Şişecam, 2004 yılında Bulgaristan’a yatırım yapmaya başladı. Bugüne kadar yaptığı yatırım tutarı cari fiyatlarla 400 milyon doları buldu. Şimdi Şişecam, Bulgaristan yatırımını 415 milyon dolarlık yeni yatırımla büyütme kararı aldı. 800 milyon doları geçen bu sıfırdan yatırım, şu ana kadar Bulgaristan’daki en büyük yatırım olarak da dikkati çekiyor. Tüm tesisler devreye girdiğinde fabrikalarda 2 bin kişi doğrudan istihdam edilecek.Hem devreye giren yeni tesisleri görmek hem de yeni yatırım planlarını dinlemek üzere Perşembe günü Bulgaristan’ın Targovishte şehrine günübirlik bir ziyaret yaptık.Varna havaalanından 45 dakika uzaklıktaki Targovishte’deki tesislerin açılışını Başbakan Erdoğan yaptı. Avrupa Birliği’nin en güneydoğusundaki bu yatırım kuşkusuz insanın içini biraz acıtıyor. Zira Türkiye’de gayriresmi işsizliğin yüzde 16’larda olduğu düşünülürse, insan ister istemez “Bu tesis neden Türkiye’nin güneydoğusunda değil de AB’nin güneydoğusu’nda?” diye soruyor...Şişecam gibi bir kuruluşun global oyuncu olmak için bu tesisleri dünyanın her yerine kurmasından başka çaresi yok. Otomotiv firmaları nereye gidiyorsa, Şişecam da peşinden gidiyor. Tabii şişe ambalaja ihtiyaç duyan firmalar da takip ediliyor. Mesela Şişecam’ın Rusya’daki en büyük müşterisi Anadolu Grubu. Şişecam adeta Anadolu Grubu’nu adım adım takip ediyor. Ruslar bira içtikçe hem Anadolu Grubu hem de Şişecam kazanıyor.Şişecam’ın Bulgaristan’da olması da çok önemli. Burada da hızla gelişen bir pazar var. Ancak Bulgaristan tesislerinden yapılan 185 milyon dolarlık satışın 150 milyon dolarının çevre ülkelere olduğunu da belirtmek lazım. Gelelim enerji maliyetlerine. Kuşkusuz cam işinde enerji maliyeti çok önemli. 1 metrekarelik camın yüzde 30 hatta 35’i enerji maliyetinden oluşuyor. Bu durum demir çelik, seramik gibi sektörlerde de bu denli yüksek oranda yaşanıyor. Diğer sektörler ise kuşkusuz elektrik maliyetlerine bakıyor. Şişecam Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kirman, Şişecam Genel Müdürü Doğan Arıkan ve Şişe ve Cam Fabrikaları’nın Düzcam Grubu Başkanı Gülsüm Azeri, bu konudaki sorularımıza yanıt verirken Türkiye’nin enerji alanında elinin çok ama çok zayıf olduğu ortaya çıktı. Örneğin elektriği Targovishte’de megawatsaati 39 eurodan kullanıyorlar. Oysa bu maliyet Türkiye’de Yenişehir fabrikasında 55 euro.Doğalgaz fiyatlarında da anormal bir fark var. Bulgaristan’da doğalgazın bin metreküpü 187 euro. Türkiye’de ise 230 euro. Bir işçinin Şişecam’a maliyeti Bulgaristan’da 9 bin dolar, Türkiye’de 26 bin dolar.Rusya rakamlarını ise hiç vermemek daha iyi. Çünkü kıyas kabul etmiyor. Rusya’da elektrik 3.5 euro, doğalgaz bölgeler arasında değişmekle birlikte 40-60 euro arasında. Yani Türkiye’nin beşte biri fiyatta. Targovishte, Şişecam’a bedava arazi temin etmiş, gazı, elektriği, demiryolunu fabrikanın kapısına kadar getirmiş, atık sistemini kurmuş, beş yıl boyunca kurumlar vergisinden muaf tutmuş. Karşılaştırma böyle. Duygusal anlamda bu yatırımların neden Türkiye’de olmadığını insan sorguluyor ancak işadamı mantığı ile fizibilite yapıldığında da Türkiye’nin hiç şansının olmadığı ortaya çıkıyor.*****Erdoğan: Burası en geri ilimizden daha ileri değil Fabrika açılışına katılan Başbakan Erdoğan’ı sağolsun Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan’ın aracılığı ile 20 dakikalığına bir odada sohbete davet ettik. 3 gündür yurtdışında olan ve 3 Balkan ülkesi gezen Erdoğan da isteğimizi kırmayarak bizim hem ekonomiye hem de siyasi gündeme dair sorularımıza zamanı elverdiği ölçüde cevap verdi. “Türban için 5 yıl sabrettim” ve “Biri bana neden geri adım atacağımı söylesin” sözlerini sıcak mesajlar olduğu için anında İstanbul’a aktardık ve dünkü sayfalarda da yer aldı.Erdoğan’a “Türkiye’de işsiz ordusu hergün büyürken, bir Türk firmasının Bulgaristan’ın en büyük yatırımını yapıyor olmasından duygusal olarak biraz da olsa rahatsız olup olmadığını” sordum, şöyle yanıt verdi:“Gönül arzu eder ki, tüm bu yatırımlar Türkiye’de olsun. Ancak ülkemizi küresel rekabete sokacaksak, dar kapsamda düşünemeyiz. Biz diyoruz ki markalar yaratacağız. Ülke içinde kalarak dünya markası yaratamazsınız. Ülker gitti, Godiva’yı aldı. O zaman ne gerek vardı? Zaten Türkiye’de çikolata yapıyordu, iyisini de yapıyordu. Beko gitti, Grundig’i aldı. Üstüne üstlük iflas etmiş bir şirketti. Markayı aldı ve markanın bir değeri var. Şimdi aynı ürünü üretiyor, üstüne Grundig markasını vurarak, yüzde 20-30 daha iyi fiyatla satıyor. O bakımdan bu ülkede yatırımı da faydalı buluyorum. Bakacak olursanız 49 teşvikli ilimi burası ile kıyas bile etmem. AB üyesi olması çok önemli değil. Tabela işi kurtarmıyor. Burası benim en geri kalmış ilimden daha ileri bir yer değil. Ancak Türkiye de yatırım çekme konusunda rakipleri ile mücadele etmeyi öğrenecek. Biz gerekli her türlü kolaylığı sağlıyoruz.” Şişecam Grubu, Mart 2006’dan beri üretim yaptığı Bulgaristan’daki tesislerinde 1.500 Bulgar işçisine iş olanağı sağladı. Yeni yatırımıyla birlikte istihdam sayısını 2 bine çıkaracak. Ne var ki, Bulgaristan’da çalışma yasaları nedeniyle işçilerle geçen yıl sorun yaşamıştı. İki yıllık toplu sözleşme anlaşmasından birkaç ay sonra fabrikanın işçileri, toplu sözleşmeye rağmen Bulgar yasalarının kendilerine sunduğu imkanla yüzde 51 çoğunluğu sağlayıp yeniden zam istedi ve greve gitti. Şişecam Grubu da Bulgar mahkemelerine başvurup, grevin yasadışı olduğunu iddia etti. Sonuçta mahkeme el sıkışılan zam oranının geçerli olduğuna ve grevin yaşadışı olduğuna karar verdi.Başbakan’ın da gezisinde grev gündemindeydi. Bulgar Ekonomi ve Enerji Bakanı Petar Dimitrov’a, “İşçilerin istenildiği anda grev yapması bu yatırım için tehdittir. Bu tehditten kurtarmak lazım. Aksi takdirde yatırımcı da kılı kırk yarar” dedi. Bulgar Bakan da yasaların değiştirilmesi için harekete geçeceklerinin sözünü verdi.
Borsacıların Ayı Fikret lakabıyla tanıdığı yılların spekülatörü Fikret Canayakın’ın cenazesi dün Fatih Camii’nden kaldırıldı...Fikret Canayakın’ın kalbi Cuma günü saat 10.15’te yani hisse senedi fiyatları Borsa ekranına yansımaya başladıktan 30 dakika sonra durdu. İhlas Ev’in taban olması Fikret Canayakın’ı derinden üzmüş, kalbi sıkışmıştı. Çünkü o da ne yazık ki İhlas Finans Kurumu’nun yeniden faaliyet izni alacağı balonuna inananlar arasındaydı. İMKB Bültenleri’nde ardı ardına çıkan haberleri okumuş, bu hayalin gerçek olabileceğine inanmıştı.Yüklü miktarda İhlas hissesi almıştı.Spekülatör ruhluydu. Daha önce Aktaş Elektrik’ten, Çukurova Kepez Elektrik’ten büyük darbeler yemişti ama büyük paralar kaybettiği Borsa’dan başka o parayı tekrar kazanabileceği bir yer olmadığını biliyordu.Belki rulet masasına gitse bütün parasını kırmızı ya da siyaha bassa en azından yüzde 50 şansı olacakken o gitti İhlas’ın rüyasına ortak oldu...BDDK’nın açıklamasıyla ’game over’ dedi ve çöktü kaldı...Yorgun kalbi daha fazla dayanamadı.Şimdi kime kızacağız?Paralar kazanılır ya da kaybedilir. Ancak kaybedilen 55’inde bir hayatsa orada durmak gerekir. Fikri sabit olanlar; olaya ’su testisi su yolunda kırılır’ ya da ’kılıçla yaşayan kılıçla ölür, kimse ona zorla İhlas hissesi aldırmadı’ şeklinde özetlenebilecek acımasız, duygusuz düz mantıkla bakabilir...Ancak olay bu kadar basit olmamalı...SPK’nın büyük ihmaliBu olaydan ilgili tüm kurumlar gerekli dersi çıkarabilmeli...Dün de vurguladığım gibi olayda İMKB’nin ve SPK’nın çok ama çok büyük ihmali olduğunu düşünüyorum. İhlas Finans’la ilgili ilk açıklama geldiği andan itibaren bu kurumların derhal harekete geçmesi ve olayı her yönüyle irdelemesi gerekiyordu.77 gün boyunca İhlas Finans’la ilgili spekülasyonların devam etmesine göz yumulmamalıydı... BDDK’nın tutumu öncelikle duyurulmalıydı.İhlas’ın patronu Enver Ören kendince çıkış yolu arıyor olabilir...Bunları sadece Borsa’yı etkilemek için de yapıyor olabilir...Ancak o kurumlar niye var?Küçük yatırımcının hakkını korumak için orada bulunmuyorlar mı?Eminim bu hisseden 10 lot, 100 lot alan imkanları kısıtlı insanlar da vardı ve onların da canı yandı.Ayrıca spekülatörler de bir yatırım ortamının olmazsa olmazlarıdır. Bizim piyasamızda spekülatörle manipülatör birbirine karıştığı için spekülatör adından rahatsızlık duyuyoruz ancak Ayı Fikret’ler de bu piyasanın bir sac ayağını oluşturuyordu... Herkes şu soruyu sorarsa ve cevabını gerçekten bulabilirse işte o zaman Türkiye sermaye piyasası yükselmeye başlar...Soru şu...Ayı Fikret’i kim öldürdü? EN SEVİLEN SPEKÜLATÖRLERDEN BİRİYDİ BORSA’NIN sevilen spekülatörlerinden Fikret Canayakın aynı zamanda da ilk spekülatörlerinden biriydi. Çukurova ve Kepez Elektrik’e yaptığı yatırımlarla tanınan Canayakın’ın Borsa’da şansının olmadığı hisseler arasında Aktaş Elektrik, Net Turizm sayılıyor. Canayakın SPK tarafından bir defa geçici işlem yasaklısı oldu ama yasak daha sonra kalktı. Canayakın’ın serveti aileden geliyor. Adını aldığı dedesi Fikret Canayakın, Türkiye’nin ilk özel bankası Yapı Kredi’nin ilk hissedarlarından biriydi.
1986 yılında faaliyete geçen İMKB ile gazeteci olarak tanışıklığım 1989 yılına rastlıyor. Yani sadece başlangıçtaki 3 yılı kaçırdım. O dönem de zaten İMKB’nin embriyo dönemiydi.Aradan yıllar geçti ama ne yazık ki İMKB halen emekleme dönemini dahi tamamlayamadı. “Türkiye sermaye piyasasından yükselecektir” ifadesine inancımı sarsacak o kadar çok olaya şahit oldum ki, Türkiye’de borsanın sahipsiz bir kumarhane olduğu gerçeğini artık ben de kabul ediyorum. Burası yalanlar üzerine kurulmuş bazı kurtların istediği gibi at koşturmasına göz yumulan sanal bir hipodrom.İhlas Holding, takip edenler bilir.12 Aralık 2007’de bir açıklama yapmıştı. “Tasfiye halindeki İhlas Finans Kurumu A.Ş.’nin tekrar faaliyete geçirilmesi hususunda; İsviçre’de kurulu Price Waterhouse Coopers AG Switzerland firması ile 11.12.2007 tarihinde münhasır mali danışmanlık (Exclusive, Financial Advisor) sözleşmesi imzaladık” denmişti.Borsa’da hisseler açıklama ile tavan yapıyordu. Belli ki birileri kazanacak ama birilerinin de canı yanacaktı.Borsa başkanlığı bu açıklamalara kayıtsız kaldı. Hatta ikinci bir açıklama ile İhlas’ın konuyu canlı tutmasına ve adeta başka yatırımcıları zehirlemesine de izin verildi.13 Şubat’ta bir açıklama daha geldi İhlas’tan. UBS Limited Londra şirketiyle işbirliğine gidildiği, İhlas Finans’ın ortaklık, satın alma ve işbirliği dahil farklı büyüme alternatiflerinin değerlendirileceği duyuruldu.Bu duyurulara bazıları gülüp geçerken, bazıları da ciddiye aldı. “Gerçekten İhlas Finans’ın faaliyete geçme ihtimali var mı?” diye soranlar oldu. Ben de onlara “Teknik olarak imkansız. Ancak burası Türkiye. Belki de bir bildikleri vardır. Belki de iktidara yakın olmalarının avantajını kullanacaklardır. Oldu bittileri bu ülkede çok gördük” diyordum.Sanayi Bakanlığı’nın tasfiye sürecinde 5 yıl dolduğu ve tasfiye tamamlanamadığı halde, bu olay karşısında kayıtsız kalması, parasını almayı bekleyen binlerce İhlaszede adına duruma el koymaması, “Karşılıksız çek sayısı arttı” açıklamasına bile derhal reaksiyon gösterip cevap verebilen Bakan Zafer Çağlayan’ın bu konuyla ilgili sorularımı nedense geçiştirip adeta kulağının üzerine yatması böyle düşünmemi de destekliyordu üstelik. Bu soruların muhatabı ben olmamalıydım. Bu ülkede gerçek bir Borsa kültürü ve tabii basiretli ve iş ahlakı gelişmiş bir Borsa İdaresi olsa, daha 11 Aralık 2007’de ilk açıklama geldiğinde bu işin olup olmayacağını en yetkili kurum olan BDDK’ya sorardı. Daha da önemlisi Borsa yatırımcısının yanında olan bir yönetim, bu açıklama kendilerine geldiğinde direkt BDDK’dan açıklama ister ve ancak o açıklama geldikten sonra ikisini bir arada kamuoyuna duyururdu ki bu BDDK’nın yanıltıcı dediği açıklama sonrası birileri hisse alıp da canı yanmasın.Bunu İMKB yerine ben sorguladığım da ve haber yaptığımda hemen altında bir art niyet arandı. Küfür dolu mailler ve telefonlar aldım. O soru tam olarak ne zaman soruldu, hatta soruldu mu bilmiyorum. 77 gün sonra dün itibarıyla BDDK’dan İMKB’ye bir açıklama geldi. BDDK açıklamasında “İMKB Yönetimi’nce istenen” ibaresini görmediğimin altını çizmeliyim. Açıklamaların formatını bildiğimden bu açıklamayı BDDK’nın kendi insiyatifi ile yaptığı, yani İMKB’nin 77 gün sonra bile bu işi kurcalamadığı izlenimi uyandı bende. Yani 77 gün boyunca hisseler üzerinde spekülasyonlar devam etti, borsacı tabiriyle kerizler bu hisselerde trene bindirildi, indirildi ve BDDK nihayet dün noktayı koydu. Dün İMKB Başkanı’nı aradım ancak ulaşamadım. Saat 15’de katılacağı bir toplantı için binadan ayrıldığını, notumu şayet kendisi ararsa iletebileceklerini söylediler. İMKB Başkanı ofisini bir daha aramamış olacak ki, geri dönüş olmadı.Görüşebilseydik, İhlas’la ilgili durum tespitini BDDK’dan kendilerinin mi istediğini yoksa BDDK’nın artık daha fazla insanın canı yanmasın bu spekülasyon bitsin diye zaruriyetten mi bu açıklamayı yaptığını soracaktım...Bir de şunu soracaktım; şayet İMKB Başkanı arasaydı.Neden BDDK açıklaması geldiği halde, İhlas Holding hisseleri işleme açılmadı? diyecektim.“Geçici olarak işleme kapatıldığı” duyurulan İhlas Holding hisseleri bütün bir gün boyunca işlem görmezken, İhlas Ev hisseleri nasıl işlem gördü. İhlas Holding’in de İhlas Ev gibi BDDK’nın açıklaması sonrası üst üste iki seansta da taban yemesine kim ya da kimlerin gönlü razı olmadı? diyecektim.Borsa Başkanı ile konuşabilseydim bütün bunları da soracaktım.*****İMKB’nin yapması gerekeni VATAN14 Aralık 2007’de yapmış olayı sorgulamış ve BDDK’dan böyle bir izin çıkmasının teknik olarak mümkün olmadığını duyurmuştu.
Sabah atv- ihalesi 5 Aralık 2007’de, yani tam 47 gün önce yapıldı. Henüz Radyo Televizyon Üst Kurulu’ndan (RTÜK) olumlu ya da olumsuz bir kararın çıkmaması iş-medya dünyasında satış ve sonrasını, en çok konuşulan, üzerine türlü türlü yorumların yapıldığı bir konu haline getirmiş durumda.İş dünyası satış süreci ile çok ilgili. Zira ihalede 1.1 milyar dolarlık muhammen bedeli vermeyi kabul eden tek grup, Başbakan Erdoğan’a yakınlığı ile tanınan Çalık Grubu olmuştu. Başbakan’ın damadı Berat Albayrak bu grupta çalışıyor. Berat’ın ağabeyi Serhat Albayrak ise ihalede teklifi veren Çalık Grubu iştiraki Turkuvaz’ın hissedarı ve yöneticisi. Çalık Grubu, başta enerji olmak üzere giriştiği ve planladığı projelerle hep göz önünde. Samsun-Ceyhan Boru Hattı’nın inşaası, Indian Oil ile kurmayı düşündükleri rafineri yatırımı ekonomik anlamda devasa yatırımlar. Enerjide soluksuz bir büyüme stratejisi izlerken Sabah-atv satışında tek teklif veren firma olmaları, ister istemez iş dünyasının ilgisini çekiyor.RTÜK’ün geçmiş kararları nasıl?Sürecin uzaması pek çok dedikoduyu beraberinde getirdi. Neticede bu dedikoduların artması, enerji alanında büyük hamleler arifesindeki bir grup açısından da hoş değil. Sürecin uzaması Çalık’ın kurum itibarına da olumsuz katkı yapıyor.“Sürecin uzadığını da nereden çıkarıyorsun” diyenler, sabırsız davrandığımı düşünenler olabilir diye geçmişteki örnekleri hatırlatmakta fayda görüyorum.TMSF, Uzan Grubu’ndan el koyduğu Star TV için 26 Eylül 2005’de ihale yapmıştı. Baktım RTÜK izni için 17 Ekim 2005’de başvuru yapılmış, onay da 9 Kasım 2005’de çıkmış. Yani sadece 22 gün sonra.Bir diğer örnek TGRT satışı. Orada süre 22 gün bile değil, topu topu 11 gün.İhlas Grubu, News Corp ile anlaştığını 24 Temmuz 2006’de İMKB’ye bildirmiş olsa da yasal anlamda satış süreci çok sonra başlatılmış. Kurum gerekli izinler için RTÜK’e 20 Ekim 2006’da başvurmuş. RTÜK başvurudan sadece 11 gün sonra 1 Kasım 2006’da onay vermiş. Üstelik TGRT’ye ortak olan News Corp’un yüzde 25 kısıtına uymadığı, rahmetli Ahmet Ertegün’ün orada emanetçi hissedar olduğunun kamuoyunda çok sık konuşulduğu bir süreç yaşanırken...Sabah-atv için ise ihale 5 Aralık 2007’de yapıldı. TMSF Kurulu hemen ertesi gün toplanıp ihaleyi onayladı. Rekabet Kurumu ve RTÜK’e resmi başvuru 7 Aralık 2007 tarihi itibarıyla yapıldı. Rekabet Kurumu kararı 11 Ocak’ta çıktı. RTÜK kararı ise en başta belirttiğim gibi 47 gündür askıda. Star’da 22 gün, TGRT’de 11 gün olan süreç, Sabah-atv için 47 gün dolduğu halde tamamlanamadı.Dedikoduların yoğunlaşması da bundan.Nedir o dedikodular?Deniyor ki, Çalık Grubu, Sabah-atv’yi devralabilmek için gerekli olan 1.1 milyar doları bulamıyor. Rica edildi, RTÜK de kararı geciktirerek Çalık Grubu’na en uygun finansman modelini bulana kadar zaman kazandırıyor. Normalde bankalar yüzde 70’e kadar kredi opsiyonu kullandırır. Ancak Çalık Grubu’nun daha önce bir medya deneyimi olmaması, biraz da dünyada riskler arttığı için finansmanda yüzde 30 özkaynak-yüzde 70 kredi dengesinin bu kez çalışmadığı finansörlerin yüzde 50-50 formülünde ısrar ettiği konuşuluyor. Yani Çalık Grubu’nun 1.1 milyar dolarlık alım için kendi kaynaklarından en az 500-550 milyon dolar yaratması lazım. “Şayet RTÜK satışı onaylar, ancak Çalık grubu kendine en uygun finansal modeli bulamazsa 110 milyon dolarlık teminatı yanar. RTÜK bu yüzden bekliyor” deniyor.Çünkü ortada bir teminat riski var. Bir diğer çok konuşulan durum ise, Çalık Grubu’nun bu işten vazgeçmeye çalıştığı yönünde. “Zaten çok gönüllü değildi, piyasalarda hava bozulunca, likidite koşulları ağırlaşınca Sabah-atv için verilen 1.1 milyar dolar göze daha çok görünmeye başladı” diyenler de ağırlıkta. “Çok cazip bir finansal model bulunamazsa Çalık Grubu bu işten cayacak, 110 milyon dolarlık teminatı yanmasın diye de kendisi caymış gibi değil, RTÜK bu satışa engel olmuş gibi gösterilecek” diye konuşuluyor. Neticede daha karmaşık satış süreçlerini çok daha kısa sürelerde tamamlayan RTÜK’ün bu izni 47 gündür geciktirmesi her yönüyle olumsuzluk yaratıyor, bol bol dedikodu üretiyor.15 bin kişiye doğrudan iş imkanı yaratan telekomünikasyondan enerjiye ciddi yatırımları olan bir grup bu dedikodulardan zarar görüyor.Satışın bir an önce gerçekleşmesini istediğini bildiğim TMSF “Gazete-televizyon sahibi olmak, bu kuruluşları yönetmek hoşlarına gitti” eleştirileri ile boğuşmak zorunda kalıyor.‘Seçim öncesi en büyük ikinci medya grubunu kontrolü altına aldı’ eleştirileri ile karşılaşan Hükümet de yine bu dedikodulardan nasibini alıyor.
İMKB Bülteni’nde yer alan ve İhlas Holding’den gelen “Tasfiye halindeki İhlas Finans Kurumu A.Ş’nin yeniden faaliyete geçirilmesi hususunda PriceWaterhouseCoopers AG Switzerland firması ile 11 Aralık 2007 tarihininde münhasır mali danışmanlık sözleşmesi imzalanmıştır” özel durum açıklamasını okuyunca bunun haber değeri taşıdığını düşündüm.Öyle ya, İhlas Finans’ın durumu ortada. 2001 Şubat’ında batmış, o gün bu gündür tasfiye sürecinde. Bakanlık kendilerine borcu temizlemeleri için 5 yıllık süre vermiş. Ancak 10 Aralık 2007 tarihli bilançoya bakıldığında daha borç ödemesini yarılamamışlar bile. Böyle bir ortamda gelen açıklama ilgimi çekti.Üstelik açıklamanın geldiği gün İhlas Finans hisseleri yüzde 6’nın üzerinde prim yapmıştı. Belli ki birileri şirketten bir açıklama yapılacağını önceden haber almışlardı. Dünyanın neresinde gazetecilik yaparsanız yapın, bu haberdir. İMKB Bülteni’nde yer alan böyle bir açıklama sonrası, faaliyet izninin yeniden verilip verilmeyeceğini sorgulamak bir gazeteci refleksidir. O refleks, sorgulanan kişi ya da kurumun kim olduğuna bakmaz bile. İster babasının şirketi olsun, ister eşi, dostu, tüm akrabaları o kurumda çalışıyor olsun. 20 yıla yaklaşan meslek hayatımda üstelik “ekonomi” gibi ateşten gömlek bir serviste muhabir ve daha sonra bölüm yöneticisi olarak görev yaparken bu ilkeden asla ödün vermedim. Bu haberi yapar, altına imzamı atmayabilirdim. Haber imzasız çıkabilirdi. Gazetecilik anlayışım buna izin veremezdi. Ne pahasına olursa olsun...Ben yaklaşık 2 aydır evliyim. Neval beni tanımadan önce TGRT’de çalışıyordu. Ben, Neval hayatımda henüz yokken de Enver Ören ile ilgili haberler yapmıştım. Ulusal TGRT kanalının (Şimdiki Fox TV) satış sürecini, pazarlıkların perde arkasını kaleme almıştım. Bu benim işim. Eşim o kurumda çalışıyor diye ya da sebebi ne olursa olsun kalemime fren koyacak halim yok. “Kendine müslüman” bu kişinin yaptığı misilleme hiç mi hiç şık olmadı. Ağızlarından düşürmedikleri ahlaki değerler ile de hiç bağdaşmadı. Ancak şaşırmadık da... Ne yapalım, sağlık olsun.
En sona yazacağımı en başa alayım... Bana göre TMSF, bu satışı onaylar. Kral TV örneğini dikkate almaz, ihaleye tek katılımcının teklif vermesine de, gerçek anlamda bir rekabet ortamı oluşmadığı eleştirilerine de kulak asmaz. Zira 1.1 milyar dolar TMSF için, şu dönemde oldukça iyi bir rakam. İhaleyi bir kez daha ertelese, 6 ay sonra tekrar ihaleye çıksa bu rakamı bulur mu?Orası şüpheli.Sabah-atv medya grubu Turgay Ciner’e 433 milyon dolar karşılığında üstelik 10 yıl vadeli, 6’şar ayda bir taksit ödemeli teslim edilmişti. Vade farkı da istenmemişti. Turgay Ciner, TMSF’den (kağıt üzerinde) 433 milyon dolara aldığı Merkez Grubu’nu şayet 1.4 milyar dolarlık değer üzerinden halka açmayı başarabilseydi, TMSF’ye olan borcunda da erken ödemeye gidecek, TMSF’nin kasasına girecek para 380 milyon doları bile bulmayacaktı. (Grubu alırken taksitlere vade farkı ödemeyen Ciner, halka arzdan elde ettiği parayla borcunu kapatırken, erken ödeme indirimi -vade farkı- almayı planlıyordu)Dinç Bilgin’in, Turgay Ciner ile imzaladığı “gizli ortaklığı” içeren inanç sözleşmesini ortaya çıkarması herşeyi değiştirdi. Bu inanç sözleşmesi, bir anda 433 milyon dolarlık anlaşmayı TMSF’nin rafa kaldırmasına ve 1 Nisan 2007 tarihinde de Sabah-atv başta olmak üzere tüm Merkez Grubu şirketlerinin ortaklık hakları ile yönetim ve denetimini devralmasına neden oldu.433 milyon dolara Turgay Ciner’e verilen ekonomik değere, dün itibarıyla Çalık Grubu 1.1 milyar dolar vermeyi taahhüt etti. Yani Turgay Ciner’in ödemeye razı olduğu fiyatın 2.5 katından bile fazlası... Üstelik bir defada peşin peşin.10 yıl vadeye yayarak değil.Ekonomik olarak bakıldığında bu satışın gerçekleşeceğini söylemek zor olmasa gerek. Etik tarafı ağır basar mı?Çalık Grubu’nun CEO vekili ve genel müdürünün Başbakan Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak olması...İhaleye teklif veren Turkuvaz A.Ş’de Berat Albayrak’ın ağabeyi Serhat Albayrak’ın başkan yardımcısı olması işin siyasi boyutu. Uzun süre tartışılacağı üzerinde fırtınalar kopacağı da kesin.Ancak TMSF’nin kararında ekonomik, ticari gerekçeler siyasi etik gerekçenin muhtemelen önüne geçecektir. Yüzde 99 bu satış onaylanacaktır. Ancak o yüzde 1’lik ihtimali de gözardı etmeyip açık kapı bırakarak kendimi garantiye almayı da ihmal etmiyorum. Ne olur ne olmaz...Bu satış gerçekleştiği takdirde Dinç Bilgin de Etibank’tan kaynaklanan TMSF’ye olan tüm borçlarıyla, vergi ve SSK dahil kamuya olan yükümlülüklerini kapatmış olacak. Böylece dededen babadan gazeteci Dinç Bilgin, alnındaki o lekeyi de temizleme şansını yakalayacak.Ne demişti Dinç Bilgin inanç sözleşmesini ortaya koyduğunda, hatırlayalım: “Şahsımın, ailemin ve kurduğum şirketlerin bir yok olma sürecine sokulmuş olduğu tehlikesi ile karşı karşıya olduğumu ve mevcut borçları rahatlıkla ödeyebilecek durumda olan mal varlığımın duyduğum inancın kötüye kullanılarak iç edilmek istendiğini görmem üzerine mal varlığımın öncelikle kamunun, sonrasında ise ailemin yararına satılarak borçların ödenmesi amacıyla Turgay Ciner ile aramızdaki inanç sözleşmesini TMSF Başkanı Sayın Ahmet Ertürk’e teslim ettim.”
Kahraman bakkalların temsil ettiği geleneksel satış kanalları ile hipermarketlerin başını çektiği organize perakendenin savaşı Türkiye’ye özgü değil. Dünyanın her yerinde geleneksel kanallarla organize perakende er ya da geç karşı karşıya gelmiş. Son 10 yıldır Türkiye’de de amansız bir savaş var. Önce rakamları konuşturup, savaşı bu rakamlar üzerinden yorumlamak doğru bir metodoloji olacak. Türkiye’de perakende sektörünün cirosunun 2007 yılında 34-35 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor. Bu rakam 2006 yılında 29 milyar dolardı. Artışın bir bölümünün kurdan kaynaklandığını hatırlatırım. Yoksa her yıl bu kadar hızlı büyümüyor.Organize perakende son 5 yıldır düzenli olarak her yıl bakkallardan ortalama 2 puanlık pay çalıyor. 34 milyar dolarlık pazarın yüzde 56’sının hala bakkalların kontrolünde olduğunu, organize perakendenin payının 44’lerde olduğunu belirtmeliyiz. 5 yıllık performans aynen devam ederse 2010 yılına gelindiğinde organize perakendenin cirosu, bakkaları yakalayacak, belki de geçecek.Artık dünya ekonomisi ölçek üzerine kurulu. ABD’li Wal-Mart’ın tüm ucuzluk mahareti buradan kaynaklanıyor. Türkiye’de de tüm satın almaları bu gözle irdelemek lazım. CarrefourSa Gima’yı alarak, Migros da Tansaş’ı alarak ölçek konusunda biraz daha avantaj sağladı. Fiyatlarını aşağıya çekebildi. Bu tür büyük oyuncuların ölçekten kaynaklı cazip satın alma fiyatlarına karşı bakkalların fiyat avantajı yaratması hemen hemen imkansız. Hal böyle olunca bakkallar da kendilerini korumak için bu yasa tasarısına bel bağlamış vaziyette.Organize perakendenin istihdam, kayıt dışılığı önleme, daha hijyen ambalaja teşvik, servis kolaylığı, kalite, fiyat istikrarı gibi alanlardaki katkıları tartışılamaz.Trafiği bahane ederek, marketleri saat 20’den sonra kapatmaya çalışmak mantıkla bağdaşmıyor. “Pazar günleri açılmazlar” demek de tamamen tüketicilere insafsızlık olur.Alışveriş merkezleri ve marketler cirolarının büyük bir bölümünü hafta sonları yapıyor. Hafta içi saat 19 ile 22 arasında yapılan ciro, günlük cironun yüzde 65’i...Marketlerin tedarikçilerle olan ilişkisine yeni bir düzen getirmeye çalışmak da yine tüketicilere yapılmış bir haksızlık olacaktır. Hatta enflasyonist baskı bile yaratabilir. Sonuç olarak yasa taslağının tüketici haklarını ve memnuniyetini boşverdiğini, tek amacının küçük ve orta boy bakkalların piyasadan çekilmelerini engellemek olduğunu söyleyebiliriz.Hiçkimse bakkallara karşı olamaz.Hepimizin hayatında benimki gibi bir bakkal Ahmet abisi, Cüneyt abisi vardır. Ancak Ahmet abiler, Cüneyt abiler biraz daha yaratıcı olmak, süper ve hipermarketlerin zayıf yönlerini yakalayıp bu noktalara yoğunlaşmak zorundalar.
Sabiha Gökçen Havalimanı ihalesinde ortaya çıkan KDV hariç 1 milyar 932 milyon euroluk rakam, son 5 yıllık toplam yolcu sayısı 4 milyon 469 binde kalan bir havaalanı için “Acaba kantarın topuzu biraz kaçtı mı?” sorusunun sorulmasına neden oldu. Öyle ya, daha birkaç ay önce Antalya Havalimanı ihalesi 2 milyar 371 milyon euroya yapılmıştı. Antalya’nın son 5 yıldaki toplam yolcu sayısı ise 64 milyon 869 bindi. Yani Sabiha Gökçen’in tam tamına 14.5 katı. Şimdi düz mantık yürütenler, ‘Antalya, Sabiha Gökçen’in en az 14.5 katı fiyat etmeliydi’ diyebilir, ‘Sabiha Gökçen mi pahalıya satıldı yoksa Antalya Havalimanı mı ucuza gitti?’ diye sorabilirler.Aslında ne Antalya Havalimanı IC İçtaş-Fraport ortaklığına ucuza satıldı, ne de Nihat Özdemir, Sabiha Gökçen’e gerçek ederinden fazla para ödedi.Karşılaştırma şartSabiha Gökçen Havalimanı ihalesinde fiyatın bu kadar yükselmesinin, ihalenin 14 saat ve 37 tur sürmesinin özel sebepleri var. Bu özel sebepleri, Antalya ile Sabiha Gökçen’i karşılaştırarak açmakta fayda var.Fiyat karşılaştırması yaparken ilk dikkat edilmesi gereken ayrıntı, Sabiha Gökçen Havalimanı için peşinat ödenmeyeceğinin altını çizmek olmalı. İhaleyi kazanan Limak Grubu, sözleşmeyi imzalayacak, ancak 2011 yılına kadar tek kuruş ödemeyecek. Bu sürede sadece yeni terminal binası inşa etmek için kasasından para çıkacak. Bu paranın da inşaatçı olan Limak için en fazla 300 milyon dolar olacağı tahmin ediliyor. Oysa Antalya Havalimanı’nda yüzde 25 peşinat şartı vardı. Yani, Antalya’yı işletecek konsorsiyumun ilk etapta cebinden 780 milyon dolara yakın para çıkacak. Bu çok önemli bir ayrıntı ve iki terminalin ihalesini karşılaştırırken, buna dikkat edilmezse iş elma ile armut kıyaslamasına dönebilir.50 milyon euroAntalya Havalimanı’nı alan konsorsiyum peşinat ödeyecek ancak ikinci terminali 2 yıl sonra devralacak. Oysa Limak Grubu’nun yer aldığı konsorsiyum, sözleşme imzaladığı andan itibaren mevcut havalimanı gelirleri kasasına girmeye başlayacak. Bu gelirin ilk etapta yıllık 50 milyon euro civarında olacağı tahmin ediliyor. Tabii free shop gelirlerini de hesaba katmak lazım. İstanbul’un free shop geliri, Antalya ile kıyaslanamayacak kadar yüksek. Ayrıca unutulmamalı ki havaalanlarının gelirlerinin neredeyse yarısı free shop’tan geliyor.Bir diğer çok önemli ayrıntı ise Antalya’da sadece terminal işletmesinin devredildiği gerçeğidir. Oysa Sabiha Gökçen’de Limak’ın başını çektiği konsorsiyum, terminal işletmesinin yanı sıra havaalanı işletmesini de yer hizmetleri lisansını da uçaklara yakıt satış yetkisini de kargo işletim lisansını da almış oldu. Terminal işletmesinin dışındaki diğer faaliyetlerden en az 40-50 milyon dolarlık yıllık iş hacmi yaratmak mümkün. Konsorsiyum isterse bu faaliyetleri kendisi yürütebilir, dilerse ihale ile kendi alanlarında uzman şirketlere devredebilir. Stratejik önemi varSabiha Gökçen şu an 2 bin 500 ton yakıt satıyor. Satılan yakıtta terminale kalan kâr marjı yüzde 4. Uçak sayısı arttıkça satılan yakıt miktarı da artacak.Ve şimdi gelelim Sabiha Gökçen’in stratejik önemine...Atatürk Havalimanı’nın işletmecisi olan TAV’ın İcra Kurulu Başkanı Sani Şener, “Biz 1 milyar 540 milyon eurodan sonra fiyatın irrasyonel olduğunu düşündüğümüzden çekildik” demişti ihaleden hemen sonra.TAV aslında Sabiha Gökçen’i çok istiyordu. Atatürk Havalimanı ile Sabiha Gökçen’in aynı grup tarafından işletilmesi ile 1 artı 1’den 3’lük bir kuvvet çıkacağının hesabını yapmıştı. Ancak ihalede kafalarındaki rakamın üzerine de çıkmadılar.Herkes biliyor ki Atatürk Havalimanı’nda artık büyüme potansiyeli yok. Yani bir pist daha inşa etmek isteseniz, fiziki olarak imkan yok. Siz terminali istediğiniz kadar büyük yapın, slot sayısını yani alana inen uçak sayısını artıramıyorsanız, terminal kapasitesinin de çok bir anlamı yok. Ayrıca özellikle kış aylarında Atatürk Havalimanı’nda çok sert kuzey rüzgarları etkili olduğunda bir pist de devre dışı kalıyor.Bir bildikleri vardırSabiha Gökçen’de ise 650 hektarlık arazinin yanısıra 750 hektar daha büyüme imkanı var. Alanın etrafı binalarla sıkıştırılmış değil. Gebze gibi, Kocaeli gibi, Adapazarı gibi son dönemde hızlı büyüyen yerleşim alanlarına yakınlık avantajı var. İstanbul çok hızlı gelişiyor. İstanbul’da sezon 12 ay. Bir süre sonra Atatürk Havalimanı artan trafiğe yanıt veremez olacak. Trafik ister istemez Sabiha Gökçen’e kayacak.Nihat Özdemir ve Malezyalı ortağının Sabiha Gökçen’in ihalesinde bu fiyatı verirken bir bildikleri olduğunu düşünmek sanırım yanlış olmayacak.