İMKB Yönetim Kurulu, periyodik piyasa verilerini inceleyerek endekslerde yer alacak hisse senetlerini belirler. Endekslerin belirlenme dönemleri kasım, şubat, mayıs ve ağustos aylarıdır. Bu tarihlerden önceki 60 gün boyunca hisselerin performansı incelenir. Öncelikle şirketler, piyasa değerine göre büyükten küçüğe sıralanır. Sonra günlük ortalama işlem hacimlerine göre büyükten küçüğe sıralanırlar ve yeni bir liste daha oluşturulur. Bu iki liste birleştirilir ve ortak tek bir liste haline dönüştürülür. Eğer endekslerde yer almayan bir hisse, incelenen dönemde hem piyasa değerini hem de işlem hacmini artırmış ise sıralamadaki yerine göre Endeks 30, Endeks 50 ya da Endeks 100 kapsamına girer. BU işin teknik kısmı. Endeks 100’de yer almanın çok prestijli bir yanı vardır. Borsa’da yaklaşık 335 şirkete ait hisse senetleri işlem görürken, Endeks 100 kağıdı olmak bir ayrıcalıktır. Tabii Endeks 50 ya da Endeks 30 kağıdı olmak çok daha prestijlidir. Yabancı yatırımcılar genellikle Endeks 100 içinde yer alan hisse senetlerine yatırım yaparlar. Diğerlerinden uzak dururlar. Zira bu hisseler kolay alınıp satılabilen, derinliği olan hisselerdir. Endeks 100’e giren bir şirkete, ekstra yatırımcı talebi gelmesi muhtemeldir. Bu da şirketin değerinin artması anlamına gelir. Endeks 100 hissesi olmak aynı zamanda Borsa’nın genel gidişatını belirleyen İMKB 100 Endeksi’nde de etkiniz olduğu anlamı taşır. Listedeki şirketin günlük değerindeki artışlar ya da azalışlar, belli bir oranda endeksin hesaplanmasına etki eder.
Rixos son dönemde turizmde Türkiye’nin parlayan markası. Fettah Tamince ile geçtiğimiz hafta sonu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tatil yaptığı ve bir anda meşhur olan Moon Star teknesinde konuştuk. Tekne Rixos Bodrum’da iskeleye bağlıydı ve Tamince de teknenin havuzluğunda oturuyordu. Biraz ayıp oldu ama kendisini orada görünce davetsiz bir şekilde çat kapı daldık tekneye. Cumhurbaşkanı Gül’ün Moon Star’la çıktığı gizli mavi turdan sözetmeyeceğini biliyordum. Şaka yollu biraz takıldım ama Tamince bu konuda konuşmamaya gerçekten kararlıydı. Hatta “Türkiye’deki tek Moon Star bu tekne değil ki” diyerek hafif yollu inkara bile meğilliydi. Madem Gül’ün tatili ile ilgili bilgi alamayacaktım, lafı Başbakan Erdoğan’ın Rixos Bodrum tatiline getirdim.Başbakan Erdoğan’ın tatil için Rixos Bodrum’u seçmesinin tesise katma değer yaratıp yaratmadığını, tesise olan ilgiyi artırıp artırmadığını sordum. Tamince, tesislerinde yerli turist oranının sadece yüzde 10-15 civarında olduğunu belirterek Erdoğan’ın kendi tesislerinde tatil yapmasının ekstra bir müşteri talebi yaratmadığını zaten böyle bir kaygılarının da olmadığını söyledi. “Sayın Başbakan’ın tatil için bizi tercih etmesinden sadece memnuniyet duyarız” demekle yetindi.Bu konuda da çok konuşma taraftarı değildi, sıkılıyordu. Ben de teknede davetsiz misafir olduğum için fazla üstelemedim. Ancak biliyordum ki pek çok işadamı, Erdoğan’a yakın olmak için Başbakan’ın tesiste olduğu dönemde rezervasyon telaşına düşmüş “Boş odanız var mı?” diye oteli aramıştı...Turizmden konuşmaya başladık. Son 5 yılda turizmde oda fiyatlarının 5 kat arttığına işaret eden Tamince, turizmde işlerin yolunda gittiğini söyledi.Rixos herşey dahil sistemini uyguluyor. Oysa Türkiye’de pek çok turizmci her şey dahil sisteminin Türk turizmine zarar verdiğini, Türkiye’yi ucuzlattığını söylüyor. Bu konudaki fikrini sordum.Herşey dahil sisteminin Türkiye için son derece yararlı olduğunu belirten Fettah Tamince, bu sistemi uygulamaya devam edeceklerini söyledi. Şöyle de ilginç bir örnek verdi:“Eşi ayrı kendisi ayrı özel uçakla buraya gelecek kadar zengin bir Rus bile herşey dahil sistemini istiyorsa, bence bu sistem doğru bir sistemdir. O ultra zengin Rus ile konuştum. Bana ‘Tatilde ne harcayacağımı önceden bilmeyi seviyorum. Kalkıp da bir bardak çaya ekstra 20 euro ödemek istemiyorum’ dedi. Bu bence uyguladığımız sistemin doğruluğunu gösteriyor. Türkiye kendine herşey dahil şeklinde bir model geliştirdi ve bence bunu devam ettirmeli” Tamince’nin düşüncesine turistin “Türkiye’de kazıklanırım” korkusunu da dikkate alınca katılmamak elde değil. Biliyorsunuz son olarak Alman RTL televizyonunda Türkiye ile ilgili çok çarpıcı bir program yayınlandı. RTL biri Alman biri Türk iki kişiyi Türkiye’de aynı turistik yerlerde konaklatıp aynı restaurantlarda yedirip içirdi ve gelen hesapları karşılaştırdı. Taksi ücreti dahil Alman turiste uygulanan fiyatın Türk turiste uygulanan fiyattan yüzde 40-50 daha pahalı olduğu tespit edildi. Bu arada Fettah Tamince, Bodrum Rixos’ta bu kış ciddi bir yenileme yatırımı yapacaklarını, tüm odaların elden geçirileceğini ve 2009 yazında çok farklı bir Bodrum Rixos ile hizmet vereceklerini de ifade etti.Davetsiz misafir olduğumdan daha fazla üstelemeden izin isteyip Moon Star’dan ayrıldım. Tekneden inerken de “Koskoca Cumhurbaşkanı’nın tatil yaptığı teknede ben de 10 günlük tatilimin en azından 15 dakikalık bölümünü geçirdim ve bir bardak çay içmenin keyfini çıkardım” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Yapı Kredi Bankası 6 aylık bilanço performansı ile dikkat çekerken bankanın Genel Müdürü Tayfun Bayazıt, ne Koç’un ne de UniCredito’nun ajandasında bankadaki payını devretme gibi bir gündem olmadığını, her iki tarafın da bankaya geçen hafta yeni sermaye koymasının bunun en ciddi ispatı olduğunu söyledi.Yapı Kredi Bankası (YKB), açıkladığı 6 aylık bilançoda kârını yüzde 61’lik artışla 739.7 milyon YTL’ye yükselterek dikkat çekti. Karamehmet Grubu’ndan Koç’a geçene kadarki süre içinde bocalayan, Koçbank ile entegrasyon döneminde de bazı sorunlar yaşayan bankanın yeniden ivme kazandığı görülürken, kuşkusuz bunda Genel Müdür Tayfun Bayazıt’ın çok büyük katkısı oldu. Bayazıt, “Bu bankada bir büyüme hikayesi var. Ortaklarımıza da söyledik, ’Bir süre temettü beklemeyin’ dedik. Ancak yüzde 20’nin üzerinde bir özkaynak getirisi sağlayacağız diye söz verdik” dedi. Bankanın kazandığı ivmenin rakamlara da yansıdığını söyleyen Bayazıt, hatta bazı analistlerin “Hızlı büyüyorsunuz, bunu kontrol edebilecek misiniz?” diye endişelenip soru sorduklarını kaydetti. Pazar payı büyüdüBayazıt’ın verdiği rakamlara göre, YKB’nin ihtiyaç kredilerindeki payı yüzde 3.4’ten 5.8’e, konut kredilerindeki payı yüzde 6.8’den yüzde 7.8’e, taşıt kredilerindeki payı ise yüzde 8.1’den yüzde 10.3’e çıktı. Brüt gelir dağılımına bakıldığında kârın yüzde 32’si perakende artı KOBİ’lerden, yüzde 24’ü kredi kartlarından, yüzde 23’ü ise ticari kurumsal bankacılıktan geldi. Banka pek çok hizmeti outsource ederek giderlerinde de çok önemli tasarruf sağladı. Sermayesi arttıBanka geçen hafta tamamladığı sermaye artırımı ile de sermaye yeterlilik rasyosunu yüzde 14.15’e yükseltti. Sigorta şirketinin satışından elde edilecek gelir de sermayeye eklenecek ve rasyo yüzde 16’ya yaklaşacak. Genel Müdür Tayfun Bayazıt, bu büyüme tablosunu ortakların önüne koyduklarında sermaye artırımına katılımda zorlanmadıklarını söyledi. Dönem dönem Koç’un bankadaki hisselerini satacağına yönelik spekülasyonların yapıldığını hatırlattığımda ise Bayazıt, şu cevabı verdi: “Öyle bir şeyin her iki tarafın da ajandasında olduğunu sanmıyorum. Her iki ortak da son sermaye artırımına 250’şer milyon YTL ile katıldılar. Koç Grubu bankacılığı ana iş kolu olarak tanımladı. Ne Koç’un ne de UniCredito’nun bankanın kârlılığına odaklanmaktan başka bir düşünceleri olduğunu sanmıyorum. Sermaye artırım konusu gündeme geldi, ortaklar hiç tartışmadı bile. Bankanın temettü vermese de özkaynak getirisi sağladığını ve sürekli büyüdüğünü görüyorlar.” Mortgage bilirkişileri YKB’nin konut kredisi payını % 7.82’ye çıkardı KuruluŞ misyonunda konut finansmanı önemli yer tutan Yapı Kredi Bankası’nın yeni uygulamaya koyduğu mortgage bilirkişileri, bankanın konut kredisi pazarındaki rekabetinde önemli avantaj sağladı. Sektör ortalamasının üzerinde bir büyüme gerçekleştirerek pazar payını yüzde 7.82’ye çıkaran YKB, hedefini konut kredisi pazarında ilk üç olarak belirledi. Mortgage bilirkişileri, Boğaziçi Üniversitesi Yaşamboyu Eğitim Merkezi’nde ABD Pennsylvania State Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof. Abdullah Yavaş’ın da katkılarıyla eğitim programı alıyor ve daha sonra şubelerde işe başlıyorlar. Gayrimenkul hukuku, vergi mevzuatı, gayrimenkul değerleme teknikleri, finansal matematik gibi konularda eğitim alan bilirkişiler, randevu sistemiyle bilgi almak isteyen müşterileri ofislerinde ziyaret ediyor. Bilirkişilere ulaşmak isteyenler, www.kendievim.com.tr adresini ya da 444 0 444 danışma hattını kullanabiliyor. Hızlı şubeleşme büyüyen organizasyonu motive ediyorTayfun Bayazıt, 814 şubeye ulaştıklarını, 2009 sonu için koydukları 1.000 şube hedefine yaklaştıklarını, hızlı şubeleşmenin doğru bir strateji olduğunu söyledi. Çalkantılı dönemde YKB’nin şubeleşmede rakiplerinin biraz gerisinde kaldığını belirten Bayazıt, hızlı şubeleşmenin bir mecburiyet olduğunu, ayrıca büyüyen organizasyonun çalışanları da motive ettiğini ifade etti. Alternatif dağıtım kanalları için de, perakende bankacılık için de şubeleşmenin önemli olduğunu belirten Bayazıt, 1.375’i yeni nesil olmak üzere, eğitilen sayısında 2 bin 220’ye ulaştıkları bilgisini verdi. Süt içmek için inek beslenmez yakında sigortadan çıkmış oluruzYKB Genel Müdürü Tayfun Bayazıt, Yapı Kredi Sigorta’nın satış sürecinde sona yaklaştıklarını, 1 ay içinde sonuçlanmasını beklediklerini söyledi. Elementer sigortadan tamamen çıkacaklarını, bireysel emeklilikte ise bir miktar hisse tutmaya devam edeceklerini belirten Bayazıt, süreci şöyle aktardı: ”Bizce bir bankanın sigorta şirketinin olması doğru bir yaklaşım değil. Süt içmek için inek beslemeye gerek yok, sigorta şirketini satarız ancak yapacağımız anlaşmayla ürünü şubelerimize pazarlamaya devam ederiz. Hem ürünün fabrikasını çalıştırıp hem de ürünü satmaya kalkınca aksamalar oluyor. Çünkü banka ve sigorta zıt kardeşler.” “Genel müdürü 24 saat işinin başında” dedi bankasını değiştirmedi Koçbank ile Yapı Kredi’nin birleşme sürecini yorumlayan Bayazıt, “Bu, Türkiye’deki en büyük birleşme operasyonuydu. Bazı müşterilerimizi küstürdük” diye konuştu. Bir geceyarısı telefonuna gelen bir e-mail mesajını örnek gösteren Bayazıt, “Şubede tatsız bir olay yaşanmış, müşteri de bana sitem dolu bir mesaj atmış, mesaj geldiğinde geceyarısıydı. Hemen cevap verdim, kızgın müşterinin tepkisi ’24 saat çalışan genel müdüre sahip bir bankayı değiştirmem’ oldu” dedi. Entegrasyon döneminde küstürdükleri müşterilerini tek tek arayarak yeniden aktif hale getirdiklerini ifade eden Bayazıt, “Kabul etmek lazım ki hiçbir entegrasyon sancısız olmuyor” şeklinde konuştu. Kartta yeni konsolidasyonlar olacaktırYKB Genel Müdürü Tayfun Bayazıt, perakende işinde ölçeğin çok önemli olduğuna dikkat çekerek, banka kartı rekabetinin yeni konsolidasyonları getireceğini iddia etti. Son olarak Vakıfbank ile Worldcard anlaşması imzalayan YKB’nin Genel Müdürü Bayazıt, “Nasıl ki kredi kartında 15’ten 6’ya indik, neden 4’e inmesin? Kredi kartında bir miktar daha konsolidasyon mümkün. 10 milyon kartı temsil ederek bir işyerinin karşısına çıkınca çok daha önemli avantajlar elde edebiliyorsunuz, bu işte ölçek çok önemli” dedi.
Türk insanının aklına deniz, tatil ve keyif denince öncelikle yazlık gelir. Yazlık sahibi olmak 2000’lerin başına kadar prestij göstergesiydi, modaydı. Önce Kumburgaz’da yazlık sahibi olmanın modası geçti, şimdi yavaş yavaş diğer bölgelerde de yazlık sahibi olmak rasyonel olmaktan çıktı. 3 tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen çok da denizci olduğu söylenmeyecek Türk insanının yeni hobisi ise tekne. Denizciliğe yelkene merak saranların sayısı her geçen gün katlanıyor. Bu ilgi, Maliye’nin aşırı ÖTV ve KDV baskısına, marinaların park kiralarının yüksekliğine rağmen tekne satış rakamlarında da net olarak görülebiliyor.Yelkenli denince akla ilk gelen isimlerin başında kuşkusuz Fransız Beneteau var. Firma en yakın rakibi Jeanneau’yu da satın alarak bu alandaki üstünlüğünü herkese kabul ettirdi. Beneteau’nun Türkiye temsilciliğini 1996 yılından bu yana yapan Tezman Ailesi’ne ait Tezmarin, bu yıl “en çok satış yapan distribütör” ödülünü açık ara kazandı. Öyle ki Tezmarin, en yakın rakibine ciroda yüzde 30’a yakın da fark yapmış durumda.Beneteau’yu Türkiye’de pazarlayan Tezmarin, Tezman ailesinin bir şirketi. 60 yıllık sanayici bir aile olan Tezman Ailesi, yelken sporuna meraklı Vedat Tezman sayesinde Beneteau’nun distribütörü oluyor. Erol Tezman, distribütörlük hikayesini anlatırken “Vedat hemen her yıl bir tane tekne alırdı. Beneteau’nun yetkilileri ısrarla bizim satış mümessili olmamızı istediler. Yıl 1996. Biz çekiniyoruz. ’Yılda 2 tane satma sözü veririz ancak’dedik. ’Nasıl olsa Vedat her yıl bir tane alıyor. Diğerini de satacak birini buluruz artık’ dedik, bu işe soyunduk. Açıkçası bu yüksek performansı beklemiyorduk” diye konuştu.Erol Tezman, satış grafiğinin sürekli yükseldiğini şu an Türkiye’de 2 bin 500 Beneteau markalı tekne olduğunu belirtti. Bu arada bir not ilave edelim. 124 yılı aşkın bir geçmişi olan Fransız Beneteau’nun denizlerde dolaşan toplam tekne sayısı 50 bin civarında. Bu rakama göre 2 bin 500 hatırı sayılır bir rakam. Beneteau, Türkiye’de açık ara pazar lideri. Türk yelkenli pazarının yüzde 45’ini Beneteau tek başına alıyor. Erol Tezman Türkiye’de en yakın rakibine yüzde 60, dünyada ise yüzde 30 fark atarak gelen ciro rekorunun altında yatan nedenleri şöyle sıraladı: “Ürün zaten tartışmasız iyi bir ürün. Bizim sanayici bir aile olmamız bu başarıyı getiren bir değer etken oldu. Satışın yanına finansmanı koyduk. Yetmedi hukuk servisini koyduk. Ve en önemlisi satış sonrası servisi çok iyi yaptık. Bizim tüm çalışanlarımız en tepeden en alt kadroya kadar denize aşık kişilerdir. Bu işi gönülden yaparlar. Bir de tabii Vedat’ın yelken aşkı. Vedat öyle bir yaklaşım sergiledi ki adeta bir terzi titizliğinde çalıştı. Tekne almak isteyenin beklentisini dinleyip ona en uygun tekneyi en uygun malzemeyi vermek için uğraştı. Sanki kendine tekne alır gibi, müşteriye tekne verdi.” Beneteau Türkiye’de üretimi düşünüyor* 124 yıl önce Benjamin Beneteau ilk teknesini balıkçıların talebi üzerine sardalya avında kullanılacak şekilde tasarlamış. Sonra tekneleri o kadar ünlenmiş ki aile şirketi olarak bugünlere kadar gelmiş. Beneteau’nun Fransa’daki 8 tersanesinin dışında Polonya’da dıştan takma motorlu tekneler, ABD’de de 30-50 feet arası yelkenli tekneler üreten 2 tersanesi bulunuyor. Grubun İtalya’da 15-25 metre arası motoryat üretme planı olduğunu ve bunun hazırlıklarını yaptığını belirten Vedat Tezman, “Öyle sanıyorum ki bu proje tamamlandıktan sonra Beneteau tüm dikkatini Türkiye’ye verecek. İtalya’dan sonra yeni tersane büyük bir ihtimalle Türkiye’de kurulacak” dedi. Beneteau yıllık cirosu 1 milyar euro’yu bulan bir şirket. Grubun özürlüler, ehliyetsizler için tasarladığı hibrid araçlar var. Grup bir de O’Hara markası altında mobil ev konusunda büyük yatırım yapıyor. Fiber tekerlekli çok şık mobil evler. Tezmarin bu evleri de Türkiye’ye getirmek için hazırlık yapıyor. Tekneler çok da ulaşılmaz değil Beneteau’nun yelkenli ve motorlu olmak üzere 60’ın üzerinde değişik modeli var. Bu teknelerin fiyatı ise 10 bin euro’dan başlayıp 800 bin euroya kadar çıkıyor. Tezmarin Genel Müdürü Barbaros Akyelken “Biz istiyoruz ki büyük tekneler yerine küçük teknelere ilgi olsun. Teknenin herkes için ulaşılabilir bir araç olduğu ortaya çıksın. Sonra zaten kullanıcılar tıpkı otomobilde olduğu gibi hep bir üst modelini isterler. Ancak örneğin ben orta gelirli bir aileye 24 bin euroya çok şık bir tekne önerebilirim. Hatta bir de finansman modeli öneririm. Yüzde 50’sini peşin alıp kalanını taksitlendirebilirim” diyor.
3 tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de kıyıların kullanım ve yerleşim planları bir türlü çıkarılamadı. Bu planlar olmadığından pek çok balık çiftliğinin kurulum yeri yanlış oluyor. Turizm tesisleri ile dip dibe olunca da haliyle tepki çekiyor. Türkiye’nin 400 milyon dolar ihracat geliri elde ettiği kültür balıkçılığından daha çok yararlanabilmesi için mutlaka kapsamlı bir harita gerekiyor Türkiye’nin kara sınırlarının uzunluğu yaklaşık 2 bin 949 kilometredir. Deniz kıyılarının uzunluğu ise tam tamına 7 bin 816 kilometre. Kara sınırlarının iki katından bile fazla. Ancak ne yazık ki Türkiye böylesine önemli bir potansiyeli kullanamıyor. Özellikle Muğla ilinde biraz da yerel yönetimin beceriksizliği yüzünden balık çiftlikleri, koyları sarmış vaziyette. Turistik tesislerin hemen burnunun dibindeki balık çiftlikleri haklı olarak tepki çekiyor. Oysa 7 bin 816 kilometre kıyı uzunluğuna sahip Türkiye’nin hem turizmi hem de balık çiftliklerini bir arada geliştirme şansı var.Konunun tarafları ile konuştum. Deprem çalışmaları ile de tanınan Piri Reis gibi bir geminin bu işe tahsis edilmesi isteniyor. Bu gemide, Turizm Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı yetkilileri ve tabii ki bilim adamları olacak. Türkiye’de pek çok üniversitede su bilimleri fakülteleri bulunuyor. Akademisyenlerden de bir akil adamlar topluluğu oluşturularak bu gemi Çanakkale’den yola çıkacak. Her bir girintinin çıkıntının her bir koyun kapsamlı araştırması yapılacak. Hangi bölgenin turizm amaçlı kullanılabileceği hangi bölgenin balık çiftliği olabileceği harita üzerinde kaydedilecek. Bu zahmetli ancak zor olmayan bir iş aslında. Zira bir kıyıya baktığınızda burada turizm tesisi olur mu olmaz mı rahatlıkla anlaşılabiliyor. Bundan sonraki adım ise Tarım Bakanlığı’nın yanına bir de balıkçılık ibaresinin eklenmesi. Konuyu iyi bilenler bunun olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu belirtiyorlar. Zira mevcut durumda tam bir karmaşa var. Zaten turistik tesislerin burnunun dibine kadar gelen balık çiftlikleri bu sorumlu kurum kargaşasından kaynaklanıyor. Turizm Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Tarım Bakanlığı hepsi konuyla ilgili ama aslında hiçbiri ilgili değil. Bu yüzden konunun tek bir sahibinin olması, bunun da Tarım ve Balıkçılık Bakanlığı olması gerekiyor. Balıkçılıkta öne çıkan Fransa, Danimarka, İspanya, Portekiz gibi ülkelerde Tarım ve Balıkçılık Bakanlığı bulunuyor. 7 bin 816 kilometre kıyı şeridi olan Türkiye bunu hakediyor. ***** Denizde öldü balıklar kına yakın alıklar... Yıl 1983. Çocukluk yıllarımda yaz aylarını geçirdiğim Karamürsel’e komşu, şirin mi şirin Ereğli’deyim. Bir sabah kalktık, “Koşun deniz kırmızıya boyanmış” dediler...Körfez göz alabildiğine renk değiştirmiş, kızıla dönüşmüştü. Dehşet bir görüntüydü. Denizin renginin değişmesiyle ilgili muhtelif yorumlar yapıldı. İki gün sonra işin aslı ortaya çıktı. Gebze Dilovası’ndaki bir boya fabrikası tüm atıklarını denize veriyordu. O boya fabrikası kustukça, Körfez’in rengi her gün abartısız başka bir renk alıyordu.Deniz birden balık vermez oldu.Hatırlıyorum çok etkin bir yerel gazete olan Kocaeli Gazetesi’nin öncülüğünde tüm balıkçılar, kıyı şeridinde yazlığı olanlar, duyarlı vatandaşlar bir sabah denizin üstünde toplandık. Sandal, joker bot, motoryat, yelkenli, büyük gırgır balıkçı teknesi... Denizden tüm Körfez’i dolaşıp kirliliğe dikkat çekmekti amaç.Benim elimde bir pankart vardı. Bir gece öncesinden bir çarşafa duvar boyası ile yazmıştım.“Denizde öldü balıklar kına yakın alıklar” diyordum.Hakikaten de balıklar ölüyordu.Bunları niye anlattım?Balıkçı bir aileden geliyorum. Denizi, denizciliği çok seviyorum. Bodrum’da bir yazlığım yok. Dolayısıyla balık çiftlikleri ile ilgili objektif, tarafsız bir gözlem yapabileceğimi düşündüm.Çünkü görüyorum ki Bodrum’da yazlığı olanlar, balık çiftliklerine külliyen karşılar. Oysa balık çiftliği, daha doğrusu kültür balıkçılığı gerçeğinin ekonomik olarak etüd edilmesi gerekiyor. Bu ülkenin balık çiftliklerine ihtiyacı var.Oysa Türkiye’de tartışma “turizm mi balık çiftlikleri mi?” kısır döngüsünün ötesine taşınamıyor.Ne yazık ki kötü niyetli fırsatçı uygulamalar nedeniyle de Türkiye’de kültür balıkçılığı ’tu kaka’ hale geldi. Turizmde lider ülkeler İspanya, Fransa, İtalya ve komşumuz Yunanistan’ın balık çiftliklerini de işin içine dahil ettiğini, turizmle uyumlu bir ikili yarattıklarını maalesef göremiyoruz.Kültür balıkçılığı Türkiye için önemli bir ekonomik çıkış kapısı olabilir. Küresel ısınmanın tehdit ettiği, gıda yüzünden savaşların çıkacağına dair tahminlerin yapıldığı bir dünyada kültür balıkçılığı Türkiye için çok önemli bir ekonomik değer haline dönüşebilir. Çiftlikleri tartışırken lütfen bu gerçeği unutmayalım. ***** Aklı başında Türkiye için balık yemeliyiz Küresel ısınma ile birlikte bugün pirinci, yağlı tohumları, buğdayı konuşuyoruz. Yakın gelecekte ise hayvansal protein krizini tartışıyor olacağız. Önümüzdeki yıllarda kuşkusuz petrol ve su gibi stratejik kavramların yanına hayvansal protein meselesi de eklenecek. Bugün hayvansal protein üzerine dünyada soğuk savaş var, bizim haberimiz yok. Örneğin Çin... Çin deli gibi et ve süt tüketmeye başladı. Bu gıdaların fiyatları Çin’in ekstra talebi ile müthiş arttı. Çünkü protein sanayileşmenin olmazsa olmazı. Üreten bir nüfusun rekabetçi yapısını sürdürebilmesi için iyi beslenmesi gerekiyor. Nüfusu genç Türkiye için hayvansal protein üretimi ne yazık ki yeterli değil. Küresel protein rekabetinde Türkiye’nin harekete geçmesi lazım. Denizler bu konuda çözümün büyük bir parçası olabilir. Zira balık en ideal hayvansal protein ve yağ kaynağı kabul ediliyor. Son araştırmalar balıktaki Omega 3 yağ asitlerinin akıl ve düşünce kapasitesini pozitif etkilediğini gösteriyor. Aklı başında bir Türkiye için balık yememiz şart. ***** Kilosu 4.5 euroya gidiyor, Avrupa’da 20 euroya satılıyor ABD ve AB ülkelerinde deniz ürünleri konusunda büyük açık var. Sadece ABD’nin 8 milyar dolarlık deniz ürünleri ihtiyacı bulunuyor. AB’nin deniz ürünü açığı ise çok daha fazla. AB, bu konuda net ithalatçı durumunda ve 10 milyar euroluk deniz ürününü her yıl dışarıdan satın alıyor. AB’ye ihraç edilebilen tek Türk hayvansal ürününün balık olduğunu da unutmamak lazım. Yani Türkiye’nin önünde büyük bir pazar fırsatı var. Türkiye’den kilosu yaklaşık 4.5 euro fiyatla ihraç edilen çipura, Cenevre’de 20-25 euroya alıcı bulabiliyor.Türkiye’nin en büyük kültür balığı üreticisi Pınar Balık Rusya, Kanada ve ABD’ye balık ihraç ediyor. Sabah saat 10’da denizden alınan balık, akşam 6’da İzmir’de kargo uçağına yüklenip New York’a gönderiliyor. Saat farkı nedeniyle aynı günün akşamı New Yorklu’nun evinde pişiyor. ***** Yumurtayı Türkiye’den aldılar üretimde 3 katlık fark attılar şimdi çiftlikleri satın alıyorlar BALIK çiftlikleri konusunda komşumuz Yunanistan açık ara öne geçti. Selçuk Yaşar, kültür balıkçılığı üretimine 1985 yılında başlamış. Yunanlılar’a üretim için ilk yumurtaları kendisinin sattığını söylüyor. O Yunanlılar bugün Türkiye’nin tam üç katı kültür balıkçılığı üretimi yapar hale geldi. Türkiye’de üretim 70 bin tonu bulmazken Yunanistan’da 210 bin tonun üzerine çıktı. Sadece Çeşme açıklarındaki Sakız Adası’ndaki üretim 20 bin tonun üzerinde. Yunanistan’da kültür balıkçılığı devlet desteği alan 2 sektörden biri. AB’nin açığını gördükleri için, Cezayir’den, İspanya’dan ve Türkiye’den de balık çiftliklerini toplamaya başlamışlar. Kesin veri yok ama Türkiye’deki çiftliklerin üçte birinin Yunanlı firmalara geçtiği belirtiliyor. Selonda ve Nireus gibi Yunanistan’ın önde gelen kültür balığı üretim şirketleri, sadece Türkiye’de balık çiftliklerini değil, Türkiye’de yatırım yapan başka ülkelere ait çiftlikleri de alıyor. Türkiye’nin en büyük üreticilerinden Norveçliler’e ait Fjord Marin’in yarısını da Yunan firması aldı. ***** TÜRKİYE su avcılığının 2007 verileri enteresan sonuçlar ortaya koyuyor. Karadeniz halen Türkiye’nin en önemli balık avlanma merkezi. Hamsi de en çok avlanan balık. Ancak lüfer, torik, palamut ve kefal gibi türlerde azalma var. Bir diğer önemli konu ise iç sularda yapılan avlanmaların giderek azalması. Küresel ısınma nedeniyle iç suların kalitesinin düşmesi, oksijenin azalması, su sıcaklıklarındaki değişim balık türleri üzerinde çok ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bakanlık 2007 verilerine göre 632 bin tonu avcılıkla, 140 bin tonu da yetiştiricilikle olmak üzere 772 bin ton su ürünü üretildi. Deniz ürünleri üretimi 2006’ya göre yüzde 20.5 arttı. Deniz ürünleri üretiminde ilk sırayı yüzde 59.6 ile Doğu Karadeniz, yüzde 20.7 ile Batı Karadeniz aldı. Onu yüzde 8.3 ile Ege ve yüzde 3.5 ile Akdeniz bölgeleri izledi.Hamsi 385 bin tonla en çok avlanan balık. Palamut ve torik üretimi yüzde 79.9 gibi çok ciddi bir oranda azaldı. Karagöz avında yüzde 23.5, lüfer avında yüzde 18.4, kefal avında yüzde 7 azalış oldu. İç su ürünleri üretimi 2007’de bir önceki yıla göre yüzde 17 düştü ve 43 bin tonda kaldı. Sazan balığı avında yüzde 14, inci kefalinde ise yüzde 3’lük üretim kaybı yaşandı.
Selçuk Yaşar ilklere imza atmış duayen bir sanayici. 1941’de DYO ile Türkiye’de ilk boya ve vernik fabrikası, 1968’de Türkiye’nin ilk özel sektör bira fabrikası, 1974’de Çeşme Altınyunus ile Türkiye’nin ilk tatil köyü, 1975’de Pınar Süt ile Türkiye’nin ilk UHT tekniği ile pastorize süt üretimi, 1982’de Viking Kağıt ile Türkiye’nin ilk özel sektör kağıt üretimi, Pınar Su ile Türkiye’nin ilk kaynak suyu şişeleme tesisi...Yaşar’ın ilklerinden sadece bir kaçı...Ancak bir başka ilk var ki hakikaten Yaşar’ın öngörülerindeki isabete şapka çıkartmamak imkansız.Rüzgar enerjisini malum Türkiye yeni yeni keşfediyor. Oysa Türkiye, İngiltere’den sonra rüzgarı en kuvvetli esen ikinci ülke.Şu an 41 bin megawat’a yakın kurulu güç içinde Türkiye’nin rüzgardan elde ettiği elektrik 333 MW gibi komik bir seviyede. Toplam kurulu gücün sadece ve sadece binde 7’si.Geçen hafta sonu Selçuk Yaşar ile balık çiftliklerini konuşmak üzere Çeşme’ye gittim. Resimdeki tuhaf rüzgar türbinini de orada, Pınar Balık Çiftliği’nin girişinde gördüm. Çalışmıyormuş.Selçuk Yaşar, rüzgarın enerji üretiminde çok önemli bir yeri olabileceğini düşünerek 1981 yılında Danimarka’dan ithal etmiş bu türbini.Bugünkü 90 metre direği, 80 metre pervane çapı olan ve her biri 2.5 megawat elektrik üreten modern türbinlere pek benzemiyor açıkcası. Derme çatma, toplama bir hali var.Ama bu türbin uzun yıllar Çeşme Altınyunus’un elektrik ihtiyacını karşılamış. Selçuk Yaşar’ın türbini ithal etmeden önce yaşadıkları da bir hayli ilginç.Rüzgarın Türkiye’nin geleceği açısından taşıdığı önemi farkeden Selçuk Yaşar, rüzgar değerlerini Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nden istiyor. Ancak gelen veriler (ki muhtemelen doğru tutulmamış), rüzgar enerjisinin verimli olmayacağını söylüyor. Ancak Yaşar, gelen “Rüzgar değerleri Türkiye’de yatırıma uygun değil” sonucu çıkaran verilere inanmıyor ve kendi şirketi bünyesinde yeni çalışmalar yeni ölçümler yaptırıyor. Sonuçta bunun verimli olacağına inanılıyor ve Türkiye’nin ilk rüzgar türbininin kurulması ile ilgili olarak resmi müracatlar yapılıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın görevlendirdiği bir ekip tarafından türbinin kabulü yapıldığında yıl 1984.Ve bu resimdeki türbin 1984 yılı Ekim ayından devre dışı kaldığı 2000 yılına kadar aralıksız elektrik üretiyor.Ürettiği elektrik yılda ortalama 86 bin ile 115 bin kilowatsaat arasında değişiyor. Yaşar’ın tuttuğu hesaplara göre türbinin yıllık ortalama üretimi 100 bin 444 kwh olarak gerçekleşmiş. Yaptığı üretim ile geçmiş yılların elektrik enerjisi fiyatları dikkate alındığında tesis kendini 8 yılda amorti etmiş.İnsan bu ilginç türbinin hikayesini dinleyince ister istemez hayıflanıyor. Keşke daha o yıllarda Türkiye, rüzgarın gücüne Yaşar gibi inanabilseydi. Keşke Türkiye de bugün enerji ihtiyacının en az yüzde 20’sini rüzgardan elde ediyor olabilseydi. Yüzde 20 rakamını abarttığımı sanmayın. Örnekleri var. Mesela Danimarka. Toplam enerji tüketiminin yüzde 21.3’ünü rüzgardan elde ediyor.Almanya’nın rüzgardan elde ettiği enerjinin toplamı ise 23 bin megawat. Yani Türkiye’nin toplam kurulu gücünün yüzde 56’sı...Bence bu direği şu anki bulunduğu yerden alıp, Enerji Bakanlığı’nın bahçesine dikmek lazım.Bakan ve bürokratları sabah akşam direği gördükçe belki rüzgarın gücüne daha fazla inanırlar.Bu konuda yatırıma istekli kişilere daha az zorluk çıkarırlar...
Çalıştıkları her yıl başına 1 maaş kıdem tazminatı hakkı kazanan, bu tazminatı da işten çıkarılması halinde alanlara kötü haber. İşverenlerden gelen tepkileri de dikkate alan AKP Hükümeti kıdem tazminatını kaldırmayı, yerine çok daha düşük bir avantaj sunacak kıdem fonunu getirmeyi öngören bir plan çalışmasına başladı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, söz konusu planı doğruladıDevlet Bakanı Mehmet Şimşek, Salı günü MÜSİAD toplantısında yaptığı konuşmada Türkiye’deki emeklilik sisteminin ülke koşullarına ve dünyaya göre oldukça makul, cömert bir yapıya sahip olduğunu kaydetmiş, Türkiye’de işsizlik sigortasının yanında kıdem tazminatının da olduğunu vurgulayarak, “Bir çok ülkede kıdem tazminatı kalmadı. Bu konuda bizim bütün hissedarlarla hep birlikte çalışmamız lazım. Burada atmamız gereken adımlar var” demişti.Önceki gün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile İstanbul’da bir grup gazeteci sabah kahvaltısında biraraya geldik. Şimşek’in MÜSİAD’daki sözlerini Bakan Çelik’e hatırlattım ve “Kıdem tazminatı kaldırılıyor mu?” diye sordum.Bakan Çelik, kıdem tazminatına işveren kanadından büyük tepki geldiğini belirterek başladı söze. 50’den daha az işçi çalıştıran kuruluşlarda da çalışanlara bu hakkın verilmediğine dikkat çekerek devam etti. Türkiye’de işyerlerinin büyük bölümünün çalışan sayısının 50’den az olduğu dikkate alındığında söz konusu uygulamanın çalışanlar arasında da büyük bir eşitsizlik yarattığını öne sürdü.Haksızlık yaratıyorBu girişten sonra kıdem tazminatı ile ilgili bir çalışma olduğunu doğruladı. Kıdem tazminatının işverenin bilemediği bir gider kalemi olduğunu ifade eden Bakan Çelik, “Kıdem tazminatını kaldıran, bunu bir fona dönüştüren bir sistem için çalışıyoruz Aslında bu çalışma bizimle başlayan bir çalışma da değil. Daha önceki hükümetler döneminde de gündeme alındı ancak bir türlü cesaret edilemedi” dedi.Mevcut sisteme göre büyük işyerlerinde çalışanlar 12 ay boyunca maaş aldıkları takdirde 1 maaşlık kıdem tazminatına hak kazanıyor. Sözgelimi bir işyerinde 12 yıl çalışan bir işçi, işten atılması halinde son aldığı maaşın 12 katını kıdem tazminatı olarak alabiliyor. Sermaye Piyasası Kurulu, halka açık şirketler için kıdem tazminatı karşılığı ayırmayı mecburi kılıyor. Bu da şirketler için önemli bir finansman maliyeti anlamına geliyor. Halka açık olmayan ve kıdem tazminatı karşılığı ayırmayan şirketler ise tensikat dönemlerinde oldukça sıkıntı yaşıyor. Bakan, tüm bu olguları dikkate alarak bir değişikliğe gitmek istediklerini ifade etti. Bakan Çelik, değiştirilmesi planlanan model ile ilgili fazla bilgi vermemekle birlikte oranın 12’ye 1’den çok daha düşük olacağını söyledi. Yani kısacası getirilecek sistem çalışanlar aleyhine, işveren lehine bir durum yaratacak.Prim borcu olan 28 Temmuz’a kadar başvursunBakan Çelik prim borçlarının yeniden yapılandırılmasına büyük önem verdiklerini, 5 puanlık indirimden yararlanmak için geriye dönük prim borcu olmama şartı arandığını belirterek, “Bu indirimden yararlanmak isteyen geçmiş borçlarını temizlesin. Başvuru için 28 Temmuz sondur. Yine uzatılır diye kimse beklemesin” diye konuştu. 45.7 milyar YTL prim alacakları olduğunu kaydeden Çelik, “Artık eskisi gibi prim borcunun büyümesi söz konusu olmayacak. Bu tarihten sonra ’cari ay’ uygulaması başlatacağız. Artık vatandaş primini ödemediği zaman iki üç ay sonra haciz geleceğini bilecek” dedi.Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çelik, geçmişte SSK ve Bağ-Kur prim borçlarıyla ilgili aflar, yeniden yapılandırmalar gündeme geldiğinde, ödemesini hiç aksatmayanların ”Benim günahım ne“ diye hayıflandığını hatırlatarak da son yapılandırma ile ilgili şu mesajı verdi: “İstihdama dönük destek paketiyle primde 5 puanlık indirim gündeme geldi. Primlerini düzenli ödeyenler, hiç borç takmayanlar 1 Ekim’den itibaren bundan yararlanacak. Borcu olan da temizledikten sonra kapsama girebilecek. Prim ödemesini aksatanın 5 puanlık indirimi hemen duracak. Böylece primlerini düzenli ödeyenlerin ödülü 5 puanlık indirim olacak.”Alacakların büyük bölümünün Bağ-Kur’luya ait olduğunu söyleyen Faruk Çelik yeniden yapılandırma kapsamında günde 500 milyon YTL’lik başvuru aldıklarını ilginin büyük olduğunu kaydetti. Çelik, “Kasamıza her gün 80 milyon YTL giriyor“ diye konuştu.7 milyon 777 bin emekli 16.5 milyon çalışan varKAYITDIŞILIKLA önemli bir mücadele verdiklerini denetimlerin artarak devam ettiğini söyleyen Faruk Çelik, son 1 yıl içinde sistem içine giren çalışan sayısının 14 milyon 700 binden 16 milyon 500 bine çıktığını söyledi. Bu artışta sıklaşan denetimlerin yanında yeni Sosyal Güvenlik Yasası çıkmadan sigortalı olmak isteyenlerin de etkisi olduğunu ifade eden Çelik, gelinen noktada 1 emekliye 2.13 çalışın düştüğünü söyledi. Türkiye’de 7 milyon 777 bin emekli olduğunu kaydeden Bakan Çelik, hedeflerinin 1 emekliye karşılık 3 çalışan olduğunu söyledi ve “Kayda almamız gereken en az 4.5 milyon çalışan olduğunun fardıkdayız. Önümüzdeki dönemde adım adım bunları da sistemin içine alacağız. O zaman sosyal güvenlik açıkları da azalacak” diye konuştu.Minibüsle adam toplayıp ameliyata götürenler varÖzel hastanelere yapılacak ödemeye sınırlama getirilmesi konusuna değinen Bakan Faruk Çelik, “Bu sınırlamayı getirmek zorundaydık. Son dönemde ilginç olaylar olmaya başladı. Bir köye minibüs dayayan ve ’Gözü rahatsız olan gelsin katarakt ameliyatı yapacağız’ diyerek hasta toplayan hastaneler vardı” dedi.Sosyal güvenlik sisteminin en sorunlu bölümünün sağlık olduğuna dikkat çeken Faruk Çelik, bu yıl kamu dışındaki hastanelere 3.5 milyar YTL’lik bir kaynak aktarımı planladıkları ancak projeksiyonların bu rakamın 6 milyar YTL’ye ulaşabileceğini gösterdiğini söyledi. Son dönemlere kadar, ’Yap hastaneyi, kes faturayı, ödensin’ gibi bir ortam vardı’diyen Çelik şunları söyledi:“Biz ’sınırsız ödeme’nin suistimale çok açık olduğunu gördük. Sağlık Bakanlığımız da neredeyse kontrol dışına çıkacak sayıda hastane açılmasının yanlışlığını gördü. Böylece bir yandan Sağlık Bakanlığımız hastane açılmasını daha sıkı izinlere bağlarken, diğer taraftan özel hastaneye giden sosyal güvenlik kapsamındaki vatandaşlarımıza düşen ödeme payının yüzde 30’la sınırlandırılmasına dönük sistemi benimsedik. “Devletin 70 milyon vatandaşına sağlık hizmeti götürmek zorunda olduğuna dikkat çeken Faruk Çelik, şöyle devam etti: “Özel hastanelerin fazla sayıda açılmasıyla birlikte kamuda doktor ve hemşire sıkıntısı da ortaya çıktı. Özellikle Anadolu’da bu sıkıntı daha fazla hissedildi.” Çelik, “Özel hastaneler şimdi de Sosyal Güvenlik Kurumu’yla sözleşmesini feshediyor. Bu durumda özel hastaneler eskisi gibi kapsam dışı kalır ve vatandaş kamudan iyi hizmet alamazsa ne olacak?” sorusunu şöyle yanıtladı: “Bu konuda uygulamayı görüp ona göre hareket edebiliriz. Yasada fark bir katına kadar diye yer aldı. Ancak oranın belirlenmesi Bakanlar Kurulu’na bırakılmıştı. Sağlık Bakanımız yüzde 20 farkta ısrarcı oldu ama oran yüzde 30 olarak kabul edildi. Önümüzdeki dönemde uygulamaya bakacağız.”
Dost Enerji tarafından kurulan Türkiye’nin en yüksek kapasiteli rüzgar enerjisi santrali Bergama Yunt Dağı’nda tam kapasite ile üretime başladı. Turkcell’in fikir babası ve küçük ortağı Murat Vargı’nın yüzde 51, Turkcell eski CEO’su Muzaffer Akpınar’ın yüzde 40 ortak olduğu Dost Enerji, kurulu gücü 42 MW olan 17 türbin ile 330 bin kişinin yaşadığı bir şehrin yıllık ihtiyacını karşılayacak enerji üretecekDost Enerji’nin iştiraki olan İnnores tarafından İzmir Bergama Yunt Dağı’na kurulan Türkiye’nin en yüksek kapasiteli rüzgar enerjisi santrali dün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in de katıldığı bir törenle resmi olarak açıldı. Santral, 4 Haziran’dan bu yana tam kapasite ile üretim yapıyor.42.5 MW gücündeki santralin sahibi Dost Enerji’de yüzde 51 MV Holding, yüzde 40 Muzaffer Akpınar yüzde 9 da yine eski bir Turkcell’li olan Ruhi Doğusoy ortak bulunuyor. Açılış töreni öncesi, Perşembe akşamı Radisos SAS Otel’de gazetecilerle bir araya gelen Turkcell eski CEO’su Muzaffer Akpınar yatırımın toplam tutarının 52 milyon euro olduğunu söyledi. Hedef 300 MWYunt dağı projesinin yanısıra halen Çeşme Yolu Zeytinler Mevkii’nde 15 MW’lık rüzgar santrali yatırımının devam ettiğini kaydeden Muzaffer Akpınar, “Bu yatırımımız da yine Dost Enerji’nin iştiraki olan Kores tarafından hayata geçirilecek. Hedefimiz yenilenebilir enerji alanında 5 yılda 250-300 MW’lık kurulu güce ulaşmak” diye konuştu.Dost Enerji, yatırımlarında Alman Nordex tarafından üretilen her biri 2.5 MW kapasiteli türbinleri kullanıyor. Zeytinli Mevkii’ndeki Kocadağ Santrali’nin türbinlerinin Aralık 2008’de gelmesi, projenin ise 2009 ilk çeyreğinde hayata geçmesi planlanıyor. Sözkonusu türbinlerin her biri yaklaşık 80 metre yüksekliğinde kanat çapları ise 90 metreyi buluyor.Kritik önemdeDost Enerji’nin Yunt Dağı santralinde yılda yaklaşık 160 milyon kWh elektrik üretilecek ki bu miktar yaklaşık 330 bin kişinin yaşadığı bir şehrin yıllık tüm enerji ihtiyacı anlamına geliyor. Kocadağ Santrali de devreye girdiğinde iki santralin yıllık toplam elektrik üretimi 220 milyon kWh’yı geçecek. Ulaşılacak kişi sayısı da yıllık 400 bin civarında olacak.Muzaffer Akpınar, Avrupa’da İngiltere’den sonra ikinci büyük rüzgar potansiyeline sahip ülkenin Türkiye olduğunu ancak ne yazık ki Türkiye’nin bu gücünü kullanamadığını söyledi. Akpınar Türkiye’de kurulu 40 bin 777 MW kurulu gücün sadece 333 MW’lık kısmının rüzgar enerjisi olduğuna dikkat çekti. Akpınar “Rüzgar enerjisi çevresel faktörler açısından da kritik önem taşıyor” diye konuştu.Rüzgar işine girip batan şirket yokDosT Enerji’nin büyük ortağı MV Holding’in İş Geliştirme Müdürü Renay Onur, Brüksel’de katıldığı enerji konferansında şahit olduğu bir konuşmayı aktarırken, rüzgar enerjisine yatırım yapan bir şirketin şu ana kadar battığının duyulmadığını söyledi. Rüzgar enerjisine girecek firmalara bankaların yatırım maliyetinin yüzde 20’si oranında özkaynak koyulması halinde yüzde 80’e kadar kredi verdiklerini kaydeden Onur “Türkiye’deki 5.5 cent’lik alım taahhüdüne göre bu yatırımı 9 yılda amorti edebiliyorsunuz. Fiyat daha yukarı çıkarsa ki son dönemde çıktı, bu süreyi 5 yıla kadar çekmek mümkün” dedi.GÜLER: BU YUNT DAĞI EFSANESİAçılışta Bakan Güler, “Her biri 45 metre olan kanatçıkları 6 metrelik yollardan geçirerek bu tepelere taşımak muazzam bir mühendislik harikası, bu Yunt Dağı Efsanesi” dedi. Güler, “Bundan sonraki hedef güneşi yere indirmek. Türkiye’de rüzgar ve güneşteki potansiyelin tamamının kullanılması durumunda İran’dan doğalgaz beklentisi kalmayacak” diye konuştu. Salmadığı karbonu Alman TUI’ye sattıDost Enerji, elektriği rüzgardan elde ettiği için yıllık 113 bin ton karbondioksiti de gökyüzüne salmamış oldu. Kyoto anlaşmasına imza atan gelişmiş ülkelerin şirketleri zorunlu veya gönüllü olarak, sera etkisi yaratan gaz üretmeyen şirketlerden alım yapıyorlar. Dost Enerji’nin 113 bin ton olarak hesaplanan gökyüzüne salmadığı zararlı gazlar Alman tur operatörü TUI tarafından satın alındı. Muzaffer Akpınar TUI ile 2014 yılına kadar sürecek bir kontrat yaptıklarını ve VER yani Voluntary Emmission Reduction sertifikasını tonu 10 euro bedelle sattıklarını söyledi. Akpınar, Türkiye’nin Kyoto anlaşmasını imzalaması halinde karbon salınımından ton başına 20 euro kazanabileceklerini de sözlerine ekledi.Türbin üretebilir miyiz? Turkcell’İn Operasyonlardan Sorumlu eski Genel Müdür Yardımcısı, Dost Enerji’nin yüzde 9 ortağı Ruhi Doğusoy da türbin siparişleri ile ilgili bilgi verdi. Şu an bekleme sürelerinin 18 ay civarında olduğunu kaydeden Doğusoy “Bu türbinlerin 25 yıla kadar ömrü var” diye konuştu. Doğusoy, türbinlerin Türkiye’de üretiminin teknik sebeplerden dolayı uzak bir ihtimal olduğunu ancak farklı formüllerle Türkiye’nin türbin üretiminin bir yerinde olması gerektiğini kaydetti.