11 farklı İstiklal Marşı

22 Ekim 2008

Merak ediyorum. Aynı sözler farklı besteler... İstiklal Marşı’nı farklı bestelerle dinlemek kulağımıza nasıl gelecek? Cuma akşamı Lütfi Kırdar’da Tekfen Filarmoni’nin konseri var: “Bir Güfte 12 Beste”. Cumhuriyet’in 85’inci yıldönümü etkinlikleri kapsamında gerçekleşecek konserle ilgili Tekfen Holding ortaklarından Nihat Gökyiğit ve Kurumsal İletişim Müdürü Dori Kiss Kalafat’la buluştuk. Proje araştırmacı Mehmet Altun’un. 2006 projeyi desteklemeye karar veren Nihat Gökyiğit, ‘Bizim dostluk ve barış mesajı veren orkestramıza çok yakışacağını düşündüm’ diyor. İstiklal Marşı için aranjmanlar yapılmış, orkestra hazırlanmış. Solistlere karar verilmiş. Gökyiğit tatlı tatlı anlatıyor: “Proje önümüze geldiğinde çok heyecanlandık. Gelen hikayeler de bizi etkiledi. 1921’de, savaş ortamında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin milli marşa ihtiyacı olduğu ortaya çıkmış. Bu Mustafa Kemal’in de ne kadar vizyon sahibi bir lider olduğunu gösteriyor. Mehmet Akif Ersoy’un şiirine karar verilmiş ama beste için yarışa açılmış.” 55 tanesi değerlendirilmiş100’den fazla bestenin başvurduğunu, bunların 55’inin değerlendirmeye alındığını ekliyor Dori Kalafat. Ancak yarışmanın sonucu savaş nedeniyle bir türlü belirlenememiş. Yarışmaya beste gönderen müzik öğretmenleri öğrencilerine kendi besteleri öğretmiş. Yurdun her yerinde farklı istiklal marşları söylenir olmuş. Birçok çevrede Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi çalınmış. Hatta 1930’a kadar Çağatay’ın bestesi kabul görmüş... Fakat İstiklal Marşı’nın bestesi çok eleştirilince Meclis yarışmaya eserleri yeniden değerlendirmiş ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Zeki Üngör’ün bestesi kabul edilmiş. Şimdi Tekfen Flarmoni bizi yarışmaya katılan diğer bestelerle buluşturacak. 55 eserden ancak 11’ine ulaşılmış. Kalafat özel koleksiyonlar, Meslis arşivi, kütüphaneler ve sahaflarda derin araştırmalar yapıldığını anlatıyor. 11 bestenin bir kısmı Doğu musikisi ve saz heyetine göre, bir kısmı Batı müziği ve orkestraya göre, kimisi ikisi birleştirilerek yazılmış. Gökyiğit, “Fasıl gibi olanlar da var” diyor. Ve projeyle ilgili başka bir hikayeyi anlatıyor: “Kazım Karabekir Paşa’nın milli marşla ilgili tartışmalara kızıp kendi yazıp, kendi bestelediği ‘Türk Yılmaz’ adlı marşı da bulduk.” Peki sözler nasıl seçildi?Maarif Vekâleti 1920’de güfte yarışması açmış. Bu yarışmaya 724 şiir göndermiş. Mehmet Akif Ersoy, “Ben, para ödüllü bir yarışmaya katılmam” demiş ama İstiklal Marşı’nı da yazmış ve 1921’de İstiklal Marşı’nın güftesi Meclis’te kabul edilmiş. *****Dipnot Tekfen Filarmoni Orkestrası da farklı bir orkestra. 23 ülkenin müzisyenlerinden oluşan orkestrada İsrailli, Filistinli, Ukraynalı, Ermeni, Azeri, Rus aynı orkestrada çalıyor. Bu orkestra herkesle dost...

Devamını Oku

Zebra sistemi, yani ‘eşitlik’

15 Ekim 2008

Yerel seçimler için geri sayım başladı. İstanbul’da Kadir Topbaş yeniden aday gösterilecek mi? CHP’nin kalesi İzmir’de bu kez AKP mi büyükşehir belediye başkanlığını alacak? Diyarbakır’da DTP mi AKP mi? Ankara Melih Gökçek’le devam mı edecek?Bunlar yerel seçime doğru giderken en çok duyduğumuz sözler. Hiç duymadığımız ise bir kadın adı. ‘Bu kadar sorun varken belediyelerde kadın olsun olmasın, kimin umrunda?’ diyenleri duyar gibiyim. Oysa bir toplumda değişim kadınlarla oluyor. Kadınlarını eğitemeyen, kadınlarını hayatın içine katamayan toplumlar geri kalıyor. Önümde, ‘Kadınsız Demokrasi, Lafta Demokrasidir’ başlıklı bir duyuru var. Avrupa Kadın Lobisi’nin açıklaması. Yıllar önce KADER’de eğitim alırken (neredeyse 9 yıl olmuş) Avrupalı parlamenterler yüzde 50 eşitlik hedefini anlatmışlar ve partilere fermuar ya da zebra sistemi önerisi getirilmesinin siyasette kadınların temsilini artıracağını söylemişlerdi. Ezcümle ‘Listelerde bir kadın, bir erkek olsun’ diyorlardı. Malum son genel seçimlerde bizim partilerden tam aksi bir ses yükseldi, ‘Kadın aday koymak istiyoruz ama kadın bulamıyoruz’. Durum ortada, Meclis’te kadın sayısı az, olanlar da siyasetin ana kademelerinden gelmedikleri için seslerini çıkarmıyor. Türkiye’de yıllardır kadınların temsil krizi var. Avrupa Kadın Lobisi’nin duyurusunda özetlenmiş, Türkiye’de karar alma mekanizmalarında kadınların temsil oranı yüzde 10 bile değil, Meclis’te yüzde 9.1, Belediye başkanlıklarında 0.56. Yani yerel yönetimlerde binde 1 bile değil. Durum Avrupa’da çok farklı mı? Değil. Onlarda da bu konuda mücadele var. Avrupa Parlamentosu’nda (AP) bile parlamenterlerin sadece yüzde 30’u kadın.Merkezi Brüksel’de bulunan Avrupa Kadın Lobisi (European Women’s Lobby/ EWL), 16 Eylül 2008 tarihinde “Cinsiyet Eşitliği Yoksa, Modern Avrupa Demokrasisi Yoktur” sloganıyla başlattığı kampanyayı Türkiye’de de yapıyor. Türkiye’de KADER’in sekretaryasında yürütülen çalışmalara 83 kadın örgütü katılıyor. Bu kampanya 23 Eylül’de Türkiye’de de başladı. Kampanyanın odağında, AB’ye üye ve aday ülkelerde karar alma mekanizmalarında yüzde 50-50 cinsiyet eşitliğine ulaşma hedefi var. Peki bu kampanyada kadınlar neler yapacak? İzleyecek göreceğiz. Ama öncelikle kadınların taşın altına elini koyması gerekiyor. Belediye Meclisi üyelikleri ve belediye başkanlığına aday olmak için kadınlar partilerin kapılarına koşmalı, kadın örgütlerinin bu kampanyalarından destek alıp, arkalarına sivil toplumu almalılar. Yerel yönetimlere kadın eli değsin artık. ***İMZA KAMPANYASIAvrupa Kadın Lobisi kampanya kapsamında bir de imza topluyor. Kadın erkek eşitliğe inanan herkes imza kampanyasına (www.5050democracy.eu) adresine ulaşarak destek verebiliyor. *****‘Doğa’ dergisine çevreci Tarkan ve Orhan Baba desteği SON zamanlarda çevreyle ilgili sosyal sorumluluk projesi üreten şirketler çoğaldı. Şirketlerin yanısıra ünlüler de ‘duyarlılık alanlarını’ anlatırken çevrenin altını çizmeye başladılar. Burası Türkiye, ‘’Hayvan dostuyum’ deyip, leopar desenli kıyafetler, kürkler giyenler de var, görüyoruz görmesine ama gerçekten de yaşamdaki duruşuyla bu konularda duyarlı olanların sayısı artıyor. Bu yolda ilerleyenlerden biri de Tarkan.Doğa Derneği bu ay ‘Doğa’ adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Tarkan’ın doğanın yok oluşuna dikkat çekmek amacıyla yazdığı ve söylediği, “Uyan” adlı şarkı da derginin sürprizi oldu. Dergiyle birlikte “Uyan”ın single’ı hediye veriliyor. Orhan Gencebay’ın bağlaması ile eşlik ettiği “Uyan” adlı şarkının sözleri, içinde bulunduğumuz tehlikeye dikkat çekiyor ve birlik çağrısı yapıyor.

Devamını Oku

Fransız içki devini ikna etti

5 Ekim 2008

34 yıldır alkollü içki ithal eden Nadir Yelkenci, bir süre önce ortak olduğu Fransız içki devi Belvedere’yi Türkiye’de yatırıma ikna etti. 150 markası olan Fransızlar Türkiye’de rakı, şarap, votka ve konyak üretecek. Şarap için hazırlıklar sürerken rakıdaki yatırım şimdilik beklemedeNadir Yelkenci, 34 yıldır alkollü içki ithalatı yapıyor. Bu işin duayeni. Türkiye’de Scotch Viski Birliği Liyakat ödülü sahibi 4 kişiden biri. Bir süre önce Fransız içki devi Belvedere ile ortak olan Yelkenci, bu grup ile birlikte Türkiye’de şarap, votka, rakı, konyak üretimine girecek. 150 ayrı içki markasına sahip olan Belvedere gelip Türkiye’de hem şarap hem de rakı üretecek. Şarap yatırımı için altyapı hazırlıkları başladı. Rakı için Fransız yatırımcılar global kriz nedeniyle ’Biraz bekleyelim’ kararı aldı. Sektörün en renkli kişiliklerinden Nadir Yelkenci’yle sohbet ettik.* Eğitim hayatınız İngiltere’de geçmiş. Çok erken yaşta ailenizden ayrılmışsınız, bu sizi nasıl etkiledi? Ben ilkokulu Nilüfer Hatun İlkokulu’nda okuduktan sonra İngiltere’ye gittim. Annem bu konuda hep şöyle derdi, ’Annelik fedakârlık demektir, senin eğitimin için daha iyi olacağını düşündüğüm için gönderdim.’ Gerçekten de iyi oldu, zorlukları vardı elbette ama şimdi düşününce ‘doğru bir kararmış’ diyorum.* Üniversiteyi bitirdikten sonra hiç dönmemeyi düşündünüz mü?Dönmeyebilirdim. Ancak 1969’da babam vefat etti. Kısa süre sonra döndüm. Babam dizgi makineleri ithalatı yapıyordu ama o mümessillik elimizden gitti. Yelken Matbaa adında bir matbaamız vardı. Bir süre o işi yaptım. Babamın elinde olan 3-4 içki mümessilliği vardı. İçki mümessilliklerini artırmaya başladım, 1982 yılında içki ithalatı işini büyütmeye karar verdim. * Sizin farklı şirket temsilcilikleriniz, yönetici pozisyonlarınız var. 1988 yılında Johnnie Walker Grubu ’Bizim bir sürü markamız var, birleştirip birine vermek istiyoruz’ dedi. Ben bir arkadaşımla işe talip oldum. Gordon’s Gin, Black Label gibi markalar vardı. Türkiye’de rekorlar kırılan yıllar yaşadık. 1993 yılında 6.5 milyon şişe Johnnie Walker satıldı. * O zamanki rekorlar neden kırılamıyor? Türkiye’de alkol tüketimi düşüyor mu?O dönemlerde satışların çoğu Duty Free’lerde yapılıyordu. Tekel vardı. Tekel ithalatı yeterli olmuyordu. Çok etken var. Biz esamesi yokken Absolut Votka’yı satmaya 100 kasayla başladık. ’Serum şişesinde İsveç votkası satılır mı?’ dedi arkadaşlarım. 3 yılda 40 bin kasaya geldi satışlar. Rakamlar büyüyünce marka, ’Kendim geleyim’ dedi. Johnnie Walker’la ayrıldık. Chivas Regal Grubu’yla bir anlaşma yaptım. Onlar da sonra Pernod diye bir şirkete satıldı. O sırada Türkiye’de Allied Domecq kuruluyordu, onların kuruluşunu yaptım. Sonra onları da Pernod aldı. 2008’de Belvedere Grubu’yla ortak olduk. * Türkiye’de yatırım kararı nasıl alındı?Belvedere’yi yatırıma ikna ettim. Mey’e ait Uçmakdere’deki şarap tesislerini aldık. Gelecek sene üzüm alıp ilk ürünü 2010’da çıkaracağız. Kaliteli iş yapacağız. * Rakı da üreteceğiniz doğru mu?Doğru. Şişeleri bile tasarlandı. * Lüks rakı üretimi yapılacağını açıklamışsınız, ne demek lüks rakı?Ucuz rakı satmak niyetinde değiliz. Belvedere, bu konudaki tüm bilgi birikimini Türkiye’ye getirecek, ona göre üretim olacak.*****STRESTEN ‘İSMET PAŞA’ FORMÜLÜYLE KURTULUYORNadir Yelkenci, stresten “Önemsiz konuları kafama takmam. Zaman zaman İsmet Paşalığı oynarım, istemediğim şeyleri duymam” diyerek kurtulduğunu anlatıyor. Emeklilik hayalini sorduğumda ise “Ben işimi çok seviyorum, bırakmak istemem. Ancak kendime daha çok zaman ayırırım” cevabını veriyor.***** EN ZOR GÜNÜMÇeviri sırasında sırtımdan ter aktıTekel her sene ihale açardı, onlardan birinde bir İngiliz’in tercümanlığını yapıyorum. Johnnie Walker’la katılmıştık ihaleye. Fiyatta anlaşılamadı, İngiliz ’Bunu kabul etmezseniz Bulgaristan’dan kaçak içki girer’ dedi. Bunu bir Türk anladı ve ’Bizi tehdit mi ediyor?’ dedi. Ben orada tercümeye devam edip ’Yok öyle değil’ dedim ama sırtımdan terler döküldü.Yunanistan kadar içmiyoruz* Fransızlar Türkiye profiline baksalar yatırım zor gibi değil mi?Türkiye 70 milyon nüfus ama ağır alkollü içki satışı Yunanistan kadar değil. Türkiye’nin doğusunda satışlar çok düşük. Tüketimin yüzde 10’u Anadolu’da. Türkiye’de 50 milyon litre civarında rakı satışı var. Bu aşağı yukarı 6 milyon kasa kadardır. 2 milyon kadar ağır içki satışı var. * Bir de ÖTV var. Türkiye’de ÖTV nedeniyle alkollü içkiler çok pahalı. ÖTV yüksek. Bu sektörün önündeki engel. Kaçaktan çok sahtesi çok tehlikeli. ÖTV Avrupa’daki seviyeye inerse durum düzelir, kaçak ve sahtenin önüne geçilir.Tüketimin % 70’i Antalya’da* 2008 nasıl geçti?Antalya yöresi çok iyi. Ruslar çok etkiliyor tüketimi. Almanlar’ı geçtiler. Antalya satışların yüzde 60 hatta 70’ini tüketiyor. Antalya’da votka, brendi çok tüketiliyor. * Başbakan’ın mahallesinde alkollü içki satan bir büfeye saldırı oldu, büfe sahibi dövüldü, bu tarz olaylar duyulunca yabancı yatırımcılar Türkiye hakkında ne düşünüyor?Allahtan bizim yabancı ortakların bunlardan haberi yok. Bunu satışı etkiler şeklinde düşünmüyorum, imaj için çok kötü. Bana sorsalar, ‘Bir vaka olmuş mühim değil’ derim.

Devamını Oku

‘Reçel Anneler’e bir büyüğün eli uzansa...

25 Eylül 2008

Reçel Anneler, ne güzel isim değil mi? 20 kadın, hepsi arkadaş, biraraya gelip reçel yapıyorlar ve bu reçelleri satıp maddi zorluk çeken başarılı çocukları okutuyorlar. 1982’den beri birbirlerini tanıyorlar. 1992 yılında yarattıkları sinerji evlere sığmayınca Aylin Kültür ve Sanatevi’ni kurmuşlar. Öğrencilere ders vermekten, sosyal aktiviteler düzenlemeye ve çocuk okutmaya uzanan yolculuklarında maddi kaynak yaratmak için kadınlar kollarını sıvamış ve reçel yapmaya başlamışlar. Bu reçeller sayesinde de basın onlara Reçel Anneler adını vermiş. Şimdilerde tam 46 çocuğu okutuyorlar. Aşağı yukarı ayda 6 bin YTL çocukların eğitim masraflarına gidiyor. Reçelleri satmak ise hiç de kolay değil. Belediyelerin zaman zaman verdiği standlar yetmiyor Reçel Anneler’e, Internet ortamında yapılan satışlarla da olmuyor. Reçel Anneler’in perakende desteğine ihtiyaçları var. Böyle bir güçleri var mı? diye soruyorsanız, ‘evet var’ derim. Tam 22 çeşit butik reçelleri var. Uzun süreden beri de üretim yaptıkları için kendi içlerinde tutarlı bir üretimleri var. Reçel çeşitleri ise ‘büyükler’ tarafından taklit edilmek isteniliyor ama anne reçeli gibi olmuyor.Son 2-3 yıldır sıkça duyuyorum, büyük şirketler sosyal sorumluluk projeleri arıyor, buradan belki bir vesile olur, bir büyük şirket gelirinin bir kısmını Reçel Anneler’e ayırır ve Reçel Anneler’in sattıkları reçel sayısıyla birlikte okuttukları öğrenci sayısı da artar.Dipnot: Reçel Anneler’in reçelleri çok özel. Hımm, mesela kuru üzüm, kuru incir, Hindistan cevizi, erik şurubu karışımından oluşan adı da Arabesk Reçeli olan bir reçelleri var. Dilruba Reçeli, Yaz Reçeli, Kış Reçeli, Fındıklı Nar... Merak edenler, www.recelanneler.com adresine bir baksın.*****Ethem Sancak Eczacıbaşı Ailesi’ne komşu oluyorSİz artık köşk mü dersiniz yoksa yol yalısı mı bilemem. Bülent Eczacıbaşı ailesinin ‘Hollandalılar Yalısı’ olarak bilinen köşkünün yanındaki köşke (yol yalısına) kısa bir süre sonra renkli kişiliğiyle tanınan işadamı Ethem Sancak taşınacak. Köşkün tadilatı uzun zamandır sürüyor. İç mimarı da Doğu-Batı sentezini en iyi yorumlayan mimarlardan, dünyada kazandığı ödüllerle de tanınan Zeynep Fadıllıoğlu. Köşkün arkasında Bizans duvarları var, hayli yüksek duvarlar bunlar. Duyduğuma göre Bizans sarnıcı yüzme havuzu olmuş bile...

Devamını Oku

22 yıl gazetecilik yaptı, şimdi Afganistan’da Karzai’yi uçuruyor

20 Eylül 2008

Musa Alioğlu, yerel bir gazetede tesadüfen gazeteci oldu. 22 yıl gazetecilik yaptı, turizm sektörüne, ordan da havacılık sektörüne geçti. Alioğlu’nun şirketi Saga Havayolları’nın şu anda 6 uçağı var. Bu uçaklardan biri Afganistan’da Devlet Başkanı Hamid Karzai’nin VIP uçuşlarını gerçekleştiriyorMusa Alioğlu aslında bir meslektaş. ’Yeniden dünyaya gelsem yine gazeteci olurdum’ diyor ama aması var... O 22 yıl gazetecilik yaptıktan sonra turizm sektörüne girdi, turizmden de havacılık sektörüne. Ve patron oldu. Florya’daki Saga Havayolları’nın binasında konuştuk Musa Alioğlu’yla. Saga adını aynı zamanda ortağı olan kardeşi koymuş, Saga ’destan’ anlamına geliyor. Trabzonlu Musa Alioğlu bölge insanının tüm özelliklerini taşıyor, hızlı konuşuyor, hareketi seviyor...* Trabzon doğumlusunuz gazetecilik yapmışsınız... İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu?Hikaye uzun. Ben 2 yaşındayken ayrıldık Trabzon’dan. Babam gıda toptancılığı yapıyordu. Ağrı’ya göç ettik. Beş kardeşiz. Hem babamın işini öğrendik hem okuduk. Tesadüfen gazeteci oldu* Nasıl bir ailede büyüdünüz?Birinci sınıfı Ağrı’da okudum. Sınıfın bir tarafında benim gibi Türkçe bilenler diğer tarafında da Türkçe bilmeyenler otururdu. Zor şartlarda okuduk. İlkokul ikinci sınıfta Erzurum’a geldik. Küçükken babam beni bankaya gönderirdi. Onun yanında ticareti öğrendim. Sokakta top oynamaya zamanım hiç olmadı. * Trabzon’da gazeteciliğe nasıl başladınız?Babam ’Toprağımıza dönelim’ dedi ve döndük. Liseyi bitirdiğimde siyasi ortam çok karışıktı. İstanbul’da okul kazanmama rağmen Trabzon’da Türk Dili ve Edebiyatı okudum. Tayinim de Yozgat’a çıktı. 12 Eylül öncesinde Yozgat’a gitmek her babayiğidin harcı değildi. Sol düşüncede bir gençtim. Gitmedim, babamın mağazasında çalışmaya başladım. Bir gün bir arkadaşım vasıtasıyla Trabzon’un yerel gazetesine gittim. Ankara’dan bürokrat abim o gazeteye abone olmak istemişti. Orada yazıişleri sorumlularıyla konuştum. Bu arada bir ilan vardı, muhabir arıyorlardı, o ilana da bir arkadaşım için bakıp sormuştum. Gazete yöneticileri ’Bir haber yaz gel’ dediler, benim iş aradığımı sandılar. Bir deneyeyim dedim. Bir komşumuz vardı. ’Demire zam geldi’ dedi. Haber yazdım, götürdüm gazeteye. 3 gün sonra gazetede ’Demir fiyatları zamlandı’ diye bir haber var, altında da adım gözlemci diye yazıyor. 3 kere adım gözlemci olarak yazıldı, dördüncü haberimle muhabir oldum. 7-8 yıl orada genel yayın yönetmenliği yaptım. O zaman 10 bin tirajlı bir gazeteydi, önemsenirdi. Sendikacılık da yaptı* Tesadüfen gazeteci olmuşsunuz...Çok sevdim gazeteciliği, bir daha dünyaya gelsem yine gazeteci olurum. Hayatım değişti gazetecilik sayesinde. O dönemde Mesut Yılmaz’la tanıştım. Hayatımın dönüm noktasıdır. Bana bir gün ’Sizden birini yurtdışına dil eğitimine gönderelim’ dedi. ’Basın kartı, yurtdışı tecrübesi, askerliğini yapmış biri olmalı’ diye ekledi. Bu şartlara uyan bir tek bendim bizim oralarda. Ve Anadolu’dan Londra’ya giden ilk gazeteci ben oldum. Londra dönüşü gazetenin patronuyla anlaşamadım. İstanbul’a geldim ve işsizdim. Günlerce Gülhane Parkı’nda oturdum. Derken o dönemde Hürriyet Gazetesi, Gazete diye bir gazete kuruyordu. Oraya geçtim, sonra da Hürriyet’e transfer oldum. 9 yıl çalıştım. O arada sendikaya üye oldum, ağzım laf yapıyordu, iş yeri baş temsilcisi, Türkiye Gazeteciler Sendikası İstanbul Şube Başkanı oldum. Sendikacılıktan farklı nedenlerle ayrıldım. O sırada Amerika’da bir hastam vardı, onun yanına gittim. Yakınım vefat etti. Son Havadis Gazetesi vardı o sırada, beni orada köşe yazarı yapmışlardı. ‘Halkın sesi’ diye bir köşem oldu. Emekçiyken köşe yazarı olduk. Bu serüven de 3-4 ay sürdü, aslına bakarsanız biletim kesilmişti ve ayrıldım. Havacılık ortaklıkla başladı* Havacılık işine nasıl girdiniz? Sermaye nereden buldunuz?Gazetecilik yaparken kardeşim bir şirket kurmuştu, ben ona ortaktım, turizm acentamız vardı. 6 ay hiç iş yapmamıştık. Bir gün talihimiz döndü. İsrail’den 150 turist getirdik, işler açıldı. Turizmi hiç bilmiyordum. Otel, turist derken, 1 milyon dolardan fazla döviz getiren şirketlerden biri olduk. Yılda 20 bin turist getiriyorduk. Sonra işler iyi gidince 1995 yılında Air Alfa Havayolları’na ortak olduk. Sonra bu şirketi Kombassan Holding’e sattık. Ama havacılığın gerekli olduğuna inandık. 2006’da turizm şirketimizi kapattık. İlk uçağımızı 2004’te almış, işe de başlamıştık. Yasalar 3 uçak dedi, sonra 2 uçak daha aldık. 4 uçak alıyoruz* Kaç uçağınız var?Şu anda 6 uçağımız var. Geçen ay da Boeing’le anlaşma imzaladık, 4 uçak daha alıyoruz. 2011’de sıfır uçaklarımız olacak. Tanesi 74 milyon dolar.* Niye iç hatlarda uçmuyorsunuz?Hazır değiliz. Bilet kesmiyoruz biz. * Uçaklarınız Türkiye’de mi?İkisi Türkiye’de yerel havayollarında., üçü Cezayir Havayolları’nda, biri Afganistan’da. Afganistan’daki Airbus’ımız Hamid Karzai’nin VIP uçuşlarında kullanılıyor. KÜBA’YA GİDECEĞİM AMA UZUN UÇUŞLARDAN KORKUYORUM6 uçakları, 1.113 koltuk kapasiteleri olduğunu söyleyen Musa Alioğlu, bir uçağın yılda 300 bin yolcu taşıdığını anlatıyor. Alioğlu’na emeklilik hayalini soruyorum, “52 yaşındayım. Emekliyim, basın emekçisi olarak emekli oldum. 10 yıl daha aktif çalışmayı planlıyorum. Emekli olup Küba’ya gitmeyi planlıyorum ama uçaktan korkuyorum. Uzun uçuşlardan hep korkarım. Bir de saz çalmayı öğrenmek istiyorum” cevabını veriyor. THY 165 pilot ve pilot yardımcısı alacak* Siz Türkiye Özel Havacılık Sektörü İşletmeleri Derneği yönetimindesiniz. Özel şirketler ve THY dengesi nasıl?THY’nin 110, özellerin 120 uçağı var. 16 özel havacılık şirketi var. * Özel şirketlerden çok personel aldı THY....Bir ara yoğun uçak alımı yüzünden özel sektörden çok personel aldı. 10 uçak daha geliyor. En az 165 pilot ve pilot yardımcısı alacağını duydum. * Pilotluk çok cazip mi sizce?Türkiye için cazip. En az 7.000 euro alıyor pilotlar. Ama stresli iş.Üç ay önce plan yapın, ucuz uçarsınız * Türkiye’de özel havacılık cazip mi? Kıran kırana rekabet var. Otobüs yolculuğu fiyatlarına uçabiliyorsunuz erken bilet alarak...3 ay önce planınızı yaparsanız ucuz uçarsınız. Asıl sorun şu 65 milyona uçacak koltuk sayısı sınırlı. Bazı rakamlar abartılıyor. Kışın ortasında talep düşer, bayramlarda, yaz aylarında fiyatlar patlar. Türkiye’de bugün büyük para kazanmıyorlar, petrol fiyatları daha da artsaydı birçok şirket aradan çıkardı. EN ZOR GÜNÜMGün bitmek bilmediİki uçağımız Cezayir’de, bakım için Türkiye’ye uçaklarımızı getirmemiz söylendi. Uçakların planı programı vardı. Program bozulsa milyon dolarlık plan bozulacaktı. ‘Bir günde bakıp geri verecek misiniz’ dedik. Söz verdiler ama riskliydi. Uçaklarımız boş bir şekilde geldi ve bakımları yapıldı. En uzun gündü bizim için. Gün bitmek bilmedi ama sonuçta uçaklar yetişti.

Devamını Oku

Bu yaz ticaret yapan hiç kimse para kazanamadı

14 Eylül 2008

LÜKS İÇ GİYİM VE MAYONUN ADRESİ MENDO’S’UN SAHİBİ DURGUNLUKTAN YAKINDIVedat Stamati, Sultanhamam tüccarlarından Mendo Stamati’nin oğlu, çekirdekten yetişme bir işadamı. Stamatiler İstanbul’un köklü Musevi ailelerinden biri. İstinyePark’taki Mendo’s’ta buluştuk Vedat Stamati’yle. Mendo’s lüks iç giyimin adresi. Bana sorarsanız kadın olmanın en ayrıcalıklı noktalarından biridir iç giyim. Bu işin uzun süredir ticaretini yapmak ise hem ince bir zevki taşımayı hem de trendleri iyi takip etmeyi gerektirir. Çiçek İç Giyim, 1989’da Mendo Stamati tarafından kurulmuş. Mağazalaşmaya da Mendo’s adıyla 1994’te başlamış. O dönemlerde en ünlü lüks markaları getiren ilk adresmiş... Şimdilerde de mayo ve içgiyimin 12 markası satılıyor Mendo’s’larda. Türkiye genelinde 20 mağazası var. 2007 cirosu 9 milyon dolar. İsrail’in ünlü mayo markası Gottex’i Türkiye’ye getiren isim Vedat Stamati. Gottex’in Türkiye’ye geldiği tarih 1990. Benim için de nostaljik bir yanı var Gottex’in. Türkiye’ye geldiğinde İzmir’de Gottex marka bir mayo bulmak için ayaklarımıza kara sular inmişti. Bulmuştuk sonunda ve o mayo hiç ama hiç eskimedi. Mendo’s’u Vedat Stamati’yle konuştuk. * Çok eski bir İstanbullu ailenin oğlusunuz...Ailemizin 500 yıllık bir geçmişi var İstanbul’da. Dedem Sultanhamam’da ticarete başlamış. Ailede herkes ticaretle uğraşır. Çok küçük yaşlarda babamızın yanına giderdik. İşi izler, öğrenirdik. İsrail’e göç ettik* İsrail’e dönmüşsünüz bir ara...İsrail’e göç etmek zorunda kaldık. 14 yaşındaydım. Babamın Levent’teki fabrikası, o yılların siyasi olayları ve anarşi nedeniyle işleyemez hale gelmişti. Grevler oluyordu. Ailece karar alıp İsrail’e gittik. 4 yıl kaldık. O dönemde okul çıkışlarında meyve satardım. İlk iş deneyimimdir.* 4 yıl sonra karar değişikliği mi oldu?İnsanın doğup büyüdüğü toprakları bırakması çok zor. İstanbul’a bağlı bir aileyiz. Çok zorlandık yurtdışında. Ayrıca büyük bir ailenin yeni bir yere alışması, iş kurması da çok zordur. Sonuçta 4 yıl sonra döndük. 1984 yılıydı.* Özal Türkiyesi’ne döndünüz...Evet, öyle denilebilir. Liberal rejime geçiliyordu. Yeni bir ülkeye gelmiş gibi olduk. Yasaklar bitmişti. Yeni yeni şeyler görmeye başladık. Aynı işe dönmedik, oturmuş bir düzen bozulmuştu. Yeni alanlar vardı. İç giyime döndük. İthalat, ihracat yapmaya başladık. Babam yabancı iç giyim markalarını Türkiye’ye ilk getirenlerdendir. 1989’da Çiçek İç Giyim’i kurdu. * Mağazalaşma ne zaman başladı?1994’te mağazacılığa başladık. Toptan satış, imalat, ihracatı birlikte götürdük. Tüketiciye daha yakın olmak ihtiyaç oldu ve “Mağaza açalım” dedik. 1990’da İsrail’in kalitesiyle ünlü mayo markası Gottex’in distribütörlüğünü almıştık. Üretim de devam ediyordu. Sonraki yıllarda Türkiye’de tüketicinin beğenisini kazanan yabancı markaları da getirmeye başladık.* İlk mağaza Akmerkez’deki mi?Evet. O dönemde kirası 4.500 dolardı, o zaman bizim için inanılmaz bir kiraydı. Şimdiki kiraların yanında komik kalıyor. Akmerkez iyi bir nokta oldu bizim için. O zaman 3 markamız vardı. 12 marka daha eklendi. Ve mağaza açmaya devam ettik. * Müşteri kitleniz hep A ve A artı mı? Lüks iç giyimin sadık müşterileri kimler?Orta üst, A ve A artı kitle alışveriş yapıyor bizden. Türkiye’de maddi gücü olan, modern kesim bizim müşterimiz. * 1990’lardan bu yana tüketici alışkanlıkları sizce ne yönde değişti?Tüketici alışkanlıkları çok değişti. Daha rahat kıyafetler giyiliyor. Mağazaya her gelişlerinde yenilik görmek, yeni ürünler bulmak istiyorlar. Eskiden sezon açılır bir koleksiyon gelirdi, şimdi koleksiyonlar sürekli yenileniyor. * Avrupa markaları Türkiye’de Avrupa’ya göre daha pahalı. Müşterilerinizin bir ayağı yurtdışında olmalı. Fiyat politikanızı nasıl ayarlıyorsunuz?Getirdiğimiz markaları bulunduğu ülkelerle en uygun fiyata satıyoruz. Müşterilerimizin bir ayağı Avrupa’da, doğru. Aynı fiyatı yakalamaya çalışıyoruz. Biraz ucuz ya da pahalı olduğumuz zamanlar oluyor ama ortalamada aynı fiyatı yakalıyoruz. Biz Avrupalılardan zengin değiliz, neden onlardan pahalıya satalım? Arap turist rekoru kırıldı* Bu yaz ticaretle uğraşanlar için iyi geçmedi deniliyor. Siz nasıl geçirdiniz?Bu yaz sezonu maalesef çok daralma oldu. Dünyadaki ekonomik çalkantılar da AKP ile ilgili kapatma davası da etkiledi. Karar çıktıktan sonra biraz hareketlendi işler. Bence bu yıl kimse para kazanamadı. Stokları erittilerse büyük başarı. Yeni sezon başladı, indirimler hâlâ devam ediyor. * Ağustos’ta Arap turistler geldi...Arap turistler indirim dönemini yakaladı. Arap turist rekoru kırıldı ama indirimde. Onlar da iç giyime meraklı. İyi de alışveriş yaptılar çok faydası oldu.Avrupalılar’a taksit olayını anlatmakta çok zorlandık * Müşteriler değişmedi mi? 1990’ların zenginleriyle 2000’li yılların zenginleri farklı değil mi?Para el değiştirdi. Siyasi değişiklikler bizi de etkiledi. İç giyim konusunda alışkanlıklar da değişti. Kadınlar iç giyim üzerine erkeklere göre çok daha fazla tüketim yapıyor. Kemik bir müşterimiz her zaman var ama yeni müşterilerimiz de oldu. Dış giyim olarak farklı olup iç giyimine çok özen gösteren kadın müşterilerimiz var. Sadık müşteriyi biz çok seviyoruz. * Kim sevmez... Ürünlerinizin fiyatları yüksek. Taksitli satış da yapıyorsunuz. Bu rakamlar ve bu taksitlerle neredeyse ürünlerin taksidi bitmeden modası geçer desem... Dünyada daralma var, Türkiye lüks markalar için cazip12 taksitle almak isteyenler oluyor. Artık akıntıya ters kürek çekemezsiniz. Taksit Türkiye gerçeği. Avrupa’da yok ve Avrupa markalarına taksit olayını anlatmakta başlarda çok zorlandık.* Lüks markalar için Türkiye son yıllarda gözde ülkelerden biri. Neden? Gelir seviyemiz ortada...Dünyada ve Avrupa’da daralma var. Türkiye çok cazip bir pazar. Eskiden Türkiye onlar için olsa da olur, olmasa da dedikleri bir ülkeydi. Ama artık öyle değil. Avrupa markaları Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor. Burada potansiyel var. * Türkiye’de kadınlar markaya önem veriyor diyebiliriz o zaman...Türkiye’de kadınlar şık. Giyime de iyi para harcıyorlar. Avrupa’dan gelen misafirlerimizin hemen hemen hepsinin ortak görüşü, Türkiye’de kadınların bakımlı ve şık olduğu. Aslına bakarsanız genelleme de yapmam yanlış olur, Türkiye yalnızca İstanbul, İzmir, Bodrum değil... Biliyoruz ama hitap ettikleri kitleye bakınca kadınlar gerçekten de şık, bakımlı, kendine özen gösteriyor. * Dış giyim kadar iç giyimlerine de özen gösteriyorlar mı?Tam değil. İç giyim çok farklıdır. Maalesef dış giyim gibi değil. Oysa iç giyim sağlık demek. İç giyim aynı zamanda kendiyle barışık olmanın bir göstergesi.BALIK TUTMAYI SEVERİM AMA MARMARA’DA BALIK YOK Vedat Stamati’nin 10 aylık bir kızı, iki oğlu var. “Oğlanlardan biri 11.5, biri 8.5 yaşında. Çocuklar stresi alıyor. Hafta sonlarını Adalar’da geçiriyoruz. Balık tutmayı severim ama bu sene balık yoktu Marmara’da” diyor. Emeklilik hayalini sorduğumuzda ise “İşten kopmak istemem, hep bir ayağım işimde olsun isterim. Bence bir erkek için tamamen emeklilik mümkün değil” cevabını veriyor

Devamını Oku

Her yıl Tuz Gölü kadar su israf ediliyor

9 Eylül 2008

Hala arabasını elinde hortum şar şar su akıtarak yıkayanlar var. Tatilde çok dikkatimi çekti, özellikle yazlık yerlerde su sıkıntısı doruk noktada hissediliyor ama dikkat eden yok. Yazlıkçı demek suyu çok kullanan demek. Tamam, ben de bayılıyorum suyun altında saatlerce kalmaya, fıskiyelerle sulanan çimlere ama gerçekler acı diye arabesk bir söz yazacağım, su sıkıntısı ciddiye alınmayacak gibi değil.Bunları yazmamın nedenine gelince... Elime zaman içinde yapılan hataların nasıl büyük bir kayba neden olduğunu gösteren bir bilgi ulaştı. Gerçekten de damlaya damlaya göl oluyor!Bunu DSİ yaparsa...İddia şu: Tuz Gölü’nün yer aldığı Konya Kapalı Havzası’nda Devlet Su İşleri’nin yanlış su politikaları nedeniyle her yıl bir Tuz Gölü kadar su israf ediliyor. DSİ’nin yanlış su politikaları nedeniyle yılda 1 milyar 150 milyon metreküplük emniyetli su rezervine sahip Konya Havzası’nda, 1 milyar 786 milyon metreküp su tüketiliyor. Bu nedenle, her yıl havzada 636 milyon metreküp, yani bir Tuz Gölü’nü dolduracak kadar su kaybediliyor. Bu nasıl mı oluyor?Doğa Derneği’nden aldığım bilgiye göre, Konya’da yapılan baraj ve kanal inşaatları, on binlerce yasadışı kuyu ve aşırı su tüketen tarımsal ürünler son 20 yılda Türkiye’nin en büyük ikinci gölünü kuruttu. Tuz Gölü’ndeki kurumaya bağlı olarak başta flamingolar olmak üzere birçok canlının yaşamı tehlike altına girdi.Konya Ovası’nda suyun küresel ısınma nedeni ile değil büyük ölçüde insan eliyle yok edildiğini belirten Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken, “Geçtiğimiz 20 yılda Konya Kapalı Havzası’nda sulu tarım teşvik edildi. Bir yandan Beyşehir’den su taşınırken, diğer yandan suyun göllere gitmesini engelleyen sulama barajları yapıldı. Ekilecek ürün olarak da bölgede yetişen ancak aşırı su tüketen şeker pancarı, mısır, yonca ve kiraz gibi bitkiler seçildi. Bir süre sonra yer üstü suları yetersiz geldi. Çiftçiler yasadışı kuyular açarak yeraltı sularını kullanmaya başladı. 15 yıllık geçmişi var bu olayların. DSİ ne yazık ki bu yanlış politikayı kendi uygulamalarının meyvesi olan kuraklığı gerekçe göstererek sürdürüyor. Susuzluğun ana nedeni küresel ısınma değil, Türkiye’nin yanlış su politikası” dedi.

Devamını Oku

Ermenistan Türkiye maçı ticareti geliştirir mi?

5 Eylül 2008

Futbol ve politika ilişkisi üzerine bundan sonra yazılacak kitaplarda bugün oynanacak Ermenistan-Türkiye milli maçı kesinlikle olmalı.Türkiye de Ermenistan da günlerdir maç üzerinden ilişkileri masaya yatırıyor. Kamuoyu yoklamaları yapılıyor. Erivan sokaklarından haber yapan arkadaşları izledim dün, Ermeniler ‘dostluk kazansın’ diyordu. Ne güzel!Türkiye-Ermeni İş Geliştirme Konseyi Başkanı Kaan Soyak’ı aradım, o da Erivan’da. Soyak’ın bir ayağı Amerika’da bir ayağı da Türkiye ve Erivan’dadır. Soyak her konuşmamızda Diaspora Ermenileri’yle Ermenistan’daki Ermenilerin farklılıklarına da dikkat çeker. Ona ilk sorum, Erivan’daki atmosferle ilgiliydi, ikinci sorum ise Diaspora Ermenileri’nin bu gelişmeleri nasıl izledikleri yönündeydi. AB’nin barış elçisi Türkiye!Soyak, ‘Erivan’da herkes maçı konuşuyor ama konuşulan kimin yeneceği değil, bundan sonra olacak olumlu gelişmeler. Barış atmosferi var, yıllardır çözülemeyen sorunların kilitlendiği noktalarda durmak yerine uzlaşma, ilişkileri yeniden biçimlendirme çabaları var’ diyor. Diaspora Ermenileri’nden maç için Erivan’a gelenlerin olduğunu, çoğunun gelişmeleri yakından izlemek için Erivan’da bulunduğunu, Diaspora Ermenileri’nin daha temkinli olduklarını anlatıyor Soyak. Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin neredeyse tam kadro Erivan’da olduğunu söyleyen Soyak, ‘Dışişlerimiz ortamı da çok iyi hazırladı. 15 yıldır ilk kez böylesine bir yakınlaşma oldu. Tarihi bir olay’ diye de ekliyor. Peki bu gelişmeler yalnızca Türkiye ve Ermenistan’ı mı ilgilendiriyor?İlk defa Amerika ve Rusya bu gelişmeyle ilgili Türkiye’ye tam destek verdi. ‘Kafkaslar’da da barış ortamı isteniyor. AB’nin Kafkaslar’daki barış elçiliği görevini sanki Türkiye yapıyor’ görüşünü dile getiriyor Soyak. Kendisini Türk ve Ermeni gazeteciler kadar, Kafkaslarla ilgilenen son zamanlarda Gürcistan-Rusya gerilimine odaklanan gazetecilerin de aradığını anlatıyor. Bundan sonra ne olur? Sınır kapısı açılır, ticari ilişkiler gelişir mi?Mallar toprak yoldan gidiyorTürkiye ile Ermenistan arasında ticaret hacmi 150 milyon dolar civarında. Bu ticaretin hemen hemen tümü Gürcistan üzerinden yapılıyor. Soyak, ‘Karadan ulaşan mallar 20 kilometresi asfalt, 100 kilometresi toprak yoldan gidiyor. Gümrük Bölgeleri’nde çok sorun var, oysa ilişkiler gelişse bu sorunlar ortadan kalkar, Ermenistan’da Türk mallarına büyük talep var’ diyor. Rusya-Gürcistan gerginliği, ticaretinin hemen hemen büyük bölümü Gürcistan’a bağlı Ermenistan’ı Türkiye’ye bu maçla birlikte bakalım ne kadar yakınlaştıracak?

Devamını Oku