Selda Bağcan’ın Barselona’da gerçekleşen Primavera Sound festivalindeki sahnesi biliyorum çok yazıldı, çizildi ama olayın en başını sizinle paylaşmak isterim... 2 Haziran günü Barselona’ya gitmek için uçağa binerken, Selda Bağcan ile karşılaştık. Ekibi ile beraber uçağa giderken biraz konuşma şansını da yakaladık. Birçok Türk’ün oraya gideceğini öğrenince çok şaşırdı. İnanılmaz heyecanlıydı. Düşünsenize siz yıllarca binlerce konser veren bir sanatçı olun, kitleleri harekete geçirin, birçok sanatçının ilhamı olun ve hala sahne hakkında konuşurken gözleriniz ışıldasın, bir amatör gibi heyecanınız sönmesin...
İşte o gündemden düşmeyen şarkıcılarda eksik olan bu galiba. O çirkin pop müzik savaşlarında, “Günde iki konser verdim, bu kadar tıklandım” basın bültenleri arasında müziğin ideolojisinin farkına bile varmıyorlar. İçi boş şarkı sözleri yazılıp, aynı ritimler arasında dolanan müzikler yapıyorlar. Kendi kendilerine şarkılarının hit olduğunu sanıp, bir de yetmeyip albüme de bu adı verip hayal dünyalarında süzülüyorlar. Sonra neden Türkiye’de müzik endüstrisi aynı kısır döngünün içinde kalıyor? Dünyanın en kötü kliplerini çekip, dünyanın en vizyonsuz konser prodüksiyonlarına binlerce lira harcadıkları için olabilir mi? Ya da esas olan müziğe değer vermeyi unuttukları için de olabilir... Hep birilerinin onlara kıyak geçmesini bekliyorlar. Zaten o şarkıları da televizyonda, radyoda banko çalıyor.
Selda Bağcan ile yoldayken şunu da diyor bize, “Çocuklar sizce kalabalık olacak mı? Çok utanıyorum, iyi bir performans sergileyeceğiz umarım.” Yine ders niteliğinde soruyor. Hiç demiyor ki “Ben en iyisiyim çocuklar, tabii oralar dolacak.” Primavera’nın kitabında Selda Bağcan hakkında “Türkiye’nin Joan Baez ve Janis Joplin’i” tanımı yapılıyor. Türk müzik efsanesinin tavrını bu iki özel kadına benzetiyorlar. Gelenek ve modernizmi şarkılarında çok iyi harmanladığını da vurguluyorlar. Festival alanın da mesela “Yuh Yuh” şarkısında bir İngiliz “Rap gibi değil mi?” diyordu arkadaşına. Belki de... 67 yaşındaki bir çınarın müziğini 20’lerindeki bir gence yıllar öncesindeki gibi aynı histe yansıtıyor olması tarif edilemez bir duygu. Yine varacağımız nokta günümüz müzisyenleri şarkı yaparken ne kadar kalpten olursa olsun, evrenselliği yakalayamaması. En sonunda Batı‘nın müziğinin içinde kayboluyorlar. Sözler desen günümüz gibi vasat, çiğ ve iki gün sonra unuttuğunuz türden. Peki, durum çok mu karamsar? Hiç mi elli yıl sonraya kalacak melodiler yok... Uzaktan bakınca ben pek umutlu değilim. Statüleri olan müzikler yarattıkça, sanatçılar eski albümlerinden daha iyileri yerine daha kötülerini ortaya koydukça biz 30 yıl öncesinin müziğini dinleyip, hatta “Ah o 90’ların pop’u” diye iç çekmeye devam ederiz...
Müziğin sesini Wang açıyor
Modadan anlamam ama oldum olası Alexander Wang’in sanat ile ilişkisi gözümü kamaştırmıştır. Apple Music’te yeni müzik avına çıkmışken Wang’in düzenlediği bir liste ile karşılaştım. Malum Wang’in defilelerinde kullandığı müzikler günün sonunda hit statüsüne yükseldi. Yaptığı liste oldukça eğlenceli, rap hit’lerinin yanında özel klasikler de var. Tavsiyemdir, Pazar kanınızı kaynatacaktır.