Saate hatta telefonuma bile bakmayı unuttuğumu fark ediyorum. Karanlıkta girdiğim gece kulübünden çıktığımda gün aydınlanmış, gençler sokak yemeği kuyruğuna karışmış bile. Viyana’da ‘uzun hafta sonu’ olarak tabir edilen hafta sonunda sokaklardayım. Avrupa’nın son dönemde mülti-kültür kıyafetini çıkardığı söylentilerinin arasında, her ırktan gencin eğlendiği 8. bölgede, yani bir başka paralel evrendeyim. Alt yapısını müziğin oluşturduğu bir evren olduğundan, insanlar gecenin iyi geçmesini iyi müzik yapan bir mekana giderek sağlıyor. Gittiğim kulüpte beş ayrı müzik türü için dizayn edilmiş odalar bulunmakta. İran, Norveç, Fransa, Afrika ve Avusturya asıllı arkadaşlarımla kulübün en beğendiğim odasından birindeyiz. Bu odanın özelliği gençlerin ‘free style’ müzik yaptığı bir alan yaratmış olmaları. Bir enstrüman ya da DJ yok. Sadece insanlar bir arada koltuklarda oturuyor ve bir kişi aniden kalkıp şarkısını söylüyor. Müziğin tamamlayıcısı ise ayak ritimleri, kahkaha sesleri, dans hareketleri... Sizden tek istedikleri ise yapılan müziğe katkı sağlarken kavga çıkarmamanız ve söylediğiniz şarkılarda karşınızdakine hakaret etmemeniz. Herkes buna uyuyor ve kendi eğlencesini yaratıyor. Az önce bir bankada finans uzmanı olarak çalıştığını söyleyen kız, bir anda ayağa kalkıyor ve yıllara meydan okuyan bir blues şarkıcısı gibi Nina Simone’dan Feeling Good’u söylüyor. Aşırı klişe bir şarkı anımızı güzelleştiriyor, o an bizi iyi birer insana dönüştürüyor. “Bir grup ile müzik yapıyor musun?” diye soruyorum; cevabı çok net “Hayır. Herkes sanatçı olmak zorunda değil. Profesyonel olarak bu işi yapacak yeteneğim yok, sesimin keyfini çıkarıyorum” diyor. Bunun üzerine söyleyebilecek bir cümlem daha yok.
Bazı seslerin güzelliğini tüm dünyanın duyması gerektiğini düşünenlerdenim. Bu yargımı tamamen yıkan bir cümle karşısında müziğe dair bakışım da değişiyor. Yapılan müzik yarışmalarında derece alanların albüm, Youtube ya da Spotify’da viral olmuş şarkıları söyleyenlerin büyük plak şirketleri ile çalışıp single yapmasını istiyoruz. Aleyna Tilki gibi sesi bile daha oturmamış, tek şarkı ile Amerika’yı yeniden keşfettiğini sanan gençlerin yeteneklerinin sınırlarını keşfetmesini sağlamak yerine büyük cümleler edip, kendini otorite sanmasına uzaktan bakıyoruz. Aslında merdivenleri yavaş yavaş çıkmayı unutup, kısa yoldan “dünya starı” olmanın peşindeyiz.
Her ay plak şirketleri onlarca albüm çıkarmaya devam ediyor ve onlarca genç sesini duyurmaya çalışıyor. O albümlerden yarısından fazlası ise tarih oluyor. ‘Hayallerinizden vazgeçin’ diye yazılan bir yazı değil bu, sadece klasik müziğin kalesi Viyana’da sabaha karşı sesi ile bizi büyüleyen kızın dediği gibi; “Herkes sanatçı olmak zorunda değil”i hatırlatmak.