Beslen markasıyla gıda, Marco Polo markasıyla turizmde tanınan, Kazakistan’da 500 milyon dolar yatırımı olan Okan Holding’in patronu Bekir Okan, son dönemde eğitime ağırlık veriyor. 100 milyon doların üzerinde yatırımla Okan Üniversitesi’ni kuran Bekir Okan, anaokulu ve ilköğretim okuluyla yatırımlarını büyütüyor. Okan, “Girişimcilik dersimiz var. Çince, Arapça, Rusça eğitim veriyoruz. Mezun olduklarında Türkiye ve dünyada iş bulsunlar istiyoruz. Ayrıca üniversite-sanayi işbirliği için de adımlar attık. Tamamen Türk hocalarla sürücüsüz araba çalışması yapılıyor. Yakında açıklayacağız” diye konuştuGaziantepli işadamı Bekir Okan renkli bir kişilik. 40 yılı aşan bir iş deneyimi var. Onla sohbet çok keyifli. Şimdilerde gözbebeği Okan Üniversitesi... Ben de kendisiyle görüşmek için Akfırat’taki eğitim üssüne gittim. Bugüne kadar turizm, gayrimenkul ve gıda sektöründeki yatırımlarıyla tanıdığımız Bekir Okan’la üniversitesini, yeni açılacak olan ilköğretim kurumunu ve anaokulunu gezdik. Türkiye’de Beslen markasıyla gıda sektöründe, Marco Polo markasıyla turizmde bilinen bir işadamı olan Bekir Okan’ın Kazakistan’daki yatırımları 500 milyon doları buluyor. Okan Kazakistan’a damgasını vuran bir işadamı. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev çok yakın dostu. Astana’daki ilk oteli Okan yaptı. Hatta “Astana’yı baştan yaratan Türk” diyorlar Bekir Okan için. Çünkü şehirdeki en gözde binalarda Okan’ın imzası var. Okan’ın Kazakistan’daki makarna yatırımı çok büyük. ‘Sultan’ markasıyla en bilinen ve en büyük pazar payına sahip makarna, çikolata ve bisküvi markası. Ürünleri Ukrayna’dan Özbekistan’a her yerde satılıyor. Okan, Türkiye’nin ilk ‘her şey dahil’ sistemde işleyen tatil köyü Marco Polo’yu da kuran kişi. Doğrusu Okan Üniversite’sini gezerken bir ara 5 yıldızlı otelde turladığımız düşüncesine kapılıyorum. Yarı olimpik kapalı yüzme havuzu, golf arabaları, yapay gölü, saunaları, cafeleri bana üniversiteden çok tatil köyü hissini veriyor. 100 milyon doların üzerinde yatırımla kurulan Okan Üniversitesi’nde eğitim yatırımları devam ediyor. Anaokulunda bile yüzme havuzu var.Yaşadıklarımı paylaşıyorumOkan Holding 1972 yılında kuruldu. Gıda, turizm, inşaat alanlarında deneyimlisiniz. Okan Üniversitesi’ni kurdunuz. İlköğretim, lise eğitim yatırımlarınız hızla büyüyor. Eğitim tüm yaptıklarınızdan çok farklı olmalı...Evet. Beslen Basketbol Takımı vardı, hatırlar mısınız? Ben Anadolu’ya ilk basketbol takımını götüren kişiyim. 1986 yılında Okan Kültür Eğitim Sanat Vakfı’nı kurdum. Okul yaptık, sağlık ocağı yaptık, karşılıksız burs veriyorduk. Eğitim hep aklımızdaydı. Ayrıca farklı sektörlerde deneyimlerimiz vardı, eksiklikleri görüyorduk. Türkiye’de en büyük sorun eğitim. Yapılacak çok iş var. Bu konuda en iyisini yapmak için yola çıktık.Nedir en iyisi? Siz en iyisinden ne anlıyorsunuz?Dünya vatandaşı yetiştirmek... Bunun da gerekleri var. İyi bir eğitim kadrosu, dünya ölçeğinde kampüs, yurtları, laboratuvarları, oyun salonları, alışveriş merkezleri, cafeleri...Cafe ve alışveriş merkezleri şart mı üniversitede?İsteniyor. Burası yaşam alanı. Simit Sarayı da isteniyor, Starbucks da... Tenis kortları, buhar odası, yüzme havuzu, kuaför... Her şey var burada. Öncelikle hocalarımız ve öğrencilerimiz en iyi koşullarda olmalı. Biz öğrenci odaklıyız. Onlar için her şeyin en iyiyisinin düşünüldüğünü gördüklerinde kendilerine güvenleri artıyor.Öğrenci odaklıyız... Bu şimdilerde çok söyleniyor... Ne yapıyorsunuz?Biz bunu uygulamalarımızda da gösteriyoruz. Girişimcilik dersimiz var örneğin...Siz zaten kişisel öykünüzle buna örneksiniz...Ben de anlatıyorum, paylaşıyorum öğrencilerimle yaşadıklarımı. Girişimcilik Türkiye’nin geleceği için çok önemli. Bunun için de iyi bir temel atılmalı. Gençler yönlendirilmeli.Ne yapıyorsunuz başka farklı olarak?Gelişen Doğu dilleri eğitimi imkanı sunuyoruz. Çince, Arapça, Rusça eğitimleri de veriyoruz.Ya bölümler?Tasarım, gastronomi, lojistik, mimarlık, spor yönetimi, elektronik, enerji mühendisliği... Mezun olduklarında Türkiye ve dünyada iş bulsunlar, bunun için her şeyi yapıyoruz. Kariyer yaşam dersi veriyoruz. Hangi sertifika programlarına katılırlarsa hayatlarının kolaylaşacağı gibi bilgilerin verildiği bir ders bu. Sürekli farklı konularda bilgilendirici toplantı düzenliyoruz. Gıda hukuku örneğin. Çok konuşuluyor artık GDO’lu, hormonlu gıdalar gibi... Türkiye’de en önemli sorun üniversite sanayi işbirliğinin olmaması. Siz yapıyor musunuz?Sürücüsüz araba çalışması yapılıyor. Yakında açıklayacağız. Tamamen Türk hocalarla yapılıyor. Yurtdışında bulunan bir Türk hoca da projenin içinde. Otomobil teknolojileri araştırma merkezimiz var üniversitemizde. Ohio State ile birlikte yürütüyoruz çalışmalarımızı.7 binden fazla öğrenci varBiz ilk adımları attık diyorsunuz...Buradaki öğrenciler Türkiye’nin en önemli işadamlarını dinliyorlar. Gençler ne yazık ki umutlu değil. Umutla bakmazsanız başarılı olamazsınız. Buna üzülüyorum. En büyük amacım bu umudu gençlere vermek. Ben 68 kuşağıyım, biz siyasetçilerin yapamadığını yapmaya adaydık. Ben zor koşullarda okudum. Şimdi gençlerde emek ve sabır yok. Turizmi bitiriyor, hemen otel müdürü olmak istiyor. Üniversiteler özgür fikirlerin tartışıldığı yerler olmalı. Okan Üniversitesinde bunu yapmak istiyoruz. Üniversitede iyi eğitim için güçlü kadro kurmak lazım.Rektörünüz kadın... Türkiye’de çok az sayıda kadın rektör var...Prof. Şule Kut sanırım Türkiye’deki 9 kadın rektörden biri. Kızım hem akademik kariyerini yapıyor hem de eğititm kurumlarında benim en büyük destekçim.Kaç öğrenciniz var?7 bini geçti. 1.000 öğrenci yurtlarda kalıyor. Öğrencilerin yüzde 60’ı İstanbul’dan. Yüzde 40’ı Anadolu’dan geliyor. Bizde Rus, Çinli hocalar da var. Bu yıl ilk kez yurtdışından öğrenci almaya başladık. Bulgaristan Suriye, çevre ülkelerden gelenler var. Hükümet de destekliyor. Genel üniversitelerde yurtdışı öğrenci gelirlerini ihracat sayıp teşvikten yararlanıyoruz. Her yıl 300 bin dolar destek alıyoruz. Türkiye bölgesel oyuncu olacaksa bu şart.Anaokulunuz da oldu. “Anaokulundan üniversiteye kariyer planlaması” diyorsunuz.. Üniversiteyi kurunca, “İşin en başından başlamak gerek” diye mi düşündünüz öğrenci kalitesini artırmak için?Aynen. Üniversiteyi gördükten sonra kaliteli eğitim için anaokulundan başlamak gerektiğini gördük. Kayıtlara bu yıl başladık. Çok iddialıyız. İstanbul’un en güzel anaokulu yaptık. Dünya standartlarında, her şey düşünüldü.Sibirya sınırında yaptığımız fabrikayı bize sattılar!Kitabınızı okumuştum. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’le çok iyi ilişkileriniz. Çok uzun yıllardır iyi dostsunuz. Bu dostluk nasıl kuruldu? Kitabınızda çok güzel hikayeler vardı bu dostlukla ilgili...Çok uzun vadeli oldu işlerimiz. Yıllar önce açıldık yurtdışına. Biz Türkmenistan’da fabrika yapmıştık. O dönemde Nazarbayev Astana’yı yeni başkent yapıyordu, beni çağırıp ‘Buraya 5 yıldızlı otel yap’ dedi. İlk işimiz orada o otel oldu. Daha sonra çok sayıda iş yaptık. Bizi yüksek nişanla da ödüllendirdiler. Kamu binalarını yaptık, rezidanslar yaptık.Sizin bir de tanışma hikayeniz vardı...1992’nin 29 Ekim’inde tanıştık. Onlar Rusya’dan bağımsızlıklarını ilan ettikten sonra Ankara’da resepsiyona geldiler. Rahmetli Turgut Özal beni tanıştırdı. ‘Oteli var, makarna fabrikası var, tekstil işi yapıyor’ diye tanıştırdı. Bir hafta sonra beni telgrafla davet ettiler. Makarna fabrikası yapmak istiyorlardı. Almata’ya gittik. İngilizce bilen de yok. Kazakistan Başbakan Yardımcısı bizimle. Bir uçağa bindik. Onlar uçakta votkaları içtiler. Uçak indi karların içine. İnanın korku filmi gibiydi. Eksi 40 derece. Ben hemen koordinatörüme ‘Burada fabrika filan yapılamaz’ dedim. Sibirya sınırındaydık. Bizi orada iyi ağırladılar. O fabrikayı yaptık. O fabrika Avrasya’nın en modern ve en büyük entegre tesisi. Un, irmik var. Sultan makarnasıyla pazarda yüzde 75 hakimiyeti var. Bölgede her yere dağıtılıyor. Ama işler böyle anlattığım gibi kolay olmadı. Yeni Rusya’dan ayrılmışlardı, komünist kafası hakimdi. Sonuçta o fabrika bizim oldu. Yaptığımız fabrikayı bize sattılar, ben paramı alabilmek için aldım fabrikayı. Fabrikayı bitirdiğimizde çalıştırmayı beceremediler. Ben başta ‘Eyvah fabrika bize kalacak’ dedim, öyle de oldu. Bu ilk iş büyük güven sağladı.Hâlâ işleriniz var Kazakistan’da. Büyük kriz yaşadı Kazakistan. Siz şimdi ne durumdasınız?Hâlâ orada 2 bin çalışanımız var. Fabrikalar çalışıyor. Bisküvi ve çikolata fabrikamız var. Alışveriş merkezi yaptık. Daireler yapıp satıyoruz. Krizden çok etkilendiler, gayrimenkul işimiz etkilendi ama devam ediyoruz.Ne kadarlık yatırımınız var orada?500 milyon doları aştı Kazakistan’da yaptığımız yatırımlar. Astana’da 15’inci yıl kutlaması yaptık.Türkiye’de kaç çalışanınız var?Türkiye’de 2 bin kişi kadar... Neredeyse Kazakistanla aynı...Parasız öğrenci gelemez algısı yanlış, başarılı öğrencilere kapımız açıkSiz ne öğrendiniz eğitim sektörüne adım attığınızdan beri? Diğer işlerinizden en büyük farklılığı ne bu işinizin?Hocalarla çalışmak çok zor! İşin espirili tarafı bir yana, vakıf üniversitelerine gelen hocalar devlet üniversitelerinden geliyor. Biz verimli olmak zorundayız. Devlet verimli değil ne yazık ki. Bu alışkanlıkları kırmak gerekiyor. Eğititm sektörü çok keyifli. Gençlerle, hocalarla olmak da farklı. Dünyanın farklı yerlerinde iş yaptım, Türkiye’de ve dünyada birçok siyasetçi ve işadamı tanırım. Şimdi burada tüm deneyimleri aktarmak ve dünyadaki gelişmeleri yakından izlemek bana da keyif veriyor. Üniversitemiz dünyadaki tüm gelişmeleri yakından izliyor.Vakıf üniversiteleri paralı öğrencilerin tercihi. Parasız öğrenci gelebilir mi üniversitenize?Geçen yıl 100 öğrencinin 82’si burs alıyordu. Sporcu, engelli bursu var ayrıca. Burs oranları değişiyor. Sizin söylediğiniz o algı yanlış. Başarılı olan öğrencilere kapımız açık.
Seçim döneminde çevre konularından konuşmak ‘lüks’ geliyor siyasi partilere. Çevreye bir türlü sıra gelmiyor. 12 Haziran genel seçimlerine doğru geri sayımın başladığı, siyasi liderlerin karış karış Türkiye’yi gezdiği şu günlerde, direkt insanı ve geleceği ilgilendiren çevre konusu ihmal ediliyor. Başbakan’ın açıkladığı Kanal İstanbul projesi çevre boyutuyla yeteri kadar masaya yatırılıp yatırılmadığıyla ilgili kafalar karışık. İstanbul’un bu projeyle nüfusu artacak mı, yeni bir şehir düzeni derken İstanbul’un nefes aldığı damarlar tıkanacak mı? Bilmiyoruz. TEMA dün düzenlediği toplantıda siyasi partilerin seçim bildirgelerini eleştirdi. ‘Yeşil Konuşan Siyaset Lazım’ sloganıyla düzenlenen toplantıda TEMA Eko-Siyaset Bildirgesi açıklandı. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Doğan Arıkan, sadece ekonomi odaklı projelerin çevre katliamlarına yol açabileceğine dikkat çekmek amacıyla bildirgeyi hazırladıkları açıkladı. Biliyorsunuz, şu günlerde çevre katiamlarına karşı Anadolu Yürüyüşü sürüyor. TEMA’nın HES’lere nasıl baktığını merak ediyoruz. TEMA, HES’lere tamamen karşı değil ama HES’lerin bilime, akla uygun olması gerektiğini vurguluyorlar. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Deniz Ataç, toprak, su, tarım, orman ve madencilikle ilgili çevre hakkı konusunda şu noktaların altını çizdi: - Dünya yılda ortalama 142 ton/kilometrekare, Türkiye tek başına 955 ton kilometrekare toprağını erozyonla kaybediyor. Ülke yüzeyimiz her yıl 0.8 mm aşınırken, topraklarımızın yalnızca yüzde 7’sinde erozyon yok. - Türkiye toprak rezervi kalmayan 19 ülkeden biri. Türkiye’de yüzölçümünün 1/3’ü olan 22 milyon hektar tarm alanında üretim yapılıyor. Bu arazinin yarısı verimli tarım arazisi. Amaç dışı kullanımlar nedeniyle de bu topraklar yorgun. Kanunla öngörülmesine rağmen büyük ovalarımızın korunması konusunda hiçbir adım atılmadı. - Türkiye’de ağaç sayısı artıyor. Ancak orman varlığımız azalıyor. ‘Keselim biraz daha fazlasını dikeriz’ diyerek yapılanlar aynı etki yaratmıyor. Tek tip ağaçla yapılan katkı eskisi gibi olmuyor. - Türkiye’nin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yılda 112 milyar metreküp. Türkiye’de kişi başına düşen yıllık su hakkımız 1.430 metreküp. Su zengni değiliz. Kötünün iyisiyiz. Kanada’da kişi başına oran 92 bin metreküp. Bir Amerikalı’nın suyu bizden 6 kat fazla. Gıda kaynakları gibi su da nüfus artış hızına yetişemiyor..Tema Vakfı yöneticilerinden Ersin Özince de toplantıdaydı. Özince, “Bankacı kimliğimle değil, çevreci kimliğimle buradayım” dedi ama bankaların çevreci olmayan projelere verdikleri desteğin önlenmesi için beklentilere kısa süre önce bıraktığı bankacı kimliğiyle yanıt vermekten kaçındı. Dünyanın önde gelen bankaları artık yatırımların çevreye etkisi ve sosyal yönünü ayrıntılarıyla değerlendirmek zorunda. Çünkü birçoğu Ekvator Prensipleri’ni imzaladı. Bu prensiplere uymayan projelere destek olmuyorlar. Türkiye’deki bankalar ise imzalamadı. Malum Türkiye’de çok sayıda yabancı banka ve ortaklıkları var. Hal böyle olunca bu bankalar dünyada Ekvator Prensipleri’ne uyarken, Türkiye’de uymuyor. Türk bankalarına büyük sorumluluk düşüyor. Gerçekten çevreci olduklarını kanıtlamaları için bu prensiplere imza atmaları bekleniyor. Tema Vakfı Danışmanı Mahir Gürbüz de Türkiye’nin 30 yıl sonra 100 milyon nüfusa ulaşacağını hatırlatarak, buğdayın gelecekte altın kadar değerli olabileceğinı aktardı. 43 sayfalık Eko-Siyaset Seçim Bildirgesi’nin son söz bölümünden bir alıntı yapmak isterim: Çocuklarınızın, torunlarınızın ve onların da torunlarının hayatta kalması vereceğiniz oylara bağlı. Oy vereceğiniz partinin siyasi görüşü ne olursa olsun, seçim bildirgelerinde ve parti programlarında doğal varlıkların korunmasına dair neler yapacaklarından haberdar olun.
Merhum Vehbi Koç’un fikir babası ve kurucularından olduğu Türk Eğitim Vakfı’nın (TEV) Başkanı Turgut Bozkurt, Yönetim Kurulu Başkan Vekili Adnan İğnebekçili ve TEV’in Güsel Ablası olarak bilinen Güsel Bilal’le biraraya geldik. TEV bu yıl kuruluşunun 45’inci yılında. Turgut Bozkurt ve Adnan İğnebekçili de eski birer TEV bursiyeri. TEV’in gündeminde burslar dışında kız öğrenci yurtları, üstün başarı bursları ve yaşam evi projeleri vardı. Yurdışında destekledikleri öğrenci sayısının her geçen gün arttığını da öğrendik. TEV bağışçılarının TEV içinde ayrı bir fon gibi yönetildiklerini de dinledik. Tüm bu konulara geçmeden önce Turgut Bozkurt özelinde bir noktanın altını çizmek istiyorum. Dediğim gibi Turgut Bey de Adnan Bey de eski birer TEV bursiyeri. Turgut Bozkurt, 2006’dan beri vakfı yönetiyor. 1972 yılında ODTÜ İşletme Fakültesi’ni şeref derecesiyle bitirmiş. TEV’in yurtdışı yüksek lisans bursunu almış. 1975 yılında San Diego Üniversitesi’nden yine şeref derecesiyle mezun olmuş. Başarılı bir kariyeri olmuş ve bir gün bile TEV bursiyeri olduğunu unutmamış. Şimdi Vehbi Koç’un nasihatini yerine getiriyor: Başarılı olun, vakfa hizmet verin. 183 bin öğrenciyi okuttularBurs verilen öğrencilerle tek tek ilgilenen Güsel Bilal, “Başarılı öğrencileri okullar belirliyor, biz o seçilen öğrencilerle yapılan değerlendirmeler sonucunda burs veriyoruz’ diyerek, ‘Alo benim bir tanıdığım var, ailesi güç durumda çocuk da başarılı...” diye başlayan talepleri baştan elediklerini vurguluyor. Turgut Bozkurt, 45 yıllık yükselen çizginin sırrının ‘şeffaf yönetim’ olduğunu anlatıyor. Vakfın en büyük gelirini bağışçılarından sağlıyor. Bağışlanan gayrimenkullerden elde edilen kira gelirleri vakfı ayakta tutuyor. Son zamanlarda cenaze ve mutlu gün bağışlarında da artış olduğunu öğreniyoruz. Bu arada son 3-4 yılda TEV bugüne kadarki büyüklüğünün 2 katına çıkmış bağışçıların bağışları sayesinde. Vasiyetler, gayrimenkul bağışları ve nakdi yardımlarla TEV bugüne kadar 183 bin öğrenciyi okutmuş. Turgut Bey, vasiyetçilerin emanetlerinin fon gibi yönetildiğini anlatıyor. ‘Vakıf içinde vakıf’ tanımlamasını yapıyor. Türkan Sedefoğlu adlı bağışçının yarattığı değerden bugüne kadar 11 bin öğrenci yararlanmış. Çok etkileyici değil mi? Zeki Müren’in de TEV bağışçılarından olduğunu hatırlıyoruz. Müren’in bağışından da bugüne kadar 1.100 öğrenci burs almış. Ezcümle, TEV bağışçılarını ölümsüz kılan bir vakıf. Adnan İğnebekçili yeni projelerini heyecanla paylaşıyor. TEV yalnızca burs vermekle kalmıyor. Yurt ve okullar da yapıyor. 45’inci yıllarında da kendilerine yeni bir misyon yüklemişler. Yurtiçinde kız öğrenci yurtları açmaya başlamışlar. Trabzon’da bu yıl inşaatı bitecek bir kız yurdu açacaklar. İzmir’de de önümüzdeki yıl bir kız yurdunu devreye sokacaklar. TEV’in bir süredir uyguladığı farklı bir burs da üstün başarı bursu. Bugüne kadar 166 öğrenci üstün başarı bursu almış. Bunların 10’u üniversite sınavlarında ilk 100’e girmiş. Bilmem biliyor musunuz? Türkiye’nin tek üstün yetenekli öğrenci okulu TEVİTÖL de TEV tarafından yönetiliyor. Okul merhum Sezai Türkeş tarafından eşi İnanç Türkeş adına kurulmuştu. Bir süredir TEV yönetiminde. TEV yöneticileri, Türkiye’de yüzde 2 oranında üstün yetenekli öğrenci olduğunu, bunların keşfedilip özel eğitim alması gerektiğini anlatıyorlar. TEVİTÖL bunu yapıyor. Ben de birkaç kez bu okulu ziyaret ettim. Türkiye’de en etkilendiğim okullardan biri olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’nin farklı köşelerinden gelen parlak öğrencilerle sohbet doyumsuz olmuştu benim için. Zaman içinde onların başarılarını da takip ettim. Köy çocuklarının Harvard, Yale, Duke gibi dünyanın önde gelen üniversitelerine olan yolculuğuna şahit oldum. Gençlere eğitim bursu veren güvenilir ve sürdürülebilir bir sistemin işleyişiyle ilgili bilgilenirken, Türkiye’de çok daha fazla bağışçının olması gerektiğini düşünüyor insan.
Beyaz gömlek denince akla gelen Bil’s markasının kurucusu olan Selman Bilal, artık konsept mağazacılık üzerinde duracaklarını, Bilstore mağazalarının sayısını arttıracaklarını söyledi. Bilal, “İzmir, Bursa, Mersin, Trabzon ve Antalya’da mağaza açacağız. Marka mağazası yaratıyoruz. Dünyanın farklı yerlerinden ürün topluyoruz, bunlar tasarım ürünleri... Uzakdoğu ülkelerinden teklif alıyoruz. Uzakdoğu’da görebilirsiniz bizi” diye konuştu. Türkiye’nin de ucuz ülkelerle rekabet işini Çin ve Hindistan’a bırakması gerektiğini kaydeden Selman Bilal, “Türkiye, ucuz bir üretim merkezi değil. İtalya örneğine bakmalı, İtalya’nın yaptığı yanlışları yapmadan ilerlemeli. Türkiye daha sofistike mallara daha özellikli ürün ve çizgiye kendini taşımalı” dedi. Selman Bilal’le ilk kez bundan 10 yıl önce röportaj yapmıştım ve o gün çok farklı bir patron olduğunu düşünmüştüm. Yıllar bu fikrimi değiştirmedi, Selman Bilal her sohbetimizde beni şaşırttı. Markası Bil’s artık çok bilinen bir marka. Beyaz gömlek denildiğinde hemen akla geliyor. Ve Selman Bilal ‘beyaz gömlek kültürü’ diye çıktığı yolda tekstille ve tasarımla birleştirdiği kültürel yolculuğun gömlekle sınırlı kalmayacağını da ortaya koydu. Muji, Austin Reed, Falke ve Fred Perry gibi markaları Türkiye’ye getirdi, mağaza markacığı dediği Bilstore konsepti kapsamında farklı tasarım markalarını buluşturarak bir ilki gerçekleştirdi. Sanatsal ve kültürel etkinleri destekleyerek markasını farklı bir boyuta taşıdı. Selman Bilal ile yaptığım ilk röportajda aile hikayesini benle paylaşmıştı. Büyükleri Rusya’dan Türkiye’ye gelmiş. İki kardeş biri Çorum’a, biri İstanbul’a yerleşmişler. Selman Bilal’in babası Çorum’a yerleşen kardeş... Dedesinin dedesi de tekstille uğraşıyormuş. Selman Bilal ailesinin üçüncü kuşak temsilcisi. Bil’s markalı beyaz gömleklerinizle biliniyorsunuz ama yalnızca beyaz gömlek işi yapmıyorsunuz. BİLSAR’ın çatısı altında yalnızca beyaz gömlek yok değil mi?Kardeşimle birlikte işleri devraldığımızda daha lokal bir şirketti. Benim ve kardeşimin katılımıyla uluslararası şirket haline geldi. Bilsar’ın işlerini 3’e ayırabiliriz. Üretim ve ihracat, uluslararası anlaşmalarla marka yönetimi ve perakende... En küçük işimiz perakende. İşlem hacmi olarak en küçük işimiz ama en çok o biliniyor.Üretiminiz Çorum’da... Memleketinizde.. Tüm üretiminiz mi orada?Evet. Çorum’un en büyük işletmesi ve işvereniyiz. Bizden sonra gelenler de oldu. 4-5 üretim merkezi kuruldu. Biz 20 kadar markaya üretim yapıyoruz. Bu önemli deneyim. Kaç çalışanınız var?Çorum’da 850 çalışanımız var. Bilstore mağazalarında Bil’s gömleklerin yanısıra farklı markalar da oldu. Bu seçtiğiniz markalar Bil’s’in felsefesiyle örtüştü, birbirini tamamladı. Sanırım bu sizin odaklandığınız konulardan biri...Evet. Kendi markamız diğer markaları almamıza referans oldu. Fred Perry markası örneğin... Türkiye’ye girmeyi asla düşünmüyorlardı. Muji de aynı şekilde. Büyük gruplar da almak istiyordu bu markaları ama onlar bizi yaptığımız niş markacılık nedeniyle tercih ettiler.Zengin çocukların hayali dendiSizin müşteri profilinizi A ve A artı denilen kesim mi?Bilinçli ve entelektüel bir müşteri kitlemiz var. Kendini dünya vatandaşı olarak tanımlayan bir kitle diyebilirim. Siz yıllardır tekstil işindesiniz, daha hızlı mağazalaşmayı, daha uygun fiyatlı ürünlerle daha geniş bir kesime ulaşmayı hiç düşünmediniz mi?Ucuz zincir markalarla rekabet çok anlamlı değil. Ben böyle düşünüyorum. Bence Türkiye’nin de bu tarz markalarla rekabet edebilmesi anlamlı değil. Türkiye ucuz bir üretim merkezi değil. Bir Çinli marka ucuz rekabet edebilir. Bizim çizgimiz bu olmamalı. Türkiye daha sofistike mallara daha özellikli ürün ve çizgiye kendini taşımalı. Biz hiç seri zincir markacılık çizgisinde olmadık. Biz Türkiye’nin özgün mağazacılığa yönelerek markalaşabileceğini düşündük. Sizin bu fikrinize muhalefet eden çok olmuştur, niş üretimin Türkiye’de müşteri çekemeyeceğini söyleyenler olmuştur. Bu müşteri sayısının çok sınırlı olduğu da bir gerçek...Çok söylendi bunlar bize. Bizim için ‘Boğaziçili zengin çocukların hayali’ dendi. Çorum’da fabrika kurduğumuzda ütopik bulunduk. Beyoğlu’nda ilk gayrimenkul yatırımı yaptığımızda bize ‘Tinercilerin içinde ne işiniz var’ dendi. (Bilsar merkezi Şişhane’de) Bu getirdiğimiz markalar için de ‘Ne bu markalar? İş yapacaksan kendi markanı yarat, her yerde mağaza aç’ dediler. Bunları çok duyduk. Bizim üretici ve ihracatçı olmamız avantajımız. Marka yönetimi açısından da deneyim kazandık. Perakende Bilstore mağazalarıyla yol alıyoruz. Türkiye’de hızla zincir mağaza kuranlar, büyüyenler, fiyatı uygun ürünlerle kıyasıya rekabet eden çok marka oldu...Türkiye’de zincir mağazalar, pazarlarda satılan ürünlerin yerini aldı. Onların potansiyeli mutlaka var. Çin’den mal alıp ucuza kendi mağazalarında satmalarında, ucuz zincirler yaratmalarında bir sakınca yok. Ama ben bizim birikimimiz karşılığında daha özgün markaların yaratılmasını sağlamalı diye düşünüyorum. Bizim derken Türkiye’nin birikiminden bahsediyorum. Bizim birikimimiz daha niş daha özgün markaların yaratılmasını ve dünya pazarında şirketin değerlenmesine uygun. Biz 20 yıl sonra rekabetçi olacak şirket yapısı, markalar, konsept ürünler üzerine odaklandık. Dünyadaki rekabeti de iyi takip ediyoruz. Gümrük duvarlarının açılması kapanması, Çin’deki gümrük vergisinin kaldırılmasıyla etkilenmeyecek bir yapı kurmaya çalışıyoruz. Kaç noktada satılıyorsunuz?200’e yakın nokta da satılıyoruz. Ben bunu fazla buluyorum. Her yerde olmamıza gerek yok. Ucuz zincir algısı, her yerde çok olacaksın, çok büyük olacaksın. Bunun tersinden bakılamıyor. Biz bunun tersinden bakıyoruz. İndirimli değil avantajlı olmalıSiz indirim günleri için ne diyorsunuz? Türkiye indirim cenneti oldu...Uzun indirim günlerine karşı çıktım ben. Alışveriş Festivali yapılmalı. Buna karşı değilim ama İstanbul öne çıkarılmalı, bunu da ucuzluğu öne çıkararak değil de İstanbul’un kültürel değerlerini anlatıp, bu değerler içinde farklı ürünler bulunabileceğini vurgulayan bir şekilde yapmalıyız. İstanbul’da kültürel değerler, yeme-içme alternatifleriyle birleşen kampanyalar olmalı. Hep daha ucuz çok ucuz kampanyalar olmamalı. İndirim algısını değiştirmek artık zor değil mi?İndirim değil avantaj olmasını sağlamak lazım. Geçen hafta İtalya’da Dizayn Week’e gittim. Milano’da inanılmaz bir kalabalık vardı. Dünyanın her bir yanından gelmiş insanlar... Tasarım ürünleri çoktu. İndirim de yoktu, mağazalara sırayla insanları alıyorlardı. Türkiye ucuzla rekabet etmemeli, o rekabeti Çin’e ve Hindistan’a bırakmalı. İtalya örneğine bakmalı, İtalya’nın yaptığı yanlışları yapmadan ilerlemeli.Dünya markası olma iddianız, hedefiniz yok mu?Niş alanda evet. Beyaz gömlek alanında bir iddiamız var. Tasarım ekibinizi nasıl seçiyorsunuz? Ünlü tasarımcılarla da çalışıyorsunuz...3 kategoride yapıyoruz tasarımları. Geçen yaz Bils ana tasarımcımız Bora Aksu’ydu. Şu anda Gül Ağış oldu. İnci Evginer...İnci Eviner de bizim için özel bir çalışma yaptı. Bir danışman ekibiniz var mı?Bülent Erkmen’le çalışıyoruz. Yıllardır sürekli danışmanımız. Bizim için çok önemli biri. Her sezon ana tasarımcı, sanatçı ve genç tasarımcıyla çalışmaya devam edeceğiz.ÜRETTİĞİMİZ HER GÖMLEĞİ ÖNCE BEN TEST EDERİMSiz hep beyaz gömlek mi giyersiniz?Beyaz gömleği seviyorum. Kumaşlarımızın çoğu organik. Zaten yüzde 100 pamuk kullanıyorduk, şimdi organik pamuğa yöneldik. Ben mutlaka ürettiğimiz her gömleği giyerim. Test etmek zorundayım. Yalnızca gömleği değil, tüm markalarımı giyiyorum. Pantolon da mı sizin?Evet. Tamamıyla organik kumaştan üretilen bir pantolon.Babanız işleri bu noktaya taşıdığınızı gördü mü?Gördü... Babamı 1.5 yıl önce kaybettik. İlk Tünel’deki bu yeri aldığımızda şaşırmıştı babam. Dedem de ilk zamanlar üretime girmek istemedi, sonra ‘Beni iyi ki dinlemedin’ dedi. Düşünce sistematiği bana dedemden, babamdan geçti... Çalışanıma ‘Lütfen bana aşk maili atma’ dedim, bomba gibi düştü şirketeSizle yıllar önce röportaj yapmıştım. En ileri teknoloji sizdeydi. Geçenlerde bir röportajınızı okudum, teknolojiden kaçtığınızı söylemişsiniz... Ne oldu size?Evet, zamanla bazı düşüncelerim değişti. Sektördeki bu alandaki en büyük yatırımları biz yapmıştık. En ileri yazılımlar da bizde. Kardeşim de çok ilgili ondan çok şey öğrendim. İş yerinde çalışırken şunu gördüm, aynı katta mail atmaya başladık. Bir gün bir toplantı sırasında kadın yöneticime ‘Ne olur bana aşk maili atma’ dedim. Herkes dondu kaldı. Bomba gibi düştü şirkete. Herkes dedikodu halinde. Ben bunu şaşırtmak için söyledim. Bana iki sayfaya yakın detaylı mektup yazmıştı işle ilgili. Gel bunu yazma, o kadar zaman geçirme, gel odama bana yüzüme anlat. Ben şunu gördüm bir dönem masamdan kalkamıyordum. Bitmiyor mailler, ürüne dokunamıyorum, düşünemiyorum, gezemiyorum. Yasak mı koydunuz ne yaptınız?Herkes akıllı cihazlara döndü, ceplerinden maillerini okuyorlar. Kişisel bilgisayarları kaldırdık. Çünkü herkes kişisel bilgisayar önünde çok zaman geçiriyordu. Biz özel hayatlarıyla ilgili de mailleşmelerini istemiyorduk, bu da oluyordu. Ortak istasyonlarda kullanılıyorlar şimdi bilgisayarı. Kişisel bilgisayarları kaldırdık. Biz tamamen dokunmak, izlemek zorundayız. İsyan etmedi mi çalışanlarınız?Bir ay içinde herkesin mutsuzluğu gitti. Cepten yanıt yazınca kısa oluyor. Gerektiği kadar. Diğer konuları yüzyüze görüşüyoruz. ‘Sizi maille bilgilendirdim’ olayını kapattık.Çalışanlarımı dünyaya bakışlarına göre seçiyorumSiz çalışanlarınızı nasıl seçiyorsunuz?Eskiden özgeçmişlere bakardım, şimdi konuşuyorum. Dünyaya bakışını değerlendiriyorum. Türkiye’deki önemli sanatçıları bilmezse bizle nasıl çalışabilir? Donanım şart. Dün bir üniversitede konuşma yaptım. ‘Üniversitede tatilde gibisiniz. Çeşitli bilgiler alıyorsunuz, esas hayat çalışmaya başladığınızda başlayacak. Dalınıza göre gelişmeleri izlemelisiniz. Her işin gerektirdiği gelişmeler var’ dedim. Kadın çalışanlarımın regli gününü bilirim, demişsiniz... Bu kadar yakından mı takip ediyorsunuz çalışanlarınızı, gelip size söylüyorlar mı?Bunu gazetede okudunuz. Ben de gazetede görünce şaşırdım. Bir uçak yolculuğu sırasında bir kadın yöneticimiz rahatsızdı. Yanımızda bir gazeteci de vardı. Bizim bunu paylaşmamıza şaşırdı. Ben bu rahatsızlıktan dolayı sorun yaşıyorsa, performansı düşüyorsa bunu bilmek zorundayım dedim. Yazılınca biraz farklı algılandı.
TÜSİAD ile Bölgesel Çevre Merkezi (REC) Türkiye, iklim değişikliğiyle mücadele amacıyla İklim Platformu-İklim Değişikliği Liderler Grubu’nu kurdu. TÜSİAD İklim Platformu üyeleri öncelikle enerji tasarrufu, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ve düşük karbon salınımı, çevre dostu ürün arzı konularında yenilikçi politikaların benimsenmesi için ‘seferberlik’ ilan ettiler. İlk etapta 5 Mayıs’ta düşük karbonlu ekonominin finansmanı konusu ele alınacak.Geçenlerde İstanbul Belediyesi’nin erguvan renkli otobüsleri üzerine yapılan bir sohbete kulak kabarttım. Karşılıklı kahve içen kadınlar önce erguvanlardan, lalelerden İstanbul’un güzelliğinden, ardından da İstanbul’daki yeni toplu taşıma araçlarından söz ettiler ve biri “Erguvan rengi otobüs güzel olmuş ama bir de çevre dostu olsalar” yorumunu yaptı; haklı. Kızım henüz 4 yaşına gelmedi. Arabanın arkasında otururken camını açtığında yanımıza bir otobüs gelince panik oluyor. Kokudan zehirleneceğini düşünüyor ve çığlık atarak eksozu içeri almamak için camını kapatıyor. Dün TÜSİAD’ın toplantısındaydım. Bu kez TÜSİAD ve Bölgesel Çevre Merkezi (REC) Türkiye, iklim değişikliğiyle mücadele amacıyla bir grup kurmak için biraradaydı. Toplantıda büyük sanayi devlerinin temsilcileri vardı. Yabancı şirketlerin CEO’ları, yöneticileri, Türkiye’nin gururu şirketlerin en tepe yöneticileri...Ve toplantıya REC’in hazırladığı kısa bir filmi izleyerek başladık. Bu filmde halkın iklim değişikliği konusunda bilinçli olduğunu gördük. REC Başkanı Sibel Eralp, “5 yıl önce yapılan çalışmalardan durum çok farklı” diye bir yorum da yaptı. Halk bu konuda hızla bilinçleniyor ve geleceğe kaygıyla bakıyor diyebiliriz. Kuşkusuz bugün yaşadıklarımızın sorumlusu büyüme ve kalkınma adına yapılan yanlışlar. Herkesin taşın altına elini sokması gereken bir noktaya taşındı dünya. Meksika’dan Japonya’ya her yerde iklim değişikliğinin yarattığı sorunlar hızla artıyor. Peki Türkiye hangi noktada? Devlet ne yapıyor? Özel sektör ne yapıyor? Çevre dendiğinde uluslararası anlamda ilk aklımıza gelen yaptırım gücü Kyoto Protokolü’nün 2012 yılında birinci uygulama dönemi bitiyor. Kopenhag’ta Küresel İklim Rejimi’nin yeni şeklinin ne olacağı konusunda net bir sonuca ulaşılamadı ve Cancun’da beklentilerinin ötesinde ilerleme kaydedildi. 2011 yılı dünyada yeni iklim rejimin kaderinin belirlenmesi için viraj olarak görülüyor. TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, dün bu gerekçeleri hatırlatarak TÜSİAD üyeleri arasında yeni bir çalışma grubunun oluşturulması için ilk adımı attı. Türkiye’nin hem ulusal hem de uluslararası alanda iklim değişikliğiyle ilgili olarak sorumlulukları ve yükümlülükleri var. Bunları gerçekleştirmek için TÜSİAD üyeleri dün itibarıyla çalışmalarını hızlandırdılar. TÜSİAD Genel Merkezi’nde yapılan toplantıda üyeler söz alarak hem bugüne kadar neler yaptıklarını hem de hangi noktalarda eksikler olduğunu vurguladılar. Prensin konferansına katılacakTÜSİAD İklim Platformu üyeleri öncelikle enerji tasarrufu, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ve düşük karbon salınımı, çevre dostu ürün arzı konularında yenilikçi politikaların benimsenmesi için ‘seferberlik’ ilan ettiler diyebiliriz. Çünkü iklim değişikliğiyle ilgili sıkı bir gündem bekliyor dünyayı. İlk olarak üyeler 5 Mayıs’ta ‘Düşük Karbonlu Büyümenin Finansmanı Konferansı’nda biraraya gelecekler. Temmuz ayında da Prens Charles’ın başkanlık ettiği Londra’da düzenlenecek Uluslararası İklim Değişikliği konferansı var. TÜSİAD’ın İklim Platformu bu toplantıya da katılacak. İklim değişikliğiyle ilgili uluslararası toplantılar yıl boyunca sürecek. Kuşkusuz yeşil binalarda üretim yapan, enerji verimliliği konusunda çok yol alan firmalar da var Türkiye’de. Diğer yandan da geri teknolojiyle üretim yapmaya devam eden ve yalnızca Doğu’ya, geri kalmış bölgelere ihracat yapanlar da var. Toyota CEO’su Ali Haydar Bozkurt, toplantıda güzel bir noktaya işaret etti: “Bugün kazanmak için değil gelecekte de kazanmak için çalışmalıyız. Bizim şirketimiz 40 yıldır bu konuları kunuşuyor ve maliyeti düşünmeden öncü adımlar atıyor.” Arçelik Resmi ve Sektörel İlişkiler Koordinatörü Uğur Kayalı da Beko markasıyla Avrupa’da ilk 5’te yer aldıklarını hatırlattı. Beko İngiltere’nin önde gelen markalarından biri oldu. Bu noktaya gelmesini ürünlerindeki enerji verimliliğine borçlu. Ali Kibar’ın da altını çizdiği gibi, “Çevre konusunda mevzuatta eksikler var. Kamunun yaptıklarını iyi bilmeliyiz. Koordinasyon içinde olmalıyız ve bu konuda çalışan sivil toplum örgütleriyle de işbirliği yapmalıyız.”TÜSİAD üyeleri önümüzdeki dönemde iklim değişikliğiyle ilgili neler yaptıklarını İklim Platformu’nda paylaşacaklar. Öncelikle ev ödevlerini yapıp yapmadıklarına bakacaklar. İleri de de halkın bilinçlenmesine ve devlerin önlemler almasına yönelik çalışmalar başlatacaklar.
Bu hafta Beyoğlu’nda nükleer enerjiye ve HES’lere karşı eylem vardı. Protestocuları bir süre izleme fırsatı buldum. HES’lere karşı Anadolu Yürüyüşü de halen sürüyor... Japonya depreminden sonra dünya nükleer enerji yatırımlarını masaya yatırırken, biz maalesef bize mahsus bir şekilde konuya bakmaya devam ediyoruz. Vatandaşın Türkiye’nin nükleer enerji stratejisiyle ilgili aklında kalan tek yorum, evlerdeki Aygaz tüpler!TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’den enerji konuları üzerine bir toplantı daveti gelince HES’ler ve nükleer enerjiyle ilgili TÜSİAD duruşunda bir değişiklik olup olmadığını merak ettim. Ümit Boyner daha önceden nükleer enerjiyle ilgili yorum yapmıştı ancak bu kez çok daha uzun süreli ve derin bir çalışma söz konusuydu. TÜSİAD merkezindeki toplantıda Başkan Ümit Boyner’in yanısıra TÜSİAD’ın enerji konusundaki görüşlerini oluşturan TÜSİAD ekibi de hazır bulundu. Enerji Çalışma Grubu üyeleri Ali Kibar, Selahattin Hakman, Fahrettin Arman, Zeki Eriş ve Batu Aksoy tek tek uzman oldukları alanlarda görüşlerini ortaya koydular. Ümit Boyner, ‘Uluslararası Enerji Ajansı projeksiyonları gelecek 25 yıl içerisinde dünya enerji tüketiminin yüzde 60 üzerinde artacağını öngörüyor. Aynı tahminler 2020 yılında Türkiye’nin enerji tüketiminin dünya ortalamasının üzerinde artacağını gösteriyor’ bilgisini aktararak konuşmasına başladı. Yine Ümit Boyner’in verdiği bilgilere göre; Türkiye halihazırda enerjisinin yüzde 31’ini doğalgazdan, yüzde 31’ini kömürden, yüzde 28’ini petrolden, yüzde 10’nunu da yenilenebilir enerjiden sağlıyor. Türkiye’nin sera gazı emisyonları da 1990-2007 yılları arasında yüzde 119 artış göstermiş. 7.5 Milyarlık tasarrufÜmit Boyner, enerjinin verimli kullanılması halinde 7-5 milyar dolarlık tasarruf edilebileceğinin altını çizdiği konuşmasında, Türkiye’nin enerji politikalarını yeterince şeffaf bir biçimde tartışmadığının altını çizdi. Toplantıda HES yatırımları konusu üzerinde duruldu. TÜSİAD tamamıyla HES’lere karşı değil, yatırımların tamamen durdurulmasını istemiyor. Ancak HES yatırımlarının hem izin hem de yatırım aşamasında çevre koşullarına uygunluğunun denetlenmesini talep ediyor. Ümit Boyner ısrarla vurgulayarak, “Biz çevre ve enerji konularını ayırmıyoruz. Bir derenin üzerine 7 HES yapılması ne kadar sürdürülebilir?” diyor. Gelelim en çok tartışılan nükleer enerji konusuna. TÜSİAD Japonya depremiyle birlikte dünyanın nükleer enerji konusunu yeniden masaya yatırdığını hatırlatıyor. Bu tartışmalardan Türkiye’nin öğreneceklerinin olduğunu düşünüyorlar. ‘Nükleer enerji konusunda da salt bir enerji açığı sorununa indirgenmemeli. Deprem ülkesi Türkiye. Bu risk gözardı edilmemeli. Kamuoyunda bu süreç daha şeffaf yönetilmeli. Önümüzde bir fırsat da var. Daha önce nükleer enerji yatırımı yapanlar tartışıyor, kendilerini yeniliyor diyen Ümit Boyner, ‘Enerjide gri alanlar çok. Yurtdışındaki tartışmaları izleyip anlamak lazım’ diyor.
İSVİÇRE ile yapılan anlaşmayla Türkiye, 2012’den itibaren bu ülkedeki vatandaşlarının hesap bilgilerini alacak. Türkiye-İsviçre Araştırmalar Vakfı Başkan Yardımcısı Ali Çivi, “Türklerin İsviçre’de 20 bin hesabı var. Maliye’nin hedefi 60 milyar doların ekonomiye dahil olması” dedi.Çivi, önümüzdeki yıl anlaşmayla birlikte Türkiye’deki şirketler için yeni bir dönemin başladığını söyledi ve ekledi: “Şirketlerin istekleri karşılık buldu. Bundan sonra birçok Türk şirketi merkezini İsviçre’ye taşıyabilir. İsviçre’deki vergi oranları çok düşük, bazı kantonlarda sıfır vergi var” Avukat Ali Çivi Türkiye-İsviçre Araştırmalar Vakfı Başkan Yardımcısı. 22 yıldır Basel’de yaşıyor. Ayın 10 günü İstanbul’da. Ali Çivi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Basel’e gitti, orada da hukuk okudu, ardından da Fribourg Üniversitesi’nde doktorasını yaptı ve Basel’de avukatlık yapmaya başladı. 1986’dan bu yana da ‘Çifte Vergilendirme’ konusundaki tüm gelişmeleri yakından izledi. 2012’de Türkiye’deki şirketler için yeni bir dönem başlıyor. Türkiye ve İsviçre arasında ‘Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması’ imzalandı. Hem bu konuyu hem de İsviçre bankalarında hesabı olan Türklerin durumunu konuyu yakından takip eden Ali Çivi’yle konuştum. Vergilendirme tek ülkedeÇifte vergilendirme konusu 1986’dan bu yana İsviçre-Türkiye arasında gündemdeydi. Yeni sonuca ulaşıldı, neler değişecek?Nihayet 2008’de yapıldı anlaşma. İsviçre’nin OECD ve AB ile yaşadığı vergi ve bankacılık sorunları nedeniyle, OECD model anlaşmasına her çifte vergilendirme anlaşmasında uyulmasını istedi. Her iki ülke de bunun üzerine anlaşmayı geri çekti, istenilen değişiklik yapıldı ve geçen yıl Bern’de anlaşma imzalandı. Her iki ülkedeki meclislerin onayı beklendi. 1 Ocak 2012’de anlaşma yürürlüğe girecek. Biliyorsunuz, bu anlaşma gelir üzerinden alınan vergilerde çifte vergilendirmeyi önlemeyi amaçlıyor. Mevcut düzenlemede hem gerçek kişiler ve kurumlar için bir ülkede vergi ödemek diğer ülkede vergi ödemeye engel değil. Örneğin İsviçre’de yaşayan bir Türk vatandaşının Türkiye’de bir gayrimenkulu varsa ve kira geliri alıyorsa bunu Türkiye’de vergilendirmesi İsviçre’yi bağlamıyordu. ‘Bana da vergi ödeyeceksin’ diyorlardı. Aynı şekilde şirketler de bir ülkede faaliyetlerini vergilendiriyorsa bunu diğer ülkede vergilendirmesine gerek kalmayacak. Şirketlerin beklentileri karşılık buldu, diyebiliriz.Bundan sonra birçok Türk şirketi merkezini İsviçre’ye taşıyabilir. Çünkü İsviçre’deki vergi oranları çok düşük, bazı kantonlarda sıfır vergi uygulaması var.Bilgi için yasal zemin oluştuABD, İsviçre’den 4 binin üzerinde vatandaşının hesap bilgilerini aldı. Diğer ülkeler de bu hesapların peşine düştüler, Türkiye de istedi. Sonuç alamadı. İsviçre’de, Türklerin 60 milyar dolarının olduğu biliniyor. Türkiye kendi vatandaşlarına çağrıda bulunarak hesaplarını taşımalarını da istedi ama sonuç başarılı olamadı. Bundan sonra ne değişir?Mevcut düzenlemelere göre Türkiye bu bilgileri elde edemedi. 5 bin hesap bilgisine ulaştı Amerika. Birçok ülke de dediğiniz gibi heves etti ama olmadı. Bu anlaşmayla Türkiye’nin ilk defa bilgileri isteyecek yasal zemini oluştu. Toplam kaç hesap var?15-20 bin civarında olduğu söyleniyor...Hepsinin bilgileri istenebilir mi?Maliyenin hedefi 60 milyar doların bir şekilde Türkiye’ye gelmesi, ekonomiye dahil olması. 2008’de vergi barışıyla önü açıldı, torba yasasada da var ama gelmiyor. Anlaşma yürürlüğe girdiğinde, bir-iki hesap gelecek ve emsal oluşacak.Vergi kaçıranların hesabına ulaşılacakUzan örneği için ne dersiniz?Bir ülkede suç işlemiş birinin hesabı varsa istenebilir. Vergi suçu nedeniyle hesabını isteme yolu açılıyor. Türkiye’de vergi kaçıranların eğer İsviçre’de hesabı varsa, o hesapların bilgisini isteyebilecek Türkiye. Bunun usulü var. Türkiye dosya hazırlıyor, İsviçre gerekli incelemeleri yapıyor, ikna olmazsa reddediyor. İkna olursa hesap bilgilerini gönderiyor. Yeni anlaşmaya göre vergi kaçırma şüphesi olanlar için bu yol açılacak. Hesap sahibi eğer kendini koruyacak tedbirleri almamışsa hukuksal anlamda zor durumda kalabilir. İsviçre’de her yerden hesap açan var. Avrupalılar bunu vergi danışmanıyla yapıyor. Türk hesap sahiplerinde bu yok. Türkler 100 milyon dolar da yatırsalar bunu yapmıyorlar. Yasaya göre Türkiye toplu dosya gönderemeyecek. Her dosya tek tek isteniyor. ‘100 vergi kaçıranı göndereyim’ hangisi tutarsa diyemeyecek Türkiye. Vergi affında para gelmiyorİsviçre’de hesabı olanların yeni adresi neresi olur? Bir de bir yanılgıya da yol açmamak lazım. İsviçre’deki tüm hesaplarla ilgili kafalarda soru işareti yaratmamak gerekir. Hakkıyla para kazanıp, parasını yurtdışında değerlendirenler de çok.Evet, ne yazık ki hep kara para algısı var. Bu yanlış. Birikimlerini yurtdışında değerlendirmek bir tercih. Avantajları da var. Bu arada İsviçre bankalarının kara para geçmişi temiz değil ama 1998’de bir yasa çıkardılar ve bu yasayla çok sıkı önlemler aldılar. Paranın kaynağını inceliyorlar, belge istiyorlar. Bunu da en iyi İsviçre’de hesap açtırmak isteyen Türkler bilir. Yeni adres diye sormuştum...Türkiye şu anda 75 ülkeyle çifte vergilendirme anlaşması yaptı. İsviçre’den kaçacak paranın gidebileceği ülkelerle yapıldı bu anlaşmalar. Hollanda’dan, İrlanda’ya... En son İsviçre kaldı. Bir ara bazı adalara gitti paralar ama hâlâ bankacılık konusunda bu anlamda en güvenilir adres İsviçre. Neden?Bunun iki nedeni var. Biri İsviçre’nin ekonomik gücü, sermayesi çok kuvvetli, ayrıca siyasi gücü de yüksek. AB’nin ortasında AB’ye girmeyen ve bundan zarar görmeyen bir ülke. AB’nin bankacılık kurallarına direndi. AB tehdit etti, direndi. İsviçreli Credit Suisse bankasının şubelerini Almanya Maliyesi bastı, baskılara karşı, ‘Ben sizinle OECD’nin model anlaşmasına uygun çifte vergilendirme anlaşması yaparım’ dediler. Anlaşmalar yapıldı. ‘Ancak anlaşmaları yaptık diye bankacılık sırlarını kaldıracak değiliz’ maddesini de korudular. Kaddafi’nin hesapları da çok konuşuldu. Hem kendisinin hem de yakınlarının...Kaddafi 2 yıl kadar önce büyük bir sorun yaşadı. Oğlu bir hizmetçisini dövdü, fotoğraflar basına sızdı... Adli süreç yaşandı. Kaddafi fotoğraflar basına sızdığı için protesto etti, İsviçre devlet başkanı gidip Kaddafi’nin önünde diz çöktü. Anlaştılar. İsviçre son dönemde hesaplarını dondurduğunu açıkladı. Miktarını açıklamıyor. Sanırım bu ancak yıllar sonra ortaya çıkıyor. Haiti ve Kongo’nun yöneticilerinin hesapları yıllar sonra ortaya konuldu...Miktarı İsviçre söylemiyor. Ayrıca iade süreci de çok uzun. 10-15 yıl sürüyor. Bankacılık sırrı önemlidir. Bankanın yükümlülüğü vardır. Bu kişilik haklarına da dahildir. İsviçreli banka sizin haklarınızı korumazsa bunun banka açısından da sonuçları vardır. Bu nedenle dünyanın her yerinden para oraya gidiyor.Almanya İsviçre’de hesabı olan vatandaşlarının hesaplarını ülkesine kaydırmayı önemli bir oranda başarmış. Türkiye de bunu istiyor ama yapamıyor. Türkiye ne yapmalı?Bu tip hesaplar ‘Avantajlı olanaklarla’ gelmez, daha geniş bir güven ikliminin yaratılması lazım. Türkiye’de hesaplarını getirenler oldu ve onların da mağduriyetler yaşadığını biliyoruz. Paranın bir yerden bir yere gitmesinin nedenleri vardır, ekonomik nedenleri iyi analiz edilmeli. ‘Af çıkardım, şu kadar vergi indirimi yaptım’ dediğinizde para gelmiyor. İtalyanların 300 milyar dolarının dışarıda olduğu söyleniyor, onlar başarılı olamadı ama Almanya başarılı oldu. Türkiye ikide bir vergi afı çıkararak değil de belki de daha rasyonel çözümlerle bu paraları getirebilir. Türkiye’de piyasalarda derinlik yok. Sermaye birikimi de yok. Ama iyimserim. 10-15 yıl öncesiyle durum çok farklı. 22 yıldır da İsviçre’deyim, Türkiye’nin durumunu, piyasaların durumunu ve hukukunu karşılaştırma şansımız var. Türkiye eskiden Avrupa ülkeleriyle kıyaslanamazdı, şimdi kıyaslayabiliyoruz. Bunlar olumlu. Gelinen nokta kötü değil ama daha uzun bir yol var. Ekonomiye siyasi korkulardan bağımsız bakmayı öğrenmemiz lazım. Dünyaya açılmak isteyen Türk yatırımcılarının anlaşmayı iyi takip etmelerini öneririm. Hem vergi avantajı olacak hem de İsviçre merkezli bir Türk şirketinin avantajlarını yaşayacaklar.
Fatih Güllü ile röportaj için Kağıthane’deki Güllüoğlu tesislerine gittim. Burası aynı zamanda Güllüoğlu’nun üretim merkezi. Dünyanın en büyük baklava fabrikası olma iddiasındalar. Kuşkusuz Türkiye’deki en büyük üretim tesisi Güllüoğlu Ailesi’nde. Fabrikaya gittiğimde ailenin 6’ncı kuşak temsilcisi, Güllüoğlu’nun Genel Müdürü Fatih Güllü’yü hamurun başında yakaladım. Randevumuza yarım saat önce gitmiştim. Fatih Güllü’nün çalışma temposunu dinleyince şaşırdım. Ezcümle Fatih Güllü, Güllüoğlu’nun 6’ncı kuşak temsilcisi ama patronculuk oynamıyor. Geceleri çalışıyor, ustalarıyla hamur açıyor. İşime aşığım diyen genç bir işadamı...-Ben sizi ihracattan sorumlu biri olarak düşünmüştüm. Markayı dünyaya açan genç kuşak, sizi hamurun başında yakalayınca şaşırdım...Bu işi çok seviyorum. Evet, markamızı dünyaya açmak için bir ayağımız yurtdışında ama aynı zamanda işimizi de yapmaya devam ediyoruz. Ben bu işi de çok iyi yapıyorum. Ustalarımla birlikte her gece mesaideyim. -Çalışma saatleriniz çok farklı... Müşterilerin her gün taze baklava, poğaça yemesi için gece yarısı çalışıyoruz. Baklava hamurunun yoğurulup fırından çıkması 2.5 saati buluyor. İlk baklavalar gece 02.30 gibi çıkıyor, sabaha karşı sevkiyatımız başlıyor. Ürünleri yetiştirmek için sabaha kadar çalışıyoruz. Kaddafi bizden alırdı-Siz markanızı yurtdışına açmak için büyük çaba içindesiniz, yurtdışında da mağazalaşmaya başladınız. Nasıl gidiyor? Açtığımız her yerde iyi, Libya dışında. Kaddafi yönetimindeki sorunlardan sonra durduk Libya’da. Orada şubemiz vardı. Oradaki Rixos, Irak’taki Rixos’a pas atmış. Irak Rixos, Libya vasıtasıyla alıyor yine. Kaddafi yönetimi bizden hep baklava alırdı. -Siz baklavayı yurtdışına nasıl gönderiyorsunuz?Bunun bir hikayesi var. Bizi ilk yurtdışına babam açtı, Yunanistan’a ihracat yaptık. Ama işleri büyütme isteğimiz bizi farklı yöne getirdi. Amerika’ya gittiğimde market geziyordum. Mevcut baklavaları inceledim. Bir markette buzdolabında paketlenmiş baklava gördüm. ‘Bu nasıl geliyor?’ diye sordum. -Türkiye’den mi geliyordu?Evet. ‘Türkiye’den paketli geliyor ‘ dediler. Baklavayı yedim, bizim kalitemizde değildi ama ambalajı güzeldi, paketi iyidi. Sonuçta oraya paketli bir şekilde getirmişler. Bu çok önemli. Türkiye’ye döner dönmez çalışmaya başladım. Bizim Amerika’daki butiğimiz Yunan mahallesinde. Biz şovenist değiliz. ‘Kim iyiyse onunki yensin’ diyoruz. Şöyle anlatayım; her gün hamur açıyorum, baklava, pasta yapıyorum ama işim yalnızca bu değil. Mesleğe mutlaka birşeyler katmalıyım diye düşünüyorum. Bizim ailenin böyle bir misyonu da var. -Neler yaptı bu anlamda aileniz?Baklavanın nişastayla açılması örneğin. Unla açınca o kadar incelmez, nişastayla incelir. Toz şeklinde bir tabaka halinde yufka üzerine nişasta dağılıyor, zar görüntüsü sağlanıyor. Babam baklava hamurunu geliştirdi. İsviçre’den de makine ithal etti. -Makine ne iş yapıyor, hâlâ elle açıyorsunuz, hem makbulu de bu değil mi? Tam olarak el emeğinden çıkmıyor ama yüzde 30’unu üzerimizden kaldırıyor. Çünkü başta hamaliye bölümü var. Milföy hamurlarının yapımında kullanılan bir makine getirdiğimiz. O inceltiyor, daha sonra yine biz açıyoruz. Ayrıca baklava hamurunun yoğurulmasında hijyen önemli. Kilolarca hamur yoğuruluyor. Sert yoğurmak için ayaklarıyla üzerine çıkıp mı yoğuruyor bilemezsiniz. Biz bu ilk yoğurma işini makineyle yapıyoruz. -Bir ustanız günde ne kadar baklava yufkası açar?Günde bir insan verimliyse 30 oklava baklava açar, 30-35 kilo hamur işler. Bundan da 5.5 kiloluk 29 paket çıkar. En büyük tepsiler çıkar. Fıstık, ceviz atımını da makine yapıyor. Çünkü eşit olmalı. Biz sonra ‘Kul hakkı geçmesin’ diye elimizle de atıyoruz. Baklavaları makine dilimliyor. Hepsi eşit oluyor. Hak geçmiyor. Yer arayışımız sürüyor-Kaç çeşit baklavanız var? Tezgaha 12 çeşit koyuyorum. Bugün kavunlu baklava da isteseniz yaparım. -İhracat rakamlarınız nedir? İhracatımız 2008’de 2 milyon 245, 2009’da 2 milyon 430 lira, 2010’da 2 milyon 295 lira oldu. Hedefimiz bu yıl bu rakamları artırmak ama bu rakamlar ilgimi çekmiyor. Biz artık farklı bir yoldayız. Amerika’da patent bize ait, franchise veriyoruz. Üretip gönderiyoruz. Ayrıca şu an Seattle ve Miami’de bir yer açılacak. Times Meydanı’nda yer arıyorum. Orada açana kadar diğer görüşmeleri durdurdum. -Neden?Benim markam orada belli bir yere geldikten sonra Amerikalı büyük ortakla dünya çapında pazarlayayım istiyorum. -Türkiye’de 18 mağazanız var. Büyüyecek misiniz?Türkiye’de Güllüoğlu gelebileceği yere geldi. Bizim fiyat gamımızı sağlayacak daha fazla yer yok Türkiye’de. 5 yıldızlı otellerle de çalışıyoruz. Ama biz bu oteller için de pahalı, butik kalıyoruz. -Büyüme stratejinizi daha çok Amerika üzerine mi kurguladınız? Amerika’da büyümeyi hedefliyoruz. Şu anda Amerika’da 2.5 milyon dolarlık yatırımımız var. 2011 yılında 750 metreküplük soğuk hava depomuz da New York Astoria’da hizmete başladı. -Urfa’da tesis kuruyormuşsunuz...Bir dünya markası olmayı hedefledik. Dediğim gibi Türkiye’de istediğimiz noktaya geldik. Bu yıl Urfa’da bir tesis hazırladık. Artık kendi sütümüzü, peynirimizi ve yağımızı üreteceğiz. Amsterdam’da gece 3’te baklava yiyorlar-En başarılı yurtdışı mağazanız neresi?Aslında zamana ve koşullara göre değişiyor. Amsterdam’daki inanılmaz başarılı. Bizi en şaşırtan mağazamız orası. Gece 3’te kutu kutu, çeşit çeşit baklava yiyorlar. Baklava dışında da ürünlerimiz satılıyor. Orada yüzde 99 lezzeti tutturuyoruz. -Nasıl gönderiyorsunuz baklavaları? Şekilleri bozulmadan soğuk havada muhafaza ediyoruz. Baklavada çok zor bir süreç bu. Benim aileme bu anlamda katkım bu oldu. Baklavamızı burada üretip istediğimiz yere götürüyoruz. Şokluyoruz. Bu alanda çalışan personelim de çok iyi eğitim aldı. Çok özenliler. Burası ayrıca dünyanın en büyük baklava fabrikası. ‘Nasıl yoğurursam bu baklava hamuru dondurulup çözüldükten sonra özelliklerini kaybetmez? Bunu çok uzun süre düşündüm. Ustalara, uzmanlara danıştım. Ben çocukluğumdan beri hem pasta, poğaça işindeyim hem de baklava. Meraklıyım da. Ustalar beni oklavayla kovalardı-Kaç kardeşsiniz, sizden başka bayrağı devralacak biri yok mu? Benim kız kardeşim var. O benim kadar ilgili değil. Zaman zaman geliyor buraya. -Siz çok küçük yaşlarda işe ısınmışsınız. Geçmişe yönelik en eski hatıranız...Hâlâ çalışan ustalarımız var o günlerden bugüne. Beni oklavayla kovaladığını hatırlarım bir ustamızın. Ama ne yaptığımı hatırlamıyorum.