Angel Olsen’ın şarkılarını dinlerken hafif bir melankoli ile sarmalanırsınız. Sinematografik şarkı sözlerinde dün ya da bugün söylemekten bazen kaçındığımız kırgınlıklarımızı dillendirir. Ama birden “Shut up Kiss me” gibi yerinizde duramayacağınız bir şarkı ile de çıka gelir. Amerikalı Angel Olsen, son dönemin en güçlü kadın müzisyenlerinden biri. 2016 yılında çıkardığı “My Woman” albümü, dünyadaki birçok önemli listede yılın en iyi albümü seçildi. Geçtiğimiz yıl çıkardığı ‘Phases’ ise Amerikan bağımsız sinemasından bir filmin başrolü olduğunuzu düşündürecek sözlere sahip. Indie müziğin bu kusursuz sesi 3-4 Mayıs tarihlerinde ise Salon IKSV sahnesinde olacak. Öncesinde mail yoluyla Angel ile müziğini konuştum.Şu an hangi şehirdesin?Sydney’de bir oteldeyim ve 1 Mart’tan bu yana da ekiple turnedeyiz. Yol, her zaman çok iyi hissettiriyor.Şarkı sözlerinde sinirli ve melankolik bir tavır var. Hatta Hi-Five ya da Windows şarkılarını dinlerken yalnızlık bu kadar güzel anlatılmaz diye düşünmeden edemiyorum. Şarkılarında kendini bu kadar açık ifade etme bir bakıma senin için terapi mi?Şarkı sözü yazmayı iyileştirici bir ritüel olarak görmüyorum, daha ziyade hayal gücünü ilgilendiren bir durum bu benim için. İnsanların benim parçalarımda ne bulduğu aslında onlara kalmış. Ama tabii ki her şarkıda benden bir parça var.Şarkılarını yazarken kadın ve erkek ayrımı yapmadığını belirtiyorsun...Pek dikkat etmiyorum. Dünyanın neresinden hangi cinsiyetten olursa olsun fark etmeden, bir anlam ifade eden parçalar yapmayı umut ediyorum.Hayatım boyunca kalabalıkları sevmedimSeni en son geçtiğimiz yıl Primavera Sound’da izledim. Festival seyircisini sahneye odaklamayı çok iyi başardın. Sahnede nasıl bir kadın oluyorsun?Sahnedeyken kendimin bir türevi olmam gerekiyor gibi hissediyorum. Evet, sahnede bedenen gördüğünüz benim ama şaşırtıcı şekilde çok kalabalığı ya da şaşalı yemekli partileri seven biri değilim aslında. Ben konser vermeyi, şarkı söylemeyi ve yazdığım şeyleri paylaşmayı seviyorum. Ve tabii ki her zaman müzisyen ekibimle iyi zaman geçirmem gerek ama bir yandan da doğallıktan uzak, sahte bir şey yapmamaya çalışıyorum. My Women, 2016 yılında neredeyse yapılan bütün müzik listelerinde en iyi albümlerden biri olarak gösterildi. Bu tarz sıfatlar müziğin için önemli mi?Her şey beni şaşırtmaya devam ediyor. Her yeni albümde bu durum farklılaşıyor. Her yeni albüm çıkışında hayatımın farklı bir fazında oluyorum. Neredeyse sürekli turnede olduğumdan ve her turnede sürekli çalıyor ve dinleyici ile beraber olduğumdan alıştım artık aslında. Her parçayı tekrar yaratmak istiyorum. Bir anlamda müziğe ve bir şeylerden ilham almaya devam edebilmem için ve de sektörün aslında müziğe başlamamı sağlayan öznel sebeplerinden beni uzaklaştırmaması için yeni nedenler bulmalıyım kendime. Dolayısıyla benim bir albümümü ya da parçamı dinlerken duyduklarınız kendim için yeni bir şeyler yapmak için attığım bir adımı simgeliyor. Son dönemde nasıl şarkılar yazmaya başladın?Ben hiçbir zaman oturup tek bir tema ya da fikir üzerine üretim yapan biri olmadım. Sözleri olmayan piyano besteleri, gitarla yazılmış parçalar, klavyeyle yazılmış parçalar yazdım, yazıyorum. Hangi yöne evrileceği hiç belli olmuyor, ta ki ben 20 tane favori seçene kadar… 30 yaşındasın. Bu yaşın bir kadın olarak değişimleri senin için nasıl oldu? 31 oldum aslında ama 30 yaşım benim için sert geçti. Geride kaldığı için çok mutluyum.Daha önce de İstanbul’a geldin. Bu şehire dair neler hatırlıyorsun?Arkadaşım Hakancan’la buluştuğumu hatırlıyorum ve her yerde gördüğüm kedileri… Anadolu yakasında vapura binişimi ve tabii Kapalı Çarşı’dan çeşitli baharatlar ve halılar aldığımı anımsıyorum. Beraber Lee Fields’i dinlemeye gitmiştik ve tüm gece boyunca dans etmiştik. İstanbul’da geçirdiğim zaman benim için çok özeldi ve yeni arkadaşlar edinmiştim.
Geçtiğimiz hafta sonu alternatif müzik sahnesine son dönemde yaptığı işlerle sanatsal bir dokunuş da getiren In Hoodies’in Tantana Records etiketiyle yayımlanan Circling The Cage EP’sinin Salon İKSV’de gerçekleşen lansman konserindeydim. Dört şarkıdan oluşan EP, In Hoodies’in çok daha sert ve asabi bir müzikal tavra sahip olmaya başladığının kanıtydı. Bu asabilik olumsuz değil, tamamen sesi daha yüksek çıkan enstrümanlar, çok daha hırçın şarkı sözleri ve vokal tekniği olarak tanımlanabilir. Vokal Murat Kılıkçıer’in projesine adını verdiği metafor kapüşon artık başından çıkmıştı. Vibes İstanbul stüdyolarında kaydedilen albümde müzisyen olarak Yasemin Özler, Feryin Kaya, Todd Gibson, Murat Yakupoğlu, Memet İncili ve Ozan Bankoğlu imzalarını da görüyoruz. EP’nin kapak çalışması ise Kerem Ardahan ve Big Baboli Print House’a ait.EP’nin giriş şarkısı No Tabula Rasa’da synth’ler şarkıya yenilik yerine tam bir kişilik katmış. Aynı şekilde That’s’deki gitar trafiğinin dinleyicisini harekete geçiren kuvvette olduğu kesin. It’s Alright ise solo gitar, yaylılar ve sakin vokalleri ile 90’lardan bugüne gelen grunge türünde bir balat dinliyormuşuz hissi veriyor. Aslında bir bakıma In Hoodies’in biraz depresif tavrını da EP’de en derinden hissettiren şarkı.In Hoodies, Circling The Cage lansmanına çok da sıkı hazırlanmıştı. Ana akımdaki birçok rock grubunun es geçtiği ayrıntılar o gece bizi selamlıyordu. İçeri girer girmez grubun merch standına hayranlıkla baktık. Özel olarak tasarlanmış afiş, çanta ve sticker’lara bayıldık. Albüm kapağındaki karakterler koleksiyon bebek olarak alınmayı bekliyordu. Yine EP için özel tasarım plaklar da gözden kaçmadı. Lansman konserinin sadece yeni şarkılar söymekten ibaret bir etkinlik olmadığını, umarım günün birinde şarkıları milyonlarca dinlenen müzisyenlerimiz de anlayacak. Krakow Loves Adana’nın minimal sesleriYaklaşık bir yıldır dönüp dolaşıp dinlediğim Hamburg merkezli grupla sizi de tanıştırmak isterim; Kraków Loves Adana. Hamburg’daki bir gece kulübünde tanışan Deniz Çicek ve Robert Heitmann kısa süre içinde müzik yapan bir çifte dönüşür. Ailelerinin Almanya’ya göçtükleri şehirlerin adı da gruplarının adını oluşturur. Çiçek bu buluşmayı şöyle tarif eder “Aşk nereden geldiğinizi sormaz, nereye gitmek istediğinizi sorar.” Yeni albümleri ‘Songs After The Blue’ ise online müzik kanallarında dinlenebiliyor. Deniz’in kaotik ve retro bir ses tonu var. Grubu dinlerken melankolik bir tavır takınıyorsunuz, şarkıların nakaratında ise birden güneş aydınlanıyor. Tıpkı Almanya’da geçen uzun bir gecenin başı ve sonu gibi... Indie rock türünde müzik yapan grubun gitarları yine Deniz’den, Robert da synth ve gitar çalarak sahnede. Son albümden favori şarkılarım ise Rapture ve Hamburg.Grubu yeni keşfedenler içinse önerilerim False Alarm ve Dirt Drug parçaları... Minimal sound sevenlerdenseniz, bu grubu es geçmeyin. Umarım İstanbul’da da günün birinde canlı dinleyebiliriz.
Almanya’nın son dönem müzik sahnesine hediyelerinden biri, Roosevelt. Setleri ile dijital bir kompozisyon yaratan sanatçı, keskin hatları olan parçalar tasarlıyor. 22 yaşındaki Marius Lauber ya da Roosevelt dünyanın en ünlü kulüplerinde dans pistini büyüleyici bir hale getiriyor. Sanatçı, 6 Nisan Cuma akşamı Zorlu PSM’de gerçekleşecek Sónar Istanbul’da SonarClub sahnesinde olacak. Özellikle Türk izleyicisinin yakından takip ettiği Roosevelt, performansı öncesinde ise sorularımı yanıtladı...Elektronik müzik yapan müzisyenler için Sónar önemli bir festival mi?Kesinlikle. Sónar, festival mevsimindeki en büyük isimlerden. İstanbul versiyonu hakkında da çok iyi şeyler duydum.Çaldığın en iyi sahne hangisiydi ve neden?Barselona’da Primavera Sound’da gece yarısı çok iyi bir performansımız olmuştu. Son senelerdeki favorimiz bu sanırım. Müziğinde pop ve disko sound’uön planda. Müziğinin DNA’sını ne oluşturuyor?Janr isimleriyle açıklamam pek mümkün değil. Bana ilham veren ve beni stüdyoya girmem için motive eden her şey diyebilirim. Bu, çılgın bir gece kulübünden yeni bir radyo hitine kadar her şey...Yaptığın müzikte sözlerin önemi müzik kadar yüksek mi?Müzik benim için her zaman ilk sırada gelir. Hala biraz soyut olmalarına ve müziğe uyum sağlamak için var olsalar da, sözler de gözümde seneler içinde gittikçe önem kazandı.Laptop setlerin hayranı olmadımFestival setlerini nasıl oluşturmaya dikkat ediyorsun?Bence insanlar müziğin nereden geldiğini görmek istiyorlar. Hiçbir zaman canlı laptop setlerinin hayranı olmadım ve performans sırasında bilgisayara bakmaktan hep kaçınmak istedim. Yapılan performansta bir melodi veya ritim duyduğumda, onu sahnede birinin canlı çaldığından emin olmak isterim.Alman müzisyenler ya da DJ’lerin son dönemde müthiş işlerini dinledik. Özellikle Berlin müzik sahnesinin bu kadar değerlenmesini neye bağlıyorsun?Elektronik müzik burada hep varlığını hissettiriyor. Alman sanatçıların pop tınıları taşıyan parçalarında bile club müziğine bir takdir gösterildiği hissediliyor. Sanırım insanlar da bundan hoşlanıyor.Yaptığın işlerde kimin fikri her zaman önemlidir?Arkadaşlarımın. Genellikle en dürüst onlar davranıyor, bir parçayı beğenmediklerinde bana hemen söylüyorlar.İstanbul izleyicisiçok çılgındıSetin başında dans etmeyi sever misin? Yoksa kontrol her zaman elinde mi olmalıdır?Tam bir kontrol delisiyim!Geçtiğimiz yıl İstanbul’daki performansının biletleri tükenmişti. İstanbul’un enerjisini nasıl tarif edersin?Salon’daki performansımız inanılmazdı! İnsanlar çok çılgındı. Geçen senemizin en öne çıkan performansı diyebilirim. Peki, dinlediğin en iyi dans şarkısı neydi?Diana Ross-Upside Down. Son zamanlarda ise Londra’dan bir sanatçı/prodüktör olan Yehan Jehan’a ilgi duyuyorum.Teknonun en sert hali6 Nisan Cuma günü Sónar İstanbul’un SonarClub sahnesinde günü aydınlatacak isim ise DJ Ferhat Albayrak olacak. Albayrak, kurduğu plak şirketi Jeton Records ile Zorlu PSM’de Jeton geceleri düzenliyor ve son dönemin gerek setleri gerekse sahne tavrı ile beğeni toplayan isimlerini ağırlıyor. Albayrak’ın heyecanı yüksek setlerinde tekno müziğin ruhuna uygun bir şekilde agresif ses patlamalarına da şahit olabiliyorsunuz. Sanatçı yaptığı çalışmalarda sevdiği şarkılara da yer vermeye gayret ediyor. Şimdinin gençlerinin Depeche Mode’u bile keşfetmediği bir dönemdeyiz. O yüzden karşısındaki genç kitle için sevdiği şarkıların remikslerini yaptığı setleri çalmaya gayret ediyor ki ‘Shazm’ ile bulup da öğrensinler. Bir bakıma dünün ve bugünün bir birleşimini sunuyor. Albayrak’ın müzikal anlamda en büyük hayali ise büyük bir klasik müzik orkestrası ile elektronik müziği bir araya getireceği canlı bir performans sergilemek. Plak şirketi Jeton ile yakın zamanda yurt dışında çok özel performanslar da sergileyecek. Ferhat Albayrak’ı Tiflis’te bulunan bir stadyumun altına açılan ve son dönemin ünlü kulübü Bassiani’de, Berlin’in underground mekanı Kosmonaut’da, Ibiza’nın çılgın partileri ile ünlü kulübü Privilege’de ve her DJ’in mutlaka yer almak istediği Amsterdam Dance Event 2018’de izleme şansımız olacak. Ama öncesi merak edenler için Albayrak, elektronik müzik ve sanatın iç içe kendine yer edindiği Sónar Festival sahnesinde olacak. Performans kaçmaz!
Birleşik Krallık’ın kendi dilini yaratabilmiş gruplarından biridir, Editors. Grup, geçtiğimiz günlerde altıncı stüdyo albümü ‘Violence’ı hayranlarının beğenisine sundu. Albümün bütünün sözlerinde çizgilerinden bir şey kaybetmemiş olduklarını ama müzikal olarak farklı bir yola saptıklarına şahit oluyursunuz. Albümün prodüktörlüğüne el atan Leo Abrahams, uzun süreler beraber çalıştığı Brian Eno’nun müzikal armonisini ‘Violence’in tam da ortasına yerleştirmiş her ne kadar bazı şarkılar buram buram Depeche Mode koksa da...Vokal ve şarkı yazarı Tom Smith’in şiirsel sözleri çok daha karanlık bir sound ile bize ulaşıyor. Smith zaten altını çizerek söylüyor “Bu karanlık bir elektronik albüm”. İlk şarkı ‘Cold’ güzel bir açılış yapıyor çünkü duymayı beklediğimiz şey Smith’in kusursuz vokali. Klavyelerin çok daha ağırlıkla yankı bulması albümü tanımlayan ögelerden. 2005 yılında ilk albümünden bugüne grup, müzikal anlamda hiçbir zaman aynı sound’u kulaklarımıza sokmadı. Hep farklı ve denemediklerinin peşinde oldu. Keza 2013 yılında çıkardıkları ‘The Weight of Your Love’ albümünde bunu net bir şekilde gördük. Yeni albümlerinde de tüm karmaşaya rağmen müzikal tavırlarının temelini basit ve temiz sesler oluşturuyor. Kimine göre goth, kimine göre ise karanlık bir synth pop yapıyorlar. Tüm bunlara rağmen grubun ironisine uygun olarak diskografilerinin en hareketli albümünü yaptıklarını unutmamak lazım.‘Hallelujah (So Low)’da Smith’in sesi, kuvvetli bir koro ile çevriliyor, gitarlar, synth’ler, davullar da albümün bütününe göre oldukça sert. Bu şarkının hakkı canlı dinlenmesi. Bana göre albümün en güzel şarkısı ise ‘Violence’. Dünün müziğinden etkilenip bugünün hisleri ile ortaya altı dakikalık bir imza şarkısı bırakıyorlar. Dördüncü dakikadan sonra ise şarkı evrim geçirip bir dans parçası haline geliyor. Çıkış şarkıları ‘Magazine’ ise bir bakıma Brexit’e ya da dünyanın yeni düzenine sinirlenme içeriyor. Aslında albüm boyunca metaforik bir eleştiriye şahit oluyorsunuz.Daha önce Twilight filminin soundtrack’inde kullanılan ‘No Sound But the Wind’ ise yıllar sonra albümde yerini alıyor. Tom Smith, şarkının hikayesini şöyle anlatıyor; “Sountrack’te yer alan versiyonu evde kaydettiğimiz, çok da içimize sinen bir kayıt değildi. Bu şarkıyı kariyerimiz boyunca sadece bir kere Belçika’da bir konserde canlı çaldık. Seneler içinde şarkı çok ünlendi. O kadar ki kayıtsız kalamayıp albüme ekleme kararı aldık, temiz bir kaydı olmaya hak ediyordu.” Editors’ı yakından tanıyanlardansanız eğer Smith’in konserlerde solo olarak piyanonun başına geçip oldukça gösterişsiz ve kusursuz bir şekilde şarkılarını seslendirdiğine şahit olursunuz. Bu şarkının da hakkı böyle bir an. Albümün klipleri ve görsel çalışmaları ise İran asıllı sanatçı Rahi Rezvani’ye ait. Rezvani, grubun sanatsal anlamdaki tavrına çok iyi hakim olup şarkıların görsel halini çok iyi bir kapak fotoğrafı ile bize yansıtıyor.9 şarkılık ‘Violence’ Editors’ın bugüne kadar yaptığı en iyi albüm değil ama grubun müziğinin eskisinden çok daha karanlık ve elektrikli olduğunun kanıtı niteliğinde. Bu albümden de yola çıkarsak müzik dünyasının eskiye öykünmeye daha ne kadar devam edeceğini merak ediyorum. 80’lere selam çakan ‘Violence’a ise şans tanımanızı öneririm.
Ülkenin en kendine has festivallerinden biridir Cappadox. Son dönemde yurt dışındaki mecralarda da bu yazın otantik festivallerinden biri olarak gösterildi ve dikkatleri üzerine çekti. Bu yıl festivalin dördüncüsü gerçekleşecek. Festival öncesi, organizasyonu sağlayan ekip festivalin katılımcıları bir araya gelerek Cappadox’un ortaya çıkış hikayesini anlattı. Ayrıca katılımcıların festivale dair eleştiri ve önerilerini de aldı. Kapadokya’da 14-19 Haziran’da gerçekleşecek festivalin müzik, çağdaş sanat ve gastronomiyi de içinde barındıran programı nasıl daha verimli hale getirmek gerek konuşuldu.Konuşma sırasında festivale en başından beri katılan bir izleyici parmak kaldırdı ve kitlenin değiştiğine dair bir eleştirisi olduğunu belirtti. Oraya ‘Çeşme ve Bodrum kitlesi’nin gelmemesi gerektiğini ısrarla dile getirdi. Kendini kültür sanatın bir parçası olarak gören izleyici, kendine festival kitlesi seçmeye çalışıyordu. Tırnak içinde dediği yerlere takılan insanları kendince aşağılıyordu. Peki, dahil olduğumuz festivalleri kitleye göre mi yoksa içeriğine bakarak mı seçeriz? Barselona’da gerçekleşen Primavera Sound’un katılımcılarının yüzde 60’ı kadar turist olurken, aynı şehirde iki hafta sonra gerçekleşen elektronik müzik festivali Sonar ise oldukça yereldir. Aynı şekilde Macaristan’da gerçekleşen Sziget festivalde neredeyse Macarca duyma şansınız bile yoktur. Yüzde 90’ı yabancıdır. Hatta çok ciddi bir Türk izleyici kitlesine sahiptir. Macar bir kişinin ‘Türkler de geldi festivale, her yeri bozdular’ dediğine hiç şahit olmadım. Ama bir kültür alımı yaparken kendimizi sıra dışı zannedip, çevremizdekilere üst perdeden bakıp ve gelen kitleyi eleştirmekten kendimizi alamıyorsak orada bir problem vardır. Bu kitle siz müzik dinlerken çok mu konuştu? Siz peynir tadarken, araya market peyniri mi karıştırdı? Size ne yaptı bu kitle? Bu kadar çemberin dışına sürüklemeye çalışıyorsunuz. İzleyicinin dert yandığı şeylerden biri, Çeşme ve Bodrumlu kitle geldikten sonra yemek kalitesinin düşmesine dairdi. Bu tamamen organizasyonun suçu sayılmaz mı? Bu arada festivali gerçekleştiren Pozitif’in Çeşme’de yıllar evvel Babylon’u açtığını unutmamak lazım ve bir dönem burada da festival düzenlediğini... O zaman Çeşmeliler de “İstanbullu ve kendini entel sananlar lütfen gelmesin, siz çok bozdunuz Çeşme’yi” mi desin!Bu gibi sebeplerden dolayı yurt içi festivallerinde katılımcıların anı yaşamadığını düşünmekteyim. O kadar çevresi ile ilgililer ki kendine ait zaman dilimi ve eğlenceyi es geçiyor. Müziğin güzelliğine kapılıp dans etmek yerine sırf popüler diye o festivale gelmiş insanları eleştirmekten ana dair her şeyi es geçiyor. Ardından aylar önce planladığı ve konaklaması, bileti, uçağı ile binlerce lira yatırdığı festivalin amacını tamamen unutuyor.Cappadox’un bu yıl teması ‘Sessizlik’. Son dönemde deneyim satın almayı tercih eden bir gençlik ile karşı karşıya kaldığımızı düşünürsek umarım bir gün konserlerde sessizlik deneyimini de yaşayıp sadece müziğe odaklandıkları zamanları da görürüz. Sonuçta her şey sanat için! Sayın izleyici umarım, çevrenizi kesmek yerine, artık festivalin içine odaklanırsınız temennisini de şuraya yazalım.
Geçen yılın hiç şüphesiz en iyi aşk filmlerinden biri Call Me By Your Name’di. Bu hafta yeniden vizyonda. Filmin benim için en özel yanlarından biri ise kesinle müzikleriydi. Özellikle Amerikalı müzisyen Sufjan Stevens’ın film için bestelediği Mystery of Love... O kadar naif ve tertemiz bir şarkı ki film gibi o da uzun zaman sonra duyduğum en iyi aşk şarkılarından biri oluyor. Sufjan bir röportajında film için neden müzik yaptığını şöyle anlatıyor, “Sinemada müziğin rolünden şüpheliydim. Ancak Luca (Guadagnino, filmin yönetmeni) benim için bir istisnadır. Çünkü o müzik ve sesi ustalıkla kullanır. Onun filmlerini müziksiz hayal edemezsiniz. Bu şarkı aslında bir monolog gibi de... Şarkıyı yazarken filmi izlememiştim ve öyle şanslıyım ki filmin bir parçası gibi durdu” diyor. Ayrıca şarkının hissini kuşları düşünmek gibi olduğunu da ekliyor. Tam da dediği gibi acı, aşk, özlüm, hüzün, sevinç birçok duyguyu aynı anda bu şarkıyı dinlerken hissediyorsunuz!Şarkı ayrıca Oscar’a da ‘En İyi Orijinal Şarkı’ dalında aday. Geçtiğimiz gün ise Sufjan’ın 4 Mart günü gerçekleşecek gecede sahne alarak bu şarkıyı seslendireceği açıklandı. Bu kadar görkemli bir törende, bağımsız ruhu ile Mystery of Love’ı dinleyecek olmak büyük bir başarı. Bu durum şunu da düşündürüyor Amerika yoksa ana akım müziğinden artık sıkıldı mı?Kenzo’nun reklam şarkısıParis’te günümüz modasına yön veren caddelerden birinde yürüyorum. Özellikle gençler için bir arzu nesnesi haline gelen Kenzo’nun vitrinine rastlıyorum. Tema, son dönemin süper starı plaklar. Malumunuz müzik sizin hayatınızın kimyası olsun ya da olmasın plaklar her eve girmeye yeniden başladı bile. Popüler kültürde buna kayıtsız kalamadı. Mağazadan Kenzo’nun İlkbahar/Yaz 2018 sezonu için hazırlanan kısa film tadındaki videonun soundtrack’ini seslendiren Karen O ve Michael Kiwanuka’nın sesi yükseliyor. Bir aydır kulağımda durmadan dönen şarkının bir reklam kampanyasının temelini oluşturması yeni dünyada pek de şaşırtıcı değil. Ama bir reklam filmi şarkısı olamayacak kadar güzel “Yo! My Saint!”. Japon melankolisi ve estetiği şarkının her yerine sinmiş. Hatta bu ikilinin sesinin ahengi kusursuz. Kiwanuka sayesinde tipik bir soul şarkısı gibi başlıyor parça, ardından modern dokunuşlu gitar tınıları ve Karen’in kaotik sesi yükseliyor; ortaya ise kusursuz bir hit çıkıyor. Mağazada şarkıyı bir kez daha dinlerken Kenzo’nun artık ikonik simgesi olan kaplan kafalı sweatshirtlerin arasından sıyrılıp kıpkırmızı şeffaf plağı alırken buluyorum kendimi.Karen O’nun uzun zaman sonra sessizliğini bozması yakında yeni bir albümün de fitilini ateşler diye umuyoruz. “Yo! My Saint!” ise pazar şarkısı olsun size...
Paris’te kar yağışı şiddetleniyor, yürümekte zorlanırken birazdan Pigalle bölgesinde oldukça nostaljik bir iç dizayna sahip La Cigale adlı konser salonundan içeri gireceğim ve Amerikalı grup MGMT ile göz göze geleceğim. Malum beş yıl aradan sonra çıkarttıkları yeni albümleri ‘Little Dark Age’in tanıtımı kapsamında bir konser bu.Yaptıkları hit’lerden utanmayan nadir gruplardan oldukları için son 10 yılın en iyi indie parçalarını da bir bir çalacaklar. MGMT’nin sahnesi özel mapping görseller ile canlanmış ve oldukça minimal. Indie müzik dinleyen çoğu kadının hayranlık duyduğu yakışıklı vokal Andrew VanWyngarden ise kışkırtıcı şarkı sözlerine rağmen sahnede oldukça utangaç. Sesi ise albümde duyduğunuzun aynısı.Açılışı yeni albüme adını veren 80’lerden bugüne ışınlanmış gibi hissettiren synth pop şarkı Little Dark Age ile yapıyorlar. MGMT’nin geri dönüş müziği ise geçmişteki halleri ile pek benzer değil. Çünkü riski göze alabilecek müzikal vizyona sahipler. Yeni albümünün tüm DNA’sı da LDA şarkısında... Çok daha karamsarlar ve bu sefer teknolojinin bizi ele geçirmesi ile bir temiz dalga geçiyorlar. Ardından gelen When You Die ise kötülüklerle dolu şarkı sözü ile dikkat çekiyor. Şarkıda albüm kapağındaki gibi bir palyaço kahkaha atıyor, naif bir müzik ile “go f.ck yourself” diyor. Belki de şarkıyı Ariel Pink ile yazdıkları için bu sayko etki kaçınılmaz. Sahneye bir kondisyon bisikleti geliyor. ‘She Works Out Too Much’adlı şarkıyı Andrew, pedal çevirerek söylüyor. Arkasındaysa 80’lerden bir jimnastik programı görüntüsü. MGMT oldukça retro sularda geziniyor. Konser sırasında ilk kez dinlediğim TSLAMP’inironik sözleri ise beni çok etkiliyor. Bu şarkı biraz geçtiğimiz yıl synth pop ve disko müziğinin dönüşünü bize müjdeleyen Arcade Fire stilinde. Onlar da internet ve reklamların dünyayı ele geçirmesine dair sözler söylemişti. Ama müzikleri tam da aynı kargaşanın içinde kaybolup gitmiş gibiydi. MGMT ise yeni albüm şarkılarında bu karanlık çağı gerektiği müzikal yalınlıkla anlatıyor. TSLAMP’in sözlerinde telefonumuza kafamızı gömerek yalnızlaşmamızı, kafamızın üzerindeki bulutları bile artık görmediğimizi söylüyor. Me and Michael ve Hand It Over(Trump’ın başkan seçildikten sonra yazdıkları şarkı) ise Little Dark Age’in bu yılki en iyi albümlerden biri olduğunu kanıtlıyor gibi. İçeriğindeki manifestonun LDA’nın sözlere ve müziğe ne kadar net yansıdığına şahit oluyoruz. Konsere dönersem eğer Kids, Electric Feel, The Youth gibi kült şarkılarının sahnede kusursuzca seslendirmeleri MGMT’yi canlı izlemenin ne kadar doğru bir karar olduğunun da kanıtı.La Cigale ise kusursuz bir ses deneyimi sunan, zarif bir mekan. Paris’te yaşanan üzücü terör saldırıları sonra ilk kez bu şehirde konser izleme deneyimi yaşadım. Güvenlik konusunda çok inceler, cüzdanınıza kadar karıştırıp gözünüzün içine bir suçluymuşsunuz gibi bakmıyorlar. Mesela sırt çantamla konsere girdim!
Blonde Redhead, her dönemin ruhsal acılarına ithaf eden şarkıları ile zamansız bir grup olduğunu gösterdi. Yaptıkları her iş onları bir adım daha öteye taşıdı. Şu sıralar ise dört şarkılık EP’leri 3 O’Clock’ın turnesindeler. Yine neşe ve karamsarlığı aynı potada birleştirmeyi başarmışlar. Japon asıllı Kazu Makino’nun kışkırtıcı ve sakin vokali, İtalyan kardeşler Amedeo ve Simone Pace’in her daim sinirli halleri onların müziğinin DNA’sının ana maddeleri. Grup, 20 Şubat akşamı IF Performance Hall Beşiktaş sahnesinde olacak. Öncesinde yeni albümün ilhamlarını konuştuk.Geçtiğimiz yıl çıkardığınız 3 O’clock single ile müzikal çizginizden sapmadığınızı bir kez daha bize gösterdiniz. Dinleyici dinlediği grubun değişmediğine seviniyor mu?Biz çok daha iyi hissediyoruz. Geçmişe bakıldığında bizler ilk albümümüzdekiyle aynı insanlar değiliz. Yaşadıklarımızın birçoğu farklı hissettiriyor ve birçoğu da değişti. Belki kim olduğumuzdan dolayı beste yazma tarzımız ve armonilerimiz hala ortak özelliklere sahip, belki senin kastettiğin budur. ‘3 O’clock EP’ bizim için oldukça yeni olan bir ruh hali ve yeni gelişmekte olan bir yol. Dinleyiciye dair bir şey diyemeyeceğiz ama...Son yaptığınız işlere baktığınız zaman artık ilhamlarınız neler?Biz hala kendi içimizde ifade biçimi bulmaya çalışıyoruz. Görünen o ki ilham en az beklediğin yerden geliyor. Bu en nihayetinde aç hissetmen ve seni çağırması gibi bir şey. Yazdıklarımız yaptığımız hatalardan, birlikte ve yalnız olmaktan ilhamla meydana geliyor. Bu, oldukça gizemli ve alışkanlık yapan, tarif edilmesi ve kesin olarak belirtilmesi zor olan bir durum.Çok depresif olduğunuz zamanlar daha mı iyi şarkılar ortaya çıkıyor?Seçme şansına sahip olmuyorsun. Düşüncelerini belirli bir çerçeve içinde tutma lüksüne sahip değilsin. Bazen acınası bir halde oluyorsun ama çok güzel bir müzik yapıyorsun. Bazen çok mutlu oluyorsun ama şarkı güzel olmuyor. Bunun kararı sana ait değil. Sen sadece zamanı seçebiliyorsun ve iyi bir periyot olmasını umuyorsun.Müzik bizim kontrolümüzde değilZamansız şarkılar yaptığınızı düşünüyor musunuz? İlk albümünüzden bugüne 18 yıl geçti...Zamansız müzik yapmaya çalıştık. Bazı şarkılarımız zamansız oldu ancak bazen bunu başaramadık. Bazı şarkılar diğerleri için sıçrama tahtasıydı. Bir amaca hizmet ettiler. Bazıları kendiliğinden gelişti, diğerleri çokça çalışma gerektirdi. Ama bunları genelde çok fazla düşünmemeye çalışıyoruz.Blonde Redhead müzikal anlamda yorgun bir grup mu yoksa yeni müzikler bestelemek için heyecanlı mı?Elbette müzik yapmak hala heyecan verici. Müzik asla bizim kontrolümüz altında olmayacak bir sanat gibi görünüyor. Kendimizi ona karşı evreni düşünmeye başladığımızdaki gibi güçsüz hissediyoruz. Olasılıklar sonsuzdur ve bizim için bilinmeyen nedenlerden dolayı meydana gelir. Bence, yaptığımız şarkıda bir ezgi, iz ya da his aramak tüm zaman boyunca düşündüğümüz şeyin doğru olduğunu hissettiriyor.Dünya müzik endüstrisini nasıl görüyorsunuz? Artık yeni çıkış yapan müzisyenlerin sesini duyurması daha mı zor?Sektörün gittikçe daha yabancılaştığını hissediyorum. Her ne kadar bazı harika müzikler hak ettiği takdiri alsa da yine de güvenmesi zor. Sektör çok daha fazla soyut bir halde. Müziği seven ve doğru sebeplerden bu sektörde çalışan insanlarla görüşmek artık daha yorucu hissettiriyor. Biz müzik yapmaya başladığımız zamanlarda doğru A ve B kişilerinden öğrenecek çok şey vardı. Bunu anlayabiliyorduk. Kendi güdülerinin arkasındaki aşk ve tutkuyu hissederdiniz ve bu bizim için önemliydi. Şimdi her şey farklı.İstanbul harika hissettiriyorMüziğiniz sizce hangi hisleri uyandırıyor?Umarım müziğimiz umutludur. Melankolik şarkılar yazmaya eğilimli olduğumuzu biliyorum. Bu her zaman bizim stilimiz olacak. Güzelliğin peşinden gitmek gibi bir isteğimiz var.Müzik ile insanların hayatlarına dokunmanın gücünü nasıl tarif edersiniz?Sadece müziğin bana nasıl ilham verdiğini ve beni hiçbir şeyin etkilemediği gibi etkilediğini biliyorum. Bu neyse ki herkesin deneyimleyebileceği güçlü bir kudret. Bazen dinleyicilerimize ne kadar önemli ve değerli olduğumuz söyleniyor ve bu bize sevinç ve heyecan veriyor.İstanbul ile bağınızı nasıl tanımlarsınız?İstanbul harika hissettiriyor. O çok özel bir yer ve biz orada bazı müthiş insanlarla karşılaştık. Biraz şehri keşfettik ama yeteri kadar değil. İstanbul’da olmak bizim için her zaman oldukça neşelendirici ve motive edici.