Dikkat eksikliği, öğrenme bozukluğu, kıskançlıkla ilgili bölümlerini iştahla okudum. “Böyle bir yöntem var ve niye bilmiyoruz?” diye de merak ettim. Ne yöntemi mi? Aslında çok basit. Rahat bir koltuğa oturuyorsunuz, kafanıza elektrotlar takılıyor, beyin dalgalarınıza bakılıyor ve varsa bir düzensizlik, tedavi başlıyor ama ilaçla değil, yine aynı yöntemle...Dünyada işadamları ve sporcular tarafından da kullanılan bir yöntem Neurofeedback. Bu yöntemden depresyon, otizm, epilepsi, şizofreni, alzheimer hastaları da yararlanıyor, performans artırmak, hayatındaki bir sorunu çözmek isteyenler de. İş performansını veya okuldaki başarısını artırmak isteyenler de bu yönteme başvurabiliyor, aşk acısı çekenler de.* Neurofeedback yöntemi nasıl uygulanıyor? Uyurken mi, bir ilaç alınıyor mu, acı çekiliyor mu, vücuda elektrik veriliyor mu? Çok basit. Önce beynin EEG’sini çekiyoruz. Sonra bize farklı nedenlerle başvuranlar oluyor, bunların hepsine yine aynı yöntemle işlemi başlatıyoruz. Hastaların kafasına elektrotlar yerleştiriliyor. Bir şapka geçiriyoruz genelde, jölemsi bir jel sürülüyor, beyin dalgaları 20 dakika izleniyor ve kaydediliyor. Daha sonra hastalara beyin dalgalarının nasıl olması gerektiği de izletiliyor. Hasta beyninin elektriksel akımını görüyor. * Kaç kez yapılıyor bu işlemler?Hastalara göre değişmekle birlikte her gün yarım saat uygulanıyor. Bir ay sürüyor. Bu işlem yapılırken hasta bilgisayar karşısında oturuyor ve bir oyun izler gibi ekrandaki görüntüleri takip ediyor. İşte o oyunlar sayesinde beyin dalgaları olması gereken gibi düzeltiliyor. Bu sİstem İlk olarak epİlepsİ hastalarIna uygulandI* Ne zamandan beri uygulanıyor bu yöntem? Çok eski aslında ama Türkiye’de pek bilinmiyor. 1989’da beyin dalgalarına bakarak psikiyatrik ilaçların tedavilere yanıt verip vermediğini araştırıyorduk. İlaçların etkisinin kısıtlı olduğunu gördüm. 1990’lı yıllarda Neurofeedback ile ilgili yayınlar çıkmaya başladı. New York ve Teksas’ta farklı 2 klinikte çalışmalar yapan uzmanların yanına gittim. “Nasıl bir şey bu?” diye baktım. Ben yetersizlikleri görüyordum. Tıpta yetersizlikler araştırmalara yönlendiriyor insanları. Psikiyatri eğitimi alıp da insanların iyileşmediğini görünce arayışa giriyorsunuz. * Hangi hastalara uygulanıyordu ilk bu yöntem? İlk olarak epilepsi hastalarına uygulandı. Benim oraya gittiğim dönemde, ilk görüşmelerde depresyonda hastalar iyileşmeyince, kişilere beynin kendi elektriksel akımını izletip düzenletmeyi deniyorlardı. Bana da bunu anlattılar ve gösterdiler. Ben ağız büktüm, “İlaçların yapamadığını nasıl yapıyor?” diye şaşırdım. Sonra sistemin içine girdim. Aleti uygulamaya başladım. Gerçekten de beynin hastalıklarında kanıtlanmış elektriksel akım bozuklukları var. Beynin elektriksel akımı incelenip kaydedildiğinde kişinin depresyonda olup olmadığı da anlaşılıyor. Bu FDA onaylı bir analist sistemi. Beynin bazı bölgelerinde elektrik akımı değişirse onu yeniden geriye döndürmeye de Neurofeedback yöntemi deniyor.DEPRESYON HASTALARINDA OLUMLU SONUÇLAR ALINIYOR* Siz o dönemde depresyonu tamamıyla ilaçla mı tedavi ediyordunuz? Evet. Depresyon hastalarına ilaç veriyorsunuz, ilaç kullanımını kestiğinizde yine geriye dönüş oluyor. Oysa baktım bu yöntemde 10-15 gün gibi zamanda çok olumlu yanıtlar alınıyor. * Uygulama bitince kalıcı oluyor mu? Biz daha sonra yıllar süresince bu yöntemi uyguladık. Güzel olan da kalıcı olması. Ayrıca beyne elektrik de verilmiyor. Çok güzel doğal bir şekilde beynin iyileşme gücüne kavuşmasını sağlıyorsunuz. * İlk NASA’da mı uygulanmış? NASA’da ilk epilepsi hastaları için uygulanmış. O epilepsi vakalarının dikkat problemi, hayattan zevk almama gibi problemleri de vardı. Epilepsi hastalığında kullanılan ilaçlar da intihar eğilimi yaratabiliyor... Bu yüzden araştırmalar yapıldı. Şizofreniden migrene kadar farklı hastalıklarda beyinde elektrik akımı bozukluğu var. * Kadın erkek farklılığı yok mu?Beyin dalgalarına baktığınızda kültür ve cinsiyet farklılığı yok. SON 10 YILDIR OLİMPİYAT OYUNCULARI KULLANIYOR * Sporcular çok kullanıyor diyorsunuz, onlar nasıl yararlanıyor Neurofeedback yönteminden? Son 10 yıldır olimpiyat oyuncuları kullanıyor. Doping sayılmıyor. Performans artırmak için 1 ay yapılıyor. Türkiye’de bu konular henüz çok yeni. * Türkiye’de uygulananlar yok mu? Çok az. Performans artırımı konusunda ciddi anlamda ilgili olanlar CEO’lar. Futbolcular ve futbol kulübü yöneticileri hâlâ farkında değil. * Bu yöntemi kullanan futbol takımları var mı? Milan, Real Madrid ve Chelsea kendi laboratuvarlarını kurdu. Oyuncular yararlanıyor bu yöntemden. Mesela bir oyuncu iyi ama sakin değil, kaotik olaylarda agresif oluyor, bu oyuncular için de bu yöntem çok önemli. Futbolda düşmeler de çok oluyor. Beyin de sarsılıyor. Elektrik akımı değişkenlikleri de olabiliyor. Bunların da farkedilmesi çok zor. Chelsea çok önemsedi bunu. Real Madrid, “İşler iyi gitmiyor” dedi ve Boston Üniversitesi’yle anlaştı, hemen başladı Neurofeedback yöntemini uygulmaya. * Niye Türkiye’de bilinmiyor bu yöntem?Türkiye’de literatürü okumayan hocalar var, bu yöntemin gelişmesini engelliyorlar.Kıskanç kişilerin iş performansları da düşüyor * Kıskanç kişiler, partnerini aldatanlar, çok eşliler de size başvuruyormuş. Onların da beyin dalgalarında sorun var? Çok var. Mesela çalıştığı iş yerinde işi bırakıp defalarca birlikte olduğu insanı arıyor, stresli, sürekli “Doğru mu söylüyorsun, neredesin?” diye soruyor, tekrarlayıcı davranışlar içine giriyor. İş performansı düşüyor, hayata küsüyor... Bu tip sorun yaşayanların beyin dalgalarını kaydettiğimizde düzgün beynin elektrik akımını yaymadıklarını gördük. Beynin elektrik akımı normale dönünce, bu tip kişiler kendi kendilerine, “Bu yaptıklarımı yapmamam lazım” diyor. * Siz bir şey söylemiyorsunuz? Aynen. Saplantı halinde olanlarda da yani aşk bağımlılığı olanlara da bakıyoruz. Beynin iki yarımküresine bakıyoruz. Elektrik akımı düzensizlikleri görülüyor bu kişilerde de. Bir yanlış anlaşılma olmasın, beyin dalgalarına bakınca “Bu kişi aşk bağımlısıdır” demiyoruz, aşk bağımlılığından şikayet eden biri geldiğinde beyin dalgalarına bakıyoruz. Aynı şekilde bu kişilerin de beyin dalgaları düzelince aşk hastalığından kurtuluyorlar. “O insan hayatımda olmazsa olmaz” diyebiliyor. * Ya aldatanlar, sık sık eş değiştirenler? Onların beyinlerinin sol bölgesinde bir düzensizlik oluyor. Frenleme sistemlerinde problem var. Kadınlarda da erkeklerde de beynin sol ön tarafında sorun oluyor. Aldatmayı dürtüsel yapıyorlar. Ama frenleme sistemi devreye girerse aynı beyin “Eş değiştir”, “Bunu da dene” derken birden durduruyor. * Vay!Ama tabii ki bunu istemeleri lazım. * Zorla eşlerini getirenler var mı?Boşanmadan önce gelenler var. İstekli olurlarsa uygulama ikisine de yapılıyor. İlişkileri negatif olan kişiler elektrik akımı normal olunca “Benim problemim yokmuş” diyor. Düzensizlik olunca negatif şeyler görülüyor, tersi olunca pozitifler açığa çıkıyor. Biz çiftlere “Evli kalın” ya da “Boşanın” demiyoruz. Zaten bizlere de genelde yardım almak isteyenler geliyor. Bilgisayar bağımlılarının beyninde dopamin oluşuyor* Bağımlılarla ilgili bölümlerde şaşırtıcı değişiklikler var. Kumar bağımlılarına bir yararı var mı?Bir kere bir kumar bağımlısı geldi. Adam hayatını kumardan kazanıyor. Kadın kocasının kumar bağımlılığından ve agresifliğinden söz etti, ben de “Bu bağımlılıktan vazgeçerse oynamaz” dedim, ama karısı “Kalk gidelim” dedi. Çünkü kumar sayesinde lüks hayatları vardı. Dediğim gibi bu yöntemin uygulanması için öncelikle kişi istekli olmalı. * Bilgisayar ve internet bağımlılığıyla ilgili de özellikle yurt dışında çok tercih edilen bir yöntem Neofeedback. 5 saat veya 15 saat bilgisayar ortamında kalanlar var. Zevk alıyorlar bunu yaparken ve beyinlerinde dopamin oluşuyor. Eğlenceli bir iş yapınca artıyor bu madde. Bilgisayar elinden alınınca dopamin düşüyor ve hırçınlaşıyor. Biz elektrik akımını düzeltince dopominlerini düzenlediklerini düşünüyoruz ki beyin saatlerce bilgisayarda oyun oynamadan da zevk alabileceğini gösteriyor. Harvard Üniversitesi 1997 yılında bilgisayar bağımlılıları ile ilgili yataklı ünite açtı. Ben o sırada Yale Üniversitesi’nde ihtisas yapıyordum. Çocukların günde 2 saatten fazla bilgisayar başında olması bağımlılık oluşturuyor ve gerçek hayattan kopuyorlar. Beynin gelişimi de ketlenmiş oluyor. İnce motor becerileri ve göz koordinasyonları da zayıflıyor. Türkiye’de de ebeveynler çocuklarını bilgisayar bağımlılığından kurtarmak için bize getiriyor.
Baba tarafım Üsküplü, anne tarafım Selanikli. Zamanında kan çekti o toprakları gezdim, gördüm ve çok etkilendim. Bosna’da savaşın başladığı dönemde gazeteciydim. Türkiye’nin Bosnalı çocuklara kucak açtığı günlerdi, oralara gidip yüzlerce çocuğu İstanbul’a getirdik. Aylarca o çocukları ziyaret ettim, hâlâ evimde onların benim için yaptıkları resimleri saklarım... O topraklarda 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük vahşet yaşandı. 312 bin kişi öldüBunun 35 bini çocuktu50 bin kadına tecavüz edildi18 bin kişi halen kayıp...O topraklarda toplu mezarlar var.Bosnalılar hep ‘mavi kelebekler’in izini sürüyorlar. Çünkü mavi kelebekler tek bir çiçeğe gidiyor. O çiçekler de yalnızca toplu mezarların bulunduğu yerde hayat buluyor...Her şey doğada gizli değil mi?Her yıl 11 Temmuz’da Bosna’da açılan toplu mezarlar için cenaze törenleri düzenleniyor. Son bir yılda ortaya çıkan toplu mezarlarda 800 kadar cenazenin kimliği tespit edilebilmiş. Bize önceki gün mavi kelebeklerin öyküsünü Tekfen Holding’in ve TEMA’nın kurucularından Nihat Gökyiğit anlattı. Buluşmamızın nedeni de aslına bakarsanız mavi kelebeklerin izini sürenlerdi... Bu yıl Bosna’da yaşanan vahşetin 15’inci yıldönümü. Tekfen Flarmoni Orkestrası da Srebrenica Inferno (Cehennemi) Oratoryası’nın dünya prömiyerini 6 Temmuz’da İstanbul’da Lütfi Kırdar’da gerçekleştirecek. Kurulduğu günden beri dünyaya barış ve kardeşlik mesajları veren oratorya bu kez çok anlamlı bir buluşmayı gerçekleştirecek. Gökyiğit, “Konser 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamına alındı. TRT Gençlik Korosu da konserde olacak. Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Haris Sladziç ve Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül himayesinde gerçekleştirilecek” diyor. Ve bu konserin bir ayağı da 10 Temmuz’da Saraybosna’da yapılacak. Nihat Gökyiğit sohbetimiz sırasında barışın altını sık sık çizdi. “Bu proje sizin orkestranız tarafından niye yapılıyor? diyebilirsiniz. Biz barışa çağrı yapıyoruz. Dünyanın en problemi bölgesi Hazar Denizi, Karadeniz ve Doğu Akdeniz sahilindeki 23 ülkeden müzisyenleri biraraya getiriyor orkestramız. Bunlar derler ki, ‘Bize bakın, geldiğimiz bölgeye bakın, dünyanın en problemli bölgesi; bütün anlaşmazlıkların çatışmaların olduğu bir bölge ama biz kardeşlik şuuru içinde, barış çağrısı yapıyoruz.’ İsrailli ile Filistinli bugün ne haldeler biliyorsunuz. Ama bizim orkestramızda yan yana müzik yapıyorlar. Ermeni ile Azeri, Türk ile Yunan ve Rus ile Ukraynalı yan yana barışa çağrı yapıyor” diye anlatıyor. Bu konserin İstanbul’da olması çok anlamlı olmalı, olacak diye düşünüyorum...Geçmişteki acıları konuşurken söz Gazze’de yaşananlara geliyor. Nihat Gökyiğit, “Ortadoğu’daki münasebetlerin sona ermesinin bir tek koşulu var; İsrail ve Filistin arasında barış. Bu barış olmadığı müddetçe bu sorunlar devam edecektir. Bu barışı da dünya zorlamaya başladı. Savaş tantanalarını önlemenin çaresi İsrail ile Filistin arasında yapılacak barıştan geçiyor. Kim bilir bu sorunlar çözüldüğünde bizim orkestramız da o bölgede konser verir” diyor...Gökyiğit, bir anısını da bizle paylaşıyor. Orkestraya 10 yıl önce ilk kez bir İsrailli ve Filistinli çağrıldığında Nihat Gökyiğit, Maçka’daki bir otelden rica etmiş ve ‘Lütfen bu arkadaşlar aynı odada kalmasınlar’ demiş. Otelden yetkili 2 saat sonra Nihat Bey’i arayarak, ‘Otele geldiler, yolda karşılaşmışlar ve arkadaş olmuşlar, aynı odada kalmak istediler’ demiş. Müziğin tılsımlı bir yanı var da diyebiliriz, bizi kimler düşman ediyor? diye de sorabiliriz...
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken’le görüşmeyi uzun zamandan beri düşünüyordum. Geçtiğimiz hafta Doğuş Otomotiv’in davetiyle Amsterdam’a gidince, “En kısa zamanda Güven Eken’i aramalıyım” dedim. Çevreye verdiği zarar konusunda geçmişi en karanlık ülkelerden biri olan Hollanda şu anda dünyanın en önde gelen doğa savunucusu ülke. Dönüp Türkiye’ye baktığımızda ise kafalar karışık. Dün Dünya Çevre Günü’ydü. Bu konuyu biz de ülkemizdeki sorunlar özelinde Doğa Derneği Başkanı Güven Eken’le konuştuk. * Siz neredeyse Türkiye’nin her yerindesiniz. Tarihi değerlerin, derelerin başında nöbet bekleyen köylülerin yanındasınız. Ve son 5 yıldır Türkiye’de bir çevre katliamı yapıldığını söylüyorsunuz. 5 yıl öncesine kadar iyi kötü bir çevre mevzuatı ve birtakım yanlışlıklar yapılsa da Çevre Bakanlığı’nın doğaya yapılan müdahaleler üzerinde düzenleyici bir yanı vardı. 5 yıl önce DSİ ile Çevre Orman Bakanlığı birleştirildi ve başına da Veysel Eroğlu getirildi. Şirketlerin ve kamu kurumlarının çevreye müdahalelerini engelleyen birim kalmadı. Şu anda Türkiye’deki her 3 kuş türünden biri, 3 endemik bitkiden biri yok oluyor. Maden Kanunu değişiyor, Çevre Orman Bakanlığı’nın etkisi yok. Derelere hesapsız kitapsız hidroelektrik santraller yapılıyor. Bu dönem Anadolu tarihinin doğa açısından en kara 5 yılıdır. Toplumlar kökleriyle varolur, toplumların kökleri de doğadadır. Konya havzasI olmasa Mevlana DA olmazdI* Doğaya zarar verirken köklerimizi de yok ediyoruz, diyorsunuz...Evet. Konya Havzası, Tuz Gölü olmasa Mevlana o dizeleri yazamazdı, Büyük Menderes olmasaydı felsefe bu noktada olmazdı, Kaz Dağları olmasa Aristo keşiflerini yapamazdı. Unuttuk. Diğer konuların telafisi olabilir. Ama doğayı yok ettiğinizde yerine yenisini koyamazsınız. Gerçekler üzerinden yönümüzü belirlememiz lazım. Gerçekler doğada. * AB uyum sürecinin bir etkisi olmuyor mu şirketler ve kamu üzerinde? Şu anda Türkiye’deki sivilleşme ve demokratikleşme yanılsama. Batı’da sivil baskılar sonucunda doğayla ilgili mevzuatları baştan aşağı değiştirdiler. Bizde doğa ele geçirilmesi gereken bir satıh gibi görülüyor. Batı’da değişim olduğunda teknoloji bu kadar gelişmiş değildi. Biz ise teknolojinin en çok kullanıldığı dönemde en cahil biçimde yararlanıp, doğaya müthiş zarar veriyoruz. Sonuç yıkım. TÜRK KÖYLÜLERİ KIZILDERİLİLER GİBİ...* Türkiye’nin farklı coğrafyalarında topraklarına, sularına sahip çıkan bir bilinç yükselmesi de yaşanıyor. Köylülerin Yuvarlakçay’daki veya başka yerlerdeki mücadeleleri Kızılderililerin beyaz adamlara verdikleri mücadele gibi. Doğanın içinde yaşayanlarla, oralara giren şirketlerin mücadelesi kıran kırana. * Geçenlerde bir dostum doğal yaşamdan yana olduğunu ama Ilısu Barajı’nın yapılmasına destek verdiğini söyledi. Entelektüeller doğa konusunu çiçek böcek meselesi olarak görüyor. Evimde çevre dostu ampul kullanırım, çöplerimi ayrıştırırım, domates yetiştiririm demekle doğa korunmuyor. Çift cam takarsak, arabamızı hibrit yaparsak, tatillerde havluları klozetin üzerine bırakırsak doğayı koruyacağımızı sanıyoruz. Şu yıllarda bu topraklarda insanlık için önemli coğrafyada teknoloji savaşı yaşanıyor. Dicle Nehri’nde yaşanan olayın anlaşılması lazım. * Ilısu Barajı çok eski bir proje...1950’lere kadar gidiyor... Dicle Nehri haritada bir çizgi değil. Yazı, yerleşik yaşam ve tarım Dicle Nehri’nin insanlığa verdiği armağandır. Hasankeyf bir dünya mirasıdır. Unutmayın, kökünü yok edenler yaşayamaz. * Hasankeyf gündemde, Türk bankalarının destekleyeceğinin duyulmasından sonra tepkiler yaşandı. Ama kamuoyunun gündeminde çok da yer bulmayan yerler de var.Toroslar işgalden geçiyor. Derelerin su kullanım hakları şirketlere geçti. Bu dereler Türkiye’nin tarım topraklarının su kaynağı. Toroslar’daki yatırımlarla Türkiye şöyle bir ayrıma geliyor, karnımızı mı doyuracağız yoksa ampul mü yiyeceğiz?* Türkiye’nin enerji yatırımlarına da ihtiyacı var... Enerji politikamızı gözden geçirmemiz lazım. Satılan dere sayısı 2000’e yaklaştı... İşin hazin tarafı kimse tam yanıt vermiyor. * Türkiye Su Meclisi diye bir platform oluşturuldu... Türkiye Su Meclisi il il, köy köy mücadele eden insanların örgütlenmesidir. İnsanlar seslerini yükseltiyor, yoksa aç kalacaklar...Vatanseverlik önemli bir şeyse öncelikle doğayı korumak gerek* Doğayı koruma konusunda en bilinçli ülke hangisi? Hollanda, o da kendi doğasını en üst standartlarda yok ettikten sonra bunu yaptı. Kendi doğasını yüzde 100 yok ettikten sonra bunun için çalışmaya başladı. Şu anda doğayı restore ediyorlar, milyarlarca euro harcıyorlar. Bizim bu yanlışları yapmamız lazım. Bizim dünyaya vadedeceğimiz olağanüstü teknolojik açılımlarımız, sanayi gücümüz yok. Çok önemli tarım topraklarımız da yok. Topraklarımızın çoğu yüksek rakımlı. Dağlık bir ülkeyiz. “Biz insanlığa ne vadedebiliriz?” diye bakmalıyız. * Siz bu soruya nasıl yanıt veriyorsunuz?Türkiye insanlığa bu topraklarda yaşamış kadim kültürlerin korunmasını, insanlığın en eski coğrafyasının korunmasını ve tüm insanlığın bunu öğrenmesini vadedebilir. Bu önemli bir niş. Bir toplum toprağını, insanlarını, binalarını kaybedebilir ama bir toplum doğasını kaybederse her şeyini kaybetmiştir. Çünkü yaşam doğadan gelir. Vatan sevgisi vatanseverlik önemli bir şeyse önce doğa korunmalı. Ülkenin sınırlarını korumak yetmez, sınırları koruyup içini mahvetmek vatanperverlik değildir. 2 milyon hektarlık Tuz Gölü’nü mahvettik. Erdek Yarımada’sını tamamen yok eden biziz. Karadeniz’in tüm derelerini paramparça eden biziz. Bu nasıl vatan sevgisi? Umarım doğa hareketi bazı insanların bunları düşünmesini sağlar.Derneğimizin arkasındaki güç uzakta değil doğada...* Sizin kaç üyeniz var, sizi kimler destekliyor? 7 yıl önce kuruldu Doğa Derneği. 1500 resmi üyemiz var. Bundan çok daha fazla gönüllülerimiz var. Doğa Derneği’nin 20’ye aşkın sponsoru var. Zaman zaman Amerika ve İngiltere’deki STK’lardan, BM’den, AB’de fon alıyor. Almanya’da stratejik ortağımız olan Doğa Derneği var. Doğa Derneği’nin arkasındaki güç uzakta değil, doğada. Hiçbir finans kuruluşunun gücü bizi bu noktaya getiremez. Ilısu Barajı’na destek verenler çevreci ve sanatsever olamaz* Son dönemde büyük şirketlerin çoğu çevre projesi yürütüyor. Akıllı binalara geçenler oldu, personeline eğitim verenler var, doğayla ilgili derneklerle destek veriyorlar...Evet ama dramatik örnekler de var. Ilısu Barajı’na destek vereceğiz deyip “çevreciyim” diyemezsiniz. “Sanata destek veriyorum” deyip Türkiye’deki en eski sanat eserini yok edemezsiniz. Ne yazık ki kamu vicdanının referansları tam oturmadı. Hasankeyf’e giden hiç kimse “Burası sular altında kalsın” diyemez. İnsanlığın yok edildiği yerde insanlık olamaz. Doğayı yok edenler çevreci olamaz. İnsan öldüren biri hümanist olabilir mi? Bunun gibi...* Hasankeyf’in sular altında kalacağı Ilısu Barajı projesinin gerçekleşmesini istemeyenlerin PKK’nın lobisinin uzantılarından etkilendiğini, destek gördüğünü iddia edenler var. Ne diyorsunuz?1950’li yıllarda PKK yoktu. O yıllarda yapıldı bu proje. Bu proje GAP’ın bir birleşenidir, ciddi ranttır, büyük baraj şirketleri bu işin tetikleyicisidir. Bunun ötesinde bir şey yok. Ayrıca çok önemli bir şey olsaydı, yani PKK ile ilgili olsaydı, Türk Silahlı Kuvvetleri büyük kuruluş, milli güvenlik meselesi olsa bankalardan kredi aramadan bu işi hallederlerdi. Milli güvenlik meselesi olsa bu işi çözmek DSİ’ye düşmezdi.
30 yılı aşkın süredir turizm sektöründe olan Delano Turizm’in sahibi Vedat Bayrak, Türkiye ile İsrail arasında yaşanan gerilimin turizmi etkileyeceğini ancak buna kriz demenin doğru olmayacağını söyledi. İsrailli turistlerin en sık geldikleri ülkenin Türkiye olduğunu kaydeden Bayrak, “İsrailli turistler fiyat odaklıdır. İlişkiler düzelince, ortam yumuşayınca en hesaplı ülke Türkiye’yi yine tercih ederler” dedi Vedat Bayrak 30 yılı aşkın bir süredir turizm sektöründe. Bayrak, Darüşşafaka Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde İdari Bilimler Fakültesi’nde okumuş. 1976 yılında Koç Holding’e yetiştirme elemanı olarak girdikten sonra da turizm sektörüne odaklanmış. 26 yıl Setur’da çalışan, Setur Genel Müdürlüğü’nden ayrıldıktan sonra kendi işini kuran Bayrak, Delano Turizm Yönetim Kurulu Başkanı. Bayrak, aynı zamanda 67 ülkede örgütlü, Türkiye’de 1.050 üyesi olan Skal İstanbul Kulübü’nün de başkanı. Turizm sektörünün deneyimli ismi Bayrak’la İsraille yaşanan son gerginliği ve 2010’daki beklentileri konuştuk. * 2009 yılı turizm açısından kötü bir yıl değildi. 2008’e oranla büyüme yaşanmıştı. 2010 yılından beklentiler de yüksekti. İsrail’le yaşanan gerginlik turizm sektörünü nasıl etkiler? Önce genel bir değerlendirme yapmak isterim. Turizm gelirlerinin bu ülkenin işsizliğine, döviz açıklarına ciddi katkıda bulunduğu ortada. 2009’da birçok ara malı ithalatı durdu. Turizmde ise yatırımlar devam etti. Yeni konaklama merkezleri, yeni alışveriş merkezleri açıldı, açılacak olanlar da var. 2010 yılında Euro Bölgesi’ndeki krizde Türkiye deneyimli olduğu için turizmde de çok iyi bir pazarlama stratejisi geliştirdi. Birçok ülkeye fiyatları evvelden ve belli düzeyde verdi. Geçen yıl dediğiniz gibi Türkiye’ye talep arttı. Gündemin değişmesi lazım* Çok sayıda kongre de vardı...Evet. İstanbul da turizm açısından en iyi yıllarından birini yaşadı. IMF toplantısı ve Su Forumu da bunları destekledi. 2010 yılında THY son 2 yılda planladığı yatırım politikalarının sonucu olarak iri gövdeli uçaklar aldı. Direkt seferler de turizmi destekledi. Bunların çoğu da İstanbul’u merkez haline getirdi. Bölgedeki birçok havayolu da THY ile bağlantı yapıp Avrupa’ya açılma yoluna girdi. İstanbul çok dolunca Antalya ve İzmir’de havaalanları da merkez haline geldi. THY yüzde 50 ortak olduğu Sun Express’in merkezini İzmir yaptı. Anadolu Jet de hareketliliği artırdı. Kara kapıları, deniz limanları ve havalimanları modernize oldu. Tanıtımlar iyi yapıldı. Geçen yıl Rus turistler ülkede Temmuz ve Ağustos’ta bazı yerlerde Alman turistlerin önüne geçti. Ukrayna’daki kriz 2010 yılını etkiledi ama Ruslar’ın talepleri halen devam ediyor. Ayrıca Avrupa’daki potansiyel turizmciler Türkiye’de ev sahibi oldu. Guletler dolu, Ege ve Güney otelleri rezervasyonlar bakımından iyi durumda görülüyor. Ne yazık ki bazı olumsuzluklar oldu. Etkilememesi söz konusu değil ama kriz demek yanlış olur. * Etki İsrail ile sınırlı kalır mı?Ben kalacağını düşünüyorum. En azından şu andaki duruma baktığımızda İsrail dışında bir rezervasyon iptali görülmüyor. Olacağını da sanmam. * Geçen yıl Davos’ta Başbakan’ın ’one minute’ çıkışı da olumsuz etki yaratmıştı değil mi? Evet. Ancak ‘one minute’ olayının üstü iyi politikayla örtülmüştü. Bu kez farklı bir durum söz konusu. Süreç nasıl işler, gerginlik ne kadar sürer, İsrailli yetkililer nasıl bir yol izler bilemiyoruz. Süreç durumun nasıl olacağını gösterecek, yani zamana ihtiyaç var.* İsrailli turistlerin en çok tercih ettiği ülkelerden biri Türkiye değil mi? İsrailli turist bir kere çok geziyor. Bölgede de en çok tercih ettikleri ülke Türkiye. Dünyanın en çok seyahat eden turistleri İsrailliler’dir. Onlar da Japonlar gibi çok gezerler. Çünkü çok küçük bir ülkede yaşıyorlar, oradaki sistem de turizmi destekliyor. Taksitlerle tatile çıkarlar. Uçak biletleri pahalı olduğu için Türkiye’yi tercih ederler. Müziği, yemeği çok severler. Sayıları Türkiye’ye gelen turistlerle karşılaştırdığınızda çok değildir ama İsrailli turistler sık sık gelirler Türkiye’ye. Geçen sene One Minute olayı çok iyi ele alınmıştı. Bu yıl ise farklı bir durum var. Bu olay gerçekten de çok daha büyük. Seçimler de yakın, iç politika malzemesi oluyor bu tip olaylar. Ve Gazze’deki olaylar dünya gündeminde. İsrailli turistlerin ilişkileri şimdilik Türkiye’yle tamamen koptu. Ama ben bunun çözüleceğine inanıyorum. İsrailli insanların seyahat etme özgürlüğü olmalı, Gazze’de yaşayanların da. Çok yeni bir trafik kazası oldu. 16 Rus turist yaşamını kaybetti. Ruslar da bu olaydan çok etkilendiler. Ama geliyorlar Türkiye’ye. Sonuçta turizm güven ilişkisi üzerine de kuruludur. * Siz olumlu bakıyorsunuz her şeye rağmen?Evet. Şu anda gündemin değişmesi lazım. El Al İsrail Havayolları 1.5 yıldır güvenlik açısından Türkiye’ye uçmuyordu. * İsrailliler de THY’yi tercih ediyordu...THY açığı doldurmuştu. Günde 2 kez uçuyordu THY Tel Aviv’e. Atlas Jet de uçmaya başlamıştı. Bu olay üzerine Atlas Jet uçuşlarını durdurdu. Ne kadar sürer bu olumsuz hava, tam bilemiyoruz. Bu konu Türkiye ve dünya gündeminde uzun kalırsa turizm etkilenir. Şu anda dünyadaki kriz ortamı bu bölgede yeni bir krizi kaldıracak durumda da değil. Çok uzun sürmeyeceğini düşündüğüm için umutluyum. * İsrailli turistler Türkiye’de en çok nereyi tercih eder?İsrailliler daha çok İstanbul’a gelirler. Son yıllarda Antalya’yı da tercih ediyorlardı. Antalya’da fiyatlar uygun, tesisler çok güzel. İsrailliler kültür turizmine ehemmiyet veren, lüks alışveriş yapan turistlerden de değillerdir. Ama tabiki turistlerin çok iyi para harcayanı da vardır hiç para harcamayanı da. Ekonomik kriz nedeniyle birçok şey de değişti. Ama İsrailli turistler öncelikle fiyat odaklıdır. İlişkiler düzelince en hesaplı ülke Türkiye’yi yine tercih ederler. İsrailli turistlere karşı genel bir kin olmazsa bu sorun çözülür çözülmez, gündemden kalkar kalkmaz buraya gelmeye devam ederler. * İsrailliler’in yerine Araplar artar mı? Zaten her yıl Arap turist sayısı artıyor. Son 5 yıldır böyle. Eskiden turizme bacasız sanayi derlerdi. Bugün bir fabrikayı kurmak istediğinizde arazi bulacaksınız, teknoloji getirecek yatırım yapacak, personel eğiteceksiniz, rekabet edeceksiniz... Halbuki turizmde her otel bir marka. Her seyahat acentası dağıtım şirketidir, beyindir. Oteller yapıldı, doğal güzellik var, personelimizi eğittik. Biz büyüyoruz. Bundan 10 yıl önce Antakya’da bir otel vardı. Şimdi 3 tane 5 yıldızlı otel ve SPA merkezleri, butik oteller var. Suriye’de Türkler otel yapıyor. Dedeman 3 otel açtı Suriye’de. Bulgaristan’da 3 otel açacaklar. Ürdün’de yatırımları olan arkadaşlarımız var. * İsrailli turistler Türkiye dışında sıklıkla nereye giderler? Bu yaz Türkiye’ye gelmeyecek olan turistler nereye gider? Yunanistan’ı tercih edeceklerini sanmıyorum. Orada da kriz var, nasıl bir yol izleyeceklerini bilemiyorlar. İsrailliler en çok Amerika’ya giderler. Tüm Şehİr KIvanç TatlItuĞ’u görmeye gelmİŞtİ * Türkiye çevre ülkelerde de turizm yatırımları yapar hale geldi...Evet, çünkü çevremizde turizm ürünleri yok. Bize gelmeyecekler de kime gidecekler? Ayrıca Başbakan da Arap dünyasına yönelik çok mesaj veriyor. Bugün Halep’te, Şam’da Vestel, Beko var. THY onların kullandığı bir havayolu oldu. İstanbul’a gelip oradan Londra’ya gidiyorlar. * Türk dizilerinin de çok etkisi oldu...Türkiye bu diziler sayesinde de merak edilen ülke oldu. Şam’daki Türkiye Büyükelçisi’ni ziyaret ediyordum, orada bir Türk şirketinin defilesi vardı. Behlül varmış, yani Kıvanç Tatlıtuğ, inanın yıkılıyordu defile. Sanki tüm şehir oradaydı. İsrailliler de Araplar da Türkiye’yi önümüzdeki yıllarda daha sıklıkla ziyaret edecekler. Güzel olan bizim ülkemizde kesinlikle bir ayrımın olmamasıdır. TÜRSAB BAŞKANI BAŞARAN ULUSOY: İsrail sorunu turizmde kriz yaratmaz, 2010 iyi geçecek YaŞanan gerginlikle birlikte İsrail’den gelecek turistlerin rezervasyonlarının tümünün iptal edilmesinden sonra Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy’la da konuştuk. Ulusoy konuya soğukkanlı yaklaşıyor, ’Biz bunu kriz olarak görmüyoruz’ diyor ve Türkiye’nin güvenilir bir ülke olduğunu vurguluyor. * İsrailli turistler bu sezon Türkiye’ye gelmeyecekler. İsrail’de yapılan açıklamalardan sonra rezervasyonlarını iptal ettirdiler. Bu Türkiye turizmine nasıl yansır? İsrail’den gelen turist sayısı belli, abartılacak bir rakam değil. Ayrıca biz onlara ısrarla ’burası güvenilir bir ülke, biz hoşgörülü bir milletiz, kapımız herkese açık, gelebilirsiniz’ diyoruz. Ülkemize gelen turistlerin can güvenliklerinin teminatını devletimiz veriyor. * Antalya’daki İsrailli turistler geri döndü...Dönmelerine gerek yoktu. İstedikleri gibi tatillerini yapabilirlerdi. Hepsinin dönmediğini düşünüyorum. Bir de bu tip gerginlikler olur. Siyaset başka bir şeydir. Herkesin tatil yapma özgürlüğü vardır. Türkiye de bir tatil cenneti. * İsraillilerin özellikle tercih ettikleri bir ülke değil mi Türkiye?Evet. Yemeklerimizi, kültürümüzü seviyorlar. Antalya ve İstanbul’a sık sık geliyorlar, yine gelsinler.* Geçen yıl da ’one minute’ olayı yaşanmıştı, yine İsrailli turistlerde kayıp olmuştu...Doğrudur. Son birkaç yıldır gelen turist sayısı düşüyor. Biz bu yıl minimum 70-80 bin İsrailli turistin gelmeyeceğini düşünüyoruz. Ancak sorun hızla çözülürse durum değişir.
Türkiye’de ‘Dünyanın Geçici Bekçileri’ kitabıyla tanınan ‘Küresel Raporlama Girişimi’nin fikir babası ve başkanı Mervyn King’le geçtiğimiz hafta Amsterdam’da sohbet etme olanağı bulduk. Doğuş Otomotiv Yönetim Kurulu Başkanı Aclan Acar’ın davetiyle katıldığımız sohbet toplantısında daha çevreci, daha şeffaf, daha verimli ve insan haklarına saygılı olmak için şirketlerin neler yaptıklarını dinledik. Doğuş Otomotiv, Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni (Global Compact) geçtiğimiz Mart ayında imzaladı ve ekonomik, sosyal ve çevre duyarlılığı alanında dünyanın en yaygın raporlama standardı olarak bilinen GRI (Global Reporting Initiative) sürecini de başlattı. Amsterdam’da gerçekleştirilen GRI Konferansı’nda 1.000’nin üzerinde katılımcı vardı. Mervyn King de ki ona herkes yalnızca ‘King’ diyor, bu işlerin duayen ismi olarak bize bilgilerini aktardı. Mervyn King’in anlatıklarına geçmeden önce Doğuş Otomotiv’deki değişimden ve bakış açısından söz edelim. Uçak yerine video konferans Aclan Acar, ‘Sürdürülebilirlik kavramı dünya gündeminde birinci madde. Dünyanın kaynaklarını en iyi şekilde kullanmak zorundayız. Bir makalede okudum ve çok etkilendim. Ortalama bir Amerikalı’nın tüketimini tüm dünya yapsa, 7.5 tane daha dünyaya ihtiyacımız olurdu. Aynı şekilde herkes Türkler gibi yaşasa 2 dünyaya ihtiyacımız olurdu’ diyor. Global Copact’ı imzaladıktan sonra Doğuş Otomotiv’de de adım adım değişim başlamış. Şirketin Maslak binasından Gebze’ye taşınmasına karar verilmiş. Yüksek katlı binadan yatay binaya geçiş sayesinde asansör kullanımı düşmüş. Ayrıca çalışma saatleri 09.00-18.00 yerine 08.00-17.00 saatlerine alınmış. 2008- 2009 yılları arasında işletme giderlerinde 40 milyon lira yüzde 26 oranında azalma sağlanmış. Trafikteki araçların emisyonu düşürülmüş. Bu arada bir grup gazeteci olarak bu toplantıları izledik. Amsterdam’a havayoluyla geleceğimiz Doğuş Otomotiv tarafından toplantı öncesinde bildirildi. Ve tüm ekibin bu toplantı için dünyanın karbon emisyonuna yaptığı ek hesaplandı ve buna denk gelen bir bedel de Hollanda’da çevreci hareketin içinde olan bir derneğe bağışlandı. Aclan Acar, bu bilgileri bizle paylaşırken şirket geleneğinde de bazı değişikliklere gittiklerini anlatıyor:‘Malum bizler çok seyahat ediyoruz. Tabii ki dünyayı kurtarma adına zinhar uçağa binmeyelim demiyoruz. Ama uçak yolculuğu yerine tele-konferansla toplantı yapılabiliyorsa tercih ediyoruz. Biz artık video-konferans sistemiyle Almanya’daki ağır vasıta üreticisi ortaklarımız Meiller ile toplantı yapıyoruz. Onlar da aynı sistemi kurdular. 3 bin euroluk bu sistemle tasarruf sağlıyoruz.’Dünyanın gidişatıyla ilgili sorumluluk duymaya başlayınca her şey nasıl değişiyor değil mi?*****Herkes hak ettiği devlet tarafından yönetilirMervyn King çok etkileyici konuşuyor. Dünya’daki çevre sorunu ve Türkiye’deki örneklerle ilgili kısa ve net konuşması, verdiği rakamlar tüyler ürpertici geliyor. Biz kendi aramızda fısıldamaya başladığımızda, ‘Hiç şikayet etmeyin ve şuçlu aramayın. Kimse şikayet etmesin, herkes hak ettiği devletler tarafından yönetiliyor’ diyor. Ne yanıt verelim? Haklı değil mi?King’in neler anlattığına gelince; ‘Dünyanın kaybedecek bir saniyesi bile yok. Yıllarca doğal sermayemizi yedik. Kaynaklarını sınırsız harcamaya dur demenin vakti geldi geçti.Dünya nüfusu 6.5 milyar ve 2045 yılına dek 3 milyar daha eklenecek. Bu nüfusa hangi temiz su kaynağı, hangi deniz, hangi tarım alanı dayanabilir?Yaşam tarzlarımızı, düşünce tarzımızı değiştirmek zorundayız yoksa yeryüzü elden gidecek.Karadeniz’i google’layın. Denizin yüzeyindeki 200 metre sadece canlı. 1800 metresi ölü, hayat yok. Bunu kim yaptı?’King’in iyi iş yapan şirketlerden verdiği örnekleri yazmakta yarar var:* Google sadece kendi havalandırma sistemi için dev bir güneş santrali inşa etmiş.* P&G de bir rüzgar santrali yapmış.
Türkİye’nİn önde gelen ofis mobilyası şirketlerinden biri olan Nurus, kriz dönemlerinde yaptığı atılımlarla dikkat çekti. Şu anda 30’un üzerinde ülkede hatırı sayılır projelerde Nurus’un mobilyaları kullanılıyor. Krizde Avrupalı rakipleri yüzde 35-50 küçülüp işlerini kaybederken Nurus Avrupa’dan daha çok iş alıp yüzde 35 büyüdü. Nurus’ta yeni hedef havalimanlarının terminalleri. Genel Müdür Güran Gökyay, “Antalya ve Sabiha Gökçen ile Türkmenbaşı terminallerini yaptık. Bu alanda büyümeyi hedefliyoruz” dedi Türkiye’de ofis mobilyası denildiğinde ilk akla gelen şirketlerden biri Nurus. Şirketin Levent’teki merkezinde şirketin yöneticilerinden Güran Gökyay’la buluştuk. Ankaralı Gökyay Ailesi 83 yıllık şirketi ayakta tutuyor, büyütüyor. Nurus yurtdışında da adını duyurmuş, büyük projelere imza atan, aynı zamanda da uluslararası tasarım ödülleri alan bir şirket. 30 ülkede 100’ün üzerinde bayileri var. Hindistan’dan İtalya’ya, Kuzey Afrika’ya kadar farklı ülkelerde başarılı projelere imza atıyorlar. 2009 yılında yüzde 35 büyüme gerçekleştiren Nurus, global krizde de büyümeyi başaran bir şirket. Güran Gökyay, son projelerini bize bilgisayardan gösterdi. Adını şimdilik vermek istemedikleri bir ülkede binlerce kişinin yararlanacağı bir kongre merkezi yapmış Nurus. Ülkeyi yazmamı istemedi ama bir ipucu verip, ’Çadırdan kongre merkezine...’ demekle yetineyim. Yakında uluslararası toplantıların adresi olacak. Şu anda Nurus’un yurtdışında yürüttüğü 11 proje var. Son olarak ofis mobilyası işinin dışında havaalanı terminalleri de yapmaya başlayan Nurus bu alanda da büyümeyi hedeflemiş durumda. * Siz üçüncü kuşak yöneticisiniz. Dedenizin kurduğu şirketin sorumluluğu şimdi siz ve kardeşinizde...Bu çok farklı bir sorumluluk yüklüyor insana. Biz yeni dünyayı, ihtiyaçları çok iyi takip ederek şirketi bu noktaya getirdik. Hedefimiz daha da iyi bir yere taşımak şirketi. Evet biz bir aile şirketiyiz ama aynı zamanda kurumsallaşmaya da önem veriyoruz. Henüz bunu başardığımızı söyleyemem ama yine de profesyonel kadroların önemine inanıyoruz. Nurettin Usta’nın yanında çalışan kişilerin çocukları hâlâ yanımızda çalışıyor. Çok uzun zamandan beri bu yolda bizle birlikte olan çalışanlarımız var. Bu da bizim gücümüz. * Avrupa’da da çok iş yapıyor musunuz? Son olarak Belçika’da bir eyalette devlet binası yaptık. 2 bin 400 kişilik ofis binası, yatay bir bina... * Krizde Avrupa’dan iş aldınız.Evet. Avrupa’da da malum kriz büyük. Ofis mobilyası firmalarının ciroları yüzde 35-50 arasında düştü. Batan dev firmalar oldu. Biz Belçika’da sembol binalarından birini yaptık. Pentagon binasının bir versiyonu gibi. Tüm kişilerin çalışma istasyonları motorlu yükseklik ayarlı. Kişinin kullanımına göre masaların boyu değiştirilebiliyor. Herkesin bedeni farklı. Uzun bacaklısı var, kısa boylusu var. Kilolusu var, minyonu var. Masanın, ofis sandalyelerinin fonksiyonları çok önemli. Bel ağrısı, sırt ağrısı yaşayan birinden verim alamazsınız.* Türkiye’de bu hassaslıkta şirket var mı? Var ama sayıları az. Nurus’un Türkiye’den hissedildiği noktayla Avrupa’da hissedildiği nokta farklı. Çıkarmış olduğumuz ürün ayarı ve kalitesi yeni fikirleri aynı çatı altında topluyor. Örneğin bu hafta büyük bir projeye davet edildik. 11 bin kişilik ofis projesi Avrupa’da. Türkiye’den davet edilen tek firmayız. Avrupalı rakipler küçüldü* Kriz sizi teğet geçmiş...Yıllardır büyük ölçekli projeleri yönetiyoruz. Bundan 5 yıl önce Belçika’da Dexia Bank’ı yaptık. 7 bin kişilik bir binaydı. Bizi biliyorlar. Kriz Avrupa’yı çok etkiledi ama biz bu kriz ortamında da iyi işler aldık. * Siz kaç ülkede iş yapıyorsunuz?30’un üzerinde. Bugün Türkiye’deki yabancı firmaların yüzde 75’inin ofis mobilyasını biz yaptık. Türkiye’de mobilya konusunda inanılmaz bir savaş verildi. Avrupa’da birçok ofis mobilyası firmasının sahipleri fonların, bir kısmı da uluslararası iş yapan Amerikan şirketlerinin aldığı Avrupalı şirketler haline geldi. Şu anda Avrupa’da 14-15 tane kuvvetli ofis mobilyası şirketi var. * Biraz önce ‘Ofis mobilyası sektöründe Avrupa’da yüzde 50’lere varan bir düşüş var’ dediniz. Onlar iş yapamazken siz nasıl iş yapıyorsunuz? Avrupa’nın yumuşak karnı var. Distributörlerle büyümüşler. Satıcılar müşteriye dokunanlar. Bu yüzden krizden çok hızlı etkileniyorlar. Bir de Avrupa Avrupa’ya mal satıyordu, çok daraldılar. Türkiye ise krize alışkın. Teknolojiye yaptığımız yatırımlar da büyük artı oldu bizim için. Avrupa dışındaki ülkelerden de büyük projeler alıyoruz biz. * Avrupa’ya ilk ne zaman açıldınız?Avrupa’da bizim ilk çıkışımız 2001. O dönemde şöyle bir iş yaptık. Standart mobilyayla çıkış yapmaya kalksaydık çıkamayacaktık, biz en üst yapıdaki ofis mobilyasıyla çıktık, kaliteli, zor, bulunmayan mobilyalarla çıktık. O segmentte boşluk vardı. Sonra üzerine ürün ekledik. * Hep krizlerde çıkışlar bulmuşsunuz... Şu anda da yurtdışında farklı projeler yürütüyorsunuz. Son olarak da havaalanı terminallerine girdiniz...Evet. Antalya ve Sabiha Gökçen havalimanlarının terminallerini ve Türkmenbaşı terminallerini yaptık. Bu alanda da büyümeyi hedefliyoruz. Bizim yaptığımız mobilyalar çok dayanıklı ve kullanışlı. Havalimanları da bu anlamda bizimle örtüşüyor. 24 saat kullanılan, hijyen, dayanıklı ve göze hitap eden terminaller konusunda iddialıyız. Burada da bölgesel güç olmayı hedefledik. Erkekler için puro bölmesi, kadınlar için makyaj kutusu MOBİLYALARDA, iş hayatını kolaylaştırmanın yanı sıra, kişisel ihtiyaçlarınıza cevap verecek fonksiyonel detaylara da dikkat ediliyor. Çalışma masasının üzerine dosya kağıdı, kartvizit ve ataçları koyabileceğiniz evrak sepetleri eklenebiliyor. Erkekler için sedir ağacından yapılmış sigara ve puro bölmeleri, kadınlar için aynalı makyaj kutuları bulunuyor. Ya da yedek ayakkabı veya gömleğinizi ofis mobilyanızın içinde saklayabiliyorsunuz. Güran Gökyay, amaçlarının uzun soluklu ürünler yapmak olduğunu anlatıyor ve ekliyor: “Hayata geçirdiğiniz iyi bir ürün 3-5 senede atılmamalı. Kendini yenileyebilmeli. Biz stillenmiş veya formlanmış objeler yerine zamansız ürünler üretmeyi tercih ediyoruz. Mesela, şirketlerde eleman değişimleri sık sık olabiliyor, ürünler herkese uyum sağlamalı. Hiçbir zaman ofisleri işinizi bitirip, çıkacağınız alanlar olarak düşünmedik. Bundan 5-6 yıl öncesine kadar yaşam alanı tanımı evler için yapılırdı. Biz iş yerlerini yaşam alanlarına dönüştürüyoruz. Örneğin Taklamakan oturma ünitesi bir orta alan ürünü. Ofiste, evde veya yatak odasında kullanılabilir. Biz ofis içinde kullanılacak şekilde sunduk. Ev-ofis fikri ise 10 sene önce ortaya çıktı. Yeni mobilyalar tasarlandı fakat bu iş yürümedi. Nedeni de üretim için insanın insana ihtiyacı olması. Sadece bilgisayardan doküman yollayarak işler yürümüyor. Biz ofislere yaşamı katıp, ev rahatlığını getirdik.” Bölgesel güç olacağız 20 yıldır “Biz bölgesel güç olacağız” dediklerini vurgulayan Güran Gökyay, şöyle devam ediyor: “Yatırımlarımızı buna göre yaptık. İyi teknoloji gerekiyor bunun için. İyi ürün tek bir noktada yetmiyor, fazlası gerekiyor. İlk önce farklılığı ev mobilyasından ofis mobilyasına geçiş kararında yakaladık. Uzmanlaştık zamanla. Müşterileri çok dinliyoruz. Müşteri ihtiyaçları iyi ortaya koyarsa, projeyi birlikte yönetirseniz sonuç çok daha iyi oluyor. Türkiye’de de şirketlerin 4-5 yıldır farkındalıkları arttı. Personelin o iş yerinden elde ettiği mutluluğu düşünmeye başladılar. Yaptığımız yatırımlar sayesinde aranan bir şirket olduk * Siz bu işi kendiniz seçmediniz... İşin içinde kendinizi buldunuz değil mi? Amerika’da okumuşsunuz... Sizin işe başlamanız nasıl oldu?Aslında ben 20 yaşına kadar bu sektörle, bizim işimizle ilgilenmedim. İlgilenmeyi de düşünmüyordum. Başka şeyler vardı aklımda. Bu arada ticarete de yatkın bir yapım vardı ve aslına bakarsanız çok küçük yaşlardan beri de çalışıyordum. Ama 20 yaşında kendimi bir anda şirkette buldum. Kardeşim Renan Gökyay endüstriyel tasarım okudu. O da işin başında. Ben de işletme okudum. Biz Nurus Ailesi olarak işimizle evliyiz. * 1927 yılında dedeniz Nurettin Usta kurdu şirketi. Ev mobilyasından ofis mobilyasına geçiş ise en önemli dönüm noktalarından olsa gerek... 1983 yılında Nurettin Usta’nın ev mobilyası işi kabuk değiştirdi. Nurus adını aldı. 1988’den itibaren endüstriyel ürünlere yönelmeye başladık. O yıllarda bunlar Türkiye için çok yeniydi. Biz de genelde bu işi Türkiye’ye gelmiş yabancılara anlatabiliyorduk. İlk olarak onları yurtdışından mobilya getirmekten vazgeçirdik. 1994’te atölye ortamından çıktık. Çok büyük yatırım yaptık. 80’inci yılımızda da 24 bin metrekarelik bir tesis haline getirdik fabrikamızı. Son yıllarda yaptığımız yatırımlar sayesinde aranan bir şirket olduk. Çünkü bir ofis için gereken her şeyi, her mobilyayı sağlıyoruz. Ofis koltukları konusunda uzmanlaştık. * Ergonomik koltuklarınız...Artık herkes ergonomik diyor. Bizim kurduğumuz teknoloji üstün. Aliminyum içine plastik enjekte edebiliyoruz. Farkımız da dünyanın her yerinde anlaşıldı.
Doğuş Otomotiv Yönetim Kurulu Başkanı Aclan Acar Merkez Bankası eski yöneticilerinden. 36 yıllık iş yaşamının 16 yılı Merkez Bankası’nda geçen Acar, 20 yıldır da Doğuş Grubu’nda. Doğuş Otomotiv Türkiye’de kurumsal sorumluluk alanında bir ilke imza attı. Bu vesileyle biz de Amsterdam’dayız. 2 yılda bir toplanan Global Reporting Initiative’in (GRI) atmosferini kısa süreliğine soluma imkanı bulduk. GRI, 1997 yılında temelleri atılan BM Çevre Programı (UNEP) ve BM Küresel İşbirliği Sözleşmesi ile işbirliği içinde çalışan bir kuruluş. Amacı şirketlerin sürdürülebilirlik raporlaması yapmasını sağlamak. ‘Bu neden önemli?’ konusuna daha sonraki günlerdeki yazılarımda değineceğim. Dünya hızla değişiyor. Bu değişime ayak uyduranlar da geleceği şekillendirecek. Bu konulara girmeden önce global krizi Aclan Acar’la masaya yatırdık. Enflasyon krizi geliyor‘Ne olacak Yunanistan ve İspanya’nın durumu? Bu ülkelerdeki kriz bizi nasıl etkiler’ diye sorarak sohbete başladık. “Bir-bir buçuk yıl sonra dünyada bir enflasyon riski ortaya çıkacak gibi görünüyor. Enflasyon riski ortaya çıkınca faiz oranlarını yukarı çekecekler. Bu krizden sonra gündemde olacak konu enflasyon ve enjekte edilen sıcak paranın nasıl geri alınacağı...” Aclan Acar, Türkiye’nin global krizi Amerika ve Avrupa gibi yaşamadığının altını çiziyor. Ama yurtdışında yaşanan daralmanın ve krizin psikolojik etkilerinin Türkiye’yi de vurduğunu ifade ediyor. Konu Türkiye’nin işsizlik sorununda kilitleniyor. Hizmet sektörü, tarıma dayalı sanayi gibi sektörleri Acar da öncelikli olarak ele alınması gereken sektörler olarak dile getiriyor. Doğuş Otomotiv son dönemde hizmet sektörüne yatırımlarını artırmış. Satış sonrası bakım ve tamir hizmet ağını genişletmiş. 1.100 kişi bu alanda çalışıyor. Yetkili satıcılarla bu sayı 15 bini aşıyor. Dengeler değişecekAvrupa’da yaşanan daralmanın euronun değerini düşürüceğinin altını çizen Acar, şöyle devam ediyor: “1 euro 1 dolar olabilir. Euronun rezerv para olma özelliğine bakarak değerlendiriyorum. Avrupa sorunlarını çözmek için paranın arzını artıracak. Böyle olursa değeri düşer. Euronun dolara karşı değer kaybetmesi bizi çok etkilemez. Euronun Türk parası karşısındaki durumu bize etkiler. İhracatımızın yüzde 55’i Avrupa Birliği ülkelerine. Düşük bir değerde olsa bile euro rezervi tutan ülkeler var. Bu ülkeler bundan vazgeçerse euronun değeri daha hızlı düşer. Avrupa Birliği ülkelerinin ticareti genelde kendi içlerinde. İspanya’daki yazlık konutları Almanlar ve İngilizler alıyor. Daralma onları da dış pazarlara itecek. Dengeler değişecek. Bu da Türkiye’yi de etkileyecek. İşsizlik sorununun bir Merkez Bankası eski çalışanı olarak kur politikasıyla çözüleceğine inanmıyorum. Biz şimdi daha fazla ihracat yapacağız diye paramızın değerini kaybetmemeliyiz. Yunanistan’a bakın, para bastı, finansman yaptı, Hazinesi’ni borçlandırdı. Bugün iflas noktasında. Devlet açık finansman yapmamalı. Bu konuda benim endişem yok. Merkez Bankası işsizliği önleme adına kur politikasıyla oynamamalı. İşsizliğin temel yapısal sorunlarını çözecek önlemleri devlet almalı. Aksi halde kur politikasıyla getirilen çözümler ülke ekonomisine daha büyük sorunlar getiriyor.” *****Kriz birilerini teğet geçti 2.5 yılda 45 Bentley satıldı Sohbetimiz sırasında Doğuş Otomotiv’in krizi nasıl geçirdiğini de konuştuk. ‘2008’in son aylarında otomobil satışı neredeyse durdu’ diyen Acar son 2.5 yıl içinde Türkiye’de 45 Bentley sattıklarını da söyledi. Kriz birilerini teğet geçmiş! Lamborghini, Bentley ve Bugatti gibi lüks otomobillerin de satışını yapan Doğuş Otomotiv henüz Türkiye’de Bugatti satamamış. Bugatti, Avrupa’da 1.5 milyon euro değerinde, Türkiye’de bu rakam vergilerle birlikte hayli artıyor. Türkiye’deki tek Bugatti’yi Palmali Grubun sahibi Mübariz Mansimov’un erkek kardeşi kullanıyor. Acar, “Onlara biz satmadık, dışarıdan almış olmalılar” diyor.
Metro Grup Türkiye Başkanı Nurdan Tümbek Tekeoğlu, uzun süredir tartışılan Perakende Yasa Tasarısı’nın bakkalları kurtarmayacağını söyledi. Bakkalların işini öldürenlerin indirim mağazaları olduğunu belirten Tekeoğlu, “Bu tasarı kesinlikle bakkalların hayatını kurtaramaz. Büyük mağazacılık yasa tasarısı büyük mağazaların yatırım yapmasını zorlaştırmak, bir gecede indirim mağazası açılmasına ses çıkarmamak üzerine kurulmuş gibi görünüyor” dedi Metro Grup Türkiye Başkanı Nurdan Tümbek Tekeoğlu’yla farklı vesilelerle biraraya geliriz. Her görüşmemizde Nurdan Tümbek Tekeoğlu’nun anlattıkları zihnimi kurcalar ve onun gibi kadınların Türkiye’de olmasından gurur duyarım. Çok çalışkan, bulunduğu konuma tamamen kendi emeğiyle gelmiş bir kadın. Aynı zamanda çok iyi bir anne. Yürüttüğü sosyal sorumluluk projeleri dünya çapında ilgi görüp, ödüller aldı. O da bir iş kadını olarak binlerce genç kızın hayatını değiştirmek için çabalıyor. Bu kez Nurdan Tümbek Tekeoğlu’yla Pazarın Patronu röportajı için buluştuk. Doğrusu rakamlarla dolu bir röportaj da çıkabilirdi ama öyle olmadı. Nurdan Tümbek Tekeoğlu müşteri davranışlarındaki, perakende sektöründeki yenilikleri ve Türkiye’de yapılması gerekenleri anlattı. * Almanya’nın en büyük şirketlerinden biri Metro. Uzun zamandan beri de Türkiye’de. Son krizi siz nasıl yaşadınız? Metro Grup içinde farklı şirketler var. Metro Gross Market toptan satış yapıyor, bir diğeri Real Hipermarket zinciri, bir diğeri teknoloji marketi Media Markt, diğeri de alışveriş merkezleri yapan Metro Emlak yönetim şirketi. Ümraniye ve Merter’deki Meydan ile Hüsnü Özyeğin’le ortaklığımız olan M1 Alışveriş merkezleri var. (Konya, Adana, Antep ve Kartal’da var)* Kaç tane Real var Türkiye’de?14 tane var. Media Markt da 16... 14 de Metro Gross Market var. Metro Gross Market’in Genel Müdürü Hakan Ergin krizin başlama alametleri çıktığında, ’Halk çikolatadan şekere, pirinçten bulgura dönerse kırılma yaşanır’ dedi.* Yaşandı mı? Hayır. Böyle bir şey yaşanmadı dedi. Türkiye nispeten daha az etkilendi krizden. Pirinçten bulgura dönmedi. Metro Grup’un satın alma şirketi vardı. Real ve Gross Market merkezi kanaldan satın alma yapıyordu. Kriz gelmeden şirketlerin kendi adlarına alım yapmalarının daha doğru olduğuna karar verdik.* Neden? Müşterinin neyi alıp almamak istediğini oradaki satış ve pazarlama elemanları daha iyi gözlemliyor ve bunu satın almaya hemen söylüyor. Bu çok önemli. Çünkü artık müşteri beklentileri de çok farklı. Ürettiğimi satarım dönemi bitti. Şirketler üretmeye başladılar, pazarlama ve farklı alternatifler ortaya çıktı. Pazarlama ve reklam faaliyetleriyle insanlar etkilenmeye başladılar. Müşteri önemli olmaya başladı ama yine de tedarikçiler ön plandaydı. Şimdi farklı bir dönemdeyiz. Artık satıcı önemli. Üretici değil. Sosyal medya müşterileri çok etkiliyor. Anında haberler yayılıyor. Dijital teknoloji, bloglar insanları çok etkiliyor. Müşteri hassasiyetleri artık her şeyin önünde. * Markasız ürünlere kayış ne oranda oldu? 2001 krizi gibi olmadı. Private Label’ların en üstlerinde en kalitelilerine kayış oldu. 2009’da Metro açıldı Pendik’te. Metro Gross Market krizde global bir karar almıştı, mağaza açmayacaktı, ama sonra bir mağaza açma kararı çıktı. Ve Almanya bunun Türkiye’de olmasına karar verdi. Pendik Belediyesi’ne gidildi, belediye de sıcak bakınca açıldı. 2010’da Metro Gross Market Türkiye’de 20’nci yılını kutluyor. * Avrupa’da durgunluk var. Avrupa ile karşılaştırdığınızda Türkiye’nin durumu nasıl? 2009 Türkiye için parlak geçti. Bize 2010’da “Türkiye en önemli 3-4 ülkeden biri“ dediler. 32 ülkede faaliyet gösteriyor Metro Grubu. Polonya, Romanya, Yunanistan bu civar ülkelerde hep var. Mısır’da da var. Türkiye’nin durumu en iyilerden. Geçen yıl perakende sektöründe kaliteli ürünü daha ucuza satma savaşının yaşandığı bir yıldı. Keşke her sene böyle bir çaba olsa.* Büyük mağazacılık yasa tasarısı gündemde... Ne olacak bakkalların durumu? Bizim “Esnafım” projemiz var. 2 bin 200 bakkala eğitim verildi. Modern bakkal nasıl olmalı eğitimi verdik. TIR’la geziyoruz her yerde. Bakkallar sandviç satıyor yurtdışında, buradaki bakkal tavuk çevirebilir, bakkallara da kendilerini geliştirme imkanı tanınmalı, yol gösterilmeli. * Bu yasa bakkalların yaşamasını sağlar mı? Bu yasa kesinlikle bakkalların hayatını kurtaramaz. Bakkalların esasında işini öldüren indirim mağazaları, bu yasa tasarısı indirim mağazalarını kısıtlamıyor. * Neredeyse her mahallede adım başı indirim mağazası oldu...Bakkalların yanında apartmanların alt katında açılıyor indirim mağazaları. Evin hanımı da bütün alışverişini indirim mağazasından yapıyor. Büyük mağazacılık yasa tasarısı adında çıkan yasa büyük mağazaların yatırım yapmasını zorlaştırmak, bir gecede indirim mağazası açılmasına ses çıkarmamak üzerine kurulmuş gibi görünüyor. Biz 10-15 bin metrekarelik yeri şehir içinde sokak aralarında açamayız. Bizim indirim mağazalarımız da yok. Ben başbakanın modern perakendeyi savunduğunu düşünüyorum, ’Organize perakende şirketleri bir proje yapın, her perakende şirketi şu kadar bakkalın modernleşmesini sağlayacak’ diyebilir başbakan. Çünkü Türkiye’de bakkalların seviyesi yükseltilmeli. İndirim mağazaları kontrol altına alınmalı. * Haftasonu büyük marketler kapansın diyenler oldu...Türkiye’de bütün çalışanlar haftasonu alışveriş yapıyor. Bizim şirketimizin CEO’su bizim başbakanımız. Kapısında devlet adamları yatıp kalkıyor, ’Bizim ülkemize gelin yatırım yapın’ diyorlar. Şimdi sizin ülkenize güvenen bir firmayı kırmamalısınız. Bir mağaza açmak için bir birbuçuk yıl bekletmemelisiniz. Türkiye’de biran önce yatırım yapmak isteyen şirketlerin önünü açacak düzenlemeler yapılmalı, bürokratik engeller kaldırılmalı. 1.0 kIz çoCuĞunu okutuyoruz * Siz aynı zamanda farklı sosyal sorumluluk projeleri yürütüyorsunuz. TEMA ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’yle birlikte çalışmalar yaptınız...Bursa’ya iki saat uzaklıktaki bir köyü seçtik. Tema ile birlikte o köyü kalkındırdık. Siemens’te çalışırken Türkan Hoca’yla tanışmıştım, o dönemde 300 kız okuttuk. Sonra yıllar sonra Meral Tamer’in ’Baba beni okula gönder’ kampanyasıyla ilgili yazısını okudum. Hemen 100 kız çocuk aldık. Sonra bu sayıyı 1.000’e çıkardık. Çok çaba harcadık. İyi niyeti işler başarılıyor. 1.000 çocuğu okutuyoruz. İmkansız Periler kitabını yazdık. 16 bin sattı. Muş’ta 80 kızı okula başlattık, okul açtık. Şimdi kitabın İngilizcesini hazırladık. Bu sefer Artvin’de Ekim’de 80 kızımızı okula göndereceğiz. Fitalat yüzünden beslenme çantası satmadık, 400 ürünü satıştan kaldırdık * Kırtasiye ürünlerinizi geri çektiniz. Kanserojen ürün yoğunluğu nedeniyle. Yok mu Türkiye’de AB standartlarında ürün? Ne yazık ki çoğu üründe Fitalat var. Yalnızca kırtasiye değil. Geçen sene 400 tane gıdayla temas eden ürünü satıştan kaldırdık. Tost makineleri, ekmek kızartma makineleri gibi bazı ürünler kaldırıldı. Düsseldorf’tan, merkezimizden bize talimat geldi. Gıdayla temas eden ürünlerde bu tip bir hassasiyet oldu. Bu da çok önemli. Ne kadar hesaplı olursa olsun almıyoruz. Geçen sene beslenme çantası satmadı Metro. Perakende satıcılarının en iyi satış yaptığı dönem okul öncesi dönemdir. Ama beslenme çantası satmadılar. Fitalat olmayan beslenme çantası bulamadılar. * Siz satmadınız tamam ama milyonlarca çocuk var Türkiye’de. Bunlar beslenme çantası alıyor. Yok mu doğru dürüst denetim?Tarım Bakanlığı iyi çalışmalar yapıyor ama ülke büyük, her yere ulaşması zor. Çok müfettiş lazım ve iyi eğitimli olmaları şart. Avrupa’da da çok çalışma var bu konuda, onlar da yetişemiyor. Bunları denetlemek çok zor. Ticaret adamının kârını maksimize etme iştahı her yerde var ve çoğunluk karnını doyurma derdinde.