Primavera Sound’un yıldızlar geçidi

11 Haziran 2017

- Festival açılışını Solange ile yapıyorum. Geçtiğimiz yılın en iyi albümlerinden birini yapması onun sahnedeki kuvveti. Sahneyi ışıklarla kıpkırmızı bir küpe çeviriyor ve ‘A Seat at the Table’ın en iyi şarkılarını birer birer sunuyor. Ama Solange, sahnede o kadar farklılaşmaya çalışıyor ki bir şeyler eksik kalıyor. Bize bir çağdaş sanat güzellemesi sunuyor gibi... Ablası Beyonce’nin sahne ışığından çokça uzakta. Ama ipeksi sesinin hatrına ekstradan bir şarkı dinleyip oradan uzaklaşıyorum.- Merakla beklediğim Bon Iver ilk gün ana sahnesinde bizi selamlıyor. Müzikal bakışını tamamen değiştirdiği, her şarkısı farklı bir koda sahip olan ‘22, A Million’ albümünün ağırlıkta olduğu bir setlist ile sahnede Bon Iver, yani Justin Vernan... Albümlerini yazmak için kendini kapattığı o küçük kulübelerden çıkmış ve artık kocaman sahnelerin hakimi olmuş. Vernan’ın vokalinin nasıl değişken bir hal aldığını “10 deathbreast” ve 33 ‘God’ şarkılarında açıkça duyuyoruz. Sıkılacağımı düşündüğüm bir konserin hiç bitmemesini istiyorum. Buna etken de Vernan’ın hırpalanmış vokalleri ve bilerek bozduğu sert ayrıca derinden gelen müziği. Konseri bitirirken ise altın vuruşu yapıyor. Orkestrasını sahne arkasına gönderiyor, eline gitarını alıyor ve ‘Skinny Love’ı seslendiriyor. Festival seyircisini şarkı listesi ile de memnun bırakmayı iyi biliyor. Bu şarkı ile üstümüzü sessizlik kaplıyor. Müzik festivallerinin tek bir müzik türünün elinden çıkmaması gerektiğini Vernan hatırlatıyor. Karşı sahneyi işaret ediyor ve “Benden sonra Slayer’ı dinleyecek olmanız büyük bir onur” diyor.- İlk günün önemli isimlerinden biri de hiç şüphesiz Aphex Twin. Gizemli DJ Richard James, sahneyi ışıklarla adeta bir kaleydoskopa çeviriyor. Seslerle çıkaracağı yolculuğa seyirci de hazır bekliyor. Çünkü onlar da sahnenin birer parçası. Seyircilerin yüzleri sahnenin yanındaki ekrana gelince animasyonlarla değişime uğruyor ve adeta Aphex Twin’e dönüşüyor. Sahnenin yakınında ya da uzağında James’in yarattığı ses bir bakıma dalaklarımızı delecek bir güçlükte. Oysaki Primavera’nın ciddi bir ses sorunu var. İki saatlik seti ile IDM’in kötü örneklerinden adeta kulaklarımızı temizliyor.Artık stadyumları doldurmalı- İkinci günün yıldız ismi Frank Ocean konserini iptal ettiği için bütün alan The XX’e kalıyor. Disko ışıkları altında The XX’in yükselişini izliyoruz. Grubun as elemanlarından Jamie xx de bizi birazdan çalacağı kendi setine hazırlar gibi. The XX’in o pek haz etmediğim son albümü ‘I See You’dan şarkılar sıralanırken bu albümü neden sevmediğimi bir kez daha hatırlıyorum. Onlar minimal müzikleri ile var olmuşlardı. Şimdiyse kocaman bir grup olma yolundalar. Ama bu son albümdeki neşe sanki onlara hiç yakışmıyor. İlk kez 2012 yılında Sziget Festival’de izlerken kimsenin umursamadığı The XX, Primavera’da binleri ayağa kaldırıyor. Ardından ise sahne Jamie xx’e kalıyor, disko soslu bir DJ seti ile bizi karşılıyor.- Festivalin üçüncü gününün yıldızı ise hiç şüphesiz Arcade Fire. O dillere destan canlı performansını ilk kez izleyeceğim için kafamdaki çıtayı arşa çıkarıyorum. İlk şarkısı ‘Wake Up’ın girişi duyulur duyulmaz binlerce kişi aynı anda onlara eşlik etmeye başlıyor. Sesim kısılırcasına ‘Children don’t grow up’ derken evimde dinlediğim müziğin, sahnede nasıl bir evrime uğradığına şahit oluyorum. Arcade Fire’ın en güzel yanı konserlerde dümdüz bir şekilde şarkılarını çalmamaları. Gerçek bir konser grubu olduğunu kanıtlarcasına orada her bir şarkıyı başka bir forma sokuyorlar. Bu da onları canlı dinlemek için büyük bir motive nedeni. Hemen ardından yeni teklileri adeta ABBA şarkılarını andıran ‘Everything Now’ başlıyor. Katiyen bencil değiller, hitlerini birer birer bizim için sıralıyorlar. Özellikle ‘Afterlife’ şarkısında Win Butler’ın derin bir nefes alıp şarkıyı oturarak söylemesi benim için unutulmaz anlardan. İki metreye yakın boyuyla sahnenin tam ortasında dururken, şarkılarındaki gibi seyircisine kucak açıyor, müziği ile asla kapanmayacak büyülü bir kapının içinden bizi sokuyor. Bu sefer ‘Reflektor’ albümünün turnesindeki kadar şaşaalı bir sahneleri yok. Çok daha minimaller. Ne bir eksik ne bir fazla, onlar artık stadyumları dolduracak güce sahip. İlk albümlerini 2005 yılında Kanada’da 400 dolar maliyetle çıkarmış naif bir grubun sahnede nasıl da devleştiğine o an şahidiz. Konserden çıkarken kısılan sesim ve uzun zaman sonra gülümseyen suratımla bir festivalin daha sonuna geliyorum. Tavsiyem, ne yapın edin bir kez olsun Arcade Fire’ı canlı izlemeye çalışın…Festivalden anekdotlar- Haim yeni albümünün lansmanını burada yaptı. Kızlar aynı çizgide gidiyor ve Avrupa’da çok seviliyor, kalabalık bunun kanıtıydı.- Grace Jones, 69 yaşında ve hala sahnede 70’lerdeki kadar diri. Yine maskeleri ile yaptığı sahne şovuyla karşımızdaydı. Hulahop çevirerek şarkı söylerken, bir anda korumasının sırtına çıkıp seyircinin arasına daldı. Seyircinin tutkusuna karşı daha fazla dayanamayıp gözyaşları ile şarkısını söyledi.- Hollywood’un son dönemdeki önemli aktörlerinden, Time’ın geçen yıl seçtiği dünyadaki en etkili 100 kişiden biri olan Riz Ahmed de politik rap grubu Swet Shop Boys ile Barselona’da. Yaptığı rap’in hakkını veriyor. Havaalanlarında özellikle Müslümanların ayakkabılarının zorla çıkarılmasını anlattığı ‘Shoes Off’ şarkısında o da ayakkabılarını çıkartıyor. Hit’leri ‘T5’da ise herkes dans ederek yapılan rap’e eşlik etti. Gerçekten Riz Ahmed sahnede muhalif ve asla sözünü sakınmıyor. Star Wars ve Girls dizisi fanları önde ‘Ahmed’ diye bağırıyor.- Flying Lotus’u lütfen Sonar İstanbul’a getirin. İzlediğim en iyi elektronik müzik performanslarından birine hiç şüphesiz o imza attı. Aklım kaldı, evde Youtube’dan videolarını izleyip durdum.- King Gizzard & the Lizard Wizard’ı neden Türkiye’ye getirmiyorsunuz? En çılgın seyirci ne yazık ki Slayer’da değildi bu gruptaydı. En çok stage diving yine bu grubun sahne önünde oldu. Hatta poga’da… Saykodelik müzik ile metali birleştirmek bunu aynı karakteristik şekilde canlı çalmak harbi güç ister. Bunu en iyi şekilde tabii ki başardılar. - DJ Coco benim bu festivalde en değer verdiğim isimlerden. İspanyol DJ bir ritüeli gerçekleştirdi ve sabahın 6’sında sahne aldı. Her zamanki gibi festivalin kapanışını gerçekleştirdi. Amfitiyatroda oturmuş dans eden insanları izleyip güneşi müzik ile aydınlatmak ise paha biçilemez bir andı.Red Bull ile festival ayağınıza geliyorO kadar çok müzisyen vardı ki izleyemediğim. Bir konserden diğerine giderken haliyle bazılarını es geçtim. Festivali ayağınıza kadar getiren Red Bull TV ile evde sahne önündeymişim gibi kaçırdığım isimleri izledim. Primavera Sound sırasında onların canlı yayın araçlarına da ayak bastık. Müthiş bir yoğunlukla çalışan ekip 200 kişiden fazlaydı ve en iyi görüntüyü size sunmaya çalışıyorlardı. Bu çok kültürlü ekibin başında Brit, Mercury ödül törenlerini, Adele konserlerinin yönetmenliğini yapan Paul Dugdale, Liz Claire ve Tom George var. Ses ise süper bir isme emanet Emmy ödüllü ses mühendisi Tim Summerhayes. Primavera’da Red Bull TV 4 gün boyunca toplam 50 saat yayın yaptı. Toplam 10 sahneden çekim yaptı ve 30 kamera kullanıldı. Şimdi ise sıra Roskilde festivalinde. 28 Haziran-1 Temmuz arası festivale TV karşısında evimde dahil olacağım.

Devamını Oku

Viyana’nın müzikal haritası

3 Haziran 2017

Viyana, tüm anlatılanların dışında sandığınızdan çok daha genç ve yaşayan bir şehir. Özellikle klasik müzik tutkunuysanız yolunuz buradan mutlaka geçmeli...Bundan yedi yıl önce sadece müzik için seyahat etmeye başladığımda beklentim iyi konserler izlemekti. Aradan yıllar geçtikten sonra gittiğim şehirlerin müzikal ayak izlerini takip etmenin aslında ne kadar da değerli olduğunu keşfettim. Geçtiğimiz hafta Viyana Turizm Ofisi ile onlarca kez gittiğim Viyana’nın alternatif müzik sahnesi dışında sadece klasik müziği ile temas içerisinde olduğum bir programa dahil oldum. Şehrin klasik müzik haritası ile karşınızdayım. Seneye Mayıs ayı için şimdiden plan yapmanızı sağlayan Viyana Filarmoni Orkestrası’nın Yaza Merhaba konseri ile girizgahı yapalım o zaman...Bir yaz gecesi rüyasıViyana’nın en önemli noktalarından biri olan Habsburg Hanedanı’nın yazlık sarayı ve ülkenin en güzel bahçelerinin bulunduğu Schönbrunn Sarayı’ndan içeri giriyorum. Üç hafta önce sadece kitap okumak için sarayın bahçesindeydim, şimdiyse dünyanın en önemli orkestası Viyana Filarmoni Orkestrası’nın Yaza Merhaba konseri için içeriye giriyorum. Konser ücretsiz olarak gerçekleştiği için piknik sepetleri ile binlerce seyirci erken saatlerden itibaren kuyruktaki yerini almış. Çünkü orkestrayı dünyaca ünlü Alman şef Christoph Eschenbach yönetecek. Ayrıca yine dünyanın en önemli sopranalardan biri olan Amerikalı solist Renée Fleming de bizi sesi ile büyüleyecek. Bu yılın program teması ise peri masalları ve efsaneler. Sarayın barok mimarisi ve Neptün çeşmesinin hemen arkasında konumlanan sahnesi ile tam da bu havayı bize solutuyorlar. Ayrıca Avusturyalıların sanatsal dokuşunun nasıl mükemmel olduğunu da bize kanıtlıyorlar. Antonin Dvorák, Çaykovski’nin ‘Uyuyan Güzel’ balesi, Sergej Rachmaninoff, Engelbert Humperdinck’in ‘Hansel ve Gretel’ operası ve gecenin sürprizi John Williams’ın Harry Potter için yaptığı ‘Hedwig’s Theme’ film müziği ile lezzeti bol bir repartuar ile sahnedeler.175’inci yılını kutlayan dünyanın en önemli orkestrası yeniliklere asla kapalı olmadığını 300 yıllık bir sarayın bahçesinde her ırktan, her yaştan insana müzik ile anlatır gibi. Kurdukları ses sistemi ile hayatında ilk kez konsere gelmiş birine konser akustiği dersi de verir gibiler. Sahnenin hemen arkasında yer alan sarayın ön yüzündeki ışık oyunları ise müziğin nabzını en iyi şekilde tutuyor. Şef Eschenbach’in adeta rock star karizmasıyla müzisyenlerini yönlendirmesi de biz faniler için ölümsüz bir an. Orkestranın kulaklarımda bıraktığı müzikal ahengi ise ömrüm boyunca unutacağımı sanmıyorum.Adım adım tarihViyana klasik müzik ile arınmak isteyen çoğu kişinin ilk adım attığı yerlerden biri. Şehirde hafta sonu sabahları gittiğiniz her tarihi kafede piyano sesi sizi karşılar. Yine kaldığınız otellerin lobilerinde piyano ziyafetine şahit olabilirsiniz. Adım adım şehrin müzikal haritasını takip etmeniz için size birkaç önerim olacak... Bu lokasyonların içerisini ücretsiz gezebilirsiniz ve yine ücretsiz turlarını yakalarsanız dahil olabilirsiniz.Wiener Musikverein: Viyana’nın tarihi yarımadası olarak adlandırılan Ringstrasse’de bulunan mekan 1863’te Avusturya İmparator I. Franz Joseph tarafından 1870’de hizmete giriyor. TRT’de izlediğiniz Viyana Filarmoni Orkestrası yeni yıl konserlerini hep burada veriyor. Johannes Brahms, Eduard Schön gibi birçok önemli besteci buradan geçmiş. Geçmişte burada burada büyük polka baloları da düzenliyormuş.Mozarthaus Vienna: Mozart’ın 1784-87 yılları arasında yaşadığı evi. İçeride ona dair birçok anekdotla karşılaşıyorsunuz. Piyona çalabiliyorsanız girişte bulunan piyano ile konser verebilirsiniz.Viyana Opera Binası: Bugüne kadar besteleri ile hayran bırakan birçok müzisyen burada hayranları ile buluşmuş. 1869 yılında kapılarını açan opera, dünyanın en önemli konser salonlarından biri olarak anılır. Eğer içeride konser izleme şansınız yoksa, dışarıdaki büyük ekrandan operanın o muazzam hissini yaşama şansını da size sunuyorlar.Johann Strauss Müzesi: Strauss ailesi, Avusturyalıların en önem verdiği besteciler. Ülkenin en mühim valslerinin bestecisi olan Strauss ailesi, bu özel müzede tarihi dökümanlar ile anılmakta. Strauss ailesinin tarihi konser afişlerini de görme şansınız var.Tanzschule Elmayer: 1919 yılında kapılarını açmış Viyana’nın en önemli vals okulu. Viyana’da yılda 200’den fazla gerçekleşen vals balolarının eğitimleri burada veriliyor. Öğrenciler burada bir bakıma bir geleneği de devam ettiriyor. Ben eğitim almaya çalıştım ama ne yazık ki o yeteneğe sahip olmadığımdan başaramadım. Günlük eğitimleri söz konusu. Enteresan bir turistik aktivite olabilir.Volksoper Wien: Bağımsız müzikal ve operaların oynandığı önemli bir konser salonu.Riemergasse Sokağı: Şehrin en önemli caz ve blues kulüpleri bu cadde üzerinde konumlanmakta. Bu sokağın en iyisi Porgy&Bess ise önerimiz.Biraz soluklanmak içinHaziran ayında yolunuz Viyana’ya düşerse eğer mükemmel bir hava ile karşılaşacağınızdan emin olabilirsiniz. O yüzden, yüzde 80’i yeşillikle çevrili bu kentte kendinizi park ve bahçelere atın. Yüksek tavanlı kafelerinde kahvenizi içtikten sonra yine şehrin müzikal ayak izlerini takip eden bahçelerdeki sürprizlerle karşılaşın...Cafe Sperl: Before Sunrise filminde Julie Delpy’nin Ethan Hawke ile yaptığı hayali konuşma tam da bu kafenin cam kenarında gerçekleşir. Dünyanın en güzel ve en romantik filminin arka planı da Viyana’nın film setini andıran sokaklarıdır. Bir melange kahve söyleyin, sağ köşede kafenin sahibi Manfred Staub’un herkesi selamladığı yerin hemen yanına oturun ve çalan piyano eşliğinde istediğiniz bir yüzyıla ışınlanın.Stadtpark: Bu aylarda çimenlerinde uzanacağınız en güzel noktalardan biri. Ünlü Johann Strauss heykeli bu parkta yer almakta. Hafta sonları sokak müzisyenlerinin konserlerine de denk gelebilirsiniz. Parkın içinde mobil bir kahveci ve dondurmacı ise sizi bekliyor olacaktır.Donau Kanal: Donau ya da Türkçesiyle Tuna (Türkçesini söylerseniz kimse sizi anlamaz!) çevresinde birçok güzel bar, kafe ve restoran yer almakta. Yine bu mevsimde marketten yanınıza alacağınız içecek ve yiyeceğiniz ile hiçbir restorana girmeseniz bile kanalın her yerinden duyulan müzik ile keyifli anlar yaşayacağınız bir alan yaratılmış. Viyana’nın en güzel yanı da bu... Sokaklar, parklar ve bahçeler hep yaşayan yerler. Uzaktan bakmamanız gereken...Konaklarken lüks de arayanlaraViyana’nın 1873 yılında kapılarını açan en önemli otellerinden biri hiç kuşkusuz Hotel Imperial... Hofburg hanedanlığı için yazlık saraylardan biri olarak inşaa edilmiş ama kraliçe beğenmeyince otele dönüştürülmüş. Odaları ise adeta sanat eseri gibi... Otelin iç dekorasyonları, 19. yüzyıl Viyana zerafetini yansıtıyor. Yıllar boyunca, bu otelde Kraliçe Elizabeth II, Charlie Chaplin, Madonna gibi pek çok ünlü konuk ağırlanmış. Özellikle İmparatorluk Torte’si ve çalışanlarının kıyafetleri ünlü film Grandhotel Budapest’e ilham olmuş. Otelde kalmasanız bile kafesine mutlaka uğrayın.

Devamını Oku

Herkes sanatçı olmalı mı?

6 Mayıs 2017

Saate hatta telefonuma bile bakmayı unuttuğumu fark ediyorum. Karanlıkta girdiğim gece kulübünden çıktığımda gün aydınlanmış, gençler sokak yemeği kuyruğuna karışmış bile. Viyana’da ‘uzun hafta sonu’ olarak tabir edilen hafta sonunda sokaklardayım. Avrupa’nın son dönemde mülti-kültür kıyafetini çıkardığı söylentilerinin arasında, her ırktan gencin eğlendiği 8. bölgede, yani bir başka paralel evrendeyim. Alt yapısını müziğin oluşturduğu bir evren olduğundan, insanlar gecenin iyi geçmesini iyi müzik yapan bir mekana giderek sağlıyor. Gittiğim kulüpte beş ayrı müzik türü için dizayn edilmiş odalar bulunmakta. İran, Norveç, Fransa, Afrika ve Avusturya asıllı arkadaşlarımla kulübün en beğendiğim odasından birindeyiz. Bu odanın özelliği gençlerin ‘free style’ müzik yaptığı bir alan yaratmış olmaları. Bir enstrüman ya da DJ yok. Sadece insanlar bir arada koltuklarda oturuyor ve bir kişi aniden kalkıp şarkısını söylüyor. Müziğin tamamlayıcısı ise ayak ritimleri, kahkaha sesleri, dans hareketleri... Sizden tek istedikleri ise yapılan müziğe katkı sağlarken kavga çıkarmamanız ve söylediğiniz şarkılarda karşınızdakine hakaret etmemeniz. Herkes buna uyuyor ve kendi eğlencesini yaratıyor. Az önce bir bankada finans uzmanı olarak çalıştığını söyleyen kız, bir anda ayağa kalkıyor ve yıllara meydan okuyan bir blues şarkıcısı gibi Nina Simone’dan Feeling Good’u söylüyor. Aşırı klişe bir şarkı anımızı güzelleştiriyor, o an bizi iyi birer insana dönüştürüyor. “Bir grup ile müzik yapıyor musun?” diye soruyorum; cevabı çok net “Hayır. Herkes sanatçı olmak zorunda değil. Profesyonel olarak bu işi yapacak yeteneğim yok, sesimin keyfini çıkarıyorum” diyor. Bunun üzerine söyleyebilecek bir cümlem daha yok.Bazı seslerin güzelliğini tüm dünyanın duyması gerektiğini düşünenlerdenim. Bu yargımı tamamen yıkan bir cümle karşısında müziğe dair bakışım da değişiyor. Yapılan müzik yarışmalarında derece alanların albüm, Youtube ya da Spotify’da viral olmuş şarkıları söyleyenlerin büyük plak şirketleri ile çalışıp single yapmasını istiyoruz. Aleyna Tilki gibi sesi bile daha oturmamış, tek şarkı ile Amerika’yı yeniden keşfettiğini sanan gençlerin yeteneklerinin sınırlarını keşfetmesini sağlamak yerine büyük cümleler edip, kendini otorite sanmasına uzaktan bakıyoruz. Aslında merdivenleri yavaş yavaş çıkmayı unutup, kısa yoldan “dünya starı” olmanın peşindeyiz.Her ay plak şirketleri onlarca albüm çıkarmaya devam ediyor ve onlarca genç sesini duyurmaya çalışıyor. O albümlerden yarısından fazlası ise tarih oluyor. ‘Hayallerinizden vazgeçin’ diye yazılan bir yazı değil bu, sadece klasik müziğin kalesi Viyana’da sabaha karşı sesi ile bizi büyüleyen kızın dediği gibi; “Herkes sanatçı olmak zorunda değil”i hatırlatmak.

Devamını Oku

‘Şarkı yapmak dünyayı değiştirmekle eş değer’

29 Nisan 2017

Müziklerini hayatımın her döneminde hayranlıkla dinlediğim müzisyenlerle röportaja giderken beni hayal kırıklığına uğratmamasını dilerim. Bülent Ortaçgil’in senfoni orkestrası ile kült olmuş şarkılarını yorumladığı, hem DVD hem de müzik CD’si olarak çıkan “Senfonik Ortaçgil” ilgili röportaj yapmaya giderken aynı düşünce vardı kafamda. Ortaçgil beni katiyen hayal kırıklığına uğratmadı. Sanki yakın bir arkadaşıymışım gibi ciddiyetle cevaplarını verdi. Bir dinleyici olarak onun müziği artık daha anlamlı oldu. Umarım siz de bu röportajı okurken Ortaçgil’in samimiyetini hissedersiniz... İşte Ortaçgil ile müziğe dair konuştuklarımız.Geçtiğimiz gün bir gazetenin hazırladığı “Türkiye’nin En İyi 100 Albümü” listesinde, 1974 yılında yayınladığınız “Benimle Oynar Mısın?” albümünüz ikinci sırada yer aldı. Böyle listelerde albümlerinizi görünce ne hissediyorsunuz?Liste dediğiniz şeylerde bir gerçeklik payı vardır ama kim seçiyorsa o albümleri, ona göre de değişkenlik gösterir. Dolayısıyla salt bir şeyi temsil etmiyor. En iyi albüm deniyor ama müzik adına mı yoksa şan şöhret adına mı seçim yapılıyor bilmiyoruz? Bütün bunlar ayrı sonuçlar verir. Jürinin isimlerini okudum ve onların o albümleri seçmesi bana abes gelmedi. O jüri bazından objektif bir liste olabilir. Bunun ötesinde biliniyor olmak, insanların aklına hala geliyor olmak, övünç kaynakları doğal olarak.Sizin şarkı listeleriniz olur mu?Hiç olmadı. Hangi müziği sevip, hangisini sevmediğimi bilirim. O yüzden liste yapmama da gerek yok. Pek bana gelmiyor öyle şeyler.Sizin müzik dinleme ritüeliniz nasıldır? Bazı müzisyenler müzik dinlemekten sıkıldığını ifade eder, siz de böyle bir durum hiç oldu mu?Müzik dinlemekten sıkılmadım ama müzik dinlemek benim için başlı başına bir vazife ve iş. Müzik dinlemek; hayatın belli bir dilimini ona ayırmak, onu düşünmek, onunla beraber yatıp kalkmak anlamına geliyor. Ben ders çalışırken hayatta müzik dinlemezdim. Arabada müzik dinlemekten nefret ederim. Çünkü müzik dinlesem kaza yaparım. Dinlediğim müziği elekten geçirdiğim için konsantrasyon isteyen bir iş haline de geliyor. O nedenle öyle boşluğa gelsin istemem. Ben çok çabuk karar veren biri değilim. Şarkının bütünlüğünü yani tamamını dinlerim ve ona göre bir yorumda bulunurum.Sizin yeni bir şarkı keşfetmeniz zorlu olsa gerek…Yeni bir şarkı keşfetmem. Şansına önüme çıkarsa dinlerim ya da birileri bana önerecek. O da seçimine güvendiğim en azından saygı duyduğum biri olacak. Tabii çeşitli yaş gruplarından sevdiğim ve güvendiğim insanlar var. Genç neslin neler dinlediğini anlayabiliyorum bu sayede.Türkiye’deki mutlu insanlar klasmanındayımSiz sahnede yeri geldiğinde tek gitarla müziğini yapan müzisyenlerdensiniz. Bunun tam tersi olan senfoni orkestrası ile müziğinizi yeniden yorumlamanızın avantajı ya da dezavantajı ne oldu?Bunlar hep gençlik hayalleri. Ben yaylı enstrümandan her zaman etkilenen birisiyim. Her zaman sevdim… Dolayısıyla benim gençliğimin ticari koşullarında böyle bir konseri gerçekleştirmek hayaldi. Ama şimdi bu işten iyi anlayan arkadaşlarımız var, hem statümüz bu işleri yapacak konuma geldi. Bu nedenle senfoni orkestrası ile aynı sahnede olmaktan haz duyuyorum. Bunlar benim için “evet bunu da yaptım dediğim” şeyler. Şarkıları yaylılara göre aranje etmek benim için çok özeldi.Müzik hayatınız boyunca hayal ettiğiniz birçok şeyi gerçekleştirdiniz mi?Tek yapmak istediğim bu müzikle yaşayabilmekti, geç yaşlarımda da olsa başardım bunu. Türkiye’deki mutlu insanlar klasmanında sayılırım, sırf bu nedenden dolayı. Öyle kaoslu bir hayatımız var ki hiçbir insan kendi istediği mesleği yapamıyor, hatta istediği mesleğin üniversitesini bile okuyamıyor. Bütün bunlardan sonra şarkı yazarak hatta o şarkı yazım tekniğinin geleneksel ve kitlesel olmayışına rağmen müzik ile yaşam kurabilmek benim için mutluluk. Geri kalan hikaye ya da ayrıntı.Barajlarımı aşamadığımdan yeni şarkı üretmiyorumSaygı duyulan müzisyenlerden birisiniz… Sizce bunu nasıl sağladınız?İnsanlar zırt pırt yön değiştirmeyen kişilerden hoşlanır. Onları daha kalıcı bulur. Dolayısıyla bu zamana karşı direnebiliyor olmanın da koşulları var. Devamlı fikrinizi, zevklerinizi, beğenilerinizi değiştirmemek, güvenilir olmak, bir ekol yaratmak, o ekolu bambaşka bir hale dönüştürmemek, samimi olmak ve bu işi sırf para için yapmamış olmak; bir konum getiriyor insana. Söylediğiniz saygı kelimesi bunlarla ilintili olsa gerek. Kendim ne istiyorsam, ne beceriyorsam, neden anladığımı hissediyorsam ya da neyi güzel buluyorsam onu yaptım. Devamlı kendimi değiştirmedim. Dikkat edersen kitlesel anlamda belli bir yer edinmiş insanlar çok kendileri zaten. Ona buna benzeyen, devamlı değişen insanlar kitlesel başarıya da erişemiyor. Beğenilebilirsin ya da beğenilmeyebilirsin o başka bir mesela, kendin olacaksın.Şu an müzikal anlamda üretken bir dönemde misiniz?Hayır, üretken bir dönemim değil. Çünkü kendi kendime isteyerek ya da istemeyerek barajlar koymuş durumdayım. Çünkü giderek insanların beğenileri zorlaşıyor. Doğal olarak sonsuza kadar gidecek bir yeteneğim de yok. O nedenle kendi kendime barajlar koyuyorum. Yaptığım müziği beğenmek için ciddi bir otosansür aşmam gerekiyor. Yaptığım eskizleri genellikle beğenmiyorum. Dolayısıyla bu ara şarkı düşünemiyorum. Ama başka koşullar da var. Bir şarkı yapmayı istemek aslında dünyayı değiştirmeyi istemekle eş değer. Artık fazla değiştirmek istemiyorum… Dünyayı daha azıyla kabulleniyorum çünkü yaşlanıyorum. Bir de insan yaşlandıkça çevre, koşullar, yaptığımız müziğin artık ne derece algılandığı gibi soruları daha fazla sormaya başlıyor. O nedenle ciddi bir otosansürüm var ve onu aşamıyorum. Herhalde bunları aştığım zaman bir şeyler yaparım. Ama daha musluklarımdan su geliyor.Büyük ihtimalle o sizin beğenmediğiniz parçalarınızı başkaları çok beğenecektir…Ama mesele o değil ki... Şimdiye kadar yaptığım albümlerin içerisinde beğenmediğim hiçbir şey yok. Bu, kariyer iç huzuru için önemli bir unsur. Albümlerime dair keşkelerim yok. Şu an yaptığım bir şarkıyla bir çuval inciri de berbat etmem. Şimdiye kadar arkamdaki külliyatı sıfırlayacak bir iş yapmam. Zaten o sansür de ona engel olur.Ayrıntıları keşfederken beni buluyorlarMüzik ile yakın bağlar kurmaya başlayan her genç sizin şarkılarınızı asla es geçmiyor...Hep öyle oluyor. Çünkü müzik dinleme alışkanlıklarımız başkaları tarafından yönlendiriliyor. Medyadan, çevreden… Dolayısıyla önce kitlesel olanı dinliyorsun, sonra ayrıntılara erişmeye başlıyorsun. Müziğin dili ile uğraşmak da önemli. Benim şarkılarımda şiirsel ögeler var. Bu şarkıları beğenmek için şiire yatkınlık duymanız gerek ki o sözlerin estetiğini kavrayın. Benim şarkılarımda bir gitar işi de var. Yeni gitar çalmaya başlayanlar da buna dikkat ediyor. Bir de Batı’ya yönelik bir armoni sistemi şarkılarımda var. Benim sabit bir dinleyici kitlem yok. Konserlerime bana annelerinden selam söyleyen gençler geliyor. Benim yaşımdaki insanlar genellikle müzik bile dinlemiyor. Onların dertleri var, torunlarını falan seviyorlar. Genç insanlar şimdi müzikle uğraşıyor ve bir şekilde bana rastlıyor. Ben her zaman televizyonda görülmediğim için eleştiri almışımdır. Aslında insanın gözü gözüne vurulan şarkıcıların hayatları daha kısa oluyor. Ama biri seni arayıp bulunca onun için daha kıymetli oluyorsun. Çünkü seni zırt pırt görmüyor.Rüyamın arkasından koştumYeni nesil müzisyenlerin iz bırakacağını düşünüyor musunuz?Bilmem. Önlerinde ciddi bir rakipleri var zaman. O zamanı aşarlarsa bırakacaklar. Genel ya da sadece güncel değil, derinliği olan, müzikal anlamda estetiği olan işler yapmaları lazım. Çünkü popüler müzik dünyasında işin karakteri “sen git başkası gelsin” gibi değişken… Bizim konumumuz da büyük bir ayrıcalık değil. Bazı müzikal düşüncelerim vardı; onların arkasından fazla taviz vermeden, rüyamın arkasından koştum ve oldu.Siz proje yapmayı seven müzisyenlerdensiniz. Birçok sanatçı ile ortak konserler verdiniz, Senfonik Ortaçgil projesi gibi... Tek başınıza sahneye çıkmak yerine neden bu birliktelikleri tercih ettiniz?Bu iş öyle büyük bir ego gösterisi değil. Ortak bir iş yaptığınız zaman yani egonuzu bir anlamda bastırabildiğiniz zaman iş birliği doğmaya başlar. Sadece çıkar ilişkisine göre birliktelikler yapmadık, beğenilen işler ortaya çıkarmaya çalıştık. Çalışması kolay bir adamımdır. Hoşuma da gidiyor başkaları ile ortak işler yapmak. Belki de bu değişkenlik, çeşitlilik beni taze tutuyordur. İnsan kendinden sıkılıyor, hep aynı şeyi yapıyormuş duygusuna kapılmak istemem.

Devamını Oku

Anadolu’da festival olacak da nasıl olacak!

22 Nisan 2017

Youtube’da Selda Bağcan’ın Babylon TV için hazırlanan belgeselini izliyorum. Geçtiğimiz yıl büyük başarı ile gerçekleşen Zeytinli Rock Festivali’nden görüntüler var. Ardından da müzisyen, organizatör Umut Kuzey’in Zeytinli’deki başarılarını anlattığı, Anadolu şehirlerine de festival götüreceklerini açıkladığı röportajını okuyorum. İlk kamplı festival deneyimim aklıma geliyor ve ülkenin artık yapılmayan kült festivali Rock’n Coke’un youtube videolarında kayboluyorum.Umut Kuzey, röportajında Aydın, Edremit, Samsun, Ankara ve Adana’da festivaller yapacağını söylerken, sahne alacak isimlerin tam da düşündüğüm sanatçılar olduğunu görüyorum. Orada aynı şarkı listeleri, aynı sahne şovları ve aynı şarkı arası konuşmalarının olduğu performanslar sergileneceğine çok eminim. Buna da kendi içimde üzülüyorum. Türk rock müziğinin 90’larda kendine yer edinme çabası ve edinilen başarı sonrası rutine düşmeleri... Ne büyük ironi değil mi! Siz de sıkılmadınız mı müzisyenlerin, “Böyle bir ortamda konser veriyoruz” söylemlerini duymaktan. Bu yıllar önce İbrahim Tatlıses’in “Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik” cümlesi ile aynı klasmanda artık... Anadolu’da yapılacak festivalleri destekliyorum ama içeriklerinin vasatlığı karşısında şaşkına dönüyorum. Rock’n Coke sahnesinde Hayko Cepkin’in sınırları aşan performanslarını izlemiş, Özlem Tekin’in sahne kostümleri ile farkını konuşturduğunu görmüş izleyici kitlesinden geliyorum. Emin olun, karşısına geçtiğiniz o çocuklar youtube üzerinden dünya festivallerinden konserleri izliyor ve beklentileri sandığınızdan çok daha yüksek.Anlıyorum, belli isimleri festival afişinde görmeyince izleyici bilet almayı tercih etmiyor, hatta şu serzenişi de biliyorum izleyici bilet alırken maddi anlamda sorun yaşıyor. Ama hiçbirimiz artık lisede değiliz ki öğretmenimize bahaneler üretelim. Bu festivallerin iyi bir sanat yönetmeni olduğunu düşünmüyorum. Festivale bir kişilik kazandırmıyorsunuz. “Zeytinli çok güzel bir örnek, hadi aynısını her şehirde yapalım” ile olmaz bu işler. İki sanatçı ile kafa kafaya verip o festival için özel bir projeyi neden ortaya çıkartmıyorsunuz?Müzisyenlerimiz de çok tembel. Örneğin Arctic Monkeys’in vokalisti Alex Turner’ın daha fazla şöhrete mi ihtiyacı var da gidiyor Last Shadow Puppets diye farklı bir proje ortaya çıkarıyor ve Avrupa’da turneye çıkıyor. Bunu kendi grubuyla da fazlasıyla yapabilir. Bizim sanatçımız solo albüm çıkarmayı, türkü cover’ı yapmayı ya da sahneye iki koltuk atıp akustik gitarla şarkı söylemeyi farklı bir proje olarak görüyor. Geçiniz; sene 2017 ve karşınızdaki seyirci instagram story’sine en güzel video’yu atmak için yarışıyor. Akustik şarkı söylemeyi farklı bulmuyor. Hadi bunlar çok zor, sahne arkanıza yansıttığınız grafikler bile sıradan. Evet, bu sene Anadolu’da çok güzel festivaller yapılacak ama sanatçılar ne yapacak merak içindeyim? Umarım bütün bu yazının tam tersi işler çıkar da utanmış olan ben olurum!

Devamını Oku

Öfkemizi müziğimizde yaşıyoruz

22 Nisan 2017

Şu klişe sorudan başlayacağım neden bu kadar uzun sürdü yeni albümü çıkarmanız?Selim Kırılmaz: Detaylara önem veren bir grup olduğumuzu söyleyebiliriz sanıyorum. İlk albümümüzü de grubun kuruluşundan 11 yıl, bestelerle uğraşmaya başlamamızdan 6 yıl kadar sonra çıkarmıştık aslında.Deniz Ünlü: Öte yandan ilk albümün çıkışından sonra boş durmadık, konserler, şarkıların akustik yorumları, sevdiğimiz şarkıları kendi tarzımızla yorumlamamız gibi ciddi vakit alan çalışmalarımız da oldu. Dolayısıyla ikinci albümün üretimine yaklaşık iki buçuk yıl önce başlayabildik.Uzun zamandır ilk albümün benzer müzikal alt yapılara sahip bir albüm dinlememiştim. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Yeni nesil müzisyenler ikinci albümünde tarzlarını ya tamamen değiştiriyor ya da bambaşka bir albüm ile karşımıza çıkıyorlar. Siz ise ilk albümün aynı müzikal çizgisinde bizi selamlıyorsunuz. Bunu özellikle mi tercih ettiniz?Selim: Şarkı üretim süreci varsayılanın aksine çok da bilinçli bir süreç değil. Bir şeyler yazarken, çalarken, kaydederken buluyorsunuz kendinizi. Bizlerin kıyaslaması ne kadar doğru emin değilim ama şuna eminim ki iki albümde de her şeyden önce dinlerken, çalarken keyif almayı hedefledik. Öte yandan, düzenleme mantalitesi, çalışılan müzisyenler, prodüktör, kullanılan enstrümanlar ve melodik zenginliği açısından ciddi farklar taşıyan bir albüm oldu.Bu şarkıları yazarken hayatınızın arka planı nasıldı?Selim: Şarkıların üretildiği geçtiğimiz son yıllarda ülke ve dünya genelinde hayatlarımızın arka planı ziyadesiyle şiddet ve yas yüklüydü. Belki yok saymak yerine yasımızı, öfkemizi müziğimizde yaşamayı seçmiş olduk. Hepimizin maruz kaldığı şiddetlerin bizdeki yansıması bu şarkılar oldu bir bakıma.Konser sihir gibi bir şeyBu sıralar siz neler dinliyorsunuz?Deniz: Alaa Wardi, İbrahim Malouf, Gevende, We Lost The Sea.Verdiğiniz konserler size ne anlam ifade ediyor?Selim: Kaydedilmiş müzikten farklı olarak konserlerde insanlarla aynı anda aynı müzikal mekanda bulunma hali müziğin içerdiği duyguların paylaşımı için eşsiz birer deneyim olanağı taşıyor. Tarifi çok da kolay olmayan, sihir gibi, büyü gibi bir şey. Bizim için müzikle ilgili geri kalan her şey bu sihirin gölgesinde.Deniz: Bir canlı müzik ortamında bulunmak, müziğin sıkıştırıldığı kutuların dışına çıkması ve müziği şimdiki zamanda icra edilirken duymak ve etkileşime girmek açısından başlı başına farklı bir deneyim. Müziğin gerçek hali konserlerde gerçekleşiyor.Zorlayıcı bir albüm olduTeşekkür yazınızda “belki müzikli bir dünyaya” diye bir cümleniz var. Müziğin yeni dünyada tüketiliş şeklini nasıl görüyorsunuz? Dünyada müziğe eskisinden daha mı az anlam yükleniyor?Selim: Hayata geldiğimiz 80’li yıllardan itibaren hemen her dönemde ticari maksatlı ve daha kaliteli müzikler bir aradaydı. Bu anlamda müziğin eskiye nazaran topyekün anlam kaybettiğini düşünmüyorum.Deniz: Evet, daha hızlı tüketildiği doğru olsa da, diğer yandan daha fazla müziğin ulaşılabiliyor ve paylaşılabiliyor olması da olumlu bir gelişme.Bu albümün en sancılı şarkısı hangisi oldu?Deniz: Özel olarak böyle bir şarkı ayırmak biraz zor fakat yazıldıkları dönemin zorluklarıyla ilişkili olarak genel itibariyle zorlayıcı bir albüm oldu diyebiliriz.Bir müzik grubu olarak maddi ve manevi ayakta kalmanın en zor yanı nedir?Selim: Sanatını içinden geldiği gibi icra eden insanların çoğu örnekte sanattan başka işlerle de uğraştıkları bilinir. Bu açıdan müziğe ayırabileceğiniz zamana tezat bir olgu ama diğer yandan bu ikircikliğin kendisi başka etkileşimlere, zenginliğe de muktedir.Deniz: Öte yandan, bir müzik grubunun ayakta kalması için hem maneviyat hem maddiyat gerekli olsa da birçok müzisyen maddiyat yetersizken maneviyatın imkansız gözükeni mümkün kılan gücüyle ayakta durarak tarihte yer edinmişlerdir.

Devamını Oku

DJ yeteneğinize fırsat veren yarışma

21 Nisan 2017

House müzik ile ilgilenen amatör ya da profesyonellerin müziğini geniş kitlelere duyurabilmesini sağlamak amacıyla düzenlenen Housekeeper Podcast Contest 2017 başvuruları başladı. 2011 yılından bu yana dünyaca ünlü isimlere ev sahipliği yaptığı partiler düzenleyen, podcast serileri yayınlayan, radyo programı hazırlayan ve sanatçılarla sergiler düzenleyen Housekeeper, bu kez yeni DJ’lere de kapılarını açıyor. Yarışmacıların house müzik ve türevlerini içeren setleri birbirinden önemli jüri üyeleri tarafından değerlendirecek ve birinciler için birbirinden önemli hediyeler verilecek. Housekeeper oluşumun kurucusu DJ İlker Aksungar ile yarışmanın detaylarını konuştuk.Housekeeper’ın düzenlediği yarışmanın amacı nedir?Yaklaşık 6 yıldır bir podcast serisi yayınlıyoruz ve sadece profesyonel isimlere yer verdik bu seride. Geçen sene bu serinin içerisinde yer almak için amatör DJ’lerden çok talep geldi. Tam da yenilik aramaya başladığımız bir dönemde bir yarışma düzenledik ve katılım beklediğimizden de çok fazla oldu. Bu sene daha donanımlı ve tecrübeli olarak ikincisini yapıyoruz.Housekeeper oluşumunu tarif edebilir misin?House müzik tabanlı bir oluşum, amacı house janrası ile ilgilenen kişilerle buluşmak. İstanbul’da bu kültürün öncüsü olarak global anlamda da adını duyurmak isteyen bir oluşum. İstanbul elektronik müzik hayatı son zamanlarda çok iç açıcı bir durum içerisinde değil. Ama bu işle ilgilenen çok önemli yetenekler var. Bu yüzden Türkiye’de de önemli DJ’lerin yetişmesinde yardımcı olmak istiyoruz.DJ’liğin son dönemdeki yükselişi neye bağlıyorsun?DJ’lik aslında benim aktif olarak başladığım 2000’lerin başında yükselişe geçti ve popülerleşti. Ancak bu fazla uzun sürmedi. O zaman başlayanların çoğu imkanların da zorluğundan kısa süre sonra mücadeleden vazgeçip başka mesleklere devam etti. Ancak yeni yani 90 jenerasyonu gençler müziğe karşı çok daha tutkulu. Tabii teknolojinin ilerlemesinde de etki var. Şu an DJ’lik yapmak her anlamda o zamanlardan daha kolay.Bu yükseliş gençlerin yarattığı setlere yansıyor mu?Müziğe gerçekten tutkuyla yaklaşan ve DJ’liğe emek harcayan bir kitle var. Bir de meşhur olmuş, eğlenmeyi de seven ve bunu paraya dönüştürmek isteyen bir kitle var. Yani yeni jenerasyonun iyisi çok iyi, kötüsü de çok kötü. Etrafta gördüğünüz biraz popülaritesi olan mankenler, oyuncular, fenomenler, bloggerlar DJ’lik yapmaya başladı. Daha müzik çalmayı bırakın hiç ekipman tanımayan insanlar DJ vasfıyla klipler çekiyor.Derece alan birçok festivalde çalacakYarışmada değerlendirmeyi neyi baz alarak yapacaksınız?Biz bu organizasyona yarışma demesek daha doğru olur. Çünkü en çok puan alanın yanında iyi müzik yapana da destek veriyoruz. Temelde katılımcıların iyi müzikler seçip seçmediğine dikkat ediyoruz. Seçtiği parçaları nasıl bir kompozisyonla sunmuş ve nasıl bir mix tekniği ile ortaya çıkarmış gibi kriterlere özen gösteriyoruz.Derece alan isimlere nasıl avantajlar sağlayacaksınız?Bu sene geçen seneden farklı olarak yarışmaya katılan herkese bir şeyler katmayı amaçladık. Kayıt imkanı olmayan kişilere destek verdik ve stüdyomuzda kayıt yapmalarını sağlıyoruz. Kazanan kişi Housekeeper’a katılma şansı kazanacak. Podcast serimizde yer alacak, Babylon Soundgarden, Klein, Housekeeper etkinlikleri ve FG’de Housekeeper Radio Show’da çalacak. Compel ve Jack&Jones’dan bin 500’er liralık hediye çeki, Unis Academy’den tam burslu Ableton eğitimi alacak. Housekeeper ve Wunder hediye paketleri de sürpriz. Maddi manevi birçok hediyesi var bu seneki yarışmanın...Housekeeper oluşumunun uzun zamandır farklı projeler ortaya koymasını sağlayan nedir?Housekeeper ilk kurulduğu günden bugüne kadar çok ilgi gördü ve farklı insanlar hatta house müzik’le ilgisi olmayan kişiler bile bizim yaptığımız işlerimizi sevdiler. Her şey çok organik ve kendiliğinden gelişiyor. Farklı disiplinlerden sanatçıların ilgisi ve desteği bizi onlarla beraber projeler yapmaya itiyor ve ortaya farklı projeler çıkıyor. Sevmediğimiz ve inanmadığımız hiçbir işin içine de dahil olmuyoruz, bence en önemlisi de bu.Amaç bu kültüre bir şey bırakabilmekBu oluşumda yapılan elektronik müziğin belli sınırları oluyor mu? Yoksa oldukça özgür bir platform mu kurmaya çalışıyorsunuz?Sınır koymak demek doğru olmaz ancak yapılan müziğin bir duruşu ve karakteri olması gerek. En önemlisi, sound olarak sadece house müzik ve türevlerine yer veren işler içindeyiz. Müzikal olarak da evet adımızın housekeeper olmasında buna bir gönderme.Yaptığınız workshoplarda katılanların yüzde kaçı DJ’liğe devam ediyor?Ben ilk workshop yaptığımız da bu kadar ilgi olacağını hiç düşünmüyordum. indigo’da bu sezon yaptığımız workshop neredeyse kulübün ortalama bir gecesi kadar kalabalık oldu. O zaman amacımıza yakınlaştığımızı anladım. Amacımız bizimle beraber zaman geçiren insanların DJ’liğe devam edip etmemesi değil, amaç bu kültüre bir şeyler bırakabilmek. Workshop’a gelen kişinin orada geçirdiği vakti çok değerli bir hale getirmek.Bu seneki workshop’ların katılımcıları ve konuları neler?Housekeeper Stüdyosu’nda, Babylon’da ve Compel Stüdyosu’nda üç farklı workshop düzenliyoruz. Bunların ikisi sadece yarışmaya katılanlar için diğeri ise herkese açık. Bir DJ’in sektöre dahil olduğunda kimlerle çalışması gerekiyorsa o kişilerle buluşup neyi nasıl yapmaları gerektiğini ilk ağızdan duymalarını sağlıyoruz. Murat Uncuoğlu, Birol Giray, Ahmet Şendil gibi önemli DJ’lerin yanı sıra organizatörler, kulüp ve festivallerin ses-ışık uzmanları, müzik yazarları, modacılar, sosyal medya uzmanlarıyla buluşturup bir DJ’in esasen neler yaptığını ve yapması gerektiğini yarışmacılara anlatmaya çalışacağız.

Devamını Oku

Müziğimi tamamen duygular yönlendiriyor

15 Nisan 2017

Women albümünün ardından uzun bir zaman geçti. Birçok isimle ortak projelerde yer aldınız. Son olarak Bonobo ile yaptığınız şarkı beğeni topladı. Yeni albüm yapmama ve sessizliğinizi koruma nedeniniz nedir?Yaratıcı süreçle ilgili bir karar değildi. Sadece albümlerimize çıkarmanın önünde sözleşmesel sorunlar bulunuyordu ve bu süreci yaşamak zorunda kaldık. Geçen Ağustos gibi de yeni bir albüm yapma özgürlüğüne kavuştuk ve ben de yeni albüm çalışmalarına başladım. Şimdi albümümüzü hangi plak şirketinden çıkaracağımız üzerine düşünmeye. Bu suskunluk kesinlikle bir seçim değildi ve yasal bir meseleydi. Yeni single’ımız bu yaza çıkacak.Şarkılarınız çok duygusal ama umut da dolu. Bana göreyse libodosu ya da erotizmi bir hayli yüksek... Şarkılarınızın kimyasını siz nasıl tarif edersiniz?Bu enteresan bir soru. Kendime göre tarif edecek olursam şarkılarım hayatımda yaşadığım gerçek durumlar hakkında ve ben bunlar hakkında şarkı söylüyorum. Tabii ki şarkılarda veya sözlerde çokça çift anlamlılık bulunuyor. Benim için şarkılarımı yazdığım zamanlarda yaşadığım, başımdan geçen şeyleri şarkıya geçirebilmek çok önemli. Bundan dolayı bu şarkıların içinde aşktan, gerçek hayattan unsurlar bulunuyor. Bütün bu şarkıların altında yatan temel temanın bir optimism, bir umut etme, hayatı sevme hali olduğunu söyleyebilirim. Ama biraz hüzün de var parçalarda ve bazen hüznün mutlu duyulmasını sağlıyorum. Bazense mutluluk varken onun hüzünlü duyulmasını sağlıyorum çünkü müziğini duyguları yönlendirebilmesini seviyorum.Yeni albümde şarkılar daha organik ve canlıSesin özellikle Bonobo’nun Break Apart şarkısında çok daha vurucu bir hal almış. Müziğinizin son dönemde evrimini nasıl tarif edersiniz?Hayatımın son dört yılında zor zamanlar yaşadım. Bu beni biraz etkiledi. Beni daha hüzünlü hissettiren zor şeylerdi. Mesela eğer Bonobo şarkısını dinlerseniz kesinlikle hüzünlü bir şarkı olduğunu fark edebilirsiniz. Bence hayatında başına gelenler konusunda dürüst olup onları kabullenerek yaşamak çok önemli. Ve bence müzik de aynı, o anda nasılsan müziğin de öyle olması lazım. “Tamam şu an böyle hissediyorum ve bunu ifade edeceğim” demen lazım ve bu yaklaşım benim müziğimi de çok etkiledi. Bunların yanı sıra, hayatımın yeniden bir anlamı varmış gibi hissediyorum ve bundan dolayı ortaya çıkan müzik çok dinamik oluyor. Şu sıralar yapmaya çalıştığım her çalışmanın altında yatan ortak tema her şeyin birazcık daha metanetli ve doğal olması. Mesela prodüksiyonda, önceki albümde elektronik davulu kullanırken yeni kayıtlarda gerçek enstrümanlar ve orkestra kullanıyorum. Bu, albümün kaydını etkiledi ve her şeyi biraz daha canlı, organik ve doğal hale getirdi.Özellikle Women albümünün başarısı ile elektronik müzik yapan çoğu sanatçının şarkılarında vokal kullandığına şahit olduk. Siz bu albümle belli kalıpları da yıktınız mı?Ben bu şekilde düşünüyor muyum emin değilim. Kendi yapmadığın şeyler için hak iddia etmek bana fazla kolay geliyor. Bazen müzik kültürünün içinde dahil olabildiğiniz belli dalgalar oluyor. Kalıpları yıkıp yıkmadığımı bilmiyorum. Sadece yaptığımı yapıyorum. Melodileri, vokalleri ve prodüksiyonu çok seviyorum. Şarkılarla hikayeler anlatmayı çok seviyorum. Bunu kendime has bir şekilde yapıyorum sadece. Bu kalıpları yıkıyor mu bilmiyorum, ben sadece kendim olarak görüyorum yaptığım şeyleri. Başkalarının bana kalıpları yıktığımı, maskülen rollere değişik bir şekilde bakmalarını sağladığımızı söyledikleri oldu. İnsanlar uzun bir süre bir kadın olduğunuzu düşünüyorlar ve birden erkek olduğunuzu fark ediyorlar. Ben bu farkındalık sürecini yaşamadım çünkü benim sesim zaten hep böyleydi. Kendimi hiç kalıpları yıkan biri olarak görmedim. Değişik isimler altında projeler yaptım ve yapmaya da devam ediyorum.En erotik şarkımı daha kimse duymadıLirikleriniz aynı zamanda çok da şiirsel. Müziğin edebiyatla da bir bağı olduğunu düşünüyor musunuz?Evet, yüzde yüz. Birkaç tane gizli tutkum var. Bazen benim bu tutkuları başarmamın yolunun müzikten geçtiğini düşünüyorum. Hazır hissetmesem de, bir kitap, bir roman yazmak istiyorum. Yazmayı çok seviyorum ancak hiç roman yazmaya çalışmadım. Sanırım muhteşem işler yaratmış yazarları görünce biraz ürküyorum bu fikirden. Müziğin, bu edebiyat dünyasına katkı sağlamanın bana özgü olan yolu olduğunu hissediyorum. Bir kitabı okurken aklınıza yaptıklarına bayılıyorum. Kafanıza gelen görüntüler, okuduğunuz kelimeler ve onların bazen nasıl ilkel deneyimleri ifade edebildikleri. Kitapta gergin bir andayken kalbinizin küt küt attığını hissedebiliyorsunuz ya da kahkahalara boğulabiliyorsunuz. Ben de müzik ile bunu biraz olsun başarabilmeyi umut ediyorum. İnsanlar sözleri duyduklarında akıllarında o kadar güçlü imgeler canlanabilsin ki o an için o duyguları yaşadıklarını hissedebilsinler. Yani sorunu kısaca cevaplamak gerekirse, yüzde yüz bağlılar. Müzik ve edebiyat birbirinin kardeşi.Biraz kişisel bir soru ama size göre en erotik şarkınız hangisi?Bilmiyorum. Evet biraz kişisel bir soru çünkü o şarkıları yazarken neler düşündüğüme kendi açımdan bakmam gerekiyor. En erotik şarkım sanırım daha kimsenin duymadığı bu yeni albümde olabilir. En erotik şarkımı daha dinleyiciler duymadı ama kaydedildi.Bazen hayatımın soundtrack’ı olarak görürüm şarkılarınızı. Bunu sağladığınız için teşekkür ederim.Bunu söylemen enteresan çünkü sanırım bu da benim hedefim, insanların bu şekilde senle bir bağ oluşturabilmesi. Bunu söylediğin için teşekkür ederim.Kapadokya için çok heyecanlıyızKapadokya’nın mistik bir havası var. Sahne alacağınız Cappadox festivalin videolarına hiç denk geldiniz mi? Siz hem İstanbul hem orada nasıl bir performans gerçekleştireceksiniz?Cappadox’un videolarını izlemedim çünkü çalacağım yerlerin videolarını önceden görmeyi sevmiyorum. Hiçbir beklentim olmasın istiyorum. Beklentim olmamasını gerçekten çok seviyorum çünkü anın içinde olabilmemi sağlıyor. Ama Kapadokya’ya gittim, beş altı yıl önce Türkiye’de bir ay geçirdim. Türk arkadaşlarımlaydım ve arabayla her yeri gezdik. Bana etrafı göstermek konusunda çok heyecanlılardı ve bir sürü güzel şey gördük. Tüm Kapadokya’nın doğası çok etkileyici. Sadece Göreme’de de kalmamıştık. Etrafta gezip yeraltı şehirleri ve muhteşem vadiler keşfettik. Orada fotoğrafçılık yapıyorduk ve etrafı keşfediyordum. O zamanki kız arkadaşım da orada arkeolojik bir alanda çalışıyordu. Grubumun yaşayacağı deneyim için heyecanlıyım, daha önce İstanbul’a geldiler ama Kapadokya’ya hiç gelmediler. Tek üzüntüm Kapadokya’da geçirecek çok fazla vaktimizin olmaması. Los Angeles’a geri dönmemiz gerekiyor, vaktimiz maalesef kısıtlı.Konserlerde ne yapacağım konusuna gelirsek; sanırım ne yapmak istediğim hakkında temel bir fikrim var ancak ben seyirciye göre çalmaya çalışan biriyim ve eğer konser çok kalabalıksa sessiz bir izleyici kitlesine göre daha farklı çalarım. Sessiz izleyici kitlelerini genel olarak daha çok seviyorum çünkü sessizlik, konserde daha duygusal anların ortaya çıkmasını sağlıyor ve biz de daha sessiz, yumuşak ve hassas hale gelebiliyoruz. Ama benim için, ne olursa olsun, sahnede olmak her zaman eğlenceli, güzel ve biz de dinleyicilerin enerjisine göre hareket ediyoruz.

Devamını Oku