Teoman: Artık hayal kurmuyorum

11 Kasım 2017

Hepimizin bu hayatta ilham aldığı isimler olmuştur... Benim de ilhamlarımdan biri Teoman’ın şarkılarıydı, onlar dinlemekten sıkılmadığım şarkılardı. Teoman ile bir araya geldim ve eski şarkılarını yeniden seslendireceği albümünü konuştum.Teoman, geçtiğimiz haftalarda Red Bull Canlı Sahne’nin konuğu oldu. Bu vesile ile Teoman ile bir araya gelme şansı yakalıyorum. Sahne arkasında elinde çayı ile konser anını beklerken, karşılıyor beni. Hayatımda ilk gittiğim konserin Teoman’a ait olduğunu hatırlıyorum tam karşısına otururken... Kaç acımızın avuntusu olmadı ki şarkıları. Hislerini, yaşadıklarını utanmadan ya da sakınmadan şarkı sözlerine aktardı. Kanımca müzik kariyeri boyunca tüm konserlerinin dolması, şarkılarının hala dinlemesinde de sebep buydu; gerçekçi olması ve kelimelerle çok iyi oynayabilmesi. Teoman, kuşkusuz günümüz Türkiye’sinin tek ‘rock star’ı... Bu kelime bir ceket gibi değil üstünde, iliklerine kadar işlemiş. O yüzden de sanki müziği ile hep bir kavga içerisinde. Daha iyisini yapma telaşından... Teoman yakın zamanda 26 şarkısını yeniden seslendireceği bir albüm çalışmasını bize sunacak. Özel bir arşiv çalışması olacağı için Teoman’ın bize bıraktığı izleri göreceğiz orada. Ne kadar o artık ‘üretemiyorum’ dese de... Teoman ile bu albüm sürecinde müziğin hayatındaki anlamını konuştum. Biraz karamsar ama bunun değişeceğinden, yeniden bize zamansız şarkılar sunacağından ise hiç şüphem yok...Artık çok fazla üretim yapmak istemiyorumSizi nasıl konser izleyicisi heyecanlandırıyor?Aslında benim keyfim yerindeyse konser de güzel oluyor. Gündelik hayatım konsere yansıyor. Seyirci ile ilgili problem hiç olmuyor. Başka bir şeye taktıysam eğer onun acısını müzikten, etraftakilerden çıkarabiliyorsunuz. Bir problem daha oluyor, havaya giremiyorsunuz. O zaman konser işkence gibi olabiliyor. Şu sıralar ilginç bir şey oldu sahnenin keyfini çıkarmaya karar verdim. Her şey daha iyiye gitmeye başladı.Peki üretme kısmına dönersek…Orası problemli işte.Bütün bir sene yeni bir proje ya da şarkı üretmeden konserler verdiniz. Bu sizce ne kadar sürebilir?Şöyle bir dert var, profesyonel gibi düşününce ben hit parça yaparım. Ama kendimi o tavrı çok yakıştırmıyorum. Şarkıları ittirerek yapınca da zevkini çıkaramıyorum. Eski yıllarda şarkıları ağzımın suyu akarak yaptığımdan şimdi zorla bir şeyler yapmak içimden gelmiyor. İki şarkım vardı çıkarabileceğim ama onları ortalığa atmak istemedim. Artık çok fazla üretim de yapmak istemiyorum. Bu işin prodüksiyon sürecini de zevkli hala getirmeye çalışıyorum. Aslında konular da artık azalıyor. Mesela üretim sürecinde “Bir aşk şarkısı yazmasam, yeterince yazdım” diye düşünüyorum. Kişiliğimi çok anlattım, kendi hayatıma bakınca çok da bir şey kalmadığını fark ediyorum.Müzikle bağım koptuSizin külliyatınızdaki şarkıların neredeyse yüzde 90’ı çok kişisel…Evet, öyle... Başka özendiğim şarkıcılar oluyor. Hemen hemen aynı konularda, başka başka güzel şarkılar yazıyorlar. Ama beni bu durum çok çekmiyor. Hayatımın belli dönemlerine değen yerlerden anılara dair şarkılar kolay çıkıyor. Ama oturup da “Ben bir şarkı yazıyım” dediğim zaman onu tam içselleştiremiyorum. Havaya giremiyorum bir türlü.Bir motive eksikliğiniz mi var?O kesin var zaten. Onu artık doğal da karşılamak lazım. Kendim için konuşmuyorum başkalarına da bakınca yeteneklerini kaybetmiyorlar ama isteksizliği gözlemliyorsun. Eskiden elimden gitar düşmezken, aklım sürekli bir şarkı yazma ile ilgiliyken, her tarafa notlar alırken, artık öyle birisi değilim artık.Müzik ile bağınız koptu o zaman…Müzikle bağım koptu ama sonradan düşününce bir sürü şeyle de kopmuş. Eskiden yaptığım bir sürü şeyi yapmıyor olduğumu fark ettim. Bana zevk veren edebiyat, sinema ile de ilgim koptu. Hala 40-50 sene önce yazılmış şeyleri okuyorum. Yine eskiden izlediğim şeyleri izliyorum. O anın sinemasını ya da edebiyatını takip etmiyorum. Müzik için de o geçerli. Çok hayal kurmuyorum. Konular bitiyor, eskisi kadar da hevesli, inançlı ve çalışkan değilim. Kendimi geçmişle karşılaştırdığım zaman çok daha tembel, inancını kışkırtmak zorunda kalan birisi görüyorum. 24 saat şarkı düşünen bir adamdan, aylar boyunca eline gitar almayan bir adama dönüştüm. İleride umarım bu değişir. Çünkü prodüksiyon sürecini çok seviyorum. Başarılı olmaya dair değil hayallerim. O eski meşgale duygumu, hobiymiş gibi büyük zevk aldığım prodüksiyon yapma isteğimi tekrardan edinmek hayalim.Türkiye’de müziğin geleceği parlak değilTürk müzik endüstrisini nasıl görüyorsunuz?Dünyada müzik ile ilgili büyük bir kriz var ama Türkiye’de bu daha da büyük. Türk müzik endüstrisinin ekonomik durumu küçüldü. Arz çoğalıyor, talep azalıyor. Bir de dünya da değişti, böylelikle müziğin algılanması da değişti. Türkiye’de müziğin geleceğini çok parlak görmüyorum, daha kötüye gidecekmiş gibi geliyor. Eninde sonunda ortada hiç ekonomi olmayınca, üretim de küçülüyor. Müzik yapması gereken insanlar başka işlerin peşinde oluyor.Tüm janrlara baktığımızda, bu sene hit parça da dinlemedik…Uzun zamandır rock tarafında da hit bir şarkı neredeyse hiç duymadık.Siz statü ya da kültür fark etmeden tüm kitlelere hitap edebildiniz. Yeni nesil rock müzisyenler daha kısıtlı bir çevreye hitap ediyor. Buradaki hata sizce ne oluyor?Burada bir hata yok. Onların doğası gereği böyle. Alternatif müzik yapanların yerlerini zamanla göreceğiz. Çünkü tam onları analiz edebilecek bir noktada değilim. Kendi zamanlarının müziklerini yapıyorlar. Alternatif tarafta öne çıkan isimler var ama oradan gerçek anlamda müzisyenliği profesyonel bir meslek olarak sürdürebilecek çok az insan kalacak. Ana akım rock yapanlar için de bu geçerli.Ama yerli rock müzik konserleri çok iyi gidiyor bu aralar...Uzun yıllardan sonra en yüksek konser adeti ve en yüksek izleyici ile karşılaştık. Bir sürü grup festivallerde çaldı ama o müzisyenlerin hayatlarını sanatla idame ettirebilecekleri gerçekçi bir sektöre dönüşecek miyiz göreceğiz. Ama şu an değil.Son 30 yıldır aynı kişiyimSizi hayata karşı ne motive ediyor?Her sabah hayatı kendime tekrardan tanımlamam gerekiyor. “Ben ne yapacağım” sürekli aklımda… Aklımda dönen ve gün içinde devamlı aklıma gelen düşünceler var. Bunlar hemen hemen her gün tekrarlanıyor. Genellikle geleceğe dair kaygılar. Ama bu hem dünyanın gidişatı ile ilgili, hem kişisel dertlerimle, hem de Türkiye’ye özgü şeylerle ilgili… Bunlar üst üste biniyor. Gelecekle ilgili kaygılar sadece bana özgü değil, başkaları ile de… Gelecekle ilgili kaygılar olunca da plan yapamıyorsunuz ve her günü kendi başına irdelemeniz gerekiyor. “Eve gelirim sonra kitabımı okurum” diyorsun. Bu kadarcık planlar yapabiliyorum.Ama sizin hala sahneye çıkıyor olmanız, nerdeyse birçok yere gidip eğleniyor olmanız… O kadar da koy vermemiş gibisiniz.Benim dertlerim gün içinde yapacak bir şey bulamamak ve motivasyonla ilgili. Yoksa müzikal anlamda da pozisyonumu koruyorum, kişisel hayatımda da hemen hemen aynı şekilde yaşıyorum. Son 30 yıldır aynı kişiyim. Oralardan yana dert yok. Ama motivasyon ve geleceğe dair hedeflerle ilgili oluyor dertlerim. Pek bir şeye heveslenemiyorum açıkçası.Artık bireysel de düşünemiyorsunuzdur. Bir kız çocuğunuz olduğu için…Baba olmak insanı kişisel olarak değiştiriyor. En çok eski tek tabanca ve ‘ben her şeyi hallederim’ hissiniz ortadan kalkıyor. Biraz ödlekleşiyorsunuz, korkaklaşıyorsunuz, eskiden pimpiriklenmediğimiz dertler hayata, Türkiye’ye, dünyaya, ekonomiye dair her şeyi hesaba katmanız gerekiyor. Bir de birine göz kulak olmak zorundasınız. Eskiden kendime dair koy vermiş olduğum şeyleri, artık yapamam.Narcos ve Game of Thrones izliyorumOnline yabancı diziler izliyor musunuz?Haftada bir iki gün bir arkadaşıma gidiyorum, onunla diziler buluyoruz. Ama kendi evimde dizi izlemiyorum. Bir sürü sinema klasiği var bende, onları izlediğim zaman mutlu oluyorum. En son yeniden Charlie Chaplin’in Modern Zamanları’nı ve Fellini’nin 8 Buçuk filmlerine baktım. Ama Narcos ve Game of Thrones’u izledim bak.Dinleyiciye bırakmak istediğiniz iz nedir?Ben de bir süredir ona takmış durumdayım. Bir takım üretimler yapıyorum, eski şarkıların tekrardan kaydedilmesi gibi… Artık beni motive eden şey, yaptığım şarkıları derli toplu geleceğe nasıl bırakırım fikri. İnsanlar beni kişi olarak sevsinler isterim, onlar çünkü sizi sosyal figür olarak da kalplerine koyuyorlar. Sadece şarkıcı ya da sanatçı değilsiniz. Onlar sizi yakınında hissediyor. Özellikle genç dinleyici şarkılarım ile büyüyor. Uzaktan bir akraba, bir tanıdıkları gibi görüyorlar beni. Onlarda özel bir iz bırakmak isterim.

Devamını Oku

Sonsuza kadar Kalben

4 Kasım 2017

‘Kapadım o yara defterini’ diyor Kalben, ikinci albümüne adını veren ‘Sonsuza Kadar’ şarkısında. Kalben, artık aşk kırıklıkları üzerine söylemiyor şarkılarını. 13 şarkılık ‘Sonsuza Kadar’da aşkı bulmuş bir kadının neşesine dahil oluyoruz. Zaten verdiği röportajda da bunu şöyle dile getiriyor; “Derinden aşık olduğum biriyle evliyim. İlham aldığım tek adam da o.” Derinden aşık olduğu adam ise Kalben’e gitarı ve albümdeki şarkıların düzenlemeleriyle eşlik eden Berkan Ali İncesaraç. Kalben ile kendi adını taşıyan ilk albümünde tanışmış, onun da müziğini keşfetmesine şahit olmuştuk. Bu sefer ise iki aşık insanın beraber üretimleri karşımızda. Kalben’in sesi ise ilk albümdeki kadar tedirgin değil artık. Akustik gitarın melankolisi ile yoğrulmuş bir şarkıcı-şarkı yazarı albümü dinliyoruz. Kalben, bu kez çoğunluğa sesleniyor. Alternatif ya da deneysel bir janr içinde olmadan.Albümün açılış parçası ‘Ateşböcekleri’, sepya tonda kulağımda tınlıyor bu şarkı. Albümdeki en sevdiğim birkaç şarkıdan biri de hiç şüphesiz bu. Bir yol şarkısı adeta, Kalben’in 13 şarkılık yolculuğunun açılışını yapan. Hemen ardından klip şarkısı ‘Ben Her Zaman Sana Aşıktım’ başlıyor. İspanyol bir hava var şarkıda gerek üflemelerde gerekse gitar düzenlemelerinde... Düzeni eleştirirken Kalben, aşkını da ilan ediyor nakaratında bolca.Albümün gizli hit’leri ise hiç şüphesiz ‘Sonsuza Kadar’, ‘İnsanlar’ ve ‘Sakin Ol Evladım’... Bu üç şarkıda da Kalben’in müzikal çizgisi net şekilde hissediliyor. Aynı zamanda da şarkı sözlerine dair ne kadar incelikli olduğuna şahit oluyorsunuz. ‘Kuşlar’, ‘Kapı’ ve ‘Al Beni’ balatları ise Kalben’in müzikal olarak değişimini belirgin bir şekilde sunuyor. Bahsettiğim değişim çok da keskin değil. Mesela bazı enstrümanlar artık şarkılarında yer almaya başlamış. En önemlisi ise sesini tanıyan bir kadın var karşımızda.Albümdeki en hareketli şarkı ise hiç şüphesiz, ‘Yalakanım Bebeğim’. Kalben, erkek arkadaşları uğruna mağdur olan kızlara güzel ayar vermiş. Belki de kendi sevgililik haliyle eğlenceli bir şekilde dalga geçmiş. “Dinlediğin şarkıları dinlerim, tuttuğun takım, benim canım” diyor biraz da ironuk bir şekilde.Bu 13 şarkılık yolculukta Nil Karaibrahimgil’in ‘Rüzgar’ şarkısının cover’ını da dinliyoruz. Daha önce Nil’in dediği gibi aralarındaki abla-kardeş ilişkisi müzikal işbirliğine de yaramış.Kalben, Türk müzik sektöründe uzun zaman sonra ortaya çıkmış ve köklerini sapasağlam salan bir müzisyen ya da hala yeni bir nefes. O da iki yılda Türkiye’yi turneledi, yeni hikayeler dinledi, ilhamları değişti. Sesi daha çok eve girdi, ister istemez hayranlarının da beklentileri çok yüksek oldu. Albüm kusursuz değil ama Kalben’in sesi yere eskisinden çok daha sağlam basıyor...

Devamını Oku

İstanbul’un canlı müzik sahneleri

21 Ekim 2017

İstanbul müzik sahneleri her geçen gün daha iyi işler yapmak için uğraşıyor. Birçok mekan sezon başında değişime girerek, imza kimliklerini ortaya koymaya çalıştı. Bu sırada birçok konsere gitmeye çalışıp o mekanların içinde biz de var olmaya çalıştık. İşte birkaç anekdot ile Eylül başından bugüne İstanbul canlı müzik sahnelerinde gözüme çarpanlar.- Zorlu PSM, sezonun en iddialı programlarından birini ortaya koydu. Ana sahnesindeki konserleri bir kenara koyarsak eğer PSM’de bulunan Studio’nun bu yılın en parlak yıldızlarından biri olduğunu söylemem gerek. İki farklı gece iki ayrı konser sonrası buradaki programa dahil oldum. Para babalarının kocaman şişe içki açmadıkları, topuklu ayakkabıları ile dans etmekten aciz olan kız çocuklarının arasında olmadığım, etrafa bakmaktan çalan müziğin ne olduğunu umursamayan insanların olmadığı işte aradığım dans mekanını bulmuştum. Mekana bir de balkon kısmı ekliyorlar. Alanı daha da büyütüyorlar. Sahne ışığı konusunda büyülü işler yapan ve bunun da bir sanat olduğunu bize bir kez daha hatırlatan Sadık Avcı’yı da bünyelerine kattılar. Avcı, mekanda yaptığı ışıklarla kocaman bir kaleydoskobun içinde olmamızı sağlıyor. Zorlu PSM girişine ayrıca Cheers adlı müthiş kokteyleri olan bir mekan açıldı. Başında bu konunun uzmanı Elif Erdost var. Studio’ya uğrayıp çalan müziğe kendinizi ve en önemlisi düşüncelerinizi bırakın derim. Önerim, 3 Kasım’daki Baths performansı.- Salon İKSV, yarın çok önemli bir konser açıklayacak takipte kalın... Mekan yeni sezonda tanınmış isimler dışında, ruhumuzu aydınlatan bağımsız müzisyenlere de yer verdi. Malumunuz Agnes Olsen, Future Islands gibi gruplar kocaman festivallerde çalmadan önce burada sahne aldı. Anlayacağınız programlarındaki her isim keşif niteliğinde. Salon’un izleyici kısmı da program kadar naif ve saygılı. Yeni sezonda çizgilerini bozmamaları müzik sevdalıları için motive nedeni. Takvimlerinde en yakın Ólöf Arnalds konseri var.- Garaj, Beyoğlu’nun ayakta kalan nadir mekanlarından. Programını tamamen farklılaştırdı, iç kıyafetini de değiştirdi. Türkü bar gibi duran o manasız VIP alanı kaldırdılar, girişini adeta Londra’daki kulüplerdeki gibi bir çehreye dönüştürdüler. Eski takipçilerini koruyup yeni müdavimler yaratmaya başladılar bile. Genel olarak Garaj’ın yeni tavrı oldukça ‘şimdiki zaman’a uygun. Burada heyecanla beklediğim konser Aralık’taki The Horrors... Biletleri tükenince üzülmeyin sonra.- Farklı bir türden de bahsedeceğim Gizli Kalsın. Ünlülerin tüm vukuatlarının yaşandığı mekan. Üşenmedim sezon başında buraya da gittim. Öncelikle biz standart insanların buraya girmesi imkansız. Kapıdan çeviriyorlar, sanırsın Berlin’deki ünlü kulüp Berghain. Ben bir şekilde girdim... Öncelikle klostrofobiniz varsa ve benim gibi bir şekilde içeri girdiyseniz, evinize dönün, vazgeçin. Mekan fazlasıyla küçük ve standart kişiler ünlü kesmekten ufacık sahnede çalan grubun güzelim müziğinden eksik kalıyor. Pazar gecesi gitmiştim, Türkçe müzik yapan grubun bas gitaristi sahnede yer olmadığından bara oturarak enstrümanını çalabildi. Mekanın bana kazancı ise Deniz Sipahi’nin sesini keşfetmem oldu.İstanbul sahnelerinden gözlemlerim devam edecek!

Devamını Oku

Müzikle yaşayan bir adamım

14 Ekim 2017

Malumunuz devir, şarkı devri. Dinleyci uzun uzun albüm dinlemek yerine tek şarkı ile mutlu olabiliyor. İnternette milyonlarca şarkılık havuzda bir parça, tam da 12’den vuruyor dinleyicinin kalbini. Geçtiğimiz yaz Deeperise’ın melodileri ile Jabbar’ın sesinin birleştiği Raf ön plana çıktı. Şarkı hala tüm stream kanallarında üst sıralarda. Jabbar’ın kaotik sesinin hafızaya çivi gibi saplanması, Deeperise’in günümüz sound’larını yakalayan yaklaşımı şarkıyı müzikal anlamda iyi de bir klasmana taşıdı. Biz de merak edip şarkının kahramanlarından Jabbar ile oturup müzikal çizgisini konuştuk. Tek notum olacak, her sahneye “Evet” dememeleri... Biraz daha seçici davranmalı Jabbar ve sesini yormamalı.Raf şarkısını bir sahne performansında kaç kere çalıyorsunuz?Maksimum iki kere. İnsanlar şarkının çok çalınmasını istiyor. Şarkıyı bir girişe, bir de finale koymayı tercih ediyoruz. Arada ise çok sevdiğim şarkıların kendi yaptığım versiyon hallerini söylemek bana daha eğlenceli geliyor.Arada söylediğiniz şarkılar dinleyicinin ufkunu mu açıyor?Burada bir lokomotif var. Başta giden bir vagon var, o da tanınmamızı sağlayan Raf şarkısı, arkadaki vagonların temizliği de çok önemli. Oturamayacağım bir evi kiralamam. Müzikal olarak yaptığım her şeyi önce ben beğenmeliyim. Biraz acımasız olabiliyorum kendime dair… Müzik yaparken çok eğlenmeliyim. Diğer şarkılar iyi olmazsa, iyi dinleyiciyi de kaybedebileceğimi bilmem gerek. Karşı tarafın bir şekilde gönlünün geçmesi, bu da çok değerli bir durum. Biz müzisyen olarak iletkeniz. Hissettiğimiz şeyleri insanlara ne kadar geçirebilirsek o kadar başarılı oluyoruz. Misyonumuzun bu olduğunu düşünüyorum. Senin kendi başına yazdığın bir şarkının sonrasında yüzlerce kişinin ağzına dolanması çok değerli. Ama aynı zamanda da yük arttıran bir şey.Tutmuş bir şarkıyı yenmek çok daha mı zor?O kelime yenmek değil esasen… Bu sürecin devamlılığını sağlamak önemli olan. Daha çok çalışarak bunu yapmam gerektiğini düşünüyorum.Bisikletim benim ofisimMüzik dinliyor musunuz ya da yeni isimler keşfediyor musunuz?Müzik dinlemeyi bırakmak benim için nefes almayı bırakmakla eş değer. Bisiklete binmeyi hayatımın merkezine koydum. O sırada yalnız kalabiliyorum. Kulaklıklarım benim en değerli eşyam. Bisiklet ofisim. Müzik dünyada nasıl gelişiyor, ses trendleri neler takip etmem gerek. Bunun neresinden tutmam gerektiğini çözmem gerek. Farklı örnekler dinlemeye çalışıyorum. Bazen de çok takıldığım şeyler oluyor. Drake’in Passion Fruit şarkısını defalarca dinleyebilirim. Aynılık benim için terapi olabiliyor. Olaylardan beslenebilirsin ama müzik dinleyerek kendini geliştirirsin.Şarkılarınızın as elemanı müzik kısmı mı yoksa şarkı sözleri mi?Hepsi. Dört ayaklı bir masa düşünün bunun dördünün de yere sağlam basması lazım. Burada en değerli olan şarkının her aşamasının sapasağlam olması.Marmaris’te sakin bir hayatınız var. İstanbul’da koşuşturma içerisindesiniz. Dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?İyi organize olup iyi bir ekiple çalışmak lazım böyle bir hayat için. Günümü iyi planlıyorum. O yüzden o koşuşturma organize bir şekilde oluyor ve yorucu olmuyor. Uyku düzeni ve spor böyle bir tempoda çok değerli.Raf’ın başarılı olduğunu nasıl anladınız?Şarkının yayıldığını hissediyorsunuz. Şarkının videosu olmadan ve ilk kez soundcloud’a yüklediğimiz zaman gördüğü ilgi bizi çok mutlu etmişti. Ama finalde gelinen nokta bizi de şaşırttı. Ben müzikle yaşıyorum ve hayatımın büyük bir parçası. “Popüler olsun, çok insan dinlesin” diye bir şey yapmak yerine yaptığınız işi sevmeniz gerekiyor.Deeperise ile yola devam edecek misiniz?Deeprise ile yaptığımız müziği iki-üç projede daha devam ettirmeyi düşünüyoruz. Şu anda birbirimizi bulduk ve müzikal dilimizi oluşturduk. İyi de gidiyor. En son W Hotel Lounge’da Deeprise’ın programına konuk olduk. Sürpriz oldu seyirciye. 18 Ekim’de yeniden W Hotel’deyiz.Raf şarkısında umut da varŞimdi nasıl şarkılar üretiyorsunuz?Cebimizde biriktirdiğimiz hisler ve şarkılar var. Hayatı yaşamak ve beslenmek devam eden bir süreç. Bunlarla beslenmek ve üretmek gerek. Başından geçen kötü şeyler de ruhunu besler. Musibetlerin de finalde getirdiği iyilikleri şarkılara yansıtmayı seviyorum.Peki, yeni ürettiğiniz şarkılar hafiften bunalım mı?Karanlık ama umut var. Raf şarkısında da umut var. İki adam var orada. Birisi aşık ve onun hüznünü yaşıyor. İkinci adam da çıkış yolundan bahsediyor. O ikiliyi muhafaza etmek çok keyifli. İroni yaratıyor ve şarkı içinde farklı hisler yaşamanızı sağlıyoruz. Yazılan sözler gerçeği yansıtmalı ve o şarkı siz olmanız gerek. Karanlık taraf ise hepimizde var. Ama ertesi gün de var, bir güneş doğar ki her şey değişir. Bunu yeni şarkılarla da insanlara aktarmak keyifli bir şey.Sahne size ne ifade ediyor?Sahnede eğleniyorum. Ben eğlenmeliyim ki insanlar da beni görerek o ana ait olduklarını görmeleri gerek.

Devamını Oku

Bağımsız müziğin yeni şarkıları

8 Ekim 2017

Bağımsız müziğin yani ‘indie’nin tanımının değiştiğini düşünüyorum. Geçtiğimiz ay ülkemizde sahne alan The Drums grubunun vokali Jonathan Pierce ile yaptığım röportajda şöyle demişti: “Indie eskiden büyük bir müzik şirketine bağlı olmayan küçük bir müzik şirketiyle ya da kendi müzik üreten bağımsız bir sanatçı olduğunuz anlamına geliyordu. İnsanlar Haim ve Solange’ı indie sınıfına koyuyorlar fakat ikisi de devasa maddi desteğe ve çok pahalı prodüktörleri işe almak için tüm kaynaklarını kullanıyor.” Çok da haklı...Geçtiğimiz hafta yine bu indie klasmanında olan Türkçe müzik yapan müzisyenlerin albümlerini dinledim. Ufuk açan işler kadar gereksiz bir egoya sahip albümler ile de karşılaştım. Sanırsın Türkçe müziği bu klasmanda albümler yapan isimler kurtaracak. Türkçe sözlü rock müziğin artık ne kadar vasat bir hala geldiğinin farkındayız da... Bağımsız müziğin bu kadar hızlı bir şekilde kabuk değiştirmesine şaşkınım.Büyük Ev Ablukada’nın son albümü ‘Fırtınayt’ karşısında kararsız kaldım. ‘İyi olmuş bu albüm’ derken, bir anda ‘Yok bu şarkı da tat vermedi. Araya zorla sıkıştırılmış gibi...’ dedim içimden. ‘Benim Kafam S.ktirmiş Gitmiş’ şarkısı mesela ikinci kez albümü dinlerken atladım. Nefes nefese kalan bir Bartu Küçükçağlayan vokali dayanılır gibi değil. Ama ‘Güneş Yerinde’ ve ‘Hoşçakal Kadar’ın hem sözsel anlamda hem de müzikal matematiği açısından güzelliği karşısında kayıtsız kalamıyor insan. Ama ne olursa olsun, o kadar eğlenceli bir albüm yapmışlar ki istemsizce iki üç kere tekrarda dinliyorsunuz albümü.Son Feci Bisiklet’in albümü ‘Kötü Şeyler’e geçiyorum ardından... Albümün enstrümanları çok güzel tınlarken kulağa, vokalin şarkı söyleyişi rahatsız edici. Bu iyi anlamda bir rahatsızlık değil, çünkü vokalin ne dediği anlaşılmıyor. Bu da albümün mastering’ini Los Angeles’ta yaptırmalarından kaynaklı. Mastering’i yapan Brian Locey, müzikal anlamda temiz bir ses sunarken, hakim olamadığı Türkçe vokalleri farkında olmadan yok ediyor ve kelimeleri anlaşılmıyor. Albümün sözlerini asla anlamadığım için müziği sadece zihnimde kalıyor. Umarım konserde şarkıları böyle söylemiyorlardır.Ars Longa’nın teklisi ‘Yüreğim İmparator’a ise bayıldım. ‘Müzikte gitarlarla da Doğu ve Batı’yı nasıl birleştirilir’i çok nazik bir şekilde bize sunmuşlar. Şarkıdaki tek rahatsız edici kısım arada sayıklama olarak gelen kadın sesi... Ah be ne gerek vardı, o kısmı şarkıya eklemenin. Dünden bugüne müziğini geleştirebilmiş hatta daha kaliteli bir vokalle bunu sunabilmiş nadir gruplardan. Bu teklinin heyecanı ile albümü dört gözle bekliyorum.Artık sıkan rock festivalleriGelgelelim ülkedeki müzik sahnelerine... Malumunuz hala rock festivalleri bocalaması da yaşanıyor. Kocaeli’nden Ankara’ya kadar aslında konser niteliğindeki festivaller yapmaya devam ediyorlar. Yine aynı rock müzisyenleri... Duman, Athena, Mor ve Ötesi, Teoman, Şebnem Ferah... Ne yeni single, ne de yeni bir proje işleri olmadan bütün yazı turnede geçirdiler, kesmedi bu seneyi de bitiriyorlar. Ne şekil bir tembelliktir bu, çözemedim. Aslında turnede sayılmaz bu... Bir bütünlüğü olmayan sahne gösterileri yapıyorlar. Seyirciye aynı yemeği ısıtıp ısıtıp veren, bir restoran gibiler. Hakkını yememem lazım Hayko Cepkin gibi sahnede yapacaklarını ince ince düşünüp seyircisine her konserlerde farklılık sunan müzisyenler de var. Ama gençler ne olursa olsun yeni şarkılar üretmeye devam ediyor, umarım kült olmuş müzisyenlerimiz bu yeni albümlerini çıkarmış isimlerden ders çıkarmayı bilir...

Devamını Oku

Dün bugüne nasıl gelirdi?

30 Eylül 2017

İki katlı otobüsle Taksim’den eve dönerdim. 2000’lerin başıydı, Taksim’den son otobüse koşardım ve mavi CD çalarımı çalıştırır sonra çalan şarkı ile hayallere dalardım. Evet, karışık CD yapmıştım kendime, daha ilk iPod’umu satın almadığım için. Yüz küsur şarkının arasında Vega’nın Tatlı Sert albümündeki her parçayı içimden ezbere söylerdim, haliyle o zamanlar aşıktım da... Şarkılar farklı tınlıyordu kulağa. ‘Normal mi Sence?’ en sevdiğim şarkıydı. Ardından Vega’nın tarihinin en iyi albümü çıktı 2005 yılında ‘Hafif Müzik’... Deniz Özbey’in ipeksi ses tonu vardı. Bir kadından naif şarkı sözleri ile aşkı dinlemek bize iyi gelirdi. “Tamam güçlü kadınlarız ama lütfen bizi sevdiğinizi göstermeyi de unutmayın” diyordu albüm bir bakıma. Ve aradan 12 yıl geçti, o albümü dinleyen biz ergenler orta yaşlı, iş güç peşinde koşanlara dönüştük. O dönem dinlediğimiz her grup, her ses değişime uğradı. 2000’lerde dinlediğimiz iyi müzisyenlerin neredeyse çoğu farklı olmak uğruna müzikal çizgisini manasız yollara saptırdı ya da yok oldu.Vega ise 12 yıl sonra geçtiğimiz hafta dördüncü stüdyo albümü Delinin Yıldızı’nı sundu. Albümü çalmaya başlamadan önce çok korkuyordum. Kötü olabilirdi, bir Türk grubun bir kez daha beni hayal kırıklığına uğratmasını istemiyordum... Deniz Özbey ve Tuğrul Akyüz hayal ettiğimden de iyi bir albümle gelmişti. O güzelim 10 şarkıyı sonunda bizimle paylaşmıştı. Hiçbir şey değişmemiş gibiydi... Albümü dinlerken bir anda o iki katlı otobüse ışınlandım ya da Taksim’deki eski Arka Sokak’ta bir pub’a oturdum, hayattaki tek derdim daha çok konsere gitmekti. Öyle bir his kapladı ki içimi yeniden başlangıçlar yapabilirimi, aşık olmanın ne kadar güzel olduğunu hatırlattı.Son ses söylenecek şarkılarSosyal medyada gördüğüm kadarıyla ‘Delinin Yıldızı’nı dinleyen herkes benzer hislere kapılmış durumda. Albümün ilk gitar girişini ya da ilk şarkı sözünü işiten herkes geçmişte bulmuş kendini. Bir grup için bu çok özel bir his olsa gerek. Vega’nın ayarı bozulmuş saat gibi değişmediğini görmek, esasen şu sıralar ülkede değişmeyen birilerinin hala olduğunu hissetmek çok önemliymiş. Bir hafta aralıksız Türkçe bir albümü dinlemeyeli öyle uzun zaman olmuş ki...Delinin Yıldızı, tam bir imza Vega şarkısı... Şarkıdaki duygusal iniş çıkışlar ve vurucu sözler çıkış yapılacak en doğru parça olduğunun kanıtı. Albümün yıldızları bana göre hiç şüphesiz ‘İsim-Şehir’, ‘Dünyacım’ ve ‘Arzuhal’... Deniz Özbey’in klasiği olan nağmeli ya da işveli vokalleriyle albüm sizi kıskıvrak yakalıyor. Tertemiz çalınmış gitar ve senkronlu davullar ile de ince ince işlenmiş müzikal bir yapısı olduğunu işitmenizi sağlıyor.Albüm yayınlandıktan sonra dikkat çekici başka bir ayrıntı ise Twitter’dan Deniz Özbey’in yayınladığı yazıydı. Orada kilo aldığını söylüyordu ve sahnede olmaktan ne kadar çok korktuğunu belirtiyordu. Sevgili Deniz, biz dinleyicilerin seni dış görünüşün için sevmedik. Şarkı sözlerinle dile getiremediğimiz hislerimizi söylediğin için sevdik. Yumuşacık sesinle bir arkadaş gibi bizi avuttuğun için sevdik... Bu Pazar kendinize bir iyilik yapın ve Vega’nın dünü bugüne getiren, eminim ki zamansız da olacak albümü‘Delinin Yıldızı’nı açın ve dinleyin!

Devamını Oku

Müzik endüstrisine yem olmam

23 Eylül 2017

Hip hop hiç şüphesiz her dönemde kendini var edebilen, kendi trendlerini yaratan müzik türlerinden. İlla ki var olduğu dönemlerde adını ön plana çıkaranlar hep olmuştur. İşte bu dönemin rap müzik yıldız ismi Ezhel... Vahşi şarkı sözleri, sözünü sakınmaması, günümüzün müzikal tavrını sindirmiş olan müziği ile bu genç isim, dijital müzik kanallarında en çok dinlenen isimlerden. Ankara’nın Türk müzik sahnesine armağan ettiği Ezhel ile rap’ini konuştum Ana akımın içinde yer almamana rağmen bir anda tanındın ve şarkıların çok sevildi. Müzik endüstrisinin tam da ortasında kendini bulunca ne fark ettin?Çok ani oldu. Yer altında da müzik endüstrisini zaten görebiliyorduk. Oradan bakınca daha korkutucu geliyordu. “Buraya giren adamı harcarlar oğlum” gibi bir yaklaşımım vardı. Biraz ürkütücü, güzel, heyecanlı bir endüstri… Ara bir noktada olmaktan çok mutluyum, ana akımın içinde olmaktansa… Ana akımın içine girdiğin zaman bir noktadan sonra kendini değiştirmen de gerekiyor. Bu ara noktada kalmak istiyorum. Ana akıma çok da fazla buluşmasam iyi olacakmış gibi geliyor.“Müzik endüstrisine yem olmam” mı diyorsun?Evet, olamam ki… O saatten sonra ben, ben olmam. Sanki başka birini dinler insanlar.Kendini Google’ladın mı? Seni en çok şaşırtan yorumlar neler oldu?Çok yaptım. Beni en çok şaşırtan sanal alemin dışındaki gerçek hayat içinde karşıma çıkanlar. Somut hayat beni şaşırtıyor. Çünkü internette işler zaten çok rahat yürüyebiliyor. Bu sahtelik çağında internette istediğin profilde olabilirsin. Beni şaşırtan bir bakıma da tıklanma oranındaki yükseliş oldu.Bu sende baskı yarattı mı? Sosyal medya hesaplarına her istediğini koymamak gibi…Çok daha önceden o tip şeyleri düşünmekten bıkmıştım. Twitter seni bazen bir sürü saçma şey söylemeye teşvik edebiliyor. Instagram’da ise çok rahatım. Fotoğraf paylaşırken ama dikkatli oluyorum. Her fotoğrafı koymak yerine güzel façalı olduklarıma yer veriyorum.Ankara soğuğunda dinlenecek şarkılarEnstrüman çalman diğer rap yapanlardan farkın gibi...Dokuz enstrüman çalabiliyorum. Bunun da rap’e inanılmaz bir katkısı oluyor. İnsanların “Abi rap müzik mi? Bir şey mi yapıyorsunuz sanki!” söylemlerine gıcık oldum. Rap bir müzik ve köklü bir tarihi var. Bu müziğe saygımdan bazı şeyleri öğrenmeye çabaladım. Rap dediğiniz bir ritimdir. Heceler aslında bir darbuka ritmi gibi… Bunun üzerine melodi katmak sana kalıyor. Benim artım müzik aleti çalıp şarkı söyleyebilmek değil, bir şarkının ya da müziğin iyi olması için ne yapmamız gerektiğini bilmek... Çünkü önemli olan bunlar.Sahnede enstrüman oluyor mu sadece DJ ile misin?İki ayrı proje şeklinde oluyor. Sonuçta bir grubum var ‘Kökler Filizleniyor’ diye. Onlarla grup müziği yapıyoruz. Kendimize has bir müziğimiz var. Biraz ben Müptezhel albümünün kendi içindeki elektronik havasını sahnelerde de vermek istiyorum. Sonraki zamanlarda hepsini aynı anda sahneye taşımak istiyorum.Müziğin karanlık mı yoksa umut mu dolu? Bence fazlasıyla karanlık…Müziğim karanlık, evet. Albüm çok kış sound’u gelmişti bana. İnsanlar bu şarkıları Ankara’da soğukta kapüşonları kafalarına geçirmişken dinlemeli. Ama şöyle bir durum da var. Türkçe rap’te enteresan akımlar olmaya başladı. Ağlayalım, arabesk olalım gibi… Onlara bakınca benim müziğim karanlığı bir malzeme haline getirmiyor. Albüme bakınca hayata dair çok optimist ve dalga geçtiğim şeyler de var. Karanlık kısmı ise kendi dinamiğinden geliyor.Diss’lerim hayata dair diğer rapçilere değil Albümdeki açık yürekli sözleri sahnede söylerken nasıl hissediyorsun?Karşımda bin kişi şarkılarımı söylüyor ve içimden “Vay be” diyorum. Dünyadayım, bir yerdeyim, hayatın içindeyim ama bunların hepsini sahnede unutuyorum. Çok zen bir kafanın içinde hissediyorum kendimi. Orada çok özgür ve istediğim her şeyi yapabileceğimi hissediyorum. Sahnede budistlerin meditasyon kafasını yakalıyorum. Öz mutluluk yaşıyorum. Hayatımın sporunu sahnede yapıyorum.Türkiye’de hip hop kültürünün yaşandığını düşünüyor musun?Etniğe ya da sınıflara dayalı bir rap kültürü yok. Ama başka açıdan bir hip hop kültürümüz var. Hip hop kültürüne ne kadar hakimiz, ne kadar bunun içindeyiz bunu bilemiyorum.O kültürü yaratabiliyor musunuz?Kültürü yaşadığımıza eminim, yeni yeni bir yaratma da söz konusu. Bu konularda bireysel takılmamak gerek. Hip hop, alt dalları olan bir kültür. Dans, rap, DJ, grafiti var. Bazen ayrı düşüyoruz, bazen de iç içeyiz. İşini iyi yapan ve hip hop’a çok önem veren insanlar var. Hip hop kültürüne sözlerimi katıyorum ben de… Bir hayalim vardı benim, peşimden koştum ve yaptım.Senin düşmanların var mı ya da diss attıkların?Düzen, sistem, hayat hep düşmanlarım. Gıcık olduğum insanlar var ama kafiyelerimi onlara harcamak yerine hayata dair şarkılar yazıyorum. Birbirimize diss atmak bana çok saçma geliyor. Diss, eleştirmek demektir.En son Pendik dolmuşunda şarkı yazdımBerlin’in ünlü DJ’lerinden İpek İpekçioğlu ile kuzenmişsiniz. Onunla birkaç iş yapmak istiyor musun?Yıllardır iş yapmak için konuşuyoruz ama denk gelemedik. Ailemde böyle bir müzisyen olması inanılmaz bir duygu. İsterim ki Berlin’de beraber bir şeyler yapalım.Sanattan da ilham alıyorsun. Albüm kapak fotoğrafındaki Basquiat tacı hemen dikkat çekiyor…Ben okul okumadım ve bıraktım. Entelektüel bir birikime ihtiyacım vardı ve kendim araştırmaya karar verdim. Çünkü sanat bir renk paleti gibi. Her şeye dair bir fikrim olmasını çok istedim. Hip hop’ın beslendiği birçok alan var. Sanat farklı dalları ile birbirini besleyen bir şey. Rap kelimelerle olduğu için ne kadar dünyaya ve hayata dair birikimin varsa önünde o kadar büyük bir harita açılıyor. O yüzden kendimi geliştirmeye çalışıyorum.Evde neler dinliyorsun?Neşet Ertaş dinliyorum. Halk müzik dinlemezsem Türkçe’yi nasıl kullanmam gerektiğini bilemem. Dili çok çarpıcı bir şekilde kullanıyorlar.Ankara-İstanbul arası gidip gelmek hayatında neler keşfetmeni sağladı. Bu aralar şarkı sözü yazabiliyor musun?En son Pendik dolmuşunda şarkı yazdım. Bir süre kayıt imkanım olmayacağını tahmin ediyordum. O kadar özledim ki yeni şarkı yapmayı. Onun dışında sürekli yazmak istiyorum. Koşuşturmada iki şarkı yaptım bile. Biri aşk şarkısı, diğeri de tam bir rap. Her an, her yerde, her şeyi yazabilirim. Cephanem hazır.

Devamını Oku

Sezen Aksu’nun anıları Berlin’de bir odada

22 Eylül 2017

Berlin’in en önemli merkezlerinden birinde Gendarmenmarkt Meydanı’nda sahipleri Türk olan Titanic Otel’de hepimiz için çok özel bir sanatçıya ithafen bir suit var; “Sezen Aksu Suit”... Aksu’nun ikonik eşyalarının yer aldığı bu odada dünyaca ünlü birçok yıldız da konaklıyor. Odanın hikayesini Titanic Gendarmenmarkt Berlin’in Kurumsal İletişim Müdürü Sedef Aygün ile konuştuk.Almanya’nın başkenti Berlin’in en önemli merkezlerinden biri olan Gendarmenmarkt Meydanı’ndayız. Şehrin en tarihi ve önemli binası Konzerthaus Berlin’in hemen çaprazında sahipleri Türk olan lüks klasmandaki Titanic Hotel’den içeri giriyorum. Bu oteli farklı kılan ise en önemli suitinin Sezen Aksu’ya ithaf edilmesi... Berlin’in orta yerinde dört bir yanı Sezen Aksu’nun eşyaları ile bezeli bir odayı hayal edin. Otel odaları hep soğukluğu ile nam salırken bu oda Aksu’nun eşyaları ile sanatçının evinin bir odasına giriyormuşsunuz aidiyeti ve sıcaklığı veriyor.Titanic Gendarmenmarkt Berlin’in Kurumsal İletişim Müdürü Sedef Aygün odanın dönüşümünü şöyle anlatıyor:“Otel bu yıl üçüncü yılına giriyor. Açılışta böyle bir oda tasarlamak aklımızda yoktu. Otelin birinci yılı dolmuştu, o sıra ise Sezen Aksu veda turnesine çıkmıştı. Bu turnenin ayaklarından biri de Berlin’di. Sezen Aksu’nun bizim otelde konaklayacağı bilgisi geldi. Ekibimizin yüzde 70’i yabancı olduğu için çok tanımıyordu. O yüzden onlara ‘Türkiye’nin Divası geliyor. Herhangi bir solist değil. Türkiye için anlamları olan biri geliyor’ dedik ve heyecanlı bir telaş yaşadık. Sezen Aksu şarkıları dinlemeye başladık. Bu otel lokasyon olarak çok değerli ve cazip bir noktada. Oteller olarak büyük bir rekabetin olduğu bir yer. Oteli açtığımızdan beri çok önemli konuklar ağırladık burada. Politikacılar ve dünya yıldızları... Fakat ilk defa Sezen Aksu için hepimiz önemli bir hazırlık yapmak istedik.”Hemen ardından ise Sezen Aksu’ya en önemli suitlerinden biri veriliyor. Bu üç günlük konaklama sırasında aralarında özel bir bağ oluşuyor. Sezen Aksu dönünce de bu anıyı yaşatmaya karar verip kaldığı odayı ‘Sezen Aksu Suit’ olarak değiştirmeye karar veriyorlar. Aksu’dan izin istiyorlar, “Burada hatıranı yaşatmak istiyoruz. Sen de bize destek verip, küçük eşyalarını paylaşırsan çok seviniriz” diyorlar. Sanatçı, bu fikre çok gülüyor ve sonra da “Sizin gönlünüzden böyle geçiyorsa nasıl durdururum onu. Sonuçta beni onure etmek istiyorsunuz. Nasıl istiyorsanız öyle” diyor ve operasyon başlıyor. Milla Jovovich ve Mischa Barton’ın hayranlığıOdanın birçok yerli ve yabancı misafirleri de oluyor bu sırada... Türk sanatçılardan Ata Demirer, odaya ilk kez girer girmez şöyle diyor; “Sanki Sezen Abla’nın evinde oturuyoruz gibi… Her yerde Sezen var. Gece otururken sanki karşıma çıkacak gibi” diyor. Özcan Deniz ise ilk kez bu odayı görünce Sezen Aksu’yu arayıp, “Berlin’deyim ve senin adını taşıyan suitte kalıyorum. Rüya gibi” diyor. Sedef Aygün, Hollywood yıldızlarının tepkilerini ise şöyle anlatıyor; “Burada kalmak olgunluk da gerektirir. Mesela bu odada Hollywood yıldızı Milla Jovovich ve Mischa Barton kaldı. En iyi suit’i istedikleri için bu suitte kaldılar. Kendileri başka bir ego ile geliyorlar. Sonuçta Hollywood yıldızı onlar. Sonra bir bakıyorlar bu otelde birileri senden daha kıymetli ve önemli. İsmi kapılara kazınmış, içeride fotoğrafları ve özel eşyaları var. Bu star için olgunluk gerektirir. Hepsi çok ilginç buldu. CD’sini açıp dinlediler, ayrıca Sezen Aksu’yu anlatan kitaplar hazırladık. Hatta kitapta Onno Tunç ile ilgili bölümü Selin Tunç kaleme aldı. Victoria Secret modellerinin özel moda çekimleri oldu bu suitte. Alessandra Ambrosio, Karolina Kurkova gibi modeller sorup merak ettiler. Bilmeyenlere gönül elçiliği yapıyoruz.”Türkiye’den de Sezen Aksu fanatikleri odaya kalmak için geliyor. Mesela Aksu hayranı bir çift balayını Maldivler’de geçirmek yerine Berlin’e geliyor.Otelin kurucuları Sezen Aksu için yaptıkları özel kitapta şöyle diyor; “Evimizin en özel köşesi olarak gördüğünüz bu özel suitte, değer verdiğimiz Sezen Aksu’yu sizinle buluşturuyoruz.” Değerlerimiz kaybolduğunda değil hala yaşarken onlara önemini göstermek belki de bu özel odanın tüm derdi...Rujundan elbisesine izi her yerdeÖncelikle kata girer girmez sizi Sezen Aksu’nun fotoğrafları sizi karşılıyor. Ardından kapının girişinde imzası duvara kazılmış bir şekilde duruyor. İçeride veda turnesinde giydiği siyah elbisesi, topuklu ayakkabıları, bir çerçeve içinde imzası olan ruju, sevdiği albümler La La Land filminin soundtrack’i ve Whitney Houston CD’leri, oğlu Mithatcan ve Onno Tunç ile fotoğrafları dört bir yanda size bakıyor. Aksu’nun bu eşyaları hiç düşünmeden verdiğini söylüyorlar.İster istemez Sedef Aygün’e soruyorum, “Başka ülkelerden ilham aldığınız otel odaları var mı?” Aygün, “Hayır, hiç olmadı. Bu bir pazarlama projesi değil. Bu bir gönül işi. Orada geçirdiğimiz 3 günde bize yaşattığı duyguları misafirlerimize de yaşatmak istedik. Müşteri profilinin yüzde 90’ı yabancı olan bir otele normal şartlarda Türkiye için önemli olan bir ismi vermek risk bile olabilir. Çünkü Türkiye’de değiliz ve Türk müşteri profilimiz yok. İnsanlar tanımayabilir. Bu riski ancak gönülden bir motivasyon varsa alırsınız. Bu bir işle alakalı geliştirilmiş ya da reklam yapmak için yapılan bir proje değil. Tamamen ona duyduğumuz sevgiyi ve bizi mutlu edişini onure etmek” diyor.Genellikle yabancı misafirleri olan bir otelin Sezen Aksu’ya dair anekdotları paylaşıyor olması da bir bakıma kültürel bir elçilik sayılır. Bunun en açık örneği suit odada yer alan Sezen Aksu’nun Royal Filarmoni Orkestrası ile yaptığı konserin CD’sinin birçok yabancı misafir tarafından talep ediliyor olması. Aygün, “Şu ana kadar kolilerce Sezen Aksu CD’si hediye ettik. Orada kalan insanlar soruyorlar bu sesi” diyor.

Devamını Oku