Aşk-ı Memnu dizisi bitti ama her yerde konuşulmaya ve karşımıza çıkmaya devam ediyor. Önceki gün Sabancı Vakfı’nın İçişleri Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler kuruluşlarıyla birlikte yürüttüğü ‘Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Hakkının Korunması ve Geliştirilmesi Ortak Programı’ kapsamında düzenlenen Mor Sertifika programına katıldım. Daha doğrusu bu programın ‘Toplumsal Cinsiyet ve Medya’ konulu dersine girdim. Sabancı Üniversitesi’nden Dr. Meral Güçeri ve Dr. Zeynep İskenderoğlu Önel bir sunum yaptılar. Toplantıyı ve dersi baştan sona Güler Sabancı da izledi. Reklamlar, filmler ve dizilerde kadının ele alınış biçimlerini değerlendiren sunumdan önce Mor Sertifika programını biraz anlatmak isterim. Kars, Van, Trabzon, İzmir, Nevşehir, Şanlıurfa’dan gelen 54 öğretmen katılmıştı bu kez toplantıya. Çoğu çok gençti. Hararetli tartışmalar oldu. Bu yıl dördüncüsü yapılan bu toplantılar kapsamında bugüne kadar 1.553 lise öğretmeni toplumsal cinsiyet konusunda eğitim almış olacak. Lise öğretmenlerinin bu eğitimi alması neden önemli? En çok lise döneminde gençler gelgitler yaşıyor. Genç kızlardan ve genç erkeklerden beklentiler çok farklı olabiliyor. Kadın-erkek ayrımcılığıyla ilgili en somut örnekler de bu dönemlerde yaşanıyor. Güler Sabancı, bu toplantının açılışında yaptığı konuşmada kadın-erkek eşitliğinin altını çizdi. Gelecek nesilleri yetiştiren öğretmenlere büyük sorumluluklar yüklendiğinden bahsetti. Matematikte bile ayrımcılık varToplantıya katılan İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız’ın verdiği örnek çok ilginçti ve durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyordu. Biliyoruz, hepimiz o kitapları okuyarak büyüdük, eğitim aldık. Baba evde gazete okur, anne yemek hazırlar, evi temizler. Kız çocuklar hemşire olur, erkek çocuklar pilot, doktor v.s...Muammer Yıldız, ders kitaplarında ayrımcılık içeren bölümlerin değiştirildiğini ve bunun çok titiz bir çalışma olduğunu, bunu yapan eğitimcilerin de cinsiyet eşitliği konusunda eğitimli olması gerektiğini anlattı. Verdiği örneğe gelince... Matematik problemlerinde bile ayrımcılık varmış. Doğrusu şaşırmadım. Bir matematik probleminde sürekli bir çocuk bir çocuğa yardım ediyormuş. Yardım eden çocuk hep erkek. Nedense kız çocuk matematik konusunda erkek çocuktan bir türlü ileride gösterilmiyormuş. Konuşmalardan sonra projeleri de inceleme fırsatı buldum. Mor Sertifika Programı’na katılanlar projeler de üretiyor. Örneğin Nevşehir Fen Lisesi’nin projesi şu: ‘Bihter ve Behlül karakterlerinin toplumsal cinsiyet algısına etkisi ve görsel gerçekliğin yeniden kurgulanması’ Toplumsal Cinsiyet ve Medya sunumunda ise ilk önce karşımıza reklamlar çıktı. Örnekleri yazmaya kalksam bu sayfa yetmez ama özetlemek gerekirse güzelliğe ihtiyacı olanlar yalnızca kadınlar, güç, enerji, katılımcılık, sosyallik ise yalnızca erkekler de var. Meral Güçeri ve Zeynep İskenderoğlu Önel, araştırmalardan örnekler vererek, medyadaki kadının yer alış biçiminin genç kuşakları nasıl etkilediğini ortaya koydular. Avrupa’da lise öğrencilerinin yüzde 11’i blumikmiş. Amerika’daki bir araştırmaya göre de 10 yaşındaki kızların yüzde 80’i diyette olduğunu söylüyormuş. İnce ve güzel olmak için her şeyi yapan bir kuşak geliyor... Bu araştırmalar Türkiye’deki durumla ne kadar kıyaslanabilir, bilemiyorum. Sonuçta Amerika’da obezite de çok artıyor. Belki de sunumun en eğlenceli bölümü dijital teknoloji sayesinde karşımıza ilah gibi çıkan ünlülerdi... Ve sunumun sonlarına doğru Aşk-ı Memnu yine karşımıza çıktı. “Aşk-ı Memnu’nun yazarı Halit Ziya Uşaklıgil’in kadınları bu kadar ince ve süslü müydü?” diye bir soru Aşk-ı Memnu’nun da masaya yatırılmasına neden oldu. Kadın erkek ilişkileri, zenginlik, yoksulluk, yeni pazarlama teknikleri, Türk halkının gündelik yaşamında dizilerin kapladığı yer v.s... Tartışmak keyifli, üstelik bunu Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen katılımcılarla gerçekleştirmek çok daha keyifli oldu. Mor Sertifika Programı’nı izlemeye devam.
TÜSİAD’IN Perşembe günü yapılan Yüksek İstişare Konseyi toplantısının basına kapalı bölümünde “Nefret etsek de kınasak da ifade özgürlüğünü kısıtlamamak lazım. İmralı’yı da kapsayacak af, Anayasa’da ‘Bu ülkeyi Türkler ve Kürtler kurdu’ ifadesinin olması, o bölgede özerklik gibi savları da masaya koymalıyız ki teşhislerimiz daha doğru olsun” sözleriyle dikkat çeken Sedat Aloğlu ile terörü, bölgeyi ve neden bölgeye yatırımcıların gitmediğini konuştuk. Aloğlu, “Terör yatırım yaptırmıyor. Orada özel sektör bir şey yapmak isterken işadamları korkutuluyor. Neden korkuyla yaşasın?” dedi Sedat Aloğlu’nu bundan bir ay önce bir davette karşılaştık, ayak üstü ülke gündeminden konuştuk, “Anlattıklarınızı yazabilir miyim” diye sorduğumda, “Daha sonra sana daha geniş∫ anlatırım” demişti. Sanki içime doğmuştu, Sedat Aloğlu çok doluydu. TÜSİAD Toplantısı’ndan önce aradım. Toplantı öncesinde ve sonrasında konuştuk. Yıllar önce Aloğlu’yla İKV’nin Güneydoğu Anadolu Sorunu’na yönelik olarak hazırladığı rapor döneminde tanışmıştık. Yıllar geçti ve ne yazık ki yine aynı çözüm bulamayan konu...Bu röportajın bazı bölümlerinde Aloğlu çok duygulandı, gözleri hep dolu doluydu. Sık sık “Artık kimse ölmesin” dedi. Belli ki en ağrına giden de söylediklerinin bir kısmının yanlış aktarılması ve ‘Kürtçülük’ yapmakla suçlanmak olmuştu...* Bir dönem aktif siyasetin içindeydiniz. DYP’den milletvekili oldunuz. TBMM Dış İlişkiler Komisyonu’nda görev yaptınız. Şimdi dönüp baktığınızda siyasi deneyim size ne öğretti? Oradaki 4 yıllık deneyim Ankara’yı ve siyaseti daha hızlı okumamı sağladı. Sanki olup bitenin farklı yönlerini de görmem için hızlı okuma kursuna gittim. * Siyasete girmeden önce İKV’nin başkanıydınız. O dönemde bir rapor hazırladınız. Çok cesur bir çıkıştı... Yıllar geçti, değişim de oldu ama hâlâ aynı sorunları konuşuyoruz. TÜSİAD’ın son toplantısında da gündemde bu konu vardı. Farklı düşüncelerin konuşulduğu da duyuldu. Aynı zamanda bir dönem siyasetin de içinde olan biri terörle ilgili neyin altının çizilmesi gerekiyor? İstanbul’da iş∫ dünyasında benden çok başarılı ve akıllı arkadaşlarım var, bu konulara ilgi duyan, araştıran arkadaşlarım var, ama siyasi konularda benim tahlillerim zaman içinde daha doğru çıkıyor. Bunun nedeni sanırım evin yalnızca salonunda bulunmamış∫ olmam, ben evin her odasına girdim. İyi ilişkilerim de oldu. Ayrıca ben o dönemde siyasi ihtirastan dolayı girmedim Meclis’e. AB misyonuyla gittim, asla fanatik değildim. Biz de TÜSİAD toplantısında ülke gündemini konuştuk. * TÜSİAD olarak çağrıda da bulundunuz. Baktığımızda son dönemde “Demokratik açılım” dedi iktidar, “Kürt Sorunu’nda çözümün adresi olacağız” dediler, ama bakıyoruz terör tırmanışa geçti. Sizce neden? İKV yıllar önce bir rapor hazırladı. O dönemde o raporu biz hazırlarken masa başında iş yapmadık. Çok gezdik, çok farklı kesimlerle konuştuk. Akil adamlara danıştık. “Ülkedeki farklılıklar zenginliklerdir” ifadesi ilk olarak bizim hazırladığımız raporda yer aldı. İfadeler üzerine de çok çalıştık. O dönemde çok tenkit edildik. * Kürt kimliğini yok sayanlar çok daha fazlaydı.Evet. Ciddi bir yol alındı. 80’li ve 90’lı yıllarda resmi görüş ‘Kürt yok ki, Kürtçe olsun... Onlar Dağ Türk’ü’ derlerdi. Siyasetteki en güçlü isimlerle bu tartışmaları yaptık. O dönemlerde Kürtçe dediğimizde, “İki köy birbiriyle anlaşamıyor hangi dil, hangi lehçeyle yapacağız” derlerdi. Şimdi devlet televizyonu Kürtçe yayın yapıyor. Çok eksiklerimiz de var. Devlet politikamızı hatırlayın, Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt Devleti savaş nedeni olarak görülürdü. Bizim kırmızı çizgimizdi. Orada başka nedenlerle Kuzey Irak yapılanması oldu, orada bir devlet var artık, başındaki lideri de bize geliyor, Barzani’yle ilişkiler kuruluyor. 10 yıl evvel ne kadar gereksiz işler yaptık. * Son yıllarda atılan adımlar oldu. Bundan sonra neler yapılmalı?Çok iş yaptık, yeterli mi değil mi? Değil. Bundan sonra yapılacak olanlar hassas ayarlar. * Bu yüzden de gerilim arttı diye düşünüyor musunuz? Saldırıların da amacı bu olabilir mi? Terörün ne yapmaya çalıştığını anlamak mümkün değil. Bundan önce “Siz bizim kimliğimizi kabul etmiyorsunuz” diyorlardı. “Siz bizi yok sayıyorsunuz, biz de sizi yok sayıyoruz” diyorlardı. Şu anda o noktada değiliz. Biz öncelikle bazı konularda kırmızı çizgilerimizi belirlemeliyiz. * Nasıl yapacağız bunu?Ben 3T diyorum. Tartışma, teşhis, tedavi. Bunlar da birbirine geçmiş kavramlar, hepsi bağlantılı. Teşhisi koyabilmemiz için tartışmalıyız. Teşhisi koyarsak reçete hazırlayabiliriz. Lanetlediğimiz terör örgütünü teşhis edebilmemiz için öne sürdükleri gerekçelerini bilmeliyiz. Bunları bilmek, bunlar üzerine konuşmak bu gerekçelere katıldığımız anlamına da gelmez. * TÜSİAD toplantısında “İmralı’yla masaya oturulsun” dediniz mi? “İmralı’yla masaya oturalım” demedim. Lanetlediğimiz terör örgütü PKK’yı teşhis edebilmemiz için gerekçelerini bilmemiz lazım.* Bu gerekçeler, talepler de biliniyor. Ne yapılmalı bu talepler karşısında? Artık şehit istemiyoruz. Yeter. Bu yüzden de bize ters gelen düşünceleri de konuşabiliyor olmamız lazım. Tavır belirlememiz, kırmızı çizgilerimizi ortaya koymamız için bunları konuşmalıyız. * Örneğin af talebi var. BDP’liler öncelikle bunun altını çiziyor. Bu af talebi de Abdullah Öcalan’ın da bu af kapsamına alınma talebine uzanıyor. Af meselesi ele alınmalı. Kolay hadise değil. Binlerce kardeşimizi ve kandırılan dağa çıkan çocukları da şehit verdik. Binlerce askerimizi şehit verdikten sonra af kapsamı çok önemli. * Abdullah Öcalan’ın ‘af’ kapsamı içine sokulması talebine ne diyorsunuz? İmralı da af kapsamına girmek istiyor. Eğri oturup doğru konuşalım. Bunları Türkiye konuşmak zorunda. * Hassas ayarlar dedikleriniz bunlar... Bir de Anayasa’da değişiklik isteği var... “Bu ülkeyi Türkler ve Kürtler kurdu”...Anayasa’ya “Türkler ve Kürtler bu cumhuriyeti kurmuştur” ibaresinin konulması isteniyor. Geçmişteki gibi “Varlığımı reddediyorsun” noktasında değiliz artık ama bu talep de var. Bunları konuşmalıyız ama hazır mıyız derseniz, hayır bunu ve bazı konuları konuşmaya hazır değiliz. * Diğerleri neler? Yakında bunlar da karşımıza çıkacak dediğiniz konular var mı? Özerklik talebi gibi... Çoğunlukta oldukları yerlerde özerklik, otonomi isteyenler var...Türkiye, Anayasa değişikliğini de BDP’li belediyelerin sınırları içinde talep edilen özerkliği, özel bir yapılanmayı da tartışmaya hazır değil. BDP’li yöneticiler BDP’li belediyelere negatif ayrımcılık yapıldığını söylüyor. Bakmak lazım, eğer doğruysa büyük yanlış. Çünkü Başbakan ‘Kürt açılımı’ dedi, ‘Demokratik açılım’ dedi. Kendisiyle ters dü∫er bir ayrımcılık yapılıyorsa. Bu arada bölgeye yapılan devlet yardımı kişi başına batıya yapılandan çok fazla. Çok ∫şey yapılıyor bölgeye. Ben son bir yılda iki kez tüm bölgeyi gezdim. Urfa, Mardin her yeri gezdim, yapılan çok şey var. * İş dünyasının bölgede yatırımı yok denecek kadar az ama... Neden?Terör yaptırmıyor. Orada özel sektör bir ∫ey yapmak isterken korkutuluyor. Neden korkuyla ya∫asın? PKK büyük bir terör örgütü haline geldi. Vücut buldu. Makul olan ve gerekli olan her ∫eyi yapsanız dahi bu varlığı sıfırlamak çok güç olacak. Ama bununla beraber büyük bir tarihi uzla∫ma içerisinde bu konuları da ele alıp gerek siyasetin gerek de i∫ dünyasının, sivil toplum örgütlerinin, medyanın ortak çalı∫malarıyla, sağduyu içerisinde çalı∫ılmalı. Bu çalışmalarla çözümler bulunmalı. Havayı iktidar yumuşatacak suçlamalarla bir yere varılmaz * Başbakan ‘Demokratik Açılım’ kapsamında çok farklı kesimlerle biraraya geldi, bunlar hiçbirşeyi değiştirmedi mi? Başbakan bu yüzden mi çok kızgın? Ben dönüp genelin içinde cımbızla yanlış∫ aramak istemiyorum. Geriye dönersek iş∫ çıkmaza girer. Türkiye bu konuda çok büyük yanlışlar yaptı. Burada en büyük görev iktidara düşüyor. Sağduyuyu, barış çabasını iktidarın göstermesi lazım. Hz. Ömer için deyiş vardır, Fırat’ın kıyısında bir koyuna bir şey olursa sorumlusu O’dur. Havayı iktidar yumuşatacak. * Başbakan herkesi suçluyor. Taşeronlukla suçlanan medya oldu. Muhalefet partilerini suçladı, onlar da çıkıp iktidarı suçluyor. Suçlamalarla bir yere varılmaz. Yeni bir sayfa açmak lazım. Beyaz sayfa açılmalı. İlk sayfasından başlayıp, şimdi hep birlikte “Ne yapabiliriz” diye bakılmalı. * Başbakan bu yolu açabilecek mi? Başbakan ekonomik kriz sıkıntısı yaşadı, iyi niyetle ‘Kürt Açılımı’nı başlattı. Çok kritik aldı, “Orta Anadolu’dan oy kaybediyorum” diye düşünüp Kürt Açılımı’na daha sonra Demokratik Açılım dedi... Gelinen noktada iyi niyetle “Bugüne kadar atılmamış adımların büyük kısmını biz yaptık ve takdir edilmiyoruz” diye düşünüyor, bunun kızgınlığı içinde Başbakan. Kızgınlığının en kısa zamanda geçmesini arzu ederim. * Cumhurbaşkanı Gül’ün öncülüğünde ortak çalışma yapılabilir mi? Cumhurbaşkanı ülkenin temsilcisi. Çabalarını sonuna kadar götürmek durumunda, bence devam edecek. Sayın Gül siyasi liderleri biraraya getirme gayretini sürdürecektir. Önümüzdeki günlerde terör örgütünün yaptıklarına karşı kırmızı çizgilerimizi belirlemeliyiz * Askerle, siyasi erk arasında uzun zamandır çekişme, sürtüşme var... Bu da çözümsüzlüğe neden oluyor mu, olabilir mi? Askerler vatanı korumak için mesleğini seçmiş kişilerdir. Siz bizi suçluyorsunuz diyerek görevini ihmal etmez askerler. Mehmetçik neler diyor, “Taş olmaya razıyım bu vatan için” diyor. Bu anlayış Türk askerinde var. Milletimizde de var. Fotoğrafları çeken arkadaşın Barış askerden yeni gelmiş, bak ülkeyi koruma meselesinde o şimdi neler düşünüyor... Son zamanlarda iktidarla askerle bilek güreşleri oldu, ama bundan dolayı güvenliğimiz zaafiyete uğruyor endişesini haksızlık görürüm. Bu kadar şehit vermiş bir ülkeyiz. Polisimiz, askerimiz, vatandaşlarımız çocuklarımız ölüyor, zaafiyet olamaz. Teknik konulara girmek doğru olmaz. Onlar bizim işimiz değil, askerin işi. Ayrıca 80’ler, 90’lar gibi değiliz. Gerçekten de son yıllarda büyük değişim oldu. Cumhurbaşkanı en kısa zamanda farklı düşüncelerde olanları biraraya getirmeli, farklı siyasi görüşler konuşulabilmeli. Önümüzdeki günlerde terör örgütünün bu yaptıklarına karşı kırmızı çizgilerimizi belirlemeliyiz. Anayasa değişikliği, af ve özerklik konularını konuşmalıyız. Reçete yazarız ya da yazamayız ama mutlaka bunları masaya yatırmalıyız.
Onu farklı kılan özelliğine gelince... 14 yaşında ergenlik sivilcelerine kendi başına savaş açmış Cihat Dündar. Ailede de şifalı bitkilere ilgi varmış ama o bu ilgiyi bir adım öteye çok genç yaşında taşımış. Şifalı bitkiler kitabından edindiği bilgileri yaptığı araştırmalarla geliştirip, deneylere başlamış çok genç yaşında. Çevresindekiler deli muamelesi yapmış ama o aldırış etmemiş. Sivilcelerinden de çok basit bir yolla, bal ve yoğurtla kurtulmuş. Sonraları yıllarca tencere içinde yaptığı karşımları yakın çevresine denetmiş. Şimdi 2002’de kurduğu B’IOTA Laboratuvarları’yla emin adımlarla büyüyor. Yakında Brezilya’da üretime başlayacak Dündar, insanların artık kişiliklerininden çok güzelliklerinin ön planda olduğunu söylüyor. Kişisel bakım ürünlerinde uzmanlaşmış 34 ülkeye ihracat yapan B’IOTA Laboratuvarları’nın ilk ürünü istenmeyen tüylere yönelik Bioder’di. Saç dökülmesine karşı ürünü Bioxcin, cilt problemlerne yönelik ürünleri Deracine, kadınların saçlarına yönelik Bioblas ve erkekler için diğer saç ürünü Biomeen markalarıyla bilinen B’IOTA, bu yaz da tamamen bitkisel güneş ürünlerini satışa çıkardı.* Sizle ilk konuştuğumuzda az sayıda ürününüz vardı, şimdilerde hem ürün sayınız arttı hem de uzmanlık alanınız genişledi. Tamamen doğal süreci izledik. Biz sürekli bitkileri araştırıyoruz. Hangisi tüyleri döküyor, hangi bitkiler saçları güçlendiriyor derken, o bitkilerin farklı etkilerini de öneriyorsunuz. Zaman içinde müşteri taleplerine göre yönlendik. * Anti-aging ürünleri de çıkardınızTüketiciler bir ihtiyacını giderince farklı ihtiyaçları için de aynı firmanın ürününe güveniyor. Bir kadın tüylerinden bizim ürünlerimiz sayesinde kurtulunca, bu kadın bizim anti-aging ürünlerimize de güveniyor. Bizim uzmanlığımız da genişledi. Saç ve kıl dışında da uzmanlaştık. Bioder’i araştırdık biz 3 yıl boyunca. 6 ayda da izin alması sürdü. Biz Bioder’i araştırırken bazı bitkilerin kıl çıkardığını gördük. 3 yıl sonra bizim bilgi birikimimiz arttı. Tüyleri döken ürünlerden sonra saçları güçlendiren ürünler de ürettik. * Krem sürüp selülitlerden kurtulunulur mu? Son olarak biz de selülit serumu ürettik. İlk defa selülit serumunu biz yaptık. Çok konsantre ve derin etkiliyor. Kremlerden ve jellerden çok farklı bu ürün. Selülit serumunu kadınlar, masörler de kullanıyor. Sıkılaştırma özelliği var. Selülit serumumuz bir buçuk yıl önce çıktı. Tüketiciler tarafından yeni algılanıyor. 7 yılda 60 ürün çıkardık. Saç, istenmeyen tüyler, antiaging, nemlendirme, selülit ürünlerimiz var. * Güneşten korunmak için de ürün çıkardınız. Bu ürün de tamamen bitkisel mi? Bitkisel özlerle ve yağlarla güneşten koruyucu krem ürettik. Adaçayı özleriyle güneşin olumsuz etkilerinden koruyan bir krem bu. Biz mümkün olduğu kadar tüm ürünlerimizde bitkisel yollarla diğer ürünlerden ayrışıyoruz. BİR AYDA İKİ BİNE YAKIN FORMÜL ÇALIŞMASI YAPILIYOR* Dermokozmetik sektörü tüm dünyada hızla büyüyor, sizin rakibiniz de yabancı markalar. Avantajlarınız ve dezavantajlarınız neler? Yabancı devlerle rekabet ediyoruz. Hatırlarsanız biz 4-5 yıl önce de hep bitki ve bitkinin önemi diyorduk. Şu anda TV ekranlarında doktorlardan çok bitki uzmanları çıkıyor. Türkiye’de bitkisel deyince güvenilirlik sorunu karşımıza çıkıyor, çünkü çok kandırılmış insanlar. Bu bir dezavantaj ama biz çok önem veriyoruz ARGE’ye. * Türkler mi çalışıyor ARGE’de?Türk uzmanlar çalışıyor. Daha önce yurt dışında çalışmış uzmanlarımız da var. ARGE yatırımlarımız her yıl artıyor. İnsan ve cihaz yatırımı yapıyoruz. Bir ayda 2000’e yakın formulasyon çalışması yapılıyor. Bir ayda binlerce bitki insanlar üzerinde deneniyor. Bizim bir denek grubumuz var. Biz bu kişilerin sorunlu bölgelerinin fotoğraflarını çekiyoruz. Bitki karışımlarını hazırlayıp, o bölgeye sürüyoruz. Yeni bir şey bulmanın özü denemekten geçer. Almanların bir sözü var, “deney öğrenmekten daha önemlidir”, denemezsen faydalı olup olmadığını anlayamazsın. Bitki sayısı çok, sorun da çok. Mümkün olduğu kadar fazla deney yapmak gerekiyor. ARGE’de 20 uzman çalışıyor. Ayrıca birçok klinik çalışmayı da Japonya, Almanya ve İtalya’da yaptırıyoruz. * Bunun size ne gibi bir faydası var?Japonlar sizin yaptıklarınız Türk ırkına uygun dediler. Kendileri talep ettiler. JAPONLARIN SAÇLARI ALTIGEN TÜRKLERİN YUVARLAK* Japonların tüylerini dökemiyor musunuz? Saçla ilgili farklılıklar var. Japonların saçları altıgen, Türklerin yuvarlak. Eksenimiz farklı. Afrikalıların da dörtgen. O yüzden Afrikalılar hep kıvırcık, Japonların da o yüzden saçları düz. Yakında Brezilya ve ABD’de araştırma yaptıracağız. Her bölgede ayrıca bu ürünlerin işe yaradığını o ülkelerdeki otoritelerden duymak istiyorlar. Brezilya Almanya’nın dermatoloji testlerinden çok etkilenmiyor. Bu bizim için iyi. Farklı çalışmalar içine giriyoruz. Ayrıca bizden şüphe duyan insanlara da iyi bir yanıt vermiş oluyoruz. İran şüphe duyuyordu. Kendileri araştırdılar bizim ürünleri. İran pazarına girmemiz çok gecikti. Bir yıl sonra sonuçlar Türkiye’den iyi çıktı. * Kaç ülkeye ihracat yapıyorsunuz? 34 ülkeye ihracat yapıyoruz. Anlaşma yaptığımız çok ülke var ama giremediğimiz yerler de var. Mısır ruhsat vermedi, 2 yıldır bekliyoruz. ŞAMPUANLARIMIZ MARKETLERDE DİĞERLERİ ECZANEDE SATILIYOR* Avrupa’da satışlarınız nasıl? Avrupa’daki satışlarımızdan çok memnunuz. Hep eczanelerde satılıyoruz. Bir eczane kanalımız var, bir de market ürünlerimiz var. Market kanadında kozmetik ihtiyaçlara yönelik ürünlerimizi satıyoruz. Şampuanlarımız marketlerde satılıyor. * Sizin ürünlerin formüllerini kaç kişi biliyor? Şu anda ürünlerin formüllerini 3 kişi biliyor. * Türkiye bitkisel ürünler açısından çok şanslı. Sizce bu avantajını iyi değerlendiriyor mu Türkiye? Tükiye’de 10 bin bitki var. Bunların 3 bini endemik. Avrupa’nın tamamından çok bitki çeşidi var Türkiye’de. Bir İngiliz, Alman istese bile o bitkilere ulaşması zor. Onların topraklarında bizim bitkilerin çoğu yok. Bu avantaj.B’IOTA VAKFI’NI KURDUK ANA KONUSU ÇEVRE VE BİTKİ* Geçenlerde Doğa Derneği Başkanı’yla konuştum, Güven Eken Türkiye’de her 3 endemik bitkiden birinin kaybolma riski altında olduğunu söyledi...3 endemik bitkiden biri kaybolma tehdidi altında. Doğa Derneği Başkanı doğru söylemiş. Bu bitkilerin bine yakını Erciyes Bölgesi’nde yetişiyor. Ege ve İç Anadolu’da da Kayseri, Erzurum, Ardahan’a uzanıyor. Sıkıntı var. Çünkü çevre kirleniyor. * Siz bu konuda ne yapıyorsunuz? Biota Vakfı’nı kurduk. Vakfın ana konusu çevre ve bitki. Büyük bir botanik bahçe kurmak istiyoruz, şu anda daha yer bulamadık. Destek oluyoruz çevreyle ilgili çalışmalar yapanlara.Karınca yumurtası yağı yasakKarınca yumurtası yağı sektöre çok zarar verdi. Bu eski kaynaklarda vardır ve doğrudur. Devlet olaya el koydu. Firmalar bazen bir yalanla ortaya çıkıyorlar, denetim boşluğundan dolayı da insanlar kandırılabiliyor. Ekolojik denge açısından karınca yumurtası toplamak yasak.* Brezilya’da üretime mi başlıyorsunuz? 30 milyar dolara yakın kozmetik harcaması var Brezilya’da. Fransa’nın 2, Amerika’nın yarısı, Türkiye’den 10 kat fazla kozmetik harcamaları var. Brezilyalı kadınlar çok bakımlı. Rusya, Ukrayna kadınları çok bakımlı bilinir, Latin Amerikalılar da çok bakımlı. Yenilikleri çok iyi takip ediyorlar. Daha fazla doğal yollara başvuruyorlar. Brezilya’da 24 saat açık eczaneler. Dermokozmetik ürün satan her yer 24 saat açık. Çok farklı bir yer Brezilya. Bizim için Brezilya’da sıkıntılar var. Vergi sıkıntısı var. Yüzde 270 vergi alıyorlar. İnanılmaz bir oran bu. 10 dolara sattığınız ürün yalnızca vergiden dolayı 27 dolar oluyor. Böyle olunca biz orada üretime geçmeye karar verdik. Anlaşma yaptık. İlk önce orada fason üretim yapacağız bir fabrikada. İyi giderse kendi fabrikamızı kuracağız.Güzel olmak istiyoruz ama alışkanlıklarımız bizi çirkinleştiriyor * Japonya’da çok farklı ürünler var. Kolajen oranınızı artıran öğle yemeği mönüsü olan restoranlar var... Kozmetik sektörü ve insanların güzelliğe olan düşkünlüğü artık çok farklı boyutlarda değil mi? Kafelerin mönülerinde artık var, botoks etkisi yapan salata koyuyorlar. Güzel olma dürtüsü ve isteği çok ön planda. İnsanlar daha önce kişilikleriyle ön plana çıkarken, artık güzellik çok ön planda. İnsanın güzel görünmek istemesi iyi bir şey, ancak sorun da var tüm bu istekler devam ederken yani güzel olmak isterken tüm alışkanlıklarımız bizi çirkinleştiriyor. Yeme alışkanlıklarımız, çevrenin etkisi, teknoloji etkisi bizi çirkinleştiriyor. Dolayısıyla zıt akım var. İnanılmaz bir sektör o yüzden var, dermokozmetik. Yakında elbiseler farklılaşacak. Selülit yapmayan elbise çıkacak. Saçları dökmeyen tarak çıkacak belki de. Doğal olmayan yöntemler kısa vadede insanı güzelleştiriyor ama uzun vadede iyi olmuyor. * Çok şey değişecek diyebilir miyiz? Aşırı kimyasallarla güzelleştirme uzun vadede zararlı. 2009 yılında 30 yıldır piyasada kullanılan 40 ilaç toplatıldı. Biz bu ilaçları içtik. Bitkisel olan ürünlerde güzel olan, binlerce yıldır insanlık tarafından bunların kullanılıyor olması. Papatyanın yararlarını onbinlerce yıldır insanlar biliyor. Kozmetik ürünlerde kullanılan birçok maddenin yasaklanacağını biliyorum. Yakın zamanda bu olacak.
Finansal İletişim Hizmetleri’nin (FCS) ortağı Ayşegül Hatay’la Amsterdam seyahatinde tanışmıştım. Dünyada sürdürülebilir büyümenin nasıl gerçekleşebileceği üzerine 2 yılda bir toplanan Küresel Raporlama İnsiyatifi Toplantısı’na katılmıştık. Türkiye’den bu toplantıya katılan şirket Doğuş Otomotiv’di. Orada konumuz şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk projeleriydi. Ayşegül Hatay ısrarla Türkiye’de birçok şirketin sosyal sorumluluk projesi adı altında farklı şeyler yaptığını söylemiş ve ‘Hangi şirket neyi etkiliyorsa, ilk önce onu düzeltmek için, etki alanındaki konularda sosyal sorumluluk projesi üretmeli’ demişti. Birkaç örnek de sıralamıştı. İşte bunlardan biri de ‘Hayata Artı’ projesiydi. Bundan 2-3 yıl önce bu projeyle ilgilenmiştim. Ayşegül Hatay’ın hatırlatmasıyla nasıl yol aldıklarını görmek istedim. Coca Cola Türkiye ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP işbirliğiyle oluşturulan “Hayata Artı” Gençlik Fonu öncelikle uzun soluklu olmayı başarmış bir proje. Amacı gençlerin çevre konusunda proje üretmesini sağlamak ve bilinçli kuşaklar yetiştirmek. 2005’te yola çıkılmış. Bugüne kadar 33 ilde 46 proje yürütülmüş. Gençler bu projeleri kamu kuruluşları, sivil toplum örgütleri, belediyelerle birlikte gerçekleştiriyorlar. 100’ün üzerinde belediye ve kamu kuruluşuyla işbirliği yapılmış. Yakında 2010’un projeleri açıklanacak. 2 Temmuz’da bu yılın projeleri belli olacak. Ben şimdiden merak ediyorum, çünkü geçmişte yapılan işlere bakarak “Türkiye’de iyi şeyler de oluyor“ diye düşündüm. Bu toprakları seven, doğduğu toprakların kıymetini bilen ve topraklara sahip çıkmak deyince aklına doğa sevgisi gelen gençler de var ve çok güzel çalışmalar da yapıyorlar diye düşünerek umutlandım. Bu gençler şimdiye kadar neler yapmış diye bakarsak...Örneğin Artvin’de “Akdeniz Yeniden Yeşeriyor” projesi dünyanın 25 sıcak noktasından biri olan Kafkasya Ekolojik Bölgesi’nde bulunan Yusufeli’nde tahrip olmuş Akdeniz bitki örtüsünü iyileştirmeyi amaçlayarak geniş kapsamlı çalışmalar yaptı, yapıyor. “Bakırçay Kömürçay olmasın“ projesi... Gidenler bilir Soma Havzası’ndaki yoğun endüstriyel faaliyetlerle hem hava hem de nehir korkunç durumdadır. Orada kirlenen Bakırçay Nehri’ne kömür yıkama tesislerinin saldığı atık suların arıtılarak verilmesi sağlandı. WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) işbirliğiyle Bafa bölgesinde damla sulama kullanımını teşvik edildi. Ege Derneği ve Büyük Menderes Havzası Çevre Koruma Birliği işbirliğiyle Ege Bölgesi’ndeki nehir havzalarının korunmasını amaçlayan Ege Nehirleri Projesi ve Ege Derneği ve Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği işbirliği ile Kirazlı Köyü’nün atıl doğal su kaynaklarının kullanılabilir hale getirilmesini sağlamayı ve tarımda kullanılmasını hedefleyen Kirazlı Su Hasadı Projesi başlatıldı. Verimli Tarım Temiz Dicle projesi kapsamında Diyarbakır’daki 5 köyde köylülere verimli tarla sürümü dersleri veriliyor. Denizin Derin Yüzü projesinde İskenderun Körfezi’ndeki kirlilik saptanıyor, atık yönetimi için çözüm önerileri belirleniyor. 2009-2010 boyunca vakıf önderliğindeki toplum ve çevre projeleri için yaklaşık 5 milyon TL harcanmış. Harcanan rakama bakınca yarattığı etkinin çok daha büyük olduğunu görmemek mümkün değil. Hayata Artı’yı takibe devam...
168 yıllık C&A giyim markası 3 yıl önce Türkiye’de mağaza açmaya başladı. Avrupa’daki durgunluğa rağmen büyümeye devam eden C&A, krizde en hızlı Türkiye’de büyüdü. Organik pamuk kullanımında dünyada lider olan ve uygun fiyatlı ürünleriyle bilinen C&A, Türkiye’de zengin müşteriyi de çekmeyi başardı. Geçtiğimiz kış kaşmir kazaklar Nişantaşı’nda yok sattı Avrupalı giyim markası C&A, 3 yıldır Türkiye’de ve hızla büyüyor. Avrupa’nın en önde gelen giyim markalarından olan C&A, aslına bakarsanız 30 yıldır Türkiye’den alım yapıyordu. Mağazalaşmak için uzun yıllar Türkiye’yi yakından inceleyen C&A, tam da kriz öncesinde Türkiye’de mağaza açmaya başladı. Uygun fiyatlı ürünleri ve büyük mağaza konseptiyle Avrupa’da tanınan C&A, bir aile şirketi. Tam 168 yıllık bir şirket. Rusya ve Güney Amerika dışındaki tüm operasyonları Avrupa merkezli yürütülüyor. Ve C&A’in krizde en hızlı büyüdüğü ülke Türkiye oldu. C&A’in Türkiye CEO’su Berna Kural Okandan’la C&A İstinye Park mağazasında buluştuk. * Siz C&A’den önce Levi’s şirketinin Türkiye müdürüydünüz değil mi?Evet. C&A öncesinde Lev’is’in CFO’suydum. C&A’in ilk Türk çalışanıyım. Burada operasyon kararı alınır alınmaz çalışmaya başladık. * Kaç mağazanız oldu? 18 mağazamız var, 10 mağazamız İstanbul’da. 2’si çocuk giyimi üzerine, diğerleri aile mağazaları. * Aile mağazaları mı diyorsunuz?Evet çünkü bir ailenin giyim ihtiyaçlarının tümü mağazalarımızda var. * Türkiye’ye C&A girdi ve kısa bir süre sonra global kriz oldu. Avrupa krizden çok etkilendi. C&A bir Avrupa markası ve siz Türkiye’de büyümeye devam ettiniz...Bu yıl da yeni mağazalar açacağız ama tam sayı veremiyoruz. Yaklaşımımız istediğimiz lokasyonu bulduğumuzda sonsuz hedefimiz var. Krize rağmen uygun lokasyon bulduğumuzda mağaza açtık. * C&A’in farklı ülkelerde operasyonları var... Nasıl yönetiliyor?C&A operasyonunda biz Avrupa’ya bağlıyız. Çin ve Uzakdoğu, Güney Amerika operasyonları da var. Türkiye tek Müslüman ülke bu operasyonlarda.* Kaç ülkede var C&A? Kaç mağaza var toplamda?19 ülkedeyiz. Avrupa’da 1.410 mağazamız var. Çin’i dışında tutuyorum. Ana holdinge bağlı farklı operasyonlarız. 19 ülkeden en büyüğü Almanya. İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika’da da büyüğüz. Ürünleri kısıtlamadık* Kıran kırana bir rekabet ortamı var. Avrupa gibi değil Türkiye, indirim dönemleri farklı, fırsat ürünleri dönemleri oluyor. Avrupalı bir şirket bunları nasıl algılıyor? Çok uzun taksitli satışlar oluyor...Bizim bu rekabette yarışacağımız önemli kriterlerimiz var. C&A hiçbir şeyi sıfırdan keşfetmiyor. Baktığımda hep en büyük avantajımız Avrupa’daki kaynağımız diye düşünüyorum. Ürün geliştirmeden satın almaya kadar bir ordu çalışıyor. Biz onlara bilgi veriyoruz, bize göre alım yapıyorlar. Büyüme oranı en yüksek ülke Türkiye oldu krizde. * En iddialı ülke olduğu Almanya’yı geçti mi Türkiye?Almanya’da 470 mağaza var, belli bir noktaya gelmiş. C&A Almanya’da pazar lideri. Her sene en güvenilir marka çıkıyor Almanya’da. Türkiye’de ise geçmişimiz yok, rekabette o yüzden zorlanıyoruz. Ve Türkiye’de farklı rekabet alanları var. Fokus gruplarımız var. İçgiyim, çocuk, kadın giyimi... Amacımız bize bağlı müşterileri yakalamak. Türkiye operasyonunda internette de alanımız var.* Krizde büyüdük diyorsunuz, hiç mi etkilenmediniz? Krizde büyüdük. Uygun fiyatlı marka olmamıza rağmen yavaşlama oldu. Biziz müşterimiz sonuçta uygun fiyatlı kalite ürünü bulacağını gördü. Risk almamak adına ürün kısıtlaması yapmadık. Müşteri ihtiyaçlarını buldukça daha çok geldi. Biz kendimizden kıstık, müşteriye yansıtmadık. Bahar aylarıyla birlikte şu anda satışlar çok iyi gidiyor. Koleksiyonda da çok yenilik yaptık. Modayı daha iyi yakaladık. İş kadınlarına hitap eden koleksiyonlar da getirdik. * Hedefinizde iş kadınları da var mı? Var. Yessica Pure koleksiyonumuz var. Çekimlerini Tülin Şahin’le yaptık Türkiye’de. Çok beğenildi. Kozmopolit, kaliteli, zarif bir çizgisi var. Bazı mağazalarımızda bu koleksiyon çok ilgi gördü. Bizim her mağazamızda da aynı ürün yok. Mağazaya göre ürün değiştiriyoruz. Lokasyona göre değişkenlik gösteriyoruz. Adapazarı ile Nişantaşı mağazalarında aynı ürün yok. * C&A’in Avrupa’da iddialı olduğu bir alan da kullandığı ürünlerin kalitesi... Kulanılan boyalar gibi... Türkiye’deki ürünler de AB standartlarında mı?Temelde AB standartlarında. Boyada asla sorun olamaz. Risk noktamız yok, o yüzden en güvenilir markayız. Torbalarımız taklit edildi* Ayrıca Avrupa’nın en çok organik pamuk kullanan markası mı C&A?Ödüller aldı bu konuda. Organik pamuk kullanma oranımız çok yüksek. Kendi sektöründe dünya birincisi C&A Türkiye’de de aynı ürünler kullanılıyor. C&A bu konuda öncü. Modayı takip ederken yenilikte de öncülük yapıyoruz. Jeanlerin çoğu organik ve sertifikalı ürünler. Organik pamuk konusu üretimde içselleştirildi. Bu tür üretimde öncülüğü aldı C&A. Ayrıca bizim plastik torbalarımız da yok olması kolay torbalar. Biz bunu yazdık torbalara, aynısını bazı markalar da yaptı. Birebir kopya edenler oldu. Biz buna sevindik, çünkü ne kadar fazla marka yaparsa o kadar iyi. * Türkiye’deki müşteri profilinizi öğrenebilir miyiz? 3 yıl içinde biz farklı kesimlere ulaştık. Önce orta gelir grubu geldi. A grubu da ’Ben burada güzel ürün yakaladım’ deyip geldi. Geniş bir segment yakaladık. Geçtiğimiz kış ipek ve kaşmir satışlarımız çok yüksekti. Bu ürünler A grubuna hitap ediyordu. Geçen sene kaşmir kazaklar Nişantaşı’nda yok sattı. Başka mağazalarımızda bu ürünler hiç satılmadı. Alışveriş merkezleri bize yer açtı * Genelde alışveriş merkezlerinde yer alıyorsunuz. Alışveriş merkezleri furyasını da kaçırmıştınız. Birçok alışveriş merkezi size daha sonradan yer açtı değil mi? İlk Türkiye’ye girerken bir furya vardı, herkes yani tüm markalar da bu furyada alışveriş merkezlerinde yerlerini almıştı. Biz bunca yıllık tecrübeyle gözümüz kapalı davranamazdık. O yüzden de yer alacağımız alışveriş merkezlerini seçerken zorlandık. Sanırım iyi bir strateji izledik ve marka kısa zamanda tanındı. İstediğimiz büyüklükteki mağazalar için seçenekler çıktı. Bir cadde mağazamız var. Cadde mağazası açmamız çok zor. Bizim büyüklük konusunda taleplerimiz oluyor. İstinye Park ve Cevahir gibi alışveriş merkezlerinde çok verimli olduk. Her iki alışveriş merkezine de sonradan girdik. 6’ncı kuşak aile yönetimde * C&A çok eski, köklü bir şirket. İki kardeş kurmuş. Bu büyüklüğe nasıl ulaşmış?1841 yılında kurulmuş. Kurucular dediğiniz gibi iki kardeş... C&A iki kardeşin isimlerinin baş harfleri. Alman kökenli Hollandalı kurucuları. Şirket aslında çok enteresan. Almanya’dan Hollanda’ya göç etmiş bu kardeşler. Çok demokratik bir yönetim anlayışları var ve hâlâ bir aile şirketi olarak yoluna devam ediyor. Halka açık değil. 6’ncı kuşak aile yönetiminde. * Gerçekten şaşırtıcı... Dünyada böyle örnek çok az. Genelde biliniyor, üçüncü jenerasyonda bu işler bozuluyor. Aile şirketlerinin kurumsallaşması çok zor oluyor. C&A bunu çok iyi başarmış bir şirket olarak öne çıkıyor. Ailenin her ferdinin sorumlu olduğu ülkeler var. 6’ncı kuşak olduğu için de aile çok büyük. Ama çok profesyoneller. Gençlere de sorumluluk veriliyor. * Kaç yaşında C&A’in CEO’su?CEO’su 43 yaşında, genç. Aile içinde hem yönetim kurulu hem de tüm karar alma mekanizmalarında ailenin genç üyeleri var. Türkiye bu büyüklükte çok küçük kalıyor ama C&A yönetimi Türkiye’yi çok önemsiyor. En Doğu ve Müslüman biziz. Nüfusumuz ve yapımızla onlar için çok farklıyız. HEDEF EĞİTİM İÇİN 1.400 çocuĞA ULAŞMAK BERNA Kural Okandan’ın verdiği bilgiye göre C&A, Türkiye’de Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı’yla bir sosyal sorumluluk projesi yürütüyor. Bu proje kapsamında 1.400 çocuğa ulaşılması hedeflendi. Ateş Böceği adlı projede TIR’la TEGV geziyor, çocuklara eğitim veriliyor. C&A, TEGV’den önce de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’yle ortak proje yürütmüştü.
TANZANYA’DA Türkiye’ye sempati duyan, ‘Türkiye yaptıysa biz de yaparız’ diyen bir cumhurbaşkanı var. Turizm cenneti olarak gösterilen ülkede oteller kötü, altyapı yok, hizmet kalitesi çok düşük... Türk işadamları bu bakir topraklarda çok iş yapabilir Türk Hava Yolları’nın (THY) Uganda’nın Entebbe kentinden aktarmalı Dar es Salaam hattının açılışı nedeniyle kalabalık bir ekiple yollara düştük. Benim ilk Afrika deneyimim. Müziği, renkliliği, fakirliği ve güzellikleriyle ilgili anlatılacak çok şey var. Afganistan ve Hindistan’da gördüğüme benzer bir geri kalmışlık, fakirlik vardı. İnsanları ise çok sıcak kanlı. ‘cambo’ dediğiniz anda yüzleri gülüyor. Kadınlara çok iltifat ediyorlar. Türklerden çok daha fazla ısrarcılar ellerindekileri satmak için. Her şeyi söylenenin yarı fiyatına alabilirsiniz, ama insan pazarlık yapmak istemiyor, çünkü çok fakirler. Yaşam felsefelerini en kısa yoldan anlatmak için en sık kullandıkları sözü yazmakta da yarar var, hakuna matata! (Takma kafana!)Kişi başına düşen aylık gelir 60 dolar kadar. 43 milyonluk ülkenin yüzde 80’i günde 1 doların altında yaşıyor. THY bundan sonra haftanın 3 günü Dar es Salaam’a uçacak. “Doğu Afrika’ya talep var mı” diyebilirsiniz? THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’yu dinleyince, “Evet, var” diyorsunuz. Çünkü THY hedefi yalnızca Türk yolcu taşımak üzerine kurmuyor. Yıllarca Avrupalı devletlerin sömürgesi olarak yaşayan bu insanlar THY’ye sempatiyle bakıyor. Ayrıca bu seyahatten sonra şunu da rahatlıkla söyleyebilirim, yakında Afrika’da iş yapan Türk işadamlarını daha çok konuşacağız. Bu konuya birazdan değineceğim. Bu seyahatin en cazip tarafı Zanzibar’ı görecek olmaktı. Hint Okyanusu’nun ortasındaki Kıbrıs Adası kadar büyüklükteki Zanzibar’ı ben de çok merak ediyordum. Ada ve geziyle ilgili yazıyı ve fotoğrafları haftaya VATAN’ın ekinde sizlerle paylaşacağım. Burada gezinin farklı bir boyutundan söz etmek istiyorum. Bizim ilk durağımız Dar es Salaam oldu, daha sonra da Zanzibar’a geçtik. Afrika’da şıkıdım!Gezi boyunca bize Büyükelçi Şander Gürbüz, eşi ve oğlu da eşlik eti. Mükemmel bir ev sahipliği yaptı Şander Gürbüz. Doğrusu bunca yer geziyoruz, uzun zamandan beri işini bu kadar iyi yapan ve sempatik bir elçi görmemiştim. Türkiye Büyükelçiliği 13 ay önce açılmış. Şander Gürbüz, 5 yılda yapılabilecekleri 13 ayda yapmış. İnanın abartmıyorum. Bir bavul ve bir dizüstü bilgisayarıyla Dar es Salaam’a Atina’dan gelmiş Şander Bey, “Günahıyla sevabıyla yeni kurulacak ilişkileri ben başlatacağım” demiş ve kısa zamanda çok iş yapmış.Gezinin ilk günü Dar es Salaam’da şimdilik geçici olarak kullanılan Türk Büyükelçiliği’nde Şander Bey bir davet verdi. Çok sayıda yabancı elçilik yetkilisinin de katıldığı davette Doğu Afrika’nın Ajda’sı diyebileceğimiz bir şarkıcı ve Türk Okulları’nda eğitim gören Afrikalı çocukların dans gösterilerini izledik. Evet orada da Türk Okulları var. Çocuklar Türkçe konuşuyor. Şaşırmadım desem yalan olur. Bu okullar tanzanya’nın zenginlerinin de tercih ettiği okullar. Harika gösterileri sırasında bize bir de sürprizleri vardı, Tarkan’ın Şıkıdım şarkısını Afrika dans figürleri eşliğinde söylediler. Bu harika geceden sonraki gün 2 saat süren bir feribot yolculuğu yaparak Zanzibar Adası’na geçtik. Londra’da diş çektiriyorlarŞander Bey’e, “Buraların zenginleri ne yapar? Onlar kimlerdir, bunca doğal güzellik varken, altın, elmas madenleri varken neden bu kadar fakirler?” diye sordum... Büyükelçi anlatmaya başladı: “Buraların de zenginleri var. Genelde Hint kökenli Afrikalılar zengin. Diş çektirmeye Londra’ya gidiyorlar. Halktan kopuk bir hayat sürüyorlar. Buralarının fakir kalmasının temel nedeni rüşvet ve yolsuzluklar. Daha yeni Merkez Bankası’nın başkanını yolsuzluk nedeniyle cezaevine aldılar. Yıllarca bu topraklar sömürülmüş. Hollanda dünyanın çiçek devi olmuşsa bunu bu topraklara borçlu. Hâlâ Hollanda çiçeklerinin yüzde 25’ini Tanzanya’dan alıyor. Kanada altın çıkarıyor bu topraklarda. Zamanında öyle bir anlaşma yapılmış ki, çıkardığı altının yüzde 4’ünü burada bırakıyor. Buna nasl izin verildi? Artık siz düşünün. Bu arada Tanzanya Afrika’nın en sevilen çocuğu. Diğer Afrika ülkelerine göre daha sakin bir yer. Ve burada yapılacak çok şey var. 2013 yılında Doğu Afrika Topluluğu kurulacak. 160 milyona hitap edecek bu birlik. Alt yapı yok. Şu anda önde gelen elçilikler hazırıklar yapıyor. ABD elçiliğinin burada 400, Çin’in 700, İsveç, Finlandiya, Almanya, Portekiz gibi ülkelerin 100 elçilik personeli var. Toplam 55 büyükelçilik var bu dünyanın en geri kalmış olarak gösterilen yerinde. Ayrıca yardım fonlarının da çok sayıda personeli var buralarda.” TOPBAŞ: EN GÜZELİ İSTANBUL İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da ekipteydi. Feribotta Topbaş ve Şander Bey’le sohbet ettik. Topbaş da fakirlikten çok etkilenmişti. “Zanzibar tatil cenneti olarak biliniyor ama bakıyorum da İstanbul kadar güzeli yok. İstanbul bir numara, iki numara boş, belki üçüncüye bir yer söyleyebilirim” diyen Topbaş, fotoğraf makinesini düşürmedi. TURİZM CENNETİNDE HER GÜN 10 SAAT ELEKTRİK YOK ÇİN 700 personeliyle, Almanya 100 personeliyle biz 11... Tüm bunlara rağmen Tanzanya’da en tanınan 5 büyükelçilikten biri Türk Büyükelçiliği. Türkiye’ye büyük sempati duyan bir cumhurbaşkanları var, Türk işadamları bu bakir topraklarda çok şey başarabilir. Oteller kötü, hizmet kalitesi çok düşük, alt yapıyok. Turizm cennetinde günde 10 saat elektrikler kesik. 29 Ekim’de Abdullah Gül yeni elçilik binasının açılışı için Tanzanya’ya gidecek. Şander Gürbüz, “THY yöneticilerinin kapısını çaldım, bir yıl içinde yolcu oranınız yüzde 70 altına düşerse aradaki farkı ben ödeyeceğim. Yoksulları var ama inanılmaz zenginleri de var ve sürekli seyahat ediyorlar. Türk işadamlarını da buraya çağırıyoruz, burada çok iş yapacaklarına inanıyoruz” dedim. ‘TÜRKİYE YAPTIYSA BİZ DE YAPARIZ’ BELKİ hatırlarsınız, Tanzanya’nın Cumhurbaşkanı Türkiye’ye gelmişti. Şaden Gürbüz söyledi, ilk önce Ankara ve daha sonra da İstanbul’u gezen Cumhurbaşkanı Türkiye’den çok etkilenmiş ve her fırsatta ülkesinde ‘Türkiye yaptıysa biz de yaparız’ diyormuş. Müslüman ülke Türkiye’nin Batı standartlarını yakalamasını sık sık ülkesindeki işadamlarına anlatıyormuş. Büyükelçi Şander Gürbüz bizle bunları heyecanla paylaşırken, Türkiye Büyükelçiliği’nde kaç personel olduğunu soruyoruz. “Şimdilik 8, aşçıyla birlikte” diyor, yakında 11 olacakmış.
MUDO Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Taviloğlu, krizi babası Mustafa Taviloğlu sayesinde 2007 sonunda anladıklarını ve önlemlerini aldıklarını belirterek, “Daha önceki krizlerde yedek kulübesindeydim, bu benim ilk kriz deneyimim. Kriz döneminde 15 mağaza kapattık, 19 mağaza açtık. 2010’da en az 6 mağaza açacağız. Yeniden bir sıçramanın arifesindeyiz” diye konuştuŞU anda işlerin geçen yıldan iyi olduğunu, ilk yurtdışı mağazalarını Kazakistan’da Han Çadırı’nda açacaklarını kaydeden Taviloğlu, “Yandım Allah durumu yok. Artık tek parametre ciro değil. Kârlılığa, metrekare verimliliğine bakar olduk. Sektör kötü günleri atlatmak için çok ciddi promosyonlar yaptı. Bu yıl kârlılık biraz arttı ama cirodaki artış beklentisi karşılanmadı” dedi Türkiye’de perakende sektörünün duayen isimlerinden Mudo’nun sahibi Mustafa Taviloğlu’nun oğlu Ömer Taviloğlu... Babası gibi o da çok çalışkan. ’Hobim çalışmak’ diyor. Nişantaşı mağazalarında sabahın erken saatlerinde buluşuyoruz. Çok dikkatimi çekiyor, Ömer Taviloğlu’nu gördüklerinde çalışanlarının yüzü gülüyor. Pas pas yapan personeliyle de tasarım ekibindeki çalışma arkadaşlarıyla da çok sıcak bir ilişkisi var...Ömer Taviloğlu, Koç Lisesi’nden sonra Johns Hopkins Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirdi. 24 yaşından bu yana Mudo’da çalışıyor. Ama o aslında bu işin tozunu 5 yaşından beri yutan biri. ’Sanırım aile şirketlerinde en önemlisi işi sevdirmek’ diyor, işini çok sevdiği de her halinden belli oluyor. Ne diyelim Mustafa Taviloğlu’na da böyle bir evlat yakışır...* Kaç yaşındayken başladı sizin işle ilişkiniz? Babanızla çalışmaya kaç yaşından beri hazırlandığınızı hissediyorsunuz? 16 yaşından beri aktif dinlemedeyim. 5 yıl önce okulu bitirdim, 5 yıldır da çalışıyorum. * Ama sanırım aslında çok daha küçük yaşlardan beri işin içinde pişiyorsunuz...12 yaşımdan beri de derdim ama utandım! Ben işle birlikte büyüdüm. Çok küçük yaşlarda mağazadaydım. Babamın işe bakışı, işine olan tutkusu biliniyor... Bizim evde iş konuşulurdu. 12 yaşındayken babam bir gün odama girip, ’Ben şirketi satayım mı sen bu şirkette çalışacak mısın?’ diye sordu. Ben ’Niye satalım?’ dedim. Babam bunu satmak için sormamıştır büyük olasılıkla. Ayrıca bugünün konjonktüründen çok farklıydı o dönemler. Sanırım en önemlisi işi sevdirmek. Ben işi sevdim. Sonuçta emek yoğun bir iş mağazacılık. Son dönemde de Türkiye’de de önemi ve potansiyeli daha iyi anlaşıldı. Derneklerimiz çok aktif. Bizler de kendimizi daha iyi anlatıyoruz. 30-40 sene önceki Türkiye ve perakende sektörü artık çok farklı yerlerde, 10 yıl öncesine göre bile çok farklı. Geçenlerde Şarık Tara’nın bir röportajını okudum. Değişimin liderlerindeniz* Ayşe Arman’a röportajı olmalı...Evet. ’Son 10 senede olan değişiklikler, İsa’nın doğumundan bu yana olanlardan daha fazla’ diyor Şarık Bey. Çok büyük bir değişim ve gelişim gerçekleşti son 10 yılda. * Siz bu değişim içinde kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?Biz de bu değişimin liderlerindeniz. Babamın öncülüğünde Mudo Concept’in kuruluşu buna örnek gösterebilir. İlk Mudo Pera olarak kurulmuştu. Hazır giyim markalarımızın yanında daha çok erkeklere yönelik, mataralar, kartvizitlikler, sigara tabakaları gibi aksesuarlarla başladık. Akmerkez’le birlikte büyüme de başladı. Akmerkez mağazası ilk kiralandığında ’Burayı nasıl dolduracağız’ diye düşünülüyordu, şimdi orası bize çok küçük geliyor. Ürün çeşidimizin ancak yüzde 25’inin yer alabildiği bir mağaza oldu. Geldiğimiz noktada ürün çeşidimizin tamamını bir mağaza çatısı altında aynı anda toplamak imkansıza yakın.* Mudo’ların ürün yelpazesine baktığımızda çok farklı rakipleri var... Rakiplerin fazla olmasının avantajları, dezavantajları neler? Mudo Concept’in bütünsel rakibi yok. Evet, farklı çok rakibi var. Aydınlatma, ev tekstili, bahçe mobilyaları gibi kategorilerimiz var, hepsinin de çok sayıda rakibi var. Biz sürekli yenilikleri takip ediyoruz. 7 kişi şu anda New York’ta. Sürekli seyahat halindeyiz. Kendimizi hep yeniliyoruz. Bu avantaj. Mudo Concept’te mağazalardaki ambiansı, atmosferi yaratmaktan sorumlu 12 kişilik bir kreatif ekip var. Hazırgiyim’de de 24 tasarımcı var. 4 markamız var. Mudo Collection, FTS64, Mudo Accessories ve yeniden yapılandırdığımız bir markamız var. Kendi koleksiyonlarımızı ürettiriyoruz. * Babanız çok iyi koku alan, yurtdışındaki yeniklikleri takip eden ve bunları Türkiye’ye getiren bir işadamı. Siz bu anlamda babanızdan neler öğrendiniz, siz nasıl takip ediyorsunuz dünyayı? Benim de dünyayı takip etmek gibi misyonum var, olmalı da... Çünkü bu işi yapıyoruz. Türk ve yabancı dergileri çok iyi takip ediyorum. Çok geziyoruz. İlham almak için yapılanlar var. Bu işlerin içine girip de yılda bir kere Londra, New York ve Uzakdoğu’nun başkentlerine gitmemek olmaz. Türkiye’den her şey görülmüyor. Bizim de beslenmemiz gerekiyor. * Bir dönem sektörde hızla büyüme yaşandı. AVM’ler açıldı, mağaza sayıları arttı... Sonra kriz geldi ve markalar ayakta durmak için tüm planlamalarını değiştirdiler. Siz neler yaşadınız? 2004-2007’de çok büyük bir büyüme yaşandı. Hazırgiyimden ev dekorasyonuna, gıda perakendesine kadar çok hızlı büyüme oldu. Birçok şirketin altyapısı bunlara hazır değildi. Bu son kriz bir altyapıyı sağlamlaştırma olanağı verdi. Biz şimdi yeniden sıçramanın arifesindeyiz.* Nasıl şu anda durum? ’Toparlanma başladı, işler açıldı’ der misiniz? Geçen seneden iyiyiz, bütçenin gerisindeyiz. Yandım Allah durumu yok. ’Şubat ayını iyi geçirdik’ diyor arkadaşlar bu yıl evet iyi, çünkü önceki yıl neredeyse ölüyorduk. 2009’u nasıl geçirdiğimiz önemli. Tek parametre ciro değil. Artık kârlılık, metrekare verimliliği gibi rasyolara bakar olduk. Geçen sene sektörün çoğunluğu o kötü günleri atlatmak için çok ciddi promosyonlar yaptı. Bu yıl kârlılıklar biraz arttı ama cirodaki artış beklentisi karşılanmadı. * Aldığınız en önemli tedbir ne oldu krizde? 2009’da bizim için en önemlisi ciddi sayıda mağaza kapatmaktı. Ocak 2008’de şirkette ciddi bir verimlilik artışı için çalışma başlattık. Burada öncelikle giderlerde önemli ölçekte tasarruf etmek ve zarar eden geleceği olmayan mağazaları kapatmak gibi önlemler aldık.* Kaç mağaza kapattınız?Son 2 senede 15 mağaza kapattık, ama diğer yandan da 19 tane açtık ve yıl sonuna kadar da en az 6 tane daha mağaza açmayı planlıyoruz.Geçen seneden iyiyiz* Bu mağazalar çok dikkat çekici yerlerde değildi sanırım...15 mağaza kapattık hepsi bir Akmerkez, bir İstinye Park etmiyor, ’Onları niye açtık’ diye soruyor insan. Ciroyla yönetim döneminde hızla büyüme döneminde o Türkiye’nin arkasına dolan, o çatlarcasına dolan rüzgar döneminde açmıştık onca mağazayı. Oradan durumu toparladık. Doğru kararlar almışız. Bence biraz daha agresif de olabilirdik. * Kriz de silkinme yarattı... Bu sizin iş yaşamınızda yaşadığınız ilk kriz değil mi? Ayakların yere basması için vesile oldu. Ben 2001 krizinde yedek kulübesindeydim, benim ilk krizim diyebilirim. Kıymetli bir tecrübeydi benim için. Babamların jenerasyonu yurtdışında ders verecek kadar tecrübeli. * Mustafa Bey, yurtdışına açılma konusunda hep, ’Yurtdışına çıkmadan önce Türkiye’de marka olmak lazım’ derdi. Var mı yurtdışına açılma planı? Yurtdışından mağazalarımızı açmak için çok istek geliyor, biz de son dönemde yüreklendik ve ilk denemeyi yapmaya karar verdik. Han Çadırı diye bir alışveriş merkezi yapılıyor Kazakistan’da. Türkiye’den bir yatırımcı grup yapıyor. Ağustos başında orada ilk yurtdışı mağazamızı açacağız. Bir mağazayla yurtdışına açıldık demek de tam doğru değil. Bir deneme yapacağız, bakalım...EN FAZLA SATIŞI YILBAŞINDA YAPIYORUZ* En fazla ciro Cumartesi günleri mi yapılıyor? Bazen Pazar günleri Cumartesi’yi geçiyor. Eskiden Cumartesi günleriydi, şimdi bazen Pazar günleri geçiyor.* Siz en çok satışı Anneler Günü, Sevgililer günü, Yılbaşı... Hangisinde yapıyorsunuz?Biz en çok yılbaşında yapıyoruz. Yılbaşı bizim işimiz. Ekibimiz seferber oluyor. Hissedilir olarak farklıyız bence bu alanda. İnsanları en mutlu ettiğimiz dönem oluyor. Bir gün için bile olsa herkes daha çok umut ediyor. O gece evlerin içinde olmak çok da keyifli.KRİZ DÖNEMİ OUTLET MAĞAZALARINI KAPATTIK* Kaç mağazanız var? 90 mağazamız var. Geçenlerde Forum İstanbul Mudo City mağazasını açtık. Akmerkez yenilemesini yapıyoruz. Haziran sonuna doğru açılıyor. Çeşme’de yeni Marina’da açacağız. Ankara Gordion AVM’de önümüzdeki ay açıyoruz. Cevahir’de de büyük bir mağaza için anlaştık yeni sezona onun açılacak olması da bizi heyecanlandırıyor. * Outlet mağazaları açıldı. Outlet AVM’ler açıldı. Siz de giriyorsunuz. Biraz fazla olmadı mı bu merkezlerin sayısı da?Biz outlet mağaza sayısını 12’ye indirdik. Kriz döneminde kapattığımız mağazaların çoğu outlet mağazalardı. Gerçek ‘outlet’çilik seri sonu ve stok fazlası ürünlerin çok cazip fiyatlara satılmasıyken bugün gelinen noktada Outlet AVM’lerin ciddi bir bölümündeki mağazaların bu misyonu ne kadar yerine getirebildiği tartışılır bir hal aldı. Biz yıllar önce Mudo Garage Sale ile başlattığımız ‘outlet’çilik işimizde, özüne dönüp esasına uygun olarak yapmaya karar verdik ve doğrusunu yaptığımızı da hissediyoruz.TÜRKİYE’YE KATKISI OLAN BİR MÜZE AÇMAK İSTİYORUZ* Mudo Müzesi açılacak mı? Siz de babanız gibi koleksiyoner olma yolunda ilerliyor musunuz? Bizimkisi artık aile koleksiyonu. Annemin de çok katkısı var. Ben de alıyorum bir şey beğendiğimde. Merakım var. Ama o işin patronu babam. Müze çok istiyoruz. Hakkını veren, İstanbul’a ve Türkiye’ye bir şey katan, kendini yenileyen, yurtdışından sergi getiren belki restorasyon atölyesi olan bir müze olsun istiyoruz. Bu kolay değil. Bina alıp tabloları koymak da yetmiyor. Bizim mekan arayışımız da sürüyor. Uygun metrekare bulmak da zor. Olunca babam sizle paylaşır, ondan keyifle dinlersiniz. Müzecilikte de yenilikler var...‘HOBİM ÇALIŞMAK’ÖMER Taviloğlu, hobilerini, tatilde neler yaptığını sorduğumda, “Tatil deyince aklıma gelen dağ ve deniz... Kışın dağ, yazın da deniz. Tam deniz tutkunuyum demek için balık ya da yelken yapmak lazım. Ben balığı babama bıraktım, yelkeni seçtim. Şimdi arkadaşlarım bir takım kuruyor, ben de yazıldım, heveslendim. Deniz insanı çok iyi dinlendiriyor. Tatillerde şehirle iletişimi kesmek gerekiyor. Ama şunu söylemeliyim, sanırım şu aralar en büyük hobim çalışmak. Haftada 60-70 saat çalışıyorum” yanıtını veriyor.BABAM ‘BENİ GALİBA DAHA ÇALIŞTIRACAKSIN’ DEDİ* Perakende Zirvesi’nde ‘Babalar ve İkinci Kuşak’ da konuşuldu. Sizin omuzlarınıza sorumluluk yükleniyor. Siz bu sorumluluğu alırken neler hissediyorsunuz? Orada ben dinleyiciydim. Hep ‘Birinci jenerasyon ne zaman bırakmalı, niye bırakamıyor, bıraktıkları zaman nasıl bir etki yaratıyor ikinci jenerasyon üstünde’ gibi konular konuşuldu. Ben orada da ’Allah birinci jenerasyonu başımızdan eksik etmesin’ dedim. Onları anlamaya çalışmak lazım. Babam yoktu o bölümde sonradan duyunca, ’Neyse beni çalıştıracaksın galiba daha’deyip teşekkür etti. *Geçenlerde C&A markasının Türkiye’deki CEOFO’suyla sohbet ederken öğrendim. C&A’de aileinin 6’ncı kuşağı işin başındaymış... Çok farklı bir örnek C&A. Yönetim biçimleri de farklı. Her ülkenin başında aileden biri var. Geçenlerde Ferragamo’nun torunuyla tanıştım. Onlarda da bir kural varmış. Her anne babadan tek çocuk çalışabiliyormuş şirkette. Ablası tasarımcı ama o çalışamıyor şirkette. * Sizin bir şirket anayasanız var mı? Şu an yok, ancak işteki aile üyeleri sayısı büyüyünce gerekecektir. Ben C&A ile Ferragamo’ya çok şaşırdım.
Juliette Sargnon Tolay’ı bundan 8 yıl önce tanıdım. Kardeşim Paris’te Sciences Po’da okuyordu, Juliette de onun arkadaşıydı. Juliette Türkiye’yi, İstanbul’u çok merak ediyordu. Bu merakı sonucunda Galatasaray Üniversitesi’nin değişim programı kapsamında İstanbul’a geldi. O dönemde kardeşimle birlikte Emirgan’da oturuyorduk. Juliette ile bir dönem aynı evi paylaştık. AKP yeni iktidara gelmişti, Türkiye değişiyor mu? diye başlayan, AB bizi niye istemiyor? sorularıyla devam eden sohbetleri kardeşim Kıvanç’la sık sık yaparlardı. Onların Fransızca tartışmalarına ‘Fransız’ kaldığım günler geride kaldı. Juliette’in Türkiye ilgisi katlandı. Türkiye’nin farklı yerlerini yakından tanıdı Juliette. Güneydoğu’ya da gitti, İzmir’le Doğu’yu karşılaştırdı. Emirgan’daki mahallede Lazlarla da Mardinlilerle de sıcak bir ilişki kurdu. Hayat arkadaşı da bir İzmirli oldu. Halen Amerika’da yaşıyor, orada master yapıyor Juliette. Onun başarılı akademik çalışmalarını uzaktan takip ediyordum. Türkiye’de farklı konferanslarda konuşmalar yapıyordu. Ve bu genç kadın geçen hafta, Türkiye’ye geldiğinde yaşadığı semt olan Emirgan’daki Sakıp Sabancı Müzesi’nde düzenlenen törende Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülleri’nde birinciliği aldı. Çok gurur duydum. ‘AB’nin Yönetişimi ve Kültürel Çeşitlilik: Türkiye’nin Katılımının Etkileri’ temalı yarışmada Juliette, ‘Türkiye’nin Öteki Kültürel Çeşitlilik Tartışması: AB İçin Dersler’ başlıklı makalesiyle katılmıştı. Halen Delaware Üniversitesi doktora öğrencisi olan Juliette Tolay’ın bu makalesi ödülle birlikte uluslararası camiada da daha çok dikkat çekecek diye düşünüyorum. Tolay’ın bu makalesinde neyi anlattığını kısaca onun ağzından özetleyelim: “Türkiye’de kültürel çeşitlilik hakkında konuşulduğu zaman, genelde tarihi çeşitlilikten, özellikle Türkiye’de bulunan dinsel azınlıklar (Musevi, Rum ve Ermeni) ya da Kürt ve Alevi kimliklerinden bahsediliyor. Avrupa’da da Türkiye’dekine benzer bir ‘tarihi kültürel çeşitlilik’ anlayışı var. Avrupa’da bugün yaygın olan çeşitlilik anlayışı göçle bağlı kültürel çeşitlilik olarak tanımlanıyor. Türkiye’de göçe bağlı kültürel çeşitlilik tartışılan bir konu değil. Oysa göç olgusu gündeme gelmeli ve araştırılmalı. Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında önemli derecede göç alan bir ülke. Türkiye doğu ve güneyindeki komşularından bir grup iş insanının yanı sıra, topraklarına mültecileri de kabul ediyor. Ayrıca birçok emekli Avrupalı da Türkiye’nin batı ve güney sahillerinde yerleşmeye başladı. Makalemde Türkiye’nin bu çeşitliliği nasıl karşıladığını inceledim. Avrupa’daki göçe bağlı kültürel çeşitliliğin yarattığı zorluklara baktığımızda, bu konunun Türkiye için ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye’de, bu konuyla ilgili çeşitli ve bazen çelişkili tepkiler gözlemlenirken, diğer yandan konunun çok az araştırılmasına bağlı olarak büyük bir veri eksikliği dikkat çekiyor. Türkiye’de göç olgusuyla ilgili kutuplaşmış bir politik ortam oluşmamış olması olumlu. Türkiye’nin uyguladığı liberal vize politikası, serbest dolaşım idealine ve küreselleşmiş bir dünyanın ihtiyaçlarına daha uygun bir çözüm.”