2003 yılında İcra İflas Kanunu’na eklenen ve iflası erteleyen 179’uncu madde, son ekonomik krizde alacaklıları kapısına dayanan ve tıkanan firmaların kurtuluş reçetesi oldu. Böyle bir haktan çok da haberi olmayan firmalar şimdi iyi bir hukukçu bulup, mahkemeler başvurarak “Benim borçlarımı ödeme kabiliyetim var. İşte bu da planım. Ancak 1 yıl süreyle alacaklılarım beni rahat bıraksın. Ben de düzlüğe çıkayım” demeye başladı. Ekonomik kriz orta büyük küçük demeden tüm şirketleri, KOBİ’leri ve işletmeleri sarsıyor. Borçlu şirketlere bankalar adeta haciz yarışında. Ekonomik sıkıntısı olan bir kısım şirketlerin vadesi gelmemiş borçları dahi geri çağrılıyor ve ihtiyati haciz işlemler başlatılıyor. Holdingler ve büyük gruplar, krizden çıkış yollarını marka olmuş önemli finans danışmanları ve hukukçularla aşmasını biliyor. Ancak irili ufaklı pek çok şirketin yöneticileri, hacizden ve iflastan korunabilmek için alacakları tedbirler konusunda neredeyse hukuktan habersiz gibi. Geçtiğimiz günlerde dövizle borçlanan kiracılara hukuksal çıkış yolları olduğunu anlatmış, benzer bir yöntemin şirketler için de varolduğunu vurgulamıştım.Söz verdiğim gibi krizin ağır etkisinde olan şirketlere ve işletmelere “hukukla çıkış yolları” nı bir dizi halinde birkaç yazıda genel çerçevesiyle anlatmaya çalışacağım. Hatta bu yola başvuran şirketlerden de örnekler vereceğim.Kanunun eksik ayağı tamamlandıİcra İflas Kanunu’nda sermaye şirketlerinin ve kooperatiflerin konkordato talebiyle borçlarını ertelemeleri ya da şirket ve kooperatifin aktifi borçlarını ödemeye yetmiyorsa alacaklıların veya bizzat şirket yöneticilerinin iflas talebinde bulunmaları yolu açıktır.Ancak eminim bir çok şirket yöneticisinin bilmediği bir yol daha var. Bu da iflasın ertelenmesi yolu...İflas deyince hemen korkmayın, bu yol işletmelerin iflasını önleyen, işletmelere rahat nefes aldıran bir yol. Utanmaya sıkılmaya, ticari itibarla ilgili kaygı duymaya gerek yok.AKP iktidarı AB’ye uyum süreci içerisinde Dünya Bankası’nın baskısı ile İcra İflas Kanunu’nda 2003 yılında bir değişiklik yaptı. Bu değişiklik ile aktifin terki suretiyle konkordato ve uzlaşma yoluyla borçların tasfiyesi kurumları dahil edildi ve en önemlisi iflasın ertelenmesi müessesesi getirildi.4949 sayılı İcra İflas Kanunu’nda değişiklikten önce de iflasın ertelenmesi kurumu mevcuttu. Türk Ticaret Kanunu’nun MD. 324/2 ’de de düzenlenmiş iflasın ertelenmesi yolları vardı. Ancak hakimler, iflasın ertelenmesi kurumuna başvurmuyorlardı. Çünkü TTK’da iflasın ertelenmesiyle birlikte takiplerin ve hacizlerin durdurulacağı yolunda bir hüküm yoktu. Yani kanunun çok önemli bir ayağı eksikti.İşçilerin mağduriyeti önleniyorO bölüm dahil edildi ve yasa şimdi alacaklılarla boğuşan, ancak biraz rahat bırakıldığı takdirde tüm borçlarını ödeme kabiliyeti olan firmalara önemli bir avantaj sağladı.İflasın ertelenmesi Ticaret Mahkemeleri’nden istenir. İflasın ertelenmesini isteyen şirketin borca batık olması gerekir. Mahkemenin vereceği iflasın ertelenmesi kararıyla işçi alacakları hariç tüm şirket hakkında yapılacak icra takipleri, hacizler, çek ve senetlerin tahsili, elektrik borçları, kullanılan gaz ve benzeri enerjilerden kaynaklanan borçları, açıkçası özel, resmi ve gayri resmi tüm kurumlara olan borçlar mahkeme kararıyla 1 yıl ertelenir.1 yılın sonunda mahkemeler 1 yıl daha erteleme kararı verebilirler. Şirketlerin rehin ve ipoteğe dayanan borçlarında ise gayrimenkullerin ve menkul mallarının satış işlemleri de durdurulur. Böyle bir karar şirketlerin üretimlerini faaliyetlerini devam ettirip borçlarını 2 yıl içerisinde alacaklılarla anlaşarak veya kısmi ödemelerle faaliyetlerini sürdürüp hammadde giderlerini, personel maaşlarını kolayca karşılamalarını sağlayıp, elde ettikleri karlarla borçlarını iflas etmeden işletmeleri kapanmadan ödeyebilme imkanı sağlamaktadır. Önümüzdeki dönemde işsizlik en önemli sorun olacak gibi görünüyor. Bu madde, işletmelerin ayakta kalması, kapanmaması, binlerce çalışanın işsiz kalmaması için içinde bulunduğumuz süreçte çok ama çok işe yarayacak gibi görünüyor.YARIN: Uzmanı işin püf noktalarını anlatıyor *** Mahkemeyi ikna için çok iyi bir proje şartŞimdi akla bazı soru takılabilir.İyi de borca batık firma 1 yıl süre kazanınca, bunu kötüye kullanır mı?Malları alacaklılardan kaçırır mı? Bu madde alacaklılar için bir felakete dönüşür mü? diye sorulabilir.Kanun bu açıkları da önemli ölçüde kapatmış. Herşeyden önce mahkemeyi ikna etmek için çok titizce hazırlanmış bir plan sunulması gerekiyor. Şirketin tüm yapısı bu planda ayrıntılı biçimde yer alıyor. Nakit akışının nasıl sağlanacağı, borçların ne şekilde ödenebileceği açık açık anlatılıyor. Mahkeme ikna olursa, şirkete bir kayyım atıyor. Mahkeme, yönetim organının yetkilerini tümüyle elinden alıp kayyıma verebileceği gibi yönetim organının karar ve işlerinin geçerliliğini kayyımın onayına bağlı kılmakla da yetinebiliyor. Her 3 ayda bir de rapor alarak şirketin plana uyup uymadığını kontrol ediyor. Karar çıktıktan sonraki 3’er aylık incelemelerde kötü niyet sezip kararını değiştirebilir.Erteleme kararı çıkınca borçlu aleyhine 6183 sayılı kanuna göre yapılan takipler de dahil olmak üzere hiçbir takip yapılamıyor ve evvelce başlamış takipler de duruyor.Erteleme sırasında taşınır taşınmaz veya ticari işletme rehniyle temin edilmiş alacaklar nedeniyle rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatılabilir veya başlamış olan takiplere devam edilebilir. Ancak bu takip nedeniyle muhafaza tedbirleri alınamıyor ve rehinli malın satışı gerçekleştirilemiyor.
Başbakan Erdoğan’ın “Hamdolsun kriz bizi teğet geçiyor” sözleri malum bu krizin en büyük bombası oldu. Herkesin dilinde bu sözler. Ekonomik tedbirlerin gecikmesi, IMF ile anlaşma konusunda isteksiz davranılması, Başbakan Erdoğan’ın krizi hafife aldığı, kurmaylarının bu anlamda kendisine yeterli bilgi vermediği kuşkularını artırıyor.Erdoğan geçen hafta sonu da yine Kızılcahamam’da çok iddialı bir tespitte bulunmuş ve “Tahminimiz odur ki şu an itibariyle kriz tepe noktasına ulaşmış ve inişe geçmiş durumdadır” demişti. Tüm dünyada denizler süt limanken, virüs gibi yayılan risk alma iştahından Türkiye de nemalanırken ve kronik sorunların üstü örtülmüşken kimse çıkıp Başbakan’ı eleştiremiyordu. Çünkü Türkiye bir şekilde yoluna devam ediyor görünüyordu. Ancak denizler dalgalandı ve Türkiye’nin kaptanının ekonomik bilgisine yönelik şüpheler arttı. Bu şüphelerin artmasına da yukarıda kısaca özetlediğim sözler neden oldu.Hadi Başbakan ekonomi kurmaylarını dinlemiyor, bari oğlu Burak’ı dinlese ya...Muhtemelen Burak gemisine yük bulmada zorlanmıyordur. Ancak sektöründe olup bitenlerden de haberdardır diye düşünüyorum.“Baba kriz denizcilik sektörünü teğet geçmiyor. Tsunami var burada. Ortalık yıkılıyor” dese, belki Erdoğan durumun vehametini anlayacak, finans sektörünü, iş dünyasını haşlamayı bırakacak.Denizcilik sektöründe olup bitenler facia.Navlun fiyatlarında düşüş yüzde 98’leri buluyor. Gemi fiyatları yerlerde sürünüyor.Anadolu Sigorta Genel Müdürü Mustafa Su ile sohbet ediyorduk. Denizcilik sektörüne özel yaptıkları uygulamadan bahsetti. Bu sigortacılık tarihinde ilk kez oluyormuş. “Gemi fiyatları o kadar düştü ki bu sektörde yaptığımız tüm poliçeleri aşağı yönlü revize ediyoruz” dedi.50 milyon dolarlık gemi 10 milyon dolara düşünce harekete geçmişler. Gemi sahibine gidip “Poliçenizi 10 milyon dolarlık değer üzerinden revize ettik. Bu değere göre yaptığımız hesaplamada da ödemeniz gereken prim de beşte bire düşüyor. Dolayısıyla size aradaki farkı takdim ediyoruz” diyorlarmış.İş etiği açısından Anadolu Sigorta’nın bu tavrı önemli. Tabii bu operasyonun kötü niyetlilerin önünü kesmek için yapıldığını da gözardı etmemek lazım.“Hazır gemim oldukça iyi bir değer üzerinden sigortalı. Batırıvereyim şunu” diyenler çıkabilir. Armatörler alınmasın. Amacım sektörü töhmet altında bırakmak değil. Ancak kârlı görüp bu sektöre işi bilen bilmeyen o kadar çok kişi girdi ki...İçlerinde, bu ekonomik sıkışıklık ortamında böyle bir yola sapan, şeytana uyanlar çıkabilir.Sonuçta poliçe revizyonu gemisini batırmayı düşünenler için alınmış bir önlem...Bana göre ise krizin Türkiye’deki etkilerini gözler önüne seren çok çarpıcı bir veri.Hadi armatör Burak.Başbakan babana biraz sektörden, krizden haberler ver...
ABDULLAH TİVNİKLİ, 2 MİLYON $’A ORTAK OLDUĞU ARSADAKİ PAYINI 1’E 20 KAZANÇLA SATTIİş dünyasında “Becerikli Abdullah” diye bilinen Abdullah Tivnikli, dünkü operasyonu ile iş hayatında gerçekten çok becerikli ve başarılı olduğunu ortaya koydu. 2004 yılında Ford Otosan’dan 28 milyon dolara alınan Koşuyolu’ndaki 187 dönümlük araziye 2 milyon dolar ödeyip yüzde 7.4 ortak olan Tivnikli, hisselerini 41 milyon 550 bin dolara Sinpaş’a devrettiİş dünyası onu “Becerikli Abdullah” olarak tanıyor. CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu, Kasım ayı başında yaptığı bir basın toplantısı ile adını gündeme getirmiş ve Tivnikli’yi “Türk Telekom’da çok önemli bir siyasi şahsiyetin hisselerinin emanetçisi” diye göstermişti. Tivnikli bu iddialara cevap verdi, Türk Telekom’daki ortaklık serüvenini bütün ayrıntıları ile anlattı. “Gönlüm rahat, saklayacak gizleyecek bir şey yok” diyerek Türk Telekom’un 14 Kasım’da yapılan genel kurulunda Hariri Ailesi’nin yoğun baskıları neticesinde yönetime girmeyi de kabul etti.Tivnikli ile, Kılıçdaroğlu’nun iddialarını ortaya atmasının hemen sonrasında buluşmuştuk. Henüz Türk Telekom Genel Kurulu yapılmamıştı. Çok şey konuşmuştuk. Konuşmamızdan sonra benden tek bir şey rica etmişti. “İnşallah siz de bana ‘Becerikli’ sıfatını takmazsınız, haberinizde bunu kullanmazsınız” demişti. Belli ki bu sıfattan pek hoşnut değildi. “Ben sadece işini yapan, Türkiye’ye yatırım çekmeye çalışan, Türkiye sevdalısı bir işadamıyım” demişti. Umarım bana kızmaz. Zira dünkü operasyonun bilançosunu analiz ettiğimde kendisini çok “Becerikli” bulduğumu söylemek zorundayım. Tarih 25 Şubat 2004. Ford Otosan’dan İMKB’ye gelen açıklamada Koşuyolu’nda 3 parselde yer alan 187 bin metrekarelik arsanın SAF Gayrimenkul Geliştirme İnşaat ve Ticaret A.Ş’ye 28 milyon dolar bedelle satıldığı belirtildi.O arsada, Ford Otosan’ın üretimden çıkmış, bayilere gönderilmeyi bekleyen araçları dururdu. Yani arsa, araç park yeriydi. Arsanın imar durumu konut alanıydı. İnşaat emsali 1’di. Yani bodrum katlar hariç 187 bin metrekare kapalı alan inşaat yapmaya izin vardı. SAF Gayrimenkul burayı aldıktan 2 yıl sonra arsanın imar planlarında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin onayı ile değişiklik yapıldı. Emsal 2’ye, inşaat yapılabilir kapalı alan toplamı 374 bin metrekareye çıktı. Konutun yanı sıra ticaret ve turizm amaçlı inşaat yapılmasına da izin verildi. Yani arsanın değeri kat kat arttı.2006, Türkiye’de işlerin fevkalade iyi olduğu bir yıl. AVM çılgınlığı yaşanıyor. Akmerkez 450 milyon dolara yabancı ortak buluyor. Cevahir’e 1 milyar dolarlık fiyatlar çekiliyor filan...SAF’ın ortakları imar değişikliğini de kaptıktan sonra büyük düşünmeye başlıyorlar. Buraya alışveriş merkezi, rezidanslar ve iş merkezinden oluşan görkemli bir şehir kurmayı planlıyorlar.SAF’ın ortaklarına da bir gözatmakta fayda var. Abdullah Tivnikli’nin aile şirketi Eksim’in yüzde 7.49’luk hissesinin yanı sıra şirkette Sinpaş’ın yüzde 17.5, Ülker’e bağlı Yıldız Holding’in yüzde 25, Akmerkez’in sahibi Akkök Ailesi’nin yüzde 27.98, Doğu Batı Sanayii’nin yüzde 10, Akmerkez’in ortağı Hollandalı Corio’nun yüzde 7, yine Akmerkez ortaklarından Rıfat Hasan’ın yüzde 3, Mair Kasuto’nun yüzde 2 payı var. Bugün bizi ilgilendiren hisseler Tivnikli Ailesi’ne ait olanlar.Dün Sinpaş GYO bir açıklama yaptı ve SAF Gayrimenkul’de Tivnikli Ailesi’ne ait olan yüzde 7.49 oranındaki hisseyi 41 milyon 550 bin dolar bedelle satın aldığını açıkladı. Tivnikli Ailesi, SAF yatırımından çıkmış, Sinpaş ise ortaklık oranını yüzde 25’e yükseltmiş oldu. 25 Şubat 2004’te 28 milyon dolara alınan arsa için kendi payına 2 milyon 72 bin dolar ödeyen Abdullah Tivnikli, yaklaşık 57 ay sonra payını 41 milyon 550 bin dolara sattı.Bir başka ifade ile 2004 Şubat’ında sözkonusu arsanın metrekaresine ortaklarıyla birlikte 150 dolar ödeyen Tivnikli, Sinpaş’a payını metrekaresi 3 bin dolardan vermiş oldu. HSBC’ye bir değerleme yaptırılmış ve arsanın şu anki ederinin 694.5 milyon dolar olduğu ortaya çıkmış. Açıklamadan anlıyoruz ki Sinpaş, Tivnikli’nin hisselerini ise 554.7 milyon dolar toplam değer üzerinden hesap yapıp satın almış.Yani böyle bakınca Sinpaş da Tivnikli’nin payını HSBC’nin değerleme tutarına göre yüzde 20 iskontolu almış görünüyor. Amerikalılar’ın dediği gibi “Win-win” bir satış da diyebiliriz.Kağıt üzerindeki değer artışını, ortaklardan Abdullah Tivnikli, dünkü operasyonla realize etti ve cebine koydu.Şimdi ben Abdullah Tivnikli’ye “Becerikli” demiyeyim de kim desin? 150 dolara al, 3 bine sat. 2 milyon dolar koy, 41.5 milyon dolar al. Yani 1’e 20 kazan.(Yazıyı okuyunca umarım kusura bakmazsınız Abdullah Bey. Türk Telekom sohbetimizde hikayeyi sizden dinleyince bana makul gelmiş, ‘Becerikli’ konusundaki hassasiyetinizi de dikkate almıştım. Ancak bu alışverişte size gerçekten ‘becerikli’ diyor ve şapka çıkarıyorum.)Yatırımlar durmuşken o hisselerini devrettiOlayIn bir de konjonktürden kaynaklanan ve Tivnikli’ye bu işlemde ikinci kez ’Becerikli’ dedirten kısmı var. Malum kriz ortamındayız. Varlık değerleri düştü. 450 milyon dolara satılan Akmerkez’in dün itibarıyla Borsa değeri 200 milyon dolar. Cevahir 2006 sonunda 850 milyon dolara satılmıştı. Perakendecilerin kan ağladığı, AVM’lerden kira indirimi istediği şu günlerde Cevahir’in değerinin aynı kaldığını kim iddia edebilir? Yeni projeler askıya alındı. Nitekim Akkök Grubu İcra Kurulu Başkanı Mehmet Ali Berkman Koşuyolu’ndaki projeyi kastederek, “Alışveriş merkezi yapımında erteleme olacak.” demişti. Yani Tivnikli zamanlamayı da iyi yaptı. Bu tespit de sanırım ’1’e al, 20’ye sat’ formülünü matematiksel olarak daha da değerli kılıyor.PARİTEDEN DE KAZANÇLI ÇIKTI Zenginin malı züğürdün çenesi misali. Bir başka ayrıntıya daha takıldım.2004 yılının 25 Şubat’ında 1 dolar 1.3250 YTL ediyordu. Yani bu alım için Tivnikli, 2 milyon 745 bin YTL ödemişti. Bugün cebine koyduğu 41.55 milyon doların YTL karşılığı ise tam tamına 66 milyon 480 bin YTL. Yani hesabı bir de böyle yapınca Tivnikli 1 koymuş 24.2 almış gibi bir sonuç da çıkarılabilir. Neyse çok fazla zorlamayalım. Mevcut haliyle bile ‘Becerikli’ satış denmeyi hakediyor zaten..
Bildiğiniz gibi dolar uzun süre 1.20-22 YTL seviyelerinde çakılı kaldıktan sonra aniden hareketlendi ve 1.74 YTL’ye kadar çıktı. Krizin birazcık nefes aldığı bugünlerde ise 1.60 YTL’nin altına inmemekte direniyor.Dövizle borçlananlar, ev ve işyeri kiralayanlar sıkıntıda. Alışveriş merkezlerinde dövize dayalı kira kontratı imzalayanlar, ev kiralayanlar şimdi bu sözleşmelerde iyileştirme yapabilmek için AVM yönetimleriyle, ev sahipleriyle dişe diş pazarlıklar yapıyor. Ancak görünen o ki Türkiye’de ne sade vatandaş ne de büyük firmalar aslında döviz kurlarında beklenmeyen artışlara karşı mevcut yasaların ve Yargıtay içtihatlarının kendilerini koruma altına aldığını çok fazlaca bilmiyor.Bilmedikleri için de kiralarda olası bir iyileştirmeyi, kira anlaşması yaptıkları mal sahibinin insafına bırakmış görünüyorlar. Oysa Türk hukukunda bu tip ekonomik şartlardaki değişikliklere yönelik koruyucu kanunlar var.Sözleşme yapıldığında karşılıklı mevcut denge, sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulursa, konu yargıya taşınabilir.Zira hukukçu deyimiyle işlem temeli çökmüştür.Bu durumda hakim, kiracının borçlunun yararına olarak onun tamamen ve kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verebilir. Müdahale ederek sözleşmeyi değişen koşullara uyarlayabilir.Şu an TBMM’de görüşülen Borçlar Kanunu tasarısının 137’inci maddesi “Aşırı ifa güçlüğü”nü tanımlıyor ve borçlu lehine kriz ortamlarında çok açık ve net koruma koşulları getiriyor. Ancak bu yasanın çıkmasını beklemeksizin de mevcut yasalarla kiralarda iyileştirme talep etmek mümkün.Hakim bu kararı Medeni Kanun’un 2 ve 4’üncü maddelerine dayanarak verebilir.Çünkü kira bedelini aşırı yükselen kurlara rağmen döviz cinsinden talep etmede ısrar etmek, hakkın kötüye kullanılmasıdır. Bu da Medeni Kanun’un 2. maddesine göre kabul edilemez taleptir. Çünkü kiracının Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz nedeniyle fevkalade hal ve şartların çıkmasında bir kusuru yoktur. Kiracının kiralayana bir ihtarname çekerek, kriz nedeniyle değişen olağanüstü ekonomik koşulları dikkate alıp, kira sözleşmesinin şartlarını yeniden gözden geçirmeye, sözleşmenin yeni şartlara göre uyarlanmasını talep etmeye hakkı vardır. Eğer bu talebine karşılık bulmuyorsa konuyu mahkemeye taşıyıp “uyarlama davası” açabilir.Bu davalar mahkemelerde süratle görülür ve karar da büyük oranda borçlu lehine çıkar.Ancak bu sürede önemli bir noktayı belirtmek lazım. Kiracı, temerrüde düşmemek için kira borcunu “itiraz şerhi” koyarak ödemeyi sürdürmelidir. Aksi halde tahliye sebebi oluşacağını bilmelidir.Not: Kriz ortamında tıknefes kalan, iflasın eşiğine gelen, kapıya dayanan alacaklılar yüzünden iş yapamayan, makina ekipmanları rehnedilen büyük firmalar ve KOBİ’ler için de çok özel taktikleri bir kaç gün içinde yine dilim döndüğünce aktarmaya çalışacağım.
DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası Başkanı Rıdvan Budak, 2008’in başından bu yana tekstil sektöründe 200 bin kişinin işini kaybettiğini belirtip “400 bin kişi daha Mart ayı gelmeden işinden olacak. Pek çok büyük fabrika, üretimi neredeyse durdurma noktasına getirdi ama açıklayamıyor” diye konuştuKrizden en çok etkilenen sektörün tekstil olduğu malum. Bu sektörde sadece 500-550 bini sigortalı, kalanı kayıt dışı 3 milyona yakın insan çalışıyor. Sektörde neler olup bittiğini en iyi gözlemleyen adeta kriz masası gibi çalışan yer de kuşkusuz Tekstil İşçileri Sendikası. Sendika’nın Davutpaşa’daki merkezinde Başkan Rıdvan Budak ile sohbet ediyoruz. Sohbetimiz sırasında bile telefonlar susmuyor. Bursa’dan, Denizli’den, Adana’dan, Gaziantep’ten yeni yeni eleman çıkarma ihbarları geliyor. Bir dönem DİSK Başkanlığı yapan, sonra siyasete atılıp milletvekili olan Rıdvan Budak, tabanın baskısı sonucu yaklaşık 1 yıldır DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası Başkanlığı görevini üstlenmiş durumda. “Oldukça sıkıntılı bir dönemde bu işe yeniden soyundum” diyen Rıdvan Budak, tekstilde çok büyük bir kan kaybı yaşandığını, ancak ne yazık ki Hükümet’in bu durumu göremediğini söyledi. Gelinen noktayı “2001’den daha beter bir durumdayız” diye özetleyen Budak ile krizin tekstil sektöründeki yansımalarını konuştuk. Tekstil gördüğümüz kadarı ile krizden en ağır yarayı alan sektör. Çin ile rekabette zorlanan sektör zaten 2004’ten bu yana direncini kaybetmişti. Son kriz de işin tuzu biberi oldu sanırım?Sektör % 35 küçülecekBu sektörde 3 milyon insan çalışıyor. 10 milyon insanın karnı bu sektörden doyuruyor. Ancak Hükümet bu sektörü ne yazık ki kaderine terketti. Rekabet gücünü kaybeden sektör 2004’ten bu yana hızla kayıt dışına çıkarak ayakta kalmaya çalıştı. Eskiden Merter’de “öğle yemeği+sigorta” ilanları camlardan eksik olmazdı. Şimdi bu ilanlar ortadan kalktı. Hızla eleman çıkarma sürecine gidildi. İşçi de artık sigorta filan talep etmez oldu. Biliyor ki hiçbir işveren buna yanaşamaz. Sigortanın yerini yeşil kart aldı. Şu an sektörde çalışan da çalıştıran da mutlu değil. Devletin aldığı yüksek primler, enerji girdilerindeki sürekli artış ve banka faizleri Türkiye için bu çok önemli sektörü bitirme noktasına getirmiş vaziyette. İçinde bulunduğumuz kriz sektörü nasıl etkiliyor?2008 yılı başından bu yana en az 200 bin kişi tekstil sektöründe işini kaybetti. Bir çok fabrika kapandı. Atölyeler, fasoncular cabası. Devler birer birer gidiyor. Bakın Şahinler Holding iflas aşamasında. Sönmez tamamen kapattı. Çağlar’ın şirketlerinde 15 bin çalışan vardı. Şimdi 2 bin kişi bile bulamazsınız. Konukoğlu neredeyse yüzde 90 küçüldü. Bossa satıldı. Çukobirlik’te 10 bin kişi çalışırdı. Şimdi 500 kişi ya var ya yok. Antbirlik’ler, Sümerbank’lar yok oldu gitti. Söke’deki Lee fabrikası ile konuştum. Belçika’ya, Hollanda’ya 700 binlik kot siparişleri vardı. Adamlar iptal etmiş. Celal Sönmez’le sohbet ediyoruz geçenlerde. ’35 milyon dolar yenileme yatırımı yaptın. 700 kişiden 250 kişiye düştün. Üretimde yüzde 97 verimliliği yüzde 96.5’lik kaliteyi yakaladın. Senin ürettiğinden daha kalitelisi dünyada yok. Malını daha üretmeden satıyorsun. Nasıl bu hale geldin’ diye sordum. ’Çünkü fiyatı ben belirlemiyorum. Dampingli ithalat belirliyor. Enerji ve vergi yükü de binince para kazanmak imkansız. O kadar yatırıma rağmen, banka borcum olmamasına rağmen firmam 5 yıldır bir kuruş kâr etmedi’ dedi. Bir şey diyemedim.Sektörde kapanma aşamasında çok firma var mı?Kimse kapattık demiyor, bunu gizliyorlar ancak Şubat-Mart gibi artık olay dayanılmaz noktaya gelecek. Ben önümüzdeki 3 ay içinde en az 400 bin kişinin daha işini kaybedeceğinden korkuyorum. Sektör en az yüzde 30-35 küçülme tehlikesi ile karşı karşıyaBunu önlemenin bir çaresi yok mu?Var da bu kararı alacak Hükümet ortada yok. Düşünün ki bu hükümetin ekonomiden sorumlu bakanı Mehmet Şimşek ’Tekstili Çin’e bırakalım’ diyebiliyor. Bir diğer bakan Tüzmen, Mısır’daki serbest bölgeyi pazarlıyor. Çok net birşey söylüyorum. Bu sektörde en az 400 bin kişi daha Mart ayına kadar işinden olacak diyorum. Çok radikal önlemlere ihtiyaç var. Hükümet bu sektörden 6 ay boyunca SSK primi ve vergi istemeyecek. Bu kadar net. Bunun karşılığında da işveren hiç kimseyi işten çıkartmamayı taahhüt edecek. Bu olmadığı takdirde bu sektör biter. Bu kararı almak, devlet adamı gibi durmak lazım. Eğer bu yapılmazsa, devlet daha sonra hiç vergi alamayacak. Sokağa dökülecek binlerce işsiz de cabası olacak.Ekonomiden anlamayan siyasetçi de olmamalıAvrupa Birliği’nin, 25 üye ülkedeki toplam 2.5 milyon tekstil işçisinin bir tanesinin bile işinden olmaması için 500 milyon euroluk bir önlem paketi açtığını hatırlatan Budak “25 ülkede toplam 2.5 milyon işçi. Bu ülkelerin otoriteleri seferber olmuş durumda. Bizde var sadece 3 milyon işçi. Ancak bizim politikacıları kılını kıpırdatmıyor. 2001 krizinde de ne yazık ki ekonomiden çok fazla anlamayan bir başbakanımız vardı. Bugün de ne yazık ki ekonomiden anlamayan, dünyada neler olup bittiğini göremeyen bir başbakan var. Ben diyorum ki ekonomiden anlamayan hiç kimse siyasetçi olmamalı” dedi.
Başbakan, krizi algılamasına yönelik enteresan açılımlarına, İsviçre dönüşü devam etti. “Hükümet kalkıp da kimsenin boşalan kasasını dolduracak, böyle birşey söz konusu değil” dedi. Bankaların 11 milyar doların üzerinde kâr elde edeceğini vurgulayıp, bu rakamların üzerinde düşünülmesi gerektiğini söyledi. Hatırlarsanız daha önce de bir zula polemiği çıkarmıştı. Ondan daha önce de “Bizde ABD’deki gibi mortgage krizi olmaz, bizde TOKİ var. TOKİ bizim sigortamız” diyordu...Bütün bunları alt alta koyduğumda ve “Başbakan neden böyle konuşuyor” diye sorguladığımda en basitinden krizin hafife alındığı sonucunu çıkarıyorum. Bir adım daha ileriye gittiğimde “Yerel seçimler öncesi Başbakan herhalde popülizm yapıyor” diyorum.Kimse para istemiyorBaşbakan’ın krizi tam olarak algılayamadığı seçeneğini ise aklıma dahi getirmek istemiyorum.Ancak şunu belirtmeliyim ki Başbakan’ın krizi algılamada bazı saplantılara takıldığı bir gerçek. İşadamları “Paket lazım” deyince bizim Başbakan “Ben kimsenin cebine para koymam” diye sert çıkıyor. Yahu kimsenin, ne Koç’un ne Sabancı’nın ne Doğuş’un devletten para istediği yok ki nereden çıkıyor bu sert söylemler...G20 zirvesinden sonra, belki diğer ülke liderlerinin konuya yaklaşımını hissedip, “Tedbir alınmalı” kararlılığı ile Türkiye’ye döner diye bekliyordum, ancak Esenboğa’daki sözlerini dinleyince bu beklenti de açıkçası boş çıktı. Başbakan TOKİ örneğini verdikçe, bende dünyadaki krize hâlâ bir subprime mortgage krizi olarak bakıldığı hissi uyanıyor, tüylerim diken diken oluyor. Evet kriz öyle başladı ama o evreleri çoktan geçti sayın Başbakan. Önce kredi krizine dönüştü, ardından da reel sektörleri içine aldı. Çarkları stop ettirdi.Kaldı ki subprime mortgage krizinin de TOKİ modeli ile bir alakası yok. Bizdeki ilkel basit bir sistem. TOKİ ev yapıyor, ihtiyacı olana satıyor. TOKİ taksitle ev alanların borcunu, yeni türev enstrümanlara çevirip bankalara devretmiyor ki bankalar da o alacakları başka başka paketler haline dönüştürüp bir başka finans kurumuna satmıyor ki...Dünyada olan buydu. Yani durum TOKİ’nin modeline hiç mi hiç benzemiyor.Bir diğer yanılgı “Biz 2001 krizinden daha iyi durumdayız” noktasında çıkıyor.Biri Başbakan’a demeli ki “Sayın Başbakan 2001 bizim krizimizdi. 1994’de öyle. O krizlere tek başına giren Türkiye, ciddi bir küçülmenin ardından büyüyebildi. Krizlerde aşırı değerli TL değer kaybetti, ihracatçı Türkiye’nin önünü açtı. Ancak şimdi öyle değil. Tüm dünyada kriz var. Yani sizin paranız değer kaybetse bile ihracatçının ihracat yapma, malını satabilme şansı yok.” Varlıklar mum gibi...Başbakan zannediyor ki halkın da şirketlerin de zulaları var.Belki fakir yine fakir ama orta gelirliden en büyük işadamına kadar herkesin varlığı son bir kaç aydır mum gibi eriyor.Bir sürü insanın yatırım fonu vardı. Fonlar eridi gitti. Emeklilik şirketlerine yatırım yapanların getirileri buharlaştı. Hatta bazı fonlarda şu anki paraları ana paralarının bile altına geldi. Gayrimenkul alanların ev değerleri düştü. Borç ise aynı borç. 5 yıl 7 yıl senet ödeyecekler. Borsa’da hisse senedi olanların birikimi gitti.Yatırım yapan şirketlerin, patronların varlık değerleri eridi, finansman yükleri ağırlaştı. Bireysel borçlar 125 milyar YTL’nin üzerinde. 69 milyonsak şayet, kişi başı 1.800 YTL borcumuz var demektir. Borcu olanlar bir de işsiz kalma korkusu yaşayınca tüketimi kıstı. Etrafıma bakıyorum, en varlıklısı bile “Sadece gerekli harcamalarımı yapıyorum” diyor. “1 ay önce 1.100 YTL’ye gördüğüm şık bir ceket vardı. İndirimle 450 YTL olmuş, giydim yakıştı da. Ancak yine de bıraktım, almadım” sözlerini bir şirket genel müdüründen dinledim.Peki dünya ne yapıyor? Tüketimi artırıcı önlem paketleri açıyor. Hatırlayın ABD’de krizin ilk döneminde vergi iade çekleri herkesin posta kutusuna yollandı. Neden? Alışveriş yapılsın, çarklar dönsün diye...Tehlikeler anlatılmalıKoca koca ülkeler, finans kurumlarına temettü garantisi ile yönetim hakkı istemeksizin ortak oldular. Sorunlu toksik varlıkları satın alma yoluna gittiler. Bunu birilerinin cebine para koymak için de yapmadılar. Herkes biliyor ki, ülke Hazine’leri koydukları paranın daha fazlasını işler yoluna girdiğinde, çarklar dönmeye başladığında geri alacaklar. Cesaretli, fırça yemeyi, koltuğunu kaybetmeyi göze alıp konuşacak, Başbakan’a olup biteni ve bizi bekleyen tehlikeleri tüm açıklığı ile anlatacak biri yok mu yahu?
Türk Telekom’un Genel Kurulu dün gerçekleştirildi ve hakkında yapılan tüm spekülasyonlara rağmen Abdullah Tivnikli, Metin Ercan’ın yerine yönetim kurulu üyesi oldu. Toplantı için Ankara’ya gelen Muhammed Hariri, “Tivnikli’nin gizli bir ortaklığı yok. Hissedar olursa bundan şeref duyarım. Bunu da gizlemem” diye konuştuCHP Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok önemli bir siyasinin Türk Telekom’daki hisselerinin emanetçisi diye tarif ettiği Abdullah Tivnikli, dün yapılan genel kurulda Saudi Oger kontenjanından Türk Telekom yönetimine girdi. Tivnikli, Metin Ercan’ın yerine Türk Telekom yönetim Kurulu’nun yeni üyesi olurken, “Yönetime girmem iddialara verilmiş en güzel cevaptır. Benim çekinecek hiçbir şeyim yok” dedi. Türk Telekom Yönetim Kurulu Başkanı Muhammed Hariri ise Tivnikli’nin yönetime girmesini “İddialar benim de kulağıma geldi. Biraz mizahi buldum. Aslında bu basit bir hikaye” şeklinde değerlendirdi ve o basit hikayeyi şöyle aktardı: Üç yıldır ısrar ediyoruz “Kuveyt Türk Finans Kurumu ihalede bizim danışmanımızdı. Sayın Tivnikli de bu kurumun üst düzey bir yetkilisiydi. İlişkimiz böyle başladı. Varlık satışı gerçekleşmeyince konsorsiyuma girmekten vazgeçtiler. Oysa bizim böyle bir satın almada lokal bir partnere, burayı iyi tanıyan birine ihtiyacımız vardı. Biz de kendisinden yardım rica ettik. Üç yıl önce Telekom’u devraldıktan hemen sonra kendisine yönetim kurulunda yer almasını teklif ettik. İşlerinin yoğunluğunu gerekçe göstererek affını istedi. O zaman danışman olarak bize katkıda bulunmasını rica ettik. Bizi kırmadı. Geçen yıl bir kez daha yönetime girmesini istedik. Yine kabul etmedi, ancak biz kendisini nihayet ikna ettik. Hikayenin aslı budur ve aslında bu çok basit bir hikayedir. Kuruma büyük katkısı olacağına inanıyorum.” Son iki saatte ikna olduHariri, “Tivnikli’nin Telekom’da gizli bir ortaklığı yok. Hissedar olursa bundan şeref duyarım. Bunu da gizlemem” dedi. Abdullah Tivnikli ise son iki saat öncesine kadar hâlâ karar vermediğini ancak çok ısrar gelince “profesyonel bir fedakarlık” yaptığını söyleyerek, “İki yıl önce çok meşguldum. Aileme, sağlığıma işlerime ayıracak vaktimden fedakarlık yapmam gerekiyordu. O yüzden kabul etmemiştim“ diye konuştu.Borsadan TT hissesi almak istiyorum ama param bittiOger Telekom Yönetim Kurulu Başkanı Muhammed Hariri, olası yatırım fırsatlarıyla ilgilendiklerini kaydederek, dünyadaki finansal durum nedeniyle yakın zamanda daha iyi fırsatlar çıkabileceğini düşündüğünü dile getirdi. Türkiye’nin iyi bir pazar olduğunu, elinde nakdi olanlar için daha iyi yatırım fırsatları bulunduğunu kaydeden Hariri şunları söyledi: ”Son üç yılda Türkiye’ye 7 milyar dolara yakın yatırım yaptık. Diğer olası fırsatlarla da ilgileniyoruz. Borsadan biraz daha Türk Telekom hissesi almak konusunda çok hevesliyim. Ama hiç param kalmadı. Param olunca Türk Telekom hissesi almaya devam edeceğim.” Hariri, TBank’ın performansından da memnun olduklarını ifade etti.Yönetim kurulunda üç isim değiştiTürk Telekom’un dün Ankara’da gerçekleşen Genel Kurulu’nda Muhammed Hariri yine Yönetim Kurulu Başkanı seçildi. Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevini İbrahim Şahin sürdürürken, Paul Doany, Saad Zafer M. Al Kahtani, Samir Asaad O Matbouli, Basile Yared, Dr. Ali Arıduru yönetim kurulu üyeliğine yeniden seçildi. Abdullah Tivnikli, Metin Ercan’ın yerine Yönetim Kurulu’na girerken, Hüseyin Altaş’ın yerine Mehmet Habib Soluk, Emin Başer’in yerine ise İsmet Yılmaz yönetim kurulu üyesi oldu.Telekom’da 1 değil, 37 bin becerikli varTÜRK Telekom CEO’su Paul Doany, Kılıçdaroğlu’na ve Abdullah Tivnikli için ”Becerikli Abdullah“ benzetmesi yapılmasına sert tepki göstererek, ”Burada bir tek becerikli değil, 37 bin becerikli insan var. Bu şirketi siyasetle ilişkilendirmeyin. Doğru adrese saldırın. Biz siyaset yapmıyoruz. Bu tartışmalar çalışan insanların dürüstlüğüne hakarettir. Bu hükümete saldıracağınız yer seçim sandığıdır. Biz seçmedik siz seçtiniz“ dedi.Gelecek yıl en az 1.7 milyar dolar yatırım yapılacakTürk Telekom Genel Müdürü Paul Doany, bu yılki tüm hedeflerini tutturduklarını ve yıl sonu itibarıyla da performansın bekledikleri gibi gerçekleşeceğini söyledi. Doany, ”Performansımızdan çok memnunum. Konsolide gelirlerimiz yüzde 10 arttı. Faaliyet kârındaki artış yüzde 15 oldu. Mobilde de gelirlerimiz yüzde 15 artış gösterdi. Biz bu başarıları 37 bin çalışanımızla birlikte elde ettik“ dedi. Doany, yaşanan global krizin hedeflerini de planlarını da değiştirmediğini belirterek, ”Yatırım harcamalarımız 1 milyar YTL oldu. Yatırım giderlerimizin yıl sonunda 1.7 milyar YTL’yi bulmasını bekliyoruz. Gelecek yıl yapacağımız yatırımlar bu yılkinden az olmayacak. Bu yıl 2 bin 300 yeni eleman da aldık. Eleman almaya da yatırım yapmaya da devam edeceğiz“ diye konuştu.Yatırım fırsatlarına 2005 yılından bu yana bakmaktan vazgeçmediklerini söyleyen Hariri ise son 3 yılda 7 milyar dolar düzeyinde bir yatırım yaptıklarını belirtti.
2005 yılı Haziran ayında yapılan özelleştirme ihalesinde Türk Telekom’un yüzde 55’i Lübnanlı Hariri Ailesi’nin hakimiyetindeki Saudi Oger’e satıldı. Saudi Oger, yüzde 55’lik hisse için Çukurova Grubu, Koç Holding ve Birleşik Arap Emirlikleri merkezli Etisalat ile yarışa girmişti. Çukurova ve Koç, ilk turda en düşük iki teklif sahibi olarak elendi. Çalık Grubu ile konsorsiyum kuran Etisalat ile kıyasıya bir açık artırma mücadelesine giren Saudi Oger, 6 milyar 550 milyon dolar vererek Türk Telekom’un yeni hakim ortağı oldu. Şirkette Hazine’nin yüzde 45’lik payı, son halka arz işlemine kadar devam etti. Mevcut durumda ise Hazine’nin yüzde 30’luk payı kaldı.Özelleştirme sonrası kulislerde ilginç bir dedikodu da hızla yayıldı. Dedikoduya göre Türk Telekom’un, adı hisse pay defterinde görünmeyen çok önemli bir ortağı vardı. Abdullah Tivnikli adı da işte bu dedikodularla birlikte ortaya çıktı. Tivnikli’nin hiçbir sıfatı olmadığı halde Türk Telekom’da etkili ve yetkili bir konumda bulunması, kendisine “emanetçi” sıfatının yakıştırılmasında ve dedikodulara dayanak oluşturulmasında çok etkili oldu. Nitekim bu iddiayı geçen hafta CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu bir kez daha gündeme getirdi ve Tivnikli’nin Türk Telekom hisselerinin bir bölümünü, önemli bir siyasi adına yediemin olarak muhafaza ettiğini öne sürdü. Bir de benden dinleyinKuveyt Türk Katılım Bankası’nın Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan Abdullah Tivnikli’nin adını, Kılıçdaroğlu’nun basın toplantısından sonra Türkiye’de bilmeyen kalmadı. Tivnikli, söz konusu hissedarlık iddiası ile ilgili olarak ilk kez konuştu ve kendi cephesinden konuya açıklık getirdi. Tivnikli ile dün bir öğlen yemeğinde biraraya geldik. Tivnikli, adının siyasi bir çekişmenin merkezinde yer almasından oldukça rahatsız. “Ben işimin gücümün başında, kendi halinde biriyken böyle bir konuyla gündeme geldiğim için üzüntülüyüm” diyerek söze başlayan Tivnikli, Türk Telekom’da hissedarlık dedikodusunun nasıl çıkmış olabileceğine kendi cephesinden şöyle yanıtlar verdi:* Körfez sermayesi, Türkiye için önemli. Bugüne kadar Körfez sermayesi Türkiye’yi sadece bir atlama noktası olarak kullanmış. İran’da Şah rejiminden kaçan sermaye gelmiş ama durmamış İngiltere’ye ABD’ye gitmiş. Humeyni rejiminden kaçan gelmiş, durmamış gitmiş. Irak’tan gelmiş gitmiş. Yani Türkiye onlara gereken yatırım ortamını ne yazık ki sunamamış.* Körfez sermayesinin önemini herkes kabul ediyor ancak şu da bir gerçek ki oraya elinizde çantayla gidip bir hafta 10 gün içinde ilişki geliştirip iş bitiremezsiniz. O bölge insanı ile iş yapmak için önce güven vermeniz lazım. Uzun süreli bir diyalog şart. Kuveyt Türk’teki 25 yıllık birikimimizle bizim elimizde bu imkan vardı.* Türk Telekom’un özelleştirme sürecinde Etisalat’la da Mısırlı Orascom’la da Saudi Oger’le de Kuveytli MTC ile de temaslarımız oldu. Saudi Oger bu işe çok sıcak baktı. Hatta hatırlayın ilk etapta Telsim ile ilgiliydiler.* Biz Kuveyt Türk olarak yatırım bankacılığı hizmeti sunduk.* İştiraki olduğumuz Kuwait Finance House (KFH) ise bu aşamada Saudi Oger ile bir konsorsiyum oluşturdu. Buna göre Türk Telekom’un yüzde 55’lik hissesini KFH ve Saudi Oger birlikte alacaktı. Yüzde 55’lik hissenin yüzde 65’i Saudi Oger’e, yüzde 35’i de KFH’ye ait olacaktı. O yüzde 35’lik hisse içinden de bizim aile şirketi Eksim’in yüzde 20’ye yakın bir payı olacaktı. (Bu hesaba göre Tivnikli’nin şirketi Eksim’in alacağı hisse oranı Türk Telekom’un yüzde 3.85’ine denk geliyor.)* ÖİB tarafından açılan ihalede bu özelleştirmenin bir varlık satışı olacağı belirtilmişti. Yani alıcı, şirketi her türlü hak ve borçlarıyla birlikte teslim alacaktı.* İhale bu şartlarda yapıldı ve 6 milyar 550 milyon dolar gibi, Türkiye Hazinesi’nin beklentilerinin üzerinde oldukça iyi bir fiyat oluştu.* Ancak ihaleden sonra Danıştay 1. Dairesi, satış sözleşmesinin imtiyaz sözleşmesi şeklinde yenilenmesi ve 21 yıllık işletme hakkıyla birlikte satılması gerektiğine karar verdi. Saudi Oger bu şartlarda sözleşme imzalamaya zorlandı.* Varlık satışı olmadığı ve biz de faizsiz bankacılık yaptığımız için herşey bittikten, ihale sonuçlandıktan sonra biz konsorsiyumdan affımızı istedik. Saudi Oger de bu durumu anlayışla karşıladı. * Kuwait Finance House olarak satışa iştirak edilemedi. Ben de kendi payıma düşen hisseye sahip olamadım. * Evet bir satın alma opsiyonum var. Ancak şu şartlarda kullanmayı düşünmüyorum. * Türk Telekom’un halka arzdan sonra piyasa değeri bugün geldiği noktada 7.5 milyar dolara kadar geriledi. Şayet hisse alırsam Borsa’dan alırım. Hatta iddialar öyle canımı sıktı ki inadına gidip Borsa’dan hisse alıp “Evet Türk Telekom’un ortağıyım” diyebilirim.Şayet iddialar doğru olsa satışın şekli değişir miydi? ABDULLAH Tivnikli, ihalede varlık satışı yapıldığını, kendilerinin ve diğer rakiplerin buna göre bir fiyat teklif ettiğini ancak ihaleden sonra gelinen noktada Türk Telekom’un satıştan 21 yıl sonra tüm teçhizatları, fonksiyonları ile birlikte çalışır vaziyette bedelsiz olarak kamuya devretmek durumunda bırakıldığına dikkat çekiyor.Tivnikli, bu gelişmenin özellikle altını çizerek, “Eğer iddialar doğru olsa, şayet ben söylendiği gibi becerikli biri olsam, böyle mi olurdu? Burada Saudi Oger’e ciddi bir haksızlık yapıldı?” diyor. Tivnikli, devletle kavgalı bir görüntü vermemek adına Saudi Oger’in bu değişikliğe ses çıkarmadığını ancak ihaledeki haklarının saklı olduğunu belirten bir şerhi sözleşmeye koyarak satış anlaşmasını imzaladığına da dikkat çekti.Saudi Oger’in danışmanıyım TT’nin yönetimine girebilirim Türk Telekom’un olağanüstü genel kurulu yarın Ankara’da toplanacak. CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu genel kurulda Abdullah Tivnikli’nin yönetim kuruluna girebileceğini ima etmiş ve bu gelişmenin de gizli ortaklığın perdesini aralamış olacağını belirtmişti. Tivnikli gerçekten yönetime girecek miydi? Kendisine bu soruyu sorarken, “Hayır” cevabı alacağımı düşünüyordum. Ancak Tivnikli kesin konuşmayarak hatta “Sizce ne yapmalıyım” diyerek beni şaşırttı. Sözlerinden sanki yarın yönetime gireceğine dair bir izlenim aldım. Tivnikli, şu anki pozisyonunu ise şöyle özetledi: “Kuwait Finance House ve ben ortak olamadım. Ancak kendileri benim birikimimden, deneyimimden yararlanmak istediler. 1 Ocak 2006’da yaptığımız bir sözleşme ile Saudi Oger’e danışmanlık hizmeti veriyorum. Faturayı Telekom’a değil, Suudi Arabistan’daki şirkete kesiyorum.”