Dünyanın en popüler gezici sokak sergilerinden olan Pembe Salyangozlar İstanbul’a geldi. Toskana Evleri’ni yapan Emaar Türkiye, İstanbul’a getirdiği serginin adını ‘Toskava Vadisi Yavaş Yaşama Dönüş’ koydu. Milano’da 6 sanatçıdan oluşan bir grubun başlattığı Pembe Salyangozlar, 3 metaforu temsil ediyor. Bunlardan biri dinlemeye açık olmak, salyangozların antenleri bunu simgeliyor. Diğeri sırtlarında evlerini taşıdıkları için ikamet kavramını, bir diğeri de şekillerinin de @ benzemesi nedeniyle iletişimi simgeliyor.Dünyanın en popüler gezici sokak sergilerinden biri Pembe Salyangozlar... Bana sorarsanız renkleri fuşya ama herkes ‘pembe’ diyor, biz de öyle diyelim. Dünden itibaren ilk durakları Bebek Parkı’na yerleştiler. Tam 9 tane farklı boyutlarda salyangoz Bebek Parkı’nı renklendirdi. 5 hafta boyunca İstanbul’da farklı adreslerde olacaklar. Pembe Salyangozlar’ın neyi simgelediklerine gelince... Milano’da 6 sanatçıdan oluşan bir grubun başlattığı Pembe Salyangozlar 3 metaforu temsil ediyor. Bunlardan biri dinlemeye açık olmak, salyangozların antenleri bunu simgeliyor. Diğeri sırtlarında evlerini taşıdıkları için ikamet kavramını, bir diğeri de şekillerinin de @ benzemesi nedeniyle iletişimi simgeliyor. Pembe Salyangozları İstanbul’a Emaar Türkiye getirdi. Bu serginin adını da ‘Toskava Vadisi Yavaş Yaşama Dönüş’ olarak koydular. Hatırlatmakta yarar var. Emaar’ın Türkiye’deki ilk projesi Toskana Evleri. Emaar Türkiye’nin CEO’su Ozan Balaban bir grup gazeteciye hem Toskana Vadisi projesini, hem sergilerini anlattı, hem de yavaş yaşama gönderme yaparak birlikte nefes terapisi aldık. % 75’i yeşil alanÖncelikle Toskana Vadisi projesiyle Pembe Salyangozlar arasındaki bağdan söz edelim. Toskana Vadisi de Yavaş Yaşam konseptinden ilham alan bir proje. Büyükçekmece’de 1.7 milyon metrekare alan üzerine kurulu 12 farklı tipte 540 konutu kapsıyor. Projenin yüzde 75’i yeşil alan. Ozan Balaban, “İstanbul gibi bir şehirde yavaşlamak çok zor. Hepimiz günlük yoğunluk içinde birçok şeye hasretiz. Kişisel olarak ben büyüdüğüm İzmir’in eski haline hasretim. Sokakta oynayarak büyüdüm, ama benim çocuklarım bunu yapamıyor. Toskana Vadisi özlem duyulan ortamı geri getiriyor. Biz bu sergiyle doğru yerde, doğru yaşam tarzıyla şehrin içinde de yavaş yaşamın mümkün olduğuna dikkat çekmek istiyoruz” diyor. Sohbetimiz sırasında Toskana Vadisi’ndeki tüm bitkilerin İtalya’dan getirtildiğini öğreniyoruz. Büyükçekmece’den İtalya’ya giden toprak örnekleri üzerine yapılan çalışmalar sonucunda vadinin bitki örtüsü belirlenmiş. 41 tır bitki İtalya’dan getirtilmiş, 91 bin ağaç dikilmiş proje kapsamında. Malum projenin Toskana’yı çağrıştıran ayaklarından biri de üzüm bağları. Toskana Vadisi’nde kurulan sistemle sular da arıtılıyor, sulama arıtmadan geçen sularla yapılıyor. Yakında vadide rüzgar enerjisinden de yararlanılacak. Kendini şehir yaşamının hareketinden uzaklaştırmak isteyenler ve maddi imkanı olanlar için farklı bir proje Toskana Vadisi. Balaban, Türkiye’de özelikle de İstanbul’da birçok değerli projeye imza atıldığını, bunun da Emaar’ı heyecanlandırdığını söylüyor. Kemer Country projesinin de ‘Yavaş Yaşam’a örnek olduğunu düşünen Balaban, ‘çılgın proje’ diye tanıtılan yeni şehir projelerinin kapsamında farklılık yaratan projelerin de olması gerektiğinin altını çiziyor.Eşim başbaşa yemek için 3 kişilik rezervasyon yaptırdı!OZAN Balaban’la sohbet sırasında hepimiz işlerimizin yoğunlundan, eşlerimizle, çocuklarımızla daha çok zaman geçirmeye hasret olduğumuzdan söz ederken ikiz babası Ozan Balaban eşiyle arasındaki bir diyaloğu bizimle paylaştı: “Malum çok yoğunum. Hafta içi evde eşim ve çocuklarımla yemek yemeğe hasretim. Eşimle de başbaşa zaman geçirmek zor oluyor. Geçenlerde eşim başbaşa yemek yememiz için yer ayırtmış. Bana ‘3 kişilik rezervasyon yaptım’, dedi. 3’üncü kişi kim? dedim, ‘Blackberry’in’ dedi. İşimizi hep yanımızda taşıyoruz, özel yaşamlarımızda da telefonumuzla hep iş konuşuyoruz. Yavaş Yaşam bize biraz durmamızı hatırlatıyor” dedi... Kulağınıza küpe olsun...
Gebze’de Sağlık Köyü mantığıyla yola çıkan Anadolu Grubu, Anadolu Sağlık Merkezi ile sağlık yatırımında referans hastane olma vizyonu taşıyor. Bu yıl hastaneye 12 milyon dolarlık yatırımla Kemik İliği Nakli Merkezi eklendi. Oteli de olan merkezde yakında Hemşirelik Yüksek Okulu ve üniversite de açılacak. Anadolu Sağlık Merkezi, cirosunun yüzde 25’ini uluslararası hastalardan sağlıyorMerkezin Genel Müdürü Hasan Kuş, “Birleşmiş Milletler gibi burası... 24 saat yabancı hastaların her sorunuyla ilgilenen çalışanlarımız, Bulgarca’dan Kırgızca’ya 12 farklı dilde konuşan tercümanımız var. En fazla yabancı hasta Bulgaristan, Romanya, Azerbeycan, Irak ve Kazakistan’dan geliyor. Bu ülkeleri Rusya, Gürcistan ve İran izliyor. Geçen yıl tüp bebek için ABD’den 34 hasta geldi” diye konuştuAnadolu Grubu’nun sağlık yatırımı Anadolu Sağlık Merkezi kurulduğundan bu yana adım adım büyüyor. Gebze’de Sağlık Köyü mantığıyla yola çıkan Anadolu Grubu sağlık yatırımında referans olma vizyonu taşıyor. Geçtiğimiz hafta hastanenin Genel Müdürü Hasan Kuş ile buluştuk. Bu yıl hastaneye Kemik İliği Nakli Merkezi eklendi. 12 milyon dolarlık bir ek yatırımla hayata geçen bu merkez ilik nakli hastalarına uluslararası standartlarda hizmet veriyor, birçok anlamda da Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyor. Sağlık Köyü’nde hastane dışında bir de otel faaliyet gösteriyor. Yakında ise bu köy büyüyecek. Hemşirelik Yüksek Okulu ve üniversite yatırımları da grubun hedefleri arasında.Anadolu Sağlık Merkezi ‘referans hastane olacağız’ felsefesiyle kuruldu. Gebze’desiniz. Başlarda hastanenin yeri çok konuşuldu. Ayakta hastalar için zor bir yer, uzak... Hastane zaman içinde kanser ve kalp gibi alanlarda ön plana çıktı. Siz 4-4.5 yıldır görevdesiniz. Referans hastane olmak için neler yapıyorsunuz?Dediğiniz gibi buranın vizyonu referans merkezi olmaktı. Bu vizyonun içini doldurmak için çalıştık. Hastanemiz karmaşık tedavilerin ve kolay yapılamayan tedavilerin, ameliyatların adresi olsun istedik. Birtakım stratejiler oluşturduk. Aslında iki boyut vardı önümüzde. Bunlardan biri söylediğim gibi karışık ve zor tedavilerin ameliyatların merkezi olmak, diğeri de uluslararası hastalara da hizmet vermek.Karmaşık tedavilerden ne anlamamız gerekiyor?Örneğin, biri kemik iliği nakli. Onkoloji tedavilerinin en kritik noktalarından biridir. Birtakım kanser türleri ancak ilik nakliyle tedavi ediliyor. Biz Johns Hopkins’in merkezine gittik, uzun süre çalışma yapıldı.Odalar ameliyathane gibiÜniversite hastanelerinde de yapılıyor kemik iliği nakli...Nedir burada farklı olan?Her hastanınn kaldığı oda ameliyathane gibi hazırlandı. İlik naklinde bağışıklığı baskılayıcı tedaviler verildiği için hastalar 1-1.5 ay da hastanede kalıyorlar, odanın hijyen koşulları çok önem taşıyor. Hava akımıyla ortalıkta partikül kalmamasını sağladık. Hem odada hem de merkezin koridorlarında. Ameliyathane ortamı sağlandı. Bunun dışında her türlü gerekli sağlık hizmeti orada veriliyor. Hasta başka yerlere asla taşınmıyor.Büyüklüğü ne kadar?22 yataklı iki katlı bir merkez yaptık. Bu tür merkezler var ama alt yapı olarak üstünüz. Kayseri’de bir merkez var bunun gibi. Bizim merkezimiz odaların ameliyathane koşulları taşıması bakımından farklılık taşıyor. Bu merkez tamamen doldu hemen. Hemşire sayısını artırmak gerekti.Hemşirelerin de farklı bir eğitimden geçmesi gerekiyor değil mi?Evet. Hemşirelerin bu alanda eğitimi de 4 ay sürüyor. Özel hemşirelik gerektiriyor.Çocuklara da hizmet veriliyor mu bu merkezde?Şu anda erişkinlere hizmet veriyoruz. Ama pediatrik kemik iliği naklini başlatmak istiyoruz. Pediatrik hematolog arıyoruz. Ne yazık ki bu alanda hekim bulmakta zorlanıyoruz.Doğrusu son zamanlarda otel gibi hastaneler açıldı. Hizmet harika ama ortalıkta nitelikli doktor yok. Bu herkesin şikayeti...Bir hastane hizmetinden söz ediyorsak tabiki öncelikle o hizmeti verecek doktorlarınızın olması gerekiyor. Bu seçimi de iyi yapmalısınız. Hastane yatırımı bina yapmak değildir. Sağlıkta en önemlisi işinizi yetkin insanlarla yapacaksınız.Anadolu Sağlık Merkezi hızla büyüdü... Kampüs gibi oldu. Kaç bina var burada?5 bina var. Ana bina ayaktan hasta alan bölüm, ikincisi ameliyathane ve yoğun bakım binaları, diğerleri yatan hasta binaları ve kemik iliği nakli binası.Almanya, Rusya ve İsrail rakipSiz konuşmamızın başında uluslararası hasta hedefini söylediniz. Bu çok söyleniyor. Tıp turizminden söz ediliyor bir süredir. Neden gelsin yabancı hastalar Türkiye’ye?nedenle uluslararası hasta geliyor. Biri ülkelerinde yeterli sağlık hizmeti olmayanlar, ikincisi kalite, üçüncüsü de fiyat. Biz bize komşu ülkelerde sıkıntı çekmiyoruz. Türkiye’yi biliyor komşular. Ancak Ortadoğu ülkeleri bize akıyor gibi bir durum da yok.Hangi ülkeler Türkiye’nin rakibi?Almanya bir numaralı merkez, tarihsel nedenlerle Moskova ve etnik ilişkiler nedeniyle İsrail hasta çekiyor. Biz bu ülkelerle yarışıyoruz. Kendimizi ispat etme yarışı içindeyiz.Nedir şu andaki durumunuz? Hastalarınızın ne kadarı yabancı?2007’de ciromuzun yüzde 4.5’ini uluslararası hastalar yaparken, şimdi ciromuzun yüzde 25’ini uluslararası hastalardan yapıyoruz.Yabancı hastalar en çok hangi nedenlerle sizi tercih ediyor?Bize en çok onkoloji hastaları geliyor. Yarısı onkoloji hastaları. Biz bu alanda referans merkezi algısındayız. Tüm hekimlerle tam zamanlı çalışıyoruz. Kalp sağlığı, kalp cerrahisinde de yoğun trafiğimiz var. Girişimsel kardiyoloji hizmetlerimize talep de arttı. Beyin cerrahisi, ileri laparoskopik cerrahisi, ortopedi hastaları, tüp bebek...Tüp Bebek için nerelerden geliyorlar?Farklı yerlerden... Geçen yıl 34 hasta yalnızca Amerika’dan aldık.Amerika’dan neden geliyolar, kolay tüp bebek yapmak Amerika’da.Bu alanda fiyat uygun. Tüp Bebek Bölüm Başkanımız aynı zamanda Yale Üniversitesi’nde de Bölüm Başkanı, iki haftada bir geliyor. Prof. Aydın Arıcı çok değerli bir uzman. Kalp cerrahisinde California Mayo Klinik’ten buraya gelen Prof. Dr. Sertaç Çiçek...Bir miktarda ağız ve diş sağlığı hastamız var.Sağlık reformu yaptı hükümet. Son yıllarda çok değişiklik oldu. Siz SGK’dan çıktınız? Neden?Sağlık reformu birçok olumlu adımı beraberinde getirdi ancak SGK ile ekonomik kriz üst süte geldi. Biz hastane olarak oradan çıktık. Hükümet sağlık konusunda reform yaptı. Hastaneler birleştirildi, verimlilik açısından doğru yaklaşım... Hekim kadrosundan maksimum yararlanmak üzere düzenlemeler yapıldı. Ben devletten geliyorum. Uzun yıllar devlette çalıştım. Sabah 05.30’da muayene olmak için kuyruğa girersiniz, buna rağmen gün içinde muayene edilip edilmeyeceğiniz belli değildi. Birçok olumlu hizmeti getirmekle beraber sorunları da yok değil. Sağlık sonuçlarında Türkiye’nin kıpırdanmalar oldu. Hâlâ çok gerilerdeyiz ama kıpırdanma var. Daha da ne yapabiliriz derken, maliyet duvarına dokunuldu. Ekstra hizmetler verilince maliyetler çok arttı.Yalnızca siz değil, birçok özel hastane SGK’lı hasta kabul etmiyor... Ne yapılmalı?Ben özel sağlık sigortasından daha çok yararlanmak gerekir diye düşünüyorum. Yüzde 2 Türkiye’de oran. Avrupa ülkelerinde en az yüzde 10 oranları var. Özel sağlık sigortasının özendirilmesi lazım.Bunu yük olarak algılıyor çoğunluk, yüksek geliyor tutarlar...Özel sağlık sigortasını konumlamak için esnekliğe ihtiyaç var. Alttaki rakam devletin ne kadar gücü yetiyorsa, diğer rakamı üstüne sen ya da sağlık sigortan tamamlayabilir. Sektörün canlanması ve zarar etmemesi için özel sağlık sigortası kullananların yüzde 5’e en az ulaşması gerekiyor.Suistimal yok mu bu konuda... Hepimiz yaşıyoruz. Bir özel hastaneye gittiğimizde eğer özel sağlık sigortamız varsa yapılacak tüm tahliller, tetkikler isteniyor. Nasıl olsa sigorta ödüyor, diye düşünülüyor... Esas bu yanlış değil mi?Bahsi konu hastane tetkiklerden doktorlarına pay veriyor mu?Verenlerin olduğunu biliyoruz.Bu tarz hastaneler var. Ben şanslıyım, böyle bir hastanede çalışmıyorum. Bir hekim karşısına hastayı aldığında SGK’lı mı özel sağlık sigortalı mı bunu bilmesine gerek olmamalı. Ne gerekiyorsa onu yapmalı. Esas sağlık hizmetinde önemli olan budur...Aile hekimliği uygulanabilecek mi?Bence önemli bir uygulama. Yalnızca sıkıntı yaşanıyor çünkü Türkiye’de ölçek çok büyük. Bu da doğal, çok iddialı bir iş, şu sıralar patinaja düşüldü ... Sanırım bir çalışma yapılır.TEMBELLİK HAKKIMIZ YOKHastane yöneticisi olarak doktorlar kadar yoğun musunuz? Size de dost sohbetlerinde hep sağlık mı soruluyor?Ben 6 gün çalışıyorum. Telefonum 24 saat açık. Ayda iki üç hafta sonu iş seyahatlerinde oluyorum. O söz ettiğiniz sorular hayatımızın bir parçadı. Eşim de dermatolog, ona daha çok soru geliyor. Çalışma konusuna gelince, Türkiye’nin çok çalışması lazım. Bizim tembellik hakkımız yok bence. Ben müzikle kendimi rahatlatıyorum. Arabada müzik dinlerim, yurtdışı seyahatlerinde mutlaka cd’ler alırım. 9 yaşında oğlum, 11 yaşında da kızım var. Onlarla elimden geldiğince zaman geçiriyorum.Sırada hemşirelik yüksek okulu ve üniversite varNe zaman açılacak üniversite?Üniversite projesi yürütülüyor. Çok çalışılıyor bu konuda. 3 yıl içinde olur... Ana kampüs de burada olacak. 200 dönümlük bir arazi burası. Yalnızca şu anda 70 dönümü kullanılıyor.Otel de var...41 odalı otelimiz var, hep dolu. Hasta yakınları kalıyor.İstanbul dışından gelen hasta oranı nedir?Ameliyatlarda yüzde 10 oldu. Sene sonuna kadar yüzde 15 olmasını bekliyoruz.Yurtdışından ve şehirdışından gelen hastalar aynı ilgiyi görüyor mu?Bizi Erzurum’dan arayan hastaya çağrı merkezi yardımcı oluyordu, Gürcistan’dan arayan hastaya özel bu işle görevli arkadaşlarımız hizmet veriyordu, uçak biletleri ayarlanıyordu. Şimdi yurtiçinden gelen hastalara da hizmet veriyoruz. Bugün burada 38 hasta var İstanbul dışından gelen.Uluslararası hasta bölümünüzü bir kez ziyaret ettim, çok renkliydi... Farklı milletlerden hastalar vardı...BM gibi burası... 24 saat yabancı hastaların her sorunuyla ilgilenen çalışanlarımız var. 12 farklı dilde tercümanımız var. Bulgarca’dan Kırgızca’ya farklı dilleri konuşanlar var...Vizelerin kalkması hasta sayınızı artırıyordur...Vizelerin kalkması çok iyi oluyor. Ama beklenildiği gibi değil. Suriyeli hastamız oluyor ama patlama yok, onlar kendilerine daha yakın ülkelere gidiyorlar. Ürdün’e gidiyorlar Şam’dan.En çok hastayı hangi ülkelerden alıyorsunuz?En yoğun Bulgaristan, Romanya, Azerbeycan, Irak ve Kazakistan bu 5’i hepsinin önünde. Rusya, Gürcistan ve İran ise bu ülkeleri takip edenler...Türkiye’de hemşire ihtiyacı varHemşirelik Yüksek Okulu da açılacak mı?Burası kurulurken Hemşirelik Yüksek Okulu da tasarlanarak yapıldı. Üniversite gerekiyor ve hemşirelik yüksek okulu da çok önemli. Çok odaklandık biz hemşirelik konusuna. Sağlık hizmeti konusunda ne zıplama etkisi yaratır? Bunu çok araştırdık. Hekimlerimiz deneyimli, bilgili ama hemşirelik konusunda zıplamaya ihtiyaç var. Biz direkt bu alandaki eğitimimizi Johns Hopkins’ten aldık. 1.5 yıldır burada bizimle olan Johns Hopkins’ten gelen bir uzman da var.Türkiye’de hemşire açığı var değil mi?Hemşire sayısı da az, nitelikleri de düşük. Türkiye’de hiçbir hemşire işsiz kalmaz. En uzun iki hafta içinde iş bulur.
Prof. Dr. Faruk Birtek Türkiye’nin önde gelen sosyologlarından. Boğaziçi Üniversitesi’nin efsane hocalarından biri. Kendisiyle Boğaziçi Üniversitesi’ndeki odasında randevulaştık. Prof. Birtek’in dili sivri. Korkusuzca konuşuyor, ‘korkuyorum’ diyor ama yine herkesi korkusuzca eleştiriyor. Fethullah Gülen’i Gandi’ye benzeten, Boğaziçi Üniversitesi’ne başörtülü öğrencilerin girmesi için mücadele veren, AK Parti’nin ilk dönemlerinde partiye ve Başbakan Erdoğan’a sempatiyle bakan, ancak son dönemde eleştirmekten hiç çekinmeyen Prof. Faruk Birtek’le seçim gözlemlerini, milletvekillerinin özel hayatlarını, gizli kamera görüntülerini konuştuk. * Eşini aldatan ahlaksız mıdır? Eşini aldatana toplum güvenmez mi, oy vermez mi? Geçenlerde Kezban Hatemi, ‘halkın temsilcisi milletvekillerinin bu tarz kasetleri çıkmamalı, bu ahlaksızlıktır’ dedi. İslam Dini’ne göre de bunun büyük ahlaksızlık olduğunu vurguladı... Katılıyor musunuz? Evet, milletvekillerinin kaseti çıkmamalı diyenler var. Kezban Hatemi’nin görüşü o. Kezban Hanım’ı ve beyefendi eşlerini çok beğenirim. Kezban Hanım, ‘İnsanlar ahlaklı olacaklar’ diyor. O zaman dünyadaki erkeklerin yüzde 80’i ahlaksız mı? * Ohooo!!! Nereden çıktı bu oran? Bilmiyorum, bir oran yok ama ‘ahlaksızlık’ derken bakmak lazım. Evet, İslam Dini’nin öngördüğü ahlak doğru ahlaktır. İslam Dini ‘yok karını aldattın’ filan o ayrıntılarda değildir. Bunlar toplum baskısıyla uydurulmuş şeyler... Adam gitmiş karısını aldatmış, doğru mu? Adam yapıyor, her şey ortada... Bakın tarihte çok önemli siyasetçiler de aldattı eşlerini... * Amerika başkanları yakalandı. Ama böyle denildiğinde de ‘Evlilik dışı ilişkileri hoş mu göreceğiz?’ tartışması başlıyor...Amerika’nın en önemli Başkanı Kennedy... Efsane Başkan... O yapmadı mı? Yaptı ama afişe edilmedi. * Bill Clinton da yakalandı...Bill Clinton da yaptı... Sonuçta ne oldu?* Eşi onu affetti ya da evliliği sürüyor, aralarında ne oldu bilemeyiz. Ancak Clinton’un olayı biraz farklıydı. Orada bir ayrım da oldu, neden eşini aldattığından çok Bill Clinton’un yargılama sürecini yanıltması çok eleştirildi... Bu nokta çok önemli. Ayrıca Bill Clinton tam yalan söylemedi. Kaytardı, demagoji yaptı. İlişki biçimi... Onların inançları filan... Neyse, sonuçta tarihte de aldatan çok siyasetçi var...Güç sahibi olanlar kıskanılır* Taciz iddiası IMF Başkanı Dominique Strauss Kahn’ı koltuğundan etti, hapse girdi... IMF Başkanı için ne diyorsunuz? Amerika’da bu olay çok farklı değerlendirildi, Fransa’da farklı... Güç erkekleri yoldan mı çıkarıyor? Amerika püriten toplum, geri. Ben Amerika’da çok iyi eğitim aldım, çalıştım ama Amerika’da çağın gerisinde olan, fundamentalist bir kesim var. Bu da bir gerçek. IMF Başkanı o yüzden Amerika’da çok eleştirildi. Orada çok muhafazakârlar da var, çok liberaller de... Amerika’nın gücü de burada. Bu taassubun nedeni de bu. Türkiye’nin de gücü burada. Çok çeşitli insanımız var bizim de... Güç erkekleri yoldan çıkarabilir. Güç yakar. * Kadınları da yakıyor mu?Kleopatra da yoldan çıkmadı mı? Güç kadınları da yakar...* Neden? Güce sahip olmak bir noktadan sonra tatminsizliği mi beraberinde getiriyor?Olabilir... Güç sahibi olduğunuzda kıskançlık da oluyor. Bu kişileri yerlerinden etmek için komplolar da kuruluyor. Güç sahibi olunca gözler de üzerinizde... O güce sahip olmak isteyen başkaları da var. Elinizden almak için her şey yapılıyor. Bak ben bu yüzden siyasete girmiyorum. Bir ara düşünmüştüm, sonra özel hayatımı düşünüp vazgeçtim... “Devlet özel hayatı korumalı”* Siyasetteki rekabet gizli kameralarla yatak odalarına uzandı. Başbakan Erdoğan’ın ‘Özel hayat kişinin eşiyle evindeki hayatıdır’ yorumunu nasıl buluyorsunuz? Çok doğru. Özel hayat insanın evindeki hayatıdır. Ama oradaki vurgu çocuğu, eşi değil, evi. Sorun şu; devlet nasıl hırsıza karşı evi korumakla görevliyse, insanların özel hayatını korumakla da görevlidir. * O zaman devlet bu korumayı yapamıyor... İçişleri Bakanı bu olaylar nedeniyle istifa etmeliydi. İnsanların yatak odalarına kamera yerleştirilmiş... ‘Ben bunu polis yaptı’ demiyorum ancak onlarca siyasetçinin özel hayatına gizli tecavüzde bulunuluyorsa, bu apaçık tecavüzdür. Bunun da cezası vardır. Bunların önü kesilmeli. * Seçim döneminde bunların gündeme gelmesi komplo mu? 1954’ten beri bu kadar seviyesi düşük seçim görmedim. Başbakan da kendisine yakışmayacak şekilde meydandan meydana koşuyor. “Başbakan, İsmet İnönü’yü bu konuda örnek almalı” * Seçim döneminde siyasilerin evlilik dışı ilişkilerinin gündeme getirilmesini sormuştum...Aşağı seviyede siyaset yapılırsa kasetler çıkar. Kaset olaylarıyla ilgili ilk pozisyon alması gereken Başbakan’dır. Başbakan bir zamanlar bilerek ya da bilmeyerek veya bilinçli olarak tenkit ettiği İsmet İnönü’yü bu konuda örnek almalı. Zamanında rahmetli Adnan Menderes’le ilgili fotoğraf geldiğinde İsmet İnönü ‘Bunu görmek istemiyorum, bunları ortadan kaldırın’ demişti. * ‘MHP’li siyasetçiler mağdur oldu, MHP’nin oyları bu yüzden arttı’ diyenler var...MHP’nin seçim barajını geçmeme ihtimali var. Ben bilim insanıyım. Şunu biliyorum. MHP Meclis’e girmezse Meclis’te AKP çoğunluğu olup AKP’nin milletvekili sayısı artar. Anayasa’yı değiştirecek 330 milletvekili sayısına ulaşır. Eski öğrencim Emre Aköz’ün bir analizi var. “Bu oylar CHP’ye gider” diyor. Ama Emre yanılıyor. Sevgili Emre oylar kişisel oylarlarla “statistik kollektiviteyi” bilmiyor. Milli bakiye sistemine benzeyen bu sistemde MHP barajın altında kalırsa en çok oy alanın milletvekili sayısı artacaktır. Bülent Arınç, yeterli sayıya ulaşamamaları halinde halka gideceklerini de söyledi. Yeter artık, yeniden meydanlara inilmesin... Meydanlarda bağırmalardan, kavgalardan bıktık...“Hepimiz bir dürtü yumağıyız”* Siyasiler bu hesapları yapamıyor mu? Bunu bilmelerine rağmen zaaflarına yenik mi düşüyorlar ya da haz almak bunların hepsinin önünde mi? Hesap yapamıyorlar Elifcim, nasıl yapsınlar? Hepimiz mantık yumağı değiliz, öyle olsak nasıl yaşanır? İnce hesap yapamıyorlar, hepimiz dürtü yumağıyız. Ben de dürtüler yüzünden konuşuyorum. * Bu da sanırım herkesin en zayıf noktası...Aynen... Burada asıl önemli olan bunları yapanları, özel hayatları gözler önüne sermek için gizli kameraları yerleştiren güçleri ortaya çıkarmak.
Bir dost sohbetinde TİM eski Başkanı Oğuz Satıcı’yla birlikteydik. Yerel seçimlerde AKP’nin Bakırköy Belediye Başkan adayı olan Oğuz Satıcı Ankara’dan henüz dönmüştü. Siyaset mi konuştuk? Doğrusu ‘Hayır’ diyemeyeceğim. Ama ben size sohbetimizin ‘siyasi’ bölümünü değil, başka bir kısmını aktaracağım. Laf döndü dolaştı Türk sinemasına ve Atatürk’ün hayatı üzerine yapılan filmlere geldi...‘Hepsini izledim, çok daha iyi filmler yapılabilir, daha büyük bütçeli, ders veriyor gibi bir anlatımı olmayan. Bir ara Atatürk filmi yapmak istedim... Biliyor musunuz Atatürk daha çok gençken Jean Jacques Rousseau okumak için Fransızcasını geliştirmiş...’ diye anlatan Oğuz Satıcı’nın ‘Genç Mustafa’ kitabının fikir babası olduğunu öğrendim. Genç Mustafa’yı duymuş ama okumamıştım. Genç Mustafa, Oğuz Satıcı’nın ‘dahi bir genç’ dediği yıllarca Satıcı’yla birlikte çalışan Yalın Alpay’ın kitabı. Kitap Satıcı ve Alpay’ın ortağı olduğu Gaia Yayınları’ndan çıktı. Ama bu kitap bir roman değil, bir çizgi roman. Çizeri de Barış Keşoğlu. Kitabı merak ettik, Oğuz Satıcı hemen edinmemizi sağladı. Akşam geç saatlerde eve döndüm ve elimden düşüremedim. Yalın Alpay, kitabın giriş bölümünde Genç Mustafa’nın devamının geleceğini anlatıyor. ‘Bundan 2 yıl önce birbirinden bağımsız olarak Almanya ve İtalya’da Atatürk biyografileri yayınlandı. Her iki çalışma da birbirinden habersiz aynı tespiti yapıyordu. Atatürk’ün değişen isimleri onun bizzat geçirdiği değişimin göstergeleridir’ diyen Alpay, bu ilk cilt ‘Genç Mustafa’da gencecik bir adamın ‘değişimi’ nasıl kafasına koyduğunu anlatıyor. İkinci bölüm ise Sürgün Kemal olacak...Trablusgarp Gazisi, Filistin Mücahiti, Anafartalar Kahramanı diye devam edecek ciltler. Alpay 20 cilt hazırlamayı planlıyor.Genç Mustafa hem yetişkinler için keyifli hem de çocuklar için... Tavsiye ederim. Kimbilir belki bir gün bu çalışma çizgi film haline gelir, neden olmasın? ***BM trafik kazalarını halk sağlığı sorunu ilan ettiDünyada 15-29 yaş grubu arasındaki gençlerin hayatlarına kasteden bir numaralı tehlike kanser, ölümcül bir virüs veya uyuşturucu değil, trafik. Bunu ben değil BM Dünya Sağlık Örgütü söylüyor. Dünyada her yıl trafik kazalarından 1 milyon 300 bin insan ölüyor. 50 milyona yakın insan da sakat kalıyor. Türkiye’de de yılda ortalama 10 bin kişi trafik kazalarında hayatını kaybediyor. Bu yüzden de Dünya Sağlık Örgütü trafik kazalarını ‘önlenebilir halk sağlığı sorunu’ olarak kabul etti. Ve 10 ülkede bu amaçla çalışmalar başlattı. Bu ülkelerden biri de Türkiye. Dünya Sağlık Örgütü de son yıllarda Türkiye’de karayollarının kondisyonun arttığını ve düzelmelerin olduğunu kabul ediyor. Ancak sorun yalnızca yollar ve araçlar değil. Ne yazık ki trafik kazalarının büyük çoğunluğunun nedeni insan hataları. Kazaların ölümle sonuçlanmasının başta gelen nedenleri aşırı hız ve emniyet kemeri kullanmamak. Ezcümle ilk önce kendimizi değiştirmemiz gerekiyor.Dünya Sağlık Örgütü rakamlarına göre 2020’de trafik kazlarındaki ölüm sayısı 1 milyon 900 bine ulaşacak. Dünyada tüm ölümlerin nedenleri sıralandığında trafik kazaları 9’uncu sırada yer alıyor. Böyle giderse 2020 yılında trafik kazaları sonucu meydana gelen yaralanmalar sağlık yükü olarak 3’üncü sıraya yükselecek. BM Yol Güvenliği’nde Eylem 10 Yılını 10 Mayıs’ta 10 ülkede başlattı. Bir süredir Türkiye’de Güvenli Trafik Projesi yürütülüyor. Ayrıntılı bilgi edinmek için bu harekete destek veren ‘değiştirebiliriz’ hareketinin sitesi www.değiştirebiliriz.org’a bir göz atmanızı öneririm.
Doğuş Üniversitesi’nin kurucusu ve Genel Müdürü Doğu Gözaçan, tam bir eğitim gönüllüsü... Türkiye’de ilk kez “Çok Amaçlı Ayarlanabilir Sınıflandırıcı Çip” üretimini TÜBİTAK ile işbirliği yapan Doğuş Üniversitesi gerçekleştirdi. Üniversite bu yazdan itibaren kamuoyunun gündemine “Büyük Patlama Deneyi” ile gelen Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’ne (CERN) öğrenci gönderecekGÖZAÇAN, “Her yıl mühendislik öğrencilerimizi staj için CERN’e göndereceğiz. CERN’e maddi katkıda bulunan ve çalışmalara katılan Türkiye’deki tek vakıf üniversitesiyiz. Çalışmalarımızı öğrencilerimizin yararlanacağı zeminlere taşımak istedik. Öğrencilerimiz yüzyılın bilimsel çalışmalarına yerinde tanıklık edecek ve aldığı eğitimi uygulamaya döküp deneyim kazanacak” dediDoğuş Üniversitesi, kamuoyunun ‘Büyük Patlama Deneyi’ ile tanıdığı Avrupa Nükleer Araştıma Merkezi’ne (CERN) öğrenci gönderiyor. Günümüzün en önemli bilimsel çalışmalarının yapıldığı merkezlerle işbirliği içinde olan Doğuş Üniversitesi’nin kurucusu ve Genel Müdürü Doğu Gözaçan tam bir eğitim gönüllüsü. Türkiye’de ilk kez Çok Amaçlı Ayarlanabilir Sınıflandırıcı Çip üretimini de TÜBİTAK’la işbirliği içinde Doğuş Üniversitesi gerçekleştirdi.Doğu Gözaçan, 37 yıllık eğitimci. 1980’li yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’na liselerde branşlaşma fikrini veren kişi. Kurduğu Doğuş Üniversitesi, birçok farklı projeye imza atıyor. Türkiye’nin en başarılı vakıf üniversitelerinden biri. Bu yıl Avrupa’nın en önemli Nükleer Araştırma Merkezi’ne öğrenci gönderecekler. Tıp alanından elektroniğe üniversitede farklı alanlarda projeler yürütülüyor. Acıbadem’deki Doğuş Üniversitesi’nde Doğu Gözaçan’la konuştuk.-Yıllardır Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri eğitim. Devlet her yere okul yapıyor, hayırseverler okul yapıyor. STK’lar kız çocuklarının okullaşması için çok önemli çabalar sarfediyor. Maddi sorunları olan ailelere yönelik çalışmalar da var. Ancak fotoğrafa baktığımızda Türkiye’de eğitimin kalitesi de düşük, fırsat eşitliği de yok...Okullar açılıyor, vakıf üniversiteleri açılıyor, yarın öbür gün özel üniversiteler de açılacak. Sizin bahsettiğiniz sorunlar Türkiye’nin gerçekleri. Kız çocuklarının okullaşmaması da eğitim sorunu. Tutucu ailelerin eğitimsizliğinin sonucu. Ben yıllar içinde şunu gördüm, aileler için eğitimin hedefi öğrencilerin iyi bir üniversiteye girmeleri. Ancak bu hedefe kilitlenip çok büyük yanlışlar yapmak da mümkün. Ve sistem de yanlış ülkemizde. Üniversiteye talep çok, sınava giren öğrenci çok, üniversiteye giren az. Genele bakıldığında, istediği bölümlere girebilen öğrenci sayısı çok az. Doğuş Eğitim Kurumları’nda 2000 yılından bu yana bir sistem uyguluyoruz. Öğrencilerin talepleri neler, eğitimlerinde istedikleri yön nedir, her yıl kademeli olarak bunu araştırıyoruz. Öğrencileri sınıflandırıyoruz ve kendisine en uygun üniversite eğitimini alacağı şekilde yönlendiriyoruz. Çalışma neticesinde çocukları sevdiği ve yapabileceği branşlara yönlendiriyoruz.-Sizin üniversitenizde ilkler var... Örneğin CERN çalışmalarınız ilgi çekici. Nükleer araştırmalar dünyanın gündeminde önemli yer tutan bir konu. Sizin projenizin içeriği tam olarak nedir?Biz bu yaz başlatacağımız proje ile her yıl mühendislik öğrencilerimizi staj için CERN’e göndereceğiz. Kamuoyunun “Büyük Patlama Deneyi” ile tanıdığı ve kısa adıyla CERN dediğimiz Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi, yaptığı araştırmalar, kullandığı ve geliştirdiği teknolojiler ile dünya bilimine öncülük ediyor. Biz, CERN’e maddi katkıda bulunan ve çalışmalara katılan Türkiye’deki tek vakıf üniversitesiyiz. Bu çalışmalarımızı öğrencilerimizin de yararlanacağı zeminlere taşımak istedik. Bu amaçla öncelikle şubat ayında “Uluslararası Parçacık Fiziği Kış Okulu” düzenledik. CERN’den, Türkiye’nin ve dünyanın en iyi, saygın üniversitelerinden bilim insanlarının geleceğin fizikçilerini yetiştirmek için bir araya geldiği, içeriği ve kapsamına bakıldığında ülkemizde ilk ve tek olma özelliği taşıyan bir okuldu. Sadece bizim üniversitemizden değil Türkiye genelinden ve birçok ülkedeki üniversitelerden seçilen öğrenciler ileri seviyede teorik ve pratik eğitim aldı. TÜBİTAK’ın destek verdiği, CERN ile işbirliği yaparak gerçekleştirdiğimiz bir çalışma oldu. Öncelikle bu okulu devam ettirmek istiyoruz. Diğer projemiz ise bahsettiğim gibi CERN’e öğrenci gönderilmesi. Öğrencinin tüm masrafları üniversitemizce karşılanacak. Mühendislik Fakültesi tarafından, objektif başarı ölçülerine göre seçim yapıldı.-Öğrenci ne yapacak CERN’e gittiğinde?CERN’de temel fizik deneylerinin yanında, mühendislik uygulamaları da çok önemli. Akademisyenlerimiz CERN’de devam eden ATLAS ve CAST deneylerinde çalışıyor. Bu deneylerin alt proje grupları bulunuyor. Öğrencilerimiz bu proje gruplarında görev alıp hem yüzyılın bilimsel çalışmalarına yerinde tanıklık edecek hem üstün nitelikli bilim insanları ile bir arada olacak, birçok şey öğrenecek hem de fakültede aldığı eğitimi uygulamaya dökerek yeni deneyimler kazanacak. Mezun olmadan yaşayacağı uluslararası boyuttaki bu deneyim çok önemli. Ciddi bir referans ekleyecek diplomasına, kendini, eğitimini farklılaştırmış bir mühendis olarak mezun olacak. Bu yıl bir öğrenci gönderiyoruz ancak gelecek yıldan itibaren sayıyı artırmayı hedefliyoruz. Seçilen öğrencimiz Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü’nden...Böyle bir bölümü ilk kez duyuyorum...Değişiyor her şey. Biz de ilk günden bu yana çağın ihtiyaçlarına ve koşullarına göre eğitim vermeyi ilke edindik. Dolayısıyla klasik mühendislik bölümlerinin dışında bölümlerimiz var. Örneğin Kontrol Mühendisliği Bölümü var. Türkiye’de bu bölüme sahip 2 üniversiteden biriyiz. Kontrol mühendisliği, çağın mesleklerinden biri ve bu mesleğin eğitimini Doğuş Üniversitesi veriyor.-Peki CERN’e staj için öğrenci gönderilmesi benzeri başka projeler var mı?Amerika Cornell Üniversitesi ile birlikte “Doğuştan Kalp Rahatsızlıklarının Mühendislik Bakış Açısıyla İncelenmesi” adlı bir proje yürütüyoruz. 4 yıl sürecek. Mühendislik Fakültesi öğrencileri de projede hocalarıyla birlikte yer alma şansına sahip olacak. Onlar için çok önemli bir deneyim. Henüz lisans düzeyinde öğrenciler ve uluslararası bir projede yer alma şansına kavuşuyorlar. Hayli heyecan verici bir çalışma.-Üniversitenizde çip üretimi de yapıldı...Evet, Mühendislik Fakültemiz, TÜBİTAK desteğiyle Türkiye’de ilk kez “Çok Amaçlı Ayarlanabilir Sınıflandırıcı Çip Üretimi”ni yaptı. Halen üniversitemizde, TÜBİTAK desteği ile ve başka saygın kuruluşlarla birlikte yürüttüğümüz 12 projemiz var. Mühendislik Fakültesi’nde çok kıymetli hocalarımız var. Örneğin, dünyanın en büyük tekno-profesyonel topluluğu olan Elektrik Elektronik Mühendisliği Enstitüsü’nün (IEEE) onur üyeliğine yükselen 2 öğretim üyemiz var.Bu enstitüye üye olmak neden önemli? Türkiye’de onur üyeliği seviyesine yükselen başka bilim insanları var mı?Alana yaptığı üstün katkılar nedeniyle bu seviyeye yükselebildi hocalarımız. Alanında dünyanın en büyük ve en önemli kuruluşu olması, onur üyeliğini daha da anlamlı kılıyor. Bu kategoride sadece 8 bilim insanı var Türkiye’de. Ve bu 8 bilim insanından ikisi Doğuş Üniversitesi’nin öğretim üyesi. Bu ayrıcalığımızla gurur duyuyoruz.Sınav iptal edilmeliydiÜniversiteye giriş sınavında yaşanan çalkantılı süreci nasıl yorumluyorsunuz?Çocuklarda büyük hayal kırıklığı yarattı bu olaylar. En ufacık bir sorun bile bu konuda büyüktür, çünkü çocuklar bu sınavla hayata atılıyor. Öğrenci baraja takılıyor, “Hayır ben yapmıştım” diye itiraz ediyor, haklı çıkıyor. Bana göre bu sınav kesinlikle iptal edilmeliydi. Şu anda 1 milyon 700 bin öğrenci sınava girdi, kanaatim odur ki 1 milyon 600 bini sıkıntılı. İyi puan alan da almayan da sıkıntılı. En büyük sorun ise sisteme karşı ciddi bir güvensizlik oluşması.BEN BU İŞE GÖNÜLLÜYÜM, ÇOCUKLARIMI DA YÖNLENDİRDİMEğitimci bir aileden geliyorsunuz. Eğitim konusunda yatırım yapmaya nasıl karar verdiniz?Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunuyum. Ailemin de etkisiyle eğitim konusunda bir şeyler yapmak istedim. Rahmetli babam da eğitimciydi. Ben çok genç yaşlarımda “Bu ülkenin neye ihtiyacı var” diye baktım. Ülkemin manzarasını gören biriydim. Ülkemizde en büyük sorun eğitim. Beni de en çok heyecanlandıran şey eğitimdir. Gençlerden de büyük keyif alıyorum. Çocuk yaşta insanlar geliyor, eğitim alıyorlar, büyüyorlar, onların ileride mezun olup bir yerlere geldiğini görmek beni çok mutlu ediyor. 37 yıldır eğitim camiası içindeyim. Benim 3 çocuğum da Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirdi. 3’ü de eğitimci oldu. Ben bu işe gönüllüyüm, çocuklarımı da bu işe yönlendirdim.Dershane eğitimine karşıyım-Dershanelerde de sorunlar okullardan pek farklı değil...Ben, dersane eğitimine karşıyım. Dershane eğitimi tamamen ezbere dayalı. Öğrenci ezberliyor, sınavdan sonra unutuyor. Dershane eğitimi neticesinde sistem bozuldu. Ama ne yazık ki dershaneye girmeden de bu sistemin içinde başarılı olmak zor. Beni çok rahatsız eden bir konu bu. Hafta sonları veliler çocuklarını özel derse taşıyor. Bu da yanlış. Çocuk ne zaman çocukluğunu yaşayacak? Ben anaokulundan üniversite sonuna kadar izliyorum çocukları. Ailelerin küçük çocuklar üzerinde baskı kurması büyük yanlış. Örneğin çocuk 8 saat ders görüyor ardından keman kursuna gidiyor. Peki bu çocuk ne zaman çocukluğunu yaşayacak? Bu baskı ergenlik döneminde kendini gösteriyor, 15-16 yaşında aşırı isyankar oluyorlar, okul başarıları düşüyor, arkadaşlık ilişkileri zayıflıyor tüm bunlar geleceklerini etkiliyor çocukların. İleride sosyal yaşamdaki ilişkilerini dahi etkiliyor. Ailelerin düştüğü bu yanlışı iyi görmesi gerekir.-Başarıyı neye göre değerlendirmek gerekir, neye göre başarılı kabul edeceğiz?Bir çocuğun tam not alması önemli değil. Çocuğun yaşının gereği olan faaliyetlerin, duyguların tadını çıkarması gerekir, çocukluğunu yaşaması gerekir. Sağlıklı yetişkinler olabilmeleri için bu çok önemli.
‘Türkiye bir tarım ülkesi. Zengin toprakları var... Türkiye dünyada tarımda kendine yeten ülkelerden biri...’Biz böyle öğrenmiştik. Yıllarca bize bu okutuldu, öğretildi. Büyüdük, bir baktık öğrendiğimiz birçok şey gibi bu da doğru değil. Arabayla uzun yolculuklar yaparken çocukluğumdan beri “Ne üretiliyor” diye bakarım... Son zamanlarda İstanbullu dostlarım arasında zeytinden cevize gülden narançiye ve domatese kadar farklı ürünlerde uzmanlaşma yoluna giden arkadaşlarım var. Dost sohbetlerimizin geldiği nokta da; “İstanbul dışında bir yerlerde üretmek, hem ruhumuzu hem de bedenimizi doğayla meşgul etmek...” Ben hep düşünürüm, “Acaba insanla mı uğraşmak zor, toprakla mı?” diye... Bunun yanıtını bulmuş değilim... Yıllarca avukatlık yapmış bir dostum, mesleğini bırakıp maydanoz, roka v.s üretimine girdi... Eski avukat kabzımal oldu. Onun yorumunu aktarayım, “İnan toprakla uğraşmak zor ama hazzı farklı, birisinde bittiğini, diğerinde ise biriktirdiğini hissediyorsun.”Türkiye topraklarının ancak üçte birini tarım faaliyetlerinde kullanabiliyor, biliyorsunuzdur. Üstelik bunun da ancak yüzde 15’i verimli tarıma uygun. Bu da toprak zengini olmadığımızın en önemli göstergesi... Geçenlerde TEMA’nın bir toplantısında TEMA’nın tarım danışmanı Mahir Gürbüz’ü dinleme fırsatı buldum. Gürbüz, tarım alanlarının korunması için yeterli yasal önlemin alınmadığını, 5403 sayılı yasanın da yeterli olmadığını söylüyor. Türkiye’de yılda 20 milyon ton buğday üretiyor. Bunun 15 milyon tonu toplumun beslenmesi için harcanıyor. 2030 yılında Türkiye’nin nüfusunun 100 milyon olacağı öngörülüyor. Peki buğday üretimi ne durumda olacak? Artı 30 milyon geldiğinde ne olacak? Yanıtını Gürbüz veriyor: “Bir kişi yılda 200 kilogram buğday tüketiyor. Yani yılda 6 milyon ton ek buğdaya ihtiyacı var.” Nerede üreteceksiniz? En büyük sorun da bu. Yeni tarım arazileri yok Türkiye’de, açılmıyor. Tek yol verimi artırmak. Gürbüz’ün deyimiyle, “Tarım arazilerini altın gibi korumak zorundasınız.” 6 milyon ton buğday üretimi için 2.5 milyon hektar arazi gerekiyormuş. Şu anda Türkiye’de tarım arazilerinin 8 milyon hektarı buğday için kullanılıyor. Ne yazık ki Türkiye’nin bir santimetre bile yeni tarım arazisi şansı sıfır... Gürbüz, ‘TEMA’nın hazırladığı Toprak Yasası’nın yalnızca arazilerin amaç dışı kullanım kurallarını belirleyen 13’üncü maddesi uygulanıyor. Bunun uygulanma nedeni de toprağın korunması değil, tarım arazilerinde tarım dışı faaliyet yapmak isteyenlerin talepleri...’ diyor. Ezcümle, verimli tarım arazileri kanunla korunmalı... Büyük ovalar Tarımsal SİT alanı olmalı... Bu alanlarda doğru tarım uygulamaları yapılmalı... Mahir Gürbüz risk altında olan ovaları da sıralıyor... Erbaa, Kazova, Niksar...Nedeni amaç dışı tarım arazisi kullanımı ve talan! Aslına bakarsanız liste hayli uzun... Bu arada, siyasi partilerin çiftçi dostu açıklamalarına bakıyorum... Çiftçi dostu reklamlar, ilanlar, bunlar pek güzel ama uygulamalar yeterli değil... Çiftçiyi bilimle desteklemek, en kısa zamanda da her alandaki gibi verimliliği artırmak gerekiyor. ***Çeşme’nin sakızı saksıya girdiÇeşme’den bir haber... Çeşmeli Metin Gemici, sakız ağaçlarını saksıda yetiştirmeyi başarmış. Bonzai gibi... Bundan 6 yıl kadar önce Nihat Gökyiğit’le birlikte Çeşme’deki Sakız Ağaçları projesini dinlemiştim. O günlerde Sakız Ağaçları yok denecek kadar azdı. Şimdi yapılan çalışmalarla Sakız Ağaçları’nın sayısı da arttı. Gönüllü vatandaşların bu işe olan ilgileri de Sakız Ağacı’nı saksıda yetiştirmeye kadar vardı... Çeşme’nin karşısındaki Sakız Adası’nda 3 milyona yakın Sakız Ağacı var. Sakızın kilogramı 15 bin liradan satılıyor. Dünyanın dev şirketleri tüm sakız ihtiyaçlarını Sakız Adası’ndan alıyor... Çeşme Sakız Ağacı’na sahip çıkmalı. Metin Gemici gibi örneklerin hızla çoğalması dileğiyle...
Altınbaş Holding’in Başkanı İmam Altınbaş, dünyada artık savaşların silah değil markalarla yapıldığını söylüyor. Koç’un Grundig’i, Ülker’in Godiva’yı satın alarak dünya çapında ses getirmesini büyük bir başarı olarak görüyor ve kendi şirketinde de böyle bir satın almaya imza atmayı hedefliyor. Altınbaş, “Yurtdışında Bvlgari, Tiffany gibi büyük mücevher mağazalarının olduğu caddelerde olmak gibi bir hedefimiz var ama bizim bunları satın alma gibi bir hedefimiz de var. Ülker gidip Godiva’yı alıyorsa, biz de dünyaca ünlü bir mücevher şirketini alabiliriz” diyor. Altınbaş, Kıbrıs ve Ukrayna’da bankacılık yapan holdingin fırsat çıkarsa Türkiye’de de banka alabileceklerini söylüyorAltınbaş Holding enerji, kuyumculuk, lojistik, finans alanlarında hızla büyüyen bir şirket. Alpet, Altınbaş, Assos, Elda, Onsa, AlStone, Galata Denizcilik, Transal Denizcilik, Creditwest Bank Kıbrıs-Ukrayna... Bunlar Altınbaş Holding’in şirketlerinden bazıları.Yakında açılacak olan Kemerburgaz Üniversitesi de Altınbaş Holding’in eğitim alanındaki ilk yatırımı olacak. Göztepe Spor Kulübü’nü de alan Gaziantep kökenli Altınbaş Holding’in başında ailenin ikinci kuşak temsilcisi İmam Altınbaş var. Kendisiyle buluşmak için şirketin Güneşli’deki merkezine gittik. 1965 doğumlu İmam Altınbaş, ağabey ve kardeşleriyle birlikte şirketi yönetiyor. Birçok sivil toplum örgütünde de aktif olarak çalışan İmam Altınbaş, gelecekte adını daha sık duyacağımız işadamlarından biri olarak görülüyor.-Gaziantep’ye babanız kuyumculukla işe başlamış. Siz ve kardeşleriniz babanızın yanında işi öğrenmişsiniz. Bu kadar büyüyeceğinizi hayal eder miydiniz?Evet. İleriye yönelik hedefleriniz olmazsa başaramazsınız. Babam çok sağlam temeller üzerine kurdu bu şirketi. Bize de üzerine binayi inşa etmek düştü. Gaziantepli bir aileyiz. Birbirimize bağlıyız.-6 kardeş hepsi de görev alıyor değil mi şirkette?9 kardeşiz, 6’sı erkek, 3’ü kız. Kızlar işin içinde değil. Altınbaş çatısı altında kuyumculuk dışında şirketlerimiz var. Kuyumculuk, mücevher işi ailenin işi. Ama kuyumculuktan sonra farklı sektörlere girdik.ÜNİVERSİTEMİZİ AÇACAĞIZ-Finans sektörü var. Yatırımlarınız farklı sektörlerde hızla devam ediyor görünüyor... Nasıl bir strateji izliyorsunuz? Öncelikli alanlarınız neler?Biliyorsunuz yakında bu öğretim yılında Kemerburgaz Üniversitesi’ni açacağız. Ama biz bu işi sosyal sorumluluk olarak görüyoruz. Babamı 2003 yılında kaybettik, onun da bir eğitim kurumu isteği vardı. Böylece onu gerçekleştirmiş olacağız. Kuyumculuktan sonraki yatırım alanlarımız, dediğiniz gibi biri finans, diğerleri enerji ve lojistik.Altınbaş kuyumculuk sektöründe ilk markalaşmayı sağlayan şirketlerden biri...Evet, alanımızda markalaşmayı biz ilk başlatanlardanız. 1984 yılında İstanbul’a geldik. O yıldan beri tüm yurtdışı fuarlarını eksiksiz izledik. Toptan üretim ve satımla bu işin bir yere gelemeyeceğini gördük. O ünlü Basel Fuarları’nda gördüğümüz tüm markaların altyapısı bizde de vardı. Markalaşmaya çok önem verdik.-Kaç Altınbaş mağazanız var şu anda?120 mağazamız oldu. 1.000 noktada markalı ürünlerimizi satıyoruz. Yurtdışında da mağazalarımız oldu. Sadece Altınbaş değil Assos, Elda, Onsa fabrikamızdan direkt satış var. Çok mücevher markamız var. AlStone diye bir bölümümüz var, değerli taş getiriyoruz yurtdışından, hem kendimiz üretimimizde kullanıyoruz hem de satıyoruz.Altınbaş da zaman içinde altınla yetinmedi, pırlanta ve mücevhere geçti. Zaten sanırım bu kaçınılmaz oldu kuyumculuk sektöründeki aktörler için. Altından çok artık değerli taşa ilgi var diyebilir miyiz?Doğru çok değişti. 22 ayar altından 14 ayara geçildi. Sonra kırmızı altın 14 ayardan yeşil altın 14 ayara geçildi. Atom ve sentetik taşlar kullanılmaya başlandı, sonra da pırlantaya geçildi. Pırlanta da güven lazım. Sertifika lazım. Bunu da biz sağlıyoruz. İşler bu değişimle de çok büyüdü.Türkiye’de yatırım için altın alan var mı hâlâ?Azaldı, takmak için mücevher alınıyor artık. Giydikleri elbiselere göre mücevher alan var. Eskiden altın zor günler için alınırdı. Şimdi altını da takıyor, kendini mutlu edecek şekilde alıyor insanlar. Kuyumculuk sektöründe bu değişimlere ayak uyduramayanlar zor duruma düştü. Kullanma alışkanlığı değişince senin üretim alışkanlığını da değiştirmen lazım. Çok sıkıntı yaşayan şirketler var değişime ayak uyduramadıkları için.1 MİLYAR DOLAR İHRACAT2023 yılına büyük hedef koydunuz Başbakan Erdoğan gibi...2023 yılında 1.000 mağazayla 1 milyar dolar ihracat hedefimiz var. Başbakan’ın söylediği hedefi Türkiye’nin gerçekleştirmesi için bizim gibi şirketlerin de hedef büyütmesi gerekiyor.8Nasıl bir yol izleyeceksiniz?Marka caddelerinde de ilerleyeceğiz. AVM’lerde varız. Yurtdışında da daha çok olacağız.Yurtdışında Bvlgari, Tiffany gibi büyük mücevher mağazalarının olduğu caddelerde olmak gibi bir hedefiniz var mı?Var ama bizim başka bir hedefimiz de var. Bunları satın alma gibi bir hedefimiz var.Bvlgari gibi bir markayı almaktan mı söz ediyorsunuz?Ülker gidip Godiva’yı alıyorsa, biz de dünyaca ünlü bir mücevher şirketini alabiliriz. Biz savaşları askerlerimizle kazanmaya alışmış bir milletiz ama savaşlar artık şirketlerle oluyor, markalarla oluyor. Türkiye’nin çok güçlü şirketleri var. Koç Grubu’nun Grundig’i, Ülker Godiva’yı alması gibi...Heyecanla bekliyoruz o zaman...İnşallah... Biz burada yanlış anlaşılmasın, Türkiye’de bazı şirketleri büyük dev şirketler alabilir, bazı ortaklıklar kurulabilir. Biz bunlara da karşı değiliz. Ama dediğimiz şu, biz de onları satın alabiliriz. Biz de o güce geldik. Türkiye’de bir bankayı 3.5 milyar dolara alan, büyütüp satan çok iyi örneklerimiz var. Aman yabancıya satmayalım demiyorum. Ülke çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa onu yapalım.HOBİM ÇALIŞMAK İŞİM SPOR YAPMAKSabah 06.00’da kalkar, mutlaka her gün spor yaparmışsınız...Doğru. Benim ilk işim spor. Her sabah 06.00’da kalkarım. Spor yapmaya çıkarım. Yüzerim, tenis oynarım, koşarım, ağırlık çalışırım. Her gün bir sporum var. Eve 8.45 gibi gelir duşumu alır, yarım saat kahvaltımı yaparım, hazırla- nırım. İşe giderim. İş tatil. Artık o kadar çok spor yaptıktan sonra iş çok dinamik geçiyor. Tatillerde de ben önce spor yaparım. Spor yapmadan yaşayamam. Hobim de çalışmak. Spor hobim değil. Soracağım hemen... Ben de İzmirliyim. Hatta babam da Göztepe’te forma giymiş eski bir futbolcu... Siz Göztepe Spor Kulübü’nün de Başkanı’sınız. Bir ayağınız İzmir’de...Çok seviyorum sporu. Futbol da oynuyordum, belimden bir sakatlık geçirdim o yüzden futbola mesafeli duruyorum. Göztepe camiasını çok sevdim. Maçların dışında İzmir Kordon çok keyifli. Göztepe tarihi bir takım. Çok gurur duyuyorum. İnşallah çok daha iyi bir noktaya geleceğiz.Türkiye’de fırsat çıkarsa banka alırızUkrayna’da bankanız var... Enerji sektöründe de Alpet’le biliniyorsunuz...Ukrayna’da ve Kıbrıs’ta bankalarımız var. İlk Kıbrıs’ta başladık finans işine. Factoring şirketimiz de var. Petrol dağıtım şirketimiz var. Alpet. Kıbrıs Alpet, Arnavutluk Alpet ve Türkiye Alpet diye ayırabiliriz. Lojistik işimiz de Galata Denizcilik. Gemi inşa ve armatörlük ve gemi taşımacılığı da yapıyoruz. İzmir’in önde gelen spor kulüplerinden Göztepe’yi de aldık.Türkiye’de banka almayı düşünüyor musunuz?Türkiye’de 1998 yılında banka almak istedik. Olmadı. Mücevher sektörüne en yakın iş bankacılık. Zaten eskiden bankacılığın yaygın olmadığı dönemde kuyumcular bankacı gibi çalışırdı. Biz Kıbrıs’te ve Ukrayna’da deneyim de kazandık. Yine fırsat çıkarsa ilgileniriz. Finans sektöründe olmayı hep istiyoruz. 1994 krizini, 1999, 2001 krizlerini yaşadık. İşimizi düzgün yaptığımız için etkilenmedik.Altın fiyatı nedensiz artıyor inşallah nedensiz geri gelmezAltının değeri sürekli artıyor bir yandan da... Bunun nedeni nedir? Siz neye bağlıyorsunuz artışı?2004’ten bu yana altının onsu sürekli artıyor. Bu yüzden de ilgi çekiyor. Yavaş yavaş biter yastık altı altın devri Türkiye’de. Aslına bakarsanız, niye artıyor sorusu önemli bir soru... Dünyada fiziki altın kullanımı düştü, yüzde 45 azaldı. Alıcı olmamasına rağmen altın fiyatı arttı. Talebi olmayan bir şeyin yükselmemesi lazım, ekonomik mantığı yok. ‘Amerika para basıyor, dünyada güven ortamı yok’ diyenler var. Bu yüzden yükseliyor diyorlar. ‘Amerika para bastıkça altın artar’ diyorlar. Bizim üretimde kullandığımız hammadde nedensiz artıyor inşallah nedensiz geriye gelmez.Petrol fiyatlarında yaşandığı gibi. Siz bu konuda da deneyimlisiniz...Aynen. Biz o kriz döneminde Rusya’dan mal yükledik, Gemi gelene kadar bir varil ham petrolün değeri 140 dolardan 90 dolara daha sonra 38 dolara düştü. O günleri de yaşadık. Altın konusuna gelince, bizim altınımız bir kilo olarak duruyor, satarsak yerine alıyoruz, bu yüzden altının alınır satılır olması lazım.-Fiyatlar arttıkça kim alır?Altının fazla değerlenmesi bizim işimize çok yaramıyor. Tüketici almazsa bizim işlermiz etkilenir.-Son yıllarda krize, altının fiyatlarının artmasına rağmen işleriniz hızla büyüyor...İş büyüyor. Mücevher kısmı daha hızlı büyüyor. Altın kısmı çok büyümüyor. Dünyada satılan altın 3800 tondan, 1800 tona kadar düştü. Biz Türkiye’de kuyumculuk sektöründe 3’üncü büyük ihracatcıyız.
Bundan yıllar önce başladığında bir avuç kıza ulaşıyorlardı. Doğu’da köylerde başarılı kız çocuklar seçiliyor, kızların eğitime devam etmesi için destek veriliyordu. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği projeyi başlattığında ‘Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları’ demişti. Türkan Saylan’ın hayali büyüktü. Yüzlerce, binlerce kıza ulaşmayı, bir dönüşüm yaratmayı amaçlıyordu. Projesini büyütmek için Turkcell’i yanına aldı... Turkcell projeyi katlayarak büyüttü. Türkiye’nin en kapsamlı, en bilinen projelerinden biri oldu Kardelenler. Aile baskısıyla okula gönderilmeyen, maddi sıkıntılar nedeniyle okuyamayan kızların hayatı değişmeye başladı. Ben de projeyi çok uzun zamandan beri takip ediyorum. Projenin yönderlik ayağında ben de yer aldım. Ablalık yaptığım Kardelen Mavili üniversiteyi kazandı, mezun oldu. Şimdi öğretmen, evlendi... Onunla gurur duyuyorum. Yaşam boyu sürecek bir dostluk kurduğumuza inanıyorum. Mavili gibi hayatı değişen genç kızları yakından tanıma fırsatı bulduğum için de kendimi şanslı hissediyorum. Geçen hafta Turkcell Genel Müdür Yardımcısı Koray Öztürkler ve Kurumsal İletişim Bölüm Başkanı Filiz Karagül Tüzün’den projenin geldiği noktayı dinleme fırsatı bulduk bir grup gazeteci arkadaşımla. Son verilerle, proje kapsamında 3 bin 437 kız öğrenci üniversiteyi kazandı, 9 bin 634 öğrenci liseden mezun oldu, 976 öğrenci üniversiteden mezun oldu. BM örnek proje seçti10 yıl içinde çok büyüdü proje... Ayşe Kulin, Kardelenler’in kitabını yazdı. Sezen Aksu Kardelenler şarkısını yaptı. National Geographic Channel, Kardelenler’in belgeselini hazırladı. Kardelenler, Birleşmiş Milletler’de (BM) örnek proje seçildi.Bunların çoğunu belki çoğunuz biliyorsunuz, belki bir kısmını takip ettiniz... Son olarak Kardelenler 5-7 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da yapılan Dünya Kadın Zirvesi’nde anlatıldı. 35 bakanın katıldığı kapalı oturumda Turkcell CEO’su Süreyya Ciliv, Kardelenler’i anlattı. Turkcell Genel Müdür Yardımcısı Koray Öztürkler, zirvenin sosyal sorumluluk bölümünde Kardelenler projesini aktardı.Koray Öztürkler, bizimle konuşurken yakında Kardelenler arasından Yıldız Takımı’nın seçileceğini söyledi. Kardelenler’in taleplerini, beklentilerini öğrenmek için bir araştırma yaptırmışlar... Kardelenler birbirlerini tanımak, üniversite sonrasında da kariyerlerinde destek almak, hayat boyu sürecek bir koçluk hizmetine ihtiyaç duyduklarını söylemişler. Turkcell de bu araştırma sonuçlarına göre Kardelen’ler arasından bir Yıldız Takımı seçmeye karar vermiş. Turkcell Young Gru Akademi ve MEB işbirliğiyle seçilen başarılı kız öğrencilerine liderlik eğitimi verilecek. Düzenlenecek Liderlik Kampları’nda yararlanacak kız öğrenciler. Koray Öztürkler, “Amacımız başarılı genç kızlarımızın geleceğin kadın liderleri olmalarını sağlamak, seçtikleri alanlarda ilerlemeleri için destek vermek. Şu anda yurtdışında master yapan, okuyan örnekler var. Amacımız bu sayıyı da artırmak...” diye anlatıyor.Projenin geldiği nokta sevindirici, sanırım yakında kariyer yapan Kardelenler’i ve Kardelenler’in yetiştirdiği Kardelenler’i yazacağız.