HERKESE göre, tuttuğu takım şüphesiz en büyüktür. Tuttuğunuz takım ligi şampiyon bitiremese de, hatta küme bile düşse, şampiyonluklarını topladığınızda rakiplerinden daha geride kalsa da...Yürekten yapılan hesaplamada sizin tuttuğunuz takım daima en büyük çıkar.Ancak günümüzde her alanda olduğu gibi futbolda da finansal rakamlar konuşmaya başladı. Ekonomik gücünüz kadar büyüksünüz artık. Finans uzmanları bir kulübün büyüklüğünü, hesap makinası yardımı ile ölçebiliyor, rakipleri ile kıyaslayabiliyorlar.Forma satışı ne kadar, tribün geliri ne kadar, sponsorluktan ne kazanıyor...Hepsini alt alta koyuyor, bölüyor, topluyor, çarpıyor ve ortaya bir değer çıkarıyor.Fenerbahçe Sportif’in piyasa değeri hafta başında 2.5 milyar YTL’yi, bir başka deyişle 2 milyar doları geçti.Dünya devleri olan Manchester United’in piyasa değeri 1.8, Real Madrid’in piyasa değeri 1.7 milyar dolarda kalınca Fenerbahçe’nin ulaştığı rakam tabii ki herkesin dikkatini çekti. O gün gazetelerin ekonomi sayfalarında haber “En büyük Fenerbahçe. Fenerbahçe dünya devlerini solladı, dünyanın piyasa değeri en yüksek kulübü oldu” şeklinde verildi.3 TAKIMIN TAM 5 KATIF.BAHÇE’YE gönül verenler, haberin detaylarında ezeli rakipleri Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor’un toplam piyasa değerinin ancak 433 milyon doları bulduğunu okuyunca daha da keyiflendiler. Spora gönül verenlerin merak ettiği soru şu: Madem Fenerbahçe’nin 2 milyar dolarlık değeri var, istediği transferi yapar, dilediği futbolcuyu satın alabilir mi?Bu müthiş parayı bozdurup bozdurup harcayabilir mi?Hemen söyleyelim ki, Borsa’daki bu yükselişten Fenerbahçe Kulübü’nün direkt bir fayda sağlaması mümkün değil.Ancak dolaylı olarak kulübün halen elinde bulunan hisselerinin de aynı oranda değerlendiğini, şayet ikinci bir halka arz yapılırsa, kulübe daha çok gelir sağlanacağı ortada.. Kulüp isterse halka açıklık oranını artırıp Borsa’da bir miktar daha hisse senedi satabilir. 2 milyar dolarlık piyasa değerine göre, yüzde 1’lik hisse satsalar 20 milyon dolar gelir elde ederler ki, Güiza ayarında bir oyuncu daha alabilirler.Fenerbahçe Sportif A.Ş’nin yüzde 14.97’si halka açık. Halka açık hisselerin yüzde 82.19’u da tek bir kurumda. Deutsche Bank adeta piyasada Fener hissesi bırakmamış hepsini toplamış. Demek ki bu yükseliş en çok Deutsche Bank’ta hesabı olan Fener hissedarlarına yaramış. Bu yatırımcının kimliğine ulaşmak mümkün değil. Bu bir fon da olabilir, bireysel yatırımcı da. SPEKÜLASYON MU?Hissenin 2 günde önce 113 YTL’ye çıkması, ardından 78 YTL’ye gerilemesi, spekülasyon ihtimalini kuvvetlendiriyor.F.Bahçe’nin 2 milyar dolara göre fiyat kazanç oranı 51’lere geliyordu. Borsa’nın fiyat kazanç ortalamasının 7’lerde olduğuna dikkat çekerim. Yani F.Bahçe hisseleri ortalamanın 7-8 kat üzerinde işlem görüyordu.F.Bahçe’nin sermayesi 25 milyon YTL, kârı ise 31.9 milyon YTL. 2 milyar dolar, F.Bahçe’nin EBİTDA’sının yani faiz, vergi amortisman öncesi kârının tam 78 katı. Borsa’da EBİTDA önemli bir endikatördür. Daha basit anlatımı ile herkesin kabul ettiği bir ölçü birimidir. Bir şirketin satın alma değerini hesaplamada yardımcı olur. Sektörden sektöre değişse de şirketler şu ara EBİTDA’larının yani vergi öncesi kârlarının 10-14 katı bir satın alma değeri yaratabiliyorlar. Kriz başlamamışken, risk alma iştahı almış başını giderken bu çarpanın 20’leri hatta 30’ları bulduğunu gördük. Ancak 78’lik oranı hiç duymadık, görmedik.Gönülden değil hesap makinası ile yapılan bir ölçümlemede F.Bahçe Sportif hisselerinin biraz pahalı olduğunu, üzerinde köpük olduğunu söylemek de mümkün.
Çalık Grubu, 5 Mart 2007’de uluslararası yatırımcılardan 200 milyon dolar borç isterken “Faaliyet gösterdiğim 5 ana sektörün dışına, vade bitimine kadar çıkmayacağım” sözü verdi. Çalık, bu sözünü yatırımcılara gönderdiği prospektüse de koydu. Ancak Sabah-atv’yi alıp medya sektörüne girerek kendisine şartlı para yatıran tüm yatırımcıları da aldattıİKİ hafta önce Çalık Grubu’nun küresel piyasada yaptığı 200 milyon dolarlık tahvil satışını gündeme getirirken, elimde çok daha detaylı bilgiler olduğunu yazmıştım. 5 Mart 2007 tarihinde gerçekleştirilen tahvil satışı ile ilgili prospektüs için Çalık Grubu’nun tepeden tırnağa tomografisi diyebiliriz. Londra Borsası’nın kayıtlarında bulunan prospektüs tam 381 sayfa. 121 sayfalık ilk bölümü tahvil satışının detayları ve borçlanan tarafın yükümlülüklerinden oluşuyor. Kalan 260 sayfada ise Çalık Grubu’nun tüm finansal bilgileri ve bağımsız denetim raporları var. 200 milyon dolarlık tahvilin garantörü olan 3 şirketin (Çalık Holding, GAP İnşaat ve Çalık Enerji) tüm bilgileri tek tek verilmiş. Bu üç şirkete ait tüm borçlanmalar ve faizleri de raporda tek tek anlatılmış. 10 bin dolarlık küçük bir kredi sözleşmesinden tutun da 1.7 milyar Japon yeni tutarındaki krediye kadar her türlü finansman, faiziyle birlikte not edilmiş. Mesela Çalık, yüzde 23 yıllık faizle de kredi almış (429 bin 381 dolar) yüzde 4.16’yla da (637 bin 223 dolar). İlginçtir, 1 milyar 127 milyon yenlik bir kredinin yıllık faizi yüzde 8.5, 1 milyar 628 milyon yenlik bir başka kredide ise faiz yüzde 3.Neyse konumuz krediler değil. Yukarıdaki örnekleri vermemin sebebi şu: Avrupa veya ABD’de herhangi bir şirket, piyasalardan borçlanırken neredeyse iç çamaşırlarının rengini bile kamuoyu ile paylaşmak zorunda. Bizde ise iki kamu bankası (Halkbank ve Vakıfbank) Çalık’a bir başka kamu şirketinin (Sabah-atv) alımı için 750 milyon dolar kredi veriyor. İkisi de halka açık olan hisse senetleri borsada işlem gören bankaların verdiği kredinin vade yapısını, faizini Türkiye ancak VATAN’ın haber gücü sayesinde öğrenebiliyor.Prospektüsteki ayrıntılar381 sayfalık prospektüsü tararken çok ilginç, bir o kadar da önemli ayrıntılarla karşılaşıyorum. 79’uncu sayfanın başlığı “Terms and Conditions of the Notes”. Türkçeye “Satışa çıkan tahvillerin şartları” diye çevirirsek yanlış yapmış olmayız sanırım. Bu bölümde tahvillerin faiz ve anapara ödemelerinin hangi bankalar kanalıyla ve ne zaman yapılacağından, hangi ihtilaf halinde hangi ülke mahkemelerinin yetkili olacağına kadar, borç veren ve borç alan tarafın tüm hak ve yükümlülükleri ayrıntılı bir şekilde yazılmış. 81’inci sayfanın 5’inci maddesi “Covenant” başlığını taşıyor. Yani Türkçesiyle “Akit”.5’inci maddenin 5’inci fıkrası ise “Restriction on Business Activities” başlığını taşıyor. Bunu da “İş alanlarındaki sınırlamalar” diye çevirmek mümkün.Bakalım bu madde Çalık’a ne yükümlülük getiriyor?Önce maddenin orijinali: So long as any of the notes remains outstanding, Çalik Holding will not, and will not permit any of its subsidiaries to, engage in any business other than a permitted business.Bu da Türkçesi: Bu tahviller piyasada kaldığı süre içinde (Yani vade bitimi olan 5 Mart 2012’ye kadar) Çalık Holding izin verilen iş alanları dışındaki hiçbir işe girmeyecek. Holding, iştiraklerinin de izin verilen alanlar dışındaki işlere girmesini engelleyecek.Hukuk dilini biraz sadeleştirelim. İki tarafın imzaladığı sözleşmede borç veren taraf, borç alan tarafa (Çalık’a) diyor ki; “Sana sadece belli iş kollarında yatırım için izin veriyorum, (permitted business) borcunu ödeyene kadar bunun dışındaki hiçbir işe yatırım yapmayacaksın. İştiraklerinin de yatırım yapmasına izin vermeyeceksin.”Bu durumda karşımıza yeni bir kavram çıkıyor. Permitted business yani izin verilen iş alanları...Bunun ne anlama geldiğini ise sözleşmede yer alan hukuki terimlerin açıklığa kavuştuğu bölümde yani 106’ıncı sayfada buluyoruz. Şöyle diyor ilgili bölümün orijinali: Permitted business means any business which is the same as or related, ancillary or complementary to any of the business of the Group on the Issue date.Bu cümleyi de Türkçeye şöyle çevirebiliriz: İzin verilen iş alanları tahvil satışının gerçekleştiği tarihte grubun faaliyet gösterdiği iş alanlarıyla aynı veya ilgili ya da bağlantılı veya yardımcı veya tamamlayıcı işlerdir.Yani borç veren diyor ki: “Borcunu ödeyene kadar borç aldığın tarihte ne iş yapıyorsan, ya aynı işleri ya da o işle bağlantılı yatırımları yapabilirsin.” Konfeksiyon fabrikan mı var, bir tane daha kurabilirsin. Ya da konfeksiyonda kullanacağın ipliği, boyayı üretecek yatırım yapabilirsin. Enerji işin mi var, büyütebilirsin. İnşaat işin mi var, yeni ihale alabilirsin. Hadi biraz zorlarsan çimento fabrikası kurabilirsin, verdiğin sözün çok da dışına çıkmazsın. Ancak bunların dışında hiçbir işe giremezsin. Ta ki 5 Mart 2012’de 200 milyon dolarlık ana para borcunu ödeyene kadar. O tarihten sonra serbestsin...Çalık borçlanmaya çıkarken, yatırımcılar için tam 381 sayfalık çok ayrıntılı bir prospektüs hazırladı. Bu prospektüste borçlanmaya dair tüm taahhütler de yer aldı. Meraklısı www.rns-pdf.londonstockexchange. com/rns/2267s_-2007-3-2.pdf adresine göz atarak, Çalık Grubu’nun 200 milyon doları, yüzde 8.5 faizle isterken yatırımcılara ne gibi sözler verdiğini görebilir.İnternet sitesinde hâlâ 5 ana sektör bulunuyor ÇalIk Holding, yabancı yatırımcılara taahhüt ettiği “Faaliyet gösterdiğim 5 sektörün dışına çıkmayacağım” sözünü en azından internet sitesinde tutmaya devam ediyor. Sabah-atv’yi yaklaşık 3 hafta önce devralan Çalık Grubu medyayı, faaliyet gösterdiği sektörler içine dahil etmedi. Çalık’ın www.calik.com sitesinde grubun faaliyet alanları tekstil, enerji, inşaat, finans ve lojistik olarak gösteriliyor.Fitch: Sabah-atv alımı ile Çalık’ın finansal riski arttı UluslararasI yatırımcılar, bir şirkete kredi verirken, o şirketin yeni maceralara girip girmeyeceğini merak ederler. Bu çok olağan ve anlaşılır bir meraktır. Zira yeni sektörlere giren şirket, bozguna uğrayabilir, acemiliğinin kurbanı olup, taahhütlerini yerine getiremeyebilir... Nitekim Sabah-atv alımının Çalık Holding’e bağlı Turkuvaz tarafından gerçekleştirilmesinden sonra uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Çalık Holding’in kredi notunu B+’dan B seviyesine düşürmüştü. Sözünü ettiğimiz 2012 vadeli tahvillerin kredi notunu da B+/RR4’ten B/RR4 seviyesine çekmişti. Sabah-atv alımının Çalık’ın finansal profili üzerinde negatif doğrudan ve dolaylı finansal etkiler yaratabileceğine yönelik endişeler yüzünden bu not indirimini yaptığını kaydeden Fitch ayrıca Temmuz ayında yeni bir gözden geçirme daha yapacağını kaydetmişti. Fitch, Temmuz ayında Çalık Holding’in notunu bir kez daha düşürürse, Çalık Holding’e “şartlı” para yatıran uluslararası yatırımcıların, verilen sözün tutulmamasından dolayı uğradıkları zarar daha da büyüyecek.
Dünyada tüm emtia fiyatları artarken Türk tarımı için en önemli tehlike sinyali gübreden geliyor. Türk çiftçisinin kullandığı DAP gübrenin fiyatı son 1 yılda yüzde 300’e yakın arttı ve artmaya da devam ediyor. Dünyanın sayılı gübre ihracatçılarının, ihracata yeni vergiler koyması, gübrenin hammaddesi olan ürünlerin fiyatlarının sürekli artması, bu yıl Türk çiftçisinin geçen yıldan çok daha pahalı gübre kullanacağını gösteriyor.Alım gücü gerileyen Türk çiftçisi, gübreye muhtaç topraklarına daha az gübre verdiğinde, geçen yıl susuzlukla yaşanan ürün kaybının bir benzeri bu yıl da gübresizlikten yaşanacak. Türkiye yorgun toprakları yüzünden gübreye muhtaç bir ülke. Türkiye’de yılda 5 milyon ton civarında torbalı kimyevi gübre kullanılıyor. Bu oranla bile aslında Türkiye diğer ülkelere göre gübreyi daha az kullanıyor. Geçen yıl gübre kullanımı yüzde 4 düşmüştü. Bu yıl ise artan fiyatlar yüzünden gübre kullanımında yüzde 10’un üzerinde düşüş bekleniyor. Türkiye’de saf besin maddesi olarak hektar başına 83 kilogram gübre kullanılırken, bu rakam Bulgaristan’da 173, AB ülkelerinde 250 kilograma kadar çıkıyor.Bağfaş Genel Müdürü Kemal Gencer ile geçen hafta içinde buluştuk ve gübre fiyatlarındaki bu akıl almaz fiyat hareketlerini konuştuk. Eylül ayında gübreleme sezonunun başlayacağını, Türk çiftçisinin artan bu fiyatlar karşısında ne kadar gübre kullanacağının muamma olduğunu söyledi.Artan gübre fiyatlarında, Türkiye’deki üretim tesislerinin hiçbir günahının olmadığını kaydeden Gencer “Çünkü bu ürünlerin tamamı ithal ediliyor. İthal ürünlerdeki fiyat hareketleri ise başdöndürücü” dedi.Bağfaş olarak Suriye ile daha önceden uzun vadeli kükürt anlaşması yapmışlar. Ancak Suriyeliler dünya piyasalarında fiyatlar yükselince Bağfaş’tan ekstra fark istemiş. “Tahkime gitsek uzun sürer” diyen Gencer, farkı verdiklerini ve kükürtü aldıklarını söylüyor. Gübrenin hammaddesi fiyatlardaki son 1 yıllık hareketi Gencer’den aldım. “Ben bu rakamları size vermek için dün akşam hazırladım. Ancak sabah gelirken arkadaşlarım aradı. Yunanistan’a giden bir gemideki fosforik asitte 2.100 dolar fiyat vermişler” dedi.Gencer’in notlarına baktım, orada fosforik asitin karşısında 1.985 dolar vardı. 24 saatte fiyat 2.100 dolara çıkmış. Hakikaten emtia fiyatlarındaki artışları insanın hafızasının alması imkansızlaştı.Peki ne yapmak lazım? diye soruyorum.“Hammadde fiyatlarındaki artışa yapacak birşey yok. Ancak bu fiyatlar sürekli böyle gitmez, bir yerde duracak. İlk çözülme kükürt fiyatlarında yaşanır” diyor Gencer.Türkiye’de yerli gübre üreticilerinin değerinin bilinmemesinden de şikayetçi. Kimyevi gübre fabrikalarının üvey evlat muamelesi gördüğünü, ihmal edildiklerini söylüyor. Özel sektörün bu nedenle fabrikalarını yenileyip kapasite artıramadığını kaydeden Gencer, özelleştirilen kimyevi gübre şirketlerine 10 yıl süreyle kapasite artırım ve üretim zorunluluğu getirilmemesini eleştiriyor. Çin gübre ihracatına % 135 vergi koydu Pİrİnçte yaşanan kısıtların bir benzerinin gübrede yaşandığı dikkat çekiyor. Çin “Ürettiğim gübre bana lazım” diyerek ihracata kısıtlamalar getirdi. Yaklaşık 10 gün önce alınan karar sonrası Çin’den gübre almak isteyenler yüzde 135’lik ekstra vergi ödemek zorunda kalacaklar. Benzer bir uygulamayı daha düşük oranlarla yine bir büyük ihracatçı Rusya da devreye soktu. Rusya tüm nitrojenlerde yüzde 8.5, tüm kompozelerde de yüzde 5 ekstra vergi alacağını açıkladı.Bağfaş’ın kârlılığı yüzde 15.98’e çıktı Kemal Gencer’e “Artan fiyatlar, Bağfaş’ın kârlılığına olumlu yansıdı mı” diye sordum. Daha önce yapılmış ucuz fiyatlı alım sözleşmeleri sayesinde 2007 yılının iyi geçtiğini, bu yılın ilk çeyreğinde de aynı etkinin görülebileceğini, ancak daha ikinci çeyrekten sonraki hammadde alımların dünya fiyatları seviyesine gelmesi ile kârlılıkta bir miktar düşüş olabileceğini söyledi. 2007’de Bağfaş’ın vergi öncesi kârlılığı yüzde 15.98’e çıkmış. 246 milyon YTL’lik satışlara karşılık 39.3 milyon YTL’lik vergi öncesi bilanço kârı oluşmuş. Bu oran 2006 yılında yüzde 5.69, 2005 yılında ise yüzde 9.39 seviyesindeydi.
İki kamu bankasının, Başbakan’a çok yakın, üstelik Başbakan’ın damadının da CEO olduğu bir gruba 750 milyon dolar kredi açmasının etiği tartışılırken, kredinin maliyeti de belli oldu. Libor artı yüzde 4.85 faizli kredinin, 3 yılı ana para ödemesiz 10 yıl vadeli verilmesi, bu likidite sıkışıklığında bankacıları bile hayrete düşürdüÇalık Grubu’nun Türkiye’den 3 büyük özel bankaya gidip kredi istediğini ancak bu bankaların Vakıfbank ile Halkbank kadar bonkör davranmadıklarını dün yazmıştım. İki kamu bankasının, Başbakan’a çok yakın bir işadamına, üstelik Başbakan’ın damadının da şirketinde CEO olarak görev yaptığı bir işadamına, toplam alım bedelinin yüzde 70’ine yakın bir miktarda krediyi ‘trink’ diye kullandırırken niye diğer bankaların bu krediye sıcak bakmadıkları, kamu bankalarından sağlanan kredinin maliyeti ile daha iyi anlaşıldı.Aslında kredi kullandıran 2 banka da önceki gün yarım yamalak açıklamalar yaparak “Biz bu krediyi niye verdik” savunması yapsalar da kredinin maliyetini ve ayrıntılarını her nedense bu açıklamaya ekleme zahmetine girmemişlerdi.Ticari sırdır, vermek istemeyebilirler. Aydın Ayaydın üstadımız bu bilgiye ulaştı, ayrıntılarını da hemen yandaki köşesinde okuyabilirsiniz.İki kamu bankasının Çalık Grubu’na libor artı yüzde 4.85’le kredi kullandırdığı anlaşıldı. Libor dün itibarıyla Londra piyasasında yüzde 3.03’dü. Yani dolar cinsinden kredinin yıllık maliyeti yüzde 7.88’e geliyor.Libor, Londra piyasasında doların her gün saat 11 itibarıyla oluşan faizini ifade eder. Kredinin maliyeti bir yana asıl ilginç olan ise 10 yıl vadeli kredinin ilk 3 yılının ana para ödemesiz verilmesi. Çalık Grubu ilk 3 yıl bu bankalara 6 ayda bir sadece faiz ödemesi yapacak.Şimdi gelin bu kredinin maliyet analizini yapalım. Ucuz mu pahalı mı anlayalım... Önce vade yapısına bakalım.Gerek Halkbank’ın gerekse Vakıfbank’ın topladığı mevduatın ortalama vadesi 1 yılı geçmez. Kullandığı sendikasyonların, seküritizasyonların vadesi de 2-3 yıldan fazla değildir. Böyle bir vade yapısı olan paranın 10 yıl vadeli bir krediye ‘plase’ edilmesi, üstelik ilk 3 yıl anapara ödemesi istenmemesi, sadece 6 ayda bir faiz ödemesine razı olunması, likiditenin krallık olduğu şu günlerde bankacılık intiharıdır.Bir de faizi irdeleyelim. Faizi irdelemenin en iyi yöntemi diğer borçlanmalara bakmaktır.TAV geçtiğimiz günlerde eurolibor artı 2.6 ile borçlandı. Eurolibor yüzde 4.9 civarında. Yani maliyet 7.5’e geldi. Tofaş yine eurolibor artı 2.5 ile borçlandı. Dışarıda Merrill Lynch ve Citigroup 21 Nisan’da hybrid bonds çıkardılar. Bir hafta önce de JP Morgan bono satmıştı. JP Morgan yüzde 7.9’la borçlanabildi. Merrill Lynch yüzde 8.625 faize razı oldu. Citigroup’un çıkardığı bononun faizi yüzde 8.4 oldu.Yani Halkbank ya da Vakıfbank 375’şer milyon doları Çalık Grubu’na vermek yerine uluslararası finans kurumlarına götürse daha fazla faiz alabilirdi.Hepsini bırakın Türkiye Hazinesi’nin 27 Şubat’ta ihraç ettiği 30 yıl vadeli eurobond’ların üzerinde 7.25 faiz vardı.S&P’nin görünüm değişikliği, kapatma davası eklendiğine göre, Hazine bugün tekrar borç piyasasına çıksa herhalde yüzde 8-8.25’den daha az bir maliyetle borçlanamaz.Yukarıda örneğini verdiğim şirketler nakit akışı, kredibilitesi yüksek şirketler.Eurobond’u çıkaran ise Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi.Ekonomiler küçülüyor, dünyada büyüme yavaşlıyor, emtia fiyatları şişiyor, paranın maliyeti artıyor.Yani faizler yükseliyor.Ha birde şu var. Ekonomi 1 küçülse, medya sektörünün lokomotifi reklam gelirleri 3 küçülüyor...Bu perspektifle bakınca niye özel bankaların bu krediye yanaşmadığı daha iyi anlaşılıyor
Beşiktaş’ın Şubat sonunda yapılan mali kongresinde yönetimi ibra etmeyen 21 üyeden bazıları “Yanıltıldık” iddiasıyla 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açtı. Açılan davanın ana konusu Beşiktaş eski Teknik Direktörü Del Bosque’ye yapılacak ödeme ile ilgiliydi.Mali kongrede “Daha hukuk süreci bitmedi. Beşiktaş bu davayı kazanabilir” diyen yönetim, ödenmesi muhtemel 6.7 milyon euro artı faiz ve masrafları bilançoda göstermeye tenezzül bile etmemiş, hatta karşılık da ayırmamıştı. Oysa o dönem davanın akıbeti çoktan belli olmuştu.Üyelerin tepkisinden çekinen Başkan Demirören ve ekibi bir bilanço oyunu daha yaptı ve Del Bosque’ye yapılacak ödeme için UEFA tarafından bloke edilen 6.2 milyon euroluk Şampiyonlar Ligi gelirini de bilançoya dahil etti. Yani bilanço bir anda 15.5 milyon YTL’den fazla makyaj yedi. Kongre üyeleri de tıpkı Başkan gibi Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nü halen bir dernek olarak gördükleri için Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gitme yolunu seçti.Beyler hatırlatırım ki, Beşiktaş Futbol A.Ş halka açık bir şirkettir.Sözkonusu bilanço oyunu, sadece kongre üyelerini, benim gibi siyah beyaz renklere gönül vermiş taraftarları yanıltmakla kalmamış, Borsa’da Beşiktaş hisse senedi alanlar açısından da tam bir kandırmaca olmuştur.Halka açık bir şirketin çok önemli bir mali bilgisi yatırımcıdan saklanmıştır.Sermaye Piyasası Kanunu açısından ortada çok ciddi bir sorun bulunmaktadır.Kulüplerin, popüleritelerini kullanarak Maliye Bakanlığı başta olmak üzere Hükümet nezdindeki bitmek bilmeyen ricaları bilinmektedir.Kim iktidar olursa olsun, sonuçta Cumhurbaşkanı da Başbakan da Maliye Bakanı da birer taraftardır. Üstelik mevcut hükümet sporu ve bilhassa da futbolu siyasi malzeme olarak kullanmayı çok iyi becermektedir. Bu kişiler ablukaya alınır ve başta vergi olmak üzere türlü türlü sorunlar bir çırpıda çözülüverir.Ancak halka açık bir şirketin yöneticilerinin sermaye piyasalarının temel düzenlemeleri ile uyum içinde olmaları, otoritenin yani Sermaye Piyasası Kurumu’nun da bu uyumu kontrol etmesi gerekirdi. Futbol popülizminin SPK’da herhangi bir karşılığının olmaması lazım.Del Bosque ile ilgili durum Sermaye Piyasası Mevzuatı uyarınca açıklanması gereken bir bilgi iken bu yüküm yerine getirilmedi. SPK’nın 47’inci maddesinde düzenlenen kurallar ihlal edildi.Fiyatı etkileyecek çok önemli bir bilgi gizlendi, manipülasyona imkan yaratıldı.(Bu Del Bosque konusunun açıklanmasından önceki ve sonrasındaki hisse senedi fiyat hareketlerinden net olarak görülebiliyor.)Başkan, bazı taraftar gruplarını manüpile edebildiği gibi SPK’yı da Borsa’yı da manüpile edebileceğini düşünmemeli. Ayrıca şirket yönetiminde esas olan ticaret hukuku ilkesi basiretli olma ve özen gösterme ilkesidir.Del Bosque ile yapılan sözleşmenin hem yapım hem feshinde Beşiktaş yönetiminin gerekli özen ve basireti göstermediği; şirket yöneticisi gibi değil dernek yöneticisi gibi davranarak halka açık bir şirketi zarara ve sermaye kaybına uğrattığı tartışmasız bir gerçektir.Şayet BJK Başkanı Yıldırım Demirören, bir kulübün değil de bir şirketin CEO’su olsaydı, hissedarlar onu bugünleri bile beklemeden kapının önüne koyarlardı.Oysa bizim başkan tüm bu yanlışların faturasını camiaya çıkartmakta “Kulüp bana borçlu” deme pişkinliğini gösterebilmektedir.Beşiktaş Futbol A.Ş.’nin genel kurulunda küçük pay sahipleri işlem ile ilgili ibra kararına karşı oy kullanıp muhalefetlerini genel kurul zabıtlarına geçirterek dava yoluna gidebilirler.Ya da SPK hiç bunlara gerek bile görmeden konuyu kendi kanunu çerçevesinde de ele alabilir. SPK madem bu zor piyasaya futbol kulüplerinin girmesine izin verdi...Devamını da getirmek durumundadır.Kulüplerin başkanları artık bir dernek yönetmediklerini, halka açık bir şirket yönettiklerini farketmeliler.
Pirinçte fırsatçı kim?Son günlerde herkes birbirine bunu soruyor, fiyatı kim ya da kimlerin manipüle ettiğini bulmaya çalışıyor. Olayı “küresel bir oyun oynanıyor” komplo teorisine kadar götüren bazı cahiller bile çıkıyor.Şunu belirtelim ki 200’den fazla ithalatçının olduğu bir yerde spekülasyon imkansız gibi bir şey. Biz gelin hiç komplo teorisi üretmeden sadece rakamları konuşturalım. Konuşturalım ki tarladan 70 kuruşa alınan çeltiğin bizim soframıza gelene kadar 5 YTL’ye ulaşan öyküsü anlam kazansın. Bu maliyet analizinde herkes kendini bir yerlerde bulacaktır. Böylece fiyatları kimin ne kadar şişirdiği de net biçimde ortaya çıkacaktır. Hadi siz de elinize bir hesap makinası alın, benimle birlikte bölün çarpın... Kimin ne kadar kâr marjı var bulun.Üreten, yani yarı beline kadar suya giren çiftçiden çeltik geçen Eylül-Ekim’de yaklaşık 70 kuruşa alındı. (Bugünlerde fiyat 1.8 YTL’ye kadar çıktı ancak ürün yok. Hasat henüz başlamadı)TMO ise geçenlerde 77 firmaya 80 kuruştan mal verdi. Biz hesaplamada 70 kuruşu baz aldık.Bu çeltikten maksimum yüzde 60 randımanla pirinç elde edilir. Pirincin maliyeti 1.16 YTL’ye gelir. Çeltiğin işlenmesinden kalan yan ürünlerin (kabuk, kepek, kırık pirinç gibi) satışından elde edilen gelir işletme masraflarını karşılar. Pirincin maliyeti için yaklaşık 1.1 YTL gibi bir rakam bulunur.İşte bu ürün, şu an toptancılarda çuvalla kilosu yaklaşık 2.5 YTL’ye satılan üründür. Zincirin birinci halkası burası. Kâr marjını ben en sonda yazmayı tercih ettim. Sabırsızlananlar 2.5’i, 1.1’e bölüp yüzdeyi hemen bulabilir.Toptancıdan 2.5 YTL’ye alınan pirince yüzde 8 KDV ödenir. Fiyat olur 2.7 YTL. Teslimat depolarda yapılır, nakliyeyi alıcı üstlenir. Bir kilo pirincin nakliyesi ortalama 5 kuruştur. Maliyet etti mi 2.75 YTL. Bu pirincin hiç firesiz işlendiğini farzedelim. Paketleme masrafı yine 1 kg için yaklaşık 15 kuruştur. Maliyet 2.96 YTL’ye gelir. Bu paket yaklaşık yüzde 10 kâr ile markete satılır. Fiyat oldu mu 3.3 YTL.Bu ürüne yüzde 8’lik KDV tekrar ödenir, maliyet 3.56 YTL’yi bulur. Artık bundan sonrası marketin insafına kalmış. Bu ürünü 4 YTL’ye satan da var, 5 YTL’ye satan da... Diyelim ki 4 YTL’ye satılıyor. Marketin kârı yaklaşık yüzde 12.3 olur. 5 YTL’ye satan bilin ki yüzde 40 para kazanıyordur. Şimdi zinciri en baştan tekrar incelersek, aslında en fiyakalı kârın çeltiği alıp işleyen ve çuvallarla satan toptancıya ait olduğu net olarak görülür. Hesap neydi, 1.1 YTL’lik maliyet, 2.5 YTL’lik fiyat. Aradaki fark? Yüzde 127...Rakamları konuşturmak her zaman en iyisidir.Bilgi kirlenmesine birebir gelir.Herkes resmi net olarak görür.
Pirinç fiyatının 4 hatta 5 YTL’ye çıktığını görünce üzülmemek elde değil. Türkiye’de spekülatörlerin ne kadar acımasız ve fırsatçı olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz.Pirinç piyasası ile ilgili vereceğim rakamları iyi analiz ederseniz, şu an piyasada satılan pirincin ulaştığı fiyatın hiç bir ekonomik izahının olmadığını göreceksiniz.Öncelikle şu tespiti yapalım: Türkiye’de aslında pirinç kıtlığı yok.Bunu ben değil, Türkiye’de pirinç denince ilk akla gelen isim olması gereken Mehmet Torun söylüyor. Mehmet Torun, son fiyat hareketlerinden sonra kanal kanal dolaşan, gazete sütunlarına konuk olan adeta yangına körükle giden, belki de bundan menfaat sağlayan paketlemecilerden farklı bir isim.Çeltik üretimi de yapıyor, ithalat da... “Şu an isteyene 1.700 dolardan ABD’nin en kaliteli pirinci olan Kalros’tan verebilirim. Bugün itibarıyla fiyatım bu” dedi dün konuştuğumuzda. Torun’un verdiği dolar bazındaki fiyata göre pirincin kilosu 2.2 YTL civarında. O da fiyatların bu denli çıkmış olmasına isyan ediyor. Çünkü pirincin kendi deposundan çıkış fiyatını biliyor... Peki bu fiyat, marketlerde bakkallarda raflara ulaşana kadar 4 hatta 5 YTL’yi nasıl buluyor? Toptan fiyatın üzerine yüzde 120’yi geçen fahiş kârı kim ya da kimler ekliyor?Torun’a “Sizin fiyatınız da yüksek değil mi zira TMO, 1.8 YTL’den satış yapıyor” diye hatırlatıyorum. Torun, “TMO sattığı üründe lekeli taneyi almaz. Bizim sattığımız ürün pırıl pırıl 0 analiz üründür. Yani aynı ürün değil” diyor.Torun bir başka örnek daha veriyor; “Yerli Osmancık pirincinin bugün itibarıyla bendeki fiyatı 2.7 YTL” diyor. Bir araştırma yaptırdım. CarrefourSA’da 7.4 YTL’den satılan pirinç var.Aradaki fiyat farkını hesaplayabiliyor musunuz?Bu fiyat farkı, ihracatçı ülkelerin mal satışını durdurması ile, kuraklık ile uzaktan yakından alakalı değil. Ana üreticilerin ihracatı durdurması fiyatlarda yüzde 30’a yakın bir yükseliş yaratsa da bu iç piyasada yüzde 130’u geçen fiyat farkıyla örtüşmüyor. Yani arada ciddi bir köpük var ve bu köpük fark birilerinin cebine gidiyor. “Türkiye’nin kuraklık nedeniyle pirinç üretiminde bir düşüş var mı?” diye soruyorum. “Buğdayda, mısırda oldu ama pirinçte üretim kaybı yaşanmadı” diyor. Mehmet Torun ayrıca çok önemli bir bilgi daha veriyor: “Şu an bağlantısı yapılmış, Türkiye’ye doğru gelmeye hazır tam 137 bin ton pirinç var. İnternetten görebiliyorum. 77.9 bin tonluk pirinç yüklenmeye devam ediyor. 46 bin tonluk ikinci bir parti ve 13 bin tonluk bir başka partinin daha yüklemesi yapılacak.” Görünen o ki, bilgi kirlenmesi ortadan kalktığında, mal stoklayanların, “Yandık bittik mahvolduk. Pirinç kıtlığı var. Yakında halk pirinç bulamayacak” diyenlerin canı fena halde yanacak.
İhlas Holding ile ilgili sık yazı yazmama, özellikle Borsa’da bu grubun hisselerine yatırım yapan bazı okuyucu oyuncular kızıyor. Gelen mesajlardan anlıyorum ki olayı kişiselleştirdiğimi düşünenler de çıkıyor. Ancak, öyle şeyler oluyor ki yazmamak elde değil.İhlas Grubu’nun kamu ile paylaşmadığı çok önemli bir bilgiyi aktarmak yine bana düştü. Maliye’ye tam tamına 150 milyon YTL’lik kesinleşmiş vergi borcu bulunan İhlas Holding, uzlaşma yasasından yararlanmak için 17 Mart 2008’de İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’na başvurdu. Bu işin sıcak haber kısmı. Ancak bir de olayı ilginç kılan, vergi affı yasasının sanki Enver Ören’i kurtarmak için çıkarıldığını düşündürten ayrıntılar var... 1997 ile 2000 yılları arasında İhlas Holding’in örtülü kazanç dağıtımı yaparak vergi kaçırdığını tespit eden Maliye elemanları bir rapor yazdı. Tarh edilen vergi ve cezalar, Marmara Kurumlar Vergi Dairesi tarafından 2002 yılında İhlas Holding’e tebliğ edildi. İhlas Grubu, diğer grupların yaptığını yapıp bu cezaya karşı dava açtı. Ancak aradan geçen sürede kararlar hep İhlas aleyhine çıktı. Her karar sonrası İhlas bir üst mahkemeye düzeltme talebinde bulundu.Tam 7 kez, evet yanlış okumadınız tam 7 kez, İhlas Grubu açtığı her davada mahkemeden eli boş döndü. Nihayet 25 Mayıs 2007 tarihinde Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu tarhiyatı bir kez daha onayladı. Yani artık İhlas Grubu’nun itiraz edebileceği merci kalmadı. Vergi cezası son kuruşuna kadar kesinleşti.İşte tam da bu aşamadan sonra film çevrilmeye başlandı.Kesinleşen karar bir türlü Vergi Dairesi’ne ulaşmadı. Ne zaman ulaştı? 30 Ocak 2008’de. Tam 8 ay boyunca karar dosyasına ne olduğunu kimse bilmiyor. Belli ki bir yerlerde birileri tarafından tutuldu, İhlas’a tebligat yapılmadı.5736 sayılı “Bazı kamu alacaklarının uzlaşma usulü ile tahsili hakkında kanun” 28 Şubat 2008’de çıktı.İhlas Grubu 17 Mart 2008’de aftan yararlanmak için İstanbul Vergi Dairesi’ne başvurdu. İMKB Bültenleri’ne tam 3 kez baktım. Kendime güvenmeyip, atlamışımdır diyerek bir de Borsa Finans Editörü arkadaşım Ufuk Korcan’dan rica edip tarattırdım. İhlas Grubu bu başvuru ile ilgili tek bir satır bilgiyi İMKB’ye ulaştırmamış...Enver Ören sabah kalktığında tansiyonu 8’e 12 çıktığında bile “Hisselerin değer kazanmasına belki bir katkısı olur” cinliği ile İMKB’ye özel durum açıklaması yapan İhlas yetkilileri, her nedense böyle önemli bir konuyu en başından bu yana Borsa’dan ve yatırımcıdan kaçırmış.150 milyon YTL’lik vergi borcunu önemsiz buldular herhalde.Gelelim işin 5736 sayılı kanunu “Enver Ören’i vergiden kurtarma” kanunu dedirtecek teknik boyutuna...Kanun adı üzerinde uzlaşma kanunu.Uzlaşma benim bildiğim mahkeme aşamasındaki davalarda olur. Taraflar iddialarından vazgeçer, belli bir miktarda uzlaşılır.İhlas’taki durum uzlaşmayı gerektiriyor mu? Hayır. Çünkü vergi cezası kesinleşmiş. Artık mahkemelik bir tarafı kalmamış.İşte... Söz konusu 5736 sayılı yasaya İhlas Yasası dedirten ayrıntı da burada ortaya çıkıyor.Çünkü kanunun 5’inci bendi, ihtilafa ilişkin nihai kararın kesinleşmiş olması, yani kanun yollarının tüketilmiş olmasına rağmen tebligat yapılmamış ise bu hükümden yararlanılabileceğini öngörüyor. Yani tam da İhlas’ı tarif ediyor.Kanunun bu bendine 5 değil de “Enver Ören” bendi de diyebiliriz.Peki bundan sonra ne olacak?İhlas Holding, 17 Mart 2008’de aftan yararlanmak için İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’na başvurdu dedik.21 Mart’ta da başvuru (Yani bu kez 8 ay beklemeden, sadece 4 gün sonra) Ankara’ya Gelirler İdaresi Başkanlığı’na gönderildi.3 uzman oturacak dosyayı inceleyecek. Biraz insaflılarsa “Cezanı yarıya düşürdük. Öde kurtul” diyebilirler.Ancak isterlerse 150 milyon YTL’lik cezayı sıfırlayabilirler de.Herşey iki dudaklarının arasında...İşi yüzüp yüzüp kuyruğuna getirmişler. Son kıyaklarını da yaparlar herhalde...