Turizmci Gül Küçükserim’le uzun zamandan beri haberleşiyor ama bir türlü buluşamıyorduk. Abartmıyorum, Göksu’ya adım atar atmaz, kendimi ışınlanmış gibi hissettim. Sanki rüzgarla birlikte yaprakların hışırtısı her şeyi alıp götürdü, geriye yeşilin her tonu, erguvanlar ve teknelerin suya yansımaları kaldı. Yaz aylarında sık sık uğradığım bir yer Göksu Deresi. Oradaki gelişmeleri ben de izledim, 2 yıl önce tekneyle derede ilerlemek bir noktadan sonra zordu, balçık içinde kalıyordunuz. Ama son iki yıldır İstanbul Büyükşehir Belediyesi dereyi ve çevresini önemli ölçüde temizledi. Derenin kıyısında restore edilen yerler oldu. Balıklar Göksu Deresi’ne döndü. Turizmci Gül Küçükserim’in Göksu’da Göksu Marin adlı bir restoranı ve kafesi var. Sultanahmet’teki Arena Otel’in de sahibi. Aslında eski bir sigortacı ama 1998 yılından beri turizmle uğraşıyor. Göksu Marin’i de oğlu Ali Gültekin’le birlikte açtı. Öncelikle Göksu’nun geçmişinden söz etmekte yarar var. Göksu Deresi çevresinde Bizans dönemine ait eserler var. Çok eski bir yerleşim yeri. Osmanlı döneminde hem saray hem halk için önemli mesire yeriydi. Halk özellikle mehtaplı gecelerde Göksu Deresi çevresinde toplanırdı. Çünkü ayın doğuşunun en güzel izlendiği yerlerden biri Göksu. Sultanlar, cariyeler de hanedan kayıklarıyla Göksu’ya gelirmiş. Göksu çevresinde gündüzleri piknikler düzenlenir, geceleri de fasıllar toplanırmış... Gül Küçükserim bu bölgeyi Anadolu Yakası’nın ve İstanbul’un cazibe merkezi haline getirmek istiyor. Bu konuda da deneyimli. Sultanahmet’teki Arena Otel aslında onun büyüklerinin evi. Ailesinden kalan evini 27 odalı butik otel haline getiren Gül Küçükserim, Sultanahmet Rotary Kulübü ve Eminönü Platformu’nda da aktif çalışmalar içinde olmuş. Küçük Ayasofya’nın kurturulması için bir dönem yoğun faaliyetler içinde olan Gül Küçükserim yıllarca Göksu’ya teknelerini bağlamış. Yılmaz Kalkavan’ın Göksu’da ofis olarak kullandığı yeri oğluyla birlikte restoran haline getirmek de tekneye inip binerken akıllarına gelmiş. Şimdilerde tüm Anadolu Hisarlılar gibi onun da tek endişesi Göksu tam yeniden hayat bulurken, 3’üncü Boğaz Köprüsü yapımı aşamasında Göksu’daki Küçüksu Çayırı’nın şantiye olarak kullanılacak olması... Biz de havanın soğukluğuna ve rüzgara aldırmadan sandalla Göksu’da gezdik.* Göksu Deresi çamur gibiydi, çok da kokuyordu, böyle bir yerde restoran açmaya nasıl karar verdiniz? Biz geldiğimizde belediyenin çalışmaları başlamıştı. Şu anda 1.5 kilometre dereden içeri giriliyor. Bir dönem dereye kanalizasyon aktığı için herkes buradan kaçmış. Ben buraya gelince “Burada dernek yok mu?” diye baktım. Hem doğal güzellik var, hem de tarih var. “Nasıl atıl kalır” diye merak ettim ve çalışmaya başladım. 33 yıldan beri Anadolu Hisarı Turizm Kalkındırma Derneği var burada, orada arkadaşlarla birlikte çalışmaya başladık. Projeler hazırladık. Bu bölgede Anadolu Hisarı Guide’ını çıkarmak istedik. Öncelikle tarihi mekanları ve doğal güzellikleri anlatmak istedik. Bölgedeki işletmeler de destek oldu, şu anda hazırlıkları sürüyor. * İstanbul’da yaşayıp da Göksu’yu bilmeyen çoktur değil mi?Ne yazık ki doğru söylüyorsunuz. Çok ihmal edilmiş bu bölge. Oysa inanılmaz bir güzellik. İtalya’ya, Macaristan’a gidiyoruz, buna benzer yerlerin nasıl değerlendirildiğini görüyoruz ve çok üzülüyoruz. Elimizdeki güzellikleri hep ihmal etmişiz. Buraya İstanbul’a gelen her turist gelmeli...Göksu eskiden halkın yaşamında çok önemli bir yermiş* İstanbul’a gelen turistler Boğaz’ı görüyorlar mı? Çoğu Sultanahmet dışını görmüyor, turistlerin ortalama kalış süresi de 2.1 gün İstanbul’da...İşte bu yüzden de şehrin içinde cazibe merkezleri yaratmalıyız. İstanbul’a bir kez gelen buraya defalarca gelmeyi planlamalı. Yıllarca Sultanahmet bölgesinde çalıştım, orada hâlâ otelim var, inanın İstanbul’a 10 milyon turist gelse, Sultanahmet’in alt yapısı buna izin vermez. Yoğun sezonlarda çok büyük sıkıntı yaşanıyor. Hâlâ her yere araçlarla geliniyor. Yurt dışındaki gibi uzun yürüyüş yapılabilmeli. İstanbul’un Anadolu Yakası’ndaki yerler ise daha da ihmal edilmiş durumda. Göksu ve Beykoz’u kesinlikle değerlendirmemiz lazım. * Geçmişte bu bölgede çok etkinlik yapılırmış değil mi? Evet. Mesela Küçüksu Çayırı var Göksu Deresi’nin ilerisinde. Orada yağlı güreşler, orta oyunları, mısır şenlikleri yapılmış. Eskiden halkın yaşamında çok önemli bir yer burası. Şu anda 60 yaş üstü yaşayanların da çok güzel anıları var Küçüksu Çayırı’nda... Bu bölgede Bizans Dönemi’nden kalan bir kilise var, kapıları kapalı duruyor. Baruthane Çayırı ve Küçüksu Çayırı eskiden beri İstanbul yaşamında önemli. Ayrıca Göksu Deresi kenarında eskiden çömlekçilik yapılırmış, çömlek atölyesi varmış buralarda, 70 yıldır burada babadan kalma çömlekçilik yapan usta var, Küçüksu’da da Mescid’i Aksa’nın mihrap ve mimberini yapmış olan bir usta var, geçenlerde El Cezire televizyonu haberini yapıyordu. Yine burada Yakamoz diye cam atölyesi var, Paşabahçe kurulurken oradan cam ustalarını almış. İtalya’ya gittiğimizde camın nasıl üflendiğini gösteriyorlar, bizim de burada ahşap, cam ve çömlek ustalarımız var. Özel işçilik konusundaki ustalarımızın değerini biz bilmiyoruz.Dileyenler Göksu’yu Osmanlı dönemi kıyafetleriyle geziyor* Siz şimdi burada fasıllı sandal sefalarını başlattınız. İlgi var mı? Kış aylarında yapmadık. Geçen sene bir deneme yaptık ve çok ilgi gördü. Bu yıl hava soğuk gidiyor. Haziran ayında başlatacağız. Fasıl ekibine Göksu üzerine yazılmış şarkıları öğrettik, Osmanlı dönemine ait kıyafetler hazırlattık, dileyenler bu kıyafetleri de giyerek Göksu’da ud ve kanun eşiliğinde geziyor. * Bunu dernek olarak mı yaptınız?Ben burada başlattım, dernek olarak bu bölge için çok farklı projeler hazırladık. Baruthane Çayırı’nın yeniden düzenlenmesini istiyoruz. Orada asırlık çınar ağaçları var. Orada aktivite alanları olmalı. Buradan Baruthane Çayırı’na sandallarla da gidilebilir. Aileler için çok hoş bir etkinlik alanı olabilir. Aynı zamanda turistik de olur burası. Kadir Topbaş bu projeyi çok beğendi. Turizm Atölyesi projeyi çalışıyor, çok güzel bir yer kazandırılacak İstanbul’a. Göksu’da bülbül ve kanarya türü kuşlar yaşıyor. Onları yaşatmak için de kuş evleri yaptırıyoruz, onların da kış aylarında buralarda barınmaları için bu kuş evleri dağıtılacak. 23 Mayıs’ta herkesi çayıra sahip çıkmak için buraya bekliyoruz* 3’üncü köprünün şantiyesi Küçüksu Çayırı olacak... Bu çalışmalar, Göksu’yu, Baruthane ve Küçüksu Çayırı’nı bir bütün halinde yeniden canlandırmaya yönelik çalışmalar ne olacak? Küçüksu Çayırı 3’üncü köprü için şantiye alanı olarak kullanılacak diye bir duyum var. Halbuki orası, Küçüksu Çayırı yıllardır düzenlenemiyordu, Marmara Üniversitesi rektörlüğüyle bir çalışma yapıldı, Beykoz Belediyesi de orada tenis kortları yapılıyordu, bisiklet yolları, yürüyüş yolları yapılacaktı ama şu anda böyle talihsiz bir olay var. En kısa zamanda şantiye yeri değiştirilmeli. * Orası daha önce de köprüler yapılırken kullanılmış...Evet. 1’inci ve 2’nci köprü yapılırken betonlar orada dökülmüş, çayır çok kötü duruma gelmiş. Anadolu Hisarlılar “3’üncü köprünün şantiyesi artık burada olmasın” diyor. Orada şantiye kurulursa hem doğal güzellikten eser kalmaz, hem oraları yeniden ele alan projeler hayata geçmez, hem de çevre kirlenir. Tarihi ve doğal güzellikleri olan bir yer neden şantiye yapılır? Binlerce imza toplandı. 4 Mayıs’ta bir toplantı var, bu bölgedeki dernekler ve yaşayanlar toplanıyoruz. “256 yıllık tarihi olan çayırı yok etmeyelim, şantiye olmasın” diyoruz. 23 Mayıs’ta da çayırda büyük piknik etkinliği ve konser yapılacak, çayıra sahip çıkalım. Tarihe ve doğal güzelliklere, İstranbul’a sahip çıkan herkesi de buralara davet ediyoruz...
Kızım Ela’yı sabahları okula götürüyorum. Mayıs’ta 3 yaşında olacak, her sabah hevesle okula gidiyor. Beraber arabaya biniyoruz, müzik dinleyerek keyifli bir yolculuk yapıyoruz. Ela, yol boyunca hiç susmuyor. Şarkı söylüyor, bahar dallarını soruyor, yanımızdan geçen her taşıtı, özellikle de büyük araçları merak ediyor, her zaman soracak onlarca sorusu var. Pinokyo Işıl Anaokulu Levent’te, biz de Baltalimanı’ndan gidiyoruz. Baltalimanı-Levent bağlantısını kullanıyorum, trafiğe takılmıyoruz. Ama sık sık kazalara rastlıyoruz. Sanırım yol boş olduğu için sürücüler virajlara hızla giriyorlar ve olur olmadık yerlerde kaza yapıyorlar. Dün de kaza vardı. Ela da şahit oldu ve ‘anne neden önünü görmemiş abi’ diye sordu. ‘Dikkatsizlik etmiş herhalde, hızlı gitmiş de olabilir’ dedim. Ela da bana ‘Woosh’u dinlememiş’ dedi. İtiraf edeyim önce ne dediğini anlamadım. Ela ısrarla içinde Woosh geçen trafik kuralları anlatınca, duruma hakim oldum. Geçenlerde Renault’un çocuklara eğitim amaçlı çıkardığı DVD’yi Ela’yla birlikte baştan sona izlemiştim. Woosh uzaydan gelen bir yaratık. Çocuklara trafik dersi veriyor. Bir kız, bir erkek bisiklete biniyorlar, Woosh hep aralarında. Woosh’la Renault’un Sokakta İlk Adımlar projesi sayesinde tanışmış olduk.Renault’nun geliştirdiği, Total ve Türkiye Trafik Kazalarını Önleme Derneği’nin desteklediği projede çocuklara erken yaşta trafik eğitimi verilmesi amaçlanıyor.Proje 8 yıl önce başlatılmış. Avrupa’da da buna benzer bir proje uygulatılıyormuş. Bu proje aynı zamanda Türkiye’de sürdürülen en uzun soluklu yol güvenliği projesi. İlköğretim okullarına gönderilen bir eğitim seti aracılığıyla bu proje yürütülüyor. Projeden 2009-2010 döneminin bitiminde 500 bin öğrenci yararlanmış olacak. Sokakta İlk Adımlar’ın 2012 sonunda ulaşmak istediği öğrenci sayısı bir milyon.Ela’nın Woosh ilgisi sayesinde projeyi inceledim. Eğitim Seti’nin bir bölümü anaokularında da uygulanabilir. Malum 0-6 yaş arasında çocuklar sünger gibi, her şeyi çok çabuk öğreniyorlar. Ve bu yaşlarda taşıtlar çok ilgilerini çekiyor. Renault’un bu proje kapsamındaki çalışmalarındaki verilere göre Türkiye, trafikte çocuk ölümlerinin erişkin ölümlerine göre en yüksek oranda olduğu ülkelerden biri. Bunun başlıca nedenleri arasında; kuralsız kentleşmenin bir sonucu olan oyun parklarının azlığı, kent ulaşım mimarisindeki çarpıklıklar, çocuklara erken yaşta yol güvenliği eğitiminin ve bilincinin verilmemesi ile aşırı hız, dikkatsizlik gibi trafik kuralı ihlalleri yer alıyor. Umarım Renault bu projedeki hedeflerine ulaşır ve çok daha fazla sayıda çocuk bu eğitimleri alır.DipnotTrafik kazalarında yaşamını yitirenlerin çoğu 0-30 yaş arasındaTürkİye Trafik Kazalarını Önleme Derneği Başkanı Hitay Güner’in verdiği verilere göre; Türkiye’de her yıl 1 milyon trafik kazası oluyor. Türkiye’de her yıl kazaların olduğu yerde hemen o an yaklaşık 5 bin kişi, yaralandıktan sonra hastanelerde ya da evlerinde ölenleri de katınca yaklaşık 10 bin kişi yaşamını yitiriyor. Üstelik yaşamını yitiren ya da yaralanan ve sakat kalanlarımızın çoğunluğunu ise 0-30 yaş grubu genç nüfus oluşturuyor. Türkiye’de her yıl 200 bin kişi trafik kazalarında yaralanıyor ve bunların bir kısmı yaşamları boyunca sakat kalıyor. Trafik kazaları sonrasında sadece insan kaybı değil, ülkenin ekonomik kaynakları da ciddi manada zarar görüyor. 2008 yılındaki 929 bin 304 trafik kazası sonucu 1 milyar 625 milyon Türk Lirası hasar, yani ulusal varlık kaybı oldu. Bu, yaklaşık bin yeni okul demek.
VATAN Bilgisayar Genel Müdürü Hasan Vatan, “Yakında bankaların kredi kartlarına rakip olacağız, 700 bin kişi Vatan Kart sahibi” dedi. Bu yılın ilk 3 ayında satışlarının yüzde 100 arttığını açıklayan Hasan Vatan, “İyi iyiyi çekiyor. Krizin ortasında çalışanlara zam yaptık, bir gün sonra bankalarla kredi kartı pazarlığında anlaştık, sonra KDV indirimi geldi. İşler öyle de arttı” diye konuştu.“Krizde işler % 40 düştü ama bu yılın ilk 3 ayında % 100 büyüme yakaladık” Vatan Bilgisayar’ın Genel Müdürü Hasan Vatan, alanında ilklere imza atan bir iş adamı. Türkiye’nin ilk bilgisayar mağazasını açan kişi. Sektörün en eskilerinden. Yakında ’Vatan İçin Neler Yapmadık Ki’ adlı bir kitap çıkaracak. Birkaç bölümünü okuma fırsatım oldu, hem güldüm hem de çok şey öğrendim. Vatan Bilgisayar’ın kalesi olarak bilinen Topkapı’daki genel müdürlüklerine ve orada bulunan dev mağazalarına doğru Hasan Vatan’la röportaj yapmak üzere aracımla yola çıkıp kayboldum. Hasan Vatan beni yollarda buldu! Bu yüzden de fotoğrafların bir kısmı Hasan Bey’in spor arabasında çekildi. Gayet de keyifli oldu! Bilenler eminim, ’Topkapı’da kocaman Vatan’ı görmedin mi?’ diyecekler, ben de onlara ’Yan yolu kaçırınca insanın başına neler geliyor’ diyeceğim. Her neyse, Hasan Bey anlattı, HP ekibi Vatan’ın Topkapı mağazasına gelen müşteriler için, ’Sabah kalkıp niyet ettim bugün Vatan’dan bilgisayar alacağım diyor müşteriler’ diye anlatıyorlarmış. İşte bu kolay ulaşılamayan mağaza rekorlar kırıyor. Vatan Bilgisayar’ın birçok mağazası çok uzun süre insanların ayak alışkanlığı olduğu yerlerden uzak durdu, alışveriş merkezlerine girmedi. Halen de Türkiye’nin farklı yerlerinde dev mağazalarını açmaya devam ediyor Vatan Bilgisayar ama bir yandan da butik notebook mağazalarıyla alışveriş merkezlerine giriyor. Türkiye’nin notebook satış rekortmeni Vatan Bilgisayar, sektörde yabancı oyuncularla rekabet ediyor, kampanyalarıyla satış rekorları kırıyor. Global krizin ilk dönemlerini nasıl geçirdiniz, müşteri kaybı yaşadınız mı? Müşteri davranışlarındaki değişim nasıl oldu, fiyat politikalarınız, kampanyalarınız nasıl etkilendi? Biz aslında 2008’de 2 kriz yaşadık. Parti kapatma davası yaz aylarında işlerimizi etkilemişti, dava sonuçlandı, bir ay iyi iş yaptık, sonra global krizin etkileri ülkemizde hissedildi ve krizle birlikte işlerimiz yüzde 40 düştü. Şu an geldiğimiz noktada 2010’un ilk 3 ayında yüzde 100 büyüme var. Yeni mağazalar açtık. Krizden sonra tekrar artışa geçtik. 2009 yılı içinde de hem ciromuzu büyüttük hem de mağaza sayımızı artırdık. Mağaza kapattınız mı?Hayır, kapatmadık.Personel sayınızı düşürdünüz mü? Eleman da çıkarmadık. Ayrılan elemanların yerine yenilerini almadık. Biz ilk önce beynimizden krizi sildik. Zarar ederken zam yaptık bu da uğurlu geldi. Krizde çalışana zam yaptımYüzde 40 düşüş yaşadığınız dönemde mi?Evet. Ocak- Şubat ayında zarar ettik, ben ’Bu çocukların yani çalışanlarımızın suçu yok, her yıl zam alıyorlar, onlara yine zam yapmam lazım’ diye düşündüm. Bir içgörüm vardı: ‘Bu çocuklara zam yaparsam, bu bize iyi gelecek’ dedim içimden bu da tuttu. Çalışanların motivasyonunun artması mı iyi geldi?Hem öyle oldu hem de iyi iyiyi çekiyor. Motivasyon arttı, sonra bankalarla kredi kartı pazarlığında anlaşamıyorduk, personele zam verdikten bir gün sonra bankalarla anlaştık, sonra KDV indirimi geldi. Beklemiyorduk, işler öyle de arttı. Müşteri sayınız düştü mü?Giren sayısı düştü ama gelenler satın aldılar. Zaten buraya gelen alıyor. Sepet ortalamalarımız değişmedi. Ortalama 500 TL harcamaNedir sepet ortalamanız?500 lira civarındadır. Bu kapıdan girip alışveriş yapanların çoğu bu kadarlık alışveriş yapar. Buraya gelen özellikle de Topkapı mağazasına gelenler buraya satın alma niyetiyle geliyor. Bugün sizin de yaşadığınız gibi, öyle kolay gelinen bir yer değil burası. En çok satışı da buradan yapıyoruz. Burası bizim kalemiz. Siz yolu kaçırdınız dolaşıp geldiniz, niyetli olmasanız, ’aman başka sefere’ dersiniz. Müşteri yolu kaçırıp geliyor. Dolaşıyor yine geliyor. Bu gurur verici. Hem fiyatta hem de müşteri memnuniyetinde çok iyiyiz. Kaç mağaza oldu?21 mağazamız var, 8 mağaza İstanbul’da. Yabancı rakipler çok şaşalı açılışlar yapıyorlar, kuyruklar oluyor kapılarda. Sizde de oluyor mu?Kayseri’de 2008’de dev bir mağaza açtık, krize rağmen ilk gün 13 bin kişi gelmişti, alışveriş merkezinde açtığımız bir yer burası. İkinci gün 21 bin kişi geldi ama en az iş yaptığımız yer Kayseri. Orası zengin bilinir ama beklediğimiz işi yapmadık. Geçen hafta Samsun’da yer açtık. Kayseri mağazamız 2008’de 21 bin kişilik açılışla rekor kırmıştı. 4 Nisan 2008’di, o rekoru kimse kırmadı. Batıkent ve Avcılar mağazalarını açmadan önce, herkes ’kapatırsınız’ diyordu, ikisi de iyi iş yaptı. Notebook mağazaları açmaya başladınız. Siz aynı zamanda Türkiye’de en çok notebook satan zincir olduğunuzu söylüyorsunuz. Uzun zaman alışveriş merkezlerine girmediniz, şimdi butik mağazalarla, çok farklı konseptlerle AVM’lere giriyorsunuz. Buna nasıl karar verdiniz? Bakın çevrenize, artık herkes notebook taşıyor, 3G ile birlikte çok arttı kullanan sayısı. Bizim notebook mağazalarımız çok şık oldu. Notebook’a çok ilgi var. Bu Türkiye’de ilk. Dünyada da zincir notebook mağazası olarak ilk. Şu anda 9 mağaza var. 4’ü istanbul’da. Ve açabildiğimiz kadar açacağız. AVM’lerle kontrat imzalamak uzun sürüyor. Bir kısmında yer yok. Bayrampaşa Forum, Capacity’de, Bağdat Caddesi ve NeoMarin’de mağaza açtık. Hepsi çok iyi gidiyor. Gaziantep, Trabzon, İzmir ve Ankara’da 2 mağaza var. Rakiplerin dev mağazalarında 40 çeşit notebook varken, biz deki butik mağazalarda en az 100 çeşit var. Zaten yapı da buradan çıktı, AVM’lerde rakipler var, hem de dev mağazalarıyla varlar. Biz ya onlardan daha büyük mağaza açmalıydık ya da daha odaklı olmalıydık. 2010’da açabildiğimiz kadar mağaza açacağız. Binlerce mağaza açacak kadar birikimimiz var ama yer bulmak ve anlaşma yapmak zor. 100 metrekarelik yerler arıyoruz. Kaç notebook satıyorsunuz yılda?Biz en çok notebook satıyoruz. Rakam vermiyoruz, notebook, masa üstü bilgisayar ve yazıcıda pazar lideriyiz, cep telefonunda ikinciyiz. Türkiye’de satılan yazıcıların 4’te 1’inden fazlasını biz yapıyoruz. Türkiye’de 6 bin notebook satan mağaza var. Buna rağmen notebookların yüzde 17’sini biz satıyoruz. 700 bin kişide Vatan Kart varMüşteri devamlılığımız yüksek diyorsunuz. Bunu nasıl ölçüyorsunuz?Vatan Kart diye bir kart çıkardık. 700 bine yaklaştık. Tekrar tekrar gelmelerini buradan takip ediyoruz. Ücretsiz çıkarıyoruz kartları. Bu kartları kredi kartı markasına dönüştürmek istiyoruz. Biliyorsunuz, Citibank’ta 1 milyon kredi kartı var. 11 aydır kart veriyoruz, kart sahiplerine yüzde 3 ekstra indirim var. İlk alışverişte de bu indirim geçerli oluyor, ’Vatan Kart’ı bir arkadaşına öner, önerdiğin arkadaşının alışverişinden de puan kazan’ diyoruz, bu da kart sahipliğini artırıyor.Maaşlarından pahalı cep telefonu alıyorlarTürk insanı yeni ürünlere çok mu meraklı? İnsanlar neredeyse maaşlarına denk fiyatlarda cep telefonu ve notebook alıyorlar...Teknolojiye karşı büyük heves var Türkiye’de. Teknolojiden ziyade görünüş ve birkaç kelime Türk tüketicisini etkiliyor. Yüzde 10’luk kesim teknolojiyi iyi takip ediyor. Diğer kesim kulaktan dolma bilgilerle geliyor. İhtiyaçları olmasa da alıyorlar. Haklısınız, bizim çocuklar da maaşlarından yüksek fiyatlı cep telefonlarını kullanıyorlar. O telefonların ödemeleri bitmeden yeni model alıyorlar, vadeli alıyorlar, vade bitmeden satıp yeni modelini alıyorlar. 2 bin liralık telefonu alıyor, sonra 1.000 liraya satıyor yenisini alıyor, borç katlanıyor.Yabancılar işlerimizi artırdıTürkiye’de sektörün en eski şirketisiniz. Yabancı oyuncuların rekabeti sizi nasıl etkiledi...27 yıl oldu. Diğerleri çok yeni markalar Türkiye için. Doğrusu hava atarak geliyorlar. Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’da açtıkları mağazaların kuyruk görüntülerini göstererek geldiler Türkiye’ye. Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’daki yerlerini sattılar sonra. Hangi mağazamızın yakınına yabancı bir mağaza gelse bizim işlerimiz artıyor. Yurtdışını düşünmediniz mi?İstedim aslında. New York’ta gezerken kiralık bir yer gördüm, o dönemde dengemizi bozacaktı son anda vazgeçtik. Almanya’da düşündüm, kriz çıktı. Gelelim ‘Vatan İçin Neler Yapmadık Ki’ adlı kitabınıza. Yakında çıkacak. Vatan Bilgisayar’ın hikayesini yazmışsınız... 2.5 ayda yazdım. Girişimciler için yararlı olur diye düşündüm. Kaç çalışanınız var, çalışanlara nasıl eğitim veriyorsunuz? 1.460 çalışanımız var. İş başvurusunda Yıldız Holding ve Turkcell’in ardından 3’üncü firma seçildik. Çalışanlara 35 günlük eğitim aldırıyoruz. Ayrıca İşkur’un ’işsizliği önleme projesi’nde 300 kişiye eğitim vereceğiz, bunların en az yüzde 55’ini işe alacağız.Kitaptan: Hurdacı stratejisine nasıl yenik düştük?1990’lı yıllarda Elmadağ mağazamızın demir olan ön cephesini daha modern bir görünüşe kavuşturmak için yenileme kararı aldık. Bu işlemi de müşterinin olmadığı pazar günü yapmamız gerekiyordu. Bir gün içinde sökülüp yerine yenisi takılacaktı.Ustalar geldiler 5 metre boyundaki çerçeveyi söküp yola yatırdılar. Kaldırımdan dışarıya doğru taştığı için yoldan geçen araçları uyarmak amacıyla çerçevenin ucuna kırmızı bayrak astık. Aradan biraz zaman geçtikten arabasıyla bir hurdacı gelip, demir yığınını satıp satmadığımızı sordu. “Satarız” dedik, “1000 lira veririm” dedi. Babam fiyatı düşük bulduğunu söyledi, o da 1.100 liraya kadar çıktı. Sonunda babam “Burada kaç kilo demir var biliyor musun, 5.000 liradan aşağı vermem” deyince, anlaşamadık ve hurdacı gitti. Aradan yarım saat geçmemişti ki, arabasıyla bir hurdacı daha geldi. Aynı konuşmayı onunla da yaptık ve hurdacı 800 lira vereceğini söyledi. Onunla da anlaşamadık. Bir süre sonra üçüncü hurdacı geldi. O da 600 lira verince babam iyice sinirlenmeye başladı. Bu noktada kısaca babamla ilgili bilgi vermem de gerekiyor. O tarihte Amerika’ya 40 kez, İngiltere’ye 80 kez gitmiş, oto yedek parça işinde deneyimli, ithalatı ve ihracatı bilen bir işadamıydı. Yaptığı işte Türkiye’nin sayılı tüccarları arasında görülürdü ve İstanbul Ticaret Odası’nda oto yedek parçacıların da temsilciliğini yapıyordu. Aslında “Hurdacı Strateji”si vardır. Bunlar, aralarında anlaşıp sürekli fiyat düşürürler. Nitekim bir süre sonra dördüncü hurdacı geldi ve rakamı 500 liraya düşürdü. Bu arada hava da kararmaya ve hurdanın ucuna bağladığımız kırmızı bayrak da gözükmemeye başladı. Baktık ki, yapacak bir şey yok, bir araç bulup üste para vererek hurdaları aldırmak zorunda kaldık. Sonuçta tecrübeli bir işadamına karşı hurdacılar kazanmış oldu. Biz ticaretteki önemli bir kuralı atlamıştık: Malı zamanında satamazsan, üste para bile verirsin.
Siirt’te 1998 yılında CHP Kadın Kolları’nın bir toplantısı vardı. Ben de o toplantı için Siirt’e gitmiştim. Siirt’te CHP’li kadın yöneticilerle birlikte hamam sefası yapmıştık. O seyahat sırasında ‘Bıttım sabunu’yla tanışmıştım. Ve o günden beri Mardin, Şanlıurfa, Siirt, Batman civarına her gidişimde kalıp kalıp Bıttım sabunlarını İstanbul’a taşırım. Bıttım sabununun özelliğini bilmeyenler için yazalım, bu sabun bölgeye özel Menengiç bitkisinden yapılıyor, Bıttım bir çeşit fıstık. Cildi kurutmuyor, çok hafif bir kokusu var. Hatırlarsınız, bundan 3 yıl önce Prens Charles Türkiye’ye yaptığı seyahatte Mardin’e de uğramış ve Bıttım sabunlarından almıştı. Ne kadar doğru, tam bilemiyorum ama hâlâ Prens Charles’a sabunları gönderen üreticilerin olduğu söyleniyor. ‘Bıttım sabunu işte bu seyahatten sonra keşfedildi’ desek sanırım yanlış olmaz. Temizlik ürünleri, özellikle de hijyen ürünler üzerine dünyanın 175 ülkesinde faaliyet gösteren Johnson Diversey firması bölgeye gitti, bu sabunu inceledi, üreticilerle konuştu ve ortaya harika bir proje çıktı. Diversey, Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER), GAP Bölge Kalkınma İdaresi, Çok Amaçlı Toplum Merkezleri (ÇATOM) ve Mardin Valiliği ‘Kadından Kadına Köprü-Bıttım Sabunu Projesi’ni başlattı. Diversey Kurumsal İletişim Müdürü Rengin Erdinç ve Pazarlama Müdürü Mert Özruna’yla bu proje üzerine sohbet ettik. Rengin Erdinç, Diversey’nin projeye giriş kararını nasıl verdiğini anlatırken, “Bu proje bizim sürdürülebilirlik ilkemizle örtüşüyor. İnsanı, içinde yaşadığımız dünyayı korumak ve işimizi geliştirmek, bizim ana mizyonumuz” dedi. Sonuçta Mardin’de kurulan ‘Bıttım sabunu’ atölyelerinde hummalı bir çalışma başladı. Her yaştan kadın bu atölyelerde iş olanağı buldu. Malum bölgede kadın istihdamı çok düşük. Bu atölyelerde kadınlar hayatlarında ilk defa profesyonel anlamda çalışan kadınlar oldu. Ayrıca bugüne kadar evlerde, çok da hijyen bir üretim sürecinden bahsedemeyeceğimiz ortamlarda geleneksel yöntemlerle üretilen Bıttım sabunları proje kapsamında yenilenen atölyelerde hijyen koşullarda üretilmeye başlandı. Şık metal kutularda hem turistlere hem de otellere pazarlanmaya başlandı. Aralarında Çırağan, Dedeman, Sheraton, Rixos ve Holiday Inn gibi lüks otel zincirleriyle çok sayıda butik otelde artık Bıttım sabunu var. Rengin Hanım, “Doğrusu bir kadın olarak da beni çok duygulandıran bir proje oldu. Hem kaybolmaya yüz tutmuş bir değer yeniden hayat buldu, hem de ÇATOM’larda çok sayıda kadın geçim derdine çare buldu” diyor. Bu arada ‘Bıttım sabunu projesini’ Mardin Valiliği de çok önemsiyor. Bölgeye yılda 2 milyon civarında turist geliyor. Bu turistlerin Mardin ve civarından hediyelik olarak alabilecekleri ürün sayısı da hayli az. Şimdilerde Mardin’in resmedildiği metal kutular içinde satışa sunulan Bıttım sabunları aynı zamanda tanıtım açısından da önemli. Bu projenin bir kitabı da oldu. Fotoğraf sanatçısı Haluk Uygur’un objektifinden Mardin ve Bıttım sabununun hikayesi kitaplaştı. Diversey Pazarlama Müdürü Mert Özruna, yakında kitabın İngilizcesi’nin de basılacağını ve Diversey’nin faaliyet içinde bulunduğu ülkelere gönderileceğini, yurtdışındaki otellere de Bıttım sabununun tanıtımının yapılacağını söylüyor. Elimizin altında olan ama ne yazık ki değerini bilemediğimiz ne çok şey var... Umarım Bıttım sabunu Mardin’den başladığı bu yolculuğunda hem yöredeki kadınlar için sürekli bir geçim kapısı olur hem de bir değerimiz kaybolmaktan kurtulur.
Havuç, maya ve maydanoz kilo vermenize engel olabilir mi? Ya da “Baş ağrılarınız nedeni inek sütü”, “Kendinizi yorgun hissetmenize de pirinç ve kahve tüketiminiz neden oluyor” desem...Geçenlerde Türkiye’nin önde gelen şirketlerinden birinde yönetim kurulu üyelerinin York Test yaptırdığını duydum. “Bu test de neymiş?” diye araştırmaya karar verdim ve karşıma insanın hayatını değiştiren bu test çıktı. Ben de yaptırdım ama sonuçlarını almam için 10 gün beklemem gerekiyor. Bu testi araştırırken de bu testi yaptıran kişilerin deneyimlerini okudum. Biri, “Kilo verememenin nedeni domates ve buğdaymış, hayatımdan bunları çıkardım 3 ayda 8 kilo verdim” demiş. Bir diğeri, “Hayatımdan 4 gıdayı çıkardım, migrenden kurtuldum” diye yazmış...York Test 2004’ten beri uygulanıyor. İngiltere’de bulunmuş. Bir yıldır da Türkiye’de yapılıyor. Diğer gıda intoleransı testlerinden çok farklı. Bu arada konuya direkt girmeden açmakta yarar var: Gıda intoleransı bir sağlık problemi. İnsan vücudu bazı gıdalara karşı tepki veriyor. Kimine domates, kimine patlıcan, kimine buğday dokunuyor. “Dokunuyor da ne oluyor?” demeyin. Baş ağrılarınızın, kabızlığınızın, vücudunuzda zaman zaman beliren pütürcüklerin, kilo verememenizin, uykunuzu bir türlü alamamanızın nedeni bazı gıdalar olabilir. Çünkü bazı gıdalar sindirim sisteminizde problem oluşturup, iyice sindirilemiyor ve sindirilemeyen besinler bağışıklık sisteminde sorun çıkarıyor. Bir virüs veya bakteriymiş gibi bedeninize yerleşiyor. Bu nedenle de savunma sistemi faaliyete geçerek bu gıdalara karşı antikor oluşturuyor. Bu da beraberinde çeşitli sağlık sorunlarını getiriyor. Kilo verememe, yorgun uyanma, uyuşukluk, baş ağrısı hatta sırt ağrısı bile yapabiliyor. York Test’i Türkiye’ye getiren ekiptekilerle konuştum. Emre Teker York Test’in Satış Müdürü, Beslenme ve Diyet Uzmanı Seçil Kenar da York Test’e danışmanlık veren uzmanlardan. * Bazı gıdaların kişilerde farklı etki yarattığı çok uzun zamandan beri biliniyor değil mi? Bu testle tam olarak yeni ne bulunuyor? Seçil Kenar: Besin intoleransları hep biliniyordu. Örneğin bazı gıdalar şişkinlik yapar, bazı besinler bazı bünyelerde kaşıntı yapar gibi. Eskiden net şekilde hangi besinlerin hangi kişilere dokunduğunu bilemiyorduk. Bunu bulabilmek için biz hastalarımıza diyetler yaptırırdık. Bir gün hastaya yalnızca süt vermek, diğer gün yalnızca elma vermek gibi. Bu diyetler çok uzun sürerdi. Kişiler için de çok zor olurdu. Ayrıca örneğin hastaya ekmek veriyorsunuz, buğday mı gluten mi, maya mı hastaya dokunuyor bilemiyorsunuz. Çok uzun zamandır besin intoleransları konusunda çalışmalar yapılıyordu. 2004 yılında York Test bir teknik buldu, çok da kolay uygulanır bir yöntem. Ve bu test bu alanda en güvenilir sonucu veren test oldu. Emre Teker: York Test yeni teknolojiyi kullandı. Avrupa’da tek kabul edilen test bu alanda. Klasik besin intoleransı testlerinden farklı bu test. * Ne farkı var? Emre T: York Test kişiye hangi gıdanın nasıl etkisinin olduğunu söyleyebiliyor. Testin sonucunda bize 3 birim geliyor. Kırmızı, yeşil ve sarı sütunlarda gıdalarla ilgili kişiye özel bilgiler yer alıyor. Sarı sütun dikkat edin grubu, kırmızı grup sakının grubu. Yeşil grup ise rahatlıkla tüketebileceğiniz gıdalar grubu. * Örneğin bu verilere göre kırmızı bölümde çıkan ürünleri kesinlikle tüketmeliler mi?Seçil K: Bu sağlıkları için en iyisi olur. Ve kırmızı sütunlarda çıkan gıdaları tüketmediklerinde çok daha kaliteli bir yaşamları olur. Diyetlerde 6-9 ay içinde kesinlikle tüketmeyin diyoruz. Bazı besinleri vücudumuz, mikrop yabancı ajan gibi görüyor* Çok bilindik besinler var, bu besinleri tükettiğimizde kilo aldığımızı zaten biliyoruz...Seçil K: Ama herkese aynı etkiyi yapmıyor o besinler... Örneğin çok sağlıklı olarak bildiğimiz besinler de dokunabiliyor, havuç gibi.Herkesin metabolizması farklı, parmak izi gibi. Bazı besinleri vücudumuz mikrop, yabancı ajan gibi görüyor, sindirim sistemi tanımıyor, bunun sonucunda farklı şeyler oluyor. Metabolizma yavaşlıyor, yağ artışı oluyor, kilo dışında akne gibi kronik aknelerle de karşılaşılabilir, nedeni bilinmeyen ödemler, ishal, kabızlık, peklik olabiliyor. Uyku bozuklukları, gaz, şişkinlik, astım krizlerinin artması, mide kasılmaları, kronik yorgunluklar gibi birçok rahatsızlığa neden olabiliyor. * Her şey var neredeyse...Seçil K: Bir hastam sırt ağrısı yaşıyordu. Doktora gitmiş, duruş bozukluğuna bakılmış. Sonra başka doktora gitmiş, kalbine de bakılmış. Bize geldi, kilo problemi de vardı. York Test önerdim. Buğdaya karşı intoleransı çıktı. * Sırt ağrısının nedeni buğday mı? Seçil K: Evet. Sabahları tost yiyerek güne başlıyordu bu hasta, buna intoleransı olduğu için sabahtan başlıyor sıkıntı. Bu kişi hayatından buğdayı çıkardı, sırt ağrıları bittiTesti yaptıranların yağdan kilo verdikleri ortaya çıktı * Türkiye’de çok yeni bu test ama yurt dışından size bilgi akışı vardır. Bu testin sonuçları değerlendiriliyor mu? Emre T: Evet, İngiltere’de ve diğer Avrupa ülkelerinde en çok hangi gıdaların kimlere dokunduğu gibi araştırma verileri yayınlanıyor ama Türkiye için bu henüz erken. York Testi yapılmış diyetlerde kişilerin verdiği kiloları geri almadığı ve yağdan kilo verdikleri de ortaya çıkmış. Seçil K: Bu çok önemli. Örneğin kişi 10 kilo veriyor bunun 5 kilosu yağdan oluyor, York Testi yaptıran hastalarımın çoğunda 7-8 kilo yağdan kilo kaybı oluyor. Çünkü doğru besinleri tüketerek kilo veriyorlar. Diyetlerde önemli olan metabolizmayı en iyi şekilde çalıştırmak. Farklı örnekler vermek gerekirse; bizim bildiğimiz migreni tetikleyen besinler var. Maya, çikolata gibi... Bir hastama test yaptık, maydanoz, elma ve havuç çıktı. Migreni bu gıdaları almadığında sona erdi. Çilek ve domates çok kişide alarjendir ama sizde yapmayabilir. Çocuklarda iki yaşından sonra şikayet varsa öneriliyor * Bu testi hayatınızda bir kez yaptırmanın yeterli olur mu? Emre T: Çok büyük ameliyatlar, mide ameliyatları, travmalar geçirmediyseniz değişmez. * Kaç ülkede yapılıyor? Emre T: Avrupa ülkelerinin hepsinde mevcut. Arap Yarımadası’ndan da talep geldi çok kısa süre önce, oraya da gitti. * Çocuklara öneriliyor mu? Seçil K: 2 yaştan sonra bir şikayet varsa öneriliyor. 2 yaşa kadar metabolizma oturmamış oluyor. Şikayet varsa yaptırılıyor, aileler genelde inek sütü konusunda hassas. Oysa kalsiyum yalnızca inek sütünde yok. Bu test olmasa kimsenin aklına maydanoz yüzünden kilo veremediği gelmez* Bazı insanlarda çok fazla gıdaya intolerans bulunmasını neye bağlıyorsunuz? Emre T: Çok uzun süre hormon kullananların, yoğun antibiyotik kullananların bağırsak florası bozuluyor. Çok gıdaya intolerans çıkabiliyor. Aynı şekilde yoğun vitamin kullanmak da önerilmiyor. Seçil K: Genelde hastalar bu konuda uyarılıyor. Bir doktora başvurmadan antibiyotik ve vitamin alınmamalı. * Size her yaştan hasta başvuruyor mu? Seçil K: Geçenlerde 17 yaşında hastam ishal ve kabızlık çekiyordu. Okula gidemiyor, çünkü çok sıkıntılı. Ona test yaptık, onun da mayaya çok yoğun intoleransı çıktı, Hindistan cevizi, vanilya, badem, fıstık tüm kuruyemişlere de çıktı. Emre T: Bir süredir diyet yapan eczacı bir hanım, 6 ay kilo vermek için uğraşıyor 6 kilo vermiş toplam, yoğun ödem ve şişkinliği varmış. York Testi yaptırmış, maydanoz ve çavdara intolerası çıkmış. Diyetinde hep çavdar ekmeği yiyormuş, maydanoz suyu içiyormuş ama dokunuyormuş. York Test’ten sonra hızla kilo vermiş, çok mutluydu. Test olmasa kimsenin aklına maydanoz yüzünden kilolarını zor verdiği gelmez. 4 büyük futbol takımından üçü bu testi yaptırdı * York Test nerelerde yapılıyor? Emre T: İstanbul merkezli yapılıyor. Kontakt bayiler ve hastaneler var Türkiye genelinde. York Test yaptırmak isteyenlerin bize ulaşması doğru olur. * Kaç günde sonuç çıkıyor? Emre T: 10-15 gün içinde sonuç çıkıyor. Neticesi diyetisyen tarafından direkt bildiriliyor. Sakınması gereken ürünlerin yerine neler yiyebileceğini mutlaka söylüyor diyetisyenler. * Kimler yaptırıyor daha çok bu testi?Emre T: Yöneticiler, performanslarını en iyi şekilde kullanmak için yaptırıyorlar. Kilo vemek isteyenler, sporcular. 4 büyük futbol takımından 3’ü yaptırdı. Sporcular için de çok önemli.York Test kişinin diyet portföyü çıkarmamıza neden oluyor* Bazı gıdalar da zayıflamayı engelliyor...Seçil K: Evet. Zayıflamada farklı etkileri var. Biz diyetisyenler kan tetkiklerine bakıyoruz öncelikle hastanın. Şekerine, kolesterolüne bakıyoruz, hikâyesini, genetik yatkınlıklarını dinliyoruz. York Test ise daha kişiye özgü diyet portföyü çıkarmamıza neden oluyor. Sabah bir kişiye bir dilim kepekli ekmek, peynir yazabilirsiniz, değil mi? * Evet en klasik bu oluyor herhalde kibrit kutusu kadar peynir filan...Seçil K: Aynen. Peki ya bu kişinin hem buğdaya hem de inek sütüne intoleransı varsa... York Test sonuçlarında inek sütü ve buğday çıktıysa, farklı beslenmeli... Böyle çıkan bir hastamda peyniri değiştirdik, keçi peyniri verdik, çavdar ekmeği verdik, yulaf verdik, soya ve keçi sütü önerdik, hem kilo verdi hem de migren atakları bitti. Emre T: Avrupa’da da yapılan çalışmalarda diyetisyenlerin çoğu istiyor. Ayrıca York Test’in bir kimlik kartı var, hangi besinlere karşı intoleransınızın olduğu yazılıyor. Bu kartı çoğu kişi cüzdanında taşıyor. York Test nasıl yapılıyor? Yüzük parmağınıza bir kesik atılıyor, bu kesikten akan kanınız kibrit çöpünden küçük bir pamuğa sürülüyor. O kadar.
Krİzde eve kapanan tüketiciyi ’ev giysisi koleksiyonu’yla mağazalarına çeken Koton, yüzde 35 büyümeyi başardı. 2010’da ise tüketicinin neşesini yerine getirecek ürünlere odaklanan Koton mağazalarına önümüzdeki haftadan itibaren önce gözlük ardından da saat girecek. Koton’un kurucusu Yılmaz Yılmaz, “Eğlenceli ev aksesuarları da geliyor. Peluş oyuncaklar içinde sıcak su torbaları, USB bağlanabilen ördek, iPod’unuzu takabileceğiniz yastıklar satmaya başlıyoruz” dedi Koton eksiksiz bir başarı öyküsü. Türkiye’nin gurur duyacağı bir marka. Yurtiçinde de yurtdışında da başarılı. Bundan 2 hafta önce 66’ncı yurtdışı mağazalarını Libya’da açtılar. Geçenlerde bir tesadüf eseri Atina’da yaşayan bir arkadaşımın krizle ilgili izlenimlerini alırken Koton gündemimize geldi. “Yunanistan’da krizin uğramadığı duraklardan biri Koton” dedi arkadaşım. Daha önce mutlaka okumuş ya da duymuşsunuzdur; Koton Yılmaz Yılmaz ve Gülden Yılmaz çiftinin Kuzguncuk’ta 25 metrekarelik bir mağazadan yola çıkarak kurdukları bir marka. Deniz subayı Yılmaz Yılmaz’la, öğretmen Gülden Yımaz’ın yarattığı, gün geçtikçe büyüyen bir marka...2008’de dünyanın en önemli perakende organizasyonlarından biri olarak görülen MAPIC’te 3 marka ödül aldı. Yılmaz Yılmaz’ın deyimiyle bu ödül Türkiye’de pek anlaşılmadı ama Koton’un yurtdışındaki yolu bu ödülle birlikte daha da açıldı. MAPIC’te 71 ülke ve 2 bin 340 perakende firması arasından Apple, Abercrombie ve Koton ödüle layık bulundu. Dünyanın en önde gelen teknoloji şirketi Apple’ı sanırım anlatmama gerek yok. Abercrombie ise gençlerin son zamanlardaki en favori moda markası, bir hafta önce New York’taydım, Abercrombie’nin önünde her daim kuyruk vardı... Ve Koton... 1988’de kurulan, gerçek başarıyı 2001 krizindeki çıkışıyla yakalayan ve son krizde de büyüyen markayı Yılmaz Yılmaz’la konuştuk. Akıllı alışverişe yönelindi* Siz 2001 krizi döneminde mağazalaştınız ve hızla büyüdünüz. Krizlerde büyüyen bir marka olarak bildik sizi. Yurtdışında da çok mağazanız var. Global krizi siz nasıl yaşadınız? 2009’u yüzde 26 büyümeyle bitirdik, kriz sürecinde büyüyemiz ortalamada yüzde 35. 2009 bizim için kriz yılı değildi. Tüketiciler kriz dönemlerinde tüketim alışkanlıklarını gözden geçiriyor, daha akıllı alışverişe yöneliyor. Bu da Koton için avantaj. Çok çeşidimiz var, modayı iyi takip ediyoruz. Tüketici bu avantajları daha fazla fark etti kriz döneminde.* Çok çeşit derken, kaç koleksiyon hazırlanıyor yılda? Mağazalarımıza günde ortalama 45 yeni model giriyor. Yılda 15 bin model üretiyoruz... Bu anlamda rakibimiz yok. Çeşitlilik olunca müşterilerin bağımlılığı da yüksek oluyor. 2007’de Deloitte’a Romanya, Yunanistan ve Türkiye’deki müşterilerimizle yaptırdığımız bir araştırmada, müşterilerin yüzde 55’i Koton mağazalarına her hafta geldiklerini söyledi. İlk 3 ayda büyüme yüzde 40 * 2010 nasıl geçiyor? İlk 3 ayda yüzde 40 büyüdük. Yıl sonu hedefimiz yüzde 35. Bunun içinde Türkiye ve yurtdışı var. Gayet iyi gidiyoruz. * Yurtdışında 66 mağazanız mı oldu? Şu anda 66 mağaza var yurtdışında. Son Libya’da franchise mağaza açtık. Yunanistan, Romanya, Rusya, Almanya mağazaları bizde, 14 mağazamız var buralarda. Bunun dışındakiler franchise. * Rusya, Yunanistan global krizden çok etkilendi...Nazar değmesin! Biz geçen sene çoğu yurtdışı mağazamızda yüzde 40 büyüme yakaladık. Yunanistan’da yüzde 35 büyüdük, yeni bir mağaza daha açabiliriz. * Siz bu başarının altında müşterilerin taleplerini iyi bilen, çok çeşit üzerine kurulu, trendleri iyi yakip eden bir marka anlatıyorsunuz...Evet, bunlara ek olarak şunu söyleyebilirim. Koton hep Gülden Yılmaz ve Yılmaz Yılmaz’la tanınıyor ama Koton’da çok profesyonel ve işini severek yapan insanlar var. Genel müdürümüz Koçbank’tan genel müdür yardımcılığı seviyesinden bize geçen bir arkadaşımız. Bu binada gezerseniz göreceksiniz, karıncalar harıl harıl çalışıyor. Başardığımız şeylerden biri takım ruhu. Burada çalışanların hepsi buradan bir dünya markası çıkacağına inanmış arkadaşlar.* Kaç kişinin hayatını etkiliyor Koton? Çok farklı üreticileriniz var...Bu ince bir hesap, sanırım bu yıl 17 milyon adet satışımız olacak. * Her kadının evinde bir Koton ürünü var o zaman...Vardır sanıyorum. * Sizde de var mı?Var... Türkiye’deki imalatçı kapasitesi yılda maksimum 1-1.5 milyon adet üretimi gerçekleştirebilir. Biz aslında zincirleme bir etki yaratıyoruz. Koton bünyesinde franchise’larla birlikte 5 bin kişi çalışıyor, ama bu üretim zinciriyle 20 bin insana ulaşıyor, 20 bin kişi Koton’un yarattığı katma değerden yararlanıyor. ***** Lİbya maĞazamIz rekorlar kIrIyor * Libya’da da mağaza açtınız orada var mı Zara, H&M, Mango gibi rakipler? Şimdilik yok. Libya mağazamız rekorlar kırıyor. Libya’da ikinci mağazayı 1.200 metrekareyle açacağız. Şu anda Libya’daki rakipler yerleşik değil. Filipinler’den bile ’gelin mağazalarınızı açalım’ teklifi geldi. Dubai’de birlikte çalıştığımız The Landmark Group büyüklüğünde bir grup, bünyesinde 30 marka olan bir grup geldi. Mango’yu da Filipinler’e götüren onlar. Bizim yurtdışındaki performansımız iyi. Bunu yurtdışındaki yatırımcılar görüyor. Yılmaz Yılmaz, “Türkiye’de LCW’den sonra en çok perakende cirosunu yapan markayız. Perakende cirosu diye bir ciro var, markanın son satıştaki rakamını ifade ediyor bu ciro. 2010’u 450 milyon dolar perakende satışla bitireceğiz” dedi. *****Dünyadaki rakipler bizden korksun! * Sıkı rakipleriniz var. H&M, Mango, Zara... Siz kendinizi bu markalar arasında nereye koyuyorsunuz? Biz bir markaya benzemek yerine tüketicinin ihtiyacını anlayarak bu temelde büyümeye odaklandık. Genç ve kentli müşteri grubumuz var. Daha odaklıyız, özgün bir tarzımız var. Bakın, birçok yabancı zincir geldi, Türk markaları pazarda kaybolmuyor. Koton dünyanın farklı yerlerinde rekabet ediyor farklı markalarla. Onlar bizden korksun. *****DOGMA YIKMA GÖZLÜĞÜ TAKIYORUZ * Son krizde müşterinin hangi taleplerini değerlendirdiniz? Çok başarılı bir ev giysisi koleksiyonu yaptık. Koton Homewear... 2008 Kasım ayında kriz patladıktan sonra toplantımız vardı. Krizin etkileri var, insanlar daha az dışarı çıkıyorlar, çok para harcamak istemiyorlar. Madem böyle ev giysisi satışı artacak dedik, 20 mağazaya ev giysisi ürünlerini taşıdık, sonra koleksiyonu büyüttük. İnanın o kadar hızlı satıyor ki öyle böyle değil. * Evde oturanlar evde şık olmak da istiyor...Aynen. Firmalar genelde farklı fikirlerden korkuyor. Bazı patronlar da hiç korkmadan büyük risk alıyor. Biz enteresan fikir çıktığında bunun müşteri ihtiyacına dayanıp dayanmadığına bakıyoruz ve önce bu fikri 20 mağaza grubunda deniyoruz. Arman Kırım Hocamızla da yılda bir kere strateji toplantıları yapıyoruz. Dogmaları yıkma gözlükleri takıyoruz. ***** SOYUNMA KABİNİNDE SATIŞ * Eğlenerek üretiyorsunuz... Var mı son dönemde denediğiniz farklı fikirler?’Mesela soyunma kabinlerinde satış yapılmaz’ derler. Aslında soyunma kabinine giren müşteri satın alma kararına yakındır. Biz bunu da denedik, şu anda iyi gidiyor. * Aksesuarlar var artık Koton mağazalarında... Ayakkabı ve çanta da satıyoruz. Aksesuar da yıldan yıla arttı. * Başka yenilikler var mı? Önümüzdeki hafta Koton gözlükleri mağazalarda olacak. 2 ay içinde Koton saatleri de gelecek. Sonra eğlenceli ev aksesuarları gelecek. iPod’u yastığınıza takıp, yatarken müzik dinleyeceksiniz. Peluş oyuncaklar içinde sıcak su torbaları, oyuncak şeklinde hoparlör, USB bağlanabilen ördek gibi tüketicinin keyif alacağı ürünler satacağız.
Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer’in Akbank’ın Sürdürülebilirlik Raporu’nu açıklarken benim de içinde bulunduğum bir grup gazeteciye Ilısu Barajı’yla ilgili yaptığı ‘Ilısu Barajı son örnek olacak’ açıklamasına Doğa Derneği Başkanı Dr. Güven Eken’den yanıt geldi. Biliyorsunuz, Ilısu Barajı projesi çok eski bir proje. 12 bin yıllık antik kent olan Hasankeyf’i sular altında bırakacak bu proje yıllardır gündemde ama hayata geçmiyor. Son olarak bu projeye kredi desteği verecek olan yabancı konsorsiyumlar ‘çevre, kültür mirası’ etkisi yüzünden devreden çıkmışlardı. Almanya, İsviçre ve Avusturya Temmuz 2009’da geri dönüşsüz olarak bu projeden çekildi. Ancak gelinen son noktada Akbank ve Garanti Bankası’nın projeye kredi vereceği duyuldu. Doğa Derneği de bu bankaların projeden desteği çekmeleri için ‘Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi’ni başlattı. Önceki gün Suzan Sabancı Dinçer, Ilısu Barajı projesi bugün önlerine gelse destek vermeyeceklerini ifade etti ve bu anlamda da projenin son örnek olduğunu söyledi. Bu noktada Doğa Derneği Başkanı Dr. Güven Eken’in itirazı var. O da “İkinci bir Hasankeyf yok” diyor. Eken hem bir yazılı açıklama gönderdi, hem de kendisiyle konuştuk. Doğrusu dün sabah saatlerinden itibaren de Türkiye’nin farklı yerlerinden mailler ve telefonlar aldım. Bana ulaşan hemen hemen herkes ki aralarında Hasankeyf’i görmeyenler de var, “Ilısu Barajı’na destek verilmesin” görüşünde. Suzan Hanım da zaten bu konuda bir kamuoyu baskısı olduğunu söylemişti, yani onlar da bu baskıyı hissediyorlar. Gelelim Güven Eken’in açıklamasına...‘Akbank’ın son pişmanlığı fayda etmez, çünkü ikinci bir Hasankeyf yok’ diyor Eken ve şöyle devam ediyor: “Akbank tarihi bir yol ayrımında. Ya Hasankeyf’i yok edenler arasına dahil olacak ya da bu yanlıştan kendini kurtaracak. Ilısu Barajı, ancak Akbank kredi desteğini geri çekerse son örnek olabilir. Bu gerçekleşmezse, Ilısu Barajı, doğa ve kültür mirasını yok etmenin en acı örneği olarak tarihe geçecek. Akbank, benimsediğini iddia ettiği kültürel ve çevresel sorumluluk ilkelerinde samimiyse, derhal Ilısu Barajı projesinden çekilmelidir.”Eken’le sohbet ederken, bugüne kadar bankaların bu tip projelere ‘finansal açıdan’ baktıklarını, ‘çevre ve tarih mirası’ vurgusunu devletin yapmasının beklendiğini, bunun doğru olup olmadığını sordum. Eken’in yanıtı şöyle oldu: “Ilısu Barajı devletin projesi, ancak onun yok edeceği Hasankeyf ve Dicle Vadisi tüm dünyanın mirası. Hasankeyf ve Dicle Vadisi, UNESCO’nun on Dünya Mirası kriterinin dokuzunu birden sağlayan tek yer. Bu nedenle eşsizdir ve tüm insanlığın ortak mirası. Akbank’ın, Ilısu Baraj projesi ile olan ilişkisini bilimsel doğruları ve kamu vicdanını esas alarak belirlemesi gerekir. Ayrıca Akbank, Birleşmiş Milletler’in insan hakları ve çevreyle ilgili Küresel İlkeler Anlaşması’nı (Global Compact) imzalamış bir kurum. Ilısu Barajı, bu anlaşmanın neredeyse tüm ilkelerini ihlal ediyor. 50 yıl öncesinin eskimiş vizyonunu yansıtan bir baraj projesi, bugünün evrensel değerlerine ve standartlarına kesin olarak aykırı. Akbank bunu görmeli.”Banka üst yönetimleri acaba son kararlarını vermeden Hasankeyf’i gidip görse ve bundan önce diğer konsorsiyumların çekilme nedenlerine bakıp son kararlarını verseler, durum değişir mi?
Uluslararası Asya Pasifik Kanseri Önleme Organizasyonu’nun (APOCP) geçen hafta İstanbul’da toplantısı vardı. Dünyanın farklı ülkelerinden kanser uzmanları Türkiye’deydi. Bu organizasyonun başındaki isim ise hepimizin yakından tanıdığı Prof. Dr. Murat Tuncer. Kanser özel ilgi alanım. Ailemde kanser öyküleri hayli yoğun. Benim de genetik yatkınlığım testlerle saptanmış durumda. Ne yazık ki bu konferansı yurt dışında olduğum için takip edemedim, ama Prof. Murat Tuncer’le yoğun programı arasında buluşmayı başardık. Anlattıkları özellikle sigara içenlerin hiç hoşuna gitmeyecek, bunu baştan söyleyeyim ve buradan da sigara içenlere bir kez daha çağrıda bulunalım, “Çok geç olmadan bırakın sigarayı...” * Kanser vakalarındaki artış ne durumda? Kanser ülkemizde yüzde 4-6 arasında artıyor. Ama sigarayla ilişkin kanserler Amerika ve Avrupa’da azalıyor. * Akciğer kanseri dışında başka hangi kanserlerin nedeni sigara? Akciğer, gırtlak, mesane, sindirim sistemi kanserleri, yemek borusu, mide kanserleri... Bu kanser türlerinde Avrupa’da ve Amerika’da düşüş başladı. Kemik, kolon, beyin, lenfoma gibi kanser türlerinde ise artış var. Toplam kanserlerin Türkiye’de artış oranı aslında Amerika ve Avrupa’nın altında. Türkiye’de 2000 yılının öncesinde veri toplamadığımız için elimizde yeterli bilgiler de yok. 2001’den sonra topladığımız kanser bilgileri güvenli. Türkiye’deki verilere bakınca 2004’ten beri kanser vakalarında artış görülüyor. Ve toplumda kansere karşı daha fazla artış algısı var. “Burnundan kan geldi öldü” denilen tanısız hastalar vardı eskiden, şu anda hemen hemen tüm kanserlere tanı konuluyor. Yıllar önce eniştem lenfomadan ölmüştü, bir türlü kendisine lenfoma denememişti. Artık Türkiye’de daha kolay tanı konuluyor. Devlet hastaneleri eskiden sistemi arkadan takip ederdi, şu anda kanserde lokomotif devlet hastaneleri. Son yıllarda hızlı ve doğru tanı konulduğu için de kanser algılaması arttı. Ve çevresel nedenlerle gerçekleşen kanserler ve sigaranın yarattığı kanserler ileride olmayacak.Ülkemizde akciğer zarı kanseri 800 kat daha fazla görülüyor * Akciğer kanseri ortadan kalkacak mı sigara olmadığında? Yüzde 90’dan fazlasının nedeni sigara. Sonuçta tamamen kanser ortadan kalkmaz, çünkü kanser yaşlı hücre hastalığıdır. Hücresel yaşlılıktır kanser. Bu nedenle kanser insanlık olduğu sürece olacak. 1800’lerde de kanser her geçen gün artıyor denmiş, hâlâ artıyor. * Ama bazı kanser türleri sigara olmasa neredeyse çok az görülen kanser türleri arasına girecek...Evet. Farklı örnekler de var bu konuda. Örneğin akciğer zarı kanseri dünya ortalamasından 800 kat fazla Türkiye’de. * Neden? Özel bir toprak çeşidinden oluyor bu kanser. Toprakta olan doğal maddeden oluyor. Türkiye’de 1 milyon vatandaşımız asbestle karşı karşıya kalıyor, temas ediyor. Köylerin yerlerini değiştiriyoruz. Türkiye’de erozyon var, ağaçlandırma az, alttan asbest çıkıyor, bunlar tozla insanları etkiliyor. Bu yüzden bazı köyler taşınıyor. Şu anda Tuz Köy taşındı. Sigara kitle imha silahı gibi bu yüzyılda toplam 1 milyar kişiyi öldürecek* Yeniden sigaraya dönersek, sigara olmasa bazı kanser türleri hiç olmayacaktı diyebilir miyiz? Türkiye sigarayla tanışmasaydı ne olurdu? Her yıl yeni kanser tanısını konulan 150 bin kişi oluyor. 2010’da 155-156 bin beklenti var. Eğer tütün ürünleri olmasaydı bunların 90 bini olmayacaktı. Her gün 150 kanserli hasta kanser nedeniyle ölüyor Türkiye’de. Sigara öldürüyor, sigara kitle imha silahı. Bu yüzyılda sigara 1 milyar kişiyi öldürecek toplamda. Savaşlardan çok daha fazla insan ölüyor sigarayla. * İnsanlar sigaranın zararlı olduğunu bile bile içiyor, bırakmayı deneyip de başaramayanlar da çoğunlukta. Bağımlılık tedavileri mi yetersiz? Yaşam uzun değil. 60 yıl ortalama yaşam dersek, doğumdan sonra kalbimiz 1 milyar kere atıyor, hafızamız körleşiyor. Yakın ilişkileri alıyoruz hafızamıza, arabanın önüne atlarsan ölürsün, her gün sigara içersin 15 yıl sonra ölürsün. Türkiye’de her gün bir Boeing 737 uçağı düşecek kadar insan sigarayla ilişkin kanserlerden kaybediliyor. Kanser olduğunu öğrenenlerin yüzde 70’i sigarayı bırakıyor, kalanı eroin bağımlısı gibi...* Sigara yasağı sizce işe yaradı mı? Ben içmiyorum ve inanın şu anda içenler daha çok gözüme batıyor, sokaklar sigara içenler tarafından istila edilmiş durumda...Sigara yasağıyla birlikte yeni başlayanlar azaldı ve içenlerin başkalarını zehirlemesi de azaldı. İçenlerin bırakması zor. SGK’da sigara bırakmayı geri ödeme kapsamına aldırmaya çalışıyoruz. Kanser olduğunu öğrenenlerin yüzde 70’i hemen bırakıyor. Yüzde 30’u bırakamıyor, onlar eroin bağımlısı gibi. Bu yüzden de onlar için şunu düşünmek lazım, bu insanlar bağımlı hasta, tedavi olmalılar, şeker hastasının insilüne ihtiyacı olduğu gibi. Bir kanserli hasta sigara içmeye devam ediyorsa kemoterapinin ve radyoterapinin yararı yoktur. Sigara içen bir kanser hastasına yazılacak ilk ilaç sigarayı bıraktırma ilacı olmalıdır. Biz fakir bir halkız. Evine ekmek götüremeyenler sigara içiyor, kanser olunca harcamaları devlet yapıyor. O kişi sigara içmeye devam ederek kanser ilaçları alıyorsa bu israf. 200 bin dolar kanser ilacı veriyorsunuz toplamda, ama hasta aslında bu ilaçları sigara içmeye devam ediyorsa reddediyor. İlacın parasını verseniz de sonuç değişmiyor. Bile bile sigara içip kanser olanlara ödediğim vergilerle alınan ilaçlar haram* Sigarayı bırakamayanlara kanser tedavisi yapılmamalı mı?Bence insan hakları açısından yanlış olur. O kişi bence intihar ediyor. Elif Hanım siz sigara içmiyorsunuz, siz çalışıp vergi ödüyorsunuz. Sizin ödediğiniz vergilerden bile bile kanser olan insanların ilaçlarının parasının ödenmesi haksızlık değil mi size...* Siz böyle deyince evet haksızlık derim...Verdiğim vergilerden bile bile sigara içip kanser olan kişilere verilen ilaçları kendi adıma haram ediyorum. 2015’ten sonra Finlandiya ve İsveç ülkelerine sigara sokmayacak* Sigara yasağının ilerisinde adım atan ülkeler var, sizce biz de o noktaya gelir miyiz? Finlandiya ve İsveç 2015’ten sonra ülkelerine sigara girmesini yasakladı. Oralarda gençler arasında yaygınlık var. Sağlık konusunda çok hassaslar ve kesin yasak getiriyorlar. Kanada’da da böcek ilacı kullanmak yasak. Felsefi olarak baktığımızda bu dünya yalnızca insanlar için yaratılmış değil. Böceğin de, ayının da, insanın da hakkı bu dünya. İnsan olarak davranışlarımızı buna göre ayarlamalıyız. * Ya GDO’lu ürünler?GDO’nun insanlarda henüz bir etkisi saptanmadı. Ama sigaranın da 40 yıl önce etkisi saptanmamıştı. Ama GDO suları öldürüyor. GDO’lar böcek yaşamını yok ediyor, arılar yok oluyor. GDO alanları kendiliğinden büyüyor. Dirençli organizma bunlar. “Sineği, arıyı öldürelim ne olacak?” diyenler var ama yaşamı öldürüyorsunuz. Her şey döngü. * Bebek mamalarında GDO tartışması var. Bazı firmalar GDO’suz ürün açıklaması yapmadı...Ben biliyorsun çocuk hekimiyim. Bir bebek tek damla mama almadan büyürse ona verilmiş en büyük hediye olur. Bir bebeğin mamayla beslenmesi doğru değil. 6 ay mutlaka emmeli bebekler. Özellikle emziren annelerin kız çocukları kilo problemi yaşamıyor, yaşam boyu kansere az yakalanıyor, kendilerine güvenleri fazla oluyor, zekaları daha gelişmiş oluyor, emziren anneler de kansere daha az yakalanıyor. Emzirmek hem çocukların hem de annelerin sağlığı açısından önemli. GDO var mı yok mu mamada, bunu bulmak çok zor. Bazı firmalar GDO’lu ürün kullanmayacağım diye imza atmadı söylediğin gibi, bu da kuşku yaratıyor. Görme engelli kadınlar meme kanseri olmuyor * Görme engelli kadınlarda meme kanseri yok. İlginç değil mi? Bebekleri karanlıkta uyumaya alıştırmak lazım. Bir şehir asla geceleri gündüz gibi olmamalı. İnsanlar yatak odalarında karanlıkta uyumalı. Şehirlerin aydınlatılması, gürültü ölçümleri çok önemli. * Solaryum çok ciddi kanser tehlikesi içeriyor. * Denge kurmak lazım insan hayatında. Organik beslenmek zor Türkiye’de çünkü ulaşmak zor. Her şeyi mevsiminde yiyelim diye bir şey de yok. Kış ayında Brezilya’dan muz geliyor. Kışın Antalya’da domates yetişiyor. Bence öncelikle temziliğine önem vermeli meyve ve sebzelerin ama yine tekrar ediyorum. Sigara kanserin nedenlerinde ilk sırada. Kıyaslanmayacak kadar önemli. İçmiyorsanız yediklerinize dikkat edin. * Kanser aynı zamanda mutsuzluk hastalığı... Anksiyete ve stresin hangi genleri değiştirdiğini biliyoruz. Stresten uzaklaşmak lazım. Bu da insanın biraz da kendi elinde.