TÜSİAD’In eski başkanlarından Erkut Yücaoğlu, derneğin Türkiye’nin doğrularıyla uğraştığını belirterek, “TÜSİAD Başkanlığı ateşten bir gömlek... Bazı işadamlarının ’Hükümetle ters düşeriz’ gibi bir endişesi olabilir. Bunu anlamak lazım. Çünkü TÜSİAD başkanları Türkiye’nin doğrularını ortaya koyuyor. Bazen bu doğrular hükümetleri rahatsız ediyor ama doğruları söylemek kimseyi rencide etmemeli” dedi TÜSİAD’In son dönemde yeterince etkin olamadığına ilişkin eleştirileri de değerlendiren Erkut Yücaoğlu, “TÜSİAD’dan beklenen siyasi etkinlik değildir. Bir kere varlığının sebebi siyasi etkinlik değil. Yaptığı çalışmalarla, ortaya koyduğu araştırmalarla siyasileri ve gündemi etkilemek doğru. Ama siyasi etkinlik yapamaz TÜSİAD. Hiçbir zaman da yapmadı bunu” diye konuştu MAP-Turkuaz Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Erkut Yücaoğlu, TÜSİAD’da Yüksek İstişare Konseyi Başkan Yardımcısı, aynı zamanda eski başkanlardan. TÜSİAD’ta Başkan Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın görev süresi dolmadan ayrılacağını açıklamasından sonra, derneğin olağanüstü genel kurula gideceği, başkanlık süresinin 3 yıla çıkarılacağı konuşuluyor. Bunlardan da önemlisi üyeler arasında başkan olmakta isteksizlik olduğu dilden dile dolaşıyor. Yücaoğlu’yla hem bu konuları hem de global krizin etkisiyle artan işsizlikle mücadele formüllerini konuştuk. Doğrusu Yücaoğlu da TÜSİAD konusunda konuşmak için istekli değildi. Enerji, havacılık, turizm ve dış ticaret konularında faaliyet gösteren MAP-Turkuaz Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Yücaoğlu, işsizliğin Türkiye’nin en büyük sorunu olduğunun altını çiziyor. En büyük sorun işsizlik* Global krizin Türkiye’yi getirdiği nokta işsizliğin hızla artması oldu. AKP iktidarı döneminde işsizlik oranı yüzde 12.14... İşsizliğin önüne geçmek, iş olanakları yaratmak için neler yapılmalı? Türkiye’nin en büyük problemi işsizlik. Bir adım geri gidersek, Türkiye krizi kendi içinden yaşamadı. Dışarıdan geldi kriz. Talep eksikliği içinde geldi. Ağır bir resesyon cereyan etti. Türkiye’nin mali kurumları, bankaları zafiyet geçirmedi. Türkiye’de birçok kurum dünyaya örnek olacak şekilde işini yürüttü. Dolayısıyla kriz dışarıdan talep düşmesiyle geldi. İhracat düştü. Bir ülkenin dış ticaret hacmi milli gelirinin yüzde 40’ına yaklaşmış bir büyüklükteyken bunun yüzde 30’u düşerse, ithalatı da bir o kadar düşerse, krizden nasıl etkilendiği ortaya çıkar. Bu da hızla artan işsizlik yaratır. Şirketler nakit akışlarını sürdüremeyecek noktaya gelirler. Bu ayrıca ’İşimi kaybedeceğim’ tedirginliğinin artmasına da neden olur, insanların harcamaları kısmasına da yol açar. Bu da iç talebi düşürür. Türkiye bunları yaşadı, yaşıyor. İlk önce dış talep daha sonra da iç talebin daralması ciddi bir sorun yarattı. * Krizden çıkış senaryoları yapılıyor...Bunlara bakarsak, krizden çıkış W şeklinde olmayacak ama uzun bir U şeklinde olacak. Çok yavaş bir dönüşüm olacak. Biz işsizliği aynı koşullar içinde değiştirmeyi beklesek bu çok zaman alacak. Ve her yıl 600 bin genç geliyor. * İşsiz ordusuna üniversite mezunu işsizler ordusu ekleniyor. Türkiye’de işgücü de düşük. 75 milyon nüfustan çocuk ve yaşlıları çıkardığınızda 45 milyon çalışabilir nüfus çıkar. İşgücüne katılıma baktığınızda, 22 milyon kadar işgücü görüyorsunuz. Bunun içinde işsizlik oranı yüzde 12-15 arası. Ayrıca her çalışan insan 3 kişiyi besliyor. Aynı tarzdaki Avrupa ülkelerine bakın. 45 milyon çalışanı olan ülkelerde iş yaşamına katılım yüzde 70. * Kadınların işgücüne katılımı da çok düşük değil mi? Evet çok düşük. Çalışabilecek kadınlarımızın yüzde 24’ü çalışıyor. İşsizlik sorunu çok boyutlu ve çok ciddi. Artık işsizliği eksiltme konusunda makro ekonomik politikaların yaratabileceği az bir fark var. Makro ekonomik politikalar önemli ama mikro ekonomik politikalar daha önemli. Makro ekonomik çerçeveyi dengeli tutarken sektörel ve yapısal konulara girilmeli. Vergilendirme konusu ekonomik faaliyeti büyütecek şekilde dizayn edilmeli. Bizimki ‘Aman devletin geliri düşmesin’ tarzında. Devlet açığı doğru iyi bir şey değil ama siz ekonomik faaliyeti azaltmak şeklinde uygularsanız o zaman ekonominin büyümesiyle ilgili politikanız yoktur demektir. Her sektör sorunlarını Ekonomi Koordinasyon Kurulu’na anlatıyor. Ama her seferinde bu sektörlerin normal olmayan talepleri varmış gibi fren yapılıyor. Bu sektörlere ’Şu değişiklikler yapılırsa ne kadar katma değer yaratırsınız?’ diye sorulmuyor. * ‘Farklı sektörler için geçici önlemler değil, kalıcı değişiklikler yapılmalı’ diyorsunuz...Kriz nedeniyle otomotivde ÖTV düşürüldü, araba satışları patladı. Devletin vergi gelir kaybı oldu mu? Olmadı. Tamam bu geçici bir durumdu ama bir gerçek de ortaya çıktı. Bu kadar yüksek ÖTV olması acaba ekonomik faaliyeti frenliyor mu? Devletin vergi gelirini de düşürüyor mu? ’Bu sektörü nasıl büyütürüz’ sorusuyla yola çıkar ve formüller üretirsek, işsizliğe karşı yollar bulabiliriz. Bu konu ekonomi birimlerinde konuşuluyor ama ortada irade yok. * IMF ile anlaşma konusu çok uzun süredir gündemde. IMF’siz olur mu? Ben hiçbir zaman IMF’nin şart olduğu düşüncesini taşımadım. Türkiye’nin 2001’den sonra geldiği olgunluk Türkiye’nin döviz krizine girme olasılığını azalttı. IMF parasına Türkiye’nin 2009’da ihtiyacı yoktu. Eğer kriz ilk şiddetindeki gibi daralmayla devam etseydi, bankaların sendikasyon kredilerini yenileme sorunu daha fazla ortaya çıkacaktı. Ama öyle olmadı. Eğer IMF parası gibi ilave rezerv olursa bu Türkiye’yi daha rahat hareket ettirir. Zararı yok. Olması faydalı olur ama mecburiyet değil. * Arzuhan Doğan Yalçındağ görevi erken bırakacağını açıkladı, yeni başkanın kim olabileceği gündeme geldi. Üyeler arasında başkanlık için isteksizliğin olduğu söyleniyor. İsteksizlik var mı? Tam olarak isteksizlik demek doğru olmaz. Her dönemde aday olmasını istediğimiz arkadaşların bir çekincesi olabiliyor. Bunun öncelikli nedeni şu: Ben görev yaptığım 1999-2000 yıllarında yüzde 70 zamanımı TÜSİAD’a veriyordum. Bu çok önemli bir süre işadamı için. TÜSİAD Başkanı’nın kendi ofisine ayıracağı zaman az.‘Hükümet’ endişesi olabilir* Bu kez de aynı nedenden mi yoksa ’Hükümete ters düşeriz’ endişesinden mi kaynaklanıyor bu geri duruş? Bazı işadamlarının ‘Hükümetle ters düşeriz’ gibi bir endişesi olabilir. Bunu da anlamak lazım. Ama TÜSİAD mutlaka aday çıkaracak, ikna edilecek isimler olacak. * Şu dönemde başkanlık zor mu? Evet TÜSİAD ’ın başkanlığı kolay değil, TÜSİAD Başkanlığı biraz ateşten bir gömlek. Ama bunu yalnızca bu dönem için söyleyemeyiz. Başkanlar açıklamalarını, söylemlerini geniş bir araştırma çerçevesine oturtur. * Var mı çerçevenin belirlenmiş sınırları? Bazı üyeleriniz siyaseten daha aktif yönetim bekliyor, bazıları çekiniyor...3 ana çerçevesi var TÜSİAD’ın. Esas işimiz ekonomik reformlar. Türkiye’nin tüm ekonomik yapısal reformlarıyla ilgili çalışmalar yapılıyor TÜSİAD’da. İkincisi siyasi reformlar ve AB. Üçüncü alan ise Türkiye’nin sosyal öncelikleri. Bunların ne olduğunu araştırıp bunlarla ilgili makroekonomik önlemler sunmak da bu çerçevenin içine giriyor. Birçok objektif çalışmadan yola çıkılarak TÜSİAD başkanları Türkiye’nin doğrularını ortaya koyuyor. Bazen bu doğrular hükümeti rahatsız ediyor. Bazen muhalefeti de rahatsız eden açıklamalar oluyor. Her dönemin zorlukları var. En önemlisi şu: TÜSİAD Türkiye’nin doğrularıyla uğraşıyor. Doğruları söylemek de kimseyi rencide etmemeli. * Olağanüstü genel kurul mu olacak? Seçimli bir genel kurul gündemde. Aslında bu zorunlu değil. Normalde 2 yıllık seçim yapılmıştı, bunun ilk yılı doldu. Arzuhan Hanım ayrılmak istedi. Mevcut yönetim kurulundan yeni başkan da seçilebilir. Ama bu karar biraz yoklamayla alınacak. Seçimli yapıp baştan 2 yıllık seçim yapılabilir, bazı değişiklikler yapılarak süre 3 yıla uzatılabilir. * Tek parti iktidarı döneminde TÜSİAD Başkanı olmak zor mu? Bir bakıma zor olduğu konular var. Eğer bir konuda tam aynı görüşte olmazsanız o zaman direkt hükümetle ayrı pozisyona düşüyorsunuz. Bu zararlı değil. Ama üslup önemli. TÜSİAD başkanları siyasi bir pozisyon almıyor. Türkiye’yi ilgilendiren konuyu gündeme getiriyor. Son 20 yılda her hükümetle derecesi değişik şeyler yaşandı. Bunu TÜSİAD bir problem olarak algılamıyor. TÜSİAD Türkiye’nin her meselesiyle uğraşacak kabiliyette de değil. Enerji sektörünü liberalleştiremedik * Sizin şirketinizin yatırım alanlarından biri enerji. Enerji ithalatçısı Türkiye’nin durumu ne olacak önümüzdeki yıllarda?Maalesef Türkiye kendi enerji ihtiyacını sağlayacak durumda değil. Net ithalatçı konumda. Gaz fiyatlarına da petrol fiyatlarına da mahkumuz. Türkiye son dönemde enerji konusunda uyanış içinde. Ancak ne hukuki çerçeve ne de yabancı yatırımcıyı çekme açısından biz enerji sektörümüzü liberalleştirdik. Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’nun çok ciddi çalışması gerekiyor. Türkiye hidroelektrik kaynaklarını, rüzgar potansiyelinin tümünü ileride de güneş enerjisinin tümünü kullansa, en kısa anlatımıyla tüm enerji kaynaklarımızı en iyi şekilde çevreye de zarar vermeden değerlendirsek bile Türkiye’nin enerji ihtiyacının ancak yüzde 30’unu karşılayabiliyoruz. Bu yüzden de enerji konusunda uyanış çok önemli.Enerji krizi ekonomik krizin arkasına gizlendi* Türkiye enerji koridorlarının üzerinde, bu avantajı kullanabiliyor muyuz? Enerji koridorunda olmamız, boru hatlarının buradan geçmesi, arz talebin limanlarımızda gerçekleşmesi, Türkiye’nin enerjiye erişebilirliğini artırıyor. Türkiye’nin tüm projelerde aktif olması lazım. Rusya bizim için önemli bir partner. İyi pazarlık yapmalıyız. Türkiye’nin de Rusya’ya satacağı çok mal var. Ticaret de dengelenebilir. Ekonomik krizin arkasına gizlenen bir enerji krizimiz var. Global kriz nedeniyle bu yıl tüketim düştü. Elektrik üretimi bu yıl krizden dolayı tüketime yetti, önümüzdeki yıllarda ne olacağı belli değil. Hem üretim hem de dağıtıma yönelik 2015’e kadar kapasite artırımları olacak. Yüzlerce proje var bunları yapmak için de finansman lazım. Bu finansmanın da Türkiye’den bulunması mümkün değil. Dışarıda da hevesli çok sayıda yatırımcı var. Bu konuların hızlanması gerekiyor. Çünkü Türkiye’deki büyüme çok hızlı oluyor, tüketim hızla artıyor. Elektrik tüketimi kişi başına 2500 kilowatt saat, bu ABD’nin yüzde 20’si, Avrupa’nın yüzde 30’u. Benim iş hayatında olduğum dönemde Türkiye’de kişi başına elektrik tüketimi 30 yılda 4 misline çıktı. Önümüzdeki 5 senede 2 misline çıkacak. 10 sene de bir daha 2 misline çıkacak. Böyle bir talep baskısı olan ülke çok az dünyada.TÜSİAD’ın varlığının sebebi siyasi etkinlik değil * Son dönemde TÜSİAD yeterince etkin olamadı mı? TÜSİAD’ta bu konuda görüş ayrılıkları mı var? Etkin olmak ne demek? Bu konularda yanlış algılamalar olabiliyor. Önerilen politikalar üzerinde mutabakat varsa haber olmuyor. Etkili değilmiş gibi görünüyor diyalog. Görüş ayrılığı varsa haber oluyor. Bu nedenle bu sefer etkili gibi görünüyor. Bence etkili olmayı uzun ve orta vadede kamuoyunun ve siyasi partilerin, iktidarların onayını alarak Meclis’in yaptığı düzenlemelere bakarak söyleyebiliriz. TÜSİAD 8 yıllık eğitimin 10 yıl olması gerektiğini söyledi. Sonunda oldu. * Başbakan’a çok yakın işadamları var. ’AKP’li değilim ama Başbakan’a hayranım’gibi ifadelerde bulunuyorlar. Sizin üyeleriniz arasında da var...Siyasi etkinlik konusunda biraz da bundan kafalar karışıyor... TÜSİAD’tan beklenen siyasi etkinlik değildir. Bir kere varlığının sebebi siyasi etkinlik değil. Yaptığı çalışmalarla, ortaya koyduğu araştırmalarla siyasileri ve gündemi etkilemek doğru. Ama siyasi etkinlik yapamaz TÜSİAD. Hiçbir zaman da yapmadı bunu.
Çocuk gelişimde 0-6 yaş arası en kritik dönem. Dün Milliyet Gazetesi’nin birinci sayfasına koyduğu “TV bebekleri uyuşturuyor” başlıklı haberi okuduktan sonra girdim İlk Adım Projesi’yle ilgili toplantıya. Yıllar önce yaptığım bir haber geldi aklıma. Kafasını sallamaktan kendini alamayan, yalnızca TV karşısında sakinleşebilen çocuklar... Avusturalya Hükümeti, “2 yaş öncesi çocuklara TV izletmeyin” demiş. Yayınlanan rehberde çocukların TV’den nasıl zarar gördükleri özetlenmiş. Türkiye’ya dönersek, gerçekler ortada. Çalışmayan anne evde her yükü üstleniyor. Temizlik, yemek v.s... Çocuğu küçük yaştan deneyimli ellere teslim etmek lüks. Çalışan anne şanslıysa bir yakınına, aksi halde yuva çağı gelene kadar çocuğunu bakıcıya bırakıyor, bakıcının nasıl baktığı da belli değil. Türkiye’de 0-3 yaş çocuğun eğitimi dediğinizde bu sanki çok küçük bir kitlenin ilgilendiği bir konu olarak görülüyor. Oysa bu yaş aralığında kelime hazinesinden tutun da görsel hafızaya kadar her şeyin temeli atılıyor. Bu yüzden birçok uzman 3.5 yaşına kadar anadile ağırlık verin uyarıları yapıyor. İlk Adım Projesi bu noktada çok önemli bir proje. Çünkü hayat değiştiriyor. Ne yazık ki Türkiye’de doğan her çocuk eğitimde aynı fırsatlara sahip değil. Okullardaki olanaklar kısıtlı, okul öncesi eğitim dediğinizde çocukların pratik yapmasını sağlayacak materyaller okullarda yok. Toplantı öncesinde İl Adım Projesi’yle ilgili bilgileri okumaya başladım. * Nöro bilim, ekonomi ve davranışsal bilimlerde yapılan araştırmalara göre çocuğun gelişimde 0-6 yaş arası çok önemli bir rol oynuyor. * Hayatının ilk 3 yılındaki olumsuzluklar çocuğu yavaşlatıyor. * Erken yaştaki deneyimler insanın yaşamı boyunca öğrenme becerilerini ve davranışlarını belirliyor. * Çocukluğunda çok sayıda olumsuz deneyimler yaşamış kişilerin kalp hastalıklarına yakalanma olasılıkları 3 kat fazla. * Çocukluktaki önemli sıkıntılar diabet, hipertansiyon, felç ve obeziteye neden oluyor. * Olumsuzluğa şahit olan çocuklar geç konuşuyor. Türkiye’de Ayşen Özyeğin’in öncülüğünde kurulan Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) sayesinde çok daha fazla kişinin gündemine girdi bu konular. ‘Erken Yaşta Eğitim’ konusu AÇEV’le birlikte konuşuldu. AÇEV’in ‘7 Çok Geç’ kampanyası sayesinde anneler, babalar ve çocuklar Türkiye’nin ücra köşelerinde eğitim aldı. Nimet Çubukçu da Milli Eğitim Bakanlığı’na geldiği ilk günlerde, “Okul öncesi eğitime önem vereceğiz” demişti. İlk Adım Projesi’nin tanıtımında gördük ki bu sözünü tutmuş görünüyor. Dün Türkiye Vodafone Vakfı, Anne Çocuk Eğitim Vakfı ve Milli Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitimi Genel Müdürlüğü işbirliğinde yapılan ‘İlk Adım Projesi’nin tanıtımında umutlandım. Projenin ilk aşamasında 18 ilde 180 anasınıfı açılarak binlerce çocuğa okul öncesi eğitim verilecek. Bu sınıfların ortamı değiştirilecek. Ebeveynlere de eğitimler verilecek. Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkanı Serpil Timuray’ı Danone Türkiye Genel Müdürlüğü döneminden tanıyorum. Kadınlar ve çocuklar konusundaki bakış acısıyla örnek bir yönetici. Vodafone’da da attığı adımla bunu bir kez daha gösterdi. Timuray, “Türkiye Vodafone Vakfı 3 yıl gibi kısa bir sürede sosyal yatırım projelerine 8 milyon TL’ye ulaşan bir kaynak aktardı. Vakfımız aracılığı ile okul öncesi eğitime ülke hedefimiz doğrultusunda uzun soluklu yatırımlarımızı sürdüreceğiz” diye konuştu. ÖĞRETMEN DE EĞİTİLECEK Toplantıda, Bakan Nimet Çubukçu Esenler’de bir okulla 3G teknolojisiyle görüştü. AÇEV Başkan Yardımcısı Ayla Göksel, projede anasınıfları ve eğitim programı haricinde 180 öğretmene çalışmalarını destekleyecek eğitim verileceğini söyledi.
Bülent-Nilgün Gülen çifti yıllarca fason triko üretimi yaptı, 5 yıl önce markalaşmaya karar verip BNG adıyla ilk adımı attılar ve Japonlar’ın gözde markası oldular. BNG’den aldığınız bir ürünü en az 4 en fazla 8 değişik şekilde giyebiliyorsunuz. Kemer ve kuşaklar yardımıyla hırkayı elbiseye, yeleği tuniğe çevirebiliyorsunuz. Bu yabancıların markaya olan ilgisini katlamış. Üretimin yüzde 75’ini ihraç ettiklerini söyleyen Nilgün Gülen, “Üretimimizin yüzde 40’ı Japonya’da satılıyor, Japonya’yı Hong Kong izliyor” dedi Bu bir başarı öyküsü. Bülent-Nilgün Gülen çifti bir marka yarattı, biz bu markayı pek bilmiyoruz ve bu marka Japonya’da yok satıyor, yurtdışında 25 ülkede toplam 200 butikte satılıyor. Markanın adı da Bülent- Nilgün Gülen’in baş harfleri BNG. Hikaye şöyle başlıyor. Bülent Gülen aileden tekstilci, trikocu. Nilgün Gülen aslen İzmirli, ortaokuldan sonra İstanbul’a gelmiş. Bülent Gülen kendini bildiğinden beri babasının Mahmutpaşa’daki yerinde çalışıyor. Liseden sonra Boğaziçi Üniversitesi’nin açtığı İngilizce kursuna katılıyor. Çünkü amaçları trikolarını yurtdışına pazarlamak. Nilgün Gülen de aslında muhasebeci. Yolları kursta kesişiyor ve evleniyorlar. Nilgün Gülen de eşiyle birlikte çalışmaya başlıyor. Zaman içinde kendi tasarımlarını yapıyor. İtalya Polimoda’ya gidip tasarım dersleri de alıyor. Kendine güveni geldiğinde de kendi stilini yansıtan bir koleksiyon hazırlıyor. Karı koca markalaşmaya, fuarlara katılmaya karar veriyorlar. Ve Nilgün Hanım’ın anlatımıyla, “Paris’te ilk katıldığımız fuarda en kötü ve küçük stand bizimdi ama biz patladık, aldığımız siparişlere inanamadık” durumu yaşanıyor.3 markadan biri olduBNG’den aldığınız bir ürünü en az 4 en fazla 8 değişik şekilde giyebiliyorsunuz. Kemer ve kuşaklar yardımıyla hırkayı elbiseye, yeleği tuniğe çevirebiliyorsunuz. Bu yabancıların markaya olan ilgisini katlamış. Zaman içinde Nilgün Gülen Japonya’dan da beslenmeye başlamış. “Teknolojide aldıkları yol, farklı butik anlayışları, yaşamı algılayışları beni de çok etkiledi” diye anlatıyor Nilgün Gülen.Japonya’da Takashimaya ve Isetan’da galeri konseptinde satılan 3 markadan biri olan BNG’nin, şu anda Türkiye’de 5 mağaza ve 7 corner’ı var. BNG nasıl kuruldu?Eşim Bülent’le birlikte kurduk. Aslında 17 yıllık bir geçmişi var. Marka 5 yıllık. Bülent tekstilci bir aileden geliyor. Biz hep tekstille uğraştık. Fason üretim yapıyorduk. Avrupa’dan birçok markaya üretim yapıyorduk. 5 yıl önce benim tasarımlarıma ağırlık vermeye başladık. O güne kadar çok klasik tasarımlarımız vardı. Bu marka tamamen benim giyim zevkim. Fuarlarda çok büyük ilgi gördük. Ve yolumuz açıldı. BNG yurtdışı ağırlıklı başladı. Şimdi senede 16-18 fuara katılıyoruz. Siz son bir yıldır Türkiye’de de mağaza açıyorsunuz. İlk mağazanızı Tünel’de açtınız. Nişantaşı’ndaki mağazanız yeni açıldı. Bu yaz Alaçatı’da en çok ilgi gören mağazalardan biri BNG’ydi. Ezcümle siz krizde büyüyorsunuz? Bu nasıl mümkün oldu? Şu anda 5 mağaza, 7 corner olduk Türkiye’de. Markamız Japonya’da, Amerika’da, Avrupa ve Ortadoğu’da dünyanın en prestijli markaları ile beraber satılıyor butiklerde. Krizdeki en büyük avantajımız bu oldu. Dünyanın farklı noktalarında satılıyoruz. Şüphesiz bu bir dünya krizi, her yeri etkiledi ama bizim markamızın avantajları bize yol aldırdı. Ne gibi avantajları? Bir ürün alıp o ürünü farklı şekilde giyebilmek gibi. Ve en önemlisi de içinde kendinizi dokunuşuyla ve tasarımıyla rahat hissettiren kıyafetler bunlar. Kumaşları seçerken nelere dikkat ediyorsnuz? Yeni teknolojileri takip ediyorum. Kullandığım kumaşların teknik özellikleri benim için çok önemli. Kullandığım kumaşlar terletmiyor, vücut ısısını dengeliyor. Fonksiyonellik bizim için vazgeçilmez bir özellik. Tasarladığım bir kıyafet birden fazla şekilde ve stilde giyilebiliyor. Kullandığımız tüm kumaşlar doğa dostu. Deri triko karışımı da çok tercih ediliyor. Anne-kız trendini de takip ediyorum. Hem annelerin hem kızların giyeceği kıyafetler mi ilgi çekiyor?Pek çok Avrupalı giyim markasının başarısının sırrı şu aralar 18-45 yaş grubuna hitap etmesi. Yani hem kızları hem anneleri giydirebiliyoruz. Benim bir ürünümü farklı şekilde hem anne hem kızı giyebilir. Sizin söz ettiğiniz fonksiyonel kıyafetler gelecekte daha çok mu tercih edilecek, sizin böyle tasarımlara ağırlık vermenizin nedeni ne? Kolaylık ve şıklık birarada. Buna kim hayır der? 4 yıl önce Hong Konglu bir yakınıma bir Hong Konglu ile Japon’un farkını sormuştum. “Biz bir gömleği olduğu gibi, Japonlar ise ters çevirip giyer” demişti. O günden sonra fonksiyonel ürün tasarımlarına ağırlık verdim. Günümüzün ekonomik şartlarında bu bence herkes için harika bir seçenek. Benim en merak ettiğim ülke Japonya’ydı sanırım biraz da bu yüzden orada çok başarılı olduk. Japonya’ya sık sık gidiyorum. Orada mutlu oluyorum. İnsanlar çok saygılı ve çok çalışkan. Çat pat Japonca da öğrendim ama çok zor bir dil. Japon kültürünü ve yemeklerini de çok seviyorum. Japonlar dünyanın en lüks markalarının tüketicisi. Bu anlamda da zor bir yer değil mi?Biz Japonya’ya girdikten sonra bunu anladık. Dünyanın en ünlü markalarının en büyük ciroları yaptığı yer Japonya. Hiç tahmin etmediğiniz yerlerde harika butikler var. Zevkleri çok derin. Ve yeniliğe çok açıklar. Bu çok önemli bir özellik. Üretimimizin yüzde 40’ı Japonya’da satılıyor, Japonya’yı Hong Kong izliyor. İtalya’da da 40 butikte satılıyoruz. Butikleri tercih ediyorsunuz, çok katlı bir mağazaya ya da alışveriş merkezindeki bir mağazaya karşı mısınız? Ürünlerimiz butiklere yakışıyor. Butik atmosferi çok farklıdır, insana kendini daha özel hissettirir, biz de marka olarak insanların kendilerini özel hissetmesini sağlamak istiyoruz. Bu yüzden tercihimiz öncelikle butikler. Türkiye’de alışveriş merkezlerinden teklif aldık ama yine de öncelikle caddeleri tercih ettik. İlk butiğimizizn Tünel’de olması da ilginçtir. Oradaki müşterilerimizin yüzde 75’i yabancıydı. Alaçatı’da çok ilgi gördük bu yaz. Üretiminizin ne kadarını ihraç ediyorsunuz? Ciromuzun yüzde 80’ini yurtdışında yapıyoruz. Üretimin de yüzde 75’i ihraç ediliyor diyebilirim. 5 milyon dolar ciromuz bu yıl. BNG mağazalarında başka markalar da var BNG mağazalarında Nilgün Gülen’in özel tasarımlarının dışında farklı markalar da var. Bu markalar şöyle sıralanıyor:* TRIPPEN: Dünya çapında 450 mağazası olan Trippen, özel siparişle üretilip, bekleme süresi sonrasında alınan özel ayakkabı markası. * DM DEPOT: Belçika’dan özel tasarım ev seramikleri.* ESTEBAN: Fransız Esteban’dan özel ev parfümleri, tütsüleri, yağları, dolap içi kokuları. Farklı kullanılabilen ürünlerimiz krizde tercih edilmemizi sağladı Moda ekonomik krizden nasıl etkilendi? Öncelikle etkilenmemesi mümkün değil. Bir kere renkler azaldı. Bazı özel desenler maliyetler yüzünden rafa kaldırıldı. İnsanların yaşam maliyetini aşağıya çekmeye yönelten değişiklikler ortaya çıktı. Bu arada Japonlar krizden çok etkilenmedi. Alışkanlıklarını değiştirecek kadar etkilenmediler. Bizim Japonya’daki siparişlerimizde düşüş olmadı. Müşterileriniz etkilenmedi mi krizden?Etkilendi ancak onlar da kriz ortamında en iyiyi ve ihtiyaç duyduklarını alıyorlar. Bizi öne çıkaran özelliklerinizden biri bir ürünün farklı şekillerde kullanılıyor olması. Bu da kriz ortamında tercih edilmemizi sağladı. Bir de bu gibi dönemlerde tüketiciler çok büyük değil ama küçük parçalar alarak kendini daha iyi hissediyor. BNG koleksiyonlarında fonksiyonel, bütçeye en az etkisi olan fiyatlarda daha uzun sürede, günün her saatinde kullanabilecek, modası da kolay geçmeyecek ürünler ağırlıkta. Hatta şunu da söyleyebilirim; bir anne yetişkin kızıyla aynı ürünü giyebilir. Bizden aldıkları bir ürünü anne-kız farklı şekillerde kullanarak çok şık olabilirler. Mağazalaşmaya devam edecek misiniz? Edeceğiz. Türkiye’de hem de yurtdışında mağaza açmak isteyen pek çok kişi kapımızı çalıyor. Moda başkenti kabul edilen dünyanın önemli şehirlerinde mağazalar açmalıyız, diye düşünüyoruz. (FOTO: Mert İNAN)
Soyak: Protokolden sonra diaspora ikiye bölünecekTürk-Ermeni İş Konseyi Başkanı Kaan Soyak, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi adına imzalanacak protokolü değerlendirdi ve uyardı: Her iki üllke hükümetinin birbirine adeta kene gibi yapışıp aşırı uçlardan gelecek tepkilere karşı ortak tepki vermeleri gerekiyorTürkiye ve Ermenistan ilişkileri, geçen yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Erivan’da Türkiye ile Ermenistan futbol milli takımlarının oynadığı Dünya Kupası eleme grubu karşılaşmasını izlemesiyle yumuşamıştı. Hatta ’futbol diplomasisi’ adı verilen bu süreç diğer adımların da atılmasıyla güçlendi. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, bir süre önce 1915 olaylarının Türkiye ile uzlaşmayı engelleyecek bir konu olmadığını dile getirmişti. Bugün arabulucu İsviçre’de Taşnakların ve diasporanın karşı duruşuna rağmen Ermenistan’la ilişkileri normalleştirme protokolü imzalanacak. Uzun zamandan beri süren görüşmelerin sonunda gelinen nokta önemli.Türk Ermeni İş Konseyi Başkanı Kaan Soyak da çok uzun zamandan beri ilişkilerin normalleşmesi için lobi faaliyetleri yürütüyor. Soyak’la gelişmeleri konuştum. Bu protokolün imzalanması ilişkiler açısından nasıl bir dönüşüm yaratacak? Çok önemli çünkü ortada görünmeyen ilişkiler vardı ve ilk kez resmen görünür hale gelecek. Aradaki tüm sorunlar aracısız ve çekinmeden doğrudan görüşülecek, diplomatlar gerçek anlamda görevlerini yapmaya soyunacaklar. En önemlisi bu protokol halkların önünü açacak ve halkların birbirleriyle yasaksız kısıtlamasız rahatça görüşüp birlikte çalışmalar yapmalarına olanak sağlayacak.Sarkisyan’ın işi zorlaşırDiaspora Sarkisyan’ı hain ilan etti. Bugünden sonra Sarkisyan’ın işi daha da mı zorlaşacak? Zaten zordu, imzadan sonra daha da zorlaşacak. Özellikle diasporanın aşırı milliyetçi kesimi bu protokolun yürürlüğe girmemesi ve Sarkisyan’ın devrilmesi için ellerinden geleni yapacaklar. İşte bu noktada her iki devletin hükümetlerinin birbirlerine adeta kene gibi yapışıp her iki tarafın da aşırı uçlarından gelecek tepkilere ortak tepki vermeleri çok yerinde olacaktır. Aradaki güven boşluğu ne kadar kısa sürede doldurulursa o denli ortak bir gelecek oluşturulabilir.Bundan sonra diaspora nasıl bir yol izleyecek? Kanımca iki şekilde düşünen diaspora olacak. Birinci grup ne olursa olsun protokole karşı çıkmaya devam edip iki ülkenin anlaşma yapmaması için mücadelelerini sonuna kadar sürdürecek. Ama bu grubun yüzde 20’yi aşacağına inanmıyorum. Diğer grup ise prensipte protokolü desteklerlerken temkinli olarak Ermenistan hükümetinin arkasında durup gelişmeleri izleyecek. Bu grup ’sessiz çoğunluk’ dediğimiz kesimdir. İki ülke arasındaki gelişmeler oluştukca bu kesim daha katılımcı olacak. Diasporanın aşırı milliyetçi kesimi dediğimiz yüzde 20’lik bir bölümü protokole karşı, hepsi karşı değil. Karşı olanların ise hazırda bir B planları yok, yani kendilerine “Peki bir 16 yıl daha beklemeyi mi öneriyorsunuz?” diye sorduğumuzda tatminkar bir yanıt alamıyoruz. Erivan ile diasporanın arası bundan sonra düzelmez mi? Düzelir, zaten sessiz çoğunluk ile bozuk değil. Aşırı milliyetçi diaspora ile hükümetin arası protokol yüzünden iyi değil. Bir de Ermenistan ile diasporası arasındaki ilişkileri İsrail ve diasporası ile karıştırmamak gerekir. İsrail kendi diasporasının büyük desteğiyle kuruldu ama Ermenistan kendi kendine bağımsız oldu. Diasporanın Ermenistan üzerinde etkisi Türkiye sınırları kapattığı için arttı.Türkiye-Erivan ilişkilerinde bundan sonra neler olur? Kazanımlar nelerdir?Türkiye ile Erivan aralarına Bakü’yü de alarak Kafkaslar’da iyi komşuluk ilişkilerinin kurulması konusunda tüm altyapıyı oluşturacaklardır.Sarkisyan futbol maçını seviyor Sarkisyan maça gelip Gül’le maçı birlikte izleyecek mi? Bence gelip maçı izler. Sarkisyan futbol maçını seviyor! Biz Erivan’a maç için gittiğimizde elimizde Türk bayraklarıyla rahatça dolaşıyorduk. Aynı misafirperverliği Bursa halkının da göstereceğine eminim.
Önceki gün Hasankeyf’te yürüyoruz. Yanımıza bir kız çocuğu geliyor. ‘Siz İstanbul’dan mı geldiniz?’ diye soruyor. ‘Evet, gazeteciyiz’ diyoruz. ‘Abla konsere mi geldiniz?’ diye sormaya devam ediyor. ‘Buraya bir tren geliyor, biliyor musun? Akşam da konserler var’ diyoruz. O zaten biliyor.Semanur, ilkokul öğrencisi. 9 çocuklu bir ailenin kızı. Ailesinde herkes okumuş. Konsere geleceğini söylüyor. Hasankeyf’in konser nedeniyle çok kalabalık olduğunu, Diyarbakır ve Batman’dan insanların geldiğini anlatıyor. ‘Trene gidecek misin?’ diye soruyorum. ‘Evet bir şeyler vereceklermiş’ diyor. Ayşe Böhürler, ‘Ne vermelerini istersin?’ diye soruyor. Semanur biraz düşünüyor ve ‘Çanta, benimkini ablama verdim de’ diyor.“Hürriyet Hakkımızdır” kampanyası çercevesinde geçen yıl yola çıkan ve insan hakları üzerine etkinlikler düzenleyen Hürriyet Hakkımızdır treni Batman durağındaydı. Geçtiğimiz yıl 43 şehirde etkinlikler düzenleyen tren, bu yıl da 34 şehir merkezi ve 8 ilçede çocuk hakları ve çevre üzerine etkinlikler düzenliyor. Batman’daki etkinlikler kapsamında Yüksek Sadakat ve Ajda Pekkan konseri de vardı. Çevre bilinci aşılanıyorSemanur’un sorusuna dönersek, Semanur’un beklediği anlamda tren bir şeyler vermiyor çocuklara ve kadınlara. Trenin durduğu noktalarda aile içi demokrasi ve şiddete yönelik toplantılar yapılıyor, çocuklara haklarıyla ilgili bilgiler veriliyor, etkinlikler düzenleniyor, çevre bilinci aşılanıyor. Tiyatro gösterileri ve konserler oluyor. Trenin durduğu yerlerde hareket oluyor, insanlar sokağa çıkıyor, kahvelerinden kalkıyor adamlar, kadınlar evlerindeki işleri bırakıyor, çocuklar ‘bu tren bir başka tren’ diye merak ediyor. Semanur da her Hasankeyfli gibi orada baraj yapılmasına karşı. Tarkan, Yaşar Kemal ve Sezen Aksu’nun da Hasankeyf’te baraj yapılmasına karşı olduklarını biliyor. Hatta ‘Zara burada konser verdi, Sezen ve Tarkan’ı da bekliyoruz’ diyor. Ve Hasankeyf bu kez Yüksek Sadakat ve Ajda’yla ayağa kalkıyor. Dicle’nin suyu güvenlik nedeniyle kesilmiş, usul usul akıyor... Dolunayda Hasankeyf bir başka güzel görünüyor. ‘Tarihine sahip çıkmayanlar yok olmaya mahkumdur’ dövizleri açılıyor. Ajda da sahneye çıkınca ‘Hasankeyf sonuna kadar yaşamalı’ mesajı veriyor. Çok heyecanlı olduğu her halinden belli, kuşkusuz o da ilk kez geldiği Hasankeyf’in benzersiz güzelliğine vuruluyor. ‘Mardin kapı şen olur, le le lele le hanim le hanim hey sormirsen hiç halim hey, göğsüme vura vura çürüttüm sol yanım hey le le le’ diye söyleyince Hasankeyf’te herkesi ayağa kaldırıyor. Aman petrol... Baraj yapılırsa Hasankeyf Raman Dağı eteklerine taşınacak, Ajda ‘Aman Petrol, canım petrol’ şarkısını da belini kıvırarak Raman Dağı eteklerine doğru söylüyor. Çok sayıda davetlinin de olduğu konserde Hürriyet İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı da sahnede ‘Hasankeyf sular altında kalmasın’ yazan bir tişört giyiyor. Dünya mirası ama...Ilısu Barajı’nın yapılması için kampanya başlatan Doğa Derneği Başkanı Güven Eken de bizimleydi. 1960’dan bu yana Ilısu Barajı’nın yapılmak istendiğini, projenin 40 hükümet eskittiğini anlattı Güven Eken. Yapılırsa Türkiye’nin en büyük ikinci barajı olacak Ilısu Barajı. Eken ‘Hasankeyf’in doğal mirası 2 milyar yaşında’ diye anlatıyor. Dünyanın en eski şehirlerinden biri Hasankeyf. Avrupa’da şehir kavramı yokken Hasankeyf şehirdi. Eken, Ilısu Barajı bittiğinde bu barajın Türkiye’nin enerji ihtiyacının yüzde 1’ini karşılayacağını söylüyor (bu konuda çok farklı bilgiler var) ‘Hasankeyf dünya mirası’ deniliyor, bunu ne demek olduğunu da anlatıyor Eken: ‘UNESCO’nun bir alanın dünya mirası olabilmesi için 10 tane somut kriteri var. Bu kriterlerden birine dahi uysa UNESCO orayı hemen dünya mirası olarak tescilliyor. Hasankeyf dokuz kritere uyuyor. Dünyada 10 kriterin dokuzunu sağlayan ikinci bir alan yok. Ama baraj nedeniyle Türkiye UNESCO’ya başvurmuyor.’notlar... * Ajda sahneye Yasemin Akat imzalı bir kıyafetle çıktı. Takıları ve renk seçimiyle her zamanki gibi muhteşemdi.* Vuslat Doğan Sabancı’ya eşi Ali Sabancı, Elif Dürüst ve Şirin Yalçın da eşlik etti. Ajda’nın ’Mardin kapı şen olur’ diye söylemesiyle birlikte halay çekenler arasında gazetecilerle birlikte onlar da vardı.
Hüseyİn Mutuş 10 yıl Amerika’da inşaat mühendisliği yaptıktan sonra Türkiye’ye döndü. Türkiye’de oğlunu götürecek bir çocuk eğlence merkezi bulamayınca mesleğini bırakıp Smart Play’i kurdu. Yılda 700 bin aileye, 150 bin çocuğa hizmet verdiklerini belirten Mutuş, krizin işlerini olumsuz etkilediğini söyledi. MutuŞ, “Ekonomik kriz ortamında giyecek ve hatta yiyecek alışverişinden kısan müşteriler doğal olarak eğlenceye de zaman ve bütçe ayırmakta zorlandılar. Sigara yasağı da olumsuzluk yaratan bir diğer etken” dediHüseyin Mutuş, Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesi mezunu. Yurtdışında işletme masterı yaptıktan sonra Amerika’da 10 yıl büyük bir şirkette inşaat mühendisliği yaptı. ’Eşim ve ben hep Türkiye’ye dönmek istiyorduk. 1992 yılında oğlumuz doğmuştu. 1997 yılında Türkiye’ye dönüş yapmaya karar verdik’ diye başlıyor hayatını anlatmaya. Mutuş, Türkiye’ye döndükten sonra inşaat mühendisliği yapmaktan vazgeçmiş, bakir bir alan olarak gördüğü hizmet sektöründe çocuk eğlence merkezi kurmaya karar vermiş. Hüseyin Mutuş’un şu an Diyarbakır’dan İstanbul’a farklı alışveriş merkezlerinde 19 eğlence merkezi var. “Çocukları mutlu etmek dünyanın en güzel işi” diyor.Oğlunuz sayesinde bu işi kurmuşsunuz...Amerika’da çalışırken, yani oğlumuz küçükken Amerika’da çeşitli oyun alanlarına giderdik. Orada çocukların sağlıklı bir ortamda sıkılmadan zaman geçirecekleri yerler vardı. Türkiye’ye tatile geldiğimizde bu konudaki eksikliği daha net görüyor ve çok zorlanıyorduk. 1997’de Türkiye’ye döndüğümüzde çocuklarla ilgili bir şeyler yapmak istedim. 1997’de Smart Play’i kurarak hem kendi oğluma hem de diğer çocuklarla anne babalara sağlıklı, güvenli bir ortamda eğlence hizmeti vermeye başladık. O dönemde bu tür eğlence merkezleri yoktu değil mi? Çok az sayıda vardı. Bizim gibi bire bir hizmet veren de yoktu. Aynı zamanda alışveriş merkezi sayısı da azdı...Evet. Çok azdı. Başta yer bulmakta çok zorlandık. 1998’de Rusya krizi başladı. İlk yerimiz Beylikdüzü Alışveriş Merkezi’ydi. Orada çocuk konsepti yoktu. Merkezde boş bir koridor vardı, orayı değerlendirme teklifini merkezin yönetimine biz sunduk. Koridoru baştan aşağı yeniledik ve oyuncaklarla donattık. 1999’da Ankara’da ikinci şubemizi açtık. O açılış da depreme denk geldi. Oyuncaklarımızı Kanada’dan almıştık. Kanadalı yatırımcılar o dönemde çok ürkmüştü. Depremin yarattığı moral bozukluğu da işleri etkilemişti. Gelen giden azdı. Zor günler geçirdik ama daha sonraki dönemde hep artan bir ilgi oldu. 2000’den sonra hızla alışveriş merkezleri açıldı ama yine de çocuk eğlence merkezleri sonradan eklendi. Yatırımcılar geç mi anladılar çocuk merkezlerinin önemini?Önceden planlama yapan çok az yer oldu. Yeri granit yapmışlar, ’Burası çocuk alanı’ diyorlar, olacak gibi değil. Çok yanlış yatırımlar yapanlar oldu bu anlamda. Sizin farklılığınız nedir? Bizim gibi çocukları teslim alan bir konsept uzun süre yoktu. Yalnızca jetonlu oyuncaklar işleten şirketler vardı. Çocuk top havuzları gibi, tırmanma havuzları gibi yerler yoktu. Onları biz getirdik. Aileler bize çocuklarını rahatça bırakıyor. Çok genç bir şirket olmamıza rağmen personel devamlılığını da sağladık. Bizim yerlerimize Esra Ablası’nı görmeye gelen çocuklar var. Esra Abla yıllardır değişmiyor. Çocuklar büyüyor kardeşlerini getiriyorlar. Ayrıca çevreci oyuncak ve malzeme kullanıyoruz. Personeli nasıl seçiyorsunuz? Personelimizin büyük çoğunluğu gelişim uzmanı. Halılarımızı kendimiz üretiyoruz. Antibakteriyel hepsi. Temizlik ürünlerimiz çok özel... Bir çocuk merkezinin maliyeti nedir? Normal boy 500 bin ile 750 bin lira arasında değişiyor. Alışveriş merkezinin metrekare fiyatları, ayırdığı alanın özelliklerine göre maliyet değişebiliyor. Müşteri sayınız nedir?Yılda 700 bin aileye, 150 bin çocuğa hizmet veriyoruz. Girip çıkan çocuk sayısı milyonu geçiyor. Ertelenen alışveriş merkezi projeleri var, planlamada daha hassas davranılıyor. Siz bunlardan nasıl etkileniyorsunuz? Sektörümüz bugüne kadar çok büyük gelişme gösterdi ve kurulan yeni yerler de olacak. Ekonomik yavaşlamadan dolayı ertelenen AVM yatırımlarının toparlanmasıyla aile eğlence sektörü de hızlanacak. Ayrıca yurtdışına da know-how satabilecek, oralarda şube açabilecek durumdayız. Kriz sektörü nasıl etkiledi? Aieleler her yerden kıstılar. Alışveriş merkezine gelenler azaldı. İnsanların motivasyonu kırıldı. Aileler geleneksel olarak alışveriş nerkezlerine birkaç işi bir arada yapmak için gelirler. Market alışverişi, giyecek ve eğlence gibi... Bunun içinde yemek, sinema ve çocuk eğlencesi de bulunur. Alışverişin yanında zaman geçirmek, etrafı gezmek de önemli bir unsurdur. Ancak, ekonomik şartlardan giyecek ve hatta yiyecek alışverişinden kısan müşteriler doğal olarak eğlenceye de zaman ve bütçe ayırmakta zorlandılar. Ekonomik sıkıntının öncesinde alışveriş merkezleri için önemli bir etken de sigara yasağı oldu.Balkan ülkeleri ve Rusya’ya açılacağız İleride kaç şube daha açmayı planlıyorsunuz? 2010 ve sonrasında yılda 6 ile 8 arasında yeni şube açmayı ve yıllık 5 milyon TL civarında yeni yatırım yapmayı planlıyoruz. 2008 yılında bir önceki yıla göre yatırımlarımız yüzde 85, ciromuz ise yüzde 52 oranında arttı. Bu artışlar 2009’un ilk yarısında da benzer oranlarda sürüyor.Yurtdışına yönelik girişimleriniz var mı? Var. Romanya, Yunanistan, Bulgaristan, Ukrayna ve bir dereceye kadar Rusya da ekonomik koşullardan etkilendikleri için toparlanmaları süre alacak ama bizler oralardaki yerimizi de açacağız.
Zeynep Bilgin, eski medya patronu Dinç Bilgin’in gelini. Aslına bakarsanız gazetecilik virüsünü daha 17 yaşındayken kapmış, üstelik ustası da Ercan Arıklı’ymış. Ama hayat onu aktif gazetecilikten uzaklaştırırken, gazeteci bir ailenin üyesi yapmış. Zeynep Bilgin şimdilerde o ilk göz ağrısı mesleğine döndü. İnternet ortamında Womenist adlı bir dergi çıkardı. Dergisi henüz 1 aylık... Emekleme döneminde ama hızla büyüyor, gelişiyor. Bebek’te Zeynep Bilgin’le buluştuk, sohbet ettik.Siz yıllar önce gazetecilik yapmışsınız Gelişim Yayınları’nda...Evet, daha 17 yaşındaydım. Okurken part-time çalışmaya başlamıştım. Doğrusu bu işin büyüsüne kısa zaman kapılmıştım. Hatta annem işin başında bu kadar işe sarılacağımı hiç tahmin etmemişti. Ben ise neredeyse okul dışındaki tüm zamanını Gelişim Yayınları’nda geçiriyordum. O zamanlar 17 Dergisi’nde stajyer olarak çalışıyordum. Fransızca tercümeler yapıyordum. 17 Dergisi’ne de Duygu Asena bakıyordu. Ekip çok iyiydi. Seda Kaya Güler, Oya Halvaşi, Serpil Gülgün vardı. Ortam aile ortamıydı. Kızlar çok lokumdu. İşten çok ortamı seviyordum. İlk işin insanda farklı bir yeri vardır. İnanın orada yatar kalkardım. Çok keyifliydi. Arkadaşlarımın ruh haline göre dergiye fal yazardım Çeviri dışında habercilik de yaptınız mı? Zaman içinde yaptım. Hatta isimsiz makaleler yazıyordum. Röportajlara başlamıştım. Bir ara dergideki her işi yaptım. Fal sayfasını bile yazdım. Yakın arkadaşlarımın ruh hallerine göre fal yazardım. Neden koptunuz?Yurt dışına gittim. Döndüğümde reklam sektörüne girdim. Evlenene kadar Yorum Ajans’ta çalıştım. Evlendikten sonra işi neden bıraktınız?Evlenmeden 10 gün öncesine kadar çalışıyordum. Konum dolayısıyla sonra olmadı. İlk oğlum oldu sonra. Çalışma hayatına döndüm, bir şeyler yaptım ama eşim Önay da onunla birlikte çalışmamın doğru olmayacağını düşündü. İkinci oğlum oldu. Daha sonra yine döndüm iş yaşamına.İnternette dergi dağıtımı diye bir problem yok Dergi fikri nasıl doğdu?Ben çok iyi bir dergi okuyucusuyum. Şu anda piyasada bilinen tüm dergileri tüm ayrıntılarıyla okurum. Çok yakından takip ederim. İlk işim de belki bu olduğu için içimde hep bir dergi çıkarma isteği vardı. Dünyadaki gelişmeleri de yakından takip etmeye çalışıyorum. İnternet ortamı her şeyi hızla değiştirdi. “Bir dergiyi yayın ortamına sokacak gücüm yok, ama internet ortamında bunu yapabilirim” diye düşündüm. Üstelik internet her anlamda çok özgür bir ortam. Mevcut dergileri yaşatan ilanlar. Şu kriz ortamında bunu sağlamak ise çok güç. Oysa internet ortamı buna ihtiyaç duymadan, en azından ilk aşamada ürettiklerinizi ortaya koyacak bir mecra. Derginin dağıtımı diye bir sorununuz da yok. Dünyanın her yerinden sizi okuyabilirler. İngilizce de hazırlanıyor derginiz...Bunu özellikle istedim. Çünkü uluslararası bir boyutu olması benim için önemli... Şu anda hiç tanımadığım, bilmediğim yabancı okuyucularım ve hatta yabancı yazarım var. Bu bence farklılık yakalamamızı da sağlıyor. İngilizce-Türkçe olması işi farklı boyuta getirdi. Ben öncelikle Türkiye’de yaşayan yabancıların ilgisini çekmeyi planladım, ama kısa zamanda yurt dışına da açıldık bu sayede. İspanyol yazarımız bizi kendisi buldu. Dinç Bey’den mizanpajda fikir aldım Aylık dergi kıvamı internet için uygun mu?1 Eylül’de başladık tıklanmaya ve ilk gün itibariyle ana yapı için bir ay tamam, ama kısa aralıklarla yenilememiz, daha doğrusu güncelleme yapmamız gerektiğini de gördük. Ayın röportajları, ana konuları ve yazarların yazıları dışında güncellemeler yapıyoruz. Dinç Bilgin’den fikir aldınız mı?Dergi çıkarma fikri yaz ayları başında beni sardı. Yaz boyunca bunu kurguladık, hazırlandık ve sonunda Eylül başında başladık. Bu sürede Dinç Bey genelde Çeşme’deydi. Önay beni çok destekledi. Maalesef Dinç Bey tam dergi bittiğinde görebildi. Dinç Bey Tempo ve Aktüel tarzı bir dergi hayal etmiş ama benim amacımı da anladı. Özellikle mizanpaj konusundaki fikirlerini aldım. Kolay okunurluk açısından bu çok önemli. Dünyayı takip eden kadın profili çizdikİsmini kim koydu?İnternet ortamında isim koymak ve bir ismi almak çok zor. Biz aslında İstanbul’da yaşayan, dünyayı takip eden bir kadın profili çizdik, ama zaman içinde üstelik de kısa zaman içinde farklı yere geldi; erkeklerin de ilgisini çekecek bir dergi oldu. Yazarlar olacak mı yeni?Bu ay Kerim Kerimoğlu anılarını yazmaya başlayacak.İlk sayımızda moda biraz eksik kaldı ama bundan sonra olacak Röportajları kim yapıyor?Ben yapıyorum. İlişkilerimden yola çıkarak yaptım. Bir arkadaşım da var röportaj yapacak. Bir yurt dışından bir Türkiye’den röportaj olmasına özen gösteriyorum. Bir dergi nasıl hazırlanırsa, aynen öyle hazırlıyoruz, aynısının İngilizce’sini de hazırlıyoruz. Kadın dergilerinin olmazsa olmazları var... Siz bunları takip ediyor musunuz? Moda, estetik gibi...İlk sayıda moda biraz eksik kaldı ama bundan sonra olacak. Biz biraz farklıyız. Anılar var, otobiyografiler var. Dünyadaki yenilikleri takip eden bir yönü var. Yazarlarının çıtası yüksek.Womenist’te kadın-erkek ilişkileri erkek gözünden yansıtılıyorAstroloji yok...Fal yok, yemek tarifi de yok. Fal olmayacak demiyorum, kafama çok yatan biri olursa olur. Biraz önce de söylediğim gibi bir ara Kadınca’da hiç anlamama rağmen fal yazdım. Ben bu işi yaparsam gerçekten güvendiğim biriyle yaparım. Kafama uygun bir yazar olursa yemek tarifi olabilir. Kadın-erkek ilişkileri bir kadının gözünden değil, erkek gözünden yansıtılıyor Womenist’te. İlk sayıda New York’lu ressam Hunt Slonem’le yapılan röportaj var. Ruth Madoff’un hayat hikâyesi var. Kadın olunca moda, estetik olmaması mümkün değil... Bizde mücevher var. Her sayıda da olacak. Seks yazan kadın yazar arıyorumYazmasını istediğiniz kadın yazar var mı?Sekse dokunan, bu konuda rahat yazan bir kadın yazarım olsun isterdim. Ayşe Arman sayesinde bu konuda yol alındı ama bence alınacak daha yol var bu konuda. Şimdilik bu konuda da arayış içindeyim. Web ortamı dışına çıkma planınız var mı?Kesinlikle yok. Dünya başka yola girdi artık. Dergi deyince hâlâ o dokunma hissi aranmıyor mu?Haklısınız ama azalıyor bu da. İnternetin de farklı çekici yanları var. Dünyanın gittiği yere bakarsak niye daha fazla ağaç kesilsin... Ben böyle düşünüyorum. Ben değişime açığım, yenilikleri takip etmeyi seviyorum. İnternet ortamı yoğrulabiliyor. Sürekli yenilik yapabilirsiniz. Keyif alarak çalışıyorum, bir de para kazansam çok mutlu olacağımÇalışma hayatına dönmek sizi nasıl etkiledi?Özlemişim. Üretmek en güzel şey. Çok da keyif alarak yapıyorum. Bir de para kazansam daha da mutlu olacağım. Artık her sabah kalktığımda “Bugün işimle ilgili ne yapabilirim” diyorum. Oğullarınız ne diyor bu işe?Onlar da yazmak istiyor. Üstelik ikisi de futbol yazmak istiyor. Sanırım gazetecilik ailenin genlerinde var! Biri 16, biri 13 yaşında. İkisi de futbola çok meraklı. Küçük olan okulda kaleci. Onlara kadınlar da futbolla ilgilenir ama şimdilik size yazdıramam dedim.Çok büyümek gibi bir hedefim asla yokKüçük oğlunuz Cem bir kitap da yazdı. Yemek kitabı. Yemekleri Cem mi yapıyor?Bir ara müthiş ilgi duydu. Mutfağın tavanından çikolata temizlediğimi biliyorum. Aslına bakarsanız favori yemeği hamburger ama mutfağa girmekten de büyük keyif alıyor. Biz yemek yemeği seven bir aileyiz. Uzun dönem de Anadolu yakasında oturduk, yakınlarımızda pastane yoktu, hep kek filan yapılırdı. Şimdilerde Murat daha çok dünya mutfağıyla barışık, Cem sevdiği yemekleri yapıyor. Yeni dergi projeleri var mı?Şimdilik yok. Bu işe konsantreyim. Çok büyümek gibi bir hedefim asla yok. Bazen büyümek de insanın başına iş açabiliyor!
Sakıp Sabancı Vakfı tarafından 7 milyon TL’ye restore edilen Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi törenle açıldı. Mardin’deki açılış töreninde konuşan Güler Sabancı, “Birlikte yaşama güzelliği var bu kentte. Sakıp Bey böyle biriydi... Bu müze ona yakışır diye düşündük. Türkan Sabancı ve Dilek Sabancı projeye sahip çıktı. Umarım Mardinliler de buraya sahip çıkar” dedi. Açılışa Turizm Bakanı’ndan Patrik Bartholomeos’a birçok davetli ve işadamı katıldıMardin şiirsel bir kent. İnsanı duygulandıran çok farklı bir atmosfere sahip. Önceki gün Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı’nın davetiyle Mardin’deydik. Sabancı Vakfı tarafından restore edilen Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi’nin açılışı yapıldı. Mardin için ‘gündüzü mezarlık, gecesi gerdanlık’ derler. Müzeye vardığımız saatlerde güneş batıyordu, Mezopotamya Havzası bir deniz gibi uzanıyordu. İşte bu büyülü atmosferde İstanbul’dan gelen çok sayıda konuğun da katılımıyla açılış yapıldı. Ve Güler Sabancı bence Mardin için söylenebilecek en güzel sözle başladı konuşmasına: “Mardin zamanın durduğu hissi veriyor insana...” Sabancı Bey’in ruhu bizimleMüzenin avlusu konuklarla doluydu, Mardinliler ise çoluk çocuk damlardaydı... “Birlikte yaşama güzelliği var bu kentte. Sakıp Bey de böyle biriydi. Bu müze ona yakışır diye düşündük. Türkan Sabancı ve Dilek Sabancı bu projeye sahip çıktı. Umarım Mardinliler ve ziyarete gelenler buraya sahip çıkacak. Burada bütün dini liderler var. Farklı dinlere inananlar, ruhun bedenden ayrıldıktan sonra da yaşadığına inanırlar. Biz bugün Sakıp Sabancı’nın ruhunun yaşadığına ve bizleri yukarıdan izlediğine inanıyoruz” diye devam etti Güler Sabancı konuşmasına.Restorasyonu 7 milyon liraya mal olan müzedeki eserler çevre müzelerden ödünç alınmış, Mardinliler Eğitim ve Kültür Dayanışma Vakfı (MAREV) da eserler bağışlamış. Mardin’in SİT alanı içerisinde yer alan ve Sultan II. Abdülhamit zamanında süvari kışlası olarak inşa edilen bina, daha sonra askerlik şubesi, vergi dairesi olarak kullanılmış. Mimarisi Serkis Elyas Lole’ye ait 2 katlı bina 3 yılda restore edilmiş. Dilek Sabancı konuşmasında bu müzenin Mardinli çocuklara ilham vermesini ve ileride Mardinlilerin de eserlerinin sergilendiği bir müze olmasını diledi. Anadolu’ya borç ödüyorlarMardinli olan İstanbul Valisi Muammer Güler, “8 çocuklu bir aileden geliyorum. Birlik, beraberlik, kardeşlik, hoşgörü burada var. Türkiye’nin mayası burada var. Bu yere geldim. Bu salt benim maharetimle olmadı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı unvanı bana yeter” diye başladığı konuşmasında Sakıp Sabancı’nın vasiyetinin gerçekleşmiş olmasından duyduğu mutluluğu da konuklarla paylaştı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da Sabancı Ailesi’nin, doğdukları topraklardan edindikleri varlığın kökeninin farkında olan gerçek bir Anadolu ailesi olduğunu ve her vesileyle Anadolu’ya borçlarını fazlasıyla ödemeye çalıştığını anlattı. İnanç turizmini de canlandırmayı amaçladıkları söyledi. Müzeyi gezen konuklar daha sonra müzenin terasında 3 semavi din ve 6 mezhebin mensuplarından oluşan Antakya Medeniyetler Korosu’nun konserini dinledi. Mardin ne yazık ki çarpık yapılaşmadan nasibini almış bir kent. Ertuğrul Günay’ın da konuşmasında değindiği noktalardan biri buydu. 2013’e kadar UNESCO’nun Tarihi Kentleri arasına girmeyi amaçlayan Mardin’de umarız bu yapılanlar örnek olur ve belediye çarpık yapılaşmanın önüne geçer, güzelim taş evler çirkinlikler arasında kalmaz.Alkol yasak sigara yasağı da teğet geçmiş!* Açılışa, Sakıp Sabancı’ın eşi Türkan Sabancı, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakçıoğlu, Fener Rum Patriği Dimitris Bartholomeos, Türkiye Musevileri Hahambaşı İshak Haleva, Türkiye Ermenileri Patrik Vekili Aram Ateşyan, Oya- Bülent Eczacıbaşı, Halis Komili, Başaran Ulusoy’un da aralarında olduğu çok sayıda konuk da katıldı. * Müzeye doğru yürürken Mardinlilerle sohbet ettim. Müzenin etkinlikler yapmasını beklediklerini anlattılar. Ne olabilir diye sordum, “Müzik dinletileri, kurslar olabilir” dediler. Bu arada Mardin Valisi kentte alkollü içki içilen yerleri sınırlandırmış. 2-3 yer dışında alkollü içki yok Mardin’de. Süryani şarapları malum çok ünlü. Bu yasak Mardin’e hiç yakışmamış. Bu arada bir gözlemim daha var. Sigara yasağı Mardin’i teğet geçmiş!HOŞGÖRÜ VE SEVGİ MESAJI VERDİLERMardin’deki açılışta dini liderler biraraya geldi. Fener Rum Patriği Bartholomeos, Türkiye Musevi Cemaati Hahambaşı İsak Haleva, Türkiye Ermenileri Patrik Vekili Aram Ateşyan, Süryani Patrik Vekili ve Diyarbakır-Mardin Metropoliti Salibe Özmen açılışta sevgi ve hoşgörü mesajı verdiler.