Kasım ayında hangi konserlere gidilir?

30 Ekim 2016

Sezon bu yıl bir ay erteleme ile Ekim ayı itibariyle başladı. Kasım’da ise daha da alevlenmeye başladı... Kasım ayı ajandama baktığım zaman şimdiden önümde gitmeyi bekleyen bir sdolu etkinlik gözüküyor. Müzik adına dolu dolu bir aya giriyoruz. Kendi ajandamdan yola çıkarak “gözden kaçmasın” dediğim etkinlikler...4 Kasım: Zorlu PSM’nin Drama Sahnesi’nde Avusturya’nın deneysel müzik sahnesine armağanı Fennesz var. Fennesz, zorlu ama bir o kadar da ihtişamlı bir müzik ziyafeti sunacak. Gitar tabanlı müziği adeta soyut bir dünyanın içinde yolculuğa çıkarıyor. 90’ların Viyana tekno müzik sahnesinin yaratıcılarından biri olarak da gösterilen sanatçı, bu özel performansını kaçırmayın derim.8 Kasım: Müzik belgesellerine özel bir ilginiz varsa eğer eğlenceli bir deneyim sizi bekliyor. Zorlu PSM’nin Skylounge’ında Londra menşeili folk rock grubu Mumford and Sons’ın Güney Afrika’da verdiği unutulmaz konserinin belgeseli “Live From South Africa: Dust and Thunder”ı dünya ile aynı anda izleme şansını yakalayacaksınız. Grubun, özellikle Baaba Maal ile gerçekleştirdiği performansı hayranlıkla izleyeceğiniz kesin. 3C1M’in katkılarıyla konser havasında gösterilecek filmin öncesi ve sonrasında ise Radyo Eksen DJ’leri kabinin başında olacak.11 Kasım: Bu konser açıklandığından beri büyük bir heyecanla gün sayıyorum... Almanya’nın elektronik müzik dehaları Moderat, Zorlu PSM sahnesinde olacak. Son albümleri ‘Moderat III’ ile elektronik müziğin basite indirgenmemesi gerektiğini, kafa yorulunca nasıl muazzam eserlerinin ortaya çıkabileceğini bir kez daha gösterdiler. 2014 yılında One Love Festivali kapsamında izlemiştik, şimdi ise kariyerinin doruklarındalar, kaçmaz!15 Kasım: Bütün yaz muhakkak bir yerlerde duyduğunuz Drinkee şarkısının yaratıcıları, müthiş cool ikili Sofi Tukker ertelenen İstanbul konseri sonrası, hayranlarını üzmedi ve bir kez daha gelmeyi kabul etti. Babylon sahnesine çıkacak olan New Yorklu ikili, bir saniye bile yerinizde duramayacağınız özel bir performansa imza atacak. Egzotik jungle pop türünde şarkılar yaparken doyumsuz bir dans deneyimi de sunuyorlar.17 Kasım: Efsane sesleri ağırlmakta üstüne olmayan Babylon bu kez reggae türünün kült ismi Alpha Blondy’e kapılarını açıyor. Fransızca ve Dyula dillerini harmanladığı şarkıları ile tabii ki özgürlükten, mutluluktan, eşitlik ve kardeşlikten bahsediyor. İyi müzikle dans etmenin zevkine varmak isteyenler için güzel bir tercih olacaktır.25 Kasım: Bu aralar takıntım olan deneysel müzik yapan müzisyenleri bir bir ülkemize getiren organizatörler ve buraya gelmeyi kabul eden sanatçılara selam olsun... Salon’da Avusturya’nın mühim müzisyenlerinden biri olan Dorian Concept, var. Viyana’da birkaç kere izleme şansım oldu ve her seferinde farklı bir deneyim yaşamış gibi hissettim. Kendi tabiriyle “kendi kendini sample’layan, otodidakt bir caz müzisyen.” Red Bull Music Academy sanatçılarından biri olan Dorian Concept’in müziği elektronikten hip-hop’a, funk’tan caza uzanan bir seçki sunuyor.

Devamını Oku

Bazı filmler müzikleri ile etkiler

22 Ekim 2016

Bazı filmlerin soundtrack’leri o kadar etkilidir ki üzerinden seneler geçse bile hala o şarkıları dinlersiniz. Geçtiğimiz Filmekimi kapsamında izlediğim American Honey’nin de soundtrack’leri aynı etkiyi sağlıyordu. Hatta Spotify’a göre festival sırasında da izleyici en çok American Honey filminin müziklerini dinlemiş. Andrea Arnold’ın yönettiği Sasha Lane ve Shia LaBeouf’un başrolündeki filmde rap müziğin günümüzde ne kadar baskın ve etkili olduğuna tanık oluyorsunuz. Arnold’ın yarattığı ya da gerçekliğin yansıması olan dünyada müziğin hayata etkisi de görülüyor. Bir bakıma filmde çalan şarkılar da karşımızdaki gençlerin ruh halini bize gösteriyor. Filmde Amerika’nın gelir seviyesi yüksek ya da düşük eyaletlerinde dolaşırken müziğin sınıf ve cinsiyet ayırt etmediğine de şahit oluyorsunuz. Mesela Amerika’daki neredeyse her evde Rihanna’yı duyabiliyorsunuz.Soundtrack’teki en büyük keşfim Raury oldu. Filmin en can alıcı sahnesinde sanatçının God’s Whisper şarkısı yankılanmaya başladı. Şarkının sözlerinde bir kurtarıcıdan bahsediyor, Afrika ritimlerinin arasında. Bilirsiniz, Afrika kıtasında davul ritimleri kalp ateşlerini simgeler. Ve bu şarkıda da bu baskın şekilde hissediliyor. Kafanızda “Bu çocukların değişime ihtiyacı var mı?” sorusu yankılanırken şarkı sözleri ile size bir kapı aralıyor. Sokağa çıkıp siz de o kalabalıkların içine girmek istiyorsunuz. Aynı zamanda soundtrack’lerden birinin Mazzy Star’ın mükemmel şarkısı ‘Fade Into You’nun olması, filmin müzikleri için ciddi bir mesai harcandığının kanıtı. American Honey, hikayesi dışında müzikleri ile de Z kuşağının kültürel anlamda ne durumda olduğunu bize anlatıyor gibi...Ustaca kullanılmış şarkılarFilmlerinde müziği ustaca kullanan yönetmenlerden biri de hiç şüphesiz, Xavier Dolan. Dolan’ın bence en sıkıcı filmlerinden olan ‘Alt Tarafı Dünyanın Sonu’nda bile yine ustaca bir müzik kullanımı var. Uzun zaman sonra bir filmde Blink 182 duymak oldukça şaşırtıcıydı. Dolan, Adele’in Hello klibini de yönetti. Kanadalı yönetmenin filmlerinde klip izlenimi veren birçok sahneye tanık olabiliyorsunuz. Mesela Mommy filminin kırılma sahnesinde Oasis’in Wonderwall şarkısını kullanır. Bu tavrına her zaman şu açıdan bakıyorum; filmle gizli bir samimiyet kurmanızı sağlayanlardan etkenlerden biri Dolan’ın kendi kuşağını büyüten şarkılara yer vermesi.Türk yönetmenlerden ise Fatih Akın ve Ferzan Özpetek müzik kullanımı bakımından oldukça usta. İki isim de yurt dışında yaşadığı için midir bilinmez, filmlerinde kullandıkları Türkçe şarkılar adeta bir keşif gibi... Akın’ın vakti zamanında DJ’lik ile yapması müzik kulağının ne kadar iyi olduğunun kanıtı... Özpetek de çoğu filminde Sezen Aksu’nun kült parçaları yerine, gizli köşelerde kalmış şarkılarını tercih ediyor.Haneke’nin Amour filminde şu replik geçer “Filmi hatırlamıyorum ama nasıl hissettirdiğini hatırlıyorum.” Film müziklerinin bıraktığı iz biraz da böyle...

Devamını Oku

Teoman eski ruhuna dönüyor

15 Ekim 2016

İlk satın aldığım albümü hatırlamıyorum ama ilk gittiğim konserin bileti hâlâ duruyor; Rumeli Hisarı’nda izlediğim Teoman. Şahane bir akustiği vardı mekanın. 90’ların sonu, 2000’lerin başıydı ve Teoman müthiş bir sanatsal üretim içerisindeydi. Yazdığı şarkılar, çektiği klipler, konserleri, gece dışarı çıkışları, verdiği röportajlar hemen hemen hepsi dikkat çekiciydi. Tek düzelik hakim değildi müzik dünyamızda. Biz o dönemin ergenleri için yapılan her müzik de zihin açıcıydı. Ardından müziğin kısır döngülere maruz kaldığı 2010’lara vardık. Bu durum, her sanatçı gibi sanki Teoman’ı da vurdu. Sanatçının müzikal devinimini bu köşede iki satırla anlatamayacağıma göre, geçtiğimiz gece gerçekleştirdiği Harbiye Açıkhava sahnesinden anekdotlar...- Teoman’ın onlarca konserine şahit oldum. Son üç yıldır verdiği konserlere katlanamıyordum. Ama yine de büyük sabırla gidiyordum. Çünkü bağırarak şarkı söylemek için konserleri tercih edenlerdenim. Büyük bir sabır örneği gösterip; “Evet, sonunda güzel bir Teoman konserine denk geleceğim” umudum bir türlü kaybolmadı. En son Teoman’ı Mart ayında Zorlu PSM’de izlemiştim ve dayanamayıp konserin yarısında çıkmıştım. Haklı sebeplerim vardı. Teoman, mızıka ve akustik gitar ile sahneye çıktığında sönük bir performans sunuyor. Ve sabrım sonuç verdi. Yıllar önceki enerjisini yansıttığı Teoman konserine sonunda denk geldim.- Malumunuz Harbiye Açıkhava sahnesi tadilata gireceği için bir bakıma kapanış konserleri yapılıyor. Teoman da ‘Best Of’ adını verdiği konseri ile geçtiğimiz gece Açıkhava sahnesinde bizi karşıladı. “Açıkhava için 30 bin harcadı, 10 dansçı çıktı, 5 kıyafet değiştirdi” haberlerine maruz kalmadan, Ekim soğuğuna rağmen tıklım tıklım doldurmuştu mekanı.- Cihangir’de bir kafede yan masanızda oturan standart adam Teoman, Açıkhava sahnesinde rock star’a dönüşüyor. Klişeler bazen ne kadar gerçek, geçtiğimiz gece de bir kez daha bunu bize kanıtladı. Sahneye zorunluluktan çıkmamış gibiydi. Bu şarkı söyleyişine yansıyordu. Bir parti veriyordu, biz de davetlileriydik.- Uzun zaman sonra sahnede ‘O’ ve ‘Kardelen’ şarkılarını duymanın hazzını anlatamam. Daha çok eski albümlerden şarkılar söylemeli...- Birçok müzisyenin es geçtiği ‘intro’ ile başlayan konserleri daha çok görmek istiyoruz. Teoman bunu es geçmemişti ve ‘Gemiler’ intro’su ile hayranlarını selamladı.- Teoman, şarkılarının sonunda bağırarak garip bir ses oyunu yapıyor. Bence artık yapmamalı! Sesi ne yazık ki o kadar yükseğe çıkamıyor ve biz dinleyicilerin kulaklarına ufak çaplı bir ağrı saplanıyor.- LED ekranlara yansıtılan konser görüntülerinin siyah beyaz olması da konsere ayrı bir kreatif hava vermişti.- Seyirciyle daha fazla konuşmalı. Geçtiğimiz geceki konserin en güzel anlarından biri de hayranlarıyla arasındaki dialogtu.- Teoman sahnesinin yıldız müzisyenleri ise hiç şüphesiz gitarist Tolga Akyıldız ve saksafondaki Toygun Sözen’di. Tolga genç bir gitarist olmasına rağmen usta bir çalma tekniğine sahip. Adını ilerleyen senelerde daha sık duyuracak gibi... Toygun ise üç şarkıda karşımıza çıktı. Seyirci onu sahnede daha çok görmek istiyor.- Bir sonuca bağlamam gerekirse Teoman, geçtiğimiz gece her ne yaptıysa bunu devam ettirmeli. Etkisinden çıkamadığımız, uzun zamandır hasret kaldığımız bir Teoman konserine denk geldik. Bazı müzisyenlerin neden kült olarak kalacağını konserler en güzel şekilde göstermiyor mu?

Devamını Oku

Ön yargıları Viyana’da kıracaklar

1 Ekim 2016

Özen Yula’nın yazdığı Bakarsın Bulutlar Gider, Kasım ayında hem Türkçe hem de Almanca olarak Viyana’da bulunan Werk X-Eldorado tiyatrosunda sahneye konulacak. Oyunu yönetmen Ülkü Akbaba ve başrol oyuncuları Kenan Ece-Zeynep Burkaç ile Viyana’da konuştuk.Viyana’nın en işlek sokaklarından biri olan birinci bölgedeki Petersplatz’ın önündeyim. Şehir bir önceki yüzyılda donmuş gibi... Turistler, iş çıkışı kahvesini içenler, öğrenciler bir yerden bir yere gidiyor. Buna rağmen kimse koşmuyor, kimse bağırmıyor, şehrin en işlek caddesi tüm sakinliği ile güne devam ediyor. Birazdan Kenan Ece, Zeynep Buyraç ve Ülkü Akbaba ile buluşup “Bakarsın Bulutlar Gider” ya da Almanca adıyla “Du Schaust, Und Die Wolken Ziehen” oyunu üzerine konuşacağız. Şu birey olma üzerine, bazen dış görünüşün nasıl kafamızda ön yargılar yarattığına dair söyleyeceklerimiz olacak. Ama öncelikle Özen Yula’nın kaleminin ne kadar evrensel olduğunu belirtiyoruz. İşte Viyana’da Almanca oynanacak olan Bakarsan Bulutlar Gider’in sahneye konma süreci...Neden bu oyunu sahnelemeyi tercih ettiniz?Ülkü Akbaba: Özen’e yeni bir oyunu olup olmadığını sordum. Ve bu oyunu seyrettim ve beğendim. Oyun bir yerlerime dokundu ve bu oyunu Viyana’da farklı bir yorumla ben de yapmak istediğimi belirttim. Ardından Zeynep Burgaç’a önerimi götürdüm. Daha sonra Kenan Ece ile görüştük. Kendisinin Almanca bilmesi şans oldu. Türkiye’de oynadığı gibi Almanya’da da oynamayı kabul etti. Bu yolda ikisi ile güzel adımlarla yürüyoruz. İlk proje olduğu için ilgi büyük. Dil demek yaşam felsefesi ve hareket demek. Bu da oyuna yansıyacak.Viyana’da olmasının özel bir nedeni var mı?Ülkü A: Viyana’nın göbeğinde çağdaş bir Türk yazarı Özen Yula’nın oyununu Bakarsın Bulutlar Gider’i Avusturya seyirci ile Almanca buluşturuyoruz. Bunu yapmamızın nedenlerden biri Türkiye’nin kültürünün ne kadar geniş olduğunu göstermek. Türkiye’nin yazarı, çizeri, oyuncusu da var. Farklı bir yorum da getiriyoruz. Evrensel tiyatro dilini kullanırken Avusturya’nın muhafazakar çevresine de köprü kurmak istiyoruz ki derdimizi anlatabilelim.Almanca oynamak bir iddiaSiz oyunun Türkçesini izlemiş miydiniz?Zeynep Buyraç: İzlemedim. Bu oyuna çok inandım. Şu an sahneleniş şekli olarak, bu oyunu çok doğru buluyorum. Başörtülü insanların da sahnede gözükmesi gerekiyor. Arka planda değil başrolde hem de…Almancanıza güveniyor muydunuz? Rolü bir de Almanca oynayacak olmak riskli gelmedi mi size?Kenan Ece: Avusturya Lisesi’nden 2000 yılında mezun oldum. Sonra Amerika’ya gittim. 16 yıldır Almanca konuşmuyordum. Bu dili yaptığım meslekle bir araya getirmek beni heyecanlandırdı. Korkuttu da aynı zamanda. Sahneye çıkıp oyunu Almanca oynamak zor ama oluyor. Ezber Türkçede olduğundan daha yavaş ilerliyor ama bu zorluğu sevdim. Kendi çıtamı yükseltmemi sağlıyor. Dilin dışında role hazırlanmak da bir süreçti. Almanca oynuyordum ama Almanca nasıl bir adamı oynuyordum. Türkiye’de adamın tüm karakteri dilden çıkmıştı. Şimdi bu adamı başka yerden bulup Avusturya seyircisine derdimi anlatmam gerekiyordu. Bu yüzden farklı bir yol aramam gerekiyordu. Almanca oyun oynamak yeniden öğrenmek ve mesleki anlamda bir iddia koymak gibi benim için...Her şeyi göze aldımMesleki kariyerinizde bu oyunu nasıl bir noktaya koyuyorsunuz?Kenan E: Çok şanslı buluyorum ve şükrediyorum. Bu oyunu çok severek oynadım. Benim de bağlantım olan bir yer Viyana’ya geri dönüp, bu oyunu hem Almanca hem de Türkçe oynamak benim için önemli. İnsanlara bir takım duyguları hatırlatmak da mutluluk verici.Dizi sezonunun başladığı vakitte siz Viyana’da tiyatrodasınız. Bu da mesleki anlamda bir iddia değil mi?Kenan E: Her şeyi göze aldım. Bu oyunu bir de Almanca oynamak, çok cazip geldi. Sezona diziyle başlamak yerine bu oyunla başlıyorum. Umarım adıma hayırlı olur. Ayrıca Taksim Hold’Em filmini çektik, yakında o vizyona girecek.İnsan hikayeleri her yerde aynıBu oyunun tiratları da çok önemli. Almancaya çevrildiğinde aynı his geçebiliyor mu?Zeynep B: Güzel bir çeviri oldu. Ne kadar oyun Almanca olursa olsun, bu oyunun Avusturya’ya ait bir yazarın yazmadığını hissediyorsunuz. Bu da güzel bir his bırakıyor. Oyunda tiratlarda da aynı duyguyu hissedeceksiniz.Kenan E: Özen’in çok belirgin bir dili var. Duyduğunuz zaman tanırsınız. Bence o dilden bir şey kaybetmeden Almanacaya çevrildi.Buradaki seyircinin yaklaşımı sizce nasıl?Ülkü A: Yeniliğe açıklar. Oyunu oynayacağımız mekan genç bir tiyatro ve genç seyirciye hitap ediyor. Farklı projeler yapıyorlar. Biz Türk seyirciyi de burada görmek istiyoruz.İstanbul’da başroldeki karakterin başörtülü olması enteresan bir durum değil. Viyanalı izleyici için bu önemli bir ayrıntı mı?Zeynep B: Burada sahnede hem de başrolde olması önemli bir ayrıntı.Kenan E: Viyana’da entegrasyonla ilgili bir takım sorunlar var. Ortalama bir Avusturyalının Müslümanlığa bakışı önyargılı olabiliyor. Ama bunu değiştirmek de istiyorlar. Beraber yaşadıkları kişileri tanımak istiyorlar. Bu bir gerçeklik ve bunu ellerinin tersiyle itemezler. Avusturya küçük ve ahenkli bir ülke. Dünyanın gerçeği ise milletlerin birbirine karışması. Bununla yüzleşmek zorundalar. Bizim yaptığımız bu projede aslında dış görünüşün bir ön yargı oluşturmaması gerektiği.Zeynep B: Bu kadın başörtüsüz de olabilirdi. Burada altını çizdiğimiz nokta başörtüsü değil. Başörtü bir yere ait olmayı belirliyor. Ama başörtülü kişinin nasıl öteki olmadığını da bir bakıma görüyorlar.Kenan E: Görünüşte insanlar farklı olabilirler, ama yaşanan insan hikayeleri her yerde aynı. Bu iki kişi aslında sıkışıp kalmış insanlar. Belli bir çerçevenin dışına çıkamıyorlar. Toplumun getirdiği kurallar çerçevesinde yaşamaya gayret ediyorlar. Başka renklerini ortaya çıkarmakta zorlanıyorlar. Bu dünyanın her tarafından böyle aslında. Tanımadığın, iç dünyasını bilmediğin insanların evlerine misafir olup aslında senden hiçbir farkı olmadığını görüyorsun.Sahnede kolaya kaçmak istemedikSizi oyunda etkileyen sözler ne oldu?Kenan E: Bütün isimler bir nihayettir, bir netice. Mühim olan isimsiz, şeksiz, şüphesiz hayattır.Zeynep B: Onu beklerken, kendime alıştım.Ülkü A: Sevişirsen değil, seversen geçer.Kenan Beyin Almanca telaffuzu nasıl?Ülkü A: Farklı bir rengi var ama rahatsız etmiyor.Kenan E: Beden dili ile her şey değişiyor. Viyana’da gözlem yaparak bir şekilde doğruyu bulmaya çalışıyorum. Avusturya’da kişisel sınırlar çok önemli. Vücut dilleri de kapalı o yüzden. Bu rol için anahtar oldu. Türkçe oyundaki Kaya daha rahat biri. Buradaki Kaya’nın sosyal kodu ise daha mesafeli ve sınırlı.Almanca yorumunda, karakterleri Avusturya’da yaşayan bir Türk haline getirmediniz değil mi?Ülkü A: Hayır, o zaman kolaya kaçmış olurduk. Sadece göçmen sorunu olarak görürlerdi ve Avusturyalı izleyiciye ulaşamazdık.Kenan E: Çünkü konumuz evrensel. Bir coğrafyaya ya da bir kesime ait değil. Sadece yerelleştirdik.Seyirci salondan nasıl çıkarsa kendinizi iyi hissedersiniz?Ülkü A: O anda o elektriği hissetmesi önemli. İki insanın arasındaki enerjinin seyircinin derisinden içeri girmeli. Seyirci çıktığında, bir şey yaşadığını anlamasını umarım.Kenan E: Buradaki insanları ön yargılarından sıyırıp, hikayeyi buradaki insanlara geçirirsek o zaman mutlu olacağım. Almanca da güzel oynayıp, ne dediğimi anlarsalar daha da mutlu olacağım. (Gülüyor)Zeynep A: ‘Benim hayatımda böyle biraz’ demeleri ve bu konu üzerinden kafa yormalarını isterim.

Devamını Oku

Şimdi müziğin sesini açma vakti!

24 Eylül 2016

Vokal ve davulda Lale Kardeş, vokal, gitar ve basta Deniz Ağan ile Tarkan Mertoğlu’ndan oluşan grup Zorlu PSM’de gerçekleşen MIX Festival’in ilk gününde sahnede olacaklar...Ringo Jets’in müziğinde dinleyicisini harekete geçirme hali var. Size şarkı yaptıran en büyük etkenler neydi? Lale: Kendi adıma, duymak istediğim müziği çalmak istedim. Çalacak insanlarım da olunca sorun kalmadı.Tarkan: Evet, dinlemek istediğimiz müziği yapıyoruz. Özellikle “insanları nasıl harekete geciririz” diye özel kaygımız olduğunu söyleyemem. Parçalar genelde provalarda yaptığımız doğaçlamalardan çıkıyor.Deniz: Aslında ben de vaktiyle başkalarının müziklerini dinleyerek harekete geçme isteği duydum. Elime gitarı alma sebebim tam da buydu. Bizim şarkılarımız da insanlarda harekete geçme isteği uyandırabiliyorsa ne mutlu.Sizi yaptığınız müziğe dair neler motive etti? Tarkan: Söz konusu tarz müziklerin güçlü ve dürüst olması beni çok motive etti, hala da ediyor.Deniz: Beatles’ın sololara girerken kafalarını sallayarak çığlık atmasıydı.Lale: Bir de çevremizde genel bir güçsüzlük hakim; bundan memnun değilim. O mıymıntılığı bozmak beni fena halde tatmin ediyor.SAHNEDE ADETA ÜÇ BAŞLI EJDERHA GİBİ OLUYORUZSon EP’niz Quatre’ı yurt dışında kaydettiniz. Bunun çalışmaları nasıl oldu?Tarkan: Biz aslında bir yıl kadar önce yeni albüm hazırlıklarındaydık. Sonra Red Bull’dan Paris stüdyolarında 4 günlük bir kayıt teklifi geldi.Lale: İlk albümümüzü de birlikte yaptığımız Tommaso Colliva’ya konuyu açtık. O bize “4 güne bütün albümü sıkıştırmayalım” diyince, ortaya hesapta olmayan bir EP çıktı.Deniz: Olay somutlaşınca yeni parçalardan 4 tanesini seçtik. Ön hazırlığını İstanbul’da yaptık. Tomasso’ya bazı demolar gönderdik, fikir alışverişi yaptık, gittiğimizde direk kaydettik.Sahnede nasıl bir grup oluyorsunuz? Lale: Yaptığımızdan haz alan bir grup oluyoruz.Deniz: Enerjik bir grup oluyoruz, enerji üretiyoruz.Tarkan: Sahnede üç başlı bir ejderha gibi oluyoruzMüziğinizi ortaya çıkarırken kimlerden ilham alıyorsunuz?Deniz: The Beatles, The Who, Led Zepplin, Jimi Hendrix, Ten Years After...Lale: 50’ler, 60’lar ve 70’ler genelde.Tarkan: Birçok ilham kaynağımız var. Kinks, Yardbirds, Sonics, Cream Mountain, Blue Cheer, MC5, Stooges, tüm Motown ve Stax kataloğu, Black Flag, Grand Funk, Johnny Burnette, Chuck Berry... Hepsini saymak daha da uzun olur.İstanbul müzik sahnesi size rahat bir şekilde kapılarını açtı mı yoksa bunun için çok mu çabaladınız? Tarkan: Çabaladık diyebiliriz. Kapılar sanıldığı kadar açık değildi.Deniz: Yani “kendimize yer açmak” gibi özel bir çaba sarfetmedik. Ama duymak istediğimiz müziği yapabilmek için çok çalıştık.Lale: Kapıları açmaktan kasıt çalacak bir sahne bulmaksa o kadarı tabii ki açıktı. Ama konser sıklığı ve mekan çeşitliliği konusu sıkıntılı. Sadece bizim sorunumuz değil bu; ana akım harici herhangi bir müziğin Türkiye’de çalacağı yer sayısı utandıracak kadar az.YAPTIĞIMIZ İŞİ HERKES BEĞENSE BİR SORUN VARDIRSizin şarkılarınızı hiç duymamış birine kendinizi nasıl tarif ediyorsunuz? Tarkan: Ben “Rock müzik” deyip geçiştiriyorum. Duymamış ya da bu tarz müzikleri dinlemeyen birine kelimelerle tarif etmek, anlatmak zor olabiliyor.Deniz: Yekten “Rock’n Roll” demek en sağlıklısı.Lale: Kime tarif ettiğime göre değişir. Genelde “çok gitar” diyorum.Kaçıyorlar.Hakkınızda olumsuz yorum okumadım. Böyle sevilmeyi nasıl sağladınız? Klişedir ama yaptığınız işe dört elle sarılmaktan mı kaynaklı...Tarkan: Yaptığımız işe dört elle sarıldığımız kesin. Bizi seven bir kitlenin olması da mutlu ediyor beni. Ama siz denk gelmemişsiniz, bize yönelik olumsuz yorumlar da var ve olması da gerekiyor, olmaması tuhaf olurdu zaten.Lale: Evet, olumsuz yorumlar da var, olması normal zaten. Herkes beğense bir sorun olduğunu düşünürüm, moralim bozar. Yaptığım müzikten çok hoşlanıyorum, Tarkan ve Deniz de öyle. Karşıdan bu belli oluyordur.The Ringo Jets, Gent’te Glimps, Barselona’da Primavera, Viyana’da Waves ve Rennes’de Les Rencontres Trans Musicales gibi önemli festivallerde sahne aldılar.

Devamını Oku

‘Hissiyat olmadan müzik yapamazsınız’

17 Eylül 2016

Sizi en son Primavera Festivali’nde izledim. Muazzam bir enerjiniz vardı. O enerjiyi ortaya çıkaran nedir? Seyirci ya da çaldığınız mekan...Canlı performanslar bizim için adeta spor yapmak gibi. İş konser vermeye gelince tam bir mükemmelliyetçiyiz. Her konserde elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz çünkü bizi dinlemeye gelen seyirci bizim için çok önemli. Bizi dinleyen kalabalık ne kadar heyecanlıysa biz de o enerjiden o kadar çok besleniyoruz. O gece zamanını ayırıp oraya bizi dinlemeye gelen kalabalığın arasından birisinin en ufak bir jesti bizim için en değerli hediye. Buna verebileceğimiz en iyi cevap onlara eğlenecekleri ve daha sonra hatırlayabilecekleri bir gece yaşatmak. Dinleyicinin müzikten beklentisi bir noktada; sözler. Sizin aksak ritimleriniz ve müziğinizin gücü bu beklentiyi minimuma indiriyor. Bu kadar güçlü bir müzik çıkarmanızı sağlayan ilham kaynakları neler?Bizim ilgimizi uyandıran araştırma aşamasını takiben müzik yaratmanın aksine, esin kaynaklarına dayanarak tasarlanmış satırlar yaratmak.Enstrümental bir grup olduğunuzda dinleyenin doğrudan aklına hitap eden bir müzik üretmek alışkanlık haline geliyor. Battles olarak müzik bestelemeye ve parçalarımızı yazmaya başladığımız ilk günden bu yana dinleyici ve bizim için yazdığımız parçaların, ritim ve hissiyat barındırması gerektiğini fark ettik. Eğer akıllı ya da zeki olmak adına müzik yapıyorsanız, genelde üretimleriniz zorlama ve fazla steril oluyor. ‘Gece kulüplerinde çalınan bir hit mi yapmak yoksa konserlerdeki büyük enerji mi’ hangisini tercih edersiniz ve neden?Şüphesiz konserlerdeki o enerji. Sizi dinleyen kalabalıkla kurduğunuz o karşılıklı ilişki ve orada doğan enerji bir sanatçı ve müzisyen için en önemli deneyimdir. Müziğimiz her zaman evrim içerisindeAtlas’ın başarısını düşününce La Di Da Di’yi yaparken üstünüzde baskı hissettiniz mi? Hit olmuş bir şarkıyı aşmak daha mı zor?Bu tip bir düşüncenin bizi çok etkilediğini sanmıyorum. Biz bir sonraki hit single’ını üretmeye çalışan bir pop grubu değiliz. Ya bütün bir albümün tamamlanması ya da bir işin tamamının bitirilmesi gibi önceliklerimiz oluyor. Bir yandan da böylesine başarı yakalamış bir parçaya sahip olduğumuz için çok mutluyuz. Fakat aslında bir sonraki projelerimizin kulağa nasıl geleceğine ve bir grup olarak bir sonraki albümüzde daha ne kadar evrilip ileriye gidebileceğimize odaklanıyoruz. Bir hit çıkartmak perspektifiyle düşünmek yaratıcı sürecinizi gölgeleyebilir.Kayıt yaparken ister istemez doğaçlama bir müzik ortaya çıkıyor mu?Tabii ki, bir noktaya kadar evet. Bunu bir şekilde şöyle düşünebilirsiniz: Kayıt yaparken aslında bir şekilde doğaçlama yapıyoruz ta ki onun tam bir beste halini aldığı noktaya kadar. Bir parça bestelerkenki süreç birtakım fikirlerin farklı kombinasyonunun tekrar edilmesiyle ve o anda bizim en çok hoşumuza giden sesi yakalayana kadar ortaya çıkan problemlerin giderilmesiyle gelişiyor. Eğer daha önce geliştirdiğimiz temel bir altyapıya daha çok his katmaya çalışıyorsak o zaman bir ‘jam session’ gibi kayıt alıyoruz ve doğaçlama yapıyoruz. Bu sürecin sonunda yeni çözümler ve ilham kaynakları buluyoruz.Sahnede çalmayı çok sevdiğiniz bir şarkı var mı?Bu hayli zor bir soru çünkü bizim her parçanın kişisel bir önemi var ve grubun her bir üyesi için farklı bir parça diğerlerinden daha önemli. Bütün parçalarımızı dinlesek, herbiri için neden çalmayı çok sevdiğimizi açıklayabiliriz. Kimi zaman bizim için büyük bir aşama olduğu için, kimi zaman dinleyenleri çok heyecanlandırdığı için, kimi zaman da bizi “gaza getirdiği” için seviyoruz. Her parça bizim bebeğimiz ve aralarından bir altın çocuk seçmek imkansız.İçeriğimizi geliştiren elektronik öğelerŞu sıralar neler dinliyorsunuz?Tüm hayatımız boyunca kimi dönemlerde sayısız Miles Davis parçası dinlediğimiz dönemler oluyor. Bir süre sonra ondan uzaklaşıp daha sonra yine Miles Davis dinlemeye başlıyoruz. Son zamanlarda yine onu dinliyoruz ve hayranız. 2016’nın favorileri arasında Thee Oh Sees’in yeni albümü A Weird Exits var. Tamamıyle harika bir albüm. John Dwyer son dönemin en iyi bestecileri arasında. Eric Copeland’in Black Bubblegum albümü de çok başarılı; Copeland şu günlerde en orijinal parçalara imza atan isimlerden ve bu albümü tek kelimeyle mükemmel.Son dönemde hangi enstrümanlar müziğinizde daha baskın?Değişiyor, her zaman farklı elementler baskın oluyor. Battles’ın temel kurgusunda davullar, iki gitar, bas ve keyboard var ama tüm içeriği geliştirdiğimiz yegane değişken elektronik öğeler. Ben elektronik/analog ses skalasında daha çok analoğa yakın tarafta duruyorum. Gitar pedalları ve looping aygıtları kullanıyorum. Son zamanlarda Moog’un pedalları gözdem. Fakat Ian bilgisayarında Ableton Live gibi programlardan yararlanarak müzik yapmayı tercih ediyor.Son dönemde sizin dans ettiğiniz şarkı nedir ve izlediğiniz en iyi konser hangisiydi?Japonya’da düzenlenen Fujirock’a katıldığımız zaman DJ Harvey’nin bir çadır içinde gün doğumuna kadar süren 4 saatlik seti benzersizdi. Tam anlamıyla bir usta. Aynı zamanda The Red Hot Chili Peppers’ın Helsinki’deki konserine de bayıldım. Onlardan önce açılış grubuyduk, inanılmaz bir sahne şovuydu. Bu kadar uzun süredir beraber kalabilen bir grup için son derece benzersiz ve orijinal bir sevgiyle olayı benimsediklerini anlıyorsunuz ve izlerken de hayran kalıyorsunuz.İstanbul’a hayran kalmıştıkSon dönemde ne yazık ki birçok sanatçı İstanbul’daki konserini iptal ediyor ya da konser tekliflerini geri çeviriyor. Konser teklifini kabul ederken endişeleriniz var mıydı?İstanbul’u tekrar ziyaret edeceğimiz için çok mutluyuz! İstanbul’da birkaç sene önce çalmıştık ve hayran kaldık. Bir turne süreci boyunca her grubun belli bir turne güzergahı olur ve bazen en egzotik yerler, çaldığınız en harika yerler haline gelir. İstanbul bizim için öyle bir yer çünkü oradaki performans sergilemek eğlenceli ve orada her zaman konser veren çok fazla grup yok. Bu da sizi dinleyen kalabalığın bir konser için çok daha hevesli olması durumunu doğuruyor ve durmadan seyahat eden bizler içinse Türk kültürünü tecrübe etme fırsatı doğuyor.

Devamını Oku

Peki, kim bu Tarkan?

10 Eylül 2016

Geçtiğimiz gün Tarkan’ın günlerdir bu sayfalarda okuduğunuz konserinden çıkıyorum. İyi ya da kötü bir konser izledim her neyse benim için önemli olan nokta kafamda dönüp duruyor. Az önce sahnede izlediğim “megastar”ı ne kadar tanıyorum. Son röportajını 2012 yılında vermiş. Katiyen Tarkan’ın entelektüel birikimi ya da ilham kaynaklarına dair tek bir bilgi yok. Aslında genel olarak son 10 yılda verdiği hiçbir röportajda böyle anekdotlar yok. Bir röportajında şöyle diyor, “Medyayla aramızda güven krizi var! Söylediklerimin çarpıtılmasından, zorla birtakım polemiklere sokulmaktan sıkıldım. Benim için artık bu tür şeylerin esprisi yok. Canım istemiyor. Eğlenceli gelmiyor. Hatta sıkıcı ve banal buluyorum. Bir de tabii itiraf etmem gerekirse, inciniyorum.”Yıllar önce Rock’n Coke’un VIP bölümünde Tarkan’ı gördüğümü hatırlıyorum. Hatta fotoğrafı bile var, adama meşhur rock hareketi ‘devil horn’ yaptırmışım. Hafızamda 90’larda yaptığı röportajlarından kalan cesur pozlar, cesur söylemler de var... Ama şu an, az önce konserinden çıktığım Tarkan’a dair bir fikrim yok. Yanımdan geçen adamın kolunda kocaman Tarkan dövmesi var. Fan club başkanı herhalde, onu durduruyorum soruyorum “Tarkan’ı sence çok iyi tanıyor musun?” Cevap veriyor, “Tabii ki eşinden bile daha iyi tanıyorumdur” diye. Merakımız tanımak üzerine kurulu değil yahu sahnedeki gerçekliği sorguluyorum. Sonuçta hologram teknolojisi ile de konser veriliyor artık. Dünya yıldızları Madonna, Beyonce, Rihanna, Kanye West stadyumları doldurup, turnelere çıkarken bir yandan da röportajlar veriyor, nelere güldüğünü, en son hangi filme ağladığını, en son hangi konserde şarkılara bağırarak eşlik ettiğini anlatıyor. Her şeyi geçtim sosyal medya hesaplarından tutkularını öğrenebiliyoruz. O meşhur albümlerini yaparken nasıl bir süreçten geçtiğini içtenlikle anlatıyorlar. Ama Tarkan’a dair hiçbir bilgimiz yok. Harbiden Tarkan en son iTunes’dan hangi şarkıyı indirdin? En son hangi filme bilet aldın? Game of Thrones izliyor musun ya da herhangi bir yabancı dizi? Yeni çıkan Türk şarkıcılarını biliyor musun? Berlin’de Berghain’da partiledin mi ya da senin Almanya rehberin nedir? Karısının yumurtalı çiğ köftesini çok sevdiğini biliyoruz, bir de sahne arkasında tütsü mumlar ile rahatladığını ama bunlar ne kadar vizyon açıcı. Yıldız olmanın getirilerini Amy Winehouse belgeselinde izlemiştik. Magazin baskısının ne kadar korkutucu bir hal aldığını görmüştük. Ama ülkemizdeki basın bu kadar rahatsız edici değil. Sosyal medyayı da ülkede yaşanan olaylara üzüntülerini dile getirmek dışında kullanmak gerekmez mi! Biraz da hayranların ufkunu açmak gerekmez mi?Musikinin derin sularındayızO yüzden Tarkan’ın konser analizini yapmadan önce karşımda şarkı söyleyen bu adamı ne kadar tanıyorum diye sorguladım içimden. Karşımda kocaman bir sıfır vardı. Ama şarkılarının bıraktığı güçlü etki bir o kadar gerçekti. Radiohead konserini izlerken Thom Yorke’un son dönemde neler dinlediğini, son yaptığı albümün alt yapısının hangi duygulardan geçtiğini çok iyi biliyordum. Thom o şarkıyı söyleme, o klibi çekme nedenlerini röportajlarında ya da sosyal medyada anlatıyordu. Ama Açıkhava’da karşımda, belirsiz bir megastar’ın olması beni rahatsız ediyordu. Cuppa kadar müzikal anlamda vasat bir şarkıyı neden tercih ettiğini bilememek, eleştirilerilere cevap vermemesi hep garip geldi ve gelecek de. Star algım biraz Amerika rahatlığında demek ki...Konsere varırsam eğer Türk Sanat Müziği kısmına bayıldım. Tarkan, usta müzisyenleri de bir araya getirmiş. Onları dinlemek büyük bir ayrıcalıktı. Sahne dekoru özellikle inanılmazdı. Her kim ilgilendiyse, işinin ehli olduğu kesin.İkinci yarısında ise tüm Açıkhava ayaktaydı. Tarkan’ın konser düzeni bakımından LED problemi var. Teknoloji çok ilerledi ve konserlerde yapılan mappingler çığır açıyor. Bunu kullanması gerekiyor bir megastar olarak.Normalde gitaristler parlar ama Tarkan’da sistem ters işliyor bas gitaristi Alp Ersönmez sahnede ön plana çıkıyor. Volkan Öktem’in ezelden beri davula kazandırdığı ritme hayranım, konserde de devleşiyor. Tarkan sahneden pozitif bir enerji dağıtıyor adeta. Toplumun her kesiminden, bir araya gelemeyen insanları bir araya getirip aynı şarkılarla aynı hislerle buluşturuyor. Arka sıramdaki 70 yaşındaki beyefendi bağırarak Kış Güneşi’ni öyle içten söylüyor ki... Hepimiz aynı anda Tarkan’a öpücük gönderiyoruz, aynı anda ayağa kalkıyoruz, hepimiz ona sarılmak istiyoruz. Tarkan yıllardır değişmeyen dans stili, gülüşü ile sizi geçmişteki o 90’lardaki mutlu günlere de götürüyor...Geriye niye gidilir ki!Ama karşımızda zamanın çok ilerisinde bir yıldız yok artık. Bunu kliplerinde de görebilirsiniz. Klipleri tarih kronolojisiyle izlemeye bir çalışın... Ölürüm Sana ardından Hüp günümüze ilerleyin... Gittikçe daha sıradanlaşan bir klip kronolojisiyle karşılaşacaksınız. Keza Cuppa’nın klibi daha yok, belki ters köşe yapar. Muazzam bir klip ile bizi şaşırtır. Fotoğrafları için aynısını diyemeyeceğim. Güçlü bir görsel şölen sunuyor. Kostümleri için de yaklaşımım pozitif.Diyeceğim o ki Tarkan’ın bu ülkede tartışmasız bir başarısı ve sarsılmaz birinciliği var. Her janradan müzisyen, dinleyici her şarkısında başka bir nefes, bir heyecan buluyor. Ama Tarkan 2016’da kala kalıyor, hatta gerilerde... Çağ atlama vakti gelmedi mi Tarkan!

Devamını Oku

Modern melodilerin yaratıcıları Sofi Tukker

27 Ağustos 2016

Yeni nesil müzisyenleri sanki her anlamda tarz sahibi olmalı... Müzikleri dışında, sahnede fazlasıyla cool olmalılar, tasarım kıyafetler seçimliler, sosyal medya paylaşımlarında en ideal filtrelerden geçmiş fotoğraflar paylaşmalılar. Sofi Tukker da bu jargona uyan gruplardan. Grubun Drinkee şarkısı bu yaz adından söz ettirdi. Dans etme garantisi parçaları ile de sahnede en az seyircileri kadar eğleniyorlar. Sophie ve Tucker ile müziklerinin yanı sıra iptal olan İstanbul konserini konuştuk.Müziğinizin enerjisini nasıl tanımlıyorsunuz?Ham, duyusal, enerjik, eğlenceli... (En azından bunun ortaya çıkmasını umuyoruz!)Drinkee şarkısı kariyeriniz için bir dönüm noktası. Onu büyüleyici yapan neydi?Bilmiyoruz. Belki çok sıra dışı olması! Sophie, Drinkee’yi yazdığımız günden önce hiç elektronik gitar çalmamıştı. Chacal’ın şiirlerinde çok ilgi çekici söz dizimleri ve sesler var. Belki de budur. Her şeyin bir araya geldiği gün çok eğlendik, çok fazla enerji açığa çıktı. Belki de bu dinleyici de yansıdı ve bir şekilde yayıldı.Son zamanlarda dans müziği rock müzikten daha fazla ilgi çekici. Sizce bunun nedeni ne olabilir? Dans, dans, dans ve dans. Terli beden ve özgür dans. Ama rock müzik yok oluyor gibi hissetmiyoruz, dans müziğimizde onun bileşenlerini kullanmayı seviyoruz.‘MÜZİĞİMİZ HAYATI İFADE EDİŞİMİZ’Son işlerinizde hangi müzikler sizi motive etti?Pek çok tarz son zamanlarda bize ilham verdi... Sophie’nin açısından, kesinlikle Batı Afrika gitar tonları ve Brezilya şiiri. Tucker açısından ise, büyük oranda house müzik... Biraz her yöne dağılmış durumdayız.Şarkılarınızda Kuzey Amerika ve Afrika esintileri hissediliyor...Sophie bir süre dans ve bateri eğitimi almak için Batı Afrika’da kaldı ve müzik eğitimi alırken Brezilya’da yaşadı. Ayrıca ikimiz de Kuzey Amerika ve Afrika etkilerinden esinlenmiş çok fazla müzik dinliyoruz. Çok aşikar olmasa da bugünkü pek çok dans müziğini de etkiliyor.Kıyafetleriniz, çektiğiniz klipler ve sosyal medyadaki paylaşımlarınız... Sizce bunlar bir sanatçının kariyeri için önemli anekdotlar mı?Her şey önemli. Merkezde müzik var, ama tüm bu alanlar sadece hayatın ve neşenin ifade edilişinden parçalar. Bu kendini ifade etmenin bir parçası ve biz de sadece kendimiz olmaya çalışıyoruz. “Kendimiz” dediğimiz şeyin tam olarak nasıl biri olduğunu da ilerledikçe öğreniyoruz.‘SAHNEDEKİ NEŞEMİZ SİZE DE GEÇMELİ’Moda anlamında tarzınızı nasıl tanımlarsınız? Son konserinizde hangi tasarımcıları tercih ettiniz?Tucker: Son zamanlarda çok uzun gömlekler giyiyorum. Ama onları kesip yırtarak kendime göre şekillendiriyorum. En sevdiğim gömlekler Oak NYC’den ve LA’daki Pride mağazasından geliyor. Ayrıca her zaman siyah yırtık kotumu giyiyorum, bazen beyaz yırtık kotlarımı ve Jordan One’larımı.Sophie: Son konserde klasik beyaz tulumumu ve vintage ipeksi kırmızı kimonomu giydim. Tenimde hissedebildiğim ve ben yürürken dalgalanan şeylere bayılıyorum!İstanbul’a Türkiye’deki güncel gelişmelerden dolayı gelmekten vazgeçtiniz. Eğer İstanbul’a tekrar davet edilirseniz gelmeyi düşünür müsünüz?Tabii ki. Türkiye’ye gelmeyi çok isteriz, hakkında çok güzel şey duyduk ve Türk dinleyicisinden gelen desteğe minnettarız. Onlarla dans etmek ve onlara yüz yüze teşekkür etmek istiyoruz.Sahnede nasıl oluyorsunuz? Eğlenceli. Müziğimizi üretirken ve çalarken duyduğumuz neşenin izleyenlere de geçtiğini umuyoruz.Hangi tür seyirci sizi heyecanlandırıp “iyi bir kalabalık, iyi bir performans, iyi bir geceydi” dedirtiyor?Terleyen, gevşemiş, müziğe kendini bırakmış ve hareket eden... Ama her seyirciyi seviyoruz! Konsere gelmek için zaman ayıran herkesi...Sofi Tukker eğer kişisel bir müzik festivali düzenleseydi line-up şöyle olurdu, “Stromae, Grimes, Patti Smith, Santana, Die Antwoord.”

Devamını Oku