Türkiye ucuz rekabeti Çin ve Hindistan’a bırakmalı daha sofistike ürünlere yönelmeli

Haberin Devamı

Beyaz gömlek denince akla gelen Bil’s markasının kurucusu olan Selman Bilal, artık konsept mağazacılık üzerinde duracaklarını, Bilstore mağazalarının sayısını arttıracaklarını söyledi. Bilal, “İzmir, Bursa, Mersin, Trabzon ve Antalya’da mağaza açacağız. Marka mağazası yaratıyoruz. Dünyanın farklı yerlerinden ürün topluyoruz, bunlar tasarım ürünleri... Uzakdoğu ülkelerinden teklif alıyoruz. Uzakdoğu’da görebilirsiniz bizi” diye konuştu. Türkiye’nin de ucuz ülkelerle rekabet işini Çin ve Hindistan’a bırakması gerektiğini kaydeden Selman Bilal, “Türkiye, ucuz bir üretim merkezi değil. İtalya örneğine bakmalı, İtalya’nın yaptığı yanlışları yapmadan ilerlemeli. Türkiye daha sofistike mallara daha özellikli ürün ve çizgiye kendini taşımalı” dedi.

Selman Bilal’le ilk kez bundan 10 yıl önce röportaj yapmıştım ve o gün çok farklı bir patron olduğunu düşünmüştüm. Yıllar bu fikrimi değiştirmedi, Selman Bilal her sohbetimizde beni şaşırttı. Markası Bil’s artık çok bilinen bir marka. Beyaz gömlek denildiğinde hemen akla geliyor.

Ve Selman Bilal ‘beyaz gömlek kültürü’ diye çıktığı yolda tekstille ve tasarımla birleştirdiği kültürel yolculuğun gömlekle sınırlı kalmayacağını da ortaya koydu. Muji, Austin Reed, Falke ve Fred Perry gibi markaları Türkiye’ye getirdi, mağaza markacığı dediği Bilstore konsepti kapsamında farklı tasarım markalarını buluşturarak bir ilki gerçekleştirdi. Sanatsal ve kültürel etkinleri destekleyerek markasını farklı bir boyuta taşıdı.

Selman Bilal ile yaptığım ilk röportajda aile hikayesini benle paylaşmıştı. Büyükleri Rusya’dan Türkiye’ye gelmiş. İki kardeş biri Çorum’a, biri İstanbul’a yerleşmişler.

Selman Bilal’in babası Çorum’a yerleşen kardeş... Dedesinin dedesi de tekstille uğraşıyormuş. Selman Bilal ailesinin üçüncü kuşak temsilcisi.

Bil’s markalı beyaz gömleklerinizle biliniyorsunuz ama yalnızca beyaz gömlek işi yapmıyorsunuz. BİLSAR’ın çatısı altında yalnızca beyaz gömlek yok değil mi?

Kardeşimle birlikte işleri devraldığımızda daha lokal bir şirketti. Benim ve kardeşimin katılımıyla uluslararası şirket haline geldi. Bilsar’ın işlerini 3’e ayırabiliriz. Üretim ve ihracat, uluslararası anlaşmalarla marka yönetimi ve perakende... En küçük işimiz perakende. İşlem hacmi olarak en küçük işimiz ama en çok o biliniyor.

Üretiminiz Çorum’da... Memleketinizde.. Tüm üretiminiz mi orada?

Evet. Çorum’un en büyük işletmesi ve işvereniyiz. Bizden sonra gelenler de oldu. 4-5 üretim merkezi kuruldu. Biz 20 kadar markaya üretim yapıyoruz. Bu önemli deneyim.

Kaç çalışanınız var?

Çorum’da 850 çalışanımız var.

Bilstore mağazalarında Bil’s gömleklerin yanısıra farklı markalar da oldu. Bu seçtiğiniz markalar Bil’s’in felsefesiyle örtüştü, birbirini tamamladı. Sanırım bu sizin odaklandığınız konulardan biri...

Evet. Kendi markamız diğer markaları almamıza referans oldu. Fred Perry markası örneğin... Türkiye’ye girmeyi asla düşünmüyorlardı. Muji de aynı şekilde. Büyük gruplar da almak istiyordu bu markaları ama onlar bizi yaptığımız niş markacılık nedeniyle tercih ettiler.

Zengin çocukların hayali dendi

Sizin müşteri profilinizi A ve A artı denilen kesim mi?


Bilinçli ve entelektüel bir müşteri kitlemiz var. Kendini dünya vatandaşı olarak tanımlayan bir kitle diyebilirim.

Siz yıllardır tekstil işindesiniz, daha hızlı mağazalaşmayı, daha uygun fiyatlı ürünlerle daha geniş bir kesime ulaşmayı hiç düşünmediniz mi?

Ucuz zincir markalarla rekabet çok anlamlı değil. Ben böyle düşünüyorum. Bence Türkiye’nin de bu tarz markalarla rekabet edebilmesi anlamlı değil. Türkiye ucuz bir üretim merkezi değil. Bir Çinli marka ucuz rekabet edebilir. Bizim çizgimiz bu olmamalı. Türkiye daha sofistike mallara daha özellikli ürün ve çizgiye kendini taşımalı. Biz hiç seri zincir markacılık çizgisinde olmadık. Biz Türkiye’nin özgün mağazacılığa yönelerek markalaşabileceğini düşündük.

Sizin bu fikrinize muhalefet eden çok olmuştur, niş üretimin Türkiye’de müşteri çekemeyeceğini söyleyenler olmuştur. Bu müşteri sayısının çok sınırlı olduğu da bir gerçek...

Çok söylendi bunlar bize. Bizim için ‘Boğaziçili zengin çocukların hayali’ dendi. Çorum’da fabrika kurduğumuzda ütopik bulunduk. Beyoğlu’nda ilk gayrimenkul yatırımı yaptığımızda bize ‘Tinercilerin içinde ne işiniz var’ dendi. (Bilsar merkezi Şişhane’de) Bu getirdiğimiz markalar için de ‘Ne bu markalar? İş yapacaksan kendi markanı yarat, her yerde mağaza aç’ dediler. Bunları çok duyduk. Bizim üretici ve ihracatçı olmamız avantajımız. Marka yönetimi açısından da deneyim kazandık. Perakende Bilstore mağazalarıyla yol alıyoruz.

Türkiye’de hızla zincir mağaza kuranlar, büyüyenler, fiyatı uygun ürünlerle kıyasıya rekabet eden çok marka oldu...

Türkiye’de zincir mağazalar, pazarlarda satılan ürünlerin yerini aldı. Onların potansiyeli mutlaka var. Çin’den mal alıp ucuza kendi mağazalarında satmalarında, ucuz zincirler yaratmalarında bir sakınca yok. Ama ben bizim birikimimiz karşılığında daha özgün markaların yaratılmasını sağlamalı diye düşünüyorum. Bizim derken Türkiye’nin birikiminden bahsediyorum. Bizim birikimimiz daha niş daha özgün markaların yaratılmasını ve dünya pazarında şirketin değerlenmesine uygun. Biz 20 yıl sonra rekabetçi olacak şirket yapısı, markalar, konsept ürünler üzerine odaklandık. Dünyadaki rekabeti de iyi takip ediyoruz. Gümrük duvarlarının açılması kapanması, Çin’deki gümrük vergisinin kaldırılmasıyla etkilenmeyecek bir yapı kurmaya çalışıyoruz.

Kaç noktada satılıyorsunuz?

200’e yakın nokta da satılıyoruz. Ben bunu fazla buluyorum. Her yerde olmamıza gerek yok. Ucuz zincir algısı, her yerde çok olacaksın, çok büyük olacaksın. Bunun tersinden bakılamıyor. Biz bunun tersinden bakıyoruz.

İndirimli değil avantajlı olmalı

Siz indirim günleri için ne diyorsunuz? Türkiye indirim cenneti oldu...


Uzun indirim günlerine karşı çıktım ben. Alışveriş Festivali yapılmalı. Buna karşı değilim ama İstanbul öne çıkarılmalı, bunu da ucuzluğu öne çıkararak değil de İstanbul’un kültürel değerlerini anlatıp, bu değerler içinde farklı ürünler bulunabileceğini vurgulayan bir şekilde yapmalıyız. İstanbul’da kültürel değerler, yeme-içme alternatifleriyle birleşen kampanyalar olmalı. Hep daha ucuz çok ucuz kampanyalar olmamalı.

İndirim algısını değiştirmek artık zor değil mi?

İndirim değil avantaj olmasını sağlamak lazım. Geçen hafta İtalya’da Dizayn Week’e gittim. Milano’da inanılmaz bir kalabalık vardı. Dünyanın her bir yanından gelmiş insanlar... Tasarım ürünleri çoktu. İndirim de yoktu, mağazalara sırayla insanları alıyorlardı. Türkiye ucuzla rekabet etmemeli, o rekabeti Çin’e ve Hindistan’a bırakmalı. İtalya örneğine bakmalı, İtalya’nın yaptığı yanlışları yapmadan ilerlemeli.

Dünya markası olma iddianız, hedefiniz yok mu?

Niş alanda evet. Beyaz gömlek alanında bir iddiamız var.

Tasarım ekibinizi nasıl seçiyorsunuz? Ünlü tasarımcılarla da çalışıyorsunuz...

3 kategoride yapıyoruz tasarımları. Geçen yaz Bils ana tasarımcımız Bora Aksu’ydu. Şu anda Gül Ağış oldu.

İnci Evginer...

İnci Eviner de bizim için özel bir çalışma yaptı.

Bir danışman ekibiniz var mı?

Bülent Erkmen’le çalışıyoruz. Yıllardır sürekli danışmanımız. Bizim için çok önemli biri. Her sezon ana tasarımcı, sanatçı ve genç tasarımcıyla çalışmaya devam edeceğiz.

ÜRETTİĞİMİZ HER GÖMLEĞİ ÖNCE BEN TEST EDERİM

Siz hep beyaz gömlek mi giyersiniz?


Beyaz gömleği seviyorum. Kumaşlarımızın çoğu organik. Zaten yüzde 100 pamuk kullanıyorduk, şimdi organik pamuğa yöneldik. Ben mutlaka ürettiğimiz her gömleği giyerim. Test etmek zorundayım. Yalnızca gömleği değil, tüm markalarımı giyiyorum.

Pantolon da mı sizin?

Evet. Tamamıyla organik kumaştan üretilen bir pantolon.

Babanız işleri bu noktaya taşıdığınızı gördü mü?

Gördü... Babamı 1.5 yıl önce kaybettik. İlk Tünel’deki bu yeri aldığımızda şaşırmıştı babam. Dedem de ilk zamanlar üretime girmek istemedi, sonra ‘Beni iyi ki dinlemedin’ dedi. Düşünce sistematiği bana dedemden, babamdan geçti...

Çalışanıma ‘Lütfen bana aşk maili atma’ dedim, bomba gibi düştü şirkete

Sizle yıllar önce röportaj yapmıştım. En ileri teknoloji sizdeydi. Geçenlerde bir röportajınızı okudum, teknolojiden kaçtığınızı söylemişsiniz... Ne oldu size?

Evet, zamanla bazı düşüncelerim değişti. Sektördeki bu alandaki en büyük yatırımları biz yapmıştık. En ileri yazılımlar da bizde. Kardeşim de çok ilgili ondan çok şey öğrendim. İş yerinde çalışırken şunu gördüm, aynı katta mail atmaya başladık. Bir gün bir toplantı sırasında kadın yöneticime ‘Ne olur bana aşk maili atma’ dedim. Herkes dondu kaldı. Bomba gibi düştü şirkete. Herkes dedikodu halinde. Ben bunu şaşırtmak için söyledim. Bana iki sayfaya yakın detaylı mektup yazmıştı işle ilgili. Gel bunu yazma, o kadar zaman geçirme, gel odama bana yüzüme anlat. Ben şunu gördüm bir dönem masamdan kalkamıyordum. Bitmiyor mailler, ürüne dokunamıyorum, düşünemiyorum, gezemiyorum.

Yasak mı koydunuz ne yaptınız?

Herkes akıllı cihazlara döndü, ceplerinden maillerini okuyorlar. Kişisel bilgisayarları kaldırdık. Çünkü herkes kişisel bilgisayar önünde çok zaman geçiriyordu. Biz özel hayatlarıyla ilgili de mailleşmelerini istemiyorduk, bu da oluyordu. Ortak istasyonlarda kullanılıyorlar şimdi bilgisayarı. Kişisel bilgisayarları kaldırdık. Biz tamamen dokunmak, izlemek zorundayız.

İsyan etmedi mi çalışanlarınız?

Bir ay içinde herkesin mutsuzluğu gitti. Cepten yanıt yazınca kısa oluyor. Gerektiği kadar. Diğer konuları yüzyüze görüşüyoruz. ‘Sizi maille bilgilendirdim’ olayını kapattık.

Çalışanlarımı dünyaya bakışlarına göre seçiyorum

Siz çalışanlarınızı nasıl seçiyorsunuz?


Eskiden özgeçmişlere bakardım, şimdi konuşuyorum. Dünyaya bakışını değerlendiriyorum. Türkiye’deki önemli sanatçıları bilmezse bizle nasıl çalışabilir? Donanım şart. Dün bir üniversitede konuşma yaptım. ‘Üniversitede tatilde gibisiniz. Çeşitli bilgiler alıyorsunuz, esas hayat çalışmaya başladığınızda başlayacak. Dalınıza göre gelişmeleri izlemelisiniz. Her işin gerektirdiği gelişmeler var’ dedim.

Kadın çalışanlarımın regli gününü bilirim, demişsiniz... Bu kadar yakından mı takip ediyorsunuz çalışanlarınızı, gelip size söylüyorlar mı?

Bunu gazetede okudunuz. Ben de gazetede görünce şaşırdım. Bir uçak yolculuğu sırasında bir kadın yöneticimiz rahatsızdı. Yanımızda bir gazeteci de vardı. Bizim bunu paylaşmamıza şaşırdı. Ben bu rahatsızlıktan dolayı sorun yaşıyorsa, performansı düşüyorsa bunu bilmek zorundayım dedim. Yazılınca biraz farklı algılandı.

DİĞER YENİ YAZILAR