Dünyanın boyutlarına göre en hafif teknelerinden biri kısa bir süre önce Boğaz’daydı. 56 metre uzunluğunda karbonfiberden yapılmış Pink Cin isimli yat uzun direği ve zarif duruşuyla dikkat çekiyordu. Bu tekne kimin diye meraklandım. Sahibinin Alman bir işadamı olduğunu öğrendim.Bu işadamı ne iş yapar diye bakınca da altından güzel bir hikaye çıktı. Otto Bock’u duydunuz mu? Engelliler için en sağlam çözüm adresi Otto Bock.Protezlerden söz ediyorum. Otto Bock alanında dünyanın en büyüğü.Guinness’e girdiMarkanın üçüncü kuşak temsilcisi Hans George Naeder deniz tutkunu. 1 Temmuz 2008’de, İngiltere- Fransa arasını en hızlı geçen kişi olarak, Virgin Grubu’nun sahibi Richard Branson’un ünvanını elinden aldı ve Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeyi başardı. Peki Türkiye’de ne işi vardı? Otto Bock markası yıllardır Türkiye’de. Nüfusun yüzde 12’si engelli olan ve 1 milyonun üzerinde ortopedik engellinin yaşadığı Türkiye’ye yatırım olanaklarını yerinde değerlendirmek için gelmiş Hans Naeder. “Türkiye’de de yaşam süresi uzuyor, felç ve diyabetli insan sayısı artıyor. Engelliler yaşama katılmalı” diyor.Naeder, bundan 10 yıl önce geldiği Türkiye’den bu kez çok etkilenmiş ve bu seyahatinde tekstille de ilgilenmeye karar vermiş. Henüz ne yapacağı tam belli değil. Otto Bock, Hans Naeder’in dedesi tarafından 1919’da Berlin’de kurulmuş. Amaç savaş mağdurlarına protez üretmek. 2. Dünya Savaşı’nda darbe yiyen Otto Bock 1946 yılında, Otto Bock’un damadı Hans Naeder’in babası Max Naeder’in yeni bir fabrika kurmasıyla yeniden yükselişe geçmiş. Bugün Otto Bock, protez konusunda tek gerçek global oyuncu. 1969’da modüler bacak protezinin piyasaya sunulması dünya çapında uluslararası bir standardın oluşmasına neden olmuş. Kas sinyalleri ile kontrol edilebilen myoelektrik kol protezinin geliştirilmesi markayı iyice büyütmüş. Şu anda Otto Bock Healthcare bünyesinde, 10 bin adedin üzerinde ürün var. 140 ülkede ürünler satılıyor. 10 yılda çok modernleştinizHans Naeder’in Türkiye ile ilgili izlenimlerine gelince... “Otto Bock ürünleri satılan ülkeler arasında Türkiye’nin benim için çok özel bir önemi olduğunu söyleyebilirim. Çünkü Almanya’da en iyi dostlarım arasında ağırlıklı olarak Türkler var. Buraya gelince de gerçekten kendimi evimde gibi hissettim. Dünyada 200’den fazla şehri ziyaret ettim. Türkiye’yi 10 yıl öncesine göre, daha modern bulduğum için mutluyum. Özellikle İstanbul çok hızlı değişen ve heyecan verici bir şehir. Ben Türkiye’yi ”Köprü ülke” diye tanımlıyorum. Doğu ile Batı arasında, Asya ve Avrupa arasında zaten gerçek köprüleri kurmuşsunuz. Ülkenizin Avrupa ülkelerine göre daha fazla büyüme potansiyeli taşıması cazi. Sadece Türk pazarı için değil çevre ülkeler için de önemli bir merkez rolü oynuyorsunuz.” Naeder, İstanbul’dan sonra rotayı Bodrum ve Antalya’ya çevirdi. Türkiye’den sessiz sedasız dev bir Alman yatırımcı geçti... Yatırımları zaman içinde artacak mı, bekleyip göreceğiz...*****Ne üretiyorlar?Kaybedilen uzvun fonksiyonlarına en yakın teknolojik cihazları üretiyor Otto Bock. Benzer biçimde, ortezler vücut işlevlerinin geçici ya da kalıcı bozulmalarında tedavi veya önlem yönünde destek olmak amacıyla tasarlanıyor.***** Dipnot Hans Georg Naeder, son 10 yılda satışlarını 210 milyon eurodan 457 milyon euroya çıkartarak çok önemli bir başarıya imza attı.
Adil Işık’ın hayatı tam bir başarı öyküsü. Ispartalı ilkokul mezunu bir işadamı Adil Işık. Laleli’de iş yaparak büyüdü, Rusya’da en çok mağazası olan Türk markası haline geldi. Adil Işık bugün 11 ülkede yılda 5 milyon parça ürün satıyorAdil Işık’la sohbet etmeyi aslına bakarsanız çok önceden kafaya koymuş ama bir türlü gerçekleştirememiştim. Röportaj yapmak istememin öncelikli nedeni, Adil Işık’ın sıfırdan yarattığı markasıyla Rusya’da en çok mağazası olan Türk hazırgiyimcilerden olmasıydı. Rusya’da tam 40 mağaza. Üstelik Rusya’daki en büyük ve lüks alışveriş merkezlerinde Adil Işık markası var. Türkiye’de alt gelir kesimine yönelik trendleri takip eden bir marka olarak yola çıkan Adil Işık, son dönemde yakaladığı başarıyla her kesimden kadını müşterisi yapan bir marka. Adil Işık, Isparta’dan İstanbul’a göç eden Işık Ailesi’nin en büyük çocuğu. İlkokul mezunu. Köy yerinde hayvanların üzerinde, İstanbul’da ise el arabasıyla ticaret yapan bir babanın oğlu Adil Işık. Sohbete çocukluğundan başladık.Galetaları yemezdim* Kaç yaşında geldiniz İstanbul’a?8 yaşındaydım. Babamla geldik. 20 yaşına kadar İstanbul’da yaşayan Ispartalılar arasındaydım. * Babanız ne yapıyordu İstanbul’da?Çerçiydi. El arabasıyla ürün satardı. Ben okuldan çıkınca babamın yanına gider ona yardım ederdim. * Çalışmaya çok küçükken başlamışsınız...Evet. O dönemde yaz aylarında da Isparta’ya giderdik. Köy yerinde de çalışırdım. Hayvan güderdim. Bunun karşılığında da buğday verirlerdi. İstanbul’da da fırınlardan galeta alır satardım. Acıksam bile o galetalardan yemezdim, sermayeme el sürmezdim. * Tekstil işine nasıl girdiniz?Askerden döndüm. Babam farklı ürünler satan bir mağaza açmıştı. Ben kendi yolumu çizmek istedim. Başlarda kadın, erkek giysileri ürettirip satmaya başladım. Sonra tamamen kadın üzerine oldu. İlk Adil Işık mağazasını 1992 yılında Kocamustafapaşa’da açtım. * Mağazalaşmaya başladınız...Aslında daha çok farklı satış noktalarına kendi markamla ürün veriyordum. Kısa zamanda ilgi gördü. Bakırköy’deki mağazam çok tuttu, sonra da Akmerkez’i açtım. * Rusya’ya nasıl açıldınız? Biliyorsunuz bir dönem bavul ticareti vardı. Laleli olayı... Çok ilgi gördü ürünlerim. 1992 yılından sonra açıldım. İnanın o dönemlerde Rusya’da Moskova’nın kalbi olarak görülen Tverskaya’da ’Türk malı satılmaz’ yazıyordu.Akıllı adamın ahlakı* Neden?Tüccarlarımız çok yanlışlar yapıyordu. Biz o alışveriş merkezinde ’Adil Işık ürünleri bulunur’ yazısını gördük. Çünkü doğru iş yaptık. Hep ahlaklı davrandık. Akıllı adamın ahlakı kalıcıdır. Ben ticaret yaparken hep şunu düşündüm ben Türkiye’yim. Hep ‘Türkler iyi iş yapıyor, kandırmıyor’ desinler istedim. Bir dönem ne yazık ki tüccarlarımız orada çok yanlış yaptı. * Rus kadınlarını giydiren adam diyorlar sizin için. Türkiye’den önce Rusya’da daha bilinir olmanızı neye bağlıyorsunuz?Öncelikle bir konuya girmek isterim. Rus kadınlara Nataşa diyoruz. Bir milletin kadınlarına böyle bir genelleme yapmak çok çirkin. Türkiye’ye gelen Ruslar daha varoşlardan geliyor. O yüzden de Türkiye’de yanlış bir imaj var. Moskova’ya giden her Türk şaşırıyor. Rus kadınlar hem bakımlı hem de çok güzel giyiniyor. Giyinmeyi de çok seviyorlar. * İyi giyinmek para ve güzellikle ne kadar ilgili sizce?Paranız olmasına çok da gerek yok iyi giyinmeniz için. Pahalı kıyafetlerle şık olunmaz. Zengin şık giyinir diye bir şey yok, yalnızca giyime iyi para harcarlar. Rusların tarihinde şaşa var. Ve kent kültürleri var. Giyim de bunlarla bağlantılı. Rusların kompleksi yok* Rus kadınını giydirmeyi basit görenler mi var?Evet. Bu da yanlış. Rus kadınını giydirmek basit değil. Orada her marka var. Maddi olanakları da var, zevkleri de. Benim markamdan bir pantolon alıp, üzerine dünyaca ünlü bir markadan ceket alan kadın çok. Kompleksleri yok. * Türklerin kompleksi mi var?Türkiye’de yabancı mallara özenti var. Yerli malını küçümsüyoruz. Ancak bu yavaş yavaş değişiyor. Nişantaşı’na gidiyoruz birkaç lüks marka var. Birer ikişer yerleri var o ünlü markaların Türkiye’de. Rusya’ya gidin bütün A plus markalar her yerde var. Ben Anadolu çocuğuyum. Annem entari altına pijama giyerdi. Kendimi yetiştirdim, kadına ne yakışır, kadınlar nasıl giyinmek ister, nasıl alışveriş yapar bunu öğrendim. * Siz hep Türk markaları mı giyiyorsunuz?Ben her şeyimi yerli giyerim. Moda kişide kendini bulur. Bir pabuç, broş, çanta ya da mücevher giyimde farklılığı ortaya koyar. * Moskova’da ilk mağazanızı ne zaman açtınız?İlk mağazayı 2002’de açtım. Ama 7-8 yıl öncesinden Rusya’da vardım. Ürünlerim satılıyordu farklı butiklerde ve aranılan bir marka olmuştuk. Biz mağazalaşınca müşteri bizi daha kolay bulur hale geldi. Müşterimiz hazırdı. Bu yüzden de hızla büyüdük. Pazarda tutunmak zor* Yaşadığınız en büyük zorluk neydi bu açılımı yaparken?Biz burada yerli olduğumuz için küçümseniyoruz, yurtdışında da Türk olduğumuz için. Ama bu son zamanlarda kırılıyor. Türkiye’de de kırılıyor, yurtdışında daha önce kırıldı. Yurtdışında doğru trend mi, iyi kalite mi, doğru fiyat mı diye bakılıyor. Ben sıfırdan geldim. Babamdan kalan bir şey yok. Uluslararası rekabete açık bir iş yapıyorum. Boşluk tanımayan bir ortam. Bu pazarda tutunmak ve ilerlemek zor. Colins var bizden başka Rusya’da, bir Türk kurucu, tamamıyla Türk markası. Avrupalı rakiplerle sıkı mücadele içindeyiz. * Üretim kapasiteniz nedir, ne kadarını ihraç ediyorsunuz? Üretimimiz yılda 5 milyon parçayı geçiyor. İhracatımız yüzde 60 seviyesinde.Yerliye sahip çıkmazsak global marka yaratamayız* İspanya son yıllarda kadın hazırgiyiminde atakta. Zara ve Mango. Dünya markası oldular. Sizce Türkiye neden yapamıyor?İspanya dünya trendi markalar çıkardı. Biz üretim olarak daha iyiyiz. Biz o markaları iyi irdelemeliyiz. Cirolarının yüzde 60’ını kendi ülkesinde yapıyor. Kendi markasına sahip çıkıyor. Yıllar önce Arçelik çamaşır makinesi varken Bosch alanlara da aynı şeyi söylerdim. Niye gidip yabancı alıyorsun, kendi markana sahip çık. Yıllar önce bir arkadaşım otomobil aldı, ’Ne özelliği var?’ diye sordum. ’En pahalısını aldım’ dedi. Bunun gibi biz böyleyiz. Bu üründe ne buldunuz? Yanıtı yok. İrade markaya bırakılmaz. İspanya’dan çıkan markalar İspanya’da güçlenip ihtisaslaşmış. Bizim de bunu yapmamız lazım. Kendi markalarımıza sahip çıkmalıyız. Türk tüketicisi doğru trendler neredeyse ondan alışveriş yapmaya yeni yeni başladı.Rusya krizinde siyasetçilere iş düşüyor* Gürcistan’daki son olaylar, Rusya’nın gümrüklerde Türk mallarının girişini yavaşlatması sizi nasıl etkiledi?Problem devam ediyor. Gümrükte işi yavaşlattılar. Türk olmanın zorlukları bunlar. Yöneticilerin rakamları önlerine koyup iyi değerlendirme yapmaları lazım. Siyasetçilere çok iş düşüyor. Ben bu sürecin aşılacağına inanıyorum.Uzun tatile gitmem haftasonu yüzerim* Uzun tatil sevmem. Hafta sonları yüzmeye giderim. Bu da bana yetiyor. * Eşim hep markamı giyer. Eşimi giydiremezsem diğer kadınları nasıl giydireyim?Köyden şehre gelen kız köyden biriyle evlenmez* Neden kadın giyiminde uzmanlaşmayı tercih ettiniz?Hem kadınlar değişime daha kolay ayak uyduruyor, hem de kolay adapte oluyorlar. Dünyaya daha açık kadınlar. Ben 1965’lerde Anadolu’dan İstanbul’a gelen biriyim. Bir örnek vereyim. Köyden gelip İstanbul’da 15 yıl yaşayan bir kızı köyden bir erkekle evlendiremezsiniz. Erkek ise köyden 20 yıl önce çıkmış olsa bile gider yine köyünden bir kadınla evlenebilir. Erkek muhafazakardır. Kadınlar ise kendilerini hızla yeniler.Bayrağı iki oğlum devralsın isterimİKİ oğlum var. Biri 20, biri 8 yaşında. Bu bayrağı devralmalarını çok isterim. Bu marka bana ait değil. Adil Işık markasını ben kurdum ve bu ülkeye ait. Bu kadar insanın çalıştığı, istihdam yaratan, milyonlarca kişiye ulaşan, katma değer yaratan bir kuruluşun yaşamasını isterim.11 ülkede satılıyor* Adil Işık’ın Türkiye’de 54 şehirde 192 satış noktası var. Bunlardan 73’ü mağaza, 76’sı corner, 43’ü de department store.* Adil Işık’ın 11 ülkede 62 satış noktası bulunuyor. Bunların da 52’si mağaza, 10’u corner. * ADL’nin Rusya, Bulgaristan, Kazakistan, Azerbaycan ve Arnavutluk’ta mağazaları, Almanya, Beyaz Rusya, Letonya, Makedonya, Mısır, KKTC’de de satış noktaları var.EN ZOR GÜNÜMBu yaz iyi geçmediZor günlerimiz oluyor, bu da hayatın gerçeği. Bu yaz iyi geçmedi. Yazın bir problem oldu. Parti kapatılma davası mı etkiledi, yoksa başka şeyler mi? Tam bilemiyorum.
Ne olacak? Gerçekten de çok merak ediyorum. Bir iki yıl içinde ekonomik göstergelere inanamayacak mıyız? Cebimiz parayla dolacak, harca harca bitmeyecek mi? İstanbul’a gelen turist sayısı katlanarak büyüyecek ve bu gelen turistler de ‘ucuzcu’ olmayacak mı? Geçenlerde Kanyon’a uğradım, ardından da İstinyePark’a. Arap turistler son 15 gündür yüzlerini güldürmüş ama ‘bu yaz nasıl geçti?’ diye sorduğumda, herkes ağlıyordu. Gazetemizin hemen yanında Astoria’da mağazası olan bir tanıdık var, Metrocity, Kanyon ve İstinyePark’ta da mağazaları var. Ona, ‘İşler nasıl?’ diye sordum, ‘Geçen yıla göre yüzde 30 azalma var, kapatma davası stresinden sonra biraz kıpırdanma var’ dedi. Hımm, peki yeni açılacak alışveriş merkezlerine hangi markalar girecek? Hâlâ ‘aman ben ayrı kalmayım’ diye tüm markalar sıralanacak mı yeni alışveriş merkezlerinde de? Yoksa biraz daha temkinli mi davranacaklar?290’a koşuyoruzTürkiye ilk alışveriş merkeziyle tanıştığında yıl 1988’di. Aradan 20 yıl geçti. Sayı Türkiye genelinde 150’ye dayandı. 2009 yılında bu rakamın 290 olacağı söyleniyor. En rahat izleyebildiğim hat Nişantaşı-Maslak hattı. Sanırım artık bu hat için ‘alışveriş hattı’ diyebiliriz. Saymaya başlayım. Önce Akaretler. Serdar Bilgili’nin projesi, Beymen’in getirdiği markalar Akaretleri açık hava alışveriş merkezi haline getirdi. İstanbul’da lüks alışverişin keyifli mekanı oldu Akaretler. Sonra Nişantaşı City’s. Mağazalarından çok İzzet Çapa’nın It’s a Joke’a’yla bilinse de Nişantaşı’nın göbeğinde çok katlı bir alışveriş merkezi. İlerleyelim dekorasyon temalı Adress İstanbul var. Sonra dev merkez Cevahir İstanbul. Taş Yapı, Doğan Ailesi ve Donald Trump ortaklığıyla gerçekleştirilen Bomonti’deki Trump Towers’da da alışveriş merkezi olacak. Büyükdere Caddesi’nde yeni açılan Astoria ve Mecidiyeköy’ün Profilo’su var. Yıllardır bitmek bilmeyen Tatlıcılar’ın Tat Towers’ı da bitiyor ve içinde bir alışveriş merkezi var. Büyükdere Caddesi üzerinde Metrocity, hemen yanında Kanyon. Kiler’in Levent’teki projesi Sapphire, bu arada atlamayalım Özdilek’in Roche’tan aldığı arsa da alışveriş merkezi oluyor. Maslak’ta Hattat’ın Diamond of İstanbul’u da alışveriş merkezi ve İstinyePark, şimdilik bu hattın son noktası olarak görülüyor. Alışverişe hazır olun! Petrol zengini Dubai’ye gitmenize gerek yok! ***** Meme kanseri için 5 YTL çok mu? Dünyada her 9 kadından biri meme kanserine yakalanıyor. Meme kanserinin tedavisinde erken tanının büyük önemi var. Meme kanseri benim için bir aile hastalığı. Genlerimde var ne yazık ki, bu yüzden bu konuda yapılan her çalışmayı yakından izliyorum. Avon yıllardır Türkiye’de ve dünyada meme kanserine yönelik bir bilinçlendirme çalışması yapıyor. Bu çalışmasını da fonlarla destekleyerek maddi sıkıntı yaşayan kadınlara el uzatıyor. Bu çalışmaların halkalarından biri ’Meme Kanseri Bilgilendirme Hattı’. Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu ile Avon işbirliğiye faaliyetlerini sürdüren bilgilendirme hattını hafta içi her gün 09:00-17:00 saatleri arasında arıyabiliyorsunuz. Karşınıza bir uzman çıkıyor ve o uzmana derdinizi anlatabiliyorsunuz. 0800 314 99 99 nolu ücretsiz telefon hattını arayan kadınlar meme kanseri ile ilgili tüm sorularının yanıtlarını alabiliyor. Türkiye’nin gerçekleri ortada ve kanser zor olduğu kadar da pahalı bir hastalık. Avon bu Nisan ayında faaliyete geçirdiği bir başka projeyle de fon yaratıyor. Meme Kanseri SMS Hattı...5205’e boş mesaj gönderen Turkcell ve Avea faturalı hat aboneleri 2 SMS ücreti ödeyerek Türk Kanser ve Savaş Kurumu’na 5 YTL bağışta bulunuyorlar.
10 ton üzerinde gümüş üreten ve bunun yüzde 70’ini ihraç eden Akgün Silver’ın sahibi Süleyman Akgün, 2004 yılından bu yana işçiliğin Türkiye’den 5 kat ucuz olduğu mücevher merkezi Tayland’da üretim yapıyor. Akgün’ün, Midyat M Tipi Cezaevi’nde de mahkumlarla ilgili bir çalışması var. Akgün, “Yılbaşından beri ustamız orada çalışıyor ve üretim başladı. İnsanlar boş oturuyordu, şimdi sanat öğreniyorlar. Şu anda cezaevinde 40-45 kişi çalışıyor. Sigortaları yapılıyor, maaş alıyorlar” dediBundan iki hafta önce Alev Alatlı’yla kurucusu olduğu Kapadokya Meslek Yüksek Okulu’nu konuştuk. O sohbette Türkiye’nin en büyük gümüş ihracatçılarından Akgün Silver Ltd.’nin kurucusu Süleyman Akgün’ün öğrencilere mentorluk yaptığını, gümüş işlemeciliği alanında eğitimli insan kaynağına ihtiyaç olduğunu öğrendim. Süleyman Akgün’ün yaptıklarını duyunca hemen tanışmak istedim. Süleyman Akgün Rize Kalkandereli. Konya Selçuk Üniversitesi Makine Mühendisliği mezunu. Parlak bir öğrencilik geçmişi var. Okullarını hızla bitirmiş ve mesleğini yapmadan kuyum sektörüne girmiş. Şimdilerde şirketini küresel oyuncu yapan Süleyman Akgün’le sohbet ettik. * Rize’den ne zaman ayrıldınız?İlk, orta ve liseyi okuduktan sonra. Üniversiteyi 4 yılda değil 3 yılda bitirdim. * Başarılı bir öğrenciydiniz...Öyleydim, disiplinli. Çalışmayı severim. * Okurken çalışır mıydınız? Ailemiz zahirecilik yapıyordu, orada çalıştım. Üniversite hayatımda da fotoğrafçılık yaptım. O dönemde otomatik makine yoktu. Fotoğrafları Kıbrıs’a basılması için gönderirdim. Konya’da düğünlerde fotoğraf çekerdim. Sonra bıraktım.Ucuz işçilik etkili oldu* Kuyumculuk işine nasıl girdiniz?Kardeşim ve eniştemle başladık. Eniştem bizden önce girmişti, “Gelin işleri büyütelim” dedi. Bana da cazip geldi. 1986’da başladık. 1994 yılında da Akgün Kuyumculuk’u kurduk. 2000 yılına kadar ithalat ihracat yaptık.* İmalata ne zaman başladınız?2000 yılında imalathane kurduk. İmalatla birlikte büyüme de arttı. Kendi mesleğimi yapmadım ama faydasını bu sektörde çok gördüm. Okumuş olmak bu sektörde de önemli. * İlk işyeriniz neredeydi, nereden nereye geldiniz?O zaman Laleli’de 20 metrekarelik bir iş yerinde başladık işe. 1994’de Akgün 30 metrekare bir yerdeydi. Sonra 200 metrekarelik yere çıktık. 3 yıl sürdü 200 metrekarelik yere geçişimiz. Şu anda bulunduğumuz yer 700 metrekarelik. Demirkapı’da 1.000 metrekarelik yer kurduk. İmalatımızı orada yapıyoruz. Artık el işçiliği değil teknoloji ağırlıklı ama tabii ki el işçiliği de çok önemli. Kendi yörelerinde ürettiğimiz ürünler de var. * Siz Tayland’da da üretim yapıyorsunuz. Orada yatırım kararını nasıl aldınız?Malum bu işlerde işçilik çok önemli. İşçilik de Uzakdoğu’da ucuz ve onlar yıllardır bu işi iyi yapıyor. Ben 1980’lerden beri o bölgeye giderim. Gezmediğim yer kalmadı. Her yerini iyi bilirim. 2000 senesinde üretime geçme kararı alırken çok düşündüm.* Türkiye mi Tayland mı diye?Evet. Ülkemde yatırım yapmak istiyordum ama maliyetler de ortadaydı. O tarihte ülkemizde istihdam yaratalım dedik ve Demirkapı’daki tesisimizi son teknoloji ürünü makinelerle kurduk. * Tayland daha sonra oldu...Evet. Satışlar iyi gitti. Üretime geçtikten sonra ihracatımız arttı. Tayland çok cazip bir yer.* İşçilik konusunda hem becerikliler hem de ucuz. Başka cazip neyi var?Orada işçilik çok çok ucuz. Türkiye’de ücretler 5 kat fazla. Ayrıca Tayland kuyumculukta çok önemli bir merkez. Sonra orada da bir yerimiz olsun istiyordum. Tayland’a gelen alıcılar Türkiye’ye gelmiyordu. 2004 sonunda orayı da açtık. * İşin başında kim var?Personel tamamıyla oralı ama kızım ve eşi o işin başında. Tayland’da yaşıyorlar. Buradan da numuneler gönderiyoruz, bazı ürünler de orada alıcılarla buluşuyor. Tayland’da 2 milyon dolar ciromuz var.Nitelikli eleman sıkıntısı* Siz Midyat M Tipi Cezaevi’nde de üretim yaptırıyorsunuz. Mahkumlar bu işi kolay öğreniyor mu? Midyat’ta şu anda cezaevinde 40-45 kişi çalışıyor. Bir yıldır bu projeyi konuşuyoruz ama yılbaşından beri ustamız orada çalışıyor ve üretim başladı. Adalet Bakanlığı’nın izni ve kuralları çercevesinde bu işi yapıyoruz. Çok verimli bir çalışma oldu. Orada insanlar boş oturuyor. Kanunların el verdiği şekilde davranarak çalışıyoruz. Onlar da bir sanat öğreniyor. * Bu çalışmalarının karşılığını görüyorlar mı?Bizden maaş alıyorlar. Biz orada kanunla belirlenmiş ücret ödüyoruz, çalışma saatlerine göre. Sigortaları yapılıyor. Mahkumlar sağlık karnelerini alınca çok sevinmiş. * Kuyum sektöründe nitelikli eleman sıkıntısı mı var? Nitelikli eleman eksikliği var. Bu yüzden de biz sosyal sorumluluk projelerine giriyoruz. Kapadokya Meslek Yüksek Okulu’nu da öyle görüyoruz. Teknik alt yapı konusunda destek olduk, öğrenciler çok hevesli. Gençleri çok iyi yönlendirmek lazım. Mezun olduklarında ellerinde bir sanatları ve işleri oluyor. Üniversite mezunu gençlerde işsizlik oranı 19.7. Bu çok yüksek bir oran. Gençlere iş bulmalarını sağlayacak meslekler öğretmemiz lazım. * Türkiye turizmi açısından gümüşün yeri nedir?Gümüşü yerinde tanıtamıyoruz. Yabancılar gümüş seviyor ama aldıklarının gümüş olduğuna emin olmak istiyorlar. Avrupalı her şeyin sertifikasını belgesini görmek istiyor. Bunda da haklılar. Yıllarca kandırılıp, kaçırılmış turistler. Son yıllarda turistler alışveriş için Dubai’ye gidiyorlar. Dışarıda bir kahve içemez, dolaşmaya çıkamazsınız Dubai’de, alışveriş merkezlerinin dışında hayat yok. Ama orayı tercih ediyorlar. Çünkü Dubai alışverişi iyi pazarlıyor. Bizim böyle bir pazarlamaya ihtiyacımız var. * İhracat rakamlarınız nedir?Yılda 10 ton üzerinde gümüş üretimi yapıyoruz. 12 milyon dolar civarında ticaret hacmimiz var. Üretimin yüzde 70’ini ihraç ediyoruz. Türkiye’de ilk üçün içindeyiz. İhracatımızın yüzde 40’ını Avrupa’ya yapıyoruz.ÇALIŞARAK EMEKLİ OLACAĞIMSüleyman Akgün’ün 3 kızı 2 oğlu var. “Erkekler burada benle çalışıyor. Kızlarımdan biri de Tayland’da işlerin başında” diyen Akgün’e emeklilik hayalini sorduğumda, “Nasıl emekli olacağız bilmiyorum. Sanırım çalışarak emekli olacağım. İş nedeniyle çok gezdiğim için tatil de yapmıyorum ama gittiğim ülkelerin mutlaka tarihi ve kültürel değerlerini ziyaret ederim. Doğal güzelliklerini görürüm. Emekli olup gezme hayalim bu yüzden de yok, oturmayı da bilmiyorum” cevabını alıyorum.EN ZOR GÜNÜM‘Türkiye mi Tayland mı?’ ikilemi2000 yılında 3 ay sıkıntılı bir düşünme dönemi geçirdim. Burada mı Tayland’da mı yatırım yapayım diye bir türlü karar veremedim. O 3 ay kararsız olduğum için zor geçti.500 metrekareye 400 $ kira veriyorumTAYLAND’DA yatırım yapmak çok kolay. Tayland Ticari Ateşesi her sene fuar döneminde bana mektup yazıyor. “Eksiğiniz, talebiniz var mı?” diyor. Ticari ilişkilere çok önem veriyorlar. Ülkelerine çok güzel sahip çıkıyorlar. Ülkelerinde yatırım yapılmasını istiyor ve kolaylık gösteriyorlar. Türkiye’de ise yatırım yapanın önüne bürokratik birçok engel çıkarılıyor. 500 metrekareye 400 dolar kira veriyorum, inanabiliyor musunuz?Silverpoint markasıyla mağaza açmaya başladı* Kuyumculuk sektöründe özellikle de altında markalaşma başladı. Sizin böyle bir hedefiniz var mı?Silverpoint adıyla mağazalaşmaya başladık. 3 mağazayı İstanbul’da açtık. Mağazalaşmaya devam edeceğiz. İhracat her zaman önceliğimiz ama Türkiye piyasında Silverpoint markasıyla tanınmaya başlayacağız. Aynı zamanda İstanbul kültür başkentine doğru geri sayarken kendi kültürümüzü yansıtan tasarımlara ağırlık vereceğiz markamızda. Ayrıca Amerikalı ünlü bir tasarımcıyla çalışmaya başladık. Onun tasarımlarını üretiyoruz. Şimdilik gizlilik anlaşmamız olduğu için açıklayamıyoruz ama bir süre sonra bunu da duyurabileceğiz. * Son yıllarda moda takı. Ama sanırım bir de iç piyasaya yönelik moda olan ürünler oluyor. Sıla tokası gibi...Oooo çok sattık. Biz de inanamadık. Aynı şekilde bir dönem de erkeklere yönelik Kenan İmirzalıoğlu’nun yüzüğü yok sattı.
Gıdada uygunsuz ülkeyiz başlığıyla Cumartesi günü yazdığım yazıya bugün devam ediyorum. “Türkiye kaçak et cenneti”, “Yediğimiz etlerin yüzde 25’i kaçak” demiştim. Sorular geldi. “Tavuk eti güvenilir mi?”, “Yüzde 100 doğal meyve suları gerçekten de doğal mı?”, “Doğal yazan yoğurtlar neden günlerce bozulmuyor?” gibi... Hatırlatayım, bunları Gıda Güvenliği Derneği Başkanı Samim Saner’le konuşmuştuk. Saner, bir çağrı merkezi kurdu, halkın gıda güvenliği konusunda bilgilenmesini ve internette gezen asparagas bilgilerin önüne geçmeyi hedefliyor. Önce tavuk eti konusuna değinelim. Saner, markalı, ambalajlı tavuk etlerinin denetimden geçtiğini ve en güvenilir etler olduğunu söylüyor. Peki tavuk çiftliklerinde 45 günlük yaşam süreleri olan bu tavuklar gerçekten sağlıklı mı? Saner, “Tavuklarda hormon yok. Tavuklara verilen yemlerde kontrollü antibiyotik uygulaması var. Bu da tavukların kısa ömürlerinde hastalanmamaları için yapılıyor. Tavukların kesiminden 10 gün önce de antibiyotik kesiliyor, yani antibiyotiğin insan vücuduna geçmesi mümkün değil” diyor. Yüzde 100 doğal meyve suları da güvenilir. Markaların meyve suları arasında büyük farklar var. Örneğin bir markanın yüzde 100 doğal meyve suları kapak açıldıktan sonra 2 gün içinde mutlaka tüketilmeli. Tüketilmezse küfleniyor. İnsan zaten bunu görünce, “Gerçekten de doğalmış” diye düşünüyor. Bir başka markanın ürünleri ise bozulmuyor. Saner, bu konuda denetimlerin iyi yapıldığını ve el değmeden tam otomatik makinelerde, hijyenik ortamlarda üretim yapıldığı için ürünün oksijenli ortama girdikten yani kapağı açıldıktan sonra yavaş yavaş bozulduğunu anlatıyor. Aynı gerekçe doğal yoğurtlar için de geçerli. En doğalı olsun diye sokak sütü alıp, evde yoğurt yapsak? Kötü bakteride şampiyonuzSaner, sokak sütlerindeki kötü bakteri oranında da Avrupa ülkeleri arasında şampiyon olduğumuzu söylüyor. Avrupa ülkelerinde 1 litre sütte 100 binden fazla bakteri bulunursa sütler imha ediliyor, Türkiye’deki ölçümlerde bu oran bir litrede 1 milyon bakteriye çıkabiliyor. Gıda Güvenliği Derneği halkın gıda güvenliği konusunda algı ve bilinç düzeyini ölçmek amacıyla GfK Türkiye’ye Gıda Güvenliği Bilgi Düzeyi Araştırması da yaptırdı. 17 ilde gerçekleşen, yüzde 74’ü kadın, yüzde 26’sı erkek, 661 kişiyi kapsayan araştırmanın sonuçlarına göre, Türk tüketiciler gıdalar yoluyla sağlıklarının bozulma olasılığını trafik kazasında yaralanma olasılığı ile eşit görüyorlar. Tüketicilerin yüzde 51’i “İnternetten edindiğim bilgiler ürün tercihimde etkilidir” derken yüzde 58’i internette dolaşan her habere inanarak sürekli tükettiği bir gıda maddesinden hemen vazgeçebiliyor. Türk tüketicisinin yüzde 57’si internetten yayılan her bilgiye inanırken, internette dolaşan asparagas haberleri “gerçek dışı” bulanların oranı yüzde 37’de kalıyor. “Her zaman gerçek dışıdır” diyenlerin oranı ise sadece yüzde 21. Samim Saner, Türk tüketicisinin endişelerinin yüksek ve komplo teorilerine eğilimli olduğu söylüyor. *****Dondurma rekabetine İzmirliler de katıldı Malum, biz yaz aylarında dondurma tüketmeyi severiz ancak bu alışkanlığımız yeni yeni değişmeye başladı. Paketlenmiş dondurma pazarı da bu sayede hızla büyüyor. Bu yaz pazarda yüzde 20 büyüme bekleniyor. Unilever’in Algida’sı, Ülker’in Golf’ü ve Has Gıda’nın Panda’sı Türkiye’de 3 büyük paketlenmiş dondurma markası. Bu yaz bu rekabete iki İzmirli marka katıldı. Biri Özsüt, diğeri Bolulu Hasan Usta. Özsüt ve Bolulu Hasan Usta’nın rekabeti İzmir Kemeraltı’nda küçücük muhallebici dükkanlarında başlamıştır. “Onların dev rakiplerle mücadelesi zor görünüyor, Amerikalı Haagen Dazs gibi farklılık getirmeleri lazım” diye düşünürken, bu yolda hızla ilerlediklerini düşündüm. Nasıl mı? Özsüt’ün limonlu sorbesini, Bolulu Hasan Usta’nın da karadutlu dondurmasını deneyip de beğenmeyen duymadım.
Kısa bir süre önce İtalyan tekstil devi Miroglio ile yüzde 50 ortak olan Ayaydın Grup’un Başkanı Yalçın Ayaydın, yurtdışında büyüme planlarını hızlandırdı. İpekyol, Twist ve Machka markaları olan, şu ana kadar yurtdışında 25 mağazaya ulaşan Ayaydın, “Öncelikle Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Azerbaycan, Ukrayna, İngiltere ve Rusya’da mağazalaşacağız. 2012 yılına kadar yurtdışında 200 mağaza açma hedefim var” dediYalçın Ayaydın kadın hazırgiyim markalarından İpekyol, Twist ve Machka’nın sahibi. Ayaydın Grup Yönetim Kurulu Başkanı. Kısa süre önce kadın hazırgiyim sektöründe önemli bir anlaşmaya imza attı.İtalyan tekstil devi Miroglio ile yüzde 50 ortaklık anlaşması imzalayan Yalçın Ayaydın, markalarını dünyada ’bilinir markalar’ arasına sokma yolunda önemli bir adım atmış oldu. 2012 yılına kadar yurtdışında 200 mağaza açma planı olan Ayaydın, İpekyol’u 1986 yılında kurdu. 1.5 yıl önce Edirne’de 10 milyon euroluk kendi üretim tesisini kuran Ayaydın’la Bomonti’deki tesisinde konuştuk.* Bugüne kadar yabancı yatırımcılar bankacılık, medya, gayrimenkul gibi sektörlerle ilgileniyorlardı, tekstil ilgilerini çekmiyordu. Siz İtalyan kumaş devi ile nasıl ortak oldunuz? Son 5 yıldır yabancı sermaye Türkiye’ye ilgi gösteriyor, perakendede yalnızca gıda ile ilgileniyorlar, hazırgiyimden uzak duruyorlardı. Miroglio Türkiye’yi iyi araştırmış. * Siz de böyle bir ortaklığı planlıyor muydunuz? Ben Ayaydın Grubu olarak “Ulusal gücün yüzde 100’ü mü, uluslararası gücün yüzde 50’si mi?” diye düşündüğümde uluslararası bir güç olmak için bu yoldan gitmek gerektiğini biliyordum. * Hep dünya markası olmaktan söz ediliyor. Bugüne kadar Türkiye’den hazırgiyim alanında bir dünya markası çıkmadı ama birçok marka da bunu başarmak için uğraşıyor. ‘Uluslararası arenada bilinir bir marka olmak için’ diyelim. Dünya markası çıkmaz* Dünya markası ’balon’ mu? Bunu herkes diyor. 20 yıl içinde Türkiye’den dünya markası çıkamaz. Dior, Dolce Gabbana gibi bir marka çıkamaz, demek istiyorum. * Nasıl markalar çıkar?Bilinir, çok iyi bilinen. Zara, Mango, H&M gibi. * Sizin ortağınız bu yolda sizin önünüzü nasıl açacak?Miroglio genel olarak Türkiye’ye girmeye karar vermiş. Yurtdışı operasyonlarında o ülkede bilinmiş bir markayla yürümek istiyorlar. Çin’de, Hindistan’da, Brezilya’da da ortak oldukları markalar var. Türkiye’de de bize geldiler. * Bunda üretim tesisinizin olmasının etkisi oldu mu? Olduğuna inanıyorum. Zaten uluslararası arenaya çıkacak bir firmanın üretiminin bir kısmını kendisinin yapması gerektiğine de inanıyorum. Biz üretimimizin tamamını kendimiz yapıyoruz. Biz uluslararası marka olmak istiyorduk. Türkiye’deki şirketlerin çoğu yoktan var oldu, alışveriş merkezlerinin patlamasıyla büyüdü birçok marka. * Sizin kaç mağazanız oldu?Biz 100’e dayandık. * Alışveriş merkezlerinin patlaması iyi oldu diyorsunuz...Bu kadar çok alışveriş merkezi olmasa böyle büyümezdik. İstanbul dışında da alışveriş merkezlerine girdik. Bir pazar oluşuyor, markaların hepsi giriyor. * Alışveriş merkezi konusuna birazdan dönmek isterim ama öncelikle İtalyan ortağınızın sizin mağazalaşmanıza nasıl bir katkısı olacağını merak ediyorum. Global sermayeyle birlikte çalışmanın lojistik konusunda, dünyanın her yerine ulaşma konusunda büyük avantajları var. Moskova’da bir alışveriş merkezi için metrekaresine 4 bin euro istediler benden, ortağım devreye girdi, aynı mağazayı metrekaresi 2 bin dolara kiraladım. İtalyanlarla yıllardır çalıştıkları için, farklı fiyat uyguluyorlar. * Kaç mağaza açmayı hedefliyorsunuz? 2012 yılına kadar yurtdışında 200 mağaza açma hedefim var. * Şu anda kaç mağaza var? 25. Öncelikle Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Azerbaycan, Ukrayna, İngiltere ve Rusya’da mağazalaşacağız. Yunanistan’da 7 mağaza olacak bu yıl sonuna kadar. Romanya’da 7 mağaza olacak. Londra’da 2 mağaza, Rusya’da da 4 mağaza açıyoruz. Ukrayna’da da bu yıl sonuna kadar 4 mağaza açacağız. * Türkiye’de de yeni mağaza olacak mı?Türkiye’de bu yıl sonuna kadar 10 tane daha mağaza açacağız. * Bu arada Mardin doğumlu olduğunuz için mi İpekyol ismini koydunuz ilk markanıza?Gençliğimde ’Bir şirket kurarsam mutlaka adı İpekyol olacak’ derdim, öyle de yaptım. AVM’lere düzenleme şart* Alışveriş merkezleri (AVM) patlaması yaşanıyor. Türkiye’nin bu kadar çok alışveriş merkezine ihtiyacı var mı? Türkiye’de acil biçimde bu konuda yasal düzenleme yapılmalı. Sanayi Bakanlığı bu konuda AVM çalışması yapıp kanun çıkarmalı. Her yatırımcı AVM açmak zorunda değil. Bir caddede 15 alışveriş merkezi olabilir mi? Evet, Türkiye’nin alışveriş merkezine ihtiyacı var ama bunların konumu iyi ayarlanmalı. Bir taban fiyat belirlemek zor ama Gaziosmanpaşa ile Etiler’de kiralar aynı fiyatta olamaz. Genel olarak düzenlemeye ihtiyaç var. * Kapanan alışveriş merkezleri oldu, sizce bu kötüye işaret değil mi? Hatta son dönemde açılan birkaç yerin de kapanacağı söylentisi var...Bunlarda çoğunlukla yatırımcı hatası var. Kiraları yüksek tuttular, iş yapacak mağazaları getiremediler, yanlış konumlama yaptılar... Birçok alışveriş merkezi kapanıyor, evet. Otopark oluyorlar ve bu sayı da artacak gibi görünüyor. * Outletlerin sayısı da artmaya başladı. Buna ne kadar ihtiyaç var? Dünyaya baktığımızda tüm şehirlerde şehir dışında outlet merkezi vardır. Buna ihtiyaç var. Çünkü bizlerin sezon sonu ürünleri var, bunların tümünü tüketmemiz mümkün değil. Her mağazamda 100’er parça artsa bunları nasıl satacağım?Yılda 2 kez indirim geldiğinde ‘şişirme’ fiyatlar kalmayacak* İndirim yasası sizce çıkmalı mı?Bakan Zafer Çağlayan’la konuştuk. İndirim yasasını eksik bulduk, geri çekildi, inşallah çıkar. Yabancı ülkelerdeki yasalar incelendi. * Nasıl olmalı indirimler?Yılda iki kez olmalı indirim. 5 ülkede çalıştık. Ortak akılla hareket etmek lazım. Her yerde böyle. Hazırlanan taslakta da kış indirimi 15 Ocak ve sonrasındaki 6 hafta, yaz indirimi 15 Temmuz ve ondan sonraki 6 hafta olarak belirlendi. Bu süre içinde promosyon yok, kelebek ürünü, sarı ürünmüş, inci günüymüş filan yok. Şişirme fiyat olmaz bu sistem gelirse. * Keyifler kaçık dediniz, kriz var mı?Kriz var. Yok diyemeyiz. Ben cirolara bakıp mağaza sorumlularına soruyorum, onlar da bana alışveriş merkezlerine kapı girişlerinde yüzde 30’luk düşüş olduğunu söylüyor. Bu rakamlar çok ciddi rakamlar.Londra’da mağaza açmak için engelli tuvaleti yapmak şart* Siz en yüksek mağaza kirasını nerede ödüyorsunuz?En yüksek kira Londra ve Moskova’da. Bu ülkelerde çok ciddi kurallar var. Londra’da her mağazadaki tuvalete tekerlekli sandalyeyle girilebilmesi gerekiyor. Yani tuvalet şart, kapısı da büyük olmalı. Standartlara uymadığınız zaman zaten izin alamıyorsunuz. Çok özenli davranmak zorundasınız. t Bu yıl indirimler çok erken başladı...Haziran’da başladı, kış sezonunda da herhalde Kasım’da başlar. t Kötü bir sezon geçiriliyor. Siyasetteki belirsizlik ekonomiyi etkiledi desem...İnsanlar AKP davasına kilitlendi. Şimdi ne olur tam bilemiyorum. Keyifler kaçık olunca bu bize de yansıyor. Son rakamlar gıdaya bile yansıdığını gösteriyor.EN ZOR GÜNÜMYatırım kararı zorduYatırıma karar vermek zordu. Kardeşlerimle paylaştım, onlarla her şeyi konuştuk, son kararı benim vermemi istediler. Yatırım çok büyük rakamdı bizim için, çok zor karar verdim.dipNOT1947’de Guiseppe Miroglio tarafından İtalya’nın Alba şehrinde kurulan Miroglio, dünya kumaş modasına yön veren gruplardan. Yıllık 1 milyar euro iş hacmi ile İtalya’nın ilk 10 tekstil şirketi arasında. Tüm dünyada 800 mağazası, Caractere Elena Miro, Motivi ve Oltre diye markaları var.
En son söyleyeceğimi ilk önce söylemek istiyorum. Gıda güvenliğiyle ilgili aklınıza takılan her şeyi artık sorabileceğiniz bir çağrı merkezi var. 200 eğitimli uzman bu konuda sizi aydınlatmak için göreve başladı. Gıda Güvenliği Derneği bu alanda Türkiye’deki bir açığı kapatmak ve internette yer alan asparagas haberleri önlemek için kolları sıvadı. Gıda güvenliği denilince aklınıza ne mi geliyor? Benim aklıma çok şey geliyor. Örnek mi? Evimize aldığımız etin kaçak et olup olmadığını nasıl anlarız? Türkiye’de yaklaşık 1.5 milyon ton et tüketimi var, bunun yüzde 25’i kaçak. Türkiye kaçak et cenneti...Yüzde 95’i denetimsizTürkiye’deki sebze ve meyvelerin yüzde 95’i denetimsiz. Yani çevre kirliliğinden etkilenmiş bir tarladan da, tarım ilaçlarının etkilerini taşıyan ürünler de, hormonlu ürünler de masamıza gelebiliyor.Bu konulara kafayı çok takarsanız doğrusu yiyecek bir şey bulmakta zorlanırsınız. “Her şeyin organiğini alayım” deseniz, organik denilen her ürünün de sertifikası var mı yok mu bakmak lazım, ayrıca organik ürün bulmak her geçen gün kolaylaşsa da hâlâ pahalı ve herkes için ulaşılabilir değil. Evinize aldığınız, her gün yediğinizde daha sağlıklı olacağınıza inandığınız yeşil elma parlak olsun diye üzerine sıkılan maddeyle birlikte olunca acaba vücudunuza ne giriyor? Ne yazık ki artık yediklerimizin çoğunluğu kimyasal katkı (tarım ilaçları) ve hormon içeriyor. Bu yüzden de Türkiye’yi gıda güvenliği alanında uzun ince bir yol bekliyor. Gıda güvenliği şartGıda Güvenliği Derneği Başkanı Samim Saner’le masaya oturduk. Etten başladık, yiyip içtiğimiz her şeyden konuştuk. Bugün bu konuşmanın bir kısmına yer vereceğim, daha sonra da bu konuda devam edeceğim. Gerçekten de çok önemli bir konu. Nedeni de ortada, kader, kısmet meselesi diye bakmak lazım belki de başımaza gelen bazı şeylere ama birçok hastalığı kendimizin çağırdığı da ortada. Yediklerimiz, içtiklerimiz yüzde 50 sorumlu başımıza gelen hastalıklardan. Samim Saner, “Gıda güvenliği 3 şekilde karşımıza çıkıyor” diye anlatıyor. - Bunlardan biri fiziksel. Bu ne mi? Kebap yerken tabakta kıl bulmanız, salata yerken kurtçukla karşılaşmanız gibi... Çok iç bulandırıcı ama bence yine de bunlar bu konunun en masum yanı. - İkincisi mikrobiyolojik. Bu da hepimizin daha çok turist hastalığı olarak bildiği şey. Nedense biz Paris’e gidip yiyip içtiğimizde bu hastalığa yakalanmayız ama Hindistan’a gidince biz de oluruz, tuvaletten çıkamayız. Samim Saner, “Avrupa ülkelerine ihracat yapan ülkeler arasında gıda konusunda en uygunsuz üçüncü ülkeyiz. Birinci Çin, ikinci İran, üçüncü Türkiye” diyor. Kötü bakteriler cennetiyiz! Avrupalı turist buna hiç alışık değil. - Üçüncüsü en fenası. Yiyip içiyoruz, hatta çok sağlıklı diye sebzeler, meyveler tüketiyor olabiliriz. Nereden bilelim bunlar büyürken hangi tarım ilaçları kullanıldı? Kimyasallar yavaş yavaş birikiyor vücutta, bir anda bir hastalık kapıyı çalıveriyor. En fenası kanser. Alerji filan da olabilirsiniz bu katkıları alıp biriktirmekten. *** Ayda 15 bin soruya cevap verebilecek Pekİ ne yapacağız? Ben Samim Saner’e sordum: Allah aşkına siz ne yiyip ne içiyorsunuz? Sıraladı: Markalı ürün, üretim tarihlerini ve son kullanma tarihlerini kotrol ediyorum. Denetlenen yerlerden alışveriş yapıyorum. Saklanma koşullarına uyulup uyulmadığına bakıyorum. En zoru sebze, meyve almak. Güvendiğim yerlerden alıyorum ve kasalarına bakıyorum. Bugün sonuçtan başladım, ama en önemlisi topraktan başlıyor anlaşıldığı gibi. Şimdi size tavsiyem, bu konularda kafanıza takılanları sorabileceğiniz adrese ulaşın, bilgi kirliliğinden kurtulun. En çok kafamızı karıştıran da malum internette gezen bazı bilgiler. Bunlarla ilgili de detaylı bilgi alın. 0 212 385 25 15 no’lu çağrı merkezi ayda 15 bin soruya yanıt verebilecek.
Türkiye’de her 4 üniversite mezunundan 3’ü işsiz. “Neden üniversite mezunları işsiz kalıyor?” diye sorsak ve yanıtını arasak gazete sayfaları yetmez. Ben size iş garantili 2 yıllık bir meslek yüksek okulundan bahsedeceğim. 2 yıllık yüksek okul eğitimine burun kıvıranlar bir kez daha düşünsün isterim. Geçen hafta Alev Alatlı’nın evinde bahçede oturduk. Kurucusu olduğu Kapadokya Meslek Yüksek Okulu’nu anlattı. Alatlı’nın evinin ‘huzur bahçesi’ndeki masasından Türkiye’nin kaynayan gündeminde “Türkiye’de güzel şeyler de oluyor” diye düşünerek kalktım. Alatlı gibi bir entelektüel neden bir meslek yüksek okulu kurma işine soyunur? Merak ediyordum. Öncelikle altını çizmekte yarar var. Söz ettiğim meslek yüksek okulu ‘ticari’ bir beyinle kurulmadı. Tamamıyla imece usulü yaşıyor. Alev Alatlı, ’Neden?’ soruma kısa yoldan, “Çok geç olmadan” dedi. Bunu açarsak Alev Alatlı sanırım bunun üzerine kitap yazabilir. Ben ‘Neden Kapadokya’da bir meslek yüksek okulu?’ sorusunun yanıtını yazmakla yetinmek durumundayım. At dişi için 5 bin dolar“Kapadokya’nın müthiş bir kalkınma potansiyeli var ama bu potansiyeli gerçekleştiremiyordu. Kapadokya Nevşehir, Kırşehir, Aksaray, Niğde ve Kayseri illerini kapsıyor. Başta turizm, sonra bağcılık bahçecilik, tarım ve hayvancılık imkânlarına karşın, yoğun göç vermiş bir bölge. Diğer yanda da pırıl pırıl, gencecik insanların göçtükleri şehirlerde içine düştükleri perişanlıktan duyduğumuz üzüntü... Diğer yanda birbirine benzeyen bölümleri olan ve mezun olduğunda iş bulamayan gençler...” diye anlatmaya başladı Alatlı.“Biliyor musunuz, Türkiye’ye atların dişini fırçalamak için yurtdışından işin uzmanı geliyor ve 5 bin dolar alıyor. Biz niye Türkiye’de at bakıcısı yetiştirmiyoruz?” “Hiç kimse, evine ekmek götüremeyen çaresiz genç erkek kadar öfkeli olamaz. Genç nüfusumuzu kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlayabilecek becerilerle donatamazsak, bugünün Kandil Dağı, yarının Erciyes’i olabilir” diye devam etti. ***** İlk mezunların tümü iş bulduKapadokya Meslek Yüksek Okulu’nun 3 yıllık bir geçmişi var. Ürgüp’e bağlı Mustafapaşa beldesinde kurulmuş. Kampüsün kapıları yöre halkına açık. Alatlı ve arkadaşları okulu açarken yalnızca Türkiye’deki değil yurtdışındaki meslek okullarını da incelemiş. İlk mezunlarını veren bölümlerdeki öğrenciler okuldan çıkıp işe başlamış. Ne mi bu meslekler? Örneğin Sivil Hava Ulaştırma İşletmeciliği... Malum sivil havacılık sektörü hızla büyüdü. Yetişmiş eleman var mıydı? Hayır. Kapadokya’daki okulun bu bölümü özel havaalanı Hezarfen’in kurucusu Ömer Faruk Berksan’ın himayesinde sektörle işbirliğiyle kurulmuş. Ve ilk mezunlarının tümü iş bulmuş. Atçılık İşletmeciliği bölümünde de binicilikten haracılığa her şey öğretiliyor. At antrenörlüğü, şarap üretim teknolojisi, organik tarım, turizm işletmeciliği, bilgisayar teknolojileri, aşçılık gibi bölümlere bu yıl borsa-finans, lojistik, dış ticaret ve AB ile kuyumculuk (takı işlemeciliği, tasarım) eklendi. Bu arada okulda mentorlar da var. Örneğin kuyumculukla ilgili derslere Türkiye’nin gümüş takıda önde gelen şirketlerinden Akgün Kuyumculuk’un sahibi Süleyman Akgün mentor olmuş. AB’nin eğitim programı Erasmus’a kabul edilen Türkiye’deki tek 2 yıllık okul. ‘Orda Kimse Var Mı?’ adlı dizi kitaplarıyla Türkiye’de silinmez bir izi olan Alatlı ve arkadaşları Anadolu’nun diğer illerine de ‘Orda Kimse Var mı?’ diye sesleniyor, duyuyor musunuz?