Berlin'e aykırı festival Lollapalooza

17 Eylül 2017

Berlin’in son dönemde yükselen kulüp kültürüne bir karşı duruş gibi Lollapalooza Festival... Birçok ikon sanatçıya ilham veren Berlin’de sahne almak müzisyenlerin en iyi performanslarını sunmalarını sağlar. Peki, her yurt dışı festivali mükemmel dinamiklere mi sahiptir? İşte buyurun bu yılki Lollapalooza deneyimime...Almanya’nın başkenti Berlin, geceleri yaşayan şehirlerden. Bu şehir son dönemde ise sanatçıların ilham alanı olarak anılıyor. Eğer Berlin müzik sahnesini keşfe çıkacaksınız da adım adım kulüpleri ve yerel mahalleri dolanmanız gerekiyor. Son dönemde bunu kırmaya çalışan ise Lollapalooza Festival... Amerika bazlı olan festival üç yıldır Berlin’in farklı bölgelerinde yapılıyor. İlk ayağı eski havalimanı Tempelhof’da gerçekleşmişti. Organizasyon ilk yılında ciddi sorunlar yaşamıştı. Hala orada beklediğim kuyrukların acısını hatırlarım. Bu yıl ise şehrin yaklaşık bir saat uzaklığında yer alan hipodrom Rennbahn Hoppegarten’da gerçekleşti. Sahne alacak isimlerin cazibesine yakalanarak aylar öncesinden uçak biletimi almıştım bile. Avrupa’daki bir festivalin size her zaman müthiş imkanlar sunacağını düşünmeyin. Bu yıl gerçekleşen Lollapalooza, bir festival organizasyonun nasıl kötü olabileceğinin en net örneğiydi... Sahne performanslarını anlatmadan önce organizasyonun sorunlarından dert yanma vakti. İlk gün 85 bin kişinin yer aldığı alandan 23.00’da trenle evine dönmek isteyen 3 bin kişiden biriydim. Binlerce kişi gelmeyen treni yaklaşık üç saate bekledik. Bu sırada tabii ki insanlar bayılmaya, kimileri ise susuzluktan dert yanmaya başlamıştı bile. Kaos ve panik ortamında sonunda bir ulaşım aracı bulmuştuk. İşin garibi 3 saatlik bekleme sırasında Alman müzikseverlerin seslerini bile çıkarmaması ya da ufak çaplı bir tartışma bile yaratmamış olmasıydı. Eğer İstanbul’da üç saat binlerce kişiyi bekletseniz çıkacak kargaşayı hayal etmek zor değil. Ama bizim organizasyonların hakkını vermek lazım. Yıllardır festivallere giden biri olarak İstanbul’daki tek kuyruğun tuvaletten kaynaklı olduğunu belirtmem gerek. Tüm çilelere değen altın gibi parlayan performansları sıralama zamanı...Albümde dinlediğinizin aynısı- İlk durağım Michael Kiwanuka konseri oluyor. 27 Eylül günü Zorlu PSM sahnesinde izleyeceğimiz son dönemde duyduğum en güzel seslerden birine kulak veriyorum. Kiwanuka’nın acı dolu sesi ile başbaşayız. Ünlü ‘Cold Little Heart’ şarkısını söylerken hayallere dalıyoruz. Blues funk melodileri ve gitarı çalış ahengine ise büyüleniyoruz. Seyirci ile etkileşimi hala biraz zorlu, belli ki Kiwanuka’nın kafasında sadece müzik var. Sakın, İstanbul konserini kaçırmayın.- Hemen ardından ana sahneye koşuyorum. Aslında bu festivale gelme nedenim olan Mumford and Sons’ı önlerden izlemek için. Marcus Mumford’un sesi canlı olarak da albümde dinlediğinizin aynı güzellikte. Şarkılardaki ses yükselişleri kusursuz. Marcus şarkıları gözleri kapalı söylerken bence o şarkıyı yazdığı ana ışınlanıyor gibi... Bir de multi enstrümantal olduğundan davulda da onu izlemek ayrı zevk. Sahne düzeneği de bu şekilde oluşturulmuş zaten. Marcus’un mikrofonun hemen altında davulu da durmakta. Grubun country ögelerinin ağır bastığı, aşkı, ayrılıkları anlattıkları her şarkısında daha da bağırarak onlara eşlik ediyoruz. Gecenin sürprizi ise Afrikalı sanatçı Baaba Maal’ın gruba eşlik etmesi. Bu her zaman olan bir şey değil. Şanslı azınlıktanız buna şahit olabilen. Zaten konseri düetleri ‘There Will Be Time’ ile bitirirken iki eşsiz sesin güzelliği karşısında gözlerimiz doluyor. Bir bakıma müziğin birleştirici gücüne bu şarkı ile de daha çok inanmak istiyoruz. Baaba Maal’ın şarkılara kattığı afrobeat hava ise hiç yadsınamaz. O çok sevdiğim ‘Tompkins Square Park’ şarkısını da söylediklerinin altını çizmem lazım. Mumford kardeşler konser sırasında hit’lerini de çalmaktan asla kaçınmadılar.- İlk günün kapanışını ise Two Door Cinema Club ile yapıyorum. Eski havalarından eser kalmamış. Tamamen ticari bir gruba dönüşmüşler. Alex Trimble’ın 60 kilo vermiş olması, saçını sıfıra vurdurması ve garip bir imaja bürünmesi ile sesi de zayıflamış sanki. Sahnede enerjisizlerdi. Tek güzel yanları ise kusursuz bir ışık düzeneği kurmuş olmalarıydı. What You Know’da bile dans edemedim.Ergenliğe Foo Fighters ile dönülürdü- Yeni albümü ‘Concrete and Gold’ kapsamında turneleyen rock müzik efsanesi Foo Fighters ikinci gecenin en önemli ismi. ‘I’ll Stick Around’ ile çılgın bir giriş yapıyorlar. Aniden sahnedeler, gitarlar cayır cayır tam da göğüs kafemizin üzerinde yankılanıyor. Ve sonrasında 21 şarkılık bir baş yapıt sunuyorlar bize. Dave Grohl’ın sahnedeki espri anlayışı ve iyi müzisyenliğini her saniye hissettirmesi onların dünya yıldızı olmalarının kanıtı. Konser sırasında festivalin kurucusu olan ve aynı zamanda Jane’s Addictions’ın üyesi Perry Farrell ile de ‘Mountain Song’ şarkısını seslendiriyorlar. Bu hepimiz için de sürprizli bir an. Sahnenin konuklarından biri de Taylor Greenwood’du. Beraber ‘The Sky Is a Neighborhood’ şarkısını söylediler. Dave, dünden bugüne dahil olduğu tüm gruplardan topladığı enerjiyi sahnede ders verircesine gösteriyor. Biz de ilk onların müziğini keşfediş anımıza dönüyoruz. Foo Fighters’ı en verimli döneminde canlı izlemek lüks. En çok da bu tarz büyük çapta bir grubu ülkemizde uzun zamandır görmeyişimize üzülerek ayrıldım festivalden. Kafamın içinde ‘The Pretender’in gitarları yankılanırken...- Metronomy, her geçen gün daha da iyi bir hal alıyor. Gitar ve synth’lerin ahengine şahit olurken yine bolca dans ediyoruz.-London Grammar’in vokalisti Hannah Reid’in hem dolgun hem de naif sesine kulak vermek bir ayrıcalık. Sahnede minimal bir güzellik sunuyorlar. ‘Hey Now’ gibi hitlerini söylerken Berlin’e gelen sonbaharı iliklerimize kadar hissediyoruz.- Anne-Marie, Türkiye’de daha iyi söylemiş, Berlin’de ise sıradan.

Devamını Oku

Benim terapim müzik yapmak

10 Eylül 2017

Verdiğiniz çoğu röportajda son lbümünüz Abysmal Thoughts’ın The Drums’ın dönüm noktası olduğunu vurgulamışsınız. Albümü yaratma süreci nasıl geçti?Yeni albüme başladığımda, itiraf etmek zorundayım, oldukça karanlık bir yerdeydim ve albümü başlamaktan çok korktum. Son albümden bu yana biraz zaman geçmişti ve o dönem zor bir zamandan geçmiştim. Eşcinsel karşıtı dini görüşleri yüzünden ailemle konuşmayı bıraktım ve aynı zamanda evli olduğum insanla boşandık. Çok içki içmeye başladım. Kim olduğumu unutmak için kendimi gerçekten kötü durumlara düşürmeye başladım. Başka kimselerin olmasını istemeyeceğim bir yerdeydim. Tamamen yalnız ve çok korkmuş hissediyordum. Yeni albümde ifade edebileceğim çok şey olduğunu biliyordum, fakat kendimi, istediğim gibi ultra kişisel ve detaylı bir şekilde ifade edemeyeceğimi de biliyordum. Bunun ana nedeni o sırada Jacob’ın (Graham) hala grupta olmasıydı. Bu, Jacob’a yapılan bir saldırı değil. Jacob’ı ben önemsiyorum. Hep önemsedim. Ben sadece Jacob’un sanatsal olarak neyin uygun olduğuna dair fikrinin benimkiyle çok farklı olduğunu düşünüyorum. Umutlarım, korkularım ve arzularım hakkında gerçekten dürüst olmaktan geri durduğumu yıllarca hissettim. Daha genel bir anlamda yazardım. Cinsellikten ve seksten uzak dururdum. Taciz edilmekten veya uyuşturucu kullanmak hakkında konuşmazdım. Genel anlamda kalp kırıklığı ve sevinç hakkında yazardım. Jacob çok fazla spesifik olmamı istemezdi. Benim düşüncelerimin onu temsil etmesini istemezdi. Bu yüzden, “Abysmal Thoughts” yazmaya başladığımda gerçekten sinirleniyordum. Yazdığım ilk birkaç demo inanılmaz donuk hissettirdi. Materyalin çektiğim acılarla hiçbir ilgisi yoktu. Sanırım 6 veya 7 tam şarkıyı yazmıştım ve her boş şarkıyla birlikte bir sanatçı olarak giderek daha çok işe yaramaz hissettim. O sıralarda Jacob beni şaşırttı ve gruptan ayrıldı. Bana diğer tutkularını takip etmek istediğini söyledi. Bir dakika bile onunla tartışmadım. Bunun harika bir şeyler yapmak için benim şansım olduğunu biliyordum. İçimi dökmeye başladım. Otuz yıllık karmaşa dökülmeye başladı ve albüm kendini yazmaya başladı.Haim ve Solange’ın indie ile alakası yokBu soruyu çok fazla işitiyorsunuzdur; Jacob Graham’ın gruptan ayrılması müzikal anlamda The Drums’ı nasıl bir değişimin içine soktu?Bir grup olmak başka bir şey bir grubun “ruhunu” beslemek başka bir şey. The Drums’ın ruhu en başında en azından masumiyet ve mutluluk veya masumiyet ve üzüntüydü. Ben mutluluk ve üzüntü hakkında konuşmak istedim, fakat Jacop her zaman çocukça bir perspektiften bakmayı istedi. Gerçekten söylemek istediğim şeyi söylemeye iznim olmadığını hissettim, çünkü söylemek istediğim şey masum değildi. Ben gerçek dünyada yaşıyorum ama Jacob beni hayal dünyasında tutmak istedi. Beni yanlış anlamayın o zamanlar yönlendirmesini takdir ettim ve aynı zamanda grubun ilk zamanlardaki başarılarında büyük bir rol oynadığını düşünüyorum. Ancak artık bunu yapamam ve eski üyelerin tamamen gruptan gitmiş olmasıyla istediğimi söyleyebileceğimi biliyorum. Artık kendimi ifade edebileceğimi biliyorum ve bu siyaset, cinsiyet, başarısızlık, nefret, depresyondan bahsetmeyi de içeriyor. Evet, burada ve orada hala küçük bir umut var.The Drums’ın indie janrasında değil de artık pop olduğunu özellikle vurguluyorsunuz. Pop müziğin matematiğini nasıl açıklarsınız?“Indie” eskiden büyük bir müzik şirketine bağlı olmayan küçük bir müzik şirketiyle ya da kendi müzik üreten bağımsız bir sanatçı olduğunuz anlamına geliyordu. Şimdi “indie” bir ses ya da müzik türü haline geldi. Demek istediğim, insanlar Haim ve Solange’ı “indie” sınıfına koyuyorlar fakat onların indie ile alakası yok. Her ikisi de devasa maddi desteğe ve çok pahalı prodüktörleri işe almak için tüm kaynaklarını kullanıyor. Elbette, bunlar çok normal. Artık müzik şirketlerini umursamıyorum. Güzel pop şarkıları yazmak için bir tutkum var. Bence çoğu insan benim sound’umu “indie” olarak düşünüyor ancak şarkı yapım klasik bir poptan başka bir şey değil. Bu mantıklı geliyor mu?İstanbul merak uyandırıyorSahne senin için ne ifade ediyor?Sanırım sahnede her zaman ben olmaya çalıştım ama bazen başarısız oldum. Dürüstçe hiçbir zaman başkası olmaya çalışmadığımı söyleyebilirim. Gerçekten özendiğim, olmak istediğim hiçbir sahne personası yok. Bence geçen yıldan bu yana olan büyük değişiklik, yalnızca ben olmaya karar vermiş olmam. Eskiden herkesin hoşça vakit geçirmesini sürdürmek için sahnede ters takla atmak gibi şeyler yapmak için baskı hissederdim. Öğrendiğim şey, deli gibi olmak zorunda olmadığım ve dans etmek istediğimde sadece sesime ve dansa odaklanmam ve durmak istediğimde durmam gerektiği. Sonuç olarak insanlar benimle daha fazla ilişki kuruyor ve herkes mutlu bir şekilde ayrılıyor.Kariyerinizde Abysmal Thoughts albümünü nasıl bir konuma koyuyorsunuz?‘Abysmal Thoughts’ her zaman yapmak istediğim bir albümdü. Her zaman yapılacak başka bir albüm olduğunu da biliyorum, ancak bu yeni albümün verdiği mesajla gurur duyuyorum. Kendimin, kim olduğu ortaya çıkardığım ve hayatımın ne olduğu ortaya çıkarmak… Tek yol bu…Siz son dönemde neler dinliyorsunuz?Biraz Justin Bieber ve bolca 90’ların house müziklerini dinliyorum.İstanbul’da çalmak size neler hissettirdi?Daha önce İstanbul’da hiç çalmadım. İstanbul ile ilgili birçok sorum var. Çok merakımı uyandırıyor! Tüm popüler şarkılarımı sunmaktı amacım.İlk albümde mutsuzdumSon albümü kaydederken nasıl bir ruh halindeydiniz?‘Derin’ sözcüğü gerçekten bu albümü hazırlarken hissettiklerimi özetliyor. Sanırım, hayatımın en karanlık günleriydi. Görüştüğüm arkadaşlarım muhtemelen iyi olduğumu düşündüler, ama ben gerçekten de acı çekiyordum. Kalbim kaybolmuştu. Çok fazla partiye gidiyordum ve her türlü kötü seçimi yapıyordum. İnsanlarla bağlantı kuramadım ve çok yalnız hissettim. Değer verdiğim bir ilişkiyi yok ettiğim için gerçekten aptalca hissettim. Buna ek olarak uzun zamandır arkadaşım ve grup üyesi olan Jacob’un ayrılışı. Hayatımdaki en önemli iki insan birkaç ay arayla ortadan kayboldu. Bu seferki büyük fark, dışa bakmak ve başkalarını suçlamak yerine içe bakmaya ve bazı sorunlarım için kendimi sorumlu tutmaya başladım. Bunu müziğe koymak çok terapötikti.İlk albümünüzün gücü inanılmazdı. Dönüp baktığınız zaman bunun hayatınıza yansımasını nasıl hatırlıyorsunuz?Çok teşekkürler. Güzel bir albümdü, ama o zaman mutsuz bir insandım. Bu yüzden o albümü çok fazla dinlemek benim için zor. Bana, kendimden nefret ettiğim ve kendimi tanımadığım bir zamanı hatırlatıyor. Aynı zamanda yeni albüm de eskiden kim olduğumun karanlık bir hatırlatıcısı olmakla birlikte, kendime ve dünyaya bakış açımdaki değişimi de işaret ediyor. Karanlık olduğu kadar öğrenme ve gelişmeyi de yansıtıyor.

Devamını Oku

Onurr’un şarkılarının gücü

2 Eylül 2017

Uzun zaman sonra pop müzik ile barışmamı sağlayan bir albüm dönüyor kulağımda; Onurr’un ‘Bir Kahramanlık Hikayesi’... Onurr’un müziğindeki en büyük kuvvet hiç şüphesiz şarkı sözleri. Malumunuz kendisi Sezen Aksu’dan Hadise’ye birçok isme şarkılarını okutmuş bir söz yazarı. Ayrıca bir heves şarkı söylemeye başlayan söz yazarlarından farklı olarak da güçlü bir sese de sahip.Sekiz şarkıdan oluşan Bir Kahramanlık Hikayesi, Onurr’un artık pop müzik kulvarındaki yerini sağlamlaştırıyor. Albüm en başından sonuna o dillerden düşürmediğimiz “90’lar pop’u da ne güzeldi!” tabirinin vücut bulmuş hali. Evet, tertemiz bir pop albümü dinliyorsunuz, en hareketli şarkısından en duygusalına kadar. Bu da albümü güçlü yapan kodlardan... Albüm açılışı Derviş ile yapılıyor. Alper Narman, Sezen Aksu ve Onurr’un güçlerinin birleşmesinden ortaya uzun yıllar dinleyeceğimiz bir hit çıkıyor. Albümü sevgilisine ithaf eden Onurr’un şarkı sözlerinde de aşkın yüceliğine dair Derviş’de olduğu gibi önemli anekdotlar var. ‘Şampiyon Benim Bence’ parçasında ise elektronik alt yapıların üzerine eklediği üflemeler şarkıyı başka bir yere taşımasına sebep oluyor. Bu da Berkeley mezunu aranjör Batu Çaldıran’ın albüme dair müzikal bakışını bize yansıtıyor. Maclemore&Ryan Lewis, Frank Ocean gibi son dönemde Amerika pop ve rap dünyasındaki önemli isimlerin ayak izlerini takip eden bir ekip de var karşımızda besbelli.Onurr’un sesinin güçlendiğini ve çok daha baskın bir hal aldığını da belirtmek gerek. Özellikle ‘Yakıyorsun’ şarkısında bu net bir şekilde belli oluyor. Bu şarkının alameti ise nakaratı. Albümün aykırısı ise ‘Hu’... Alaturka bir şekilde açılış yapan şarkı, nakaratında ise çok daha farklı bir hal alıyor.‘Ağlayamam’ şarkısı ise sanatçının eski grubu Sakin’i özleyenler için altın değerinde... Şarkıyı dinlerken hayaller içinde buluyorsunuz kendinizi. Albümün hiç şüphesiz gizli hit’i ise ‘Yediğim Vurgun’ bu şarkıyı arabesk elektronik diye statüye sokmakabilirim. Yaylıların yadsınamaz kadar çok varlığını göstermesi, altından da dubstep ritimlerin şarkıyı takip etmesi bu hissi veriyor. ‘Tanrı sevgilimi yazmış hangi sevabıma’ sözü ise Onurr ve Alper Narman’ın kaleminin ne kadar güçlü olduğunun kanıtı. Mümkünse bu şarkıyı son ses dinleyin. Şarkı garip bir hüznü olmasına rağmen iyi de hissetmenizi sağlıyor.Onurr’un albümünün tek sezonluk olarak hayatımızda kalmayacağına çok eminim. Yıllar sonra da o an yaşanılan hislere tercüman olacaktır. Ayrıca Onurr’un müzikal anlamda çok kültürlülüğünün de yansıması. Öyle ki Berlin’in kulüplerinde deep house, tekno, elektronik tarzda çalan DJ’lerin müzikleri ile eğlenmeyi severken, bir yandan da Sezen Aksu konserinde bağırarak ya da ağlayarak şarkı söylemekten hoşlananların seveceği bir tatta bir albüm önümüze koyuyor. Her iki sentezi bir araya getirmek büyük bir başarıdır. Umarım, Onurr’u yakın zamanda sahnede izler, bu şarkıları canlı olarak da dinleriz.

Devamını Oku

Hayal ediyor olmak sizi özgür kılar

2 Eylül 2017

Yaptığınız müziğin sınırları aşacağını ilk günden tahmin ediyor muydunuz?Müziğin tutkum olduğunu biliyordum ve bunu paylaşmayı da severdim. Dünyanın dört bir yanında birçok kişiye müzik ile ulaşabilmek ise o kadar harika bir hissi...Bu turnede çok da özel bir gösteri sunuyorsunuz. Hazırlık aşaması nasıl oldu?Hem müzikal hem de yarattığımız konseptler bakımından çok çalışkan bir grubuz. Sahneye çıkmadan önce her zaman çok fazla plan yaparız. Sahnedeki gösterinin iyi düşünülmüş ve iyi provalandırılmış olmasından emin olmamız gerekiyor. Bunun için de çok ciddi bir hazırlık sürecimiz oldu.Images&Words albümünün 25’inci yılını kutluyorsunuz. Bu albüm kariyerinizde nasıl bir noktada duruyor?Dream Theater’ı ilk duyduğum albüm buydu ve çok sevmiştim. O zaman grupta çalmıyor olmama rağmen beni etkiledimişti.Türk izleyicisi bizi hep desteklediSizin için sahneye çıkmak eskisi kadar heyecan verici mi?Evet, dünde bugün de her zaman heyecan verici oldu.Konser vermenin hazzını nasıl tarif edersiniz?Bir müzisyen olarak konserler için seyahat etmeyi ve stüdyoda çalışmayı çok seviyorum. Her ikisi de tamamen farklı ama eş zamanlı olarak ödüllendirici olan yaratıcılığım için çıkışlar sunuyor. Fanlardan gelen geri bildirimler ise bu işin en harika kısmı. Türkiye’de bir sürü izleyicinin, yumruklarını kaldırmış şekilde bize doğru baktığı o ilk şovu hatırlıyorum. İnanılmaz derecede güçlü hissetmiştim kendimi. Bunu yaşamak bile paha biçilemez.İstanbul hafızanızda nasıl yer etmiş bir şehir?Harika bir şehir. Türkiye’de bizi her zaman destekleyen, güçlü bir dinleyicimiz olduğumuzu biliyoruz. Şehri gezdiğimizde birçok güzel insanla tanışmıştık.Gençler artık gitar müziği değil de elektronik müziği tepeye taşıyor. Bu durumu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?Elektronik müziğe olan ilgiyi anlıyorum. Ben de ilgileniyorum. Bence ne olursa olsun rock müziği her zaman yaşayacak. Ama bir besteci olarak benim gerçek ilgim Dream Theater ve ona mevcut tüm müzikal unsurları karıştırmak.Çaldığınız grup aileniz gibi olmalıGruba dair anılarına dönüp baktığın zaman seni neşelendiren ve üzen anlar nelerdi?Eski davulcumuz Mike Portnoy’un gruptan ayrılması çok üzücü bir olaydı. Anladığım kadarıyla bir noktada grupta kalıp kalmamasına dair bir karar verilmesi gerekiyordu ve bunu dile getirmek çok zorlayıcıydı. Muhtemelen de en mutlu olduğumuz an, grubun bir son yaşamak yerine daha da kuvvetlendiğimizi hissettiren Mangini ile tanışmamızdır. O inanılmaz bir davulcudur.Grubu uzun yıllardır bir arada tutan hissi nasıl açıklarsın?Aile gibi hissediyor olmamızdır. Bu da size birçok sorumluluk yükler. Hepimiz müziği hala seven müzisyenleriz. Her zaman birlikte dengeli bir enerji yakalamaya çalıştık. Yeni şarkılar yapmak için de hep istekli olduk.Yeni şarkılar yaparken nelerin size ilham verdiğini fark ediyorsunuz?Her zaman açık ve esnek fikirli olmaya gayret ediyorum. Hayal ediyor olmak ve bir şeyler yaratmak insanı özgür kılar. Zihninizin çevresinde dönen enerjiyi hissedip bunu notalara dökmek önemli bir şeydir. Eğer bir müzisyensen yapman gereken tek şey, içinden geçen hisleri en saf haliyle enstrümanına ve bestelerine dökmektir.Sizce Dream Theater müzik tarihinde nasıl bir noktada duruyor?Dream Theater, progresif metal’in dünyaya açılmasını sağladı. Progresif rock ve metalin mükemmel bileşimini göstermeye çalıştık. Tarzımız bizim haritamız yani yol göstericimiz oldu. Diğer gruplara özgürlüklerini tarzları ile de elde edebileceklerini gösterdik.

Devamını Oku

Ve disko müziği geri döndü

27 Ağustos 2017

David Bowie’nin en sevdiği, Grammy aldıklarına uzun zaman şaşıran, çaldıkları her sahneyi karnaval alanına dönüştüren Arcade Fire, beşinci albümleri ‘Everything Now’ ile hayranlarını selamladı. 11 şarkılık albümün müzikal ayak izlerini takip ettik...Iggy Pop, geçen haftalarda BBC Radio 6’daki programında artık günümüz dans müziğinin iyi müzik üretmekten çok, kötü örnek ortaya koyduğunu düşündüğünü söyledi. Dünya müzik endüstrisi ise son beş yılda gitarları unuttu. Onun yerine şarkılarda daha az canlı enstrüman kullandı, sample ve beat’lere yer vermeye başladı. Dans müziğin yükselişine ise uzaktan bakmak yerine kendi müzikal tutumları ile harmanlayanlar da vardı. Hiç şüphesiz bahsettiğim isim son on yılın en iyi gruplarından biri olan Arcade Fire... Kanada çıkışlı ve Grammy ödüllü grup geçtiğimiz ay çıkardıkları beşinci albümleri “Everything Now” ile 70’lerden günümüze ışınlanmış gibi. Pulp’ın eski basçısı Steve Mackey ve Daft Punk’ın efsanevi prodüktörü Thomas Bangalter’in prodüktörlüğünü yaptığı Everything Now, asla durmak bilmeyen Arcade Fire’ın yine alev almasını sağlıyor. Albümün kapak fotoğrafının görseli ise ünlü Fransız sanatçı JR’a ait.Grubun kaotik sesli vokali Win Butler özellikle Thomas Bangalter ile tanışmalarını şöyle anlatıyor; “Thomas ile tanıştığımda farklı işler yapmak istediğini söylüyordu. Aslında çok garip bir ortamdı. Tidal lansmanından önce Beyonce ve Jay Z evlerinde bir yemek vermişti. Evin içinde Madonna, Kanye West gibi isimler vardı. İnanılmaz isimlerle konuşuyorduk. Thomas ile orada tanıştık. Ama Regina (grubun bir diğer üyesi ve Win Butler’ın eşi) müziğimizin Daft Punk’a benzetiliciğinden çok korkuyordu. Elektronik müzik dinlemeyi seven ve modern EDM prodüktörlerle çalışmak için can atan biri olarak bu fırsatı kaçıramazdım. Thomas ile fikirlerimizi birleştirmeyi sevdik. Bu isimlerle çalıştık diye de saf dans müziği yaptığımız sanılmasını istemiyoruz.” Ama bu albüm disko müziğine saygı duruşu niteliğinde ve bu müziğin geri döndüğünü hepimize haykırıyor.Reklam sloganları gibi...Her albümünde farklı bir konsept çalışması yapmaya dikkat çeken grup, Everything Now’da ise şarkı sözlerini kültürel yozlaşma üzerine kuruyor. Albümün açılışı Everything Now. Çaldıkları her enstrümanda usta olan grup üyeleri, bu şarkının açılışını kulaklarda imza olarak kalacak flüt solosu ile başlatıyor. Aslında ne kadar minimal olsa da bu görkemli de bir açılış. Win Butler şarkıda bağıra bağıra “Çünkü her gülümseme sahte!” diyor. Hemen ardından ise ‘Sings of Life’ bizi selamlıyor. İşte burada grubun diskoya girişini izliyoruz. Moderniteyi eleştiren Butler ve ekibi, “Love is hard, sex is easy” derken bir reklam sloganı da ortaya koyuyor. Grubun albüme dair zaten bir başka stratejisi sahte reklamlar üzerine kurulu. Şarkıları teker teker yayınlarken ufak çaplı gevrek, tişört, enerji içeceği gibi tanıtımlar yaptılar. Ve bunlar üzerine sosyal medya hesaplarından bolca dalga geçtiler. İşte sistemi eleştirirken tam da içindeyiz der gibiler. Zaten bir Arcade Fire albümü eleştirisi yapıyorsanız eğer sadece şarkıları düşünmemek, bu süreçteki her adımlarını da bütüne eklemeniz gerekiyor.Karanlık bir diskonun içindeyizAlbümün bir diğer popüleri ise Creature Comfort... Artık eleştirilen MTV gençliği değil, sosyal medyada daha da iyi gözükmek için hayatlarından çalan gençler. “Bazı kızlar bedenlerinden nefret ediyor” gibi keskin ve acımasız sözleri dans ederek söylememizi sağlıyorlar. Grubun Afrika müziğine olan tutkusu da şarkının matematiğinde net bir şekilde gözler önünde. Bu albümde benim için kırılma noktası Regina Chassagne’nin sesi ile barışmamı sağlayan Electric Blue şarkısı. Sonunda Regina, ruhunu yansıtacak bir şarkıyı bulmuş ve albümde hiç yabancı gibi durmuyan bir şarkıyla karşımıza çıkartıyor. Yeniden 1970’lerin sonlarında ve 1980’lerin başındaki disko ve retro synthesizer’ları duyuyoruz. Buna rağmen şarkının duygusal gidiş gelişleri en derinden hissediliyor. Bir diskonun içindeyiz ve ağlayarak dans ediyoruz. Öyle garip bir ironi...Good God Damn şarkısı grubun köklerine dönüyor. Fazlasıyla karanlık bir şarkı bu. Bir önceki albümde yer alan Afterlife şarkısının sembolize özelliklerini de taşıyor. Hemen ardından ise albümün gizli hit’i başlıyor, ‘Put Your Money’... Disko pop ögeleri ile bezeli şarkının sonuna kadar devam eden gergin synth’in hep aynı notada çalıyor olması ufak bir rahatsızlık veriyor. Bir süre sonra bu sürekli akan fon müziği sinematik de bir etki yaratıyor.Kapanış ise ‘We Don’t Deserve Love’ ile... Yalnızlık, belleğin anılara olan saygısızlığı, aile ilişkilerinin çıkmazları ve aşkı anlatıyor. Nakaratında ise grup çok sesli müzikal coşkusunu sonuna kadar bize sunuyor. Hiç şüphesiz etkilendikleri Joy Division, David Bowie ve ABBA sound’u. Afrika’nın kalp atışlarından ilham alan davulları ise albümün bütününde hep var.Albüm yapmak delilikButler albüme dair verdiği birçok röportajda şöyle der, “Biz çok fazla çalışıyoruz. Albüm yapmak ise tam bir delilik. Albümü Fransa, İngiltere ve Amerika’da kaydettik. Kolektif olarak gruptaki her bir üyenin ruhu olsun istedik.” Grup, müzikal tarihinin en iyi albümü ile karşımızda değil ama dünya müziğinin dev isimleri arasında olduğunu dinleyicisine ispatlıyor. Şarkılarını, dev arenalarda, büyük bir şölenin içinde söylediklerini hayal ederek dinlemeniz gerek. Çünkü Arcade Fire, stüdyo değil konser sahnelerinin grubu... Everything Now, bir baş yapıt değil ama dans müziğinin gitar ve davullar ile de nasıl geri döndüğünü müzikseverlere kanıtlayan bir albüm.

Devamını Oku

Bir festivalden çok daha fazlası Sziget

20 Ağustos 2017

Yedi yıl önce hayatımda ilk yurt dışı festivali deneyimini yaşamak için yola çıkmıştım. Rota Macaristan’ın başkentinde gerçekleşecek Sziget Festivali’ydi. Nam-ı değer Özgürlükler Adası... İnsanın hayatında bir kez deneyimlemesi gereken bir organizasyon. Ardından tatil planlarımı yurt dışı festivallerine göre yapmaya başladım, bir süre sonra Sziget benim için fazlasıyla yorucu olmaya başladı ve üç yıl önce yedi günlük bu maratona ara verip başka ülkelere yelken açmıştım...İşte üç yıl sonra Sziget’in tam orta noktasında buluyorum kendimi. Ada bıraktığımdan daha genç ve daha da özgür. Ada, Doğu Avrupa’nın bir noktasında yüzde 60’ı başka dil, din ve ırklardan gelmiş gençlerin istilasına uğramış durumda. Bu yıl festivali 452 bin kişi ziyaret ediyor. Kimse kimseyi kimliği ile yargılamazken ana konu dans etmek, daha çok sahneye koşturmak ve daha çok kahkaha atmak üzerine kurulu. Kostümlerini giymiş, aylar öncesinden bu anı beklemiş izleyicinin enerjisi ile adeta mutluluk sarhoşuyuz. Gelelim konserlere... Yıllardır değişmeyen bir yargı vardı, “Sziget’e sahne alacak müzisyenler için değil adanın ruhu için gidilir.” Keza bu yıl bunu yeniden kanıtlamış gibiler. Dünya gençliğinin DJ müziğine olan hayranlığını düşününce bu yıl 25’inci yılını kutlayan festivalin alt yapısını da DJ’lerin oluşturduğunu söyleyebilirim. Üç gün kalabildiğim festivalde onlarca sanatçının arasında seçtiklerim ise şunlardı...Twerk izlemeye gelmiştik!- PJ Harvey ile festivali açıyorum. Geçtiğimiz yıl çıkardığı ‘The Hope Six Demolition Project’ albümünün turnesine devam ediyor. Geçtiğimiz yıl İstanbul’da izlediğimiz aynı setlist ve aynı sahne kostümü ile bizi selamlıyor. Sziget’in ruhuna aykırı kalıyor PJ Harvey... Çünkü buraya gelen dinleyicinin ilahları ne yazık ki DJ’ler... PJ tüm coolluğuyla sahnede, ufacık bedeninden çıkan büyüleyici sesiyle şiirsel şarkılarını seslendiriyor.- Hemen ardından sahne Kasabian’a ait. İngiliz grup bu yıl çıkardığı For Crying Out Loud albümünden şarkılarının ağırlıkta olduğu şarkı listesi ile bizi üzüyor. Keza ben bu albümü hiç beğenmediğimden her hit bekleyişim, mutsuz bir son. Kasabian pek ruhsuz çalıyor. Grubun delilikleri ile ünlü gitaristi Sergio Pizzorno bile oldukça sakin. Ama sürpriz ertesi gün Budapeşte sokaklarında bizi buluyor. Vokal Tom Meighan ile karşılaşıyoruz ve soruyoruz “Neden ‘Days Are Forgotten’i çalmadın?”, “Haklısınız, başka sefere” diye bizi avutuyor.- Son dönemin en popüler rapper’ı Iggy Azalea sahnede. Ünlü popo dansı twerk’ünü izlemek için herkes orada. Çünkü Iggy’nin rap’i sıradan ve yorucu. Sahnenin kurtarıcısı tabii ki DJ Wizz Kidd... Her rap’çinin sırtını dayadığı sağlam bir DJ olmalı bu hayatta.- Üç kez izliyorum, üçünde de beni hiç yanıltmadılar. Macklemore & Ryan Lewis’in konser performansı kusursuz. Macklemore’un ince İrlandalı espri anlayışı da geldi mi ortaya izlemesi lezzetli bir performans çıkıyor. Downtown’ı capcanlı ve çılgın bir kalabalığın içinde dinlemek ayrıcalık.Üç ayrı sahne üç ayrı TürkFestivalin Türklerini es geçmemek lazım; Gaye Su Akyol, Bubituzak ve Almanya’da yaşayan Türk DJ İpek... Bubituzak’ı kapalı değil de açık alanlarda festivallerde daha da çok görmemiz lazım. Tam bir festival grubu olduklarını kanıtladılar. Dünyada müzik başka kollara ayrılırken Bubituzak, bunun farkına varıp müzikal çizgisini sıradanlıktan çıkarabilen gruplardan. Gaye Su Akyol ise buğulu sesi ile hayranlarını tabii ki uzaya davet etti. Hayatında ilk kez bu sesi duyanlar merak içinde dili anlamaya çalışırken Gaye, 70 ya da 80’lerdeki bir bilim kurgu fırlamış kıyafetiyle büyüleyici. Selda Bağcan’dan duymaya alıştığımız ‘Yaz Gazeteci Yaz’ ve ‘Çay Elinden Öteye’ türküsünün saykodelik janrada cover’laması ile de tarafımızdan bolca alkışlandı. Seneye Glastonbury’de de izleriz diye umutlandık.DJ İpek’i es geçmemek lazım. Onun müziği ile Fatih Akın belgeseli sayesinde tanışmıştım. Festivalin en kendine has sahnelerinden biri olan Magic Mirror’da dans etmeyen bir insan bile bırakmadı. Düğünlerde çalan Fatih Ürek, Kibariye şarkılarına burun kıvıran arkadaşlarım bir bir göbek atmaktaydı. Aynı şekilde yarısından fazlası başka ırklardan olan ve bu müziği hiç duymamış gençlerin bel kıvırmasını şaşkınlıkla izledim. Büyüleyici bir festivalin daha sonuna gelirken dedim ki “Sziget için fazlasıyla yaşlıyım”!Yeni dünyanın rock starı DJ’ler- İkinci günün gece yarısı Crystal Fighters’a koşuyorum. Çünkü eminim sahnede döktürecekler. A38 sahnesini yakıyorlar. Ufak bir bahçe haline getirdikleri sahnelerinde vokal Sebastian Pringle tabii ki bizi yerimizde durdurmuyor. Hemen ardından ise GusGus’ın en sert müzikal performansına şahit oluyorum.- Metronomy festivalde en beğendiğim performanslardan biri. Sahneye çıktıklarında bomboş olan alan, yarım saat sonra grubun enerjilerine dayanamayan seyirciyle doluyor. Bir kez daha ‘The Bay’ şarkısında sesim kısılana kadar şarkı söylüyorum.- Ana sahnenin önemli ismi The Chainsmokers. Coldplay ile projeleri ‘Something Just Like’ onların dönüm noktası. Amerika ve Avrupa’daki tüm performansları çığlık kıyamet... Gençlerin yeni idolleri, kariyerlerinin tepe noktasında olduğunun o kadar farkında bir performans sergiliyor ki DJ kabinini adeta oyun alanına çeviriyorlar. Beat’lerinin cazibesini ve DJ masasındaki tüm hünerlerini en iyi şekilde dinleyicisine sunuyorlar. Malumunuz DJ’ler yeni rock starlarımız.Vodafone Stüdyo ile seslerini keşfedeceklerSziget keşiflerinden bizim açımızdan bir başka özel olan nokta ise Vodafone’un Freezone kapsamında 8 çifti Obuda Adası’nda rüya gibi bir tatil yaşamalarını sağlamalarıydı. Şanslı FreeZone’lular, Sziget Festivali’nde 7 gün boyunca VIP çadır alanında konaklayarak özel bir festival deneyimi yaşadı. Hatta talihlilerden yakında evlenecek olan bir çifti Sziget’in ünlü evlilik çadırında önceden yüzüklerini taktı. Vodafone ciddi bir müzik yatırımı atağı ile bu yıl kullanıcılarının karşısına çıkacak. “Gençlik bir kere yaşanır, özgürce yaşa” mottosuyla yola çıkan marka müziğin, toplumların gelişim ve dönüşümüne de katkı sağladığına inanıyor. Gelecek sezonda ise genç yetenekler için kendilerini geliştirebilecekleri ve alanında uzman müzisyenlerle albüm çıkararak seslerini geniş kitlelere ulaştıracakları “Vodafone FreeZone Stüdyo” adında bir platform açıyorlar. Gençler için madden ve manen hiç şüphesiz müthiş bir fırsat olacaktır.

Devamını Oku

Herkes festival yapmalı mı?

22 Temmuz 2017

Herkes festival yapmak zorunda mı ya da festivalden anladığımız nedir? Son dönemde ne yazık ki herkes her şeyin festivalini yapıyor. Kahve, elbise, çiçek, yemek bu liste uzayıp duruyor. Ama konumuz müzik... Bir kahve festivali yapmak kadar kolay olmayandan. İnanılmaz matematiği olan, kurgusu önceden yapılması gereken, sanatçı anlaşmaları, teknik ekibi, güvenliği neredeyse festivalin yapılacağı alanın zeminine kadar dikkat edilmesi gereken bir konu bu. “Benim beş müzisyen arkadaşım var. Hadi toplanın en iyisini biz yaparız. Facebook’tan çağırırım ben” gibi basite kaçmayacak bir konu bu. Sonuçta yıl sonu partisi vermiyorsun ki... Bir endüstrinin en önemli koluna hizmet etmeye çalışıyorsunuz. One Love, Sonisphere, Rock’n Coke gibi festivallerin sahne kurulumları, alanın özellikleri, işleyiş gazetecilerle buluşulup anlatılmıştı. Yakın zamanda global bazlı olan Sonar Festival için de bu gidişat izlenmiş, festival tanıtılmıştı.Çok büyük isimler geldi Türkiye’ye... Enseyi karartmaya gerek yok geleceklerdir yine bir gün. Ama organizatörler Türkçe müziğin bu dönemde yükselişine para yatırmaya karar verdi. Özellikle İstanbul dışındaki seyircinin müzik açlığını hissetmiş olacaklar ki festivalleri ana akımın olduğu yerler değil, ülkenin başka köşelerinde yapmaya başladılar. Onları da eleştirdik bir bakıma, sanatsal duruşu bakımından. Ama hiçbiri ne sanatçısını ne de seyircisini yarı yolda bırakan işlerdi. Sonuçta bu festivallerin ham maddesi de sanatçı. Sahne boşsa seyirci ne için orada olacak ki... Birkaç gündür Bodrum Rock Festival’ine dair sanatçıların paylaştığı yazıları okuyorum. Hepsi teker teker aynı gün ya da bir sonraki gün gerçekleşmesi gereken konserlerini iptal ediyor. Çünkü ulaşım bedelleri ödenmiyor mesela şehre gidiş bileti alınıyor dönüş biletleri yok. Hiçbir açıklama yapılmıyor. Sözleşmeler yapılmıyor. Ücretler ödenmiyor. Pamela Spence’in açıklaması, “Bodrum Rock Festivaline, festival komitesinin sözleşme şartlarını hala yerine getirmemiş olması nedeniyle katılmayacağımız. Son güne kadar iyi niyetle bir çözüm için beklenmesine rağmen Bodrum Rock Festivali organizasyon komitesi konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapmamış, sanatçının ismini ve görselini sosyal medya hesaplarında reklam değeri olarak kullanmaya devam etmiştir.” Ardından Gece Yolcuları, “Organizasyon yetkililerinin ne yapmaya çalıştıklarını anlamadığımız bir garabete dönüşmüştür. Her türlü iyi niyetimize, orada tüm müzisyen dostlarımız ve müzikseverler ile buluşabilme arzumuza rağmen, bırakın profesyonel ve mali şartları sağlamayı, sanatçısını festivalin yapılacağı şehre ulaştırmaktan aciz ve daha da vahimi, sanatçısı ile temas kurup ondan bir özür dilemeyi dahi beceremeyen bir anlayışın, etraflarında hangi isim veya isimler olursa olsun, rock adı altında herhangi bir etkinliğin içinde bulunması, bizim için kabul edilebilir bir şey değildir... Bu festivalde Gece Yolcuları yer almayacaktır.” Bunun gibi birçok açıklama sanatçılardan geliyor. Ama organizatörler Bodrum’da hiçbir şey olmamış gibi, “Tekelleşmeye karşı olan sevimli kahramanlarım benim. Biz buradayız burada olmayı tercih eden dostlarımızla” diyor.Anlayacağınız herkes festival yapmamalı! Sanatçının kıymetini bilemeyen, seyircisine yanlış program sunanlar, organizasyon yapamayanlar ise bu işe hiç bulaşmamalı.

Devamını Oku

Sahnede var olabiliyor ve büyüyoruz

16 Temmuz 2017

Son dönemde Türk müzisyenler de organizatörlük işine bulaştı ve festivaller organize etmeye başladı. Oysa ki yurt dışında bu akımı başlatan hiç şüphesiz Jane’s Addiction’ın vokali Perry Farrell’di. Farrell, 90’lardan bugüne dünyanın birçok yerinde yapılan Lollapalooza Festivali’nin kapılarını ilk kez Şikago’da açmıştı. Lollapalooza, bir konsept festivalidir, fazlasıyla ana akımdır ve şehirlidir. Bizde son dönemde yapılan festivallerin sanatsal bir bakış açısı olmadığından karşımıza çıkanın konser mi yoksa festival mi olduğunu anlayamadığımı birçok kez dile getirdim.Müzisyen Ferman Akgül de tüm bu eleştirilerime bir yanıt niteliğinde tasarladığı Unplugged Music Festival ile karşımıza çıktı. 26-27 Ağustos tarihlerinde Alaçatı’da gerçekleşecek festivalin özelliği sahneye çıkan sanatçıların şarkılarını akustik düzenlemeler ile seslendirecek olması. Fikir çok iyi, sanatçıların yaklaşımı da heyecan verici. Göksel, Mirkelam, Ceza, maNga, Mabel Matiz ve Suzan Kardeş sahne alacak isimler.Ferman, ikinci oğlu Axel’i yeni kucağına aldığı için mail yoluyla sorularımı ilettim, o da tüm bu koşturma arasında Unplugged Music Festival’i bizlere anlattı.Gün boyu müzik ile iç içe olacaksınızFestival yapma fikri nasıl ortaya çıktı?2 sene önce dünyanın en prestijli müzik yarışmalarından bir tanesi olan GBOB’den Türkiye ayaklarını yapmamız için teklif geldi. Bu yarışmayı festival formatına çevirip yapmanın planlarını yaparken, dünya finalinin tarihi ertelendi. Biz de bekleyeceğimize, başka bir festival yapalım dedik.Son dönemde yapılan festivaller konseptsizliği ile öne çıkıyor. Sen ise bu açığı kapatmaya çalışmışsın gibi... Festivalin özellikle akustik olmasına nasıl karar verdin?Haklısın. Çoğu festival sadece bir konser niteliğinde geçiyor. Hem katılımcı hem de sahnedekiler için... Farkettik ki akustik bir festival hiç olmamış. Daha doğrusu salt müzik kokan bir festival organizasyonu pek olmamış. Konseptin üst başlığı için “unplugged” çok iyi bir isimdi. Ayrıca Nirvana ile birlikte ikonlaşmış bir kalıp olduğu için festivalin neye benzeyeceğini çok iyi anlattı. Gün boyu sokak müzisyenleri ve yeni yetenekler ile tam bir panayıra dönüştüreceğiz o eşsiz deniz manzarasını. Workshoplar, gitar kiralama köşeleri, yemek tadım köşeleri de olacak.Festivalde merak ettiğim isimlerden biri de Ceza...Tüm müzik tarzları arasında en akustik tarz rap. Sadece ağız ritmleri ve akapella şiir denemeleri ile başlayan bu kültürden daha yalın ve akustik bir tarz yok. Ceza canlı enstrümanları da kullanıyor sahnesinde. Eminim bu festival için de çok değişik hareketler izleyeceğiz.maNga’nın yeni albümünde DJ sürprizimiz olacakDevamlı özel projeler yapıyorsun. Hayranların maNga’ya az zaman ayırdığını düşünmesini sağlamışsın. Sence de öyle mi?Kesinlikle değil. Bu süre içinde aslında maNga için çok ilham topladım. Yeni albüm için birçok fikir var kendi adıma. Şimdi konserler de çoğaldı. Yepyeni bir solukla gelecek maNga. Hem Spa karakteri ve animasyonlar geri dönecek, hem de bir DJ sürprizimiz olabilir. Kısacası maNga benim için beynimin en önemli noktalarından birinde.En içine sinen ve en hayal kırıklığına uğratan işlerin nelerdi?Son solo albümüm en içime sinen çalışmalarımdan biri oldu. Keza maNga’nın Şehr-i Hüzün ve son albümü gibi... Hayal kırıklığına uğrayacak bir durum yok. Çünkü ben “başarı” diye nitelendirdiğim çoğu şeyi her projemden sonra alabildim. Şimdi ironik olacak belki ama maNga’nın akustik albümünün çok iyi anlaşılamaması belki biraz beni üzmüş olabilir.Konsept olarak gittiğin en iyi müzik festival hangisiydi?New York’ta CMJ festivali vardı. Hem katılımcıydık, hem de konser verdik. Tüm sokaklara yayılan müthiş bir organizasyon.Her festival dönüşü şarkı yazıyorumYerli müzisyenlerin yer aldığı festivaller eskisine oranla çok fazla. Bunun size bir avantajı oluyor mu?Özellikle alternatif ve rock müzik çaldıkça var olabiliyor ve büyüyor. Festivaller seyirci ile olan ilişkimizi sıcak tutuyor. Ayrıca bize büyük bir ilham da oluyor bu. Her festival dönüşü şarkı yazmaya başladım ben mesela.Unplugged Festivalde yer alan sanatçılar sence nasıl farklılıklarla sahnede yerini alacak?Mabel ilk kez bizim festival için özel düzenlemeler yapacak. İsmini 20 Temmuz’da duyuracağımız iki büyük isim var. Onların şovu çok enteresan olacak. Ceza’yı hepimiz deli gibi merak ediyoruz zaten. Eğer vakit olursa aslında herkesle buluşup kısa belgeseller de çekmek istiyorum.Sıradaki projen nedir?Öncelikle solo albüme bir klip daha çekeceğim. Ondan sonra Unplugged’ın İstanbul ayağı ve GBOB müzik yarışması gelecek. Aynı zamanda maNga’nın yeni albümü için çalışmalara başladık.Müzik adına adım atmanı sağlayan ilhamların neler oluyor?Şu sıralar en büyük ilham kaynağım oğullarım.

Devamını Oku