En son söyleyeceğimi ilk önce söylemek istiyorum. Gıda güvenliğiyle ilgili aklınıza takılan her şeyi artık sorabileceğiniz bir çağrı merkezi var. 200 eğitimli uzman bu konuda sizi aydınlatmak için göreve başladı. Gıda Güvenliği Derneği bu alanda Türkiye’deki bir açığı kapatmak ve internette yer alan asparagas haberleri önlemek için kolları sıvadı.
Gıda güvenliği denilince aklınıza ne mi geliyor? Benim aklıma çok şey geliyor. Örnek mi?
Evimize aldığımız etin kaçak et olup olmadığını nasıl anlarız? Türkiye’de yaklaşık 1.5 milyon ton et tüketimi var, bunun yüzde 25’i kaçak. Türkiye kaçak et cenneti...
Yüzde 95’i denetimsiz
Türkiye’deki sebze ve meyvelerin yüzde 95’i denetimsiz. Yani çevre kirliliğinden etkilenmiş bir tarladan da, tarım ilaçlarının etkilerini taşıyan ürünler de, hormonlu ürünler de masamıza gelebiliyor.
Bu konulara kafayı çok takarsanız doğrusu yiyecek bir şey bulmakta zorlanırsınız. “Her şeyin organiğini alayım” deseniz, organik denilen her ürünün de sertifikası var mı yok mu bakmak lazım, ayrıca organik ürün bulmak her geçen gün kolaylaşsa da hâlâ pahalı ve herkes için ulaşılabilir değil.
Evinize aldığınız, her gün yediğinizde daha sağlıklı olacağınıza inandığınız yeşil elma parlak olsun diye üzerine sıkılan maddeyle birlikte olunca acaba vücudunuza ne giriyor? Ne yazık ki artık yediklerimizin çoğunluğu kimyasal katkı (tarım ilaçları) ve hormon içeriyor. Bu yüzden de Türkiye’yi gıda güvenliği alanında uzun ince bir yol bekliyor.
Gıda güvenliği şart
Gıda Güvenliği Derneği Başkanı Samim Saner’le masaya oturduk. Etten başladık, yiyip içtiğimiz her şeyden konuştuk. Bugün bu konuşmanın bir kısmına yer vereceğim, daha sonra da bu konuda devam edeceğim. Gerçekten de çok önemli bir konu. Nedeni de ortada, kader, kısmet meselesi diye bakmak lazım belki de başımaza gelen bazı şeylere ama birçok hastalığı kendimizin çağırdığı da ortada. Yediklerimiz, içtiklerimiz yüzde 50 sorumlu başımıza gelen hastalıklardan. Samim Saner, “Gıda güvenliği 3 şekilde karşımıza çıkıyor” diye anlatıyor.
- Bunlardan biri fiziksel. Bu ne mi? Kebap yerken tabakta kıl bulmanız, salata yerken kurtçukla karşılaşmanız gibi... Çok iç bulandırıcı ama bence yine de bunlar bu konunun en masum yanı.
- İkincisi mikrobiyolojik. Bu da hepimizin daha çok turist hastalığı olarak bildiği şey. Nedense biz Paris’e gidip yiyip içtiğimizde bu hastalığa yakalanmayız ama Hindistan’a gidince biz de oluruz, tuvaletten çıkamayız. Samim Saner, “Avrupa ülkelerine ihracat yapan ülkeler arasında gıda konusunda en uygunsuz üçüncü ülkeyiz. Birinci Çin, ikinci İran, üçüncü Türkiye” diyor.
Kötü bakteriler cennetiyiz! Avrupalı turist buna hiç alışık değil.
- Üçüncüsü en fenası. Yiyip içiyoruz, hatta çok sağlıklı diye sebzeler, meyveler tüketiyor olabiliriz. Nereden bilelim bunlar büyürken hangi tarım ilaçları kullanıldı? Kimyasallar yavaş yavaş birikiyor vücutta, bir anda bir hastalık kapıyı çalıveriyor. En fenası kanser. Alerji filan da olabilirsiniz bu katkıları alıp biriktirmekten.
Ayda 15 bin soruya cevap verebilecek
Pekİ ne yapacağız? Ben Samim Saner’e sordum: Allah aşkına siz ne yiyip ne içiyorsunuz? Sıraladı:
Markalı ürün, üretim tarihlerini ve son kullanma tarihlerini kotrol ediyorum. Denetlenen yerlerden alışveriş yapıyorum. Saklanma koşullarına uyulup uyulmadığına bakıyorum. En zoru sebze, meyve almak. Güvendiğim yerlerden alıyorum ve kasalarına bakıyorum.
Bugün sonuçtan başladım, ama en önemlisi topraktan başlıyor anlaşıldığı gibi. Şimdi size tavsiyem, bu konularda kafanıza takılanları sorabileceğiniz adrese ulaşın, bilgi kirliliğinden kurtulun. En çok kafamızı karıştıran da malum internette gezen bazı bilgiler. Bunlarla ilgili de detaylı bilgi alın.
0 212 385 25 15 no’lu çağrı merkezi ayda 15 bin soruya yanıt verebilecek.