek kemerleri sıkması pek mümkün görünmüyor. Muhtemelen hükümet, önümüzdeki dönemde mali disiplin konusunda daha az tutucu olacak ve muslukları gevşetecek. ‘Nereden buldun’ benzeri bir uygulamaya da hiç mi hiç sıcak bakılmıyor. Sonuçta bu uygulama en çok Anadolu’da bir anlamda AKP’nin tabanını oluşturan zenginleri rahatsız edecek. Kayseri’den, Gaziantep’ten, Denizli’den, Konya’dan böyle bir uygulamaya karşı çıkacak sesleri bir düşünsenize...Sonuç olarak baktığımızda Babacan her ne kadar Lipsky’ye ‘I’ll call you back’ demiş olsa da ‘Hadi masaya oturalım şu işi bitirelim’ demek için aramayacak. O zaman tüm çevreler için yapılacak tek şey kalıyor. O da ‘Kriz yeniden hortlamasın, alevlenmesin’ diye dua etmek...

Devamını Oku

‘Nereden buldun’ sorusu IMF anlaşmasını kilitliyor

9 Mayıs 2009

Türkiye ile IMF görüşmeleri geldi, özerk güçlü Gelir İdaresi Başkanlığı konusunda kilitlendi. Nitekim Başbakan, IMF ile süren görüşmelerin çok da yolunda gitmediğinin sinyalini verdi. IMF, beyan ettiği gelirle orantısız harcama yapanların takibe alınmasını, Türkiye’de de Amerikan Gelir İdaresi IRS gibi çok güçlü bir yapının kurulmasını istiyor. Şayet Türk Gelir İdaresi’nde reforma ‘evet’ denirse belki de bugüne kadar telaffuz edilenlerden bile daha fazla (60 milyar dolar olabilir) IMF parası Türkiye’ye gelecek. Ancak Hükümet tarafı, ’Nereden buldun’ benzeri bu uygulamanın ekonominin çarklarını durdurmasından endişe ediyor ve dolaylı vergilere yüklenerek durumu idare etmeye çalışıyor. Türk iş dünyasının nefesini tutup beklediği IMF ile olası bir stand-by anlaşması döndü dolaştı, Gelir İdaresi reform sürecinde tıkanıp kaldı. Başbakan Tayyip Erdoğan daha önce “Hele o 2 madde var ki” diyerek özerk Gelir İdaresi şartına ve ’Nereden buldun’ benzeri, harcama ile beyan edilen geliri çapraz sorgulamaya alacak modele sıcak bakmadıklarını belirtmişti. Ancak görünen o ki IMF, Türk vergi sistemini hem kurum olarak hem de iş yapış biçimi olarak kökünden değiştirecek modelin mutlaka Türkiye’de uygulanmasını şart koşuyor. IMF’in istediği tam da ABD’deki güçlü IRS gibi bir kurum oluşturulması.Türkiye vatanına aşık, hemen her sokak başında dev direklere Türk bayrağı asacak kadar seven insanların ülkesi. Ancak iş vergi vermeye yani vatandaşlığın temel görevine gelince bir Allah’ın kulunu ara ki bulasın.O zaman ne oluyor, sistem kendi modelini geliştiriyor. Türkiye’de toplanan her 100 liralık verginin aşağı yukarı 70 lirası dolaylı vergilerden geliyor. Ne demek dolaylı vergi: Otomobil satın alıyoruz ÖTV, KDV ödüyoruz. Benzin alıyoruz, benzinin kendi fiyatının 4 katı vergi ödüyoruz. Cep telefonu ile konuşuyoruz yüzde 25 özel iletişim vergisi ödüyoruz. Beyaz eşya, mobilya alıyoruz yine vergi ödüyoruz. Tüm bunlara ‘dolaylı vergi’ deniyor. Oysa dünya dolaysız vergilere yani kazanç üzerinden toplanan vergilere daha çok önem veriyor.Dolaylı vergiler eşitlik ilkesine aykırı. Düşünün siz BMW’nin en lüks aracına binecek kadar zenginsiniz, ancak aracınıza aldığınız yakıta Murat 124’ü olan gariban adamla aynı vergiyi ödüyorsunuz. Bu eşitsizlik yaratıyor.IMF bu kez kararlıIMF ile halen süren pazarlıklarda, IMF tarafı Türkiye’den vergi reformu istedi. İstenen reforma göre herşeyden önce Gelir İdaresi özerk bir yapıya kavuşturulacak. Yani Gelir İdaresi üzerinde Hükümet’in ağırlığı ortadan kaldırılacak.Ayrıca Gelir İdaresi öyle bir model geliştirecek ki tıpkı ABD’li IRS gibi beyan ettiği gelir ile harcaması birbirini tutmayanları enseleyecek. Türkiye’de ne yazık ki model öyle işlemiyor. 500 bin dolarlık yat alan bir adamın o yıl devlete ne vergi ödediğine pek de bakılmıyor. Zira bakılırsa o adamın ürkütülmesinden, adamın para harcamamasından, parayı yurtdışına transfer etmesinden korkuluyor. Bunun yerine satın alınan yata dolaylı vergi bindirilip bir şekilde açık kapatılmaya çalışılıyor. Türkiye ödediği vergi ile hayat standardı birbirini tutmayan insanlarla dolu.Adama bakıyorsunuz altında Bugatti marka son model bir otomobil ancak beyan ettiği gelire bakıyorsunuz isminin karşısında komik komik rakamlar. Mesela Türkiye’de çok lüks konutlar inşa ediliyor. Etiketleri dolar üzerinden olan lüks evler peynir ekmek gibi satılıyor. Ancak bu evleri satın alanlara karşı çapraz vergi soruşturması yapılmıyor.60 milyar dolar gelirYapılmıyor çünkü, para sahipleri ürkütülürse ekonominin çarklarının durmasından korkuluyor.Ancak IMF öyle düşünmüyor. Türkiye’nin bir an önce ’Nereden buldun’ benzeri bir modele geçmesini kazancı ile harcaması arasında fark olanların belirlendiği, daha çok dolaysız vergi toplandığı bir sisteme geçilmesini istiyor.Bunu da özellikle bu kez stand-by görüşmelerinde çok ciddi bir biçimde istemeye, olmazsa olmaz şart olarak masada bir numaralı gündem olarak tutmaya başladı. Görüşmelerin içinde olan bir üst düzey yetkili, “Şayet bu şartı yerine getirmezsek IMF anlaşması tehlikeye girecek. Başbakan dahil Hükümet yetkilileri ise böyle bir uygulamanın tüm çevreleri rahatsız etmesinden endişe ediyor” diye konuştu.Öyle görünüyor ki Başbakan çok zor bir karar arifesinde.Ya IMF’nin istediği vergi reformunu yapacak ’Nereden buldun’ diye soracak...Ya da Türkiye’nin kendi yağı ile kavrulmasını seçip, ‘kriz bir an önce bitsin’ diye dua edecek.Görüşmelere yakın kaynak şayet bu vergi reformunun yapılacağına dair IMF’e taahhütte bulunulması halinde, IMF’den gelecek paranın bugüne kadar telaffuz edilenlerin çok üzerinde olacağına da işaret etti. Bugüne kadar telaffuz edilen en yüksek rakam benim bildiğim 40 milyar dolar. Yetkili “60 milyar dolar gelebilir” diyor. Dolaylı vergiler % 71 dolaysız vergiler % 29 Denetim vergi ve danışmanlık şirketi KPMG’nin dünya çapında 92 ülkede 2007 vergi sonuçları üzerinden gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre Türkiye, dolaylı vergileri toplam vergi gelirleri içinde en yüksek paya sahip iki ülkeden birisi. Türkiye gibi dolaylı vergilere yüklenen bir diğer ülke ise Meksika.Örneğin 2009 yılı bütçesi yapılırken toplam vergi gelirlerinin 220 milyar lira olacağı öngörüldü. Bunun sadece 74.1 milyar lirasının gelir ve kurumlar vergisi gibi dolaysız vergilerden, 146.4 milyar lirasının ise dolaylı vergilerden geleceği hesaplandı. Yani öngörü doğru çıkarsa dolaylı vergilerin toplam vergilere oranı yüzde 66.5 olacak. Ancak ilk üç aylık sonuçlara bakıldığında vergi gelirlerinde ciddi bir azalma ile birlikte dolaylı vergi oranının yüzde 71’e kadar çıktığı görülüyor.Bu tabloyu değiştirebilmek için etkin ve verimli bir Gelir İdaresi’nin zorunlu olduğu belirtiliyor. Gelir İdaresi’nin sadece büyük illerde teşkilatlanmış olması, küçük illerin ihmal edilmesi önemli bir kayıp kaçak noktası olarak görülüyor. Ayrıca Gelir İdaresi’nin ve vergi denetimlerinin siyasallaştığı yönündeki eleştiriler de ayrı ve önemli bir eleştiri noktası.ABD’de kaçınılmaz iki şey: Ölüm-vergiABD’nin vergi dairesi olan Milli Vergi Gelirleri İdaresi yani Internal Revenue Service (IRS) Hazine Bakanlığı’nın özerk bir birimi. Vergi ödemenin demokrasinin temeli olarak görüldüğü ülkede Benjamin Franklin’in “Bu dünyada kaçınılmaz iki şey vardır: Ölüm ve vergiler” sözü geçerli.Amerikan polis teşkilatı, FBI ve CIA’den bile daha organize çalıştığı söylenen ve devletin “cebi” olarak tanımlanan IRS, temel olarak ABD’de uygulanan tüm vergilerin toplanmasından sorumlu. Yılda bir kez vergi formlarını oluşturup, ülkedeki her çalışana dağıtır, vergi kanunlarını uygular, vergi hesaplarını denetler ve vergi iadelerini düzenler. IRS, 86 bin 585 çalışanıyla oldukça büyük bir birim ve özellikle vergi dönemlerinde ülkede en nefret edilen ve korkulan kurumların başında geliyor.Öyle ki 1930’lu yıllarda İtalyan asıllı Amerikalı mafya lideri Al Capone, işlediği diğer suçlardan bir türlü yakalanamamış ancak vergi kaçakçılığından 11 yıl hapis cezası almıştı. IRS, her yıl 15 Nisan’da ülkenin dört bir yanından vergi formlarını toplar, bunları olası bir hesap hatası ve dolandırıcılık için inceler. Gizli tutulan belli kriterlere uymayan vergi mükelleflerinin hesaplarını çapraz denetime alır. En önemli özelliği ceza kovuşturma gücünün olması. Sorunlu bir vergi formu tespit ettiğinde mal varlığına el koyma, para cezası ve hapis gibi cezalar uygulama yetkisine sahip. IRS görevlileri, bir vergi mükellefinden şüphelenirse onun hakkında gerekçe vermeden genel bir vergi denetlemesi yapma hakkına sahip.Ülkede her yıl 49 bin kadar “şanslı” vergi mükellefine rastgele ayrıntılı vergi denetlemeleri de yapılıyor. Vergi mükellefi, denetleme sırasında vergi formundaki bilgileri doğrulayan kanıtlar göstermek zorunda. IRS yalnızca 2006 yılında 2.2 trilyon dolar vergi topladı ancak kurum 2007 yılında kendisine beyan edilenden 300 milyar dolar daha fazla vergi borcu bulunduğunu tahmin ettiğini açıkladı. Yani aslında bakılınca vergi kaçak oranı çok yüksek değil. Hele hele Türkiye ile kıyaslanamaz bile. Toplanan vergiler daha sonra Hazine Bakanlığı’na teslim ediliyor.

Devamını Oku

İş dünyasının tavla şampiyonu ve son kurbanı

1 Mayıs 2009

İşadamları arasında tavlaya merak duymayanı hemen hemen yok gibi. Bu işi çok ciddiye alanı da var, eğlence olsun diye oynayanı da. İstinye Park’ın ortaklarından Zafer Kurşun (ben kendisinin yalancısıyım) kendini iş dünyasında tavlayı en iyi oynayanlardan biri olarak görüyor. Zarın kerametinin oyunun seyrine etkisini yüzde 70 olarak verse de yani şansın da çok gerekli olduğuna dikkat çekse de kendisini usta ilan ettiği kesin.Bu arada pek çok işadamı ile tavla oynadığını belirtip şöyle bir gözlemini de paylaşıyor: “İşadamının tavla oynama stratejisi ile, iş hayatındaki riski algılama ve risk alma iştahı arasında kesinlikle paralellik oluyor” diyor.Biz önceki hafta bir grup gazeteci, Zafer Kurşun ile birlikte, Turgay Ciner’den kiralanan uçakla Barcelona’ya gittik. Uçağın sahibinin tavla merakını bildiğimden “Uçakta tavla var mı?” diye sordum. Çuhasıyla birlikte çok şık bir tavla çıkardı hostes hanım. Önce biz Habertürk Ekonomi Müdürü Cüneyt Toros ile bir parti yaptık. Toros biraz hafif geldi. Oyunu izleyen ve “Yenenle oynarım” diyen Zafer Kurşun karşıma geçti.Zar atarken, karşısındaki oyuncuyu ziyadesiyle tilt eden enteresan bir bilek hareketi var. İşin garibi o hareketi yapıp attığı zar da iyi geliyor, ancak kesinlikle zar tuttuğu söylenemez. O hareketin patentinin kendisine ait olduğunu kaydeden Kurşun, bunun pek çok kişiyi sinir ettiğini de kabul ediyor.Oyun esnasında Zafer Kurşun’la iş dünyasının meşhur tavla partilerini ve kendisinin klasmandaki yerini konuştuk. Kendisinin usta olduğunu bize ispatlamak için cüzdanını çıkardı. Özel bir bölümde, tavladaki kurbanlarından aldığı 100 dolarları saklıyormuş. Son kurbanı Cihan Kamer ile yaptığı maçı anlattı. Cihan Kamer’in kendisini tesadüfen iki kez üst üste yendiğini söyledi. Skorları tam hatırlamıyor ama galiba biri 5-3, diğeri de 5-4 bitmiş. Zafer Kurşun’un tavladaki ününü bilen Cihan Kamer bu işe meraklı tüm arkadaşlarını aramaya başlamış. “Yahu sizin yere göğe koyamadığınız, usta dediğiniz Zafer Kurşun’u ben iki partide de yendim. Korkulacak bir oyuncu değil” diye...Haber çabuk yayılmış. Zafer Kurşun’u telefonla arayan “dalgasını geçmiş.” 17 Nisan’da Cihan Kamer, ısmarladığı iki takım elbiseyi almak için İstinye Park’ın yolunu tutmuş. Başına gelecekleri de bilmediğinden Zafer Kurşun’u arayıp, “Eğer oradaysan, işin de yoksa sana da uğrayayım, belki bir rövanş yaparız” demek gafletinde bulunmuş. Kurşun da zaten bu fırsatı kolluyormuş. Cihan Kamer daha ne olduğunu anlamadan parti 6-0 bitmiş. Bitince de Kurşun o meşhur kuralı hatırlatmış. “6-0 yenilen 100 doları ‘Ustama saygıyla’ diyerek imzalar verir.” İşte Kurşun’un poz verdiği hezimetin belgesi 100 dolar o 100 dolar.Kurşun bir başka parayı daha gösterdi. “Zafer Kurşun’a sevgiler” yazan o 100 dolar ise Cavit Çağlar’a aitmiş. Çağlar da iş dünyasında usta tavlacı olarak kabul ediliyormuş ama Kurşun’a 6-0 yenilmekten kurtulamamış. Ancak “Ustama” ifadesini kullanmayı da kendisine yediremeyince parayı “Sevgiler” notuyla imzalayıp vermiş. Kurşun’a “Borsa gibi her hafta iş dünyasında tavlada kim kimi yendi diye endeks yayınlamak isterim. Galiba çok ilgi çeker” dedim. Aklına yattı, söz verdi. Neticeleri kendisinden bekliyorum. Bu arada son not: Sonradan 6-0’lık olmak istemem ama Zafer Kurşun çok da korkulacak bir rakip değilmiş...

Devamını Oku

Eyvah gitti (mi) 2 milyar lira

9 Nisan 2009

Başbakan Erdoğan çok değil daha 1 yıl önce, 1 Mayıs’ın kesinlikle tatil olarak ilan edilemeyeceğini bakın şu sözlerle izah etmeye çalışıyordu:“Bugünü resmi tatil ilan etmemizi bekleyenler var. Zaten Türkiye tatiller ülkesi olmuş. Yıllık çalışma günü 200 gündür. Bunun dışı tatildir. Biz hesapladık. Bir günün maliyeti 2 katrilyondur (2 milyar TL). Bir taraftan emeğin karşılığının daha fazla olmasını arayacağız, bir taraftan ’tatiller artsın’ diyeceğiz. Biz böyle bir noktada değiliz.” Bu sözlerin hemen ardından da çok eleştirilen şu cümleyi eklemişti: Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar.1 Mayıs tatil ilan edildi.Eeee şimdi ne olacak?Erdoğan’ın hesabından yola çıkacak olursak acaba Türkiye, 1 Mayıs günü gerçekten 2 milyar kaybedecek mi?Önce Erdoğan’ın bu hesabı nasıl yaptığını anlamaya çalışalım. Aslında hesabın çok basit bir düz mantığı var.Malum Türkiye’nin yıllık gayri safi yurt içi hasılası önceki yıl yani 2007 için 856 milyar liraydı. (2008 yılı için ise geçtiğimiz hafta 950 milyar lira olarak açıklandı.) 1 yıl 365 gün ya...Başbakan bölüyor 856 milyar liralık milli geliri 365’e. 1 tatil gününün Türkiye’ye maliyetini çıkarıveriyor...Acaba mantık doğru mu?Gerçekten Türkiye 1 gün çalışmayınca kabaca 2.3 milyar lira ya da 2 milyar dolar kaybediyor mu?Tabii ki kaybetmiyor.Çünkü Erdoğan’ın hesabındaki mantık baştan sona yanlış. Bir ülkenin gayri safi yurtiçi hasılası 3 yolla hesaplanır. Üretim, harcamalar ve gelir yöntemiyle.Milli gelire mesela Türkiye’nin tüm tarım üretimi girer. Süt veren inekleri, yumurtlayan tavukları, çiftçisinin ürettiği mısırları, arpaları, buğdayları...Şimdi 1 Mayıs tatil diye ineklerin süt vermeyeceğini, tavukların yumurtlamayacağını ya da buğdayların o gün boy atmayacağını söyleyebilir miyiz?Örneğin elektrik gaz su tüketimi de milli geliri etkileyen bir harcama unsurudur.Ne yani şimdi 1 Mayıs tatil diye elektriğimiz suyumuz ya da gazımız mı kesilecek?Ulaşım ve haberleşme de milli gelir hesaplamasında önemli bir kalemdir.1 Mayıs tatil ilan edildi diye uçakların uçmayacağını varsayabilir miyiz?Cep telefonlarımız ya da sabit telefonlarımız da mı çalışmayacak 1 Mayıs’ta?Diyelim ki bankada paranız var.Banka kapalı diye paranızın faizi o gün için işlemeyecek mi?Ya da kredi taksit ödemeniz var.Tatile denk geldi diye ödememe gibi bir lüksünüz olabilir mi?Ya da 1 Mayıs günü otellerde müşteri olmayacak mı, bugün tatil diyerek otel müşterileri kapı dışarı mı edilecek?Milli gelir özel tüketim harcamalarına bakılarak da hesaplanır.Buna kişilerin yaptığı harcamalar, devletin yaptığı harcamalar ve özel sektörün yaptığı harcamalar yatırımlar girer.Erdoğan gibi düşünecek olursak tatil günü ne sigara içeriz ne de arabamıza benzin alırız. Ya da kendimize bir mont veya ayakkabı almak için çarşı pazara bile gitmeyiz.Oysa tatil günlerinde gidin alışveriş merkezlerine normal günden daha fazla bir yoğunluk vardır.Bir diğer milli gelir hesaplama yöntemi gelirlerdir.Ücretler maaşlar milli geliri oluşturan etkenlerdendir. Ne yani şimdi 1 Mayıs tatil diye patronlar işçilerine, ya da devlet baba, kamu görevlilerine daha az mı maaş ödeyecek?Kira gelirleri mi azalacak?Kira da faiz de tatil dinlemez, tatil diye eksilmez.Kimse kaygılanmasın bunların hiçbiri olmayacak.Tatil günü satılmayan mal, talebi varsa zaten bir gün sonra satılacak.Başbakan’ın hesabı yanlıştı. Belki de 1 Mayıs’ta işçilerin talebini geri çevirmek adına yapılmış siyasi bir manevranın hatalı aritmatiğiydi...Yerel seçim sonuçları Başbakan’ı değiştirmiştir. Daha da değiştirecek. Malum ekonomik krizden sonra işsizlerin sayısında müthiş bir artış oldu. Bu yıl 1 Mayıs’ın çok daha farklı çok daha gergin geçme ihtimali vardı.Dolayısıyla Başbakan böyle bir manevra ile hem tansiyonu düşürmüş oldu, hem de 1 Mayıs’ı tatil ilan eden Başbakan ünvanını ele geçirdi.Aritmatik bilgisindeki tuhaflık ise kayıtlara geçti.

Devamını Oku

Baskı altındaki dolarla adaletsiz kıyaslama

1 Nisan 2009

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim mitinglerinde sıkça kullandığı bir söylem var: 6.5 yıllık AKP iktidarı sırasında gerçekleşen bazı ekonomik büyüklükleri 1923-2002 arasındaki dönemle karşılaştırmak. Yani AKP’ye kadar geçen 79 yıllık Cumhuriyet döneminde katedilen yolu, AKP Hükümeti sırasında katedilen yolla kıyaslamak.Erdoğan’ın iş hayatına bir sucuk fabrikasının muhasebe defterlerini tutarak başladığını biliyoruz. Ondan sonraki iş hayatında da ciddi iş hacmi olan bisküvi-gofret dağıtıcılığı var. Yani Erdoğan “teorik olarak” rakamlara hakim biri. Hemen her fırsatta rakam vererek konuşması, “Biz bu işi biliriz, bakkal dükkanı değil devlet yönetiyoruz” demesi de bu konuda kendine güveninden kaynaklanıyor. Muhalefet liderlerinin “matematik” konusunda zayıflığı da çoğu zaman Erdoğan’ın işine yarıyor. Muhalefet liderleri, örneğin “AKP döneminde Türkiye’nin borcu arttı” diye hükümete “çakmaya” kalkıştığında, Erdoğan anında doğru olan cevabı veriyor. Türkiye’nin toplam borcunu, milli gelirle kıyaslayarak “Toplam borç artsa bile, borç stoğunun milli gelir içindeki payının ciddi şekilde azaldığını” izah ediyor. Üzerine dalgasını da geçiyor. ABD’nin toplam borcunun 10 trilyon dolar olduğunu, ama milli gelirinin 13 trilyon doların üzerinde olduğunu hatırlatıp, “Hesap bunların yapıldığı gibi yapılsa, sadece toplam borca bakılsa ABD çoktan batmış” demeye getiriyor.Erdoğan dönemindeki gerçek artış % 41.1’dirÜstteki mantık doğru da, Erdoğan’ın seçim mitinglerinde partilileri coştururken, grup toplantılarında milletvekillerini alkışlatırken verdiği bazı rakamlarda, daha doğrusu kıyaslamalarda “hayati” bir hata var. Ya da Erdoğan “bu hatayı bilerek yapıp”, rakamları bilerek kendi lehine yorumluyor.Nedir bu hatalar veya çarpıtmalar, bir bakalım:Başbakan son mitinglerde sık sık şu rakamı dile getirdi: “Türkiye’nin milli gelirini 230 milyar dolarda aldık, 6.5 yılda 750 milyar dolara getirdik. 79 yılda 230 milyar dolar, 6.5 yılda bunun üzerine 520 milyar dolar koyduk.” Kulağa hoş geliyor. Başbakan “1 aldık 3 yaptık, yüzde 200 artırdık” diyor.Burada 2 kritik hata veya “kasıtlı çarpıtma” var. İlki şu: Son 6.5 yılda ortada yüzde 200’lük bir zenginleşme veya üretim artışı falan yok. Burada rakamları şişiren unsur baskı altındaki dolar kuru. Buradaki gelişmeyi, ilerlemeyi doğru okumak için üretimi sabit fiyatlarla, yani enflasyondan arındırılmış fiyatlarla TL üzerinden veren rakamlara bakmak lazım.TÜİK’in dün açıkladığı 2008 yılı Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) rakamlarına bakalım: (Merak edenler www.tuik.gov.tr adresinden bakabilir)AKP Aralık 2002’de hükümeti kurarak tek başına iktidarı devraldı. 2002 yılı sonunda sabit fiyatlarla GSYİH 72 milyar 520 milyon TL’ydi. 2008 sonunda sabit fiyatlarla GSYİH 102 milyar 328 milyon TL oldu. Yani 2003-2008 arasında 6 yıllık toplam büyüme yüzde 41.1.Bu durumda 6 yıllık ortalama kümülatif yıllık büyüme yüzde 5.9’a geliyor. Bu rakam da aynı dönemde dünyada kaydedilen yüzde 4.5 civarı büyümenin yüzde 30 üzerinde. Makroekonomiyi takip edenler, Türkiye’nin ortalama büyümesinin dünya ortalama büyümesinden yüzde 30-40 fazla olması gerektiğini bilir. Yani serinkanlı bakıldığında ortada öyle mucize falan yok.TÜİK dün cari 2008 yılı fiyatlarıyla GSYİH’sinin 950 milyar TL olduğunu açıkladı. 2008 yılı ortalama dolar kurunu da 1.281 olarak aldı. Dolar düşük kaldığında, milli gelir hesabını dolarla yapmak rakamları olduğundan çok iyi gösteriyor. Sanırım Başbakan 2009 yılı rakamları çıkmaya başladığında işin doğrusuna yani TL hesabına dönmek zorunda kalacak.Kıyaslama da hatalıBence daha önemlisi Erdoğan’ın 79 yılla, kendi 6.5 yıllık dönemini karşılaştırırken kullandığı söylem. Verdiği rakamlar istatistik biliminin katlinden bile daha vahim. Teknik bir konu ama basit anlatmaya çalışacağım:Erdoğan’ın dolar hesabından gidelim: Evet milli geliri 230 milyar dolarda aldı, 2008 yılı kurlarına göre 742 milyar dolara çıkardı. 79 yılda gerçekleşenin üzerine kabaca 510 milyar dolar koydu.Diyelim ki Türkiye’yi 2009 başından itibaren farklı bir hükümet yönetiyor. Diyelim ki bu hükümet de 6 yıl iktidarda kaldı. Yine diyelim ki bu hükümet 2014 sonunda milli gelirin üzerine 700 milyar dolar daha koydu. Yani 742 milyar doları 1 trilyon 442 milyar dolara yükseltti.Hangisi daha başarılı, AKP Hükümeti mi, yoksa hayali hükümetimiz mi?Erdoğan’ın hesabına göre hayali hükümet daha başarılı. Çünkü hayali hükümet Erdoğan Hükümeti’nden neredeyse 200 milyar dolar daha fazla milli gelir ekledi. Hayali hükümetin lideri de “Erdoğan 6 yılda 510 milyar dolar eklemişti, ben 700 milyar dolar ekledim” diye meydanları coşturdu.Hayali Başbakan haklı mı? Erdoğan’ın söylemine göre haklı.Ama gerçekte değil.Anlatayım: Erdoğan milli geliri 230 milyardan, 742 milyar dolara getirirken yüzde 226 artış sağladı. Hayali hükümet ise 742’den 1 trilyon 442’ye çıkartıp, 6 yılda yüzde 95’lik artış sağladı. Toplam rakamda hayali hükümet önde olsa da, gerçekte Erdoğan’ın sağladığı büyüme çok daha fazla.Yahi hayali hükümetin lideri mitinglerde “Ben daha başarılıyım” diyerek Erdoğan’a büyük haksızlık yapmış oluyor. Aynen Erdoğan’ın şu anda kendi dönemini, kendinden önceki 79 yılla karşılaştırırken yaptığı haksızlık gibi.Mahfi Eğilmez ile Ercan Kumcu’nun yazdığı Ekonomi Politikası adlı kitaba göre Türkiye’nin 1923 yılındaki milli geliri 570.4 milyon dolar. Erdoğan ise 2002 sonunda milli geliri 230 milyar dolarda devraldı.1923-2002 arasındaki artış 403 kat (yüzde 40300). Erdoğan’ın dönemindeki artış ise 2.26 kat (yüzde 226) Detayına girmek istemiyorum ama 79 yıllık kıyaslamalardaki ihracat artışı gibi rakamlarda da aynı mantık geçerli. Mutlak rakam değil, artışlar önemli. Türkiye’nin dünya dış ticaretinden aldığı pay önemli. (Payda Erdoğan döneminde ciddi artış olduğu kesin)Veya “Biz geldiğimizde 9 ilde doğalgaz vardı, biz 50 küsur ile ulaştık”, “Şu kadar ilkokulda internet vardı, şu kadara çıkardık” gibi çağın gelişimine uygun, zaten yapılması gereken şeylerle övünmek, kıyaslama yapmak da hatalı.Aksi halde hayali hükümet 2015’te çıkıp “Şu kadar ilde güneş enerjisine geçtim, şu kadar okula robot öğretmen yolladım. Sen niye uyudun ey Tayyip Erdoğan” derse, yutkunur susarsınız.

Devamını Oku

AKP döneminde daha mı çok tuvalete gidiyoruz?

22 Mart 2009

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ekonomiye dair istatistiki verileri bazen gerçekten ‘Şaka’ gibi oluyor. Kurban Bayramı esnasında İstanbul’a gelen tüm kurbanlıkların satıldığını söyleyip “Bakın bizde kriz yok” tespitinde bulunmuştu.Son dönemde ise Başbakan’ın tuvalet tespiti dikkatimi çekiyor. İlk kez Kastamonu mitinginde telaffuz etti, bir yere not etmiştim. Daha sonra da bir kaç kez örnek olarak gösterince hela’ya dair ‘Bok’tan bir konu olmasına rağmen yazmaya karar verdim.Önce Başbakan’ın tuvalet tespitini hatırlatmalıyım. Kastamonu’daki sözlerinden...“Değerli kardeşlerim dedik ki biz bu sıfırları atacağız. Yapamazsınız dediler, enflasyon patlar çatlar dediler. Biz geldik bu 6 tane sıfırın tamamını da attık. Paramızı para yaptık. Düşünün eskiden delikli para ile tuvalete gidilirken öyle bir hale getirdiler ki Türkiye’yi tuvalete girmenin bedeli 1 milyon oldu. O hale getirdiler ama geldik sıfırları attık. Eskiden benim vatandaşım tuvalete 1 milyona giriyordu şimdi 1 liraya giriyor. İşte biz buyuz. Farkımız bu Türk lirasının değerini artırdık ona onurunu kazandırdık biz buyuz. Ak Parti bu...” Gayet güzel, meydanı dolduran, şak şakı seven halkın hoşuna gidecek sözler...Ancak ekonomik olarak değerlendirdiğimizde acaba övünülecek bir saptama mı?Üşenmedim İstanbul Umum Tuvaletçiler Derneği’ni aradım. İmdat Bey diye biriyle görüştüm.2002 yılında, yani AKP iktidara geldiğinde umumi tuvalete girmenin bedeli 250 bin liraymış.Döndüm 2002 yılının asgari ücretine baktım.2002 yılının ikinci yarısında asgari ücret 16 yaşından büyükler için brüt 250 milyon 875 bin lira, net olarak da 184 milyon 251 bin lira olarak belirlenmiş.Hesap basit.Bölün 250 bin lirayı net asgari ücrete...Bir asgari ücretli işçi, 2002 yılında 737 kez tuvalete gidebiliyormuş.O dönemde en düşük memur maaşı ise aile yardımı ödeneği de dahil olmak üzere 392 milyon lira.En düşük ücretle çalışan devlet memuru da umumi tuvaleti, maaşı ile bin 568 kez ziyaret edebiliyormuş.Bugün asgari ücretin brütü 664 lira 25 kuruş.Neti ise 527 lira 13 kuruş.Yani asgari ücretli bir işçi maaşı ile ancak 527 kez tuvalete gidebilir.En düşük memur maaşı da aile ödeneği dahil 1.030 Türk Lirası. Memur da en fazla 1.030 kez tuvalete gidip ihtiyaç görebiliyor.2002’de 737 kez tuvalete gidebilen asgari ücretli, şimdi ancak 527 kez gidebiliyor. Yani tuvalete gitme lüksünde, 2002’den 2009’a alım gücü açısından bakılınca yüzde 30’a yakın azalma olmuş.Memur için de hesap hemen hemen aynı. Memurun da tuvalet hizmeti alma gücü yüzde 34’e yakın erimiş.Parasal örnekler verilecekse hesap böyle yapılmalı.Yoksa “Eskiden tuvalete 1 milyona gidiyordunuz şimdi 1 liraya gidiyorsunuz. İşte AKP farkı bu” demenin bir manası yok.Ona bakarsanız eskiden otomobile 30 milyar lira veriyorduk, şimdi 30 bin lira veriyoruz.Ancak maaşlarımız da milyonlar mertebesinden binler mertebesine geriledi. Her neyse.Son dönemde bir de Başbakan’ın enflasyon tespiti dikkatimi çekiyor. Krize rağmen enflasyonun yüzde 7.7’ye düşmesi ile gururlanıyor.Oysa enflasyon dünyanın her yerinde düşüyor. Üstelik krize rağmen değil, kriz yüzünden krizle birlikte düşüyor. Çünkü talep yok. Artı tüm emtia fiyatları yerlerde sürünüyor.

Devamını Oku

Ölmüş eşek kurttan korkmaz patronlarla birlikte yürüyelim

8 Mart 2009

DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası Başkanı Rıdvan Budak tarihi bir çağrı yaparak işçi ile birlikte işverenlerin de krize duyarsız kalan hükümete karşı ortak tepki vermesini istedi. Budak “Gelin hep beraber hiçbir tedbir almayan Türk sanayiini ölüme terk eden bu iktidara karşı birlikte baş kaldıralım. Bir defa da olsa birlikte yürüyelim. Hükümeti duyarlı hale getirmeliyiz” dedi. İşçilerin sembol temsilcisinden işverene tarihi çağrı geldi. DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası’nın Başkanı olan Rıdvan Budak, Hükümet’in krize karşı vurdumduymazlık içinde olduğunu belirterek sanayicilerle ortak hareket etmeleri gerektiğini söyledi. Kısa süre önce Denizli, Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman gibi illerde tekstil sektörünün durumunu yerinde görmek için bir tur yaptığını kaydeden Budak “Ülkenin geleceğinden ilk defa bu kadar korkar oldum” dedi. Çaresizliğe rağmen iktidar korkusundan dolayı sanayicinin sesinin yeterince çıkmadığını, AKP’nin tüm işveren örgütlerini zapt-ı rapt altına aldığını kaydeden Budak şöyle konuştu:“Sanayici örgütleri susuyor. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu bir toplantıda ’derdini açıkça çıkıp anlatacak bir babayiğit var mı’ diye soruyor. Kimse çıkıp da hükümeti eleştiremiyor. Oysa toplantı yapılan fabrikanın bahçesinde işçiler ’Susma sustukça sıra sana gelecek’ diye işverenine tempo tutuyor. İlk defa herkesin bu denli çaresiz olduğu bir süreç yaşıyoruz. Başbakan’ın aklı fikri 29 Mart seçimlerinde. İtirazların yükselmesi lazım. Sermaye kesimi zaptı rapt altına alınmış görünüyor. Oysa kötü bir benzetme olacak ama ölmüş eşek kurttan korkmaz. Gel geç iktidarlardan, vergi salarlar diye korkarak sanayicilik yapılmaz. Bu fabrikalar size dedenizden servet kalmadı. Bu ülkenin halkı ile beraber sizler yeteneklerinizi ortaya koydunuz. Dişinizle tırnağınızla bu fabrikaları ortaya çıkardınız. Onları batırmaya hakkınız yok. Direnin ve hakkınızı fabrikalarınızı işyerlerinizi koruyun. Türkiye’nin işçileri, çalışma haklarını, fabrikalarını, ekmeklerini, aşlarını geri istiyorlar. Sanayicilerin de buna kulak vermesi, el vermesi lazım. Gelin hep beraber hiçbir tedbir almayan bizleri ölüme terk eden bu iktidara karşı birlikte baş kaldıralım. Bir defa da olsa birlikte yürüyelim. Bu çağrının tarihte bir benzeri yok. Bunu ilk yapan bu dayanışmayı gösteren ilk biz olalım. Bu ülke sanayicisiz, sanayisiz olmaz. Bu ülke emekçi olmadan da olmaz. Üretim olmadan bu ülke yaşayamaz. Oysa şu an bütün fabrikalarımız, kaderimiz siyasetin elinde. Bu eli duyarlı hale getirmek zorundayız.”Hurda fiyatına satarsınızTekstil sektöründe pek çok tesisin kapandığını pek çoğunun da çok düşük kapasitelerle ayakta durmaya çalıştığını kaydeden Rıdvan Budak, 50 milyar dolarlık yatırımın da tehlikede olduğunu söyledi. Budak, şu an tekstil sektörünün makina parkının satışa çıkması halinde normal değerinin yüzde 10’una yani 5 milyar dolara ancak satılabileceğini iddia etti. Üretimsizliğin Türkiye’nin en büyük felaketi olacağını ifade eden Rıdvan Budak şöyle devam etti: “Açık gibi görünen fabrikalar aslında kapalı. Kapıda bir güvenlik görevlisi, içeride bir muhasebeci, sipariş bekleyen ortada gezinen bir müdür ve geleceğini göremeyen sanayici. En çok çalışan yerler icra müdürlükleri. Artık alacaklılar icra memurlarını torpille kendi borçlusuna götürmeye çalışıyor. İflas erteleme alan alana. Çek değerli meta olarak işlevini yitirmiş. Sanayici uzun vadeli satışlardan aldığı çekleri tefecilere kırdırıyor. Sanayici tefecinin eline düşmüş vaziyette. Yüzde 60-70’le çekini kırdırıyor.” Kasım’da ne dediysek Mart’ta maalesef oldu Rıdvan Budak ile Kasım ayının sonlarında buluşmuştuk. Krizin henüz ikinci ayıydı. Ancak Budak, Türkiye’nin her yerinden gelen sinyalleri alabildiği için olacakları çok önceden öngörmüştü. Tekstil sektörünün en az yüzde 35 küçüleceği uyarısında bulunan Budak, 400 bine yakın kişinin de işinden olabileceğine işaret etmişti. Bunların da en geç Mart ayında yaşanacağını söylemişti. Rıdvan Budak “Ne yazık ki haklı çıktık. Kasım’da dediklerimiz harfiyen Mart’ta gerçekleşti. Korktuğumuz başımıza geldi” diyor. Sosyal patlama var, yoksul kesimde boşanmalar artıyor RIdvan Budak, yoksul kesimde genel olarak boşanmaların daha az görüldüğünü ancak bu dönemde arttığını söyledi. Ekonomik krizle birlikte toplumsal yaşamın çekirdeği olan aile yapısının da tehdit altında olduğunu kaydeden Tekstil İşçileri Sendikası Başkanı Budak sözlerine şöyle devam etti:“Yoksul semtlere gidin ve gerçeği görün. Sanayi şehirlerinde işsizliği yoksulluğu görün. Ev sahibine, bakkala görünmeden evine girmeye çalışanlar, akşam evinde elektrik, doğalgaz dahi kullanmayanlar var. Başbakan’ın etrafı övgü dolu sözler söyleyenlerle öyle dolmuş ki gerçekleri göremiyor. Taşıma kalabalıklar Başbakan Erdoğan’ı da yanıltıyor olabilir. Ancak hakikat bizim anlattığımızdır. Ülkenin geleceğinden ilk defa bu kadar korkar oldum. Vurdumduymazlığın bu kadar arttığı bir dönemi ise hayatım boyunca hiç yaşamadım.” 500’ün üzerinde işçi çalıştıran 350 fabrikanın yarısı kapandıRıdvan Budak krizle birlikte 350’nin üzerinde olan 500 ve üzeri işçi çalıştıran tekstil şirketlerinden 180’inin kapandığını ya da yüzde 15-20 kapasite ile çalışarak ayakta kalma gayreti içinde olduğunu söyledi. Denizli, Adıyaman, Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep gibi illeri gezdiğini ve yeni döndüğünü kaydeden Budak durumu şöyle özetledi: “Adana’da Yidaş, Mensa, Arı Tekstil, Ulaş, Gürteks, Yaprak Tekstil ve Yüksel Tekstil ya kapandı ya da çok düşük kapasite ile çalışıyor. Antep’te Gidsan, Gaziantep İplik, Akkoza Mensucat, Yıldız İplik, Özka Tekstil, Kaptek, Akmert, Horozoğlu, Doka, Ramteks, Furteks, Furkan Tekstil, Ünaldı, Ayteks, Nizip İplik, Aysan, Elegant aynı durumda. Maraş’a geldiğimizde Has Dokuma, Çimteks, Dokuteks, Gürteks Cotton, Has, Cevher Tekstil, Hilal Tekstil, Marmis, Marsan, Metasa, Nazar Tekstil ve Arsan ya üretim durdurdu ya da yüzde 10-20 kapasiteye inmiş vaziyette.”

Devamını Oku