Laneth bir geceye hazır olun!

17 Şubat 2017

90’lı yılların başında birçok genç grubun sözcüsü efsanevi müzik fanzini Laneth, tüm heavy metal ve rock severleri, eski günleri yad etmek ve hasret gidermek üzere sizi bugün Salon’da büyük bir parti verecek.90’lar Türk pop’unun yükseldiği hatta tavan yaptığı yıllardı. Ama başka bir öneme daha sahipti, ülkede rock ve metal türünde müzik yapan müzisyenler şimdi için sarsılmaz bir temel inşaa ediyordu. Şimdinin birçok önemli müzisyeni o dönem yarattıkları şarkılar ile şu anın gençlerine önemli kapılar açıyordu. Malumunuz efsanevi Metallica konseri 90’larda yapılmıştı. Özlem Tekin ve Şebnem Ferah’ın dahil olduğu Volvox, Teoman, Pentagram yine o dönemden bize kalan miraslardı. Gençlerin kendilerini ifade edebildiği, yüzde yüz yerli bir yayın da tam da o dönem yayımlandı. Laneth dergisi şimdinin önemli müzisyenlerine ve müzik yazarlarına sayfalarını açtı. Yenilikçi bir tavır sergiledi. Yerli sahnenin önemli metal ve rock sanatçılarını ciddiye aldı ve onlara dair makaleler yayınladı.Şimdi ise o günleri anmanın, gençlere daha iyilerini yapmaları için ilham yaratması için özel bir gece düzenleniyorlar.Yıllar sonra bir araya geliniyorBugün Salon İKSV kapılarını bu etkinlik için açarken Laneth’in fikir babası ve editorü Çağlan Tekil geceyi şöyle özetliyor; “Laneth dergisi, 1991-1994 yılları arasında toplam 31 sayı yayımladı. Bu yıllar içerisinde sert müzik dinleyen gençliğin sesi oldu. Yasal olmadığı ve dolayısıyla bayilere dağıtılamadığı için sadece belli başlı müzik dükkanlarından satılabildi, buna rağmen kapandığında tirajı 3 bindi.Bu dergide o dönem kendi ve takma isimleriyle Kanat Atkaya, Süreyya İzgi, Tolga Akyıldız gibi tanınmış gazeteciler yazdı. Laneth kendi adıyla 90’larda 3 konser düzenledi. Bu konserleri Aptülika, Metin Demirhan, Ketche, Hakan Tamar ve Ayça Şen gibi isimler sundu. Laneth, ilk başta metal müzik üzerine yayın yapmasına rağmen daha sonra bir rock kültürü dergisi oldu. Şebnem Ferah, Athena, Cenk Durmazel, Ogün Sanlısoy, Pentagram gibi isimler ilk röportajlarını bu dergiye verdi. Bu akşam 90’lı yıllarda bu müziğe ve dergiye gönül vermiş insanlar yıllar sonra bir araya gelecek. Grupların da Laneth’in çıktığı dönemde faal olan gruplardan olmasına özellikle dikkat edildi. Geceyi Aptülika sunacak, müzikleri ise Nikki Wild çalacak.” Anlayacağınız o zamanın gençleri tüm imkansızlığı bir yana koyup, kült olmuş şarkılara ve hikayelere sahip oldu. Bir bakıma bu ilhamın enerjisini ve gücünü görmek için muazzam bir gece sizi bekliyor olacak. Sahnede tutku ile müzik yapanlar ve müziğin hala dünyayı hadi geçtim kendi dünyalarını değiştirecek gücü olduğuna inananlar ile aynı havayı solutacak Laneth gecesi kaçmaz!Müziğin sert çocuklarıSalon İKSV’de iki farklı alanda gerçekleşecek gece kapılarını saat 21.00’da açacak. Aptülika’nın sunuculuğu, Pentagram, Metalium, Kronik, Radical Noise ve Dr. Razor’ın canlı performansları, Nikki Wild’ın da DJ setiyle devam edecek “Laneth Bir Gece”ye eş zamanlı olarak binanın teras katında ise yine Nikki Wild’ın müzikleriyle sesi ve ısıyı yükselteceği özel bir parti gerçekleşecek. Bu bol distorsiyonlu gecede bütün özgür ruhlar eski sert günleri yad edecek.

Devamını Oku

Tatilin rotası belli festivaller

11 Şubat 2017

Ülkemizde müzik festivalleri bir elin parmağından bile az kaldı. Turnede olan birçok müzisyen artık ülkemizi es geçiyor ve burayı gelmeyi tercih etmiyor. Müzik tutkunları olarak bu durumun üzücülüğünü bir kenara bırakırsak eğer Avrupa’da size kollarını açan birçok festivali yakalama şansınız var... Tatil programınızı şimdiden yapmaya başladıysanız eğer size line up’ları ile gümbür gümbür programlar sunan bu yılın dikkat çeken festivallerini sıraladım...Rock Werchter (29 Haziran-2 Temmuz)Belçika’nın Werchter kasabasında yapılan festival şüphesiz bu yılki line up’ı ile herkesi şaşırttı. Birçok isim açıkladılar, açıkladılar ve hala açıklayacağız da diyorlar. Foo Fighters, Radiohead, Arcade Fire, Kings of Leon, Linkin Park, System Of A Down, Alt-J, Blink 182, Imagine Dragons, James Blake, Lorde, Oscar And The Wolf, Agnes Obel, Bonobo, White Lies, Benjamin Clementine... Bilet fiyatı bin TL’ye denk geliyor. Ama böyle rüya kadroyu bir arada görmek neredeyse imkansız. Son yirmi yılın en büyük isimlerini paket olarak önümüze sunmuşlar... Sahneler arası mekik dokuyacaksınız adeta. Festival, küçük bir kasabada olduğu için ya kasabadan bir otelde kalacaksınız ya da kamplı seçeneği tercih edeceksiniz. Ben daha hiç deneyimleyemedim ama oldukça kaliteli bir ses sistemi, sıfır kuyruk ve alanda iyi bir festival ruhunun olduğunu birçok arkadaşım anlattı. Line up’a yeni isimler de eklenecek, tek birini bile bu yıl Türkiye’de izler miyiz orası meçhul!Nos Alive (6-8 Temmuz)Depeche Mode, Foo Fighters, The Weeknd, the xx, Alt J şimdiden açıklanan isimler. Lizbon müzik sahnesinin en önemli festivallerinden biri. Büyük bir ormanda gerçekleşiyor. Buraya giden çoğu arkadaşım festivalin beklediklerinden daha eğlenceli olduğunu belirtti. Ses sistemi özellikle büyük övündükleri konulardan biri. Depeche Mode yeni albümünü yayınlıyor ve turneye çıkıyor. Uzun zaman sonra onları sahnede izlemek heyecan verici olacaktır. Malum şimdinin müziğinin oluşmasında katkıları büyük. Bu festivalin yanında Lizbon’da da keşfe çıkmayı unutmayın. Muazzam bir rock tatili yapacağınız garanti.Lollapalooza Paris (22-23 Temmuz)Amerika bazlı Lollapalooza Avrupa’da ikinci ayağı olarak Paris’i seçti. Paris’de de Berlin’deki gibi Hippodrome de Longchamp adlı hipodromda gerçekleşecek. Merkezden on beş dakika uzaklıkta... Festivalin ilk senesinin nasıl olacağını tahmin edemediğimizden güçlü line up’ını sizlere sıralayalım; The Weeknd, Red Hot Chili Peppers, Lana Del Rey, Imagine Dragons, Alt-J, DJ Snake, Editors, London Grammer. Son yılların en önemli sanatçılardan olan The Weeknd’i kariyerinin en parlak döneminde canlı izlemek için önemli bir fırsat olsa gerek. Lollapalooza, şehirli ve moda ile ilişkili bir festival. Lokasyon bakımından tahmin ediyorum ki bekleneni verecektir.NOVA ROCK (14-17 Haziran)Farklı bir festival rotası önereceğim size, Viyana... Linkin Park, Fatboy Slim, Blink 182, Slayer, In Flames, Good Charlotte, System of a Down, Green Day, Mastodon festivalde sahne alacak isimler. Nu metal, punk ve metal tutkunları için bir vaha niteliğinde olmuş. Festival Viyana’ya çok yakın bir bölgede gerçekleşiyor. Ana sponsorlarının arasında Avusturya’nın tren şirketi ÖBB olunca, ek seferler koymuşlar ve şehre kolayca gidiş dönüş imkanı sağlıyorlar. Viyana’ya uçak biletleri çok uygun, şimdiden alırsanız eğer. Genellikle yerel bir festival sayılabilir. Bolca turist yok, Avusturyalılar festivalde tüm snobluklarını bir kenara bırakıp, süper eğlenceli insanlar oluyorlar. O yüzden festival tercihlerinde farklı bir rota arayanlar için önerimdir.Roskilde (24 Haziran-1 Temmuz)Bu yıl line up’larda bu kadar iddialısını görmemiştim. Foo Fighters, Arcade Fire, Justice, Moderat/Modeselektor, Trentemøller, The Weeknd, Blink-182, Bryson Tiller, Lorde, Solange, The Lumineers ile ortalığı yakmışlar. Şu sıralar turnede olan birçok isim Kopenhag’tan yarım saatlik uzaktaki Roskilde alanında arz-ı endam edecek. Bol dans ve eğlence vaadettiğini söylemesek olmaz.Primavera Sound (29 Mayıs-4 Haziran)İspanya’nın Barselona şehrinde düzenlenen Primavera Sound Festivali bu yıl özellikle indie müzikseverler için kendi klasmanında iyi bir line up’ı var. Geçtiğimiz yıl Radiohead etkisi ile yüksek bir Türk yoğunluğu vardı festivalde. Bu yıl festivalin line up’ındaki dikkat çeken isimler şöyle, Frank Ocean, Arcade Fire, Bon Iver, the xx, Aphex Twin, Grace Jones, Slayer, Solange, Van Morrison... Arcade Fire özellikle canlı performansı kaçırılmayacak gruplardan. Sahnede büyük bir şenlik yaratıyorlar. Parc del Fòrum’da gerçekleşen festival şehre yakın ve tertemiz bir konser deneyimi yaşamak isteyenler için ideal. Yalnız Primavera’da eksik olan bir durum var. Kendini tamamen müziğe adayan bir seyirci kitlesini ana sahnelerin önünde görme şansınız biraz düşük. İzleyici fazlasıyla cool, fazlasıyla turist, fazlasıyla şık... Ama sahnedeki sanatçıların en güçlü performanslarını sergilediğinin garantisini verebilirim. “Hem deniz-güneş tatili yaparım, hem müzik dinlerim” kafasındaysanız Primavera’ya bir bilet alın. Ana sahnelerine takılıp kalmayın, ufak tefek sahnelerinde de sizi şaşırtacak konser deneyimine vakıf olabilirsiniz. Bir de mümkünse konseri sahneye yakın bir yerden izleyin. Azıcık arkada kalınca ses duyulmaz oluyor. Festival ayrıca küçük çocuklarınız için bedava.Lollapalooza Berlin (9-10 Eylül)Bu yıl festival üçüncü yaşına girecek. İlk yıl Berlin’in kapatılmış ikonik havalimanı Tempelhof’ta gerçekleşti. Festival alanı oldukça küçük kalmıştı. O yüzden ikinci yıl Treptower Park’a geçtiler. Burada da Almanya Çevre Bakanlığı parkta yaşayan hayvanlara ve ağaçalara zarar verilmesinden çekiniyordu. Alan çok büyüktü. Sahneler arası yer değişitirirken neredeyse diğer konseri kaçırıyordunuz. Buradan da vazgeçtiler ve son olarak festivali bu yıl Rennbahn Hoppegarten adlı hipodromda yapmaya karar verdiler. Burası da şehre 30 dakika uzaklıktı bir bölge. Lollapalooza, Berlin’de tam olarak bir dikiş tutturamadı ama bu yılki line up’ları müthiş... Foo Fighters, Mumford&Sons, The xx, Hardwell, Beatsteaks, Two Door Cinema Club, London Grammar, Metronomy festivalin line up’ının alev aldığının kanıtı. Son dönemde gençlerin seyahat rotasına Berlin’i katması bu festival için de şans. Ama ilk yılı yerel halkın daha çok gittiğini, Avrupa festivalcilerinin daha rotasına girmediği söyleyebilirim. Mumford and Sons canlı izlemeniz gereken, sahnede sizi fazlasıyla eğlendiren bir grup. Malumunuz Dave Grohl kırık bacağı ile eğlenceli bir turne deneyimi yaşamıştı geçtiğimiz iki yıl. Şimdi ise sapa sağlam ayakta ve dibine kadar gitarını konuşturmaya hazır. Kült gruplar her zaman iyidir unutmamak lazım.

Devamını Oku

Zamanın ruhu alternatif müzikte!

4 Şubat 2017

Müzik için ne kadar heyecanlanıyoruz ya da yeni çıkan bir albümün ilk şarkısını dinlerken neler hissediyoruz? Müzik ne kadar ulaşılabilir olduysa dinleyicisi için bir o kadar heyecansız hala geldi... Aklımıza takılan bir şarkıyı cep telefonumuzda internet varsa nerede olursak olalım dinleme lüksüne sahibiz artık. Dinleyici olarak hiç bu kadar hazıra konan ve keşiften uzak bir dönemimiz olmamıştı herhalde. Yüz milyonlarca şarkılık havuzda yeni şarkıcıların da kendini göstermesi de hiç bu kadar zorlaşmamıştı. Bu zorluğun içinde hala üretebilen sanatçılar olduğu için de şanslıyız. Emre Aydın işte o isimlerden. Kötü işlerini analiz edebilen daha iyisini yapmak için hala çaba sarf eden müzisyenlerden... Emre ile müzikal köklerine döndüğü Sen Beni Unutamazsın single’ı üzerine konuştum...Müziğe hala bağlı olmanı sağlayan şey nedir?Ben bir müzik dinleyicisiyim, müzisyen olmamın dışında. Son dönem ise inada bindirdim. Birincisi müziğe çok elverişli dönemlerden geçmiyor da olsak daha çok müzik üretilmesi lazım. İkincisi de alternatif kategorisinde görüyorum müziğimi, evet pop türüne de yakınım ama… Pop piyasasına hakim olmayan alternatif isimlerin de ilk 5 listelerinde yer alabildiğini gösterebilme derdindeyim. Keşke alternatif müzik hareketi başlatsak bir şekilde. Bu iki anekdot beni müzik yapmaya motive ediyor.Bundan önceki işin Ölünmüyor’u çok beğenmemiştim. Sen Beni Unutamazsın isk öklerine geri döndüğün, sağlam bir şarkı olmuş…Ölünmüyor, hızlı tüketilen şarkı kategorisindeydi. Ama dinleyicim o şarkıyı kabullenmedi ve sevmedi. Bu şarkıyı yazarken insanlar sevecek mi, sevmeyecek mi düşüncesine dalmadım. Bu da ister istemez müziğime olumlu bir şekilde yansıdı.Neden albüm çıkarmıyorsun? Single çıkarmak daha mı az risksiz?Yakında bir single daha çıkaracağım sonrasında ise albüm planım var. Ama diğer taraftan da çok korkuyorum. Albüm uzun süren bir süreç.Eylül Geldi Sonra albümü kötü bir zamanda çıkmıştı ve o albüm hiç çıkmamış gibi olmuştu. Bu durum işte beni korkutuyor. Sürekli single fikri dinleyici olarak benim de tercih ettiğim bir şey değil.Yeni müzisyenler beni de motive ediyorBir single’ın stream kanallarında kazancı nasıl oluyor?Artık yapımcılar stream müzikten gelirini kazanmaya başladı. Üç gelirimiz var. Konserler, söz yazarlığından telif, yorumculuktan alınan telif… Stream müzik kanallarının hepsi artık bir ödeme yapıyor.Şarkı yazıyor musun?Sürekli yazmıyorum. Fikir biriktiriyorum. Kıyıda köşede şarkı olma yolunda ilerlemiş kelimelerim oluyor.Google’da kendini aratıyor musun?Hayır aratmıyorum. Ekşisözlük’e bile 7 yıldır kendim hakkında ne yazmışlar diye bakmadım. Ama youtube’dan şarkının günlük grafiğine bakıyorum.Son dönemde neler sana ilham veriyor?Sinema filmleri… Buray’ın ilk albümü mesela çok beğendim. Hala duyguları olan müzik yapanlar çıkıyor olması motive ediyor beni. Kalben’i çok beğeniyorum. Alternatif müziğin yeniden çıkışı beni müzik yapma konusunda motive ediyor. Zamanın ruhu bu müzik.İngillizce şarkı yapmak büyük cesaretmişDiskografine baktığın zaman ‘Keşke bu şarkıyı çıkarmasaydım’ dediğin işlerin oldu mu?6. Cadde ile çıkardığım ilk albümün sound’unun çok kötü olduğunu düşünüyorum. Afilli Yalnızlık albümünün de sound’unun abartıldığını düşünüyorum. Çok güzel bir albümdü ama oradaki her şarkı hit değildi. Hoşçakal, Son Defa şarkıları o albümde sanılıyor ama değildi.Farklı türden işler yapmayı planlıyor musun? Çok iyi cover’lar yapıyorsun mesela…Birçok projelerim var sonra vazgeçiyorum. Bir cover yapmayı planlıyorum İngilizce sonra yine vazgeçiyorum. Yedi yıl önce İngilizce single çıkarmayı düşündüğümde hiç donanımım yokmuş. Büyük cesaretmiş. Dediğim gibi bir albüm çıkarma planım var. Galiba ona başladığım an her şey şekillenecek.Yeni dünyanın müziğine hakim misin?Sanmıyorum. Yeni soundları kaçırdığımı hissediyorum bazen. Bir sürü işi farkında olmadan kaçırmışım. Yerlileri dinliyorum ama…Hala sahneye çıkarken heyecanlanıyor musun?Çok uzun süredir heyecanlanmıyorum. Ama adrenalin her zaman yüksek. Seyirci donuksa biraz geriliyorum. En son büyük bir Türkiye turnesi yapmıştık, o da çok ayaklı bir festivaldi. Heyecanımız yüksekti. Sahneler gittikçe küçüldü. Şimdi de alışveriş merkezlerine geçti olay.

Devamını Oku

Daha çok konsere gidip sokağa çıkmalısınız!

29 Ocak 2017

Son dönem birçok müzisyen İstanbul’a gelmekten çekinirken Belçikalı grup Oscar and The Wolf, Volkswagen Arena’da 6 bin kişiye bağırarak şarkılarını söyletti. Grubun bu kadar sevilmesinde etken hiç kuşkusuz vokalleri Max Colombie’nin karakteristik sesi ve sahnedeki egzotik tavrı. Max ile geçen hafta gerçekleşen konser öncesi kulisinde bir araya geldim. Buraya dair düşüncelerini sordum, cevabı ise netti; “Sokaklara çıkmalıyız, konserlere gitmeliyiz. İnsanların ufacık da olsa rahatlaması mutluluk verici.”İstanbul senin için ne ifade ediyor? Çok konser veriyorsun burada ve konser biletlerinin tamamı neredeyse satılıyor. Tabii ki... Bu ülkeyi çok seviyorum. Buraya daha önce tatil için gelirdim. Benim için çok ilginç, çünkü evimden çok uzaktayım ve bir sürü insan konserlerime geliyor. Türkiye’deki insanlar benim ülkeme göre çok daha enerji dolu, ve daha heyecanlı.Yaz boyu uzun bir turnedeydin. Bu süreçte kendin ve müziğinle ilgili neler keşfettin?Kendimle ilgili bazı eksiklikleri keşfettim. Daha iyi yapabileceğim şeyler olduğunu gördüm. Bir şeyi yaptığınızda, bir sonraki sefer neresini daha iyi yapmanız gerektiğini fark edersiniz ya, öyle oldu. Bunun yaratıcı sürece katkısının da büyük olduğunu düşünüyorum.Peki Entity albümünden sonra bir baskı hissettin mi? Çünkü bu albüm büyük bir başarıydı ve kitleler tarafından çok beğenildi...Bazı yönlerden baskı hissediyorum, bazı yönlerdense hissetmiyorum. Albümü belirli bir zamanda bitirme gibi bir telaşım yoktu, sadece şarkılarımı istediğim gibi kendi tempomda yazmaya devam ettim. Bu arada yeni albüm gerçekten farklı stilleri buluşturacak. Şimdilik o kadar baskı hissetmiyorum, eğlenceme bakıyorum. Çünkü baskı hissedersem ve bu baskı altında şarkı yazarsam sonuçlar kötü oluyor. Aslında sadece şarkı değil, yaptığım her şey berbat oluyor. Kafam özgür olursa şarkılarım da özgürleşiyor.NE YAPTIĞIMI ANLAMIYORSUNUZ BENİ DE DİNLEMEYİNBir röportajında film sahnelerine bakarak şarkı yazdığını söylüyorsun. O alışkanlığın sürüyor mu?Tabii ki, hala bir filmi izledikten sonra şarkı yazmaya başlıyorum. Filmin sesini kısıyorum ve sanki müziklerini hazırlıyormuşum gibi çalışıyorum. Hatta bazen filmden bazı sahneleri siliyorum, kendi kurgumu hazırlıyorum.Son dönemde hangi yapımları beğendin? “Keşke film müziklerini ben yapsaydım” dediklerin oldu mu?Netflix’te yayınlanan The OA adlı dizinin müziklerini yapmayı çok isterdim. Dizinin yazarlarının beni arayıp “bu dizinin müziklerini yapmanı çok isteriz” demelerini dilerdim. Tabii böyle bir yapımın müziklerini yapabilmem için çok daha başarılı çalışmalara imza atmam gerekiyor. (gülüyor)Şarkıların ve sahnedeki tavrın ne kadın ne erkek... Sadece insan olarak oradasın. Bir cinsiyeti, bir ırkı temsil etmiyor gibisin... Bu özellikle mi tercih ettiğin bir şey?Tabii ki, en azından benim yaptığım müziğin bir cinsiyetle tanımlanabileceğini düşünmüyorum. Biliyorsun ki bazı parçalarımı bir kadının şarkı söylediğini düşündürecek şekilde yorumlamayı seviyorum. Bazı dinleyicilerin beni kadın sanmaları ilginç geliyor. Erkek ve kadın tanımlamalarını sorgulamayı, aradaki ince çizginin üzerinde yürümeyi seviyorum. Belçika’da bu tür kavramlar arasında keskin çizgiler olmadığı için bu tarza alışığım. Bir yandan da bu çizginin üzerinde ne kadar oynayabileceğim, sınırları ne kadar zorlayabileceğimi görmeye çalışmak da ilgi çekici. Örneğin geçenlerde Instagram’da bir video paylaştım. Videoda Brezilya’da bir arkadaşımlaydım ve bir kız arkadaşımın elbisesini giymiş, dans ediyordum. Pek çok Türk dinleyicimin, özellikle erkeklerin “Güle güle Oscar and The Wolf, seni iyi bilirdik, bizim için öldün” yazdıklarını okudum. Bir elbise içinde dans edip popomu sallıyor olmamı, orada arkadaşlarımla eğlenip bir rol yapıyor olmamı anlamamışlardı. Benim ne yaptığımı anlamayan insanların beni takip etmelerine, beni dinlemelerine ihtiyaç duymuyorum. Çünkü bu davranışları bana tanımadıkları birisini takip ettiklerini düşündürüyor.MÜZİĞİM IŞIK VE KARANLIK ARASINDAKİ HASSAS DENGEDEKaranlık bir müziğin var ama bir o kadar da parlak... Kendini hep kötüye alıştıran müzisyenlerden misin?Genelde çok karanlık bir insan olduğumu düşünmüyorum. Ancak yaşanmışlıkların herkes için bazı karanlık yanları olabiliyor. Özellikle müzikte bu karanlığın ya da melankolinin ortaya çıkması çok ilginç. Entity’yi yazdığımda insanlar bu şarkının üzgün bir şarkı mı yoksa mutlu bir şarkı mı olduğunu anlamamıştı. Aslında bu soruyu sormalarını seviyorum çünkü ışık ve karanlık arasında hassas bir denge olduğunu fark etmelerini sağlıyorum.Peki, tanınır olmanın sana ne kattığını düşünüyorsun?Hiçbir katkısı yok. (gülüyor) Bence insanlar ünlü olmanın çok iyi bir şey olduğu gibi bir yanılgı içerisindeler. Bir restoranda bir arkadaşınızla derin bir sohbete daldığınızda biri gelip fotoğraf çektirmek istediğini söylüyor ki bu hiç hoş değil. Başlangıçta iyi geliyordu ancak artık insanları görmek istemediğim, onlardan korktuğum için dışarı çıkmak istemiyorum. Tabii ki insanlar bana olumlu eleştirilerini ilettiklerinde mutlu oluyorum ancak fotoğraf çektirmek gibi şeylerde kendimi bir obje gibi hissediyorum. Onların gözünden bakınca durumu anlayabiliyorum ancak beni dinleyenlerle bir fotoğrafta sabit durmaktan çok daha ötesini paylaşabileceğimi düşünüyorum.İSTANBUL’A GELMEKTEN ASLA KORKMADIMMüziğin dinleyicilerinin kişisel dünyasını onarma gibi bir durumu var. Sanatın dünyayı değiştirecek kadar güçlü olduğunu düşünüyor musun?Tabii ki inanıyorum. Ben aslında pek müzik dinlemiyorum. Her gün stüdyolarda veya konserlerde o kadar çok müzikle iç içeyim ki eve geldiğimde müzik dinlemek istemiyorum. Eskiden tabii daha farklıydı. kendimi kötü hissettiğimde müzik dinliyordum ve daha da kötü hissediyordum. (gülüyor) Dünyaya bakıldığındaysa özellikle savaş dönemlerinde müzik, sanat, tiyatro gibi ihtiyaçların çok arttığını düşünüyorum. İnsanlara ufacık da olsa bir rahatlama sağladığını görüyorsun. Ve tabii bir şekilde müziğin dünyayı değiştirebildiğini. Bakın Donald Trump’ın yemin töreninde kimse sahneye çıkmak istemedi. Bu çok normal. Çünkü oradan dünyayı iyiliğe götürecek bir şeyler çıkmayacağını tahmin edebiliyorsun.Birçok sanatçı son dönemde Türkiye’ye gelmekten çekiniyor. Burada olman bizim için çok özel bir şey... Sen buraya gelirken korktun mu?Hayır, hayır. Ben bu tür olayların bizleri sindirmek, korkutmak için yapıldığına inanıyorum. Biliyorsun Brüksel’de de benzer şeyler yaşandı ve sokaklar bomboş oldu. Onların istediği de bu. Ama biz sokaklara çıkmalıyız, konserlere gitmeliyiz, hayatımızı yaşamaya devam etmeliyiz. İstanbul’da bu daha sık yaşandığı için insanların daha çok korkabileceğinin farkındayım ancak ben korkmuyorum. Eğer olacağı varsa olur.HAYATIMIN FON MÜZİĞİ YENİ ALBÜMDEBirazdan sahnede olacaksın. Sahne sana neler ifade ediyor? Sahne kıyafetimi giydiğimde ‘birazdan sahneye çıkacağım’ diye düşünmeye başlayıp heyecanlanıyorum. Yani heyecanım o anda başlıyor. Şu an gördüğün gibi rahatım, az sonra sahneye çıkmayacakmışım gibi...Yeni albümünde dinleyiciyi şaşırtacak parçalar var mı? Müziğinde değişikliğe gittin mi?Elbette çünkü ben de sürekli değişen bir insanım. Herkes değişiyor. İnsanlar 10 yıl boyunca birbirinin aynısı albümler yapıyor. Bunu katiyen anlayamıyorum. Hayatımın son 3-4 senesinin fonunda çalan parçaları topladığım bir albüm geliyor. Tabii ki bazı değişiklikler göreceksiniz. İnsanları şaşırtacağından eminim. Ancak bu değişiklik, bu sürpriz onları kızdırsa da umurumda olmayacak. Çünkü bu benim hayatım, benim müziğim.

Devamını Oku

Sezen Aksu’nun müzikal kodları

21 Ocak 2017

Günlerden sonra İstiklal Caddesi’ndeyim. Caddeyi boydan boya yürürken bana arkadaşlık etmesi için Sezen Aksu’nun ‘Biraz Pop Biraz Sezen’ albümünü seçiyorum. Açılış şarkısı ‘İsyancı’ kulağımda dönmeye başlıyor. İstiklal Caddesi’nin soundtrack’i gibi yankılanıyor albüm. Bir şehre bu kadar yakışır bir albüm. Malumunuz kötü bir Türkçe ile yazılmış tek şarkıları ile kendini kral ya da kraliçe ilan eden şarkıcıların anlamsız bir hayran kitlesine sahip olduğu zamanlardayız. Sezen Aksu ise onlara inat 16 şarkıyı aynı anda hayranlarına sunuyor. Kapak tasarımındaki fotoğrafları ile dünde değil bugünde olduğunu gösteriyor. Keza hareketli şarkılarında kullandığı dil ile de...Sezen Aksu deyince bence müzikal alt yapı dışında özellikle şarkı sözlerine dikkat kesilmek gerekiyor. Yaşadığımız döneme dair her duyguyu bir toplum bilimcisi gibi ince ince sözlerine aktarıyor.“Başka bir dünya mümkün” diyen şarkılarAlbümün şarkıları ruhunuzda öyle bir sarsılma yaratıyor ki sizi baharda açmış çiçeklerin arasına, yenilmiş aşkınızdan ayağa kalktığınız ana, yataktan çıkmadan ağladığınız günlere, arkadaşlarınız ile mutlu yemek masalarına, yaşadığınız topraklardaki dertlerinize, ayaklarınızı yere vura vura dans ettiğiniz anlara bir anda götürüyor. Albümün açılış şarkısı olan İsyancı, Köz, Göç, Hakkımda Konuşmuşsun en beğendiklerimden. Ben Kedim Yatağım; özel bir şarkı gibi... Çünkü bu şarkı 90’lardan bugüne gelmiş gibi... Sezen Aksu’nun vokali özellikle bu şarkıda 90’lardaki gibi buğulu bir şekilde. Keza şarkı sözleri ve müzikal düzenlemesi açısından da.Kördüğüm’ü de şu an yaşadığımız acıların tentürdiyotü niyetine yazmış sanki.Sezen Aksu albümlerinde arka vokallerin kullanılış şekline hayranım. O efsanevi Sezen Aksu arkadaş ortamlarının samimiyetini hissediyorsunuz. Aynı zamanda bir dinleyici olarak bana Ara Dinkjiyan’ı da Aksu albümlerinde görmek iyi geliyor. Bu albümde ayrıca bir dönem Sakin dinlemiş, Onur Özdemir’in müzikal zekasını önceden keşfetmiş olanlar için de özel bir şarkı var. Sakin’in Kurtlu Kuyu’su Aksu’nun albümünde Günaydın Memur Bey adı ile yeniden can bulmuş.Vokallerde Onur’un da sesini duyabilirsiniz. Şarkının sözleri biraz değişmiş ama müzikal alt yapısı aynı özgünlüğü ile yerli yerinde duruyor. Sezen Aksu, şarkıyı muazzam bir güzellikte söylemiş.Albümde şahsen Manifesto ve Hu Hu şarkılarını pek sevmedim. Ama Sezen Aksu şimdinin gençlerinin kodlarını da iyi çözmüş. Onların kullandığı kelimeleri ve sevdiği müzik türlerini çok başarılı şekilde analiz etmiş. Bu iki şarkıda hedefini tam 12’den vurmuş gibi.Tekerleme gibi duran, sevgilisine atarlanırken dünyanın en kötü Türkçe’sine bizi maruz bırakan sözlere sahip şarkılardan size de fenalık geldiyse eğer Sezen Aksu şarkıları ile bir güzel arının...Aradığınız güç bulunduKanadalı grup Arcade Fire’ın yaptığı her şarkı kelimenin tam anlamıyla geleceğe bir imza niteliğinde. Win Butler, bu yüzyılın en önemli müzisyenlerinden. Yaptığı her iş yüksek sanatın açık bir örneği olurken işbirlikleri ile de müzik dinamiklerini belirliyor. Reflektor 2013 yılında yayınlandığında yılın en iyi işlerinden biri olarak listeleri alt üst etmişti. Reflektor, David Bowie’nin vokali ile de kült statüsüne yükselmişti. Grup, uzun bir aradan sonra yayınladığı “I Give You Power” ile gücü yeniden eline aldı. Mavis Staples’in kışkırtıcı soul vokali ile geçmiş ve gelecek arasında yeniden bir müzik köprüsü kurdu. Şarkıyı yayınladıkları youtube videolarının altına şu notu da düşmeyi unutmadılar; “Birlikte kalmamız ve birbirimizle ilgilenmemiz hiç bu kadar önemli olmadı.” Dünyada yaşanan savaşlara ve ırkçı yaklaşımlara bir şarkı ile karşı çıkıyorlar. Aradığımız güç bazen bir şarkıdan da gelebilir işte...Alternatif işlerin ayak sesleriGeçtiğimiz gün çok önemli bir müzik lansmanına katıldım. İstanbul Blue Night ve Sony Music Türkiye, bir araya gelerek İstanbul Blue Night Records adı altında, alternatif müziğe destek verecek bir alt label ortaya çıkardı. İki marka Türkiye’deki alternatif müziğin güçlü ayak seslerine daha fazla kayıtsız kalmadıklarını bu proje ile bariz bir şekilde göstermiş oldu. GECE, Yok Öyle Kararlı Şeyler ve Nadas grupları birer single ile bu label’ın çıkışını kutlamış oldu. GECE’nin Kalbe Kördüğüm albümünü tam bir fiyasko olarak görüyordum. Albümde müzikalite olarak ancak iki şarkı göze çarpıyordu. Grubun iyi şarkılar yaptığını çok iyi bilen biri olarak sabırla ‘o’ şarkının geleceğine emindim. İşte bu label kapsamında çıkardıkları Tik Tak şarkısının grubu yeniden harekete geçireceğine inanıyorum. Gece, güzel işler yaptığını dinleyicisine hatırlattı. Açın ve dinleyin, Pazar gününüze gayet iyi gelecektir. Özellikle gençlik dizilerinin de bu şarkıyı kullanacağına eminim. Malumunuz yeni nesil şarkıları artık diziler sayesinde keşfediyor!

Devamını Oku

The XX ve Bonobo’dan senenin ilk hitleri

14 Ocak 2017

Ocak ayının sonuna gelirken merakla beklediğim iki albüm birden yayınlandı The XX’in I See You albümü ve Bonobo’nun Migration’ı... Öncelikle The XX ile başlayalım. İlk teklisi On Hold ile büyük bir heyecan yaşamıştık. Beş yıl aradan sonra minimal ve karanlık sularda gezen müzikleri nasıl evrilmişti merak içindeydik. I See You’nun açılış şarkısı Dangerous, eski The XX’ten eser kalmadığını bağıra çağıra ilan ediyor. Alternatif köklerine sadık kalan grup, gemiye artık pop ve grubun yükselen elektronik yıldızı Jamie xx’den çok fazla parça eklemiş gibi... Jamie xx’e solo projeler yapmak muazzam yaramış ve prodüktörlüğünü yaptığı bu albümle de grubun bel kemiği olduğunu bir kez daha kanıtlamış.The XX’in son albümü özü olarak beni sarsmadı... Yeni dünya müziğinin en abartısız ve en doğal halini sunarken neden U dönüşü yapmışlar merak içindeyim. İlk albümlerinde yer alan Night Time şarkısını ilk dinlediğim anı düşünüyorum da bu albümde aynı vuruculağa sahip hiçbir şarkıya denk gelmemek hayal kırıklığı yaşattı. Ama müzikal olarak ayakları artık yere sağlam basan, ilk albümdeki gibi yenilikten asla kaçınmayan bir sound ile bizimle beraberler. Karanlıktan aydınlığa çıkmış gibi müzikleri, albüm kapağından da anlayacağınız gibi... Daha önce The XX ile yaptığım bir röportajda şöyle demişlerdi; “Aslında bütün şarkılarımız grup üyelerinin yaşadığı gerçek hayat deneyimlerinden yola çıkarak yazılıyor. Yani kısacası tüm ilhamımız aslında kendi hayatımız.” Anladığım The XX üyelerinin her biri artık hayata daha umut ve sevgi dolu bakıyor. Say Something Loving, Dangerous ve Hold On albümün dikkat çeken yapıtları arasında.Göç üzerine bir hikayeBonobo’nun Migration albümüne gelirsek eğer Simon Green, tüm müzikal olgunluğunu ustaca bu albüme yansıtmış. Öncelikle konuk sanatçıları bir sıralayalım; Rhye, Nicole Miglis, Innov Gnawa ve Nick Murphy (Chet Faker). Albüm, katmanlı bir kompozisyon yaratmış gibi... Downtempo elektronik müziğin her zaman ruha iyi geldiğini düşünenlerdenim. Migration albümünü kulağıma taktığım an dünyanın başka bir köşesine ışınlanmış gibiydim. Hatta sanatçı yaptığı bir röportajda bu hissi şöyle anlatıyor, “Londra’da yaşarken, gece uçuşları alıp Kanada’nın Kuzey Bölgesi’nden uçup Tundra’nın ortasında küçük yerleşim yerleri bulunduğunu gösteren uçak haritasına bakıyordum. İnsanlar orada ne yapıyor olursa olsunlar dışarıda olduklarını görmek her zaman büyüleyiciydi. Migration albümündeki birçok şarkı da bu düşlerden ortaya çıktı.” Zaten albümünü de göç kavramının üstüne oturtuyor.Bonobo ayrıca bu albümde dinleyicisine saf kan bir elektronik müzik bize sunmuyor, vokaller, canlı çalınan enstrümanlar ile bu müziğin aslında onlarca şekle girebildiğini kanıtlıyor.Albümün yıldız şarkıları ise Nick Murphy yani Chet Faker’ın vokal olarak yer aldığı No Reason... Dijital dünyanın melodileri ile hüzünlü bir dans şarkısı olarak parıldıyor. Ayrıca Surface, Grains gibi dans hitleri Bonobo’yu bu yıl herhangi bir festivalde yakalamak için bize ilham veren eserlerden... Senenin sonunda bile bu albümü dinleyeceğinizden emin olabilirsiniz...

Devamını Oku

La La Land ile müzik ruhunuza dokunsun

7 Ocak 2017

Bazı filmler sountrack’leri ile adeta güç gösterisi yapar. La La Land ya da Türkçe adıyla Aşıklar Şehri film müzikleri ile baş yapıt gibiydi. Yeni nesil bir Hollywood müzikalinin naif ve içten aynı zamanda aşırı derecede romantik olması şaşırtıcı bir gelişmeydi herkes için. Bunda hiç şüphesiz senaryo yazarı ve yönetmeni Damien Chazelle’in etkisi büyük. Chazelle’in müzik ile olan bağı ve bunu her filminde kuşkusuz çok yerinde kullanması seyirciler için de unutulmaz hislerin uyanmasına neden olabiliyor. Filmin hiç kuşkusuz en akılda kalan şarkısı ise City of Stars’dı.Chazelle bir röportajında yarattığı gerek şarkılarla gerekse mekan bazında eski ve yeni paradoksunu şöyle anlatıyor; “Los Angeles’ta yaşamak, film tarihiyle dolu bir şehirde yaşamak demek. Nereye dönerseniz dönün kült olmuş filmlerin geçmişi ile karşılaşıyorsunuz. Birçok yönden, geçmişi silmek veya yok saymaya kararlı görünen bir endüstride ilerlemeye çalışıyoruz. John Legend ve Ryan Gosling’in caza dair yaptığı bir tartışma vardır filmde. Bir sanat formunu geçmişiyle mi korumaya çalışıyoruz yoksa onu marjinalleştirerek tüm riski göze alıp onu geleceğe doğru itmeye mi?”Ryan Gosling filmde geleneksel cazın formlarını değiştirmeyi asla tercih etmeyen bir sanatçı olarak karşımızda... John Legend ise filmde eğer cazı yeni müzik formları ile bir araya getiremezsek öleceğini ve yeni nesil ile bir bağ kuramayacağını savunuyor. Bu derinlemesine tartışılacak bir konu. Bazı müzik türlerine asla el değmemesi gerektiğini düşünenlerdenim... Caz müziğine elektronik öğeler katınca sanki çiğ bir hale dönüşüyormuş gibi geliyor. Onun o derinlikli, acıları ifade eden, özgürlüğü kendi formuyla en iyi şekilde anlatan halini bozmamak gerek. Ama rock ve pop için aynısını düşünmüyorum. Doğaları gereği her daim gelişmesi gerektiğini düşünüyorum. La La Land bu açıdan da zihnimizi açan filmlerden. Kendinize bir iyilik yapın ve emin olun birçok Oscar’ı kucaklayacak bu filme biletinizi alın.Ryan Gosling’in notalar ile yakınlığıLa La Land’in başrollerinden Ryan Gosling de birçok filminde şarkı söyleme yeteneğini ön plana çıkaran oyunculardan. Filmi özel kılanda Gosling’in piyano çalışındaki incelik ve karakterli ses tonu. Oyuncu, Blue Valentine filminin bir sahnesinde ukulele gitar ile çaldığı ve söylediği ‘You Always Hurt the One You Love’ şarkısı ile de bizi gönlümüzden vurmuştu. Gosling’in müzik ile bağı ise hafife alınmalı. Zach Shields ile kurduğu Dead Man’s Bones adlı grubu ile albüm bile çıkardı. Hatta ufak çaplı bir turne yapıp Amerika’nın birçok eyaletinde şarkılarını seslendirdi. Gruba festivallerde Silverlake Konservatuarı Çocuk Korosu da eşlik etti. Grubun müziği ne şimdiye ait, ne geçmişe... Gotik bir sound’un üzerine, indie gitarlar ile bezeli. Gosling’in hayran olduğu sanatçılar Chet Baker ve Elvis Presley... Yakın zamanda da Song to Song adında bir şarkı yazarını canlandırdığı filminin vizyona gireceğini de müjdeleyelim!

Devamını Oku

Orta Doğu’da bir vaha: Dubai

3 Ocak 2017

Dünyanın en hızlı gelişen şehirlerinden biri olan Dubai’de yedi günlük bir tatilde neler mi yapılır?Geçmişi olmayan şehirlerde nasıl turist olunur hala keşfedebilmiş değilim. O şehrin sokakları bir dönemin izini taşımıyorsa eğer bana nasıl bir iz bırakabilirdi ki? Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki Dubai’ye giderken aklımda bu tarz sorular vardı. Toplasan 20 yıllık bir şehirleşme geçmişi olan bu şehrin ön yargılarımı kıracağını düşünmüyordum. Orada yaşayan arkadaşım her seferinde kafamda yarattığım Dubai ile yaşadıkları Dubai arasında hiçbir benzerlik olmadığının altını çiziyordu. Buz gibi bir İstanbul günü 30 derece sıcaklıktaki Dubai için yola koyuldum. Yedi günlük tatilimin özeti ise “Orta Doğu’da ama sanki hiç değil” kavramında bir şehir ile karşılaşmam oldu. İşte Türklerin ticaret ve balayı için tercih ettiği bu destinasyonun aslında turistik açıdan ne kadar büyüleyici olduğuna dair anekdotlarım...DUBAİ PARK&RESORTSDubai’ye gitmemdeki sebeplerden biri de Dubai Park’ın açılışına dahil olmaktı. Orta Doğu’nun en büyük tema parkı tabii ki Dubai’de açılacaktı. Üç güne anca gezebileceğiniz bir alan burası. 30.6 milyon metrekarelik bir alan düşünün; içinde Lapita Otel, Legoland, dünyada bir ilk olan Bollywood Park, Motiongate Dubai, Riverland adında bir Fransız köyü yer alıyor. Yakında FOX Studio da burada açılacak. İnanılmaz bir alan. Yemek yerleri, tematik gösteriler, oyun parkları, çocuklar için Legoland’in büyüsü... İçeride 20 milyon parça Lego ile yaptıkları bir ufak bir Dubai görünümü de bulunmakta. 13 ayda tamamlanan Dubai Park’ın CEO’su Raed Kajoor Al Nuaimi, basın toplantısında bu yıl parkın 6 milyondan fazla turist çekeceğinin altını çizdi. Ben Legoland’de kendimi kaybettim. Her şeyin ama her şeyin büyük Lego figürlerini yapmışlardı. Bollywood Park’ı gezerken de karşınıza bir anda filmlerindeki gibi bir gösteri çıkabiliyor. Dubai Park’ta Türk markaları da yer alıyor. Big Chefs, Nusret dikkatimi çeken Türk restoranları arasındaydı. Dubai’de yaşayanların özellikle Türk yemeği tutkusunu hafife almamak lazım.NEREDE YENİR?Dünyadaki tüm mutfaklara dair bir restoran mutlaka Dubai’de göze çarpıyor. Yalnız şöyle bir durum var. Bu restoranlar otelin içinde ya da herhangi bir otele ait kompleksin içinde değilse mönülerinde alkol barındırmıyor. Benim gittiğim restoranlar arasında en beğendiklerimden biri Dubai Creek’in içinde yer alan Artisan baş sıradaydı. Beyrut merkezli restoran gastronomi açıdan yerel mutfak ile füzyonu çok güzel harmanlamıştı. Dubai’de restoranlar özellikle deniz ürünlerinde birinci sınıf bir tat sunuyor. Dubai’de adım attığınız her restoran lüks, bu ayrıntıyı unutmayın. Fiyat olarak kişi başı en az 100 lira ödeyeceğinizi de unutmayın. Ayrıca Kite Beach’de yer alan büfeler de sokak lezzetlerini tatmanız açısından güzel ayrıntı. Bu sahil en güzel denizi olan destinasyonlardan. Aynı zamanda da Souk Madinat Jumeirah’da bulunan İngiliz pubları ise şehrin ortasındaki vaha gibi... Buradaki P&B Smokehouse’u kesinlikle es geçmeyin. Etleri inanılmaz lezzetli.BALONLA ÇÖL SAFARİDubai’ye gidipte dillere destan olan çöllerinde safari yapmadan dönmek biraz saçma olurdu herhalde. Platinum Heritage adlı firma ile enteresan bir safari deneyimi yaşadım. Hükümetin doğal park ilan ettiği bir bölge var. Bütün safariler sadece bu alanda yapılıyor. Önce balon ile çölün sessiz ve ıssız alanında havalandık... Balonla uçmak her zaman huzur vadediyor gibi... Suratına hafiften bir rüzgar vuruyor, karşında uçsuz bir çöl. Ardından da 1950’lerden kalma üstü açık Land Rover’lara atlayıp doğal parkta ünlü safari sürüşüne dahil olduk. Çölde yaşayan en güzel hayvanlardan biri olan gazellerle göz göze gelmek inanılmaz bir deneyimdi. Ardından ‘Çölde Çay’ filmindeymişçesine çölün ortasındaki çadırlarda kahvaltı yaptık. Tabii ki deveye binmedim.BURJ KHALİFA VE DUBAİ MALLTabii ki Dubai’ye adım atar atmaz klişeyi gerçekleştirip dünyanın en büyük alışveriş merkezlerinden biri olan Dubai Mall’a ve AVM’nin içerisinden girdiğiniz 161 katlı, 828 metre yüksekliğindeki dünyanın sayılı yüksek binalarından biri olan Burj Khalifa’ye çıktık.Dubai Mall, gerçekten büyük... Öyle ki AVM’yi harita yardımı ve arabalar ile gezebiliyorsunuz. Sayısal verilere göre bin 200’den fazla mağaza bulunmakta. Dip not Türk markalarının da ciddi bir gücü var. Yazın o kadar sıcak oluyormuş ki Dubai sadece alışveriş merkezlerinde insanlar sosyalleşebiliyormuş. Ayrıca Milano için alışverişe gitmenize gerek yok. Aradığınız tüm markalar galiba burada var. Son kreasyonları ile...Burj Khalifa’nin ise 125’inci katına kadar çıkabiliyorsunuz. Asansör 55 saniyede yukarı çıkıyor ve kulaklarınız ciddi bir deformasyon yaşıyor. Ben sabahtan gittiğim için o muazzam kuyruğa denk gelmedim. 125. kattan bakarken çok yakın geçmişte çölün üstüne kurulan bu şehrin hızla büyüdüğünü görmek şaşırtıcıydı. 1960’larda ufak bir sahil kasabasıyken şimdiyse dünya ekonomisini etkileyen bir yer haline geliyor olmasını 125. kattan net bir şekilde görüyorsunuz. Selfie çekmek için de güzel destinasyon...ALSERKAL AVENUEBenzetmeyi sevdiğimizi düşünerek kısaca Dubai’nin Karaköy’ü... Alserkal, Dubai’de yaşayan çağdaş sanatçı ve tasarımcılardan oluşan kominitenin kurduğu bir alan. Araba galerilerinin arasına konumlanmış çağdaş sanat galeri, moda tasarımcıları, üçüncü nesil kahveciler arasında Orta Doğu’da değil de Avrupa’nın herhangi bir sokağında dolaşıyormuşsunuz hissi veriyor. Ayrıca alandaki açık hava sahnesinde uluslararası yeni müzisyenleri keşfediyorsunuz. Bölgedeki galeriler arasında Custot Gallery’deki Nick Brant’ın ‘Inherit the Dust’ sergisi muazzamdı. Olur da yolunuz Dubai’ye düşerse sergi 28 Şubat’a kadar devam ediyor.NEREDE KALINIR?Ben şehrin iki farklı bölgesini deneyimledim. Şehrin ticaretinin aktığı bölgede yer alan Raffles Dubai, ilk durağımdı. Mısır piramitlerinden ilham alınarak yapılan otel, şaşaadan oldukça uzak minimal ama Doğu ezgileri ile süslü bir oteldi. Otelin içinden de Wafi City adlı AVM’ye geçiş yapabiliyorsunuz. Otel, hizmet konusunda kusursuzdu. Galiba Dubai’nin sırlarından biri de bu. Hizmet sektörü, kusursuz. Devamlı gülen personeller, her zaman halinizi hatrınızı soran garsonlar ve ikram ettikleri özel kahveleri...İkinci destinasyonum ise genelde expatların yaşamayı tercih ettiği Dubai Marina’da yer alan Inter Continental Marina otel oldu. Burası da oldukça modern bir oteldi. Ben uzun süre kalınan apart odalarından birinde konakladım. Karşımda güvenli olan uçsuz bucaksız gökdelenler, bitmeyen bir iş çıkış trafiği ve marinadan geçen yatları gördükçe enteresan duygular yaşadım. Orta Doğu’nun sandığımızdan daha farklı bir yüzü var ki hala keşfedilmeyi bekliyor.

Devamını Oku