Festival dediğin nedir ki? Kafanı dağatmak, yarın yokmuş gibi dans etmek, arkadaşlarına sarılmak, kahkahalar atmak ve en önemlisi sevdiğin şarkılara bağırarak eşlik etmek. Geçtiğimiz hafta Doritos Presents Babylon Soundgarden’ın Çeşme durağının yolunu tuttuk...Son dönemde en çok takıldığımız konulardan biri İstanbul’da iptal olan konserler. Ama kıyı kesiminde durum çok farklı. Yaz başında Burn Electronica Çeşme ve Chill-Out Festival Bodrum’da ciddi bir line-up ile müzikseverlerini ağırladı. Bu festival organizatörleri için de karlı bir durum oldu. Çünkü sponsor markalar festivalleri destekledi, aynı zamanda da festival tutkunları konserleri doldurdu. Çeşme’de festival kültürünü ateşleyen ise hiç şüphesiz Babylon Soundgarden’dır. Hatırlarsınız Teoman, bir ara müziği bırakmaya karar verdiğinde Çeşme Soundgarden’da son konserini vermişti. Tabii, sıkılıp müziğe geri döndü o ayrı. Aynı zamanda çiğ ‘beach party’lerden nefret eden bizim gibi müzik duyarlıları için de iyi bir alternatif oldu. Bu vesileyle markaların müziğe desteklerini çekmemesi büyük önem kazanıyor. Doritos da son iki yıldır Soundgarden’ın ana sponsorluğunu üstleniyor.ATHENA SETLİST’E ÇALIŞMALISoundgarden ilk yıllarında daha çok sahneye sahip bir festivaldi. Biraz küçülmeye gidildi ve minimalleşti. Buna rağmen geçen yıla nazaran izleyici sayısı çok iyiydi. Doritos Presents Babylon Soundgarden’ın ana sahnesinde Athena karşımıza çıktı. Grubu en son yine Babylon’da izlemiştim. Çok kötü bir ses sistemi ile akustik performans gerçekleştirmişti. İtiraf etmem gerekirse konserin ikinci yarısına dayanamamıştım. Ama bu sefer çatır çatır çalan, sesi gayet iyi üç saatlik bir konser verdiler. Yalnız Athena grup olarak şarkı ezberlemede sıkıntı çekiyor herhalde. “12 Dev Adam” marşını durduk yere bir festivalde neden çaldılar anlayamadım... Acayip güzel ve kült olmuş şarkıları dururken. Setlist’i bir yenilemek gerek galiba... Konser uzadıkça şarkı sıkıntısı çekiyorlar. Gökhan Özoğuz ve tayfası sahnede eğleniyor. Bu seyirciye de yansıyor. Alandaki neredeyse herkes dans ediyordu...Arkadaşlarımız arasında bir motto vardır, “Macaristan’da gerçekleşen Sziget Festivali’ne sahne alacak isimler için gitmiyoruz. Özgürce dans edip, o anı yaşamak için gidiyoruz.” Soundgarden’da da bu yıl bu güzel mottoyu hissettik. Zaten festivale neden gidilir ki? Instagram’a fotoğraf atmak için mi yoksa gönlünce eğlenmek için mi?FESTİVAL DÜZENİNİN CAN ALICI YANIDört yıldır her yaz gittiğim Babylon Soundgarden’ın yine yolunu tuttum. Aya Yorgi Koyu’nda konumlanan Babylon yine ev sıcaklığında bizi karşıladı. Festival alanını hangi şirket düzenlemiş bilmiyorum alana girer girmez insanın içi açılıyordu. Fotoğraflarla Prince ve David Bowie’ye selam çakmayı da unutmamışlardı. Gençler hamaklarda uzanmıştı ya da su savaşı yapıyordu, kahkahaları ile hayata karşı motive ediyorlardı. Athena öncesi Babylon’un DJ’leri iyi seçilmiş şarkılardan oluşan set’i ile size eşlik ediyordu.Aynı zamanda festival alanı aktivitelerinin önemi büyük. Ana sahnedeki sanatçı çıkmadan oyalanmanız gerek, güneşlen denize gir nereye kadar! Bu anlamda da Aya Yorgi Koyu’nda güzel bir ortam vardı.Gittiği yeri güzelleştiren markalardandır, Babylon... Çeşme, Asmalımescit ve şimdi de yükselen Bomonti... Babylon ahalisi kanımca artık Bomonti’ye de alıştı. Bomonti Ada’dan kalabalık bir ses yükselmeye başladı.Festival sırasında Pozitif Artistik Program Sorumlularından Elif Cemal ile karşılaştım. Sektöre dair, meraklarımı hemen sordum. Cemal, yakın zamanda İngiltere’de bir müzik fuarında Türkiye’nin son dönemdeki kültürel durumunu anlatacaklarını belirti. İşte son dönemde belirttiğimiz anekdotlardan biri de buydu. Her bulduğumuz fırsatta buradaki gençlerin müziğe ihtiyacı olduğunu yurt dışı piyasasına belirtmemiz gerektiği... Bu haber beni heyecanlandırdı. Bununla ilgili detayları daha derinlemesine öğrenip bu sayfalara taşıyacağım.
2004 yazı... Mor ve Ötesi’nin kariyeri anlamında kırılma noktası olan ‘Dünya Yalan Söylüyor’ albümü raflardaki yerini almış, herbir şarkı almış başını yürümüş... İş hayatımın da ilk günleri o döneme denk gelir. Yönetmen Murad Küçük’ün yanında asistan olarak çalışmaktayım. Bayılarak dinlediğim Mor ve Ötesi’nin ‘Sevda Çiçeği’ klibi çekilecek ve ben de o klipte prodüksiyon asistanlığı yapacağım. İlk paramı da hatta bu klip sayesinde kazanacağım. Anlarınıza, gelecek-geçmiş hayallerinize nüfuz etmiş şarkıları yazanlarla çalışmanın lüksünü yaşıyorum. Ardından üniversite döneminde izlenilen konserler ve grubun külliyatına, yükselip-alçalmasına şahit olmak...Grup, bu sene 20’nci yılını kutluyor ve bu vesileyle ‘Anlatamıyorum’ şarkısını hayranları ile buluşturdu. Lisede bir araya gelmiş ve o günden beri kopmadan müzik yapan bu dört adam da evrildi ve ister istemez bu müziklerine yansıdı. Geçmişinde bolca Mor ve Ötesi dinlemiş biri olarak, beş yıl kadar uzun bir süre sonra grubu canlı dinlemek için geçtiğimiz hafta Dorock XL’ın yolunu tuttum. Bu sayede Kadıköy’ün son dönemde yükselişte olan mekanını da ilk kez deneyimlemiş oldum. Buyrunuz, konserden anekdotlarım...- Yirminci kez izlediğim bir grup olsa bile hala daha konserlere heyecanla giden müzikseverlerdenim. Bu konsere yaklaşımım da böyle oldu. Şöyle bir durum var; boyunuz kısaysa ve en arkadaysanız Dorock XL’da kesinlikle sahneyi görmüyorsunuz. Konserin yarısı da sahneyi görmeyerek geçti.- Beş yıl önce gittiğim Mor ve Ötesi konseri ve geçen hafta gittiğim konser arasında hiçbir fark yoktu. Uzun zamandır bu köşeye de taşıdığım, özellikle köklü rock gruplarının sahnede hiçbir yeniliğe imza atmaması hadisesi bu konserde de yaşandı. Yıllar yıllar önce Yedikule Zindanları’nda konser verildiği zamanlarda bu grup daha yenilikçiydi ve genç hayranlarına ilham verebiliyordu. Şimdilerde bunun pek mümkün olduğunu düşünmüyorum.- Arcade Fire’dan vokalisti Win Butler’in bir röportajında şöyle der: “Bir şarkı ya da albüm çıkarmadan önce mutlaka tüm grupla haftada 36 saat çalışmaya özen gösteririm.” Bu coğrafyada dağılmadan, 20 yıldır bir arada kalabilmeyi başaran ve yeni şarkılar üretebilen müzik grubu olmak büyük başarı ama grubun haftada 20 saat bir araya gelip “20’nci yıl sebebi ile konserlerde neler yapabiliriz?” tasarrufuna girdiğini hiç sanmıyorum. Konserden bir saat önce beraber yemek yiyorlar mı acaba?- Konserin tek güzel kısmı; eskiden CD’lerinin sonuna sakladıkları gizli şarkılar olurdu. Son şarkıyı atlamadan geçersen 3 dakika sonra sürpriz bir enstrümantal şarkı ile karşılaşabilirdin. Bu konserde de böyle bir sürpriz yaptılar bize. Benim için konserin tek güzel anıydı.Bir grup 20’inci yılını kutladığını açıkladıysa eğer, o yıl içerisinde çaldığı bütün konserleri bir konsepte oturtması gerek. Dünyada birçok müzisyen bu tarz dönemlerde ya bir albümü baz alıp turneye çıkar ya da o kapsamda konserler verir. Eminim Mor ve Ötesi bunu benden daha iyi biliyordur. Çok uzağa gitmeyelim Selami Şahin bile bu yıl 50’inci sanat yılını kutlarken neredeyse her konserine farklı bir doku yarattı.- Bir sonuca gelirsek eğer Mor ve Ötesi’ni benim gibi en son beş yıl önce izlediyseniz, konserlerinin hiç değişmediğini ve bir şey kaçırmadığınızını söylemem lazım. Grup, kendi içlerindeki bağı güçlendirip, artık farklı bir şeyler denemeli. Farklıyı geçtim, geçmişteki kadar cesur olsa yeter. Kariyerlerinin olgunluk döneminde bu kadar sıradan işler yapmak sizin de canınızı sıkmıyor mu?
Geçtiğimiz akşam Zorlu PSM’deki sezonun son konserine gittik. Biletleri günler öncesinden tükenen Damien Rice’ı en son One Love sahnesinde izlemiştim ve Türkiye’de ciddi bir hayran kitlesi olduğunu orada da kanıtlamıştı. Malumunuz konserler bir bir iptal olurken Damien Rice’ın İstanbul’a gelmiş olması çok önemliydi. Sanatçı konserin bir bölümünde sahnesini seyircilere açtı ve üç şarkıyı beraber seslendirdi. Rice, aynı zamanda konseri Facebook sayfasından da canlı olarak yayınladı. Konserin bir yerinde ondan önce çıkan Gyda Valtysdottir’i sahneye çağırdı. Gyda çellosu ile müthiş bir ahenk içinde sanatçıya eşlik etti. Suskunluğu ve aksiliği ile tanınan Damien, fazlasıyla konuştu ve şarkılarının hikayelerini oldukça içten bir şekilde anlattı. Türkiye’ye gelme kararı ile ilgili “Buraya gelip gelmeme konusunda kararsızdım. Burada yaşayan arkadaşlarımdan fikir aldım. Gyda’nın bu güzel şehre tutkusu ve iknasııyla karşınızdayım” dedi.Gyda’nın ise Türkiye ile olan bağı James Hakan Dedeoğlu’nun müzik projesi TSU! ile... TSU’nun ikinci albümü olan H.M.S. Angora’ya çellosu ile eşlik ediyor. Varmak istediğim nokta müzik piyasasına Bant dergisi ve ekibinin yaptığı katkı... Hakan aynı zaman da Aylin Güngör ile online ve basılı olarak yayınlanan Bant Mag’in kurucularından. Elijah Wood, Beirut, Efterklang, Beirut ve Brazzaville gibi sanatçı dostlarına Türkiye’deki müzik sahnesinin gelişimini çok iyi anlatıp, bu topraklardaki müziklerin ne kadar engin olduğunu gösteriyorlar. Burada çalmaları için onlara cesaret veriyorlar. Müzik sektörünün bir-iki adım ileri gitmesi için bencilliklerimizi, egolarımızı bir kenara koyup olanca gücümüzle buradaki gençlerin müziğe ne kadar ihtiyacı olduğunu yabancı müzisyenlere, menajerlere anlatmamızın vakti geldi...Neden böyle oluyor?Geçtiğimiz hafta, yeni iki single’ı dinledim. Onurr’un Ruj şarkısı... Bir önceki single’ının kopyası gibiydi. Onurr’un pop müziğe getirdiği ivmeyi her zaman çok beğenmişimdir. Ama Ruj ne yazık ki single parlaklığına sahip bir şarkı değil. Ardından da Ferman Akgül’ün Pascal Nouma ile yaptığı düet “Dırdır”ı dinledim. Bu kadar mı birbirinden alakasız sözler olur... Hiçbir heyecanı olmayan şarkılar. “Yaz bitmeden her yerde çalsın, seneye zaten kimse hatırlamaz” şarkılarını neden yapıyorsunuz? Bu iki ismin işlerine pür dikkat yaklaştığım için büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı belirtmeliyim. Seneye hatta kışa kalmadan bu iki şarkıyı da sanırsam kimse hatırlamayacak.Bu yazın pop klasmanındaki müzisyenler arasında en iyi işi Kenan Doğulu’nun çıkardığını söyleyebilirim. “İhtimaller” albümünde Doğulu, ülkenin en iyi caz müzisyenleri ile kült olmuş şarkılarını yeniden seslendirdi. Sanatçı bana göre kendi kariyerine saygı duruşu niteliğindeki albümünde sesini müzisyenlerin ahengine uydurmayı çok iyi bilmiş. Şarkıların bu yeni hali katiyen kulağınızda rahatsız edici bir iz bırakmıyor. Aşk Oyunu şarkısını dinlerken geçmişe dönüyorsunuz hem de öyle karanlık olmayan. Pazar albümü olarak önerimdir.
Geçtiğimiz hafta gazeteye “Muse konserine neden gidilir?” adlı bir yazı yazacaktım. Geçen yıl Berlin’de izlediğim Muse’a dair övgülerle dolu bir liste hazırlamıştım. Ardından son yıllarda Rock’n Coke gibi festivallerdeki sinerjiyi neden artık hissedemediğimiz üzerine anekdotlar verecektim... Ama 15 Temmuz günü hayatımın en korkulu gecesini yaşadıktan sonra ne bir yazı yazmak için mecalim, ne de festival enerjisinden bahsedecek gücüm kalmıştı. Televizyonda izlediğim, internette okuduğum her şey kabus gibiydi. Gün aydınlanıp evden dışarı çıkabilme özgürlüğümün yerinde olabilmesine binlerce kere şükrettim. Hemen ertesi gün gazeteye giderken, kulaklığımı taktım ve şu an için beni hangi müziklerin mutlu edeceğini düşündüm. Konserlere gitsem ve bütün bu sıkıntıları şarkı söyleyerek bağırarak atlatabilseydim... Önümde bir Muse konseri yok muydu? Açtım son ses Madness şarkısını, omzumdaki yükler teker teker düşmeye başladı. Yaşanan olaylardan sonra Muse ardından Skunk Anansie hemen sonra Joan Baez konserlerini iptal etti.Aylar öncesinden o konserlere gitmek için bilet alıp sevdiği sanatçının şarkıları ile moral depolayacağını düşünen gençler için hayal kırıklığıydı... Öyle ki Baez’den de gereksiz bir açıklama geldi; “Onca zamandır savaş bölgelerine, diktatörlük rejimine sahip ülkelere, sivil arbedelerin yaşandığı yerlere gittim. Ama bugünün Türkiye’sindeki gibi beklenmedik ve çok büyük tehlike gibisini gördüm mü emin değilim.” Birçok müzik yazarı, organizatör arkadaşım yazıyı yeterince eleştirdi.Yaklaşık bir hafta önce İstanbul’da gerçekleşen Megadeth konserinde Dave Mustaine şöyle bir konuşma yapmıştı; “Pek çok grup korktukları için Türkiye’ye gelmiyor, bunu yapmak ta*ak ister” demişti. Galiba aklımdan geçen cümle bu oldu. Dünya turnesinde olan sanatçıların rotalarına İstanbul’u yeniden dahil etmesi için uğraş veren organizatörlerin çabalarına şapka çıkarmak gerek. Müzik sahnelerimizin imajını yükseltmek için büyük uğraş veriyorlar. Baez’in yaptığı açıklama şundan dolayı kötüydü. Diğer müzisyen ve menajerlerin kafasında kötü bir soru işareti bırakmasına neden sağlamış olabilirdi... Bunu gelecek sezon açıklanacak yabancı müzisyenlerin konser rakamı ile göreceğiz. Bu yazıyı yazarken Joss Stone konseri için heyecan duyuyorum ya da 8 Ağustos’taki Sia konseri için... Acılarımızı, mutluluklarımızı hala konserlerle sarabilmeyi umut eden insanlarız.Bunların yanı sıra sezon açıldığında sanırsam yerli müzisyene de büyük bir pazar kalacak. Bu şansı iyi değerlendirmeleri gerekiyor. Mesela Tarkan, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda her yıl aynı sıradan setlist ve yenilikten uzak sahne düzeni ile konser veriyor. Değiştirmeli. Artık sektörü geleceğe taşıyacak projeler yapmalı. Sahneleri bıraktığını söyleyen Sezen Aksu, o zaman gençlerin sahneye çıkmasını sağlamalı. Bir noktada rock müzisyenleri orta yaş sendromlarını anlattıkları şarkı sözlerinden sıyrılıp şu dönemin ruhunu anlatmalı. Ne de olsa ülkenin yakın geçmişi bize hep şarkılarla ışık olmadı mı? Günün sonunda müzik piyasasını içine gireceği bu sarmaldan çıkarmak, sadece dinleyicinin elinde değil. Müziğin iplerini elinde tutan ana akım müzisyenlerinin elinde. Uzaktaki Joan Baez’e sinirlenmek kolay... Peki bizim müzisyenler bu süreçte neler ortaya çıkaracak? Göreceğiz.
50’nci yılını kutlamak için 12 Temmuz’da Küçükçiftlik Park’ta sahne alacak Scorpions ile Lizbon’da bir araya geldik.Portekiz’in başkenti Lizbon’dayız, müzik kariyerlerindeki 50’nci yılını kutlayan Scorpions röportajı ve konserini izlemek için... Malumunuz grup 12 Temmuz akşamı Küçükçiftlik Park’ta sahne alacak. Sebebi ziyaretimiz de bu yüzden... Bir grup gazeteci arkadaşla grup ile röportajı gerçekleştirirken, Atatürk Havalimanı’ndaki o korkunç saldırı daha gerçekleşmemiş.Birçok grup terör korkusu nedeniyle İstanbul’da konser vermek istemiyor ya da konserlerini iptal ediyor. Ama Scorpions o bildiğiniz müzisyenlerden değil, dünya barışı için daha da fazla konser yapmak gerektiğinin altını çiziyor.60’larda Almanya’dan yola çıkıp tüm dünyayı etkileyen bir müzik grubu karşınızdayken de ister istemez müziğin dünya barışındaki etkisini konuşmak istiyorsunuz. Vokalist Klaus’un cevabı net, “Sahi Bono nerede?” Anlayacağınız yeni dünyada çare U2 değil. Klaus’a göre daha çok konsere gitmek ve şarkılarla bir olmak. Rudolf Schenker, Klaus Meine ve Matthias Jabs ile üç nesli şarkılarla bir araya getirmenin sihrini konuştuk...Aslında daha önce sahnelere veda edeceğinizi belirtmiştiniz. Ama 50’nci yıl turnesi ile hepimizi şaşırttınız. Müziği bırakmak imkansız değil mi?Veda turnesiyle bu işi bıraktığımızı düşünürken 2012’nin sonuna kadar çaldık. Birçok genç seyircinin konserlerimize geldiğini hatta yepyeni bir Scorpions hayran neslinin var olduğunu fark ettik. Facebook sayfamıza bir göz atın, yedi milyon insan var. Bu kadar fazla genç insanın Scorpions partisine katılmasıyla müziği bırakmanın gerçekten ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladık. Hepimizde kariyerimizi sonlandırmamız için bir sebep olmadığı hissi oluştu. Elveda turnesini bitirdiğimizde tatile çıkacakken Ocak’ta dönüm noktası niteliğinde olan bir telefon geldi. Bizden MTV Unplugged için çalmamızı istediler ve bu her zaman yapmak istediğimiz bir şeydi.MTV Unplugged için nasıl bir hazırlık sürecine girdiniz?MTV Unplugged’da klasik şarkılarımızı yeni şarkılarla bir arada çalarsak daha da çekici olur diye düşündük. Böylelikle yeni şarkılar yazmaya başladık ve üretim süreci başladı. Stingin the Tail’in son albümümüz olacağını düşünürken MTV Unplugged bize yeni ve zor bir görev verdi, bu da bu yeni hayat ile işleri akışına bıraktık. MTV Unplugged ile başarı elde ettik. Şu ana kadar her şey harika gidiyor. Seyircimizle hala bu kadar birbirimize bağlı olmamız bizi çok iyi hissettiriyor. Hayranlarımız hala bizim neden turneye çıktığımızı merak ediyor. Sebebi ortada; her gece sahneye çıktığınızda karşınızda üç nesilden şarkılarınızı sizlerle birlikte söyleyen bir dinleyici kitlesi olması, hatta bu şarkıları söyleyen bir kesimin bu şarkılar yazıldığında doğmamış olması! Bu üç neslin bir arada oluşu ve uzun yıllardan sonra hala çalabilmemiz bizim için bir ayrıcalık.50’nci yılı kutlama fikri nasıl doğdu? Tek bir konser ile de bunu geçiştirebilirdiniz...Menajerimiz bizi bu kutlamayı yapmamız için ikna etti. Esasında biz dinleyiciye bir çeşit hediye vermek istiyorduk. 50. yılını kutlayacak gruplar arasında The Who, Rolling Stones ve Beach Boys gibileri varken, böyle bir şeyi bizim Almanya’da gerçekleştirmemiz çok zor olurdu. Biz biraz olağandışıyız, ikna edilmemiz zaman alsa da emin adımlar atmayı biliriz. Hala formdayız, uyumumuz mükemmel. Seneye ne olacağını kimse bilmiyor, henüz bunun için de bir toplantı yapmadık. Ama bu tur çok enerjik ve eğlenceli ayrıca bu senenin sonu Aralık’a kadar doluyuz.Gençliğin enerjisi yüksek ve hayata dair daha kararlıİşi bırakmak istiyorsunuz ama kimse izin vermiyor gibi o zaman?Aynen. Dediğimiz gibi iki sene önce bitirmişken, dünyanın dört bir yanından aldığımız teklifler çok çekici geldi. Mesela uzun zamandır Japonya’ya hiç gitmemiştik. Şanghay, Pekin, Bangladeş ve Vietnam ve daha birçok ülke bizi bekliyor. Bu küçük kulüplerde çalmak gibi değil, insanlar bizi görmek istiyor. Hep bir geribildirim var ve hala bu kadar sıcak karşılandığımızı bilmek harika bir his. Türkiye’de de harika bir gece olacak, hep beraber büyük hit ve klasik şarkılarımızı söyleyeceğiz. Ayrıca arada yeni şarkılar da var.Sizi yataktan kaldırıp sahneye çıkartan enerji nedir?İnsanlardan gelen enerji dalgasını koruyoruz. Sahneye çıktığınızda hayranlarınızdan gelen enerji bence bunu özetliyor. Sahnedeki sanatçı seyircisine “Ben yukarıdayım siz aşağıdasınız” gibi bakmak yerine insanlarla arasında gerçek bir bağ kurup o geceyi iki taraf için de anlamlı bir tecrübe haline getirmeyi amaçlamalı. İnternetle beraber yeni nesil hayata dair çok daha kararlı. Bunu gözlemlemek müthiş. Seyahat etmek enerjiyi alsa da, sahnenin havası o yorgunluğu üzerinizden atıyor. Ayrıca kendinizi serbest bırakıyorsunuz.Kutuplaşmalara bu nesil maruz kalmamalıydıDünyanın dört bir yanında olan terör saldırıları ve dünyadaki politik durumu ele alırsak eğer neden artık politik şarkılar yazılmıyor?Türkiye’de, Brüksel’de, Paris’te, Orlando’da olan bütün bu trajediler için ne desek az. Bizler 89 yılında Moskova’da konser verdiğimizde büyük bir umutla değişimin bir parçası olduğumuzu ve düşmanlığın bittiğini düşünüyorduk. Fransa’da da açık kollarla karşılandığımızda bütün korkunç olayları ve savaşı geride bıraktığımıza inanmıştık. O sıralar devir değişiyordu. Şu anda da devir değişiyor fakat eskisi gibi değil, olmaması gereken üzücü ve olumsuz bir yönde. Bütün olanlar üzerine şarkı yazmak için fazla karışık. Henüz hiçbir sanatçının bu konuda yoğunlaşmamasının bir sebebi olmalı. Ama belki sonunda biri çıkar. Bütün dünyanın çivisi çıkmış gibi resmen ama bu konuda nasıl şarkı yazarsınız? 25 sene sonra Avrupa’nın içindeki kutuplaşmalara yeni neslin maruz kalması çok üzücü. Ayrıca bizler müzisyeniz, politikacı değiliz. Biz insanların şarkılar söyleyip, el ele vermesini istiyoruz. Sahiden şu sıralar Bono nerede? Dünya barışı için esas şu an konser yapılmalı.Müzik sihirli bir etken gibiAlmanya’da siz ve Rammstein’ın uluslararası bilinirliği tartışılmaz... Sizi farklı kılan şey sadece İngilizce şarkı sözü yazmanız değil herhalde...Alman bir grubun Avrupa’nın ve dünyanın diğer ülkelerinde duyulması çok güç. Scorpions canlı olarak da hep çok güçlü bir gruptu. Bir de bizim gibi Alman çocukların İngilizce’si yeteri kadar iyi değilken, İngiltere’ye gidip konser öncesi röportaj vermesi ilk zamanlar inanılmaz zordu. Ama konserlerde insanlar bizden çok etkileniyordu. Yine de bu yola baş koyarak sıkı bir rekabetin içinde girdik. Düşünün, Amerika’da AC/DC, Bon Jovi gibi gruplarla bir aradaydık. Müzik kendi başına sihirli bir etken. İnsanlar konserlere gelerek müziğin değerini veriyor.Şarkı sözlerinin bunda rolü yok mu?Matthias en iyi gitarist ben de en iyi vokalist olsak da hiçbir şey bir anlam ifade etmeyebilirdi. Sihirli olduğu an her şeyin bir arada uyum halinde çalıştığı andır. Mesela The Beatles’daki gibi. İki hafta önce Berlin’de Paul McCartney’i izledim. 74 yaşında ve hala inanılmaz.Scorpions üyeleri Lizbon’nun manzarasını İstanbul’a benzetti ve şehri çok özlediklerini söyledi.
Festival deneyimini teknoloji ve elektronik müziğin sınırsızlığını katarak deneyimlemek isterseniz Barselona merkezli dünyanın birçok ülkesinde yapılan Sonar Festival’in yolunu tutun deriz. Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Sonar Barcelona’nın harikalar diyarından havadisler...1994 yılından beri her sene 3 gün boyunca Barcelona’da gerçekleşen Sónar Festival, müziğin tek başına değil yeni yüzyılla beraber teknoloji, sanatsal duruş ile nasıl bir evrime uğradığını gösteriyor. Avangard ve elektronik dans müziğinin yeni trendlerini layıkıyla deneyimleme şansını yakalıyorsunuz. Yıllar içerisinde Reykjavik, Stokholm, Kopenhag, Buenos Aires, New York, Londra, Cape Town, Frankfurt, Seoul, Lizbon, Lyon, Hamburg, Toronto, Montreal, Chicago, Boston, Denver, Oakland, Los Angeles, Tokyo, Osaka ve daha birçok metropollerde ve kültür şehirlerinde gerçekleşti, bu süre içerisinde hem yeni hem de tanınmış müzisyenleri ve görsel-işitsel sanatçıları aynı çatı altında buluşturdu.Ben de bu özel anı kaçırmamak için geçtiğimiz hafta festivalin yolunu tuttum ve nelerle karşılaşmadım ki... Öncelikle şunun altını çizmem lazım bu sandığınız ‘dum tıslı’ elektronik müzik festivallerinden değil. Burada çalan müzisyenler kalifiye, her şeyi geçtim sandığınızdan daha derinlikli bir müzik ile sizi karşılıyor. Festival Barselona’da gün ve gece olarak iki ayrı mekana ayrılıyor. Festival boyunca olabildiğince özgür ve müziğin ritmine kendini adayan insanlarla karşılaşıyorsunuz.‘Bu ambiyansı unutmayacağız’- Yine dolu dolu programda ciddi bir izleme listesi ile yola koyuldum ve festivalin ilk günü soluğu Red Bull Music Academy programlamasıyla ortaya çıkan Sonar Dome sahnesinde aldım. Bu yıl Barselona iyi halay yaptı. Primavera’daki Selda Bağcan performansından sonra bu kez Sonar sahnesinde Türk psikedelik grubu İnsanlar var. Bu sahnenin bir bakıma keşif ve müzik laboratuvarı özelliği taşıdığının altını çizelim. Sahnede yer alacak müzisyenler Red Bull Music Academy’ye katılmış olan kişiler arasından seçiliyor. Ve uluslararası bir ekip buna karar veriyor. Bunun amacı da hem Red Bull Music Academy mezunlarının yeni çalışmalarından insanları haberdar etmek hem de mezun ilişkilerini güncel tutmak. Geçtiğimiz yıl da Türkiye’den ‘Ah! Kosmos’ yine bu sahnede yer almıştı. İnsanlar grubu sahneden indikten sonra soruyorum “Sonar’da çalmanın müziğinize kazancı ne ve psikedelik müziğin Avrupa’da yükselişini nasıl yorumluyorsunuz?”, “Psikedelik müziğin alt yapısı genel geçer değil. Genelde pop müzik için bunu deriz. Bu müziğin yükselişini özellikle Almanya körükledi. Globalleşmenin getirdiği durumlar... İstanbul’da çalarken de arada halay çekiyoruz. Böyle bir sahnede çalmak ise bizim için önemli. Müziğimiz burada da değişti, her konserde de değişiyor. Konserlerimiz Avrupa’da farklılaşmıyor. Sonar’daki ambiyans muazzamdı. Burada çalmak güzel bir anı bizim için. Her konserde değişik bir müzik aletine yer vermeye çalışıyoruz. Burada da fark yarattık.”Festivalden kısa notlar- Sonar, İstanbul’a geliyor. 24-25 Mart 2017 tarihinde Zorlu PSM’de yapılacak.- Red Bull’un bu yılki şahane hizmeti Red Bull TV, Sonar ve Primavera’dan sonra Roskilde, Lollapalooza, Bestival ve Austin City Limits festivallerini de canlı olarak verecek. Bu arada genç müzisyenler Red Bull Music Academy’i es geçmeyin, size sunduğu imkanlar inanılmaz.- Kode9, sahnede adeta ‘dalakları parçaladı’. Öyle kuvvetli bir müzik yaptı ki sesler en derinden hissedildi.- Four Tet ve Laurent Garnier festivalin SonarCar alanında gece 12’de çalmaya başladı ve sabah 7’de setin başından kalktı. Fatboy Slim de sabaha karşı 4’te sahne aldığı için izleyemediğim doğrudur.- Lütfen biri Türkiye’ye, Şili asıllı Alman DJ Matias Aguayo’yu getirsin. Ben ömrüm boyunca sahnede bu kadar sempatik birDJ görmedim.- Gece kısmındaki çarpışan arabalar eğlencesi, gündüz kısmındaki sergi ve söyleşilerin olduğu alan ile oldukça kolektif bir festival yaratıyorlar.- Sonar ufuk ve beyin açan bir festival... Limitlerinizi bir bakıma müzik ile zorluyor. Elektronik müziğin dünyadaki gelişimine şahit olmak için en doğru yer.Ey müzik sen bizi kurtaracaksın- Festivalin yüksek teknolojik sahneleri ise tabii ki gece kısmında... Öncelikle Anohni’ye koşar adım gidiyorum. Malumunuz Anthony and The Johnsons adını popüler kültür adına en son Oscar ödüllerinde, törene katılmamasıyla duyurdu. Oysa Anthony bundan ibaret değil... Yeni projesi Anohni’nin premier’ini Sonar sahnesinde yapıyorum. 15 dakikalık Naomi Campbell dans videosu bizi karşılıyor. Ardından da bir klavye, bir DJ’in arasından yüzünü kapadığı simsiyah kostümüyle Anthony çıkıyor. Yukarda dolunay var, müzik ise büyüleyici. Anthony’nin kusursuz bir sesi olduğu ise tartışmasız. Her şarkıda Amerika’nın başka bir aktivist kadını da ekrana yansıyor. Video’da şarkıları onlar da söylüyor. Kembra Pfahler, Johanna Constantine, Bianca Casady, Sierra Casady ve birçokları... Ardından Naomi’yi, gözyaşları içinde Anthnoy’nin Afganistan’da 9 yaşında öldürülen bir kız çocuğuna yazdığı ‘Drone Bomb Me’ şarkısını söylerken ekranda görüyoruz. O sıra kendimizi ağlamamak için zor tutuyoruz. Sonar’da müzik adeta büyü yapıyor.- Elektronik müziğin Fransız büyükbabası, Daft Punk var ya işte onun ilhamı Jean Michel Jarre, geri döndü. Sonar Gece’nin de ana sahne açılışını yaptı. Işık şovları ve oyun hamuru gibi oynadığı sesler ile müzik dersi veriyor. İşte Sonar’ın ideolojisine burada şahit oluyorsunuz. Sahnelerdeki LED’lerin ya da ışıkların sanatsal anlamda konserlere nasıl etki bıraktığını basbayağı anlıyorsunuz. Fransız elektronik müzik dahisi yenilikçi bir sound ile bizi tanıştırıyor. DJ masasını bir gitar, davul gibi kullanıp notalar ile müzikal bir iz bırakıyor.Hala taze kalabilen New Order- Ardından sahne James Blake’in. Ne yazık ki geçen yıl Türkiye’de James Blake izlediğimizi sanmışız. Bize gerçek performansı ile misafir olmamış. O elektronik rock dediğimiz olayı Blake layıkıyla yapıyor. Yeni albümü zaten tamamen elektronik sularda geziniyor. Duygusal hit’lerini de miks masasında değiştirerek sunuyor. Adeta melankolikliğini, dubstep sosu ile tatlandırıyor. Sahne konuğu ise ünlü rapçi Trim... Festival yetkilileri de şaşırtıcı bir performans sunduğunu belirtiyor.- Son dönemin en parlak Avustralyalı yapımcı ve DJ’i Flume ise sandığımdan daha da çok şaşıtıyor beni. O artık 24 yaşında bir yıldız... Ustalık dönemine geçişine Sonar Pub sahnesinde hepimiz şahidiz. Ticari bir müzik yapsa da müziğe olan tutku ve ateşini yaptığı remiksler ile layıkıyla gösteriyor. Yine festivalin hedeflerinden biri, sanatçıların sahnede deneysel bir müzik yaratıp hayranlarına sunmasını sağlamak. Flume’u not alın, adını sıkça duyacaksınız.- Sonar Gece, kocaman bir hangarın içinde yapılıyor. O yüzden ses ve görsel şovlar direk olarak seyirciyi etkiliyor. Zaten izleyici de çok tutkulu olduğu için, konseri arkadan bile izlese kendisini sahnenin üstünde gibi hissediyor. Müzikal ilahlar New Order da son gecenin ağır ismi. Joy Division, Ian Curtis’ın ölümünden sonra New Order’a evrilmişti. New Order ise köklerinden asla kopmadı. Blue Monday hit’inin ardından, Love Will Tear Us Apart’ı çaldığında ekrana “Forever Joy Division” (Sonsuza kadar Joy Division) ve Ian Curtis yansıyor. Yer yerinden oynuyor. Bernard Sumner’ın kaç yaşında olursa olsun sesinin hala gencecik kalması oldukça etkileyici. Dünya müzik tarihinin en etkili müzisyenleri karşınızdayken size de o anın tadını çıkarmak kalıyor. Çok güzel çaldılar, çok yerinde bir setlist sundular.Dünyanın en ünlü caz festivalindeler29 Haziran-9 Temmuz arasında gerçekleşecek olan 37. Montreal Uluslararası Caz Festivali (Festival International de Jazz de Montreal) sahnesine, Türkiye’nin ünlü reggae grubu Sattas konuk olmaya hazırlanıyor. Dünyanın en büyük caz festivali sahnesine sahip olan Montreal Uluslararası Caz Festivali, birçok ülkeden ve tarzdan sanatçıyı sahnesinde ağırlıyor. Bu sene ise Sattas, 9 Temmuz akşamı Turkish Airlines CBC/Radio-Canada Stage kapanışını yapacak olan grup oldu. İlk kez Montreal Uluslararası Caz Festivali sahnesinde olacak olan grup, 2012’de Türkiye’nin ilk “reggae” albümü “SATTAS SATTAS”ı çıkardı. Türkiye içerisinde sayısız festivalde yer alıp ve konser vermiş olan SATTAS, şu an ikinci albümleri için çalışmaya başlamış bulunmakta.
Selda Bağcan’ın Barselona’da gerçekleşen Primavera Sound festivalindeki sahnesi biliyorum çok yazıldı, çizildi ama olayın en başını sizinle paylaşmak isterim... 2 Haziran günü Barselona’ya gitmek için uçağa binerken, Selda Bağcan ile karşılaştık. Ekibi ile beraber uçağa giderken biraz konuşma şansını da yakaladık. Birçok Türk’ün oraya gideceğini öğrenince çok şaşırdı. İnanılmaz heyecanlıydı. Düşünsenize siz yıllarca binlerce konser veren bir sanatçı olun, kitleleri harekete geçirin, birçok sanatçının ilhamı olun ve hala sahne hakkında konuşurken gözleriniz ışıldasın, bir amatör gibi heyecanınız sönmesin...İşte o gündemden düşmeyen şarkıcılarda eksik olan bu galiba. O çirkin pop müzik savaşlarında, “Günde iki konser verdim, bu kadar tıklandım” basın bültenleri arasında müziğin ideolojisinin farkına bile varmıyorlar. İçi boş şarkı sözleri yazılıp, aynı ritimler arasında dolanan müzikler yapıyorlar. Kendi kendilerine şarkılarının hit olduğunu sanıp, bir de yetmeyip albüme de bu adı verip hayal dünyalarında süzülüyorlar. Sonra neden Türkiye’de müzik endüstrisi aynı kısır döngünün içinde kalıyor? Dünyanın en kötü kliplerini çekip, dünyanın en vizyonsuz konser prodüksiyonlarına binlerce lira harcadıkları için olabilir mi? Ya da esas olan müziğe değer vermeyi unuttukları için de olabilir... Hep birilerinin onlara kıyak geçmesini bekliyorlar. Zaten o şarkıları da televizyonda, radyoda banko çalıyor.Selda Bağcan ile yoldayken şunu da diyor bize, “Çocuklar sizce kalabalık olacak mı? Çok utanıyorum, iyi bir performans sergileyeceğiz umarım.” Yine ders niteliğinde soruyor. Hiç demiyor ki “Ben en iyisiyim çocuklar, tabii oralar dolacak.” Primavera’nın kitabında Selda Bağcan hakkında “Türkiye’nin Joan Baez ve Janis Joplin’i” tanımı yapılıyor. Türk müzik efsanesinin tavrını bu iki özel kadına benzetiyorlar. Gelenek ve modernizmi şarkılarında çok iyi harmanladığını da vurguluyorlar. Festival alanın da mesela “Yuh Yuh” şarkısında bir İngiliz “Rap gibi değil mi?” diyordu arkadaşına. Belki de... 67 yaşındaki bir çınarın müziğini 20’lerindeki bir gence yıllar öncesindeki gibi aynı histe yansıtıyor olması tarif edilemez bir duygu. Yine varacağımız nokta günümüz müzisyenleri şarkı yaparken ne kadar kalpten olursa olsun, evrenselliği yakalayamaması. En sonunda Batı‘nın müziğinin içinde kayboluyorlar. Sözler desen günümüz gibi vasat, çiğ ve iki gün sonra unuttuğunuz türden. Peki, durum çok mu karamsar? Hiç mi elli yıl sonraya kalacak melodiler yok... Uzaktan bakınca ben pek umutlu değilim. Statüleri olan müzikler yarattıkça, sanatçılar eski albümlerinden daha iyileri yerine daha kötülerini ortaya koydukça biz 30 yıl öncesinin müziğini dinleyip, hatta “Ah o 90’ların pop’u” diye iç çekmeye devam ederiz...Müziğin sesini Wang açıyorModadan anlamam ama oldum olası Alexander Wang’in sanat ile ilişkisi gözümü kamaştırmıştır. Apple Music’te yeni müzik avına çıkmışken Wang’in düzenlediği bir liste ile karşılaştım. Malum Wang’in defilelerinde kullandığı müzikler günün sonunda hit statüsüne yükseldi. Yaptığı liste oldukça eğlenceli, rap hit’lerinin yanında özel klasikler de var. Tavsiyemdir, Pazar kanınızı kaynatacaktır.
Geçtiğimiz Perşembe Barselona’da dünyanın en önemli festivallerinden biri olan Primavera Sound’un yolunu tuttuk. Bugün ve Cumartesi günü Zorlu PSM’de sizi şaşırtmayı bekleyen PJ Harvey ve Sigur Ros’dan da havadislerimiz var.Müziğin iyileştirici gücü olduğunu söyleyerek yola koyulduk. Barselona’da gerçekleşen Primavera Sound, bunu layıkıyla başarabilen festivallerden. Malumunuz festivale hasret kalmış bünyelerimize ilaç niyetine bir dört gün geçirttiğinin şimdiden altını çizmem lazım. Festival kapsamında 42 grubu izlemeyi planlıyordum. Tahminimce 16 isme tam isabet yapabildim. Festival anekdotlarına buyrunuz...- Perşembe günün mahsulu benim için Peaches, Air, Explosions In The Sky, Tame Impala, LCD Soundsystem ve Battles... Tame Impala’nın bir ara fişi çekiliyor ama çalmaya devam ediyorlar. Biraz şımarık bir grup olma yolundalar. Söylentilere göre sahnede playback yapmışlar. Kulaklarım bu konuda keskin değil çünkü Primavera’da konserleri arkadan izliyorsanız eğer ses minimumlarda geliyor. Favorilerim İngiliz kanını delilikleri ile sahnede yaşatan LCD Soundsystem ve Battles.Battles, notalarla sahneden ateş ediyor, haberiniz olsun. O kadar çok bağırıyorum ki sesim kısılıyor ilk günden.- Cuma günü ise program yoğun... Selda Bağcan, Radiohead, Last Shadow Puppets, Beach House, Tiger and Woods ve Animal Collective listemde. Radiohead ile başlamak istiyorum. Bu konser için katiyen objektif olamayacağım. Tahminimce Radiohead’i ilk defa izleyecek herkes için böyledir. Sanki Youtube’dan izliyordum sahneyi, öyle bir paralel evrenin içine sokuyor sizi. Thom Yorke, sesi ile size müziğin ne kadar güçlü ve tarifsiz bir dünya olduğunu kanıtlıyor. Keza grubun belkemiği olan Jonny Greenwood’un gitarlarının ahenki ile başınızın döndüğünün garantisini verebilirim. Günün sürprizi ise Paris konserinden sonra ilk defa Creep çalmaları. Kocaman insanların ağlamasına tanık olmak, o duyguyu beraber yaşamak bana tarifsiz geliyor. Gelelim Last Shadow Puppets’a Alex Turner sanki 70’lerde yaşıyor. Biraz Mick Jagger kaçmış içine biraz da ego... Neler yapmadı ki sahnede. Daha önce Arctic Monkeys konseri izlemiş biri olarak, Alex Turner’ın sesinin bozulduğunu ama sahnede tam bir şovmen olduğunu belirtmem lazım. Bu yıl turnedeler ne yapıp edip, denk gelin bu ikiliye derim.Müzik acılara en güzel merhem- Festivalin son gününe gelelim... Günün menüsü Deerhunter, PJ Harvey, Sigur Ros, Beirut, Moderart, Roosevelt, Islam Chipsy&EEK, Ty Segall and The Muggers ve Coco. Bugün Zorlu PSM’nin ana sahnesinde PJ Harvey izleyecekler muazzam bir şova şahit olacaklar. Hatta ön grup Low’un da önemini unutmamak lazım. PJ Harvey’nin sakin bir performans sergileyeceğini düşünenlerdendim. Malumunuz son albümü folk müzik sularında geziniyor. Ama orkestrası ile sahnede tozu dumana katıyorlar. Hit şarkıları ardı ardına çalıyorlar ve sahnede PJ adeta Tanrıçalaşıyor. Sesi o kadar sade ki şarkı söylerken nasıl bir surat ifadesi var merakı ile de izleyici sahneye kitleniyor. Bando davulları ve üflemelerin ağır bastığı orkestra rock tarihinin bu güçlü kadınına, şahane eşlik ediyor.Sigur Ros’a gelirsek eğer bu Cumartesi Zorlu PSM’de karşımıza çıkacaklar. İzlanda’nın post rockçıları konserde Kuzey ışıkları gibi notaları üzerimize serpiştiriyorlar. İlk kez yeni şarkıları İlk kez yeni şarkıları Óveður’ı bizimle paylaşıyorlar. Türkiye sahnesine çıkacakları için bir müzik tutkunu olarak çok heyecanlıyım. Bu iki isim de festival değil de konser kapsamında sahne alacağı için bize daha geniş kapsamlı bir playlist sunacaklar. O yüzden beklentim iki kat fazla. Ülke adına günler sıkıntılı geçebilir ama müziğin merhem etkisinin olduğunu asla unutmayın.Son günün çılgını ise hiç şüphesiz Ty Segall oldu... Stage diving yaparken seyirciler daha da bir eğlendi... Paramparça yaptılar sahneyi. Ben sabah 6 gibi gün aydınlanırken konserleri izlemeyi bıraktım. Tüm izleyiciler sahneye çıkmış DJ Coco’ya eşlik ediyordu. İnanılmaz bir manzaraydı. Tüm yorgunluğuma değdiğinin altını çizerim.Primavera’dan kısa notlar- Festivalin iki ana sahnesinde de ses sorunu var. Konserleri biraz arkalardan izlediyseniz eğer ses anlamında tatmin olmanız imkansızdı. ‘Öne daha da öne gelin’ diyorlar. Bu ses sorunu geçen yıl Berlin’deki Lollapalooza’nın da başını fena yakmıştı.- Bir ara konserler arası gidip gelirken, kaybolmadığım tek festivalin burası olduğuna emin oldum. Çok düzenli bir sahne dağılımı vardı.- Festivale, 16 yaşından küçükler ebeveyni ile bedava girebiliyor. Bu yaş ölçüsü enteresandı.- Ufak bir İstanbul kominitesi buluşmuştu. Selda Bağcan’da buna daha net şahit olduk. Festival eksiğimiz olduğunu bir kez daha anladım. Beirut’un gitaristi de sahneye Bağcan tişörtü ile çıktı.- Festivalin aşırı tarz bir izleyici kitlesi var. Alex Turner bildiği İspanyolca tüm kelimeleri söyledi. Bir izleyici de bu durumu alkışlarla karşılamadı. Bu arada Youtube’dan Alex Turner’ın bu performansını bir izleyin derim. Çok eğleneceksiniz.- Eğer Primavera’ya gideceksiniz ‘gündüz şehri gezerim, gece konsere giderim’ diye sakın düşünmeyin. Mesela Beach House konseri gece 02.00’da başladı.Yorgunluktan helak olursunuz sonra.