İstanbul’un dünyanın en pahalı yerlerinden biri olduğunu söyleyen Sortie’nin Genel Koordinatörü Sabi Totah, “Türkiye’de haftasonu geçirmektense yurtdışına gitmek daha ucuz. Mikanos’ta arkadaşlarım geçen hafta 6 kişi 510 euro hesap ödemiş. İstakozlar yiyip, alkol de almışlar. Burada aynı yiyip içmeyle 5-6 milyara çıkarlar. Biz pahalıyız. Türkiye’de kazanıp yurtdışında yemek hesaplı artık” diye konuşuyorTotah’a göre Türkiye’de parası olan kriz dinlemiyor ve eğlenmek için dışarı çıkıyor. Ancak gece hayatında artık kalite değil para konuşuyor. “Ben 5 yıl önce işlettiğim mekanlarda selam vermekten yorulurdum, müşterilerimle keyifli sohbet ederdim. Artık öyle bir ortam yok. Şu anda kimin elinde para var o belli değil. Selam verecek 5 kişiyi bulamıyorum. Parası olan gecenin starı oluyor. Para konuşuyor, kalite değil” diyor Sabi Totah, 14 yıldır İstanbul’da yaşıyor. İsrail’den Türkiye’ye turist getirirken İstanbul’un eğlence hayatıyla yolu kesişmiş. Ve İstanbul’da eğlence sektörüne ortaklıklar kurarak adım atmış. Şu anda Sortie’nin Genel Koordinatörü. Ramazan Ayı’ndan sonra da Günay Gazinosu’nun Genel Koordinatörlüğü’nü üstlenecek. Malum bu yaz eğlence sektörü için iyi bir yaz değildi. Global krizin etkileri hissedildi. Sabi Totah İstanbul’un gezenlerini, sosyeteyi yakından tanıyan bir işadamı. Son yıllarda İstanbul’un eğlence hayatında düşüş olduğunu düşünüyor. İstanbul’un bir marka olarak tanıtılmasından tutun da eğlence hayatını olumsuz etkileyen ’yasakların’ (sigara yasağından bahsetmiyoruz) uzun vadede İstanbul’un bir marka olarak öne çıkmasını engelleyeceğini söylüyor. Turizm sektöründen geliyorsunuz...Evet. Ben turizm sektöründe çalışmaya İsrail’de başladım. 25 yaşındaydım. Bir otelde çalışıyordum. Otelin aynı zamanda discosunda müdürlük yapıyordum. Hem otelin işlerini hem de discoyu çok iyi yönettim ve yükseldim. Türkiye’ye nasıl geldiniz? O aralar Türkiye’de casinolara İsrail’den grup taşıyordum. Her hafta sonu en az 80 kişi getiriyordum. Haftada 400-500 bin dolar para bırakıyorlardı. Casinolar kapandı. Bana bir teklif geldi. Bir işadamından yüklü alacağım kalmıştı. Le Cigare kuruluyordu, yüzde 50 ortaklık teklif ettiler. Ari Acıman ortağımdı. Le Cigare’da çalışırken Abdullah Oğuz’la tanıştım. O da ortak oldu. Orası çok iyi gitti. Ama zaman içinde sorunlar çıktı. Sonra Levent’te People’ı kurduk. Orada da İzzet Çapa ile ortak oldum. 14 yıldır farklı işletmeler kurdunuz. Şunu merak ediyorum, İstanbul çok kolay mı tüketiyor mekanları, neden klasikleşen yer çok az? İstanbul’da klasikleşen yer çok az. Türkiye’de 10-15 yıl önce gezen kişiler şu an yok. O çok gezenler de değişiyor ve yeni neyse oraya gidiyorlar. Bu da sektör aktörlerini her yıl değişime yönlendiriyor. O gezenler neden gezmiyor? Sosyete eve çekildi. Nedenlerden biri şu: Dünyanın en pahalı yerlerinden biri İstanbul. Ayrıca kaliteli müşteri o etrafta dolaşanlardan olmak istemiyor. Dolaşanlar için ’tipsiz’ demek istemiyorum ama kim olduğunu tam da bilmediğimiz insanlar. Para kimde belli değilPara el değiştirdi, paranın kimin elinde olduğu belli değil...Biraz öyle. 5 yıl önce işlettiğim mekanlarda selam vermekten yorulurdum, müşterilerimle keyifli sohbet ederdim. Artık öyle bir ortam yok. Şu anda kimde para var belli değil. Selam verecek 5 kişiyi bulamıyorum. Parası olan gecenin starı oluyor. Para konuşuyor, kalite değil. İstanbul’da gezen kaç kişi var? 8 bin kişi gezer derdim ama şimdilerde bu sayı 4 bine indi. Krizin etkisiyle mi oldu bu? Krizin etkisi de var ama ortam güven vermiyor. Artık sosyete evinde parti yapıyor, yemek veriyor. 200 kişiyi evinde topluyor. Hepsi tanıdık, arkadaş... Kavgasız, eğlenceli gece geçiriyorlar. Aynı paraya çıkıyorlar. Turistik yerlerle ilgili turist şikayetlerine baktım geçenlerde, hijyen ve kavga ilk sırada geliyordu...Ne yazık ki biz delikanlılıkla mücadele ediyoruz. Bu yurtdışında asla olmuyor. Atina’da 10 kız oturuyorsa, erkekler karanfil atar o kadar. Burada masaları fırlatıp, sandalyeleri tekmeliyorlar. Sortie’de olmadı ama çok dikkat ettik. Sigara yasağı da işletmeleri çok etkiledi diye şikayetler yükseliyor...Biz açık mekan olduğumuz için etkilenmedik. Kışlık mekanlar bu yılı zor geçirir ama uyulacak yasaklara. Gürültü kirliliği açık mekanların en büyük sorunu. Özellikle de Kuruçeşme’de... Artık burası 22.30 itibarıyla başında bir tokmak hissediyor. Denetleyen tekne 22.30 gibi yanaşıyor ölçüm başlıyor. Geçenlerde ünlü biri vardı, konser 55 dakika sürebildi, sesi kıstılar. Eğlencenin başladığı saatlerde eğlence biter hale gelmiş görünüyor ama çevrede, özellikle karşıda oturanlar da haklı. Kuruçeşme’nin karşı yakasına 10 misli ses gidiyor. Önlem alıyoruz ama ilginç şeyler oluyor. Müzik yok gibiydi geçenlerde. Perdeler de açıktı, yanaştı ölçüm yapan tekne ve bize ’Kapatın’ dediler. ’Ses yok’ dedim, ’Karşı taraf ışıklarınızdan rahatsız oluyor’ dediler bu defa. Bunlarla karşılaşınca gece hayatına darbe vurulmak isteniyor diye düşünüyoruz. İstanbul by night filan diye tanıtım yapılıyor, bunlar hayal mi? İstanbul’un işi çok zor. Dünyanın eğlendiği saatlerde biz kapatılıyoruz. Bu uygulamalarla asla mümkün değil. Size çok turist geliyor mu? Sortie bu sene çok turist gördü. Maçlarda gelenler çoktu. Formula döneminde de iyi turist geldi. Yüzde 20 oranında turist ağırladık. Sayının artması lazım ama bu bize bağlı değil. 2010 Kültür Başkenti İstanbul çok turist çekecek deniyor. Sizin beklentiniz var mı? Ne olacak, nerede eğlenilecek bilmiyoruz. O kadar insan gelecek, müzik yine kısılacak mı bilmiyoruz. Turizm düşüşte. Biz başka yere gidiyoruz. Eğlence sektöründen vazgeçildi gibi. Bu sezon içki ithalatı yasağıyla başladı. Çok tehlikeli, çünkü başka şeylere saldıranlar oluyor. Toplumun muhafazakarlaşmasıyla ilgili olduğunu düşünüyor musunuz? Bunun etkisi var ve bence İstanbul’da çoğu insan Beyoğlu’nda eğleniyor. Beyoğlu ucuz, Kuruçeşme çok pahalı imajı var. Evet, fiyat farkı var ama o kadar çok da değil. Ayrıca turistlere yönelik broşürlerde, kitaplarda bile Sultanahmet dışında bir yer yok. Boğazı görmeden dönüp giden çok turist var İstanbul’da.Türkiye’de kumar yer altına indiİsrail’den kumar için Türkiye’ye getirdiğiniz turistler Kıbrıs’ı mı tercih ediyor artık? Kıbrıs’ı sevmediler. Kumar oynamaya gelirken çoğu eşlerini, çocuklarını da getiriyordu. Onlar da İstanbul’da çok güzel alışveriş yapıyorlardı. Kıbrıs’ta o anlamda yer yok. Kıbrıs’ın imkanları dar, gezilecek, alışverişte zaman geçirilecek yerler sınırlı. Çoğu Romanya’ya gidiyor. Buraya gelen para şimdi o tarafa gidiyor. Romanya ve Bulgaristan’a sık sık gidildiğini biliyorum. Kumarhaneler Türkiye’de birçok ailenin çok yara almasına neden oldu. Bunun dışında aslına bakarsanız iyi de yönetilemedi ve sonuçta kapatıldı. Ama turizmi canlandırmak için bu konu hâlâ konuşuluyor. Rus, Alman ve İsrail’den gelen turistlerin talepleri de var. Türkiye’de turizmin gelişmediği bir yer seçilip, özel olarak yalnızca o bölgeye bir yatırım yapılabilir. Türkiye için çok da kazançlı olur. Las Vegas gibi neden olmasın? Tüm denetimleri de yapılan 5-6 otelin olduğu bir bölge olabilir. Bu tip bir örnek Yunanistan’da var. Deniz kenarında bir tek casino var Atina’dan 2.5 saat uzaklıkta. Çok büyük bir turizm potansiyeli yakaladı Atina bu sayede. Ruslar ve Almanlar oraya akın ediyor. Bu arada Türkiye’de de illegal yollarla kumar oynatılıyor. Çok sayıda mekan basılıyor...Türkiye’de kumar yeraltına girdi. Çok illegal kumarhane var. Zaten sık sık basına da çıkıyor. Cezası çok büyük değil. Basılınca 140 lira ödeniyor adam başı. Geçenlerde Mehmet Ali Erbil kumar oynarken basıldı, 140 lira ödeyip gitti. Çok caydırıcı ceza yok.Krizde kişi başına harcama yüzde 20 düştü Ekonomik kriz kişi başına harcama tutarını değiştirdi mi? Çok değişti. Kişi başına harcama miktarı yüzde 20 düştü. Bir bira ile tüm geceyi geçiren de var gecede 5-6 milyar bırakan da oluyor. Bu sene bir iki kere oldu böyle para bırakan. Biz bu sene özel eğlenceler düzenledik. Bunlar ilgi çekti. Kenan Doğulu geldi, kapanış yaptık. Ama dediğim gibi eskiden sosyeteden gördüğüm kimse yoktu. Bir dönem Serdar Ortaç’a iki ayda bir şakadan doğumgünü partisi yapılırdı, herkes gelirdi. Şimdi o eski gezenlerin yüzde 1’ini bile görmüyorum. Yemeğe bile gelmiyorlar ya da çok nadir geliyorlar. Sizce bunun nedeni ne? Türkiye’de haftasonu geçirmektense haftasonu yurtdışına gitmek daha ucuz. Mikanos’a gitmiş arkadaşlarım geçen hafta. 6 kişi 510 euro hesap ödemişler. İstakozlar yiyip, alkol de almışlar. Burada aynı yiyip içmeyle 5-6 milyara çıkarlar. Bu anlamda biz pahalıyız. Yunan Adaları turistler için çok daha uygun. Ekonomik kriz bahane. Parası olan stres atmak için çıkıyor evinden. Türkiye’den yurtdışına çıkışlarda düşüş yok. Burada kazanıp yurtdışında yemek hesaplı artık.KIŞ SEZONUNDA GÜNAY’DA MAKUL FİYATLAR OLACAKSabi Totah, kış sezonunda Günay’da olacak. Totah, “Sortie bayrama kadar açık. Ondan sonra Günay’a başlıyorum. Orada canlı müzik olacak. Orada tek sorun sigara yasağı gibi. Günay el değiştirdi. Maksim gibi ismi var, ’En az 1.000 lira öder öyle çıkılır’ diye düşünülüyor. Biz bu sene orada makul fiyatlarla ortaya çıkmayı planlıyoruz. Perşembe geceleri Suzan Kardeş’le Balkan geceleri olacak. 120 lira civarı her şey içinde fiyatlar vereceğiz” diyor.
Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Büyükekşi, Cumhuriyet’in 100. yılı olan 2023 için koydukları 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşmak için ’yeni bir yol haritası’ üzerinde çalıştıklarını açıkladı Dubai ve Brezilya için kalkınma planları hazırlayan, ABD Hazinesi’ne danışmanlık yapan yönetim guruları Robert Kaplan ve Michael Porter’ın da içinde olduğu Palladium’dan destek aldıklarını söyleyen Mehmet Büyükekşi, “Her sektör için 5-10 ve 15 yıllık hedefler koyulacak. 3 senaryo oluşturacağız. Strateji ofisleri kurulacak” dediMehmet Büyükekşi 10 ay önce Türkiye İhracatçılar Meclisi başkanı oldu. Türkiye’de ayakkabı sektörünün büyük oyuncularından Ziylan Şirketler Grubu’nun Koordinatörü olan Büyükekşi, aynı zamanda THY ve Türk Eximbank’ın Yönetim Kurulu Üyesi. Ziylan Şirketler Grubu dediğimizde akla ilk gelen marka Polaris. Polaris hem iç pazarda hem de dış pazarda grubun önde gelen markası. Kinetix, Flogart, Skechers, Dockers ve Torex gibi markaların da üreticisi olan Ziylan Grubu, Warner Bross’un da çocuk markalarının üretim patentine sahip. Büyükekşi ile global krizin etkilerini konuşmak için buluştuk. Başbakan ve çevresine yakınlığıyla da tanınan Büyükekşi her ne kadar medyayı ’global krizi’ abartmakla ve moral bozmakla suçlasa da, verdiği rakamlarla krizin ihracatçıların nasıl belini büktüğünü kaçınılmaz olarak ortaya koydu. Büyükekşi’yi tanıtmak için röportaja onun hikayesinden başladık. Siz Gazianteplisiniz. Küçük yaşta çalışmaya başlamışsınız...1961 Gaziantep doğumluyum. 7 yaşında çalışmaya başladım. Liseyi bitirene kadar Gaziantep’te yaşadım. Oturduğumuz semtte bir çarşı vardı. Evimizin duvarı gittiğim ilkokulun duvarıydı, diğer duvar ise çalıştığım dükkana bakardı. Ayakkabıcıların olduğu bir çarşıydı. Ortaokul ve lisedeyken de hep yarım gün çalıştım. Benden bir küçük kardeşim var. O da çıraklık yaptı. Sonra toptan, daha sonra da perakende ayakkabı satışı işine girdik. Lisedeyken perakende ayakkabı satıyorduk. Tahsil hayatından kopmadan çalıştım. İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni kazandım. İstanbul’a geldim. Bizden yıllar önce dayım Ahmet Ziylan İstanbul’a yerleşmişti. Dükkanı vardı. Onunla çalıştık. Okulu bitirdim, 1984 yılında ailece ayakkabı şirketi kurduk.Kim kime mal satarsa...İşlerinizi nasıl büyüttünüz? Askerden döndükten sonra o dönemde ’eskimo çizme’ diye bir bot yaptık. Çok popüler oldu o botlar. 1986 yılında Halley markalı spor ayakkabı yaptık. O yıl Halley yıldızının göründüğü yıldı. Üretim kapasitemizi büyüttük. O dönemde Türkiye’de ayakkabı fabrikası da çok azdı. Ayakkabı ihracatı da 2-3 milyon dolar kadardı. 1988 yılında ilk ihracatımızı Yunanistan’a yaptık. Hatta Atina’da Yunan işadamıyla bir türlü İngilizce çeviriyle anlaşamadık. Bizim yanımızda bir İtalyanca bilen vardı. Sonra İtalyanca konuşuldu ve 15 dakikada anlaştık. Ben sonra İngiltere’de dil okuluna gittim. 1989 yılında Türkiye’nin toplam ayakkabı ihracatı 30 milyon dolardı. Biz 3 milyon dolarlık sipariş aldık. Siparişi Finlandiya’dan almıştık. Bir Finli vardı. O Finli bize “Biz Ruslarla yaptığımız hiçbir savaşı kazanamadık, ancak şimdi onları yeniyoruz” dedi. Çünkü Rusya’ya çok mal satıyorlardı. “Kim kime mal satarsa o savaşta galiptir” dedi. Bu benim aklıma çok takıldı. Hep ihracatı düşündüm. Ve yıllar sonra ihracatçıların başına geçtiniz...Evet. 20 yıl sonra da Türk ihracatçılarının başına geçtim. Ancak o yıllarda sosyal görevlerim başladı. İlk olarak Ayakkabı Sanayicileri Derneği’ne, ardından Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birlikleri’ne girdim. Ayakkabıcı derneklerini biraraya getirdik. Türkiye Ayakkabı Sektörü Araştırma Geliştirme Vakfı’nı kurdum. Okul yaptırdık. İlk Ayakkabı Anadolu Meslek Lisesi’ni kurduk. Sonra Endüstri Meslek Lisesi açtık. Türkiye’nin ayakkabı ihracatı ne kadar? 320 milyon dolar. Biz yüzde 5’ini yapıyoruz. Kaç ülkeye ihracat yapıyorsunuz? 41 ülkeye ihracat yapıyoruz. 10 aydır TİM Başkanısınız... Krizde başkanlık koltuğuna oturdunuz. Kaçınılmaz olarak. Kriz Türkiye’nin krizi değil. Ama en çok etkilenen ülkelerden biri Türkiye oldu. Krizin başladığı dönemde etkilerinin bu derece olacağını öngörmüş müydünüz? Krizin ilk başladığı günlerde biz daha rahattık. Olaya şöyle yaklaştık. “Kriz Amerika’nın krizi. Bizim de Amerika’yla ihracatımız çok düşük, yüzde 3 mertebesinde. Bizi çok etkilemez” diyorduk. Baktık ki kriz derinleşti, neredeyse Amerika’dan fazla Avrupa’yı etkiledi. Ekim-Kasım ayında biraz daha iyimserdik, ama Aralık ayı itibarıyla geriye gidiş hızlandı. Mayıs ayında yüzde 40’a dayandı gerileme. Herkes çok endişeli günler geçirdi. Olumsuz yaklaşıyordu herkes, moralsizlik de başgösterdi. Tüketim çok düştü. Olumsuz hava da bizi çok vurdu. Yurtdışında piyasalar daraldı, mal talepleri çok düştü. İç piyasada da ürün alınmamaya başlandı. İşçi çıkarma başladı. İşten çıkanlar hiç harcamamaya başladı. Hükümet KDV ve ÖTV indirimi yaptığında biraz canlanma başladı, son 3 aydır bu devam ediyor. Temmuz’da iyileşme olduKrizin dip yaptığını düşünüyor musunuz? Ekim ayı için de çok olumsuz senaryolar var...Bizce dip yaptı. Mayıs ayından itibaren küçük de olsa üretim artışı başladı. İhracatta Mayıs ayında yüzde 40’la en yüksek düşüş oldu. Geçen yılla karşılaştırıldığında karşımıza çıkan 7.2 milyar dolarlık ihracat rakamı, geçen seneye göre yüzde 40 düşük. Haziran ayında 8.1 milyar dolar oldu. Yüzde 11.5’lik çıkış oldu. Ama düşüş 40’tan 32’ye gelmiş oldu. Elimdeki rakamları size vereyim: Temmuz ayındaki ihracat, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 27.15 gerileyerek, 8 milyar 893 milyon dolar olarak gerçekleşti. Türkiye’nin Haziran ayındaki toplam ihracatının yüzde 85.91’ini gerçekleştiren sanayi grubunda, yüzde 29.63’lük düşüş ile 7 milyar 640 milyon 852 bin dolarlık ihracat yapıldı. İhracatın yüzde 11.20’sini oluşturan tarım alanında yüzde 1.26’lık artışla 996 milyon 24 bin dolarlık, yüzde 2.89’unu oluşturan madencilikte ise yüzde 29.94 düşüşle 256 milyon 714 bin dolarlık ihracat yapıldı. En büyük düşüş de sanayide... Otomotiv sektöründe...Evet. Sanayi sektörü başlığı altında yüzde 67.23 payla ilk sırada yer alan sanayi mamulleri içinde en büyük payı, yüzde 19.28 ile taşıt araçları ve yan sanayi alırken, hazır giyim ve konfeksiyon ürünleri yüzde 14.28 ile ikinci sırada yer aldı. Yüzde 10.64’lük pay sahibi demir- çelik ürünleri ihracı ise yüzde 57.59’a geriledi. Temmuz ayında ihracatında gerileme yaşanan ürünler sıralamasında ilk sıraları, yüzde 57.59 ile demir-çelik ürünleri, yüzde 34.53 ile tütün, yüzde 33.56 ile değerli maden ve mücevherat, yüzde 30.67 ile taşıt araçları ve yan sanayi, yüzde 29.94 ile madencilik ürünleri aldı. Strateji, Çağlayan liderliğinde oluşacakÖnümüzdeki yıllar için ihracat hamlesi planlıyorsunuz. Neler yapılıyor? İhracatçılar için yeni pazarlar nereleri? Kriz sonrasına yönelik ve 2023 yılında 500 milyar dolarlık ihracat hedefimiz var. Strateji oluşturuyoruz. Dünyaca ünlü danışmanlar Robert Kaplan ile Michael Porter’ın da içinde bulunduğu Palladium şirketiyle çalışmaya başladık. Onlar Brezilya için 2007-2013 yıllarını kapsayan ihracat modeli üzerinde de çalışıyorlar. ABD Hazinesi’ne danışmanlık yapan Palladium Dubai için de çalışmalar yürütüyor. 500 milyar dolarlık ihracat hedefi için Palladium’un danışmanlığında yeni bir yol haritası üzerinde çalışıyoruz. Her sektör için 5-10 ve 15 yıllık hedefler koyulacak. Bu projede en çok ihracat yaptığımız 40 ülkenin ekonomileri ne olacak, araştırılıyor. 3 senaryo oluşturacağız. Strateji ofisleri kurulacak. Çalışma, Bakan Zafer Çağlayan liderliğinde yapılıyor.Dövizdeki düşüş bizi bitirir, gücümüzü tamamen kaybederizEkim ayı senaryolarına ne diyorsunuz? Ekim ayı için çok öyle olumsuz düşünmüyoruz. Bizim korkumuz kurlar. Döviz kurlarında geriye gidiş var. Tam düzelme yönünde ivme yakalamışken dövizdeki düşüş bizim için çok can sıkıcı oluyor. Merkez Bankası geçtiğimiz dönemde enflasyonu düşürmeye yönelik fiyat istikrarı politikası izledi. Biz ihracatçılar sorun yaşıyorduk, aşırı talep vardı yurtdışından ama ihracatçılar kâr edemedi. Kârlar yüzde 30 düştü. Bu da bizde ileriki günler için endişe yaratıyor. Bizim en büyük sermayemiz rekabet gücümüz. Merkez Bankası bundan sonra iktisadi faaliyetlerin devamı için, istihdam, rekabet için Türk lirasının istikrarı politikası izlemeli. Yüksek faiz üretimi engelliyor. Dışardan gelen yabancı yatırımcı borsaya ve Hazine bonosuna geliyor, kâr edip Türkiye’den çıkıyor. Reel sektör olarak Türk lirasındaki oynaklıktan büyük zarar görüyoruz. Merkez Bankası sizin talepleriniz noktasında hareket etti...’Döviz alım ihalesi başlatılmalı’ dedik. Başladı. 30 milyon dolarla başladılar, bu rakam yeterli değil, krizin başlangıcında 76 milyar dolardı döviz rezervi, şimdi 65 milyar dolar. Bu rakam uygun zamanda ilerde olabilecek sıkıntılara karşı güçlü olmak için eski seviyesine getirilmeli. Talep daralması var, bir de rekabet gücümüzü kaybedersek bunun sonuçlarını kötü yaşarız. Kaybımızı komşu ülkelerle dengeleyebiliriz“Bu ekonomik kriz birçok dengeyi değiştirdi. Artık eskisi gibi olmayacak. Türkiye’nin yeni pazarlara açılması lazım” diyenler var. Siz bu yorumlara ne diyorsunuz? Son yıllarda izlenen komşu ve çevre ülke politikaları başarılı oldu. İlk 7 ayda Mısır’a ihracatımız yüzde 138 arttı, Irak’a yapılan ise yüzde 53 arttı, Cezayir yüzde 35 arttı. Bu tip örnekleri artırabiliriz. Avrupa’ya olan ihracat geçen yıl yüzde 55 iken aldığı pay şu anda yüzde 47 oldu. Gelişmiş ülkelerdeki ihracat kaybımızı diğer ülkelerle dengeleyebiliriz ama daha istenilen oranda değiliz. Rusya’ya olan ihracat ise tarihi bir rekor düşüş yaşadı... Genel düşüşün çok üzerinde Rusya’da. Yüzde 58’lik bir düşüş var. Siyasi görüşmeler önemli. Biliyorsunuz Rusya Türk mallarının tümünü sayıyor. Büyük sıkıntı var.
TÜRKİYE’de, Avrupa’ya göre 4 kat daha pahalı fiyata et ve süt tüketildiğini söyleyen Bahçıvan Gıda’nın sahibi, SETBİR’in Başkanı Erdal Bahçıvan, “Uzun yıllar tarım ve hayvancılıkta ‘Kendi kendimize yeteriz’ denmiş ve yatırım yapılmamış. Köylülük verimliliğin önüne geçmiş. Avrupalı’dan yüzde 30 daha az kazanıyor, ama tüketirken onunla aynı fiyata tüketiyoruz. Verimsizliğin bedelinin sizin, benim çocuğum tarafından ödenmesi Türkiye’de tercih edilir bir politika” dedi. Türkiye’de peynir denildiğinde ilk akla gelen markalardan biri Bahçıvan. Geçtiğimiz yıl Gülüm Süt’ü de aldılar. Aile şirketi Bahçıvan Gıda’nın başına genç yaşında geçen ve aile işini büyüterek markalaştıran Bahçıvan Gıda’nın sahibi, İstanbul Sanayi Odası (İSO) Meclis Başkanı ve Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği ( SETBİR) Başkanı Erdal Bahçıvan’la Türkiye’nin tarım politikalarını konuştum. Erdal Bahçıvan kendini yenilemeyi başaran, yurtdışını çok iyi tanıyan, Türkiye’nin kalkınması için modeller üreten bir işadamı. Kendi işini yönetme dışında aldığı görevlerle de bunu gösteriyor. Bahçıvan, Türkiye’nin doğru politikalar izlemesi halinde bölgede ’tarımın abisi’ olabileceğini düşünüyor.Bahçıvan markası yıllardır peynirle anılıyor. Türkiye’de bu alandaki ilk 4 büyük üreticiden birisiniz... Türkiye’deki peynir tüketimi ne noktada, yurtdışıyla kıyaslayabilir misiniz?Bizim ana konumuz peynir. Türkiye’nin toplam peynir tüketimi 650 bin ton civarında. Yılda kişi başına 8-8.5 kilo peynir düşüyor. Kayıtdışı çok yüksek olduğu için bu rakamlar kesin değil. Ne kadarı kayıtdışı?Bunun yüzde 60-65’i kayıtdışı üretim. Hâlâ büyük pay açıkta satılan peynir tarafında. Son yıllarda bir değişim de var. Gıdım gıdım da olsa ambalajlı peynir pazarında artış var. Biz markalı peynirin orta vadede alacağı çok yol olduğunu düşünüyoruz. Türk insanı için peynir bir kültür.Sizin kaç çeşit ürününüz var? Barkodlu olarak toplam 60 ürünümüz var. Ama ana temel çeşidimiz 13 çeşit. Fonksiyonel ürünler, dilimli, light ürünler var. Tüketicilerin kullanım alışkanlıklarını takip ediyoruz. Rende, dilimli, küp şeklinde hazırlanmış ürünler müşteri talepleri doğrultusunda hazırlanıyor. Köylülük verimliliğin önündeTürkiye tarım ülkesi deniliyor. Türkiye’de et pahalı, süt pahalı, süt ürünleri pahalı. Üstelik tüketim de düşük. Biz nasıl oluyor da bunu başarıyoruz? Türkiye için ’kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyiz’ denildi hep. Bunlar pek de bilimsel gerçekliği olmayan hamasetler ne yazık ki. Biz aslında köylülük noktasında güçlüyüz. Tarımdan zenginlik elde edip, bundan katmadeğer yaratan, tarımla sanayiyi buluşturan bir ülke olma noktasının çok başındayız. Uzun yıllar biz kendi kendimize yeteriz mantığıyla hiçbir şey yapılmamış. Süt fiyatları yüksek. Köylülük verimliliğin ötesinde. Açar mısınız bu konuyu?Bu siyasi olarak tercih edilmiş. Köylülük gerçekleri tüketici gerçeklerinin üzerinde gidiyor. Siz tüketici olarak. ’Ben eti neden Avrupa’dan Amerika’dan daha pahalı yiyorum?’ dediğinizde dinlenmiyorsunuz ama köylü bağırdığında daha fazla değer buluyor. Tüketici olarak bunun kavgasını verme noktasında değiliz. Bu verimsizliğin bedelini sizin, benim çocuğum tarafından ödenmesi daha tercih edilir bir politika. Avrupalı tüketiciden yüzde 30 az kazanıyor ama tüketirken onunla aynı fiyatla tüketiyorsunuz. Fındıkta olan durumu izledik. Malum denizin bittiğini gördükten sonra önlem alındı. Çok da iyi oldu. Tarımın her alanında bu tür bir açılıma ihtiyaç var. Avrupa’dan ne kadar pahalıya yiyoruz eti? Ette 3-4 misli pahalıyız. Sütte de aynı durum var. Bir İngiliz’in dörtte biri, bir İtalyan’ın da üçte biri oranda süt tüketiyoruz. Global kriz sektörü nasıl etkiledi? İnsanlar en son gıda harcamalarından keser...Türkiye hakikaten 7-8 aydır zor bir dönem geçirdi. Ekim-Kasım’dan Haziran’a kadar süren bu işin daha iyi götürülmesi gereken bir süreç geçirdik. Zaten rakamlarla da ortaya çıktı. Tüketici güvenini bunlar çok etkiledi. Tüketiciler yalnızca araba, beyaz eşya alırken kısıtlamadılar kendilerini, her alışverişe bu yansıdı. Bizim sektörde de kayıt dışına kayış oldu. Küçülme oldu. İnsanlar tüketiyor ama neyi tüketiyor? Karnınız çorbayla da doyar, etle de... Şimdi yaz dönemindeyiz. İnsanlar son bir aydır şehir dışındalar. Büyük şehir alışverişlerinde düşüş var. Tüketim alışkanlığı değiştiRamazan ayı geliyor. Artar mı satışlar? Ramazan ayında çok farklı olmayacak. Köyüne, memleketine giden oralarda kalır. Okullar da geç açılacak. Ekim-Kasım gibi gıdada toparlanma olabilir. Moral yüksekliği oldu son 2 aydır. Bundan daha kötüsü olmayacak düşüncesi hakim oldu. Ama net gerçek şu: İşini kaybeden çok insan var ve tüketim olarak çok gerideler. İş endişesi taşıyanlar da çok. 2009 zor bir yıl. Müşteri alışkanlıkları nasıl değişti?A grubu müşterisi kendini korudu. B noktasındaki müşteri, A’ya yaklaşmaya çalışan kesim bir anda geriye döndü. Bu bizim için önemli kesim. KOBİ’ler, ev kirasını kaybedenler, işini kaybetme riski olanlar bunlar. Ortadirek denilen kesim çok rahat içine kapanabiliyor. Çünkü bu kesim borçlanarak yaşıyor. Belli hayat standartını borçla yükselten kesim olduğu için krizde tüketim alşkanlıklarını radikal biçimde değişebiliyorlar. Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde tarım adına büyük potansiyel var ama Türkiye ne yazıktır ki yıllardır bu potansiyeli beklendiği gibi kullanamadı. Sizin önerdiğiniz bazı modeller var. Neler yapılabilir?Hayvancılık bu bölgeler için fırsat sektörü. Eskiden bilinen yöntemlerle bugünün rekabetçi tarım ekonomisinde başarılı olmak ise mümkün değil. Geleneksel tarzda kendi haline bırakıldığında bir şey olmaz. GAP, hayvancılık için fırsatlar kaynağı. 3 güçlü süt bölgesi var Türkiye’de. Marmara, Ege ve Konya Havzası güçlü. Önümüzdeki 10 yıl içinde Güneydoğu bu bölgelerle rekabet edecek. Ayrıca buralardan Ortadoğu’ya ihracat yapma şansı ve kolaylığı var. Bunun olması için doğru başlaması lazım. Önce sanayi mi hammadde mi mantığı doğrı oturtulmalı. Kurulan fabrikalar işlemedi...Fabrika yapılıyor ama ortada hammadde yok. Sütü oluşturmak lazım. Hem kalitede hem de fiyatta rekabet edecek konumda olmalı. Verimlilik olması için büyük işletmeler kurulmalı. Yalnızca yerli yatırımcılarla değil, Ortadoğu sermayesiyle de yapılabilir. Ayrıca bu bölgelerde parçalanmamış arazi çok. Bu da şans. 5 bin, 10 bin dönüm araziler var parçalanmamış olarak. Ayrıca da yıpranmamış topraklar. Organik tarım için de uygun. Komşularımızın hepsi süt ürünleri ithalatçısı. Türkiye’nin bunu değerlendirmesi gerekiyor. Siz ihracat yapıyor musunuz?Lübnan, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’a satıyoruz. Türkiye 60-70 milyon ton süt ihracatına gidiyor bu yıl. Bu önümüzdeki yıllarda çok artabilir. Bu ülkelerin ithalat yaptıkları diğer ülkeler hangileri?Avusturalya, Yeni Zellanda’dan alıyorlar. O kadar uzun yoldan geliyor, biz yanı başımızdaki olanakları değerlendiremiyoruz. Ama zaman içinde bunları değerlendireceğiz. Güneydoğu’da bunu kümelenme şeklinde yaptığınızda çok başarılı olabilirsiniz. Yem bitkileri ekimi de yapılmalı. Doğu’da hayvan kesim merkezleri kurulmalıDoğu ve Güneydoğu’daki ekonomik kalkınma için önerileriniz var. Kurban kesim merkezleri gibi... Bu nasıl hayata geçebilir?Doğu Anadolu’da hayvan kesim merkezleri oluştulmalı. Kurban bayramı dönemi çok önemli. Hayvanların yüzde 15’i bu dönemde kesiliyor Türkiye’de. Bunların büyük bölümü de Doğu’dan geliyor. Kurbanı insanlar zaten son zamanlarda daha çok bağış yoluyla kesiyor. 3-4 vilayet seçip, vekalet yöntemiyle kesim işini yapmak düşünülmeli. Eğer kesimlerin çoğu bazı şehirlerde yapılırsa yılın 12 ay boyu kesimlerin orada yapılması sağlanmış olacak. 10 inek getirirken kamyonla İstanbul’a, belki 100 ineğin etini getireceksiniz. Ayrıca Doğu Anadolu’da kesim atölyeleri, depolama merkezleri, atık merkezleri olacak. Bu oranın ekonomisine büyük katkı sağlar. Bu konuda bakanların desteği yetmez, dini önderlerin bu konuda halkı bilgilendirmesi de gerekebilir. Bu projeyi bakanlığa sunduk. Türkiye bölgede tarımın abisi, lideri olabilirYıllardır “Türkiye’nin geeceği tarımda” derler. Buna inanıyor musunuz?“Türkiye’nin geleceği tarımda” cümlesi yanlış. Ama tarımın geleceği doğru planlamada ve doğru stratejide. Türkiye toprağından bugünkünden çok daha iyisini kazanabilir. Etrafımız net alıcı. Başta Rusya ve Arap ülkeleri net alıcı. Bunlar tüketen ülkeler ve zenginleşiyorlar. Pay alabileceğimiz pasta var. Türkiye tarımda model oluşturup tarımsal liderlik yapabilir, markalaşabilir. Bölgede tarımın abisi olabiliriz.Organik tarım ülkesi olabilir mi Türkiye?Efsanesi gerçeğinden önde gider denilen bir konu haline geldi bu. Dünyada da aman aman boyutta bir tüketim yok. Türkiye’de de gereğinden fazla büyük pazar var sanılıyor ama yok. Biodizel konusunda da aynı şey oldu. Çok tesis kuruldu, şimdi hepsi atıl. Bu işe girecek olanların hayale kapılmaması lazım. Yatırımların karşılığını verecek pazar var mı yok mu bakmak lazım.Organik peynir üretmek mümkün mü Türkiye’de, bu gerçekçi mi?Hayvanın kendisi, otladığı toprak, yediği yemin genetiği, içine konan mayanın, ambalajın organik olması... Bunu ne kadar denetlersiniz, bu Türkiye’de soru işareti. Normal ürünlere dahi denetimsel güç yokken organik gibi bir konuda bunu yapmak daha da zor. Ayrıca saydığım her nokta maliyet. Plansız ve programsız üretim var Neden Türkiye’de yem bitkileri de çok pahalıdır?Değer verilmiyor... Türkiye’de köylülük mantığı var. 3-5 hayvanla iş yapılıyor. Kendi arazisinda buğday, tütün, şeker pancarı ekiyor, yem ekmiyor. Gidip fabrikadan yem alıyor. Bu her gün eve yemek sipariş etmek gibi, pahalı oluyor. Plansız ve programsız bir üretim yapısı var. KRİZDE SEKTÖRDE KAYITDIŞINA KAYIŞ OLDUErdal Bahçıvan, ekonomik kriz döneminde sektörde kayıtdışı üretime kayış olduğuna dikkat çekti. Bahçıvan, tüketici kanadında ise A grubunun tüketiminde değişim olmazken, B grubunda ciddi gerileme olduğunu söyledi. Bahçıvan, “B kesimi bizim için önemli bir kesim. KOBİ’ler, ev kirasını kaybedenler, işini kaybetme riski olanlar bunlar.. Hayat standartlarını borçla yükselten kesim olduğu için krizde tüketim alışkanlıklarını radikal biçimde değiştiriyor” diye konuştu.
Zuma, Vogue, Anjelique, Kitchenette, Da Mario’nun aralarında olduğu 8 markasıyla yeme-içme ve eğlence sektöründe faaliyet gösteren Doors Group, krizde büyüme planlarını bozmadı. “Küçülmeye çalışmadık. Tasarruf edilebilecek noktalara fokuslandık” diyen grubun kurucusu Levent Büyükuğur, krizde üst gelire hizmet veren mekanlarında işlerin düştüğüne, diğer mekanlarda işlerin arttığını söyledi. Büyükuğur, “Yüksek adisyonlu Zuma, Vogue, A’jia gibi yerlerimizin işleri düştü. Da Mario ve Kitchenette çok yükseldi. Krizin ilk aylarını % 20 düşüşle geçirdik. Mayıs’tan sonra ciro % 10-12 arttı” diye konuştuYeme-içme ve eğlence sektöründeki herkes İstanbul Doors Group genç ortaklarının başarısına imrenerek bakıyor. Açtıkları her mekan tutuyor. İstanbul’un en güzel yerlerinde birbirinden farklı mekanları var. İstanbul dışında da başarılarını sürdürüyorlar. Doors Group’un kurucusu Levent Büyükuğur. O 1993 yılında genç bir girişimci olarak işe başladı. Daha sonra abileri Rıza ve Bülent Büyükuğur ile arkadaşı Berk Ekşioğlu ona ortak oldu. Kriz ortamında yeni yer açmaya devam eden, yurtdışına açılmayı planlayan Levent Büyükuğur’la Kanyon’da yeni açtıkları Gina adlı mekanda buluştuk. Röportaja geçmeden önce yazmakta fayda var. İstanbul Doors Group çatısı altında Da Mario, Vogue, Anjelique, Wanna, Ajia, Kitchenette’i, Private Room, Zuma, Gina ve Mama var. Büyükuğur’la hem global krizin etkilerini hem de sigara yasağının ilk haftasının nasıl geçtiğini konuştuk. Yeme-içme sektörüne nasıl girdiniz?1993’te üniversiteyi bitirmiştim. İtalyan Filolojisi okumuştum. İtalyan kültürüyle içli dışlıydım. İstanbul’da doğru dürüst İtalyan mutfağı yoktu. Ortağımla bir İtalyan mutfağı açmaya karar verdik. Girişimci yanım vardı. Babamdan bana geçmiş olmalı. Hep yenilik getirdik Babanız neyle uğraşıyordu? Babam ticaretin içindeydi. Beyaz eşya ve petrol ticareti yapıyordu. Döviz büroları vardı. Yemekli restoran işini sevdim. İşler büyüyünce abilerim de yanıma geldi. 1993’den 1997 yılına kadar Da Mario vardı. Daha sonra yeni girişimlerimiz oldu. Nasıl karar verdiniz İtalyan mutfağı dışında yeni yerler açmaya? Konsepti nasıl belirliyorsunuz? Çok seyahat ediyorduk. Yeni konseptleri görüyorduk. İkinci yerimiz Vogue’du. İstanbul’da modern İngiliz, Amerikan ve bunu suşi ile birleştiren, müziğiyle farklı bir yer yoktu. Biz kimseyi taklit etmedik. Hep yenilik yaptık. Daha doğrusu her yeni markamızda yenilik getirdik. Şu anda kaç mekanınız oldu? Şu anda 20 mekan var. 8 markamız oldu. İstanbul dışında İzmir, Ankara ve Mersin’de varız. İzmir’de ikinci yerimiz de yakında açılacak. Farklı markalarınız oldu. Üst gelire hitap eden A’jia ve Zuma gibi mekanlar ve Kitchenette, yeni zinciriniz Mama... Kendi markalarınız rakip de olmuyor mu? İstanbul’da herkes aynı yerleri takip ediyor. Öğlen bir mekanımızda yemek yiyen biri akşam başka mekanımıza gidebilir. Bize arka arkaya bile gelseler mekanlarımızdan farklı tadlar alabilmeliler. Ayrı markaların birbirine rakip olmaması çıkış noktasıydı. Lehman’ın fonuna hisse Krizden etkilendiniz mi? Krizin son aylarında Lehman Brothers’la satış anlaşması yaptık. Onların fonunun yönettiği bir gruba hisse devrettik. Yapılması güçtü, hatta Lehman ismi nedeniyle batıştan sonra gerçekleşmesi enteresan oldu. Krizde büyüme hızında değişiklik yapmadık. 4 yer açtık. Küçülmeye çalışmadık. Tasarruf edilebilecek noktalara fokuslandık. Biz sonuçta hizmet sektöründeyiz. Personelin eğitimi çok önemli. Personel çıkarma lüksümüz yok. Kira anlaşmalarını tekrar gözden geçirmeye çalıştık. Alışveriş merkezlerinin sahipleri burunlarından kıl aldırmıyor. Allahtan grup olarak krizde düşüşler yaşamadık. Başlarda farklı bir tablo oldu, şimdi farklı.Bunu anlatır mısnız? Üst segmente hitap eden yerleriniz nasıl etkilendi? Yüksek adisyonlu yerlerimizin işi düştü, Zuma, Vogue, A’jia’nın işleri düştü, Kitchenette ve Da Mario çok yükseldi. Bu denge sağlandı. Krizin ilk aylarını yüzde 20 düşüşle geçirdik. Mayıs’tan sonra 2008’in üzerine çıktık. Yeni açılan yerlerde ciro beklenir ama eski yerlerimizde de yüzde 10’luk hatta 12’lik yükseliş oldu. Biz yazın iyi iş yapıyoruz. Anjelique iyi iş yapıyor. Zuma yazın işlerini 3 katına çıkarıyor. Yeni bir İtalyan restoran zincirinin ilk yerini Rumelihisarı’nda açtınız, Mama...2009’da Mama’yı büyüteceğiz. Yeni bebeğimiz orası. Mama’lar mönüsüyle farklı. Biz İstanbul’da iyi bir pizzacının eksik olduğunu düşündük. Ya çok aile ya çok lükstü İtalyan restoranları. Mama’da Mohito da içersiniz, pizza da yersiniz. Müşterilerin beklentileri, alışkanlıları nasıl desem...İstanbul’da üst gelir seviyesindeki kitle 5 bin kişiyi geçmez. Hızlı değişiklikten hoşlanıyor İstanbullular. Biz de müşterileri buna alıştırdık. Hep beklenti var. Tahammülsüz Türk müşteriler. Tuzluk 5 saniye geç gelse ortalık karışıyor.Zenginler temkinliKrizden etkilendiler mi? Krizin başında bu kitle de temkinliydi. Şarap seçiminde özen gösterdiler. 4 kokteyl yerine 2 kokteyl içtiler. 100 liralık şarap yerine 70 liralık şarap seçtiler. Kitchenette tarafında 1 milyon kişiye hitap ediyoruz İstanbul’da. Yoldan geçen herkes potansiyel müşterimiz. Kriz dibe vurdu, iyileşme başladı diye düşünüyor musunuz? Ben iyileşmenin unutmaktan olduğunu düşünüyorum. Bizim sektörde de çok sıkıntı var. Türkiye’de birçok şirket çok etkilendi. Ben iyileşme pek görmüyorum, yalnızca insanlar sıkıldı bu konudan. Şirketler 6 ay sonra işlerinin patlayacağını düşünmesin. 2011 yılında en iyimser tahminle iyileşme olur. Arnavutluk’ta Kitchenette açıyoruz Kitchenette’e yurtdışından talep vardı, hâlâ var mı? Çok var. Daha 3 aylık bir markayken Kitchenette yurtdışından talep aldı. Latin Amerika’dan İsviçre’ye Rusya’dan Hong Kong’a, Güney Afrika’ya resmi talepler oldu. Kazakistan, Azerbeycan... Bizim stratejimiz var. Biz yabancı ortaklarımızla olaya farklı baktık. Operasyonel kolaylığa ihtiyacımız var. Atina, Londra, İrlanda, İskoçya olabilir. Arnavutluk’ta anlaşma yapmak üzereyiz. Bir grup büyük bir alışveriş merkezi açıyor, oraya giriyoruz. Türk mutfağı açmayı planlıyor musunuz? Türkiye’de açmayı planlıyoruz. Türk mutfağını yurtdışında açmak Don Kişot’luk olur. Her gelen yabancı kebap, balık yemek istiyor. Bizim de hedefimizde iyi bir balıkçı ve iyi bir Türk mutfağı açmak var. Rafine, insanların özellikle de yabancıların kolay tadabileceği, modernize edilmiş bir Türk mutfağı açmayı planlıyoruz. Kanun var, zabıta sigara yasağına yorum katıyor!Sigara yasağı başladı. İşiniz etkilendi mi? Entresan şeyler duyduk. Bazı işletmeci arkadaşlara ceza kesildi. Bir kanun var, avukatımız anlattı, uyguluyoruz. Ancak zabıtalar yorum katıyor. “Niye dışarıdaki masalarda kültablası var?” diye sorulmuş bazı yerlere. “Sigara içmeyen dışarıda oturmak ister, sonra da sigara canı çekerse” demişler... Kanunda “Masanın ortasına kültablası konulmasın” diye madde yok. “Niye kültablası var?” diye uyarılan yerler olmuş. Öyle bir kural olmalı ki herkes her şeyi bilmeli. Şişli Zabıtası ile Beyoğlu Zabıtası’nın yorum farklılığı işletmelerin farklı hareket etmesine neden olmamalı. Nasıl doğru dürüst denetlenecek bilemiyoruz? Ortaköy’deki bir restoranla Van’daki kahvehanenin denetimi aynı olabilir mi? Çok iyi kontrol edilir ve haksız rekabet olmazsa biz arkasındayız. Şunu gördük, çok sigara içen varmış. Mekanlarımızda herkes dışarıda oturmak istedi. Kışın işler zorlaşacak. Yazın yasağın başlamış olması çok önemli bir gösterge değil. YENİ MERAKIM DJ’LİK Levent Büyükuğur, 6 yaşındaki kızıyla olmanın stresini aldığını söylüyor. Yeni merakı ise DJ’lik. “Bebek Kitchenette’de çalıyorum. Kendimi geliştirip Anjelique’de çalmak istiyorum. Süper yerim, neyin ne olduğunu bilirim ama bir yumurta bile kıramam. En büyük keyfim seyahat planlamak” diyor.
Geçenlerde bir arkadaşım anlattı, büyükannesi yazlıktan “Komşuya gidiyorum” diye çıkmış, gidiş o gidiş. Tam 4 gün haber alamamışlar. Sonra neredeyse 20 yıldır görmedikleri yakınlarından bir telefon gelmiş ve büyükannelerine ulaşmışlar. 3 gün büyükannenin ne yaptığını, nerede kaldığını kimse bilmiyor. Büyükanneye sorarsanız o zaten 20 yıl öncesindeki olayları anlatıyor. Bu çok ilginç bir hikâye değil. Yaşlılıkta bunama hikâyeleri aslına bakarsanız hepimize çok tanıdık geliyor. Ama tıpta Alzheimer adıyla anılan bunamanın aslına bakarsanız ne zaman kapınızı çalacağı çok da belli değil. Hayat boyu iyi bir gelecek içip koşuşturup, tam keyif dönemine geçerken, Alzheimer hızla ilerleyebiliyor. Üstelik bu bir aile hastalığı. Bir yakınınız Alzheimer olursa bunun sizin yaşantınızı etkilememesi de mümkün değil. Üstelik annesi, babası Alzheimer olanlarla, erken emekliler büyük risk altında. Anadolu Sağlık Merkezi dünyada bir yıldır uygulanan Alzheimer Riski Testi’ni Türkiye’ye getirdi. Kan verip Alzheimer riskinizi ölçtürebiliyorsunuz. Bu neye mi yarıyor? Erken önlem aldığınızda Alzheimer öteleniyor. 60 yaşında ya da 70 yaşında yakalanacağınıza, 10 yıl bu hastalığı erteleyebiliyorsunuz. Üstelik 10 yıl içinde tıpta devrim olarak da görünen Alzheimer aşısı çıkacak. Anadolu Sağlık Merkezi’nden Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Türker Şahiner’le Alzheimer Riski Testi’ni ve hastalığı konuştum. Beyninizi çok kullanırsanız, bunamadan uzak kalırsınızMonoton yaşamın Alzheimer’ı çağırdığını okumuştum. Doğru mu? Çok sakin, köşesine çekilmiş, erken emekli olmuş, öyle pek de sorunlarla, günlük koşuşturmalarla ilgilenmeyen insanlar daha çok mu risk altında? Her gün yapılan aktiviteler bir önceki günün aynısıysa, evet daha büyük risk altındasınız. Bu söylediklerinizde de doğruluk payı var. Beyin plastik bir organdır. Her an şeklini değiştirir. Siz hayatınızda ne kadar çok beyininizi kullanırsanız, ileride o kadar bunamadan uzak kalırsınız. Şu da olmuyor mu, çok yoğun çalışanlar da bir noktaya gelince çok karıştırıyor, unutuyor. En yakınlarının ismini hatırlayamıyor, tanıdığı yüzleri, şahit olduğu olayları silip atıyor. Bu da Alzheimer belirtisi olabilir mi? Çok çalışınca unutkanlık artar. Yoğun çalışma anında yaşanan karıştırmalar ve unutkanlıklar, beynin kendini koruma altına aldığını gösteriyor. Beyin kendini belli kapasiteden sonra dinlenmeye alır. Aktif yaşam içinde unutan bireyin kaygılarına bizim yaptığımız test yanıt veriyor. Ama hem çok unutuyor, hem de test sonucunda A Beta 42 proteinini çok yüksekse bu hafife alınmamalı.Alzheimer riski olan insanların yaşam koçluğuna ihtiyacı varA Beta 42 proteininin yüksek olması Alzheimer riskini gösteriyor. Bu da artık bir kan testiyle ölçülüyor. Siz bunu yapıyorsunuz. Peki bu proteinin yükselişini durdurmak mümkün değil mi? Geçen hafta Dünya Alzheimer Kongresi vardı Viyana’da. Ben de oradaydım. En kalabalık tıp kongrelerinden biriydi. Bizim yaptığımız testle ilgili 3 araştırma da yayınlandı. Fransa, Amerika ve Kuzey Avrupa’dan bu konuyla ilgili 3 çalışma geldi. Bu risk testle ne kadar erken bulunursa, ilaçlarla o kadar erken önlem alınıyor. Alzheimer riski yüksek çıkan biri ne yapmalı? Bu kişilerin yaşam koçluğuna ihtiyacı oluyor. Ben şuna benzetiyorum. Nasıl kolesterolünüz yüksek çıktığında hem diyet yapmanız, hem de hayatınıza sporu sokmanız gerekiyorsa, işte bunun gibi. Alzheimer riski yüksek çıkan kişiler de önlemler alarak bu hastalığı geciktirebilir.Kadınlarda bunama fazla ama hastalık daha kolay farkediliyorAlzheimer kadınlarda daha mı fazla?Evet, ama nedenini tam söyleyemiyoruz. Sosyal faktörler etkili oluyor. Kadınlar daha erken emekli oluyor. Erken emeklilik sakin yaşama geçişi getiriyor. Bu da hastalığı bir 10 yıl kadar erkene alıyor. 80 yaşında çıkacak hastalık, 70 yaşında görülebiliyor. Kadın erkek oranı bütün istatistiklerde 3’e 2’dir. Erkeklere göre kadınlarda Alzheimer daha kolay fark edilir. Neden? Çünkü kadınlar evde de olsalar daha çok hayatın içindeler. Ya da şöyle söyleyelim, sorumlulukları ve görevleri emekli bir erkeğe göre her zaman daha fazla. Evde yemek yapıyorlar, evin temizliğini üstleniyorlar. Erkek ise TV karşısında oturup, yalnızca yatıp kalkıyor olabilir. Hastalar 40 yıldır yaptıkları pilavı yapamaz hale gelirAlzheimer hastası yakınlarının yazışmalarına baktım buraya gelmeden önce. “40 yıldır muhteşem yemek yapan annem, bulamaç gibi yemek yapar hale geldi” diyordu...Bu çok yaşanıyor. 40 yıldır yaptığı pilavı yapamazlar. Yıllarca tekrarladıkları hareketleri unuturlar. Yemeklerin kalitesinin bozulması bir işarettir. Alzheimer ilk belirtileri nelerdir? Tekrarlayıcı hareketler. Kapıya, ışığa defalarca gidip bakmak. Erken dönemdeki Alzheimer hastası neden kararsız olduğunu hiç anlayamaz. 10 dakika giyeceği gömleği seçemez. Erken dönemde gelenler “Hiç organizasyon yapamıyorum” diyerek gelir. Ayrıca psikiyatrik bulgular da olur. Öfke atakları ve içe çekilmeler olur. Ani değişen kişilik özellikleri olabilir. İş becerilerini etkileyen, yakın zamanla ilgili bellek kaybı: Yakın geçmişteki olaylar, insan isimleri ve telefon numaraları sık unutulur, sonra da hatırlanamaz ve aynı sorular tekrar tekrar sorulur.Satranç, sudoku, bulmaca çözmek Alzheimer’ı uzaklaştırırEn genç hastanız kaç yaşında? Benim 49 yaşında Alzheimer hastam oldu. Çok genç...Evet. Literatürde 43 yaşında da hasta vardır. Ailede Alzheimer olanlar 40 yaşından sonra risk altında. 40-50 yaş arası Alzheimer’a yakalananlar var. Satranç, sudoku, bulmaca çözmek Alzheimer’ı uzaklaştırır mı? Doğru. Beyni aktif tuttukça kendine yeni iç devreler oluşturuyor. Siz ne kadar çok devreyi kullanıma koyarsanız o kadar iyi. Çay, kahve iyi gelir mi? Uyumak için değil, zinde, aktif olmak için içiliyor çay, kahve. Böyle bir ilişkisi var yaşam biçimiyle. Beyne yararı direkt değil. Yalnızca daha aktif bir yaşamı beraberinde getirdiği için etkisi oluyor.Kentsel yaşamda aktif olanlar daha geç yakalanıyorAlzheimer oranları belli mi Türkiye’de?65 yaş üstünün yüzde 10’u, 85 yaş üstünün ise yüzde 50’si Alzheimer. Sınıfsal farklılık var mı? Maalesef var. Beyni aktif tutmakla ilgili, sosyallikle ilgili olduğu için. Kentsel yaşamda olanlar hastalığa daha geç yakalanıyor. Ama yine de altını çizerek söylüyorum. Bir insan kırsalda da aktif olabilir. Bir insan kentte de hareketsiz olabilir. Hep aynı monotonluk riski artırıyor. Örmeğin 50 yaşında emekli olmuş, evde sürekli televizyon karşısında oturanlar büyük risk altında. Hastalığı çalışan bireylerle ötelemek daha kolay. Erkeklik hormonundaki düşüş Alzheimer riskini artırıyorTestesteron seviyesi ve Alzheimer arasında nasıl bir ilişki var?Yapılan deneysel çalışmalar testesteron seviyesi düştükçe, vücutta Amiloid Beta 42 düzeyinin yükseldiğini gösteriyor. Bu da plak oluşumuna ve beyin hücrelerinin ölümüne neden oluyor. Testesteron seviyesi genellikle yaşla birlikte düşer. Testeron ve demans ilişkisine bir diğer kanıt ise prostat kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar ile testesteron seviyesinde hızlı bir düşüş yaşanması ve sonrasında Amiloid Beta 42 düzeyini yükselmesidir. Özellikle ileri yaş erkeklerde prostat problemleri çok sık görülüyor. Prostat problemlerinin tedavisi sırasında yapılan testesteron seviyesinin ölçümü bu konuda önemli bir ipucu verir. Eğer hızlı bir düşüş yaşanıyorsa testesteronun düşüşüne neden olan ilaçlar kesilebilir veya üroloji hekimlerince uygun görülürse hormon tedavisi uygulanabilir. Böylece oluşabilecek demans riskinin önüne geçilebilir. Erkeklerde testesteron (erkeklik hormonu) seviyesi düştükçe, Alzheimer riski de artıyor. Amerika’da yaklaşık 20 yıllık araştırmanın ardından ortaya çıkan bu sonuç, özellikle yaşı ilerleyen erkeklerin testesteron seviyelerine dikkat etmeleri gerektiğine dikkat çekiyor.Aşıyla hastalığa neden olan protein tamamen siliniyorAlzheimer’ın en son noktası bebekliğe dönüş mü? Evet. Çocukluğa geri dönüş en şiddetli tablo. Bir kişiye bağımlı, bir kişi tarafından beslenen tablo en son nokta. Söz ettiğimiz test yapıldı, risk altında olduğunu öğrenen bir hastanın Alzheimer’ı öteleme şansı ne kadar? Çok önemli bu test. Çünkü ilaçlar yaşam kalitesini korumayı sağlıyor. Ayrıca önemli bir 10 yıl içindeyiz. Alzheimer’ın aşısı çıkacak. Henüz piyasaya sürülmedi ancak insanlar üzerinde denemeler yapıldı. İsviçre’de insanlar üzerinde çok geniş bir deneme yapıldı. Aşı neyi sağlıyor?Aşıyla bu söz ettiğimiz proteini temizliyorlar. Mikrobu temizler gibi siliyorlar. Bu çığır açacak bir şey. 2001 yılında İngilizler başladı, 2005’te aşı denemeleri durdu. Çünkü o denenen aşının çok yan etkisi oldu. Bu yeni denemeler ise olumlu gidiyor. İsveç’te ve Amerika’da aşı programları sürüyor. Bu çok umut verici.Yüksek tansiyon da bunama yapıyor Kimler Alzheimer riski altında? 40’lı, 50’li yaşlarda başlayan grupta temel neden genetik mutasyonlar. Bu hasarlı genlerin birçoğu günümüzde biliniyor. Bu gen mutasyonlarını taşıyan bireylerde, çok genç yaşlarda Alzheimer hastalığı belirtileri görülüyor. Ancak Alzheimer hastaları arasında genetik olanlar azınlıkta. İleri yaş, erken emeklilik gibi riskler var. Ve beslenme biçimi...Alzheimer’ın beslenmeyle ne ilgisi var? Kolesterol ve lipitlerden fakir diyet öneriyoruz. Yüksek tansiyon ve kolestrol tüm vücutta, özellikle kalp koroner damarlarında zaman içinde bir tıkanma yapıyor ve tam tıkanma olduğunda dokunun ölümüne yol açıyor. Damarsal bunama da buna bağlı olarak gelişiyor. Damarların tıkandığı bölgede, hafif şekilde, beyin fonksiyon yitimi gerçekleşiyor. Bu da kişiyi, fark ettirmeden sinsi bir bunamaya doğru götürüyor. Koroner hastalıkların risk faktörleri olan yüksek tansiyon, diyabet, kolestrol seviyesinin yüksekliği, sigara kullanımı, aynı zamanda beyin damar tıkanıklığının da tetikleyici unsurlarını oluşturuyor. Paranoyaklık oluyor mu Alzheimer hastalarında? 70 yaşındaki dede karısından kuşkulanmaya başlar. Böyle haberler görürsünüz basında da. Bu yüzden de kullanılan ilaçlar önemli. Paranoyaklık olabiliyor.Bu hastaların bakıcıları farklı olmalıAlzheimer hemşireleri, hasta bakıcıları farklı olmalı. Alzheimerlı hastayı anlamak, onu oyalamak çok zordur. Bilinçsiz bir bakıcı Alzheimerlı kişi karşısına geçip “Kalemimi sen aldın” dediğinde, “Hayır ben almadım” derse bu yanlıştır. Rasyonel bir diyalog kurulamaz Alzheimer hastalarıyla. Hemen başka konuya dikkatini çekmek lazım. Alzheimer’e yakalanan hastalarda ilk görülen belirtilere şu örnekler verilebilir* Aynı konu hakkında tekrar tekrar aynı soruyu sorar. * Arabanın anahtarlarını buzdolabının içerisinde uzak bir yere koyar.* Normalde çekingen olan kişi, kişiliğiyle uyuşmayacak şekilde çok gezen ya da çok konuşkan birisi haline gelebilir.* Telefonla satış yapan kişlerden ihtiyacı olmamasına rağmen, ürün ya da servis satın almayı kabul eder. * Herhangi bir şey satın alırken, doğru miktarı hesaplamakta ya da parayı denk getirmede zorluk çeker.* Yemek yemeyi unutur, öğünleri atlar ya da her öğünde aynı yemeği yer.* İçine kapanık, hırçın ve en yakınlarıyla dahi kolayca tartışabilen bir kişiye dönüşür.* Araba kullanan bir kişi ise trafikte çok daha fazla hata yapar ve kolayca öfkelenir.
Boru sektörünün önde gelen şirketlerinden olan Dizayn Grup, artık tarım ve tıp gibi farklı alanlarda da yeni projelere imza atıyor. Dünyanın en büyük çaplı borusunu üreten şirket, suda domates üretti, 1 tohumdan bir yılda bin 600 kilo ürün elde etti.GRUP, tıp alanında üre saati üreterek böbrek hastalarının tedavisine başka bir boyut getirdi. Yakında 4 yeni tıp teknolojisiyle ilgili ürünlerini açıklayacak. Hatta şeker hastalığıyla ilgili geliştirdiği projeyle Nobel Tıp Ödülü’ne aday olmaya hazırlanıyor. Dizayn Grup denildiğinde ilk akla gelen bir boru firmasıydı ama artık öyle değil. Dizayn Grup boru üreticisi olarak bilinse de arkada dev bir teknoloji firması yatıyor. Akışkanların, yani su, nem, ısı, gaz, kan gibi maddelerin taşındığı her alanda var olan grup, önemli teknolojik yeniliklere imza atıyor. Tarım, enerji, tıp alanlarında yeni teknolojiler üretiyorlar. Dizayn Grup artık bir teknoloji üretim firması. Dünyanın en büyük çaplı borusunu üreten Dizayn Grup, daha sonra gerçekleştirdiği farklı alanlardaki üretimleriyle dikkat çekti. Ne mi yaptılar? Suda domates ürettiler, yakında bu teknolojiyi satacaklar. 1 tohumundan 1 yılda bin 600 kilo ürün elde ettiler. Tıp alanında üre saati ürettiler. Böbrek hastalarının tedavisine başka bir boyut getirdiler. Yakında 4 yeni tıp teknolojisiyle ilgili ürünlerini açıklayacaklar. Hatta şeker hastalığıyla ilgili geliştirdikleri projeyle Nobel Tıp Ödülü’ne aday olmaya hazırlanıyorlar. Dizayn Grup’un Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Mirmahmutoğulları. Sıfırdan geldiği nokta dudak ısırtıyor. Kitap olması gereken bir hikayesi var diye düşündüm. Mirmahmutoğulları’yla iş stresinden uzakta Bebek’te Mangerie’de buluştuk. Dizayn Grup, 5 yıldan bu yana buluş ve yeni fikirleri desteklemek amacıyla ’Beyin Göçüne Karşı Beyin Gücünü Teşvik Ediyoruz’ kampanyasını yürütüyor. Projenin başladığı 2002’den bu yana Dizayn Grup’un cirosunun içindeki patentli ürünlerin payının yüzde 20’den 70’e çıktığını anlatan Mirmahmutoğulları, bu yıl bu rakamı yüzde 80’e çıkarmayı hedeflediklerini vurguluyor. Nasıl bir ailede büyüdünüz?Sivas doğumluyum. Köyde büyüdük. Babam Devlet Demiryolları’nda çalışan bir memurdu. 7 kardeştik. Babam hepimizi okutmak istedi. Tek çeşit yemek yedik yıllarca ama kimse halinden şikayet etmezdi. Sevgi, saygı ve muhabbet vardı. Babam az maaş almasına rağmen her gün eve gazete alırdı. İlkokul mezunuydu, sonradan liseyi bitirdi. 60 yaşında üniversite sınavına girdi. Şu anda 90 yaşında. Okurken çalıştınız mı?Babam çalışmamızı istemezdi ama bende müteşebbis ruh vardı. Okuldan kalan zamanlarda çalışırdım. Kese kağıdı yapardım gazete kağıdından. Babamın gazetelerinde el sürülmeyen sayfalar vardı, onun dışındakileri yalvar yakar alırdım babamdan. Atık gazete topladım daha sonraları. Önce mahallede sattık, daha sonra pazarı genişlettik. Ama rakip de çoktu, sonra başka işler de yaptım.Ne gibi işler?Yıldız Teknik Üniversitesi’nde 3’üncü sınıfa kadar pazarlarda sebze satıcılığı yaptım. Makine mühendisi olmaya nasıl karar verdiniz? Matematik sevdiğim için makine mühendisi oldum.Muhasebeciden destekProfesyonel çalışma hayatınız nasıl başladı?1987’nin ilk aylarında bir şirkete girdim. Ama aklımda kendi işimi kurmak vardı. Üniversitede 2 proje bitirmiştim, biri köye su taşıma projesi biri de bir binanın ısı sistemi. Aslına bakarsanız hâlâ bu 3 işi yapıyorum. 3 arkadaştık. Sıfır sermayeyle işe başladık. Arkadaşlar daha sonra ayrıldı, ben devam ettim. Muhasebecim vardı o dönemde. Şimdi hikayemizi anlattığımızda ’Sıfırdan başladık’ dediğimde bana inanmayanlara o ’Benden borç aldı, noter masraflarını da bana ödetti’ diyor. Gerçekten sıfırdan başladım. İlk işimizi 6 ay sonra aldık. O 6 ay nasıl geçindiniz?10 arkadaş belirledim, ödemem gereken parayı o arkadaşlara böldüm bir haftalığına. Sonra 20 arkadaş belirledim. Çok kişi olduğu için küçük paralar istiyordum. Bir buçuk yıl sonra projesini hazırladığım her işi alıyordum. O dönem Özal’ın Türkiye’yi şantiye yaptığı yıllardı, çok iş aldık. Ben önce sıfırı bir yapma mücadelesi verdim, o mücadele çok büyüktü. 1991 yılında ısıtma üzerine ilk küçük çaplı yerden ısıtma boruları ürettik. O dönemde Körfez Savaşı vardı, kriz oldu. Alacaklarımızı da alamadık. 3 kişiyle çalışıyorduk. Üretime başladığımız yıl Düsseldorf’taki fuarda standlarda şaşırmıştım. 10 yıl sonra ise dünyanın en büyük borusunu üretmiştik. Boruyu herkes merak etti. Sektör şoka girdi. Japonya, Avrupa, Amerika’da dergilerde çıktı. Üretime nasıl karar verdiniz?Aklımda hep bir şey üretmek vardı. İşe başladığımızda bir kalemin çapı kadar boru üretmek için aylarca uğraşmıştık. Günde 16 saat çalışırdım. Bunun karşılığını da aldık. 10 yılda dünyayı yakaladık, 11’inci yılda dünyayı da geçtik. Kendi rekorumuzu 3 kere kırdık. Bu dünyanın en büyük çaplı borusunu nasıl ürettiniz?Kıbrıs Barış Suyu Projesi için bir ihtiyaç oldu. Nil Nehri Geçiş Projesi’ni de geliştirdik. Nereye ihracat yapıyorsunuz?Ana pazarımız Rusya başta olmak üzere dağılan Sovyetler Birliği ülkeleri, Batı Avrupa ve Kuzey Afrika’da da güçlüyüz. Tıp alanında projeleriniz var...Açıkladığımız projemiz üre saati projesi. Özellikle böbrek yetmezliği olan hastalar için çok önemli proje. Tıp teknolojilerinde 4 proje üzerinde çalışıyoruz. Prototip ürünler çıktı. 3’ü tahlille ilgili. Türkiye tanı koymak için yurtdışına 4 trilyon dolar harcıyor. Bu konu ile ilgili bir toplantı yapacağız. Bir projemiz de tedaviyle ilgili. Nobel Tıp Ödülleri’ne aday olacak bir proje. Şeker hastalığıyla ilgili. Miracle projesiyle 1 dönümden 30 yerine 80 ton ürün alınıyorTarım ve tıp alanında çok farklı projeler ürettiniz? İlk aklıma gelen domates üretme projesi nasıl doğdu? Bizim ’Beyin göçüne karşı beyin gücü’ diye bir kampanyamız var. İşte domates projesi de bu kapsamda doğdu. Moleküler biyolojide okuyan ve yüksek lisansını tamamlamış 2 Türk öğrenci projeyi getirdi. Lisans eğitimlerini ve yüksek lisanslarını Japonya’da yapmışlar. Dünyada sera teknolojisi alanında en fazla 8-10 başlıkta çalışma yapılıyor. Biz 50 başlıkta bunu yaptık. Biz önce tohumdaki potansiyeli nasıl açığa çıkaracağımızı düşündük. Yani bir tohumdan daha fazla verim nasıl alabiliriz? Tohumun içine gizlenmiş bir potansiyel var ve o potansiyel ortaya çıkarılırsa insanın açlık sorunu olmaz. Bir tohumdan bu kadar ürün alırsanız aç insan kalır mı? Diğer üreticiler 1 dönümden 30 ton ürün alabiliyorlar. Biz 1 dönümden 80 ton alabiliyoruz. Toprak yerine suda üretimi seçtik. Bu bir verim artırma ve tohumdaki potansiyelin ortaya çıkarılması projesi. Dönüm başına yılda 500 metreküp su kullanılıyor. Damla sulamada ne kadar kullanılıyor? Dönüm başına 1 yılda bin 200 metreküp su harcıyorlar. Biz ise damla sulamanın bile yarısından az su kulanıyoruz. Bu teknolojiyi pazarlayacağız. Projenin adı ’Miracle’. Ar-Ge’ye 10 milyon dolar ayrıldı Şu anda 50 Ar-Ge mühendisimiz var. Endüstriye dönüşmüş patent sayısında Türkiye’de 1 numarayız. Patent sayısında 2 numarayız. Her patent ürüne dönüşmüyor. Ciromuzun yüzde 5’i Ar-Ge’ye ayrılıyor. 10 milyon dolar ayırdık. Bunu da artıracağız. Buzdağının altı doldu, yeni çok projelerimiz var. Yakında açıklayacağız.
Yılda taşıdığı 102 milyon yolcuyla dünya rekoru kıran İDO, İstanbul’da kullanıma sunduğu ve 90 bin çağrı birden aldığı deniz taksilerle yurtdışında da model oldu. Gece-gündüz tarifesi, mil hesabıyla tıpkı karadakiler gibi çalışan deniz taksileri yakın zamanda Dubai’ye taşıyacak ve işletmesini de üstlenecek olan İDO, Kuzey Ülkeleri’nden gelen talepleri de karşılayabilmek için çalışmalara başladıAhmet Paksoy İDO Genel Müdürü. Akademisyen kökenli genç genel müdür Ahmet Paksoy heyecanlı, konuşkan, güler yüzlü biri. Aynı zamanda Dünya Feribot İşletmecileri Birliği INTERFERRY’nin de başkanı. 25 ülkenin temsil edildiği bu birliğin yıllık toplantısı 3 ay sonra İstanbul’da yapılacak. Malum, İDO hızla büyüyor, deniz taşımacılığında dünyada son 5 yılda yolcu sayısıyla rekor kırdı. İDO’nun Genel Müdürü Ahmet Paksoy’la İDO’nun hizmetlerini ve hedeflerini konuştuk. Sizi öncelikle tanımak istiyorum. Akademisyenlikten genel müdürlüğe geldiniz, bu nasıl oldu? Hayat insanı şaşırtıyor! Ben İstanbul çocuğuyum. 1969 doğumluyum. Kalabalık bir ailede büyüdüm. Aslen Trabzonluyuz. 5 erkek, 1 kız kardeşiz. 3 erkek kardeşim Amerika’da yaşıyor. Orada ticaretle uğraşıyorlar. Bir kardeşim tıp doktoru, o da uzun yıllar İngiltere’de yaşadı. Annem hep bizle övünürdü ama öyle dönemler geçirdik ki, oğullarının hepsi yurtdışındaydı. Ben de bir süre yurtdışında kaldım. Babam ticaretle uğraşıyordu, bizi hayatı öğretecek şekilde yetiştirdi. Babam 5 oğluna sürekli nasihat ederdi. Yaz tatili yaptırmazdı bize. Beni her sene farklı işlere gönderdi. Durumumuz iyi olmasına rağmen soğuk demircilik de yaptım. Dediğim gibi babamın amacı bizlere hayatı öğretmekti. Yılda 102 milyon yolcu Mühendis olmayı siz mi istediniz? İstanbul Teknik Üniversitesi Gemicilik Mühendisliği mezunuyum. Ailede çok denizci de vardı. Ben isteyerek girdim bu bölüme. Öğrenciyken aynı zamanda özel ders de verirdim. İlk para kazanmam bu özel derslerle oldu. Babam ben okulu bitirdiğimde doğalgaz firması kurdu ama benim orada çalışmamı istemedi. Bana ’sen akademik kariyer yap’ dedi. Ben de onu dinledim. Yüksek lisansımı da işletmede yaptım. Sonra 23 yaşında asistan oldum. Hayatımda hiç unutmadığım gün, anfide ilk ders verdiğim gündür. İnanın bir hafta dersin açılışını nasıl yapacağımı düşündüm, derse çalıştım. Sonra çok büyük keyif aldım bu işten. Şu anda genel müdürken de üniversiteleri yakından takip ederim. İDO Genel Müdürü nasıl oldunuz? Üniversitedeyken hep devlet ve sanayi işbirliğini istedik. Hep projeler ürettik. Ben Sayın Başkanımız Kadir Topbaş’ın davetiyle geldim. Uzun yıllar üniversitede yaptığım çalışmalar sayesinde bu iş beni buldu. Genel müdür koltuğuna oturduğumda akademisyenlikten gelmenin avantajlarını yaşadım. Değişime açık olmak, dinlemek, öğretici liderlik üniversitede kazanılan nitelikler. Kaç yaşında genel müdür oldunuz?34 yaşındaydım. Kurumla birlikte büyüdüm. İDO nereden nereye geldi? İDO ben göreve geldiğimde daha lokal bazda çalışıyordu. Şehir hatları yoktu. 30 iskelede sefer yapan, 500 bin araç ve 11 milyon yolcu taşıyan bir işletmeydi. Şu andaki rakamlar nedir? Şu anda 7 milyon araç, 102 milyon yolcu taşıyan, 82 noktada çalışan bir işletme. Deniz taksileri saymazsak 105 deniz aracımız var. İstanbul’da deniz yeterince değerlendirilmiyor diye düşünüyorum. Yolcu taşımacılığında daha çok yapılacaklar var desem...İstanbul’da bir deniz fırsatı var. Biz bunu görüyoruz. Belediye de bunu görüyor. Ulaşım sisteminin fizibilitesi, ekonomik alt yapısı çok önemli. Deniz potansiyeline uygun çözümlere ihtiyaç vardı İstanbul’da. Bir örnek deniz taksiler...90 bin çağrı aldıkÇok güzel bir adım ama ne zaman arasak deniz taksi bulmakta zorlanıyoruz... 7 tane var ama sayısı artıyor kısa zamanda. Çok talep oldu. 80-90 bin çağrı almışız, 4 çağrıdan birine yanıt verebilmişiz. Şehir hatlarını almak İDO’yu başka bir boyuta oturttu. Şehir hatları vapurlarına yönelik neler yapılacak bundan sonra? İstanbul’da işe başladığımızda 2 işletme vardı. Şehir hatları devletindi ve Ankara’ya bağlıydı. Biz şehir hatlarını aldık. Bence cesaret örneğiydi. ’Sonuçta dünün İDO’su koskoca şehir hatlarını nasıl idare edecek?’denildi. Planlı şekilde şehir hatlarını yeniledik. En basiti Harem-Sirkeci hattında 2 bin araç taşınmıyordu günde, şimdi 15 bin araç taşınıyor. Yeni gemiler geldi. Eskiden bir kesim gemilere binmek istemezdi, şimdi herkes biniyor. Feribot seferleri artırıldı? Kaç noktada, günde kaç kişiye hizmet veriyorsunuz?Eskiden yalnızca Bandırma hattı vardı. Mudanya açıldı. Pendik’ten yeni hat açıldı. Eskihisar hattını da yeniledik. Marmara’da Avşa’ya, Erdek’e gidiyoruz. İstanbul’da toplu ulaşımdaki payınız nedir? Yüzde 5 paya sahibiz. Bu çok az ama bir farklılığımız da var: Bir yılda 7 milyon araç taşımışız. Yakıt tasarrufunu düşünün, trafikte yaptığı rahatlamayı düşünün.Boğaz’da 2 yaka arası günde kaç kişi taşınıyor? 1.4 milyon insan 2 yaka arasında geçiş yapıyor. Yüzde 35’ini deniz yoluyla biz taşıyoruz. Biz yenilenirken özel sektör motorcuları da kendini yeniledi. Onlara da akbil verdik. Deniz ulaşımında kalite artışı oldu.Şu anda sizin en yoğun olduğunuz aylar değil mi? Evet, işimizin en çok yoğun olduğu aylar Temmuz ve Ağustos. 350 bin yolcuya çıktığımız oluyor. Araç taşımacılığında 9 ayda taşıdığımız aracı 3 ayda taşıyoruz.Mehmet Ali Erbil haklıydı ama rötar yapan işletme değiliz Mehmet Ali Erbil’i çok kızdırdınız. Bir yolcu olarak da haklı rötara sinirlenmekte. 10 dakikalık bir rötar oldu. Yolcu haklıdır ama o söz ettiği AK Parti aracı değildi, başbakanlık aracıydı. Ama dediğim gibi yine de haklı. O gün araç feribota sığmadı ve aracı sokmak için denemeler yapıldı, bu yüzden de rötar oldu. Bir genelleme yaparsak, biz rötar yapan bir işletme değiliz. Yüzde 98.9 tam zamanında kalkıyoruz. Haliç’e çevreci motor Haliç’te yeni motor seferleri olacak değil mi? Evet. Haliç’e uygun yeni motorlar yapıldı. Haliç civarındaki tarihi doku mükemmel. Koç Müzesi orada... Bir de bu motorlar çevreci motorlar. Silikonlu boya kullanıldı, ayrıca da gürültüsüz çalışıyorlar. Eylül ayında sefere başlıyorlar. 105 deniz aracımız var Deniz taksilerin sayısının artacağını söylediniz... İstanbul için 7 taksi çok az değil miydi? Belli iskelelerden başladık. 80-90 bin çağrı geldi, 4 çağrıdan birine yanıt verebiliyoruz. Sayısı 15’e çıkacak. Pahalı değil mi deniz taksiler? Kişi başına 25 liraya geliyor...Deniz taksi toplu ulaşım aracı değil. Bebek’ten Bostancı’ya 109 liraya gidiyorsunuz yarım saatte. İşletme maliyeti, personeli inanın yüksek değil. İDO’nun bir özelliği de araçlarının çoğunun yerli yapım olması...Evet. Deniz taksi, Haliç motorları, vapurlar, arabalı, feribot ve Pendik’teki açık güverteli feribotlar çok farklı yeni araçlar ürettik. Çoğu Türkiye’de yapıldı bu deniz araçlarının. Yurtdışından talep var mı? Deniz Taksi’yi Dubai’de göreceksiniz. İşletmesini de yapmamızı istediler. Bizim deniz taksi gece, gündüz tarifesi, mil hesabıyla karadaki taksi gibi... Bize Dubai’den, Kuzey Ülkeleri’nden çok talep var. Ciddi bir bakım onarım ve operasyon deneyimimiz var. 105 farklı deniz aracımız var. TAV gibiyiz yurtdışına gidebiliriz Size gelen yolcu talepleri konusunda neler yapıyorsunuz? Engelli vatandaşlar vapurlara binemiyordu. Yaşlılar ve bebek arabaları zor biniyordu. Bunları değiştirdik. Ne gibi yenilikler yapacaksınız? Feribotlarda havaalanları gibi check-in sistemi kuracağız. Bir yanımızla TAV gibiyiz... Yurtdışında işler de yapabiliriz. Bu alanda önemli bir birikime sahip olduk. Bizi zaten bir başvuru adresi olarak görüyorlar.
20 yıla yakın bir süre yerli ve yabancı dev cirolu şirketlerde çalıştıktan sonra kendi mücevher markası Bee Goddess’i kuran Ece Şirin krize rağmen yüzde 100 büyümeyi başardı.‘DEV şirketlerin yaptığının tam tersini yapıyorum’ diyen Şirin’e göre ’Artık mutluluk ve bolluk ekonomisi bitti. Tüketim ekonomisi vaat ettiği mutluluk ve hazzı getiremedi. Bundan sonra dev şirketler değil, ruhu olan şirketler ön planda olacak’. Ece Şirin 20 yıllık profesyonel iş yaşamında hep büyük şirketlerde çalıştı. Coca-Cola, Pizza Hut, Microsoft, SAS, Scania, STFA, Johns Hopkins, Doğan Burda Rizzoli gibi firmalarda pazarlama bölümünde yöneticilik yaptı. 1991 yılında verdiği bir röportajda, ’aslına bakarsanız kendi markamı yaratmak istiyorum’ dediğinde kimse ona inanmadı. Yıllar sonra profesyonel iş yaşamından çekildi ve kendi deyimiyle ‘dev şirketlerde yaptığının tersini yaparak’ kendi markasını yarattı. Mücevher markası Bee Goddess’i Anadolu topraklarındaki tanrıçalardan ilham alarak tasarlayan Ece Şirin, kısa sürede yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın farklı yerlerinde tercih edilen bir marka yarattı. Yakında ’Mutluluk Ekonomisinin Anahtarı ve 7 Trend’ adlı bir kitabı da çıkacak olan Ece Şirin’le konuştuk. Eğitiminin bir kısmını Belçika’da alan, Boğaziçi Üniversitesi mezunu Şirin, şu günlerde markasını taklit eden Türk kuyum şirketleriyle mücadele ediyor. Yap satılsın dönemi bittiSiz çok uzun bir dönem büyük şirketlerin pazarlama bölümlerinde yöneticilik yaptınız. Ne oldu da ayrıldınız ve risk alarak girişimci oldunuz?Yalnızca Türkiye değil, Akdeniz ülkeleri ve Orta Asya ülkelerine uzanan coğrafyada birçok yeni ürünün lansmanını üstlenmiştim. Dev şirketlerde çalıştım. İşimde de mutluydum. Ama sonra 2006’da ’tamam’ dedim ve kendi markamı yaratmak için yola çıktım. Aslına bakarsanız ne yapacağımı biliyordum. Markalar hep daha fazlasını ve iyisini vaad ediyor ama insanlar bundan yoruldu. Maddi zenginlik manevi zenginliği getirmedi. Tüketmek mutluluk getirmedi diyorsunuz uzun yıllar boyunca pazarlama alanında yöneticilik yapan biri olarak...Son yıllara bakın, Amerika Hindistan’a gitti! Amerika’da olanlar Hindistan’da yoktu. Yoga ve koçluk gibi şeyler büyük şirketlere girdi. Amerika’da bir dolu yogi türedi. Cindy Crawford ve Madonna kundali yoga öğrendi, dünya da ’işte trend budur’ dedi. Sonuçta trendler önemli çünkü insanlar birbirlerinden ilham alıyorlar. Ama kendilerini gerçekleştirme noktalarında tıkandılar. Yokluktan gelmiştik bu bolluk ortamına. Her şeyi hızla tüketme döneminin sonu da bu krizle geldi. Eskiden üretici firmaların işi kolaydı, ’yap satılsın’ dönemi içindeydik. Ve bu tüketim çılgınlığı öyle bir noktaya geldi ki satın alabileceklerinizin sınırı yok. Artık başka bir dünya var. Google gibi şirketler garajlarda kuruldu, dev şirketler ise onların peşine düştü. Bu dönem de bu tip şirketlerin dönemi olacak. Ruhunu kaybeden dev şirketler yerlerini hikayesi olan küçük şirketlere bırakacak. Bu kriz ezber bozdu deniliyor, bu kadar derin olduğunu siz de düşünüyor musunuz? Kesinlikle. Coca-Cola yıllardır mutluluk sattı, dünyaya mutluluk mesajları verdi. İnsanlar mutlu mu? Hayır. Harvard School of Business’dan Prof. Robert Hayes birkaç yıl önce, ’15 yıl önce şirketler fiyat rekabeti içindeydi. Bugün kalite yarın ise tasarım üzerinde rekabet edecekler’ dedi. Ben bu krizle birlikte yarının geldiğini düşünüyorum. Şimdi son moda: Acele et, yavaşla!Bu ne demek oluyor?Nobel ödüllü ekonomist William Fogel’e göre insanlar yaşayacak kadar şeye sahipler ama yaşamak için fazla bir şeyleri yok... Global kriz bizi durmaya ve sorgulamaya yöneltti. Londra’da 10 günlük bir ’yavaşla festivali’ yapıldı. Bu kriz her şeyi değiştiriyor: Fast food yeme, sağlıklı beslen, yavaş ye, e-posta yerine eline kalem almayı hatırla, hızla bir yere gitmek yerine yürü ve etrafına bak, ihtiyacından fazlasını alma...Sonuçta tüketicilerin talepleri değişecek mi? Bir kot pantolonun var, bir tane daha neden alıyorsun? Bill Gates’in eşi sence Hermes çantayla mı gezer? Paralar çarçur edilmeyecekSiz lüks tüketimin değişeceğini söylüyorsunuz...Evet. Yeni trendin özü mutluluk arayışı ama bu daha çok tüketmekle ilgili değil. Kriz zamanı ’dışarıda neler oluyor?’, ’kimler ne alıyor, ne yapıyor, aman eksik kalmayayım’ dönemi değil. Paralar bu ortamda trendleri yakalamak için çarçur edilmeyecek. Dünya devlerinin zaten takır takır döküldüğü ortamda trend de batmak gibi görünüyor bir yandan. Ben ekonomik yarışın en rekabetçi yerinden geldim, beyinler yıkanıyor, insanlar markaların kölesi oluyor. Ve siz de yeni bir marka yarattınız...Ama çok başka bir noktadan yola çıktım. Kendimi ’kültürel kreatifler’den biri olarak görüyorum. Dünyada böyle bir akım var. Amerika’da ve Avrupa’da ekoloji diyen, insana değer veren bir bakış bu. Bizim topraklarımız çok zengin ama bu topraklardan bir marka çıkaramadık. Bir yılda çıkış yakaladık Yıllardır bunu duyarım, her girişimci, iş adamı dünya markası olacağım, hedefim bu der...700 yıllık mücevher kültürümüz var, ama dünya çapında markamız yok. Geçenlerde ustamla konuşurken, “Elimizdeki işleri de Hindistan ve Çin’e kaptırıyoruz” dedi. Doğru söylüyor. Markamız olmadıkça bu böyle olacak. Elimizdeki işleri de kaptıracağız. Bee Goddess ise yüzlerce markanın çarpıştığı mücevher piyasasında bir yılda çıkış yakaladı. Ne yaptınız da bu oldu? Tasarım tasarım deyip üst üste bir şeyler eklemedim. Anadolu topraklarındaki tanrıçalardan yola çıktım. Bee Goddess kulağımıza “Sen tamsın” diyor. Her şey bir bütün. Pırlantayı kullandım. Tasarımların en büyük farkı sade olmaları. Tılsım sembollerin kendi içinde bir dilleri var ve direkt herkesin bilinçaltına konuşuyorlar. İnsanlık tarihinin başından beri semboller çok önemli bilgileri aktarmak için kullanılan evrensel bir dil zaten... Burada Bee Goddess markasının kendi içindeki bütünlüğü farkı yaratıyor, verdiği mesaj ve altındaki hikayeler önemli ve çok evrensel... Hindistan ve Yunanistan’a açılacağızMarkanızın satışları nasıl gidiyor? Adınızı bu ödülle duyurdunuz ama sonuçta kriz ortamı, mücevher satılıyor mu? Benim takılarımdan insanlar çoğunlukla bir tane alıyor boyunlarına takıp uzun süre çıkarmıyorlar. 2009 yılında yüzde 100 büyüdük. Ürün fiyatları nasıl?Fiyat aralığımız 200-3.900 dolar. Yurtdışından talep var mı?Bir Hindistan şirketi talip oldu, bir de Yunanistan’dan bir şirket bayilik istedi. Yakında 2 yere de açılacağız. Türkiye’de 11 noktada satılıyoruz. Internet aracılığıyla Konya’dan da Urfa’dan da müşterilerim var. Çok taklit edildiniz?Şu anda Türkiye’nin en önde gelen kuyum şirketlerinin 4’üyle davamız var. Birebir taklit etmeleri bana inanılır gibi gelmiyor ama oluyor. Bu alanda yabancı markalardan sonra Türkiye’de en çok taklit edilen mücevher markası olduk. 21’inci yüzyıla imza atacak marka seçildi“Lüksün ve mücevherin dünyadaki merkezi olan İsviçre’nin bu alandaki en büyük otoritesi GOLD’OR geçtiğimiz aylarda Paris’te Louvre müzesinde yapılan Kara Mücevher sergisinde dünyanın her tarafından gelen 180 tasarımcı arasından Bee Goddess’i 21. yüzyıla imza atacak 1’inci mücevher markası olarak belirledi. Benden sonra Fransız Ornella Iannuzzi, İtalyan Sergio&Stefano Spivach ve İngiliz Anthony Roussel 21. yüzyılın tasarımcıları arasında yer aldı. Diğer 3 tasarımcı sadece kullandıkları materyeller ile değerlendirilirken, Bee Goddess’in dünyaya verdiği ’sen mükemmelsin’ mesajı ve markanın içindeki başarıyla yakaladığı hikaye diğer tasarımcılardan farklılaştırarak bana ’gerçek bir yaratıcı’ ünvanını kazandırdı.”