Derinden gelen fırtına Tranquility Base Hotel&Casino

3 Haziran 2018

Arctic Monkeys’in yeni klibi Four Out Of Five’ı izlerken aklımda vokal Alex Turner’ın sıkıcı top sakalı. Aslında klipte takılmam gereken bir dolu ayrıntı var. Stanley Kubrick’den esinlenilen kadrajlar, şarkının nasıl zamansız olduğu gibi... Ama karşımda ilk albümünden bugüne 180 derece evrim geçirmiş bir grup var. Evet, itiraf ediyorum... Grubun altı yıl aradan sonra çıkardığı Tranquility Base Hotel&Casino albümünü ilk dinlediğimde Turner’ın top sakalı kadar sıkıcı bulmuştum. Aşırı konservatif davranarak, “bu kadar değişmeseydi müzikleri” demiştim. Ama albüm bağımlılık yarattı. Yavaş yavaş sindirmek gerektiğini öğrendim her şarkıyı, çünkü ben de Alex Turner gibi büyümüştüm. İlk albümündeki 505 numaralı odadan çıkmış, daha gerçekçi 70’lerden bugüne gelen Tranquility Base Hotel&Casino otelininin içine bizi çağırmıştı.İki yıl önce izlediğim canlı performansında Mick Jagger’dan rol çalan Alex, bu sefer David Bowie, Serge Gainsbourg ve Leonard Cohen’in bir karmasını alarak karşımıza çıkıyor. Bunlar onda bir persona yaratmıyor, müziğini daha özel hale getiriyor. Albüm Alex’in menajerinin 30’uncu yaş doğum günü hediyesi ile başlıyor. Dünyanın en önemli orkestralarında kullanılan Steinway&Sons marka piyano hediye ediliyor kendisine. Alex, müzik kalitesi en derinlikli albümünü kaleme alıyor. Şarkılar, otel metaforundan yola çıkarsak o lobide çalınan, kötü geçen günlerin ardından sırtınızı sıvazlayan cinsten. Derinden gelen bir fırtına gibi de bu albümün her şarkısı... En popüler olacak şarkıyı en başa koyulan albümlerden de olmadığını Star Treatment’i dinlediğinizde anlıyorsunuz. Gitarlar, kışkırtıcı Arctic Monkeys stilinden çok uzak, daha sakin... Klavyeler ağırlıkta ve tabii ki Alex Turner’ın seksi vokali. Bu albümde en zor kısım Matt Helders’a kalmış gibi... Helders, kendini uysallaştırmış. Kan ter içinde değil sakince çalmış o da davulları bazen başka bir enstürümanı. 11 şarkının müziği geçmişin kült indie dans hitlerini yapan bir gruptan beklenmeyecek bir dinginlikte. 70’ler gibi ufuk açıcı...‘She Looks Like Fun’ girişi ile Turner’ın bir diğer projesi The Last Shadow Puppets’ın ilk albümündeki ‘Only The Truth’un girişi ile ritminin birebir benzemesi dikkatlerimden kaçmıyor. Tabii ‘She Looks Like Fun’ belli bir süre sonra başka bir şarkıya evriliyor. Hiç şüphesiz bu albümün hit parçaları Four Out Of Five, Tranquility Base Hotel&Casino ve One Point Perspective... Klasik Monkeys tarzından kopamayanlar bu üç şarkıyı dinleyin ve albümü sonlandırın. Keza albüm fazlasıyla zorlayıcı, fazlasıyla cesur, 2009’ta Hamburg albümünü yapan Arctic Monkeys’tan yüz yıl kadar uzaklıkta. David Bowie’nin space-pop’u, Gainsbourg’un melankosine sahip. Alex, endişeli, üzgün, yalnız, büyük sahnelerde... Turner kısaca bu albümle büyük internet aleminde yüzüp giderken biz, kendimizi, dünyayı, müziğin yalınlığını, sanatın ne kadar çığır açan bir şey olduğunu unuttuğumuzu belirtiyor.Bu cesur albüme alışmanız zaman alırken, sevdiğinizde ise iliklerinize kadar işliyor...

Devamını Oku

Yerli sahnenin EN yenileri

26 Mayıs 2018

- Nova Norda yerli müzik sahnesinde Türkçe sözlü elektro pop şarkısı duymamız sağlayan nadir müzisyenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Nova Norda, rahatsız etmeyen ve kimi zaman bir rap şarkısını andıran hızlı vokalleri, akılda kalıcı tekerleme kıvamında nakaratları ile orijinal elektro pop şarkılar ortaya koyuyor. Klip şarkısı ‘Boşver’ sıkıcı yazlık pop şarkılarına karşı alternatif müziğin de yazlık hit’i olabileceğinin kanıtı... Şarkının çiğ durmayan ve heyecanlı bir ritmi var. Benim en eğlendiğim şarkısı ise ‘Dinazor’ oldu. Özellikle sözleri oldukça eğlenceli. Alternatif müzik yapan müzisyenlerin diğer sanat dalları ile de yakından ilişki kurması bu türün özel olmasını sağlayan etkenlerdendir. Nova Norda da gerek klibi, gerekse single’larının albüm art work’lerinin bütünlüğü açısından iyi düşünülmüş bir müzik oluşumu olarak karşımıza çıkıyor. Es geçmeyin!- Yalın vokallere hasret kalanlara ise önerim, Skysketch. Grup, ilk albümleri “Fox Wedding”i alternatif müziğe yeni soluklar getiren ‘Personal Space Records’ etiketi ile yayınladı. Skysketch, en bayıldığım tarz olan kısa bir intro ile ‘Fox Wedding’i açıyor ve şarkı geçişlerinde de aynı bütünlüğü devam ettiriyor. Tunç Aydoğmuş, Uğur Can Akkaya, İbrahim Tekin, Onur Güngör’den oluşan grubun müziği bana 2000’lerde ivme kazanan daha yalın indie müzik tarzını hatırlatıyor. Notwist, Mogwai ve Air arasında bir düzlem bu. Albüm ise bir konseptten öteye geçiyor ve müzik ile bir masal dünyası yaratıyor. Akira Kurosawa’nın Dreams filmi ilhamları olmuş. Doğa ve renk bu filmin temelini oluşturur. Albümü dinlerken kafanızın içinde bir doğaya dönüş yaşıyorsunuz.Albümde özellikle vokalin bazı şarkılarda sesini kullanış biçimi de oldukça karakteristik. Bu albümü dinlerken ya bu sese çok bayılacaksınız ya da nefret edeceksiniz. Onların müziğinde ortalama bir his kesinlikle yok, her şey net. 12 parçalık albümde Fox Wedding, Exiled, IKEOOSE ve I’m the Dust favorilerim. Gitar ve bazı şarkılardaki sert davul düzenlemeleri ise albüme hakim olan karamsarlığı kesip atan cinsten. İncelikli işlere hasret kalanlar için Skysketch önerimdir.- Lara Di Lara’nın her single’ı ya da albümü farklı bir müzik türü üzerine kurulu. Yeni single’ı ‘Su Ver Leylam’ ile yine müziğinde yerinde saymamış. Urfa yöresine ait olan türküyü İbrahim Tatlıses’ten Neşe Karaböcek’e kadar birçok yorumcu söylemiş. Ama Lara’nın modern yorumu hiç şüphesiz aralarında en özgün olanı. Bu özel cover’ın düzenlemesinde Lara Di Lara ve Burak Irmak parmağı var. Synth ve gitarların düzenlemesi şarkıyı fusion caz formunda olmasını sağlamış ve egzotik bir hale getirmiş. Özellikle Lara’nın vokallerdeki tavrı ustalık yoluna girdiğinin de kanıtı. Rock müzisyenlerinden tipik ve sıradan türkü coverlarını dinlemekten benim gibi bıktıysanız, Lara Di Lara’nın yeni single’ı bünyeye çok iyi gelecektir.

Devamını Oku

İstanbul sahnesi alev alıyor

19 Mayıs 2018

Yaklaşık iki yıldır İstanbul’da yaz ayları kültür sanat cephesinde çok sakin geçiyordu. Bu yıl ise organizatörler müzikseverleri sevindirecek konser haberlerini teker teker verdi. Şimdi sıra müzikseverlerde... Konser alanlarını doldurup sesimiz kısılana kadar şarkı söyleyip, ayaklarımız şişene kadar dans etme vakti. İşte, bu yaz İstanbul’da izleyeceğimiz uluslararası müzisyenler...Nick Cave and The Bad Seeds 10 Temmuz-Küçükçiftlik Park14 yıl sonra bir efsaneyi yeniden Türkiye’de izleme şansını yakalayacağız. İstanbul Caz Festivali kapsamında Nick Cave, zamansız ve neredeyse hepimizin hayatına dokunmuş şarkılarını seslendirecek. Avustralyalı şarkıcı, söz yazarı, besteci, senaryo yazarı, şair, yazar ve oyuncu Nick Cave, geçtiğimiz yıllarda karanlık bir dönemin içindeydi. Yakın zamanda kaybettiği oğlunun yasını tutuyorken, gücü hayranlarından ve müzikten almaya karar verdi tekrardan yola çıktı. 2016 yılında çıkardığı ‘Skeleton Tree’ kapsamında konserler veren sanatçı, bu turnede özellikle bazı şarkıları hayranlarının yanında söylemeyi tercih ediyor. Post punk türünün bu en önemli ismi ve sesinin güzelliği ile fark yaratan Nick Cave’i yakından görmek için listenin en başına bu konseri yazın derim.Liam Gallagher, Starsailor 14 Ağustos-Küçükçiftlik Parkİstanbul Blue Night, BKM organizasyonuyla efsanevi Oasis grubunun kurucusu ve solisti Liam Gallagher’ı ilk defa Türkiye’de izleyeceğiz. Hiç şüphesiz Liam, tanıdığımız en sinirli ve en ağzı bozuk İngilizlerden. Her adımı hala daha olay niteliğinde. Özellikle kavgalı olduğu kardeşi Noel’e dair söylemleri… Oasis artık hepimiz için önemli bir anıyken, ondan geriye kalan kabını sığmayan bu aksi müzisyen Liam’ı izlemek için sabırsızlanıyoruz. Çünkü Oasis’te hit olan ne kadar şarkı varsa şarkı listesine ekliyor. Bir efsaneyi kim canlı izlemek istemez ki! Alternatif rock’a 2000’lerde ağıza dolanan şarkıları bağışlayan da Starsailor hemen önce sahnede. Travis 8 Haziran-Zorlu PSMTravis’i dünyaya duyuran albüm kesinlikle 99’da yayınladıkları ikinci uzun çalarları The Man Who’dur. Bu albümü dinlerken neredeyse şarkı atlamazsınız. Grup, bu kült albümün turnesi kapsamında ülkemize de ayak basacak. Son konserlerinde seyircinin şarkılarda mühteşem bir şekilde bütün oluşuna şahit olmuştuk. Britpop’un önemli temsilci vokal Fran Healy bu turne için “Şarkılarımız zamanda duygusal bir işaret gibi. Dinlerken çıkacağınız zaman yolculuğunda, o dönemde hissettiğimiz duyguları bir kez daha güçlü bir şekilde hissedeceksiniz” diyor. Fazla söze ne gerek var, o güzel eski zamanlar için, ‘Why Does It Always Rain On Me’ şarkısının naifliğini yeniden yaşamak için bu konsere gidilir. Massive Attack 25 Haziran-Zorlu PSMVe sonunda ses kalitesi açısından çok iyi bir mekanda Massive Attack’ı canlı izleme şansına sahip olacağız. Bristol’da trip-hop türünün yaratıcılarından biri olan Massive Attack’ın ritimleri dinleyicisinde adeta hipnotik bir etki yaratıyor. Zamanın çok ötesinde işlere imza atan grup, “Teardrop” ve “Inertia Creeps” gibi hitleri ile müziğin adeta birer füzyon olduğunu da ortaya koydular. Hızlı vokalleri, sinematografik bir müzik ile birleştiren grubun, politik tarafı da oldukça keskin. Sahneye yine şaşırtıcı bir setlist ile çıkacakları kesin. Yılın önemli konserlerinden biri. Türkiye gündemine dair sahneden verecekleri mesaj ise merak konusu. Milky Chance 27 Haziran-Zorlu PSM Almanya’nın son dönemde bağımsız müzik sahnesine kattığı en keyifli gruplardan biri Milky Chance. Abartısız ama bir o kadar da eğlence seviyesi yüksek şarkıları dillere dolandı. Parçalarını, funky tınılar ve reggae ritimler ile donattılar. Kariyerlerinin en tanınan döneminde bir kez daha bizi ziyaret edecekler. “Stolen Dance” şarkısını çalacaklarına da emin olabilirsiniz.Angus & Julia Stone 11 Temmuz-Zorlu PSMIndie müziğinin yükselişe başladığı 2006’nın sonunda hayranlarını selamlayıp dünyaca ünlü indie/folk ikilisine dönüştüler. Angus ve Julia Stone kardeşlerin kadın ve erkek ses uyumlarının ahengi her bir şarkıda adeta içinize işliyor. Geçtiğimiz yıl sonunda yayınladıkları yeni albümleri “Snow”un turnesi kapsamında hayranlarını selamlayacaklar. Sakin bir yaz akşamında, kadife sesli bu duo’nun yer yer akustik konserini dinlemek adeta paha biçilemez olsa gerek. Benim favori şarkım ise ‘For You’.ALT J 4 Temmuz-Volkswagen ArenaAlt J’nin bence tanınmasını sağlayan etken birçok dizi ve sinema filminde şarkılarının soundtrack olarak kullanması. Acılarımıza, eğlencelerimize fazlasıyla kemiksi bir ses tonuna sahip vokallere sahip şarkılarıyla eşlik ediyorlar. Son albümleri “Relaxer” onları takip eden hayran kitlesi tarafından pek sevildi. Şimdi bu üçlünün şarkılarını hep beraber söyleme vakti. Elektronik soslu indie müzik konserleri hep çok güzel olur, haberiniz olsun.Imagine Dragons 2 Eylül-KüçükÇiftlik Parkİstanbul Blue Night, BKM organizasyonuyla bu kez Amerikalı bağımsız rock grubu Imagine Dragons’u rockseverlerle buluşturuyor! Sahnede oldukça çılgınlar ve hit’lerini teker teker sıralıyorlar. Büyük bir sahne özlemi çekiyorsanız güzel kurgulanmış bir konser dizaynı, dumanlar, alevlerle birleşeceğine emin olun.Wiz Khalifa 4 Temmuz-KüçükÇiftlik ParkWiz Khalifa, kariyerinin en parlak dönemini yaşıyor. Wiz’i ilk kez İstanbul’da izleyeceğiz. Liste başı olmuş şarkılarından “See You Again” onun imzası haline geldi. Şarkılarında şaşılacak kadar iyi kafiyeler kullanıyor. Hit olmuş şarkıları, hayatın ve aşkın eğlenceli yönleri hakkında. Sahnedeki tavrı ise oldukça eğlenceli. Özgün hip hop şarkılarına hasret kaldıysanız doğru konserdesiniz. The Chainsmokers 3 Ağustos-Küçükçiftlik Park Yeni yüzyılın rock starları hiç şüphesiz DJ’ler. Geçtiğimiz yıl izlediğim kadarıyla, bu ikili sahnede ne yapacaklarını çok iyi biliyor. Sadece DJ kabinine sıkışıp kalmıyorlar. Kabinin tepesine çıkıyorlar, setlerindeki geçişleri ile ani heyecanlar yaratıyorlar. Amerikalı DJ’ler Alex Pall ve Andrew Taggart ilk olarak seslerini Coldplay ile çalışmalarıyla duyurdu. Böylece türler arası fark da ortaya koydular. Zekice işledikleri beatler ve ritmek melodileri ile bol danslı akılda kalıcı bir gece yaşatacaklar size.

Devamını Oku

Dönemin ruhu rap’te

12 Mayıs 2018

Childish Gambino’nun çarpıcı klibi ‘This Is America’yı tekrarda izliyorum, yetmiyor şarkıyı tekrarda dinliyorum. Yönetmen Hiro Murai, Amerika’nın şu an ki durumunu sarsıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu klip ve şarkı aslında bir bakıma rap müziğin, rock’tan bayrağı teslim aldığının kanıtı. Rock müzisyenler artık Amerika’daki muhalefetin tabanını oluşturmuyor. Şarkıları artık yeni nesli etkilemiyor. Bir dönemin en önemli aktivist rock müzisyenleri John Lennon, Joan Baez, Neil Young, Patti Smith’in değerlerini rap müzisyenler bize sunuyor. Artık karşı duruşun, sokakların, farklılığın dilini rap müzisyenler kliplerde, sosyal medya hesaplarında, kırmızı halılarda gözler önüne seriyor. Asla sessizliğe gömülmüyorlar.Geçtiğimiz ay Kendrick Lamar, son albümü ‘Damn.’ ile dünyanın en prestijli ödüllerinden biri olan Pulitzer Ödülü’nü müzik alanında almaya hak kazandı. Lamar, özellikle son albümündeki şarkı sözlerinde güzel kadınlardan bahsetmek yerine Amerika’nın değişen yüzüne vurgu yaptı. ‘This Is America’ klibinde dansları ile 30’larda siyahi kılığına girip taklit yapan komedyenlere, siyahilerin klisesini tarıyan ırkçılara, Amerika’daki silah şiddetinin ne kadar canice bir hal aldığına ve en önemlisi tüm bunların ortasında çocukların her şeyi canlı yayında izlediğine metaforlarla gösterildiği gibi... Spotify dünya top 50 listesinin tamamı rap müzisyenlerden oluşuyor, 22 yaşındaki Post Malone’nin şarkıları en çok sevilen. Ki bu adamın idolleri hep rock müzisyenler, ama bu tür onun rap’i keşfetmesini sağlıyor. Geçtiğimiz hafta gerçekleşen, eğlence sektöründeki akım yaratan isimleri ağırlayan Met Gala’nın katılımcıları da genellikle rap müzisyenler. Sektör bize sözünden sakınmayan, isyan eden, performansları ile yarına ışık tutan rock müziğinin 2018’e ait olmadığını bas bas bağırıyor. Dünyaca ünlü festival line up’larına da bakarsanız genellikle 90’larda ikon haline gelmiş rock müzisyenleri ana sahneye çıkardıklarını geri kalanın ise rap ve elektronik müzisyenlerden oluştuğuna şahit olursunuz. Netflix’te yayınlanan David Letterman şova konuk olan Jay Z de rap’in gücünü anlatıyor. Eskiden DJ’ler için MC’lik yaparken, şimdi rap müzisyenlerin nasıl ön plana çıktığını ve kendi hikayelerini korkusuzca dile getirdiklerini belirtiyor. Anlayacağınız dönemin ruhu rap şarkılarında hayat bulurken, rock müzik bir başka zaman dilimine aitmiş gibi...Pozitif’e veda ettiŞu an konser organizasyonuna dair kalifiye işlere imza atan çoğu isim bir okul gibi görülen Pozitif’in çatısı altından çıkmıştır. Mehmet Uluğ, Ahmet Uluğ ve Cem Yegül 1989’da Pozitif’i, 1999’da ise bir mahallenin çehresini değiştiren Babylon’u kurdu. Pozitif’in her işi Türkiye kültür sanat dünyasına önemli izler bıraktı. 18 yaşıma basarken Babylon’a girebilmek, ilk çadırlı festival deneyimimi 2004 yılında Rock’n Coke’ta yaşamak, müzikal zevkimin gelişmesinin sağlanması ve konser izleme adabına sahip olmak hep bu özel kurum sayesinde oldu. Gazeteci olduktan sonra da Pozitif çatısı altında unutulmaz röportajlar yaptım. Şimdi o kurumun en önemli ismi Ahmet Uluğ yeni hedefler için Pozitif’ten ayrıldığını duyurdu ve “Şimdi kendime zaman ayırmak, bir mola vermek, ardından da enerjimi yükseltecek insanlar ve ortamlarda bulunmak, üretmeye devam etmek istiyorum” açıklamasını yaptı. Buradan da kendisine kültür sanat dünyasına verdiği o büyük katkılardan dolayı teşekkür etmek isterim. Ve tabii ki Pozitif’in eski enerjisinde kalıp kalmayacağı konusunda da şüphelerimin olduğunu belirtirim.

Devamını Oku

Festivaller için yola çıkıyoruz

6 Mayıs 2018

Mad Cool(12-14 Temmuz)İspanya’nın Madrid şehrinde düzenlenen Mad Cool şüphesiz Avrupa’da bu yıl en iyi line up’a sahip festival. Pearl Jam, Tame Impala, Kasabian, Justice, MGMT, Arctic Monkeys, Jack White, Massive Attack, Franz Ferdinand, Snow Patrol, Alice In Chains, Depeche Mode, Queens of The Stone Age, Nine Inch Nails, Dua Lipa ve daha birçokları... Her gün ayrı bir heyecan halinde. Festivalin biletleri tükendi ama VIP günlük biletleri hala satışta. Şehrin tam ortasında olduğundan festivale gidiş ve dönüş bir hayli kolay. Gidenlerin altını çizdiği nokta ise sahnelerdeki ses kalitesinin mükemmel olması. Bu yıl festival kabuk değiştirip alanını büyütmüş o yüzden sahneler arası mekik dokurken kondisyonlu olmak şart.Sziget Festival(8-15 Ağustos)Macaristan’ın Budapeşte kentinde gerçekleşen Sziget, Türklerin de yoğun bir katılımda olduğu festivallerden. Euro geçmeyen nadir Avrupa şehirlerinden birinde gerekirse kamplı kalıp günlerce müzik ile ile iç içe kalacağınız bir festival. Arctic Monkeys, Dua Lipa, Gorillaz, Kendrick Lamar, Kygo, Lana Del Rey, Mumford & Sons, Liam Gallagher, Bastille, Lykke Li, The War on Drugs, Nick Murphy fka Chet Faker, Gogol Bordello, King Gizzard & The Lizard gibi onlarca sanatçı sahnede. Aynı zamanda ülkemizden Ezhel ve Baba Zula da bu dünyaca ünlü festivalde hayranları ile bir araya gelecek. “Özgürlükler adası” olarak adlandırılan festivalde irili ufaklı onlarca sahne var. Ve asla bitmeyecek bir partinin içinde gibisiniz. Çılgın bir eğlenceye ihtiyacınız varsa bu festivali es geçmeyin deriz.Øya Festival(7-11 Ağustos)Norveç’in Oslo kentinde özel bir müzik deneyimi için asla kaçmayacak festivallerden biri Øya... Kendrick Lamar, Arctic Monkeys, Lykke Li, Arcade Fire, Patti Smith, Fever Ray, St. Vincent, Charlotte Gainsbourg gibi muhteşem bir line up sunuyor. Özellikle alternatif müzik tutkunları için adeta kaçırılmayacak isimler. Festivalin ana teması ise bir bakıma müzikle rahat ve huzurlu anlar yaşamanız.Nos Alive(12-14 Temmuz)Portekiz’in Lizbon şehrinde gerçekleşen Nos Alive, yine şaşırtmıyor ve line up’ı ile oldukça kuvvetli bir festival deneyimi sunuyor. Arctic Monkeys, Nine Inch Nails, Queens of the Stone Age, The National, Two Door Cinema Club, Rag ‘N’ Bone Man, Pearl Jam, Jack White, Franz Ferdinand, Alice in Chains gibi isimler festivalin çeşitlilikle dolu farkını da ortaya koyuyor. İlham bırakıcı şehir Lizbon’u da görme şansını es geçmemek için bu festivali planlarınız arasına koyabilirsiniz. Sahile sıfır bir alanda gerçekleşen festivalde sanatçıların en iyi performanslarını gerçekleştireceğine dair hiç şüpheniz olmasın.Lowlands(17-19 Ağutos)Hollanda’nın Biddinghuizen şehrinde gerçekleşen Lowlands’ı daha önce deneyimlemiş biri olarak ulaşım ve festival alanındaki ses kalitesini her daim överim. Gorillaz, Kendrick Lamar, N.E.R.D, The War on Drugs, Dua Lipa, Bonobo, Patti Smith festivalin yıldızları... Tabii komedi sahneleri, lezzeti bol yemek kabinleri, her zaman dans eden Hollandalılar arasında yıldızların altında kocaman bir ormanın içinde müzikle bir olma şansı veriyor.Rock Werchter(8-9 Temmuz)Belçika’nın Werchter kasabasında gerçekleşen Rock Werchter, kuzeyin tasarımdaki kusursuzluğunu ses dizaynından sahne tasarımına kadar festivalcilere sunuyor. Festival Alice In Chains, Arctic Monkeys, CHVRCHES, Franz Ferdinand, Gorillaz, Jack White, Marshmello, MGMT, Nick Cave And The Bad Seeds, Nine Inch Nails, Noel Gallagher’s High Flying Birds, Pearl Jam, Queens Of The Stone Age, The Vaccines gibi isimleri ağırlayacak. Line up’ında dün ve bugünün önemli isimlerinden müthiş bir karma kuran festival, türler arası dengesi ile de kendine hayran bırakıyor. İster kamplı isterseniz kasabada yer alan otellerde kalabilirsiniz.Lollapalooza Berlin(8-9 Eylül)Almanya’nın başkenti Berlin’de festival deneyimi nasıl olur merak ediyorsunuz Lollapalooza sizlik olabilir. Bu yıl The Weeknd, Kraftwerk 3D, Imagıne Dragons, K.I.Z, The National, David Guetta, KYGO, Armin Van Buuren, Liam Gallagher, Ben Howard sahnede. Ben geçen yıl festival çıkışında kalabalıktan üç buçuk saate yakın şehir merkezine dönmeye çalıştım. Ama bu sefer festival iki farklı metroya da yakın olan Olympiapark Berlin’de. Ama ses kalitesi ve grupların performansı Berlin’in havasından olsa gerek bu festivalde kusursuz.Primavera Sound(30 Mayıs-3 Haziran)İspanya’nın Barselona şehrinde gerçekleşen festival bu sene A$AP Rocky, Arctic Monkeys, Beach House, Björk, Bella and Sebastian, Charlotte Gainsbourg, CHVRCHES, Fever Ray, Grizzly Bear, HAIM, Jane Birkin sings Birkin Gainsbourg Symphonic, Lykke Li, Lorde, The National, Nick Cave And The Bad Seeds, The War On Drugs gibi önemli müzisyenleri ağırlıyor. Primavera aynı zamanda şehirle iç içe bir festival. Dünyanın birçok ülkesinden gelen müzikseverler sahneler arası dolaşırken günü müzikle aydınlatıyor. Primavera’ya gidecekseniz eğer tüyo, kesinlikle arkalardan konserleri izlemeye kalkışmayın. Ses seviyesi çok düşük olabiliyor. Festivalde önemli konserler akşam üzeri 6 gibi başlıyor. Gündüz Barselona sahillerinin de tadını çıkarıyorsunuz. Aynı zamanda iki önemli sahne karşılıklı en önde konser izlerken, diğer sahnedeki konser için bir anda en arkada kalabiliyorsunuz. Festivali kapatmasıyla ünlü DJ Coco’nun günü aydınlatan setini asla kaçırmayın. Bu aynı zamanda bir ritüel gibi de...Roskilde Festival(30 Haziran-7 Temmuz)Danimarka’nın ufak bir kasabası Haziran ayının sonlarına doğru hareketlenip dünyadan birçok ziyaretçinin konakladığı bir yer haline geliyor. Roskilde, müzikte son dönemde nelerin yükselişte olduğunu açık bir şekilde gösteren festivallerden. Eminem, Bruno Mars, Gorillaz, Nick Cave & The Bad Seeds, Nine Inch Nails, Massive Attack, Dua Lipa, Charlotte Gainsbourg, Fever Ray, Interpol, St. Vincent gibi isimler zaten bu festivale gitmek için yeterince motive değil mi? Kamp seçeneği de sunan festival, aynı zamanda sanatsal etkinliklerle katılımcılarına her an dolu dolu bir program sunuyor.

Devamını Oku

Keith Haring’in değiştirdikleri

28 Nisan 2018

Amerikan sokak kültürünü yaratan sanatçıları sıralarken Keith Haring’i en başa taşırız. Sanatın, bir tek sergi salonlarından sergilenmemesini sağlıyordu onun kuşağı. Çizgileri aşıyor, şimdinin popüler kültürünün temellerini atıyorlardı. Haring 80’lerde New York metrosuna, sokak duvarlarına, ikonik müzisyenlerin albüm kapaklarına resim ve karikatürler yaptı. Kışkırtıcı çizgiler, cinsiyetler arası bağlar, sosyal olaylar Haring’in neşeli ama bir o kadar da hüznü barındıran çizimlerindeydi. Geçtiğimiz hafta ise Viyana’nın en önemli müzesi Albertina’da Haring’in retrospektif sergisi “Keith Haring The Alphabet” ile karşılaştım. 4 Mayıs’ta 60. yaş gününe armağan olan bu sergi 28 yıl önce hayatını kaybeden bir dehanın sanat dünyasında duvarları nasıl yıktığını bize gösteriyordu.Küratörlüğünü Dr. Dieter Buchhart’ın yaptığı sergide sanatçının dünyanın birçok ülkesinden toplanan 100 eserini izliyorsunuz. Sergi alanına inerken neyle karşılaşacağınızı göstermek istercesine 60’lı yıllardan 90’lara Amerikan yakın tarihinin kırılma anları fotoğraflarla gösteriliyor. O J Simpson davası, Neil Armstrong’un aya ayak basması, siyah haklarının korunması, Madonna ve HIV... Bu fotoğraflara bakarken serginin ilk eseri sanatçının Andy Warhol’u Andy Mouse olarak resmettiği tablosu ve yeniden yorumladığı Özgürlük Heykeli ile karşılaşıyorsunuz. Serginin odaklandığı noktalardan başlıcaları ise NY metrosuna yaptığı çizimler, az bilinen tablolar ve heykeller, kimi zaman ölümü resmettiği çizimler, karikatürler, neon çalışmaları...Benim için Haring’i özel kılan ise sokak kültürü ile bağı... Graffitilerin sanat eseri olarak görülmesini sağladı. New York müzik sahnesindeki hip hop efsaneleri RUN DMC’nin albüm kapaklarını çizdi. 80’lerde ilk kez yaptığı hip hop partileri ile de müzik ile bağını gözler önüne serdi. Bu partilerin afişlerinde köpek figürünü DJ’ken ya da boogaloo ve break dans yaparken görürüz. Bu onun sokaktan aldığı da enerji ve dinamizmdir. Sergide bu partilerde floresan boya ile yaptığı ufak tablolarına da rastlıyorsunuz. Dans figürlerinin resmedildiği tabloları özellikle New York’un underground kulüplerinin iç dekorasyonunda kullanıldı. Haring’in çalışmaları toplumun alt kültüründen de beslenir. Ama ne ironidir ki sanatçının en yakın arkadaşı popüler kültürün vücut bulmuş hali Madonna’dır.HIV virüsü kaptığında ise karanlık tarafı ortaya çıktı, ölüm korkusunu çizimlerinde kullanmaya başladı. Şiddeti de çizimlerinde gösterdi ama tüm karmaşada aşkı ve hümanist yanını asla gizlemedi. Serginin sanatçının hayatının son dönemini anlatan bölümünde siyah rengin daha baskın olduğu eserlerini izliyorsunuz. Sergide etkilendiğim eseri ise John Lennon’ın öldürüldüğünde neler hissettiğini çizdiği resmiydi. Bu eserde ellerini kaldıran karakterin midesinin tam ortasındaki boşluktan sanatçının figürü olan köpekler bir bir atlıyordur. 1990 yılında dünyaya veda eden Keith Haring’in “Sanat herkes içindir” sloganı ve sanatçıları sergi salonlarından çıkarması onu kült yaptı.Eğer yolunuz Viyana’ya düşerse Albertina’da 24 Haziran’da son bulacak ‘Keith Haring The Alphabet’ sergisini es geçmeyin.

Devamını Oku

Tom Smith’in kusursuz sesi

21 Nisan 2018

Bazı grupları sevmeniz için onların illa ki kocaman stadyumları doldurması ya da herkesin bildiği marş şarkılara imza atmasına gerek yoktur. Müzikal zevkimizi de rafineri hala getiren bu internet denizindeki milyarlarca müzisyen arasında kendi özel zevkimiz için seçtiklerimizdir. Birleşik Krallık’tan yola çıkan Editors da o koca denizdeki en kendine has gruplardan biri. Şu sıralar yeni albümleri Violence için turneye çıktılar, birkaç hafta önce albüm hakkındaki eleştirimi bu sayfada anlatmıştım, şimdiyse canlı performanslarındaki dönüşümlerini yazmaya sıra geldi.Editors’ı ilk keşfedişim 2006 yılında Rock’n Coke festivali sırasında Placebo öncesi sahne alışları sırasında olmuştu. Vokal Tom Smith’in karizmatik sesi, şarkı sözlerinin ironisi tam da kalbimden vurmuştu. O konserde unutulmaz bir an da olmuştu, Smith son şarkıda gitarını seyirciye atmıştı. Kafamızın üzerinden Smith’in gıcır gıcır gitarı geçiyordu. 2011 yılında yaptığım röportajda olayı Smith’e sormuş o da şöyle anlatmıştı; “O olay herhangi bir şeye öfkenin sonucu değildi. İstanbul konseri, 20 ay süren uzun bir dünya turunun son konseriydi ve bir süreliğine bile olsa bir şey çalmamak çok eğlenceliydi. Geri dönüp baktığımda biraz sorumsuz bir davranış olduğunu söyleyebilirim ama bir anda olmuştu. Gitarın akıbeti konusunda ise bir fikrim yok.”Geçtiğimiz çarşamba günü ise sadece Editors konseri izlemek için Viyana’ya yola çıktı. Viyana’nın eski gaz merkezi şimdinin konser ve alışveriş merkezi olan Gasometer’de sahne aldılar. Dört dörtlük bir setlist ile yola çıkmışlardı. Çünkü yeni albümlerinin zeminini hazırlayan synth, karanlık gitarlar, sert davullardan oluşan eski şarkıları da setlist’in içinde yer alıyordu. Açılışı Hallelujah ile yapan grup ardından 21 şarkılık kulaksal bir şov yaşattı. Editors, sahnede aslında çok yalın bir düzenle karşımıza çıkıyor. Ama ışık şovunun oldukça iyi dizayn edilmiş olması tüm bu detayları fark etmemenizi sağlıyor. Karanlık bir diskonun içindeyiz sanki...Tom Smith -her ne kadar bu benzetmeden pek haz etmese de- sahnede Ian Curtis’in modern bir versiyonu gibi... Smith, sahnedeki dans hareketleri ile akıllara bu ikon isme ne kadar da andırdığını getiriyor. Eat Raw Meat = Blood Drool, Violence, Sugar, Marching Orders, Ocean of Night gibi şarkılarının aralarındaki figürleri ile komik değil oldukça cool bir hal alıyor. Sıska ve upuzun boylu Smith, sahnede mikrofonu ile tek başına eğlenirken azıcık bile sesi deformasyona uğramıyor.Bu turnede Violence ve No Harm şarkılarını birbirlerine bağlayan bir yapı içerisinde çalıyorlar. Yeni albümlerinde bazı şarkıları beğenmezken canlı versiyonlarını dinledikten sonra fikrim tamamen değişiyor. Bu albümün tamamen sahne için tasarlanmış olduğuna emin oluyorum. Melankolik, kasvetli, endüstriyel sesler arasında bir buçuk saate yakın süren kusursuz bir konser veriyorlar. Sahneden gözümüzü bir an olsun bile ayırmıyoruz. Bu turnede grup izleyiciye göre de şekil alıyor... Eğer karşısında onların da adrenalini yükseltmiş bir seyirci varsa bonus olarak Smith, No Sound but the Wind şarkısını solo olarak söylüyor. İngiliz aksanının nadir yakıştığı şarkılardan Youtube’da videolar var performansların, izleyin derim. Konser bitiminde ise soluklanma ihtiyacım var, eve gidip konseri bir kez daha düşünmek... Başka bir şey duymak istemiyorum. Eğer bir konserden çıkıp o grubu hala dinleyesiniz varsa, evet az önce iyi bir konserden çıkmışsınızdır... Benim de kulağımda Editors...

Devamını Oku

Uzayda da olsanız aile önemlidir

15 Nisan 2018

Netflix’in yeni dizisi Lost in Space’in başrol oyuncuları Toby Stephens ve Molly Parker ile Dubai’de bir araya gelerek dizinin hayat ile bağını konuştukLost in Space, 1960’ların klasik bilim kurgu dizisini dramatik ve modern bir Netflix orijinali olarak yeniden yorumlandı. Günümüzden 30 yıl sonraki bir gelecekte geçen hikayede uzayın kolonileşme dönemi başlamasını ve Robinson ailesinin yabancı bir gezegende hayatta kalabilmek için yeni müttefikler bulmasını izliyoruz. Robinson ailesinin ebeveynlerini canlandıran Toby Stephens ve Molly Parker ile Dubai’de bir araya geldim. İkili Lost in Space’in modern versiyonda kadın ve erkek kavramlarının ne kadar değişime uğradığını anlattı...Dizinin 60’larda çekilen versiyonda kadın karakter bu kadar ön planda değilken şu an geminin kaptanı gibi... Bu değişimi nasıl tarif edersiniz?Molly Parker: Daha önce dizinin orijinal versiyonunu hiç izlemedim. Ama daha sonra edindiğim izlenime göre ilk versiyondaki aktrist 60’lı yıllardaki kadın profilini bire bir yansıtıyordu. O zaman için idealleştirilmiş bir ev kadınıydı. Yemeğini yapıp aile ile ilgileniyordu ama bir bakıma hikayenin uzay tarafı da vardı. Özellikle beğendiğim kısım ise 60’larda çekilen versiyonda otuz yıl sonrasını anlatmasıydı yani şimdiyi. Ne iyi ki otuz yıl sonra kadınların gücü hakkında konuşmamıza gerek yok. Artık kadınlar güçlü… Sadece John ön planda değil dizide. Ben de sadece bir anne değilim, çalışıyorum, çocuklarıma bakıyorum ve bunların hepsini bir arada götürebiliyor. Güçlü kadının karakterde birleşmesini sevdim.Orijinal karakterden hiç esinlenme yaşadınız mı?Molly P: Açık söylemek gerekirse çok fazla esinlenmedim. Bu tekrar oluşturulmuş bir versiyon. İlk oyuncu biraz daha gösterişli bir kadındı, ben bu kadar gösterişli bir kadın yaratmak istemedim. Ben öyle biri de değilim. Orijinal senaryo yazarlarını biliyorum. Onların tarzından biraz esinlenmiş olabilirim. 60’lardaki aile normaldi ama bizim şu an yarattığımız o kadar standart bir aile değil. Bir de robot var tabii.Bu hikaye gelecekte mümkün olabilirBu tarz dizilerde ideal aileler yaratılıyor. Bu aile dediğiniz gibi çok daha farklı, bu iyi bir şey mi?Toby Stephens: Normal aileleri işlerken gerçekten normalleştiriyorlar, idealleştirmiyorlar. Çünkü normal aileler çok daha karmaşıktır. Biz gerçek bir aile yaratmak istedik. Ama öte yandan gerçek hayat çok daha karmaşık. Biz gerçek olan bir şey göstermek istiyoruz, ne kadar uzayda da geçse mevzu. Gerçek macera da onların kendi sorunları ile baş etme şekillerinden geliyor. Uzayda yaşanan problemler ise ekstradan ekleniyor.Molly P: Aslında gerçekten eğlenceli bir hikaye. Bu uzay sorunları ile ilgilenirken görüyoruz ki ailenin birbirine karşı hissettikleri sevgi çok kuvvetli.Kariyeriniz için bu rol çok daha değişik mi?Molly P: Bu bilim kurgu türü benim için yeni bir tecrübe. Bu ailenin uzayda ne yaptığı ile ilgili bir hikayeyi anlatıyoruz. Öte yandan da bu kendinden kaçan bir kadın karakter. Girdapları olan bir kadın. Çocuklarına karşı her zaman aşırı sahiplenici. O yüzden yeni tecrübe edindiğim bir şey.Dünyada yaşayanların uzayda bir koloni yaratma hikayesi de günün birinde olur mu dersiniz?Toby S: Şu ana kadar yaptığım bütün işler birbirinden farklıydı. Bu sefer özellikle hepimiz için diğer yaptığımız projelerden farklıydı. Aslında benim burada gerçekten hoşlandığım şey bu hikayenin gerçekten gelecekte mümkün olabileceği. Öte yandan izleyici tam bir bilim kurgu bekliyor ama burada odak noktası aile de...Molly P: Kostümler hazırlanırken geçmişteki versiyonundan ilham alındı. Bizden önceki versiyonda olduğu gibi insanların otuz yıl sonrasını hayal etme şekillerini düşündük, şimdi de otuz yıl sonrasını hayal ettik. 60’larda 30 yıl sonrasında neler olacağını tahmin edemiyorlardı ama bunu yarattılar. Biz de onların geleceğindeyiz. Sette bazen ‘ben de şu an gelecekteyim’ diyebiliyordum.Kadınlar çok güçlü erkekler ise içine kapanıkBu karakterlerden hayatınıza ne kattınız?Toby S: John bir asker, evden uzakta çok uzun zaman geçirmiş. Öte yandan da çevresinde de olağanüstü bir durum oluyor. Gezegen çöküyor ve tüm karmaşanın odak noktasında. Ailesi ile iletişimi kopuyor. O aynı zamanda bir asker olduğu için duygularını ailesine ifade etmekte başarılı değil. Bir yandan da görüyoruz ki John bu benim yolum ve buradan gitmek istiyorum diyen dik başlı bir adam. Öte yandan da bir şekilde ailesine geri dönmek için çözümler arıyor. Bu da onun zayıf noktası, karısı ve oğlu ile ilişkisi zayıf noktası. Duyguların önemini kavradım aslında. Molly P: Yazılanda güçlü, katı bir adam görüyorsunuz. Kaybolduktan sonra ailesi ile yeniden bir araya gelmeye çalışırken ne kadar duygusal bir adama dönüştüğünü izliyorsunuz. Öte yandan da Mariene’in duygularını ifade etme konusunda açık, problemlere çözüm kurma konusunda daha becerikli olduğuna şahit oluyoruz. Duygusal olarak daha kuvvetli bir karakter. Öte yandan da iki cinsiyeti de doğru yansıtan bir senaryo. Kadınlar güçlü, erkekler içine kapalı. Gerçekten tam bir erkek karakter var önümüzde. Aslında bu dizinin yaratıcıları erkeklerden oluşan bir grup, belki bir ya da iki kadın vardır. Ama bu erkekler ki kadının gücüne inanan ve gerçekten güçlü kadınları göstermek isteyen bir ekip. Çocuklar için ideal portre çiziyoruzDizi uzayda geçmesine rağmen gerçekçi bir karakter izliyoruz o zaman...Molly P: İlk yaratılan karakter biraz daha sofistikeydi. Öte yandan bizimkisi biraz daha gerçeklik üzerine kurulu. Tabii ki görsel bir şölen sunuyoruz, uzayda geçiyor ama karakterlerin gerçekçi hikayeleri arasında dolanıyoruz. Toby S: Kendi kendime izlerken ‘bir aile böyle olmalı’ diye düşündüm. Ailede her zaman problemler olacaktır. Eğer bir aile dizisi yapıyorsanız, oturup izleyen aileler de bu karakterler ile bağ kurabilmeli, olay ne kadar uzayda da geçse de… Molly P: Çocuklar da bu tarz bir aileyi tanımalı. Çocuklar için de ideal bir portre çiziyoruz. Gelecekte evlilik yaptıklarında bu tarz ailelerin de olduğunu görebilmeliler. Role hazrlanırken esin kaynağınız nelerdi?Toby S: EşimMolly P: Gezegeni mahvetmemek...

Devamını Oku