Son dönem birçok müzisyen İstanbul’a gelmekten çekinirken Belçikalı grup Oscar and The Wolf, Volkswagen Arena’da 6 bin kişiye bağırarak şarkılarını söyletti. Grubun bu kadar sevilmesinde etken hiç kuşkusuz vokalleri Max Colombie’nin karakteristik sesi ve sahnedeki egzotik tavrı. Max ile geçen hafta gerçekleşen konser öncesi kulisinde bir araya geldim. Buraya dair düşüncelerini sordum, cevabı ise netti; “Sokaklara çıkmalıyız, konserlere gitmeliyiz. İnsanların ufacık da olsa rahatlaması mutluluk verici.”
İstanbul senin için ne ifade ediyor? Çok konser veriyorsun burada ve konser biletlerinin tamamı neredeyse satılıyor.
Tabii ki... Bu ülkeyi çok seviyorum. Buraya daha önce tatil için gelirdim. Benim için çok ilginç, çünkü evimden çok uzaktayım ve bir sürü insan konserlerime geliyor. Türkiye’deki insanlar benim ülkeme göre çok daha enerji dolu, ve daha heyecanlı.
Yaz boyu uzun bir turnedeydin. Bu süreçte kendin ve müziğinle ilgili neler keşfettin?
Kendimle ilgili bazı eksiklikleri keşfettim. Daha iyi yapabileceğim şeyler olduğunu gördüm. Bir şeyi yaptığınızda, bir sonraki sefer neresini daha iyi yapmanız gerektiğini fark edersiniz ya, öyle oldu. Bunun yaratıcı sürece katkısının da büyük olduğunu düşünüyorum.
Peki Entity albümünden sonra bir baskı hissettin mi? Çünkü bu albüm büyük bir başarıydı ve kitleler tarafından çok beğenildi...
Bazı yönlerden baskı hissediyorum, bazı yönlerdense hissetmiyorum. Albümü belirli bir zamanda bitirme gibi bir telaşım yoktu, sadece şarkılarımı istediğim gibi kendi tempomda yazmaya devam ettim. Bu arada yeni albüm gerçekten farklı stilleri buluşturacak. Şimdilik o kadar baskı hissetmiyorum, eğlenceme bakıyorum. Çünkü baskı hissedersem ve bu baskı altında şarkı yazarsam sonuçlar kötü oluyor. Aslında sadece şarkı değil, yaptığım her şey berbat oluyor. Kafam özgür olursa şarkılarım da özgürleşiyor.
NE YAPTIĞIMI ANLAMIYORSUNUZ BENİ DE DİNLEMEYİN
Bir röportajında film sahnelerine bakarak şarkı yazdığını söylüyorsun. O alışkanlığın sürüyor mu?
Tabii ki, hala bir filmi izledikten sonra şarkı yazmaya başlıyorum. Filmin sesini kısıyorum ve sanki müziklerini hazırlıyormuşum gibi çalışıyorum. Hatta bazen filmden bazı sahneleri siliyorum, kendi kurgumu hazırlıyorum.
Son dönemde hangi yapımları beğendin? “Keşke film müziklerini ben yapsaydım” dediklerin oldu mu?
Netflix’te yayınlanan The OA adlı dizinin müziklerini yapmayı çok isterdim. Dizinin yazarlarının beni arayıp “bu dizinin müziklerini yapmanı çok isteriz” demelerini dilerdim. Tabii böyle bir yapımın müziklerini yapabilmem için çok daha başarılı çalışmalara imza atmam gerekiyor. (gülüyor)
Şarkıların ve sahnedeki tavrın ne kadın ne erkek... Sadece insan olarak oradasın. Bir cinsiyeti, bir ırkı temsil etmiyor gibisin... Bu özellikle mi tercih ettiğin bir şey?
Tabii ki, en azından benim yaptığım müziğin bir cinsiyetle tanımlanabileceğini düşünmüyorum. Biliyorsun ki bazı parçalarımı bir kadının şarkı söylediğini düşündürecek şekilde yorumlamayı seviyorum. Bazı dinleyicilerin beni kadın sanmaları ilginç geliyor. Erkek ve kadın tanımlamalarını sorgulamayı, aradaki ince çizginin üzerinde yürümeyi seviyorum. Belçika’da bu tür kavramlar arasında keskin çizgiler olmadığı için bu tarza alışığım. Bir yandan da bu çizginin üzerinde ne kadar oynayabileceğim, sınırları ne kadar zorlayabileceğimi görmeye çalışmak da ilgi çekici. Örneğin geçenlerde Instagram’da bir video paylaştım. Videoda Brezilya’da bir arkadaşımlaydım ve bir kız arkadaşımın elbisesini giymiş, dans ediyordum. Pek çok Türk dinleyicimin, özellikle erkeklerin “Güle güle Oscar and The Wolf, seni iyi bilirdik, bizim için öldün” yazdıklarını okudum. Bir elbise içinde dans edip popomu sallıyor olmamı, orada arkadaşlarımla eğlenip bir rol yapıyor olmamı anlamamışlardı. Benim ne yaptığımı anlamayan insanların beni takip etmelerine, beni dinlemelerine ihtiyaç duymuyorum. Çünkü bu davranışları bana tanımadıkları birisini takip ettiklerini düşündürüyor.
MÜZİĞİM IŞIK VE KARANLIK ARASINDAKİ HASSAS DENGEDE
Karanlık bir müziğin var ama bir o kadar da parlak... Kendini hep kötüye alıştıran müzisyenlerden misin?
Genelde çok karanlık bir insan olduğumu düşünmüyorum. Ancak yaşanmışlıkların herkes için bazı karanlık yanları olabiliyor. Özellikle müzikte bu karanlığın ya da melankolinin ortaya çıkması çok ilginç. Entity’yi yazdığımda insanlar bu şarkının üzgün bir şarkı mı yoksa mutlu bir şarkı mı olduğunu anlamamıştı. Aslında bu soruyu sormalarını seviyorum çünkü ışık ve karanlık arasında hassas bir denge olduğunu fark etmelerini sağlıyorum.
Peki, tanınır olmanın sana ne kattığını düşünüyorsun?
Hiçbir katkısı yok. (gülüyor) Bence insanlar ünlü olmanın çok iyi bir şey olduğu gibi bir yanılgı içerisindeler. Bir restoranda bir arkadaşınızla derin bir sohbete daldığınızda biri gelip fotoğraf çektirmek istediğini söylüyor ki bu hiç hoş değil. Başlangıçta iyi geliyordu ancak artık insanları görmek istemediğim, onlardan korktuğum için dışarı çıkmak istemiyorum. Tabii ki insanlar bana olumlu eleştirilerini ilettiklerinde mutlu oluyorum ancak fotoğraf çektirmek gibi şeylerde kendimi bir obje gibi hissediyorum. Onların gözünden bakınca durumu anlayabiliyorum ancak beni dinleyenlerle bir fotoğrafta sabit durmaktan çok daha ötesini paylaşabileceğimi düşünüyorum.
İSTANBUL’A GELMEKTEN ASLA KORKMADIM
Müziğin dinleyicilerinin kişisel dünyasını onarma gibi bir durumu var. Sanatın dünyayı değiştirecek kadar güçlü olduğunu düşünüyor musun?
Tabii ki inanıyorum. Ben aslında pek müzik dinlemiyorum. Her gün stüdyolarda veya konserlerde o kadar çok müzikle iç içeyim ki eve geldiğimde müzik dinlemek istemiyorum. Eskiden tabii daha farklıydı. kendimi kötü hissettiğimde müzik dinliyordum ve daha da kötü hissediyordum. (gülüyor) Dünyaya bakıldığındaysa özellikle savaş dönemlerinde müzik, sanat, tiyatro gibi ihtiyaçların çok arttığını düşünüyorum. İnsanlara ufacık da olsa bir rahatlama sağladığını görüyorsun. Ve tabii bir şekilde müziğin dünyayı değiştirebildiğini. Bakın Donald Trump’ın yemin töreninde kimse sahneye çıkmak istemedi. Bu çok normal. Çünkü oradan dünyayı iyiliğe götürecek bir şeyler çıkmayacağını tahmin edebiliyorsun.
Birçok sanatçı son dönemde Türkiye’ye gelmekten çekiniyor. Burada olman bizim için çok özel bir şey... Sen buraya gelirken korktun mu?
Hayır, hayır. Ben bu tür olayların bizleri sindirmek, korkutmak için yapıldığına inanıyorum. Biliyorsun Brüksel’de de benzer şeyler yaşandı ve sokaklar bomboş oldu. Onların istediği de bu. Ama biz sokaklara çıkmalıyız, konserlere gitmeliyiz, hayatımızı yaşamaya devam etmeliyiz. İstanbul’da bu daha sık yaşandığı için insanların daha çok korkabileceğinin farkındayım ancak ben korkmuyorum. Eğer olacağı varsa olur.
HAYATIMIN FON MÜZİĞİ YENİ ALBÜMDE
Birazdan sahnede olacaksın. Sahne sana neler ifade ediyor?
Sahne kıyafetimi giydiğimde ‘birazdan sahneye çıkacağım’ diye düşünmeye başlayıp heyecanlanıyorum. Yani heyecanım o anda başlıyor. Şu an gördüğün gibi rahatım, az sonra sahneye çıkmayacakmışım gibi...
Yeni albümünde dinleyiciyi şaşırtacak parçalar var mı? Müziğinde değişikliğe gittin mi?
Elbette çünkü ben de sürekli değişen bir insanım. Herkes değişiyor. İnsanlar 10 yıl boyunca birbirinin aynısı albümler yapıyor. Bunu katiyen anlayamıyorum. Hayatımın son 3-4 senesinin fonunda çalan parçaları topladığım bir albüm geliyor. Tabii ki bazı değişiklikler göreceksiniz. İnsanları şaşırtacağından eminim. Ancak bu değişiklik, bu sürpriz onları kızdırsa da umurumda olmayacak. Çünkü bu benim hayatım, benim müziğim.