İlk çeyrekte enflasyon

11 Nisan 2009

“Kriz dibe vurdu” diyenlerin sesleri giderek daha fazla duyuluyor. İyimserler cephesine Başkan Obama ve Hazine Bakanı Summers da destek verdi. ABD’de talepteki ve üretimdeki gerilemenin önümüzdeki aylarda duracağını söylediler. ABD’den ilginç bir veri geldi. Şubat ayında ihracatın yükseldiği açıklandı. Şu sıralarda ihracatı arttırabilen başka ülke bilmiyorum. Geri kalan bütün ülkelerde ihracat düşüyor. Dolardaki değer kaybının ABD’ye yaradığı görülüyor.Türkiye’de kapasite kullanımı Mart’ta biraz kıpırdadı. Aralık düzeyine yükseldi. Ancak fark çok küçük; bir puan kadar. Yani kapasite kullanımı hâlâ çok düşük seyrediyor. Gene de sanayi üretiminde aylardır süregelen düşüşün Mart’ta durması ihtimali belirdi.Şubat ödemeler dengesi açıklandı. Şubat’ta dış ticaret açığı neredeyse sıfırlanmıştı. Cari işlemler dengesinde fazla bekleniyordu. Yılın ilk iki ayında fazla 600 milyon dolar oldu. Geçen yıl 8 milyar dolar açık vardı. Dört farklı etkiEnflasyonunu ekonomi gündeminde geri plana düşeceği 2008 sonbaharında belirginleşti. Bir yandan dışarıda daha önce hızla yükselen hammadde ve enerji fiyatları aynı hızla düşmeyi başladı. Öte yandan içeride talebin çöktüğü ortaya çıktı. Buna karşılık iki alanda risk görülüyordu. Biri mali krizin TL’de ciddi değer kaybına yol açması idi. Geçmiş deneyimler döviz kurundan enflasyona güçlü bir geçişliliğe işaret ediyordu. Nitekim TL değer kaybetti. Diğeri tarım ürünleri fiyatlarının yüksek düzeyde seyretmesi idi. 2007 yazından sonra tarım fiyatlarında uzun dönem trendinden bir sapma belirdi. Ne ölçüde kalıcı olduğu bilinmiyordu. Nitekim yeni eğilim 2009’da etkisini sürdürdü. Demek ki, son altı ayda enflasyonu etkileyen dört etkenden ikisi aşağı ikisi yukarı yönde baskı yaratıyordu. Doğal olarak, fiili enflasyon bunların toplamını yansıtıyor. Lafı uzatmayalım. Toplam etki enflasyonu düşürücü yönde gereçekleşti. Tüketici fiyatları ilk çeyrekte yüzde 1 arttı. 2005’den bu yana en düşük ilk çeyrek enflasyonudur. Yıllık tüketici enflasyonu yüzde 7.9’a geriledi. Yılbaşına göre 2.2 puan, Mart 2008’e kıyasla 1.3 puan düşüş anlamına geliyor. Kur ve enflasyonTarım fiyatlarını bir başka yazıda ele alacağım. Bugün döviz kuru-enflasyon ilişkisinde yaşanan değişimi göstermek istiyorum. Kurun gene yükseldiği 2006 yazı ile farklara bakıyorum. Aşağıdaki tabloda Nisan-Kasım 2006 dönemi ile Ağustos 2008-Mart 2009 dönemi sonuçları karşılaştırılıyor. İlk sütun sepet bazında döviz kurunda değişimi ifade ediyor. TL’nin 7 ayda değer kaybı 2006’da yüzde 12, bu kez yüzde 34 olmuş.İkinci sütunda kurun en çok etkilediği üç mal kalemi ortalaması yer alıyor: mobilya, ev aletleri ve araç alımı. 2006’da kura yakın artış (yüzde 8) bu kez kurdan kopmuş ve yüzde 3 düşüşe dönüşmüş. Üçüncü sütunda talep koşullarını en iyi yansıtan kira kalemi var. 2006’da yüzde 13’le kur hareketinin az üstüne çıkan artış bu kez yüzde 5’e, yani kurdaki artışın altıda birine inmiş. Görüldüğü gibi, kurun enflasyona etkisi talep koşullarına bağlıdır. 2006’da talep patlamıştı. Kurun tırmanması derhal fiyatlara yansıdı. Bu kez resesyon kısır döngüsü çalışıyor. Kura rağmen enflasyon düşüyor.

Devamını Oku

Özel yatırımların seyri

8 Nisan 2009

Zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış. Özdeyiş, güçlünün laflarına da çok uyuyor. Başkan Obama Türkiye’de kaldığı 48 saat içinde kamuya açık birkaç konuşma yaptı. Ne dediği ve demediği, derken neyi kastettiği vs. bizi daha çok yoracağa benziyor.IMF Başkanı ilginç bir çıkış yaptı. Şu sıralarda çok sıkışan Doğu Avrupa ülkelerine bir an önce kendi paralarını bırakıp euroya geçmelerini tavsiye etti. “Tek taraflı da yapabilirsiniz” dedi. Gruba Türkiye’nin dahil olup olmadığını anlamadık. Bu konuyu severim. Fırsat bulduğumda ele alacağım.Dün Şubat sanayi üretimi verileri açıklandı. Beklentilerden kötü çıktı. Sanayi üretimininin Ocak’tan Şubat’a düştüğü görülüyor. En azından reel ekonominin dibe vurma tarihinin Ocak olmadığını öğrendik.Küresel krizde dip noktayı bulduk mu? Rivayetler muhtelif. Mahfi Eğilmez’in yalancısıyım. Nouriel Roubini’ye de sormuşlar. Cevabı “Merak etmeyin, dibe vurunca ben size haber veririm” olmuş. Sizlerle paylaşmak istedim.Makine-teçhizat yatırımlarıMilli gelir verilerine bakmaya devam ediyorum. Son çeyrekte yaşanan küçülmeye en büyük katkıyı özel kesim yatırım harcamalarındaki çöküşün yaptığını gördük. Yatırımların konjonktürdeki önemine daha önce değinmiştim.Milli gelir muhasebesinde özel kesim yatırım harcamaları ikiye ayrılıyor: Makine-teçhizat ve inşaat. İkincisine konut, ofis, alışveriş merkezi, depo, fabrika, liman vs. tüm özel kesim yapılarının inşaat harcamaları giriyor.İlki ise özel kesimin tüm makine-teçhizat harcamalarını kapsıyor. Akla hemen fabrika ve makineler geliyor. Ama binalarda asansör, yürüyen merdiven, havalandırma, raf ve depolama sistemleri vs. bu kaleme giriyor. Keza tüm ulaştırma araçlarını da kapsıyor.Özel kesim makine-teçhizat yatırımlarının milli gelirdeki payı küçüktür. Ancak konjonktür açısından kritiktir. Çünkü iç talebin en oynak kalemidir. Çok büyük dalgalanmalara müsaittir.Nedenini tahmin etmek kolaydır. Satışlar düşünce sektörlerde fazla kapasite oluşur. Kârlı yatırım fırsatı ortadan kalkar. Doğal olarak firmalar hızla yatırım planlarını rafa kaldırır. Makine-teçhizat alımlarını durdurur. Harcamalar çöker.Tüketimle karşılaştırmaAşağıdaki grafik olayın kavranmasını kolaylaştırıyor. 2004-2008 arasında çeyrek bazında mevsimlik etkiden arındırılmış özel makine-teçhizat yatırımlarını özel tüketimle karşılaştırıyoruz. 2004’ün ilk çeyreğini baz alan bir endeks kullanıyoruz.2004-2007 arasında ikisi de yükseliyor. Ama özel yatırımdaki artış çok daha güçlü oluyor. İkisi de 2007 sonunda tepe noktasına ulaşıyor. 2008 boyunca ikisi de geriliyor. Ama özel yatırımda düşüş çok daha sert oluyor. Özel tüketim 2007 yazındaki düzeyine iniyor. Özel makine-teçhizat yatırımları ise 2005 başına geri dönüyor.Şimdi soralım. Yatırımları son dönemde hangi etken düşürdü? Mali krizin yol açtığı finansman (kredi) yetersizliği mi? Yoksa satışların düşmesi sonucunda kârlı yatırım fırsatlarının kaybolması mı? İktisat politikası açısından kritik bir sorudur. Geri döneceğim.

Devamını Oku

Büyüme ve talep

6 Nisan 2009

Dış politikada heyecanlı günler yaşanıyor. NATO’nun yeni genel sekreteri Türkiye’nin muhalefetine rağmen seçildi. AB’nin bu tutuma kızdığı görülüyor. Türkiye’nin itirazlarında haklılık payını yüksek bulduğumu söylemeliyim.Başkan Obama’nın meclis konuşmasını radyodan dinliyorum. Çok yetenekli bir hatip olduğunu biliyoruz. Önemli mesajlar taşıdığına eminim. Yazılı metni görmeden değerlendirmek istemiyorum.Türkiye’nin IMF ile anlaşması ihtimali yükseldi. İki etken tarafların orta yolda buluşmasını kolaylaştırıyor. Seçimin yapılması iç politika tehdidini kaldırdı. G-20 toplantısında alınan kararlar ise IMF’nin görev tanımını değiştirdi.Türkiye’nin döviz kuru ile “manik depresif” ilişkisi sürüyor. Bir ay önce doların Nisanda 2 TL’yi aşacağı kesindi. Şimdi 1.50 TL’nin altına ne zaman ineceği konuşuluyor. O arada gaza gelip dövize geçenlere kolay gelsin.Özel harcamalar, ihracat ve kamuMilli gelirde son çeyrekte görülen sert düşüşün analizine geri dönmek istiyorum. Okuyucularımdan bu yönde çok istek geldi. Milli gelir muhasebesinin nasıl çalıştığını anlamak açısından da çok yararlı buluyorum.Önemli bir gerçeği hatırlatalım. Küçülmenin nedeni kapasite yetersizliği değildi. Tersine, tüm kesimlerde kapasite fazlası vardı. Üretilecek mal ve hizmetlere içeriden ve dışarıdan talep olmadığı için küçüldük. Yani bize talebin analizi gerekiyor.“Büyümeye katkı” kavramı işimizi kolaylaştırıyor. Bir kalemin milli gelirde yol açtığı değişimi gösteriyor. O kalemin büyüme hızı ile milli gelirdeki payının çarpımıdır. Tüm harcama kalemlerinin toplamı fiili küçülmeye (yüzde 6.2) eşit çıkar.Özel tüketimle başlayalım. Son çeyrekte büyümeye katkısı eksi 3.2 puan. Demek ki, geri kalan her şey aynı kalsa, özel tüketimde düşüş milli gelirin yüzde 3.2 küçülmesine yol açacak. İhracattaki düşüşün küçülmeye katkısı ise 2.1 puan. Demek ki özel tüketim ve ihracatın beraberce küçülmeye katkısı 5.3 puan ediyor.Halbuki tek başına özel yatırım harcamaları küçülmeye 5.4 puan katkı yapıyor. Çok önemli: Talepteki daralmanın yarıdan fazlası tek başına özel yatırımlardan geliyor. Özel harcama artı ihracat toplamı da 10.7 puan ediyor. Neyse ki kamu tüketimi ve yatırımları büyümeye 1.4 puan katkı yapıyor. Böylece toplam talebin küçülmeye 9.3 puan katkı yaptığını saptıyoruz.İthalat ve stoklarAncak azalan talep ithalatı vuruyor. İthalattaki gerileme büyümeye artı 7.2 puan katkı yapıyor. Toplayınca, iç üretime yönelik talebin küçülmeye katkısının 2,2 puana indiğini görüyoruz.Ne demek? Talepteki düşüş milli gelirde yüzde 9.3’lük bir düşüş gerektiriyordu. Ama bunun 7.2 puanı ithalata gitmiş. Neticede talep değişimi milli gelirde yüzde 2.2’lik bir küçülmeye yol açmış.Buna karşılık fiilen milli gelir yüzde 6.2 küçülmüş. Nasıl? Çok basit. Üreticiler üretimi talepteki düşüşten daha sert kısmış. Talebin bir bölümünü ellerindeki stokları satarak karşılamışlar. Stok değişiminin küçülmeye katkısı 4 puan çıkıyor.Özetleyelim. Bir: Küçülmeye en büyük katkıyı özel kesim yatırımları yapıyor. İki: İthalatın çökmesi üretimdeki gerilemeyi talepteki düşüşün altında tutuyor. Üç: Üreticilerin stok eritmesi üretimdeki gerilemeyi talepteki düşüşün üstüne çekiyor.

Devamını Oku

G-20 toplantısı

4 Nisan 2009

Olay, haber ve veri açısıdan en yoğun haftalardan birini daha bitirdik. Böyle durumlarda haftada üç yazı gündemi sıcağı sıcağına takip etmeye yetmiyor. Yazı programı da aksıyor.Son çeyrekteki küçülmenin ayrıntıları kaldı. Tek yazı ile olmuyor. İç talep, ithalat ve stok değişiminin büyümeyi nasıl etkilediğini iyice açmamı isteyen mesajlar aldım. Ortalık durulunca mutlaka geri döneceğim. Salı günü TÜİK’in yayınladığı dış ticaret verilerinde Şubat’ta dış ticaret açığının adeta sıfırlandığını gördük. Çok ilginç bir gelişme olduğunu sanırım kabul edersiniz. Ertesi gün TİM’den Mart’ta ihracatın tekrar düştüğü açıklaması geldi. Cuma akşamı Mart enflasyonu açıklandı. Gıda fiyatları aylık TÜFE artışını yüzde 1.2’ye tırmandırmış. Merkez Bankası önceden uyarmıştı. ÜFE ise geçen yılın çok altında çıkınca yıllık artış yüzde 3.5’a geriledi. Şov ve gerçekHaftaya G-20 toplantısı damgasını vurdu. Dünyanın en önemli 20 ülkesinin yöneticileri biraraya gelince medyaya gün doğuyor. Öne çıkan konuları biliyorsunuz. Resimde kim kimin yanında durdu? Kraliçe hangi yemekleri ikram etti?Bunun sadece Türkiye’ye özgü bir durum olduğunu sananlar yanılıyor. Yabancı kanalları da israrla izledim. CNN’in en çok zamanı Kraliçe’nin menüsüne ayırdığına şahidim. Menüyü ben bile ezberden okuyabilir hale geldim.Bu tür toplantılarda içerikten ziyade şov boyutunun öne çıkması kaçınılmazdır. Katılanlarin esas derdi iç siyasette avantaj yakalamaktır. Onun dışında üçbeş genel laf edilir. Resim çektirilir. Daha önce hazırlanan bildiri okunur. Herkes yoluna devam eder.Toplantı öncesinde fazla iyimser değildim. Bir: Esas küresel dengesizliklerin çözülmesi için yapılması gerekenler konusunda mütabakat yoktu. İki: ABD çözümü zorlayacak güçte değildi ama çözümü engelleyecek kadar gücü vardı. Sonuçlar beklentimden biraz daha iyi çıktı. Bence mali kesime denetim tedbirleri önemsizdir. Trilyon dolar zararı yüklenen vatandaş için “tatlandırıcı” olarak konduğu çok belirgin. Makro politikalarının gevşetilmesi ise sadece niyet ifadesidir. ABD, İngiltere, vs. zaten gevşetmişti. Yapmayanlara müeyyide ise yoktur. IMF’ye ek kaynakGeriye tek somut sonuç olarak IMF kaynaklarının arttırılması kalıyor. Hafife almıyorum. Tam tersine, önemli bir gelişmedir. Esas sorunun nerede yattığının örtük biçimde de olsa kabulü yolunda bir adımdır. Esas sorun nedir? Keynes’in büyük itirazlarına rağmen ABD’nin 1994’de tesis ettiği küresel ödemeler sisteminin (Bretton Woods) yeniden tasarlanmasıdır. Yaşanan küresel kriz bu sistemin iflasının nihai kanıtıdır. Ama yerini neyin alacağı belirsizdir. Bu noktada IMF’ye daha fazla kaynak vermek akıllı bir tedbirdir. Borçlu ülkelerin döviz sorunlarının dünya ticaretini büsbütün daraltmasını engeller. Küresel resesyonu biraz olsun hafifletir. Bu açıdan Türkiye’nin de çıkarınadır.Zor olan ve sessiz geçiştirilen sorun ise IMF yönetimidir. Yani küresel para sisteminin reformudur. Küresel büyümenin ön koşulu odur. ABD’nin buna sıcak bakmadığı biliniyordu. G-20’den bu konuda yakın gelecekte bir ilerleme işareti gelmediği kanısındayım.

Devamını Oku

2008’de milli gelir

31 Mart 2009

TÜİK dün herkesin heyecanla beklediği 2008 yılı milli gelir verisini açıkladı. Ekonominin genel gidişatı hakkında en kapsamlı bilgiyi milli gelirin sağladığını her fırsatta belirtiyoruz.2008’in diğer yıllara benzemediği biliniyor. En önemli fark, yıl içinde konjonktürde iki kırılma olmasıdır. Yani bir takvim yılına üç ayrı eğilim sığdı. Dolayısı ile yıllık veriler fazla anlam taşımıyor.Bir konuya dikkat çekelim. Mart sonunda son çeyrek verileri yayınlanırken yılın önceki dönemleri de revizyon görür. Bunlar olağandır. Bu yıl ayrıca 2007 verilerinde toplam etkisi küçük revizyonlar yapılmış.Konjonktürün kısa hikâyesiAyrıntılara ve sayılara girmeden önce, 2008’de Türkiye ekonomisini etkisi altına alan üç ayrı konjonktürün kısa hikâyesini peşinen anlatmakta yarar görüyorum.2008 iyi başladı. 2007’nin ikinci yarısındaki yavaşlama yılın ilk aylarında tekrar canlılığa dönüşmüştü. Özel tüketim ve yatırım harcamaları ve mal-hizmet ihracatı artıyordu. Ekonominin üç motoru birden çalışınca ilk çeyrekte yüzde 7.3 büyüme gerçekleşti.İkinci ve üçüncü çeyreklerde özel tüketim teklemeye, özel yatırımlar düşmeye başladı. Buna karşılık mal-hizmet ihracatında artış sürüyordu. Tek motorla ekonomi ikinci çeyrekte yüzde 2.8 ve üçüncü çeyrekte yüzde 1.2 büyüyebildi.Ekimde küresel mali fırtına patladı. Özel tüketim geriledi. Özel yatırımlar çöktü. Üstelik ihracat da hızlı düşüşe geçti. Üç motoru birden durunca ekonomi son çeyrekte çakıldı; yüzde 6.2 küçüldü.Özetleyelim. Birinci bölümde iç ve dış talep canlı; ikincisinde iç talep durgun ama dış talepte nispeten iyi; bugüne uzayan üçüncüsünde ise hem iç hem dış talep beraberce düşüyor. Tahmin edileceği gibi, gelecek açısından bizi üçüncü bölüm (son çeyrek) ilgilendiriyor.Son çeyrekte talepSon çeyrekte özel tüketim harcamaları yüzde 4.2, özel yatırımlar yüzde 23.5 azalıyor. Özel tüketimin küçülmeye katkısı 3.2 puan, yatırımın 5.4 puan, toplam 8.6 puan oluyor. Küçülmede özel yatırımların payına dikkat çekelim.Buna karşılık kamu tüketimi yüzde 6.1, kamu yatırımı yüzde 15.1 artıyor. Kamu büyümeye 1.4 puan artı katkı yapıyor. Kamu eklenince nihai iç talebin küçülmeye katkısı 7,2 puana iniyor.Mal-hizmet ihracatında yüzde 8,2 daralma küçülmeye 2.1 puan katkı yapıyor. Üstüne, ekonomi talebi üretim yerine stok eriterek karşılama yoluna gidiyor. Stok değişimi küçülmeye 4 puan ekliyor. Toplayınca toplam talepteki düşüşün üretimde yüzde 13.3’lük küçülme gerektirdiği hesaplanıyor. Halbuki üçüncü çeyrekte mal-hizmet üretimi sadece yüzde 6.2 geriliyor. Aradaki fark nerede? İthalat yüzde 23 düşüyor. Bu da büyümeye 7.1 puan artı katkı yapıyor. Yani talepteki erimenin yarıdan fazlası (yüzde 53) ithalata yansıyor. Gerisi iç üretimi düşürüyor.Yerim bitti. Milli gelirin ayrıntılarında gizlenen şeytanları aramaya devam edeceğim.

Devamını Oku

Seçim sonuçlarına ilk bakış

30 Mart 2009

Heyecanlı ve haber yoğunluğu yüksek bir haftaya girdik. Küresel gündemin tepesinde Perşembe günü Londra’da yapılacak ikinci G-20 toplantısı yer alıyor. Sonbaharda Washington’da yapılan ilk toplantıdan anlamlı sonuç çıkmamıştı. Arada sorunlar büyüdü. Resesyonla mücadelenin başarılı olması için küresel eşgüdüm gereği ciddi şekilde arttı. Korumacılık eğilimlerinde canlanma belirdi. Doğrusu toplantının dişe dokunur bir sonuç vermesini beklemiyorum. Gene de hiçten iyidir diyorum.Asya borsaları haftaya düşüşle başladı. Kötümser hava Avrupa’ya ve bize de sirayet etti. Yazıya oturduğumda New York daha açılmamıştı. Ama mali piyasalarda tedirginliğin sürdüğünü söyleyebiliriz.TÜİK yarın sabah 2008 yılı milli gelir verilerini açıklıyor. Çok kritik bir veridir. Ekonominin son çeyrekte küçüldüğünü biliyoruz. Mutlak büyüklüğünü ve ayrıntılarını yarın öğreneceğiz. 2009’un ilk çeyreğini daha iyi görmeyi sağlayacaktır.Her seçim sürprizdirSeçimlerin neden beni hâlâ heyecanlandırdığını pazar günü yazdım. Eşit oy ilkesinin önemini vurguladım. Sonuçlar bir kez daha haklı olduğumu gösterdi. Kendi kendime “yaşasın seçimler!” dedim.Her seçimde kendi sandığımda oyların sayılmasını izlerim. Benim için seçim ritüelinin olmazsa olmaz parçasıdır. Komşu sandıkların sonuçlarına da bakarım. Seçimin ana eğilimlerini erkenden gözleme fırsatını elde ederim.İlkokulda sekiz sandık var. Benim sandığımda CHP hep güçlüdür. Diğerlerinde değişir. Örneğin 2007’de AKP ve CHP birinciliği yarı yarıya paylaşmıştı. Pazar günü tümünde Kılıçdaroğlu önde çıktı. Sürprizin geldiğini anladım.Seçimlerin soyut vatandaş kavramından hareketle açıklanmasına sıcak bakmam. “Vatandaş dedi ki...” insanların oy kararını beraberce almalarını gerektirir. Halbuki oy vermek bireysel bir davranıştır. Öyle değerlendirilmelidir.Doğallıkla, seçim sonucu vatandaşların tavrı hakkında hayati bilgiler taşır. Bu seçim AKP’nin yönetiminden genelde mutsuz seçmen sayısında ciddi bir artış yaşandığını net şekilde göstermektedir. Genel sözcüğü sorunun yerel olmadığını vurguluyor.Üç büyüklerde gerilemeNedenlerin analizi ayrıntıların bilinmesini ve hazmedilmesini gerektiriyor. Emimin hepimizi çok meşgul edecektir. Ekonomik krizin, yolsuzlukların, yaşam tarzı gerginliğinin, kampanya stratejilerinin vs. etkileri aranacaktır. Siyasi çıkarsamaları tartışılacaktır. Bugün önemsediğim bir eğilim kırılmasına işaret etmek istiyorum. Seçim öncesinde kısaca değindim. 2004 ve 2007 seçimlerinde en büyük üç partinin toplam oyunun artmasına siyasi konsolidasyon adını verdim. Seçim sonucunu etkileyeceğini söyledim. Aşağıdaki tabloda üç büyüklerin (AKP, CHP, MHP) 2002 ve 2007 milletvekili ve 2004 ve 2009 il genel meclisi seçimlerdeki oy oranları yer alıyor. Toplam oyları 2002’de yüzde 62 iken 2004’te yüzde 70,4’e, 2007’de yüzde 81,8’e yükseliyor. 2009’da yüzde 78,3’e geriliyor.Son sütun 2007’den 2009’a oy oranlarındaki farkları veriyor. AKP 7,6 puan kaybediyor. 4 puanı diğer iki büyük parti (CHP 2,3; MHP 1,8) alıyor. Geri kalan 3,5 puan ise diğer partilere gidiyor. Yani siyasi konsolidasyon süreci tersine dönüyor. Bilginize sunuyorum.

Devamını Oku

Seçim günü sohbeti

28 Mart 2009

Seçim günü geldi. Anladığım kadarıyla dört ayrı sandıkta oy kullanıyoruz. Bu kez herhalde kimlik numarası tartışmaları olacak. Yeni seçim kütüklerinin sorunları keşfedilecek. Çeşitli kavgalar çıkacak. Televizyon başında sonuçlar izlenecek. Medya “Vatandaş konuştu!” başlığını sever. Gerçek payı da vardır. Seçim öncesinde siyasetçiler, gazeteciler, uzmanlar, vs. konuşur. Bir yandan vatandaşa ne yapması gerektiği anlatılır. Öte yandan ne yapacağı açıklanır. Vatandaş dinler. Sonra gider oyunu verir. İster genel ister yerel, seçim olayı beni hâlâ çok heyecanlandırıyor. İlk kez 1965 Milletvekili seçimlerinde oy kullanmıştım. 11 genel seçim ediyor. Yerel seçimler, ara seçimler, referandumlar, sandığa 30’uncu gidişim olabilir. Eşit oy hakkıİki hafta önce öğrencilerimle eşitlik kavramını tartışıyorduk. İnsanı insan yapan özelliklerin doğal dağılımındaki eşitsizlikle başladım. Güzel ile çirkin, eğitimli ile cahil, zenginle fakir, yaşlı ile genç (sıraya dikkat!), yetenekli ile yeteneksiz, vs. örneklerini verdim.Sonra toplumsal eşitsizliklere geldim. Generalle eri, patronla işçiyi, zenginle fakiri, başbakanla dağdaki çobanı, starla sokaktaki insanı karşılaştırdım. Onları nasıl ve nerede eşitleyebiliriz diye sordum. Sağduyunun iyi bildiği cevabı da verdim: Ölüm. Başka? Bir süre düşündüler ama bir türlü cevabı bulamadılar. İnsanoğlunun en büyük keşiflerinden birini, çok iyi bilmelerine rağmen, söyleyemediler.Aslında olay Kristof Kolomb’un yumurtasına benziyor. Bir kere yapınca çok basit olduğu anlaşılıyor. Her vatandaşın bir tek oya sahip olması şimdi çoğumuza son derece doğal geliyor. O kadar ki, içerdiği büyük yeniliği farketmiyoruz bile.Gizli oy ve açık tasnifle gerçekleştirilen bir seçim, mutlak toplumsal eşitliğin sağlandığı tek andır. Seçim sandığına gittiğimizde aramızdaki bütün doğal ve toplumsal farklar buhar olur. Neticede hepimizin bir tane oyu vardır. Sandıkta eşitleniriz.Cumhuriyet ve demokrasiSeçim toplumun müşterek çıkarlarını temsil eden kurumların yöneticilerini tayin etme yöntemlerinden biridir. Tek yöntem değildir. İnsanlık tarihinin büyük bölümünde başka yöntemler kullanılmıştır. Bileği güçlü olan kapmıştır. Babadan oğula kalıtımla geçmiştir.Kamu yöneticisinin kalıtım yerine seçimle gelmesi ille toplumun bütün üyelerinin oy hakkına sahip olmasını gerektirmez. Seçime toplumun sadece bir kesiti katılabilir. Örneğin sadece savaşçılar, senatörler, asiller, vergi ödeyenler, erkekler, vs. oy verebilir. Kamu yöneticilerini seçme ve kamu yöneticiliğine seçilme hakkının yaygınlığı cumhuriyeti demokrasiden ayırdeder. İlkinde topluma aidiyet hak için yeterli değildir. İkincisinde yeterlidir. Somut ifadesi eşit oy hakkıdır. Türkiye bu fikre alışmakta çok zorlandı. Son dönemde çok yol alındı ama kamu yönetimini sadece “bizimkilerin” belirlemesi özlemine bugün de raslanıyor. Neyse ki zamanı geriye akıtma çabaları bir türlü başarıya ulaşamıyor. Bu sohbetin de sonuna geldik. Okuyucularıma iyi seçimler diliyorum. Mutlaka oyunuzu kullanın. Herkesle eşit olduğunuz bu çok müstesna anın tadını çıkartın.

Devamını Oku

Seçim ve ekonomi

26 Mart 2009

Bu haftanın flaş haberi Çin’den geldi. Merkez Bankası Başkanı doların yerine yeni bir uluslararası rezerv para birimi oluşturulmasını istedi. Krizin bu boyutunu kimin ve ne zaman gündeme getireceğini merak ediyordum. Tahmin edileceği gibi, ABD Hazine Bakanı Geithner ve Merkez Bankası Başkanı Bernanke teklifi derhal reddetti. Şaşırmadım. ABD hâlâ mevcut sistemin kendi çıkarlarına hizmet ettiğini düşünüyor. Dünya para sisteminde reform arayışlarına direniyor. ABD’de mali kesime yönelik son destek tedbirlerine borsaların olumlu tepkisi mali krizin dibi ile ilgili tartışmaları iyice canlandırdı. Dip noktanın görüldüğü önerisine bir anlamda katılıyorum. Mali kesimi vuracak yeni bir kötü dalga ihtimali azalıyor. Buna karşılık reel ekonomi açısından iyimser değilim. Talep ve üretimde yakın gelecekte hiçbir toparlanma işareti görünmüyor. Unutmayalım ki bozulmanın durması düzelmenin başladığı anlamına gelmez. Resesyon içinde seçimTürkiye 22 aylık aradan sonra pazar günü tekrar sandıklara gidiyor. Yerel seçim deyip geçmeyin. Yerel yönetimler vatandaşın güncel yaşamını çok etkiler. Ayrıca belediye başkanlarının dar bölgeden seçilmesi demokratik mekanizmayı güçlendiriyor.Bu kez seçim tarihi çok ağır bir resesyona denk geldi. Doğal olarak muhalefet umutlandı. Olağan dışı ekonomik koşulların seçmen davranışlarını nasıl etkileyeceği üzerine spekülasyonlar arttı.Türkiye’nin geçmiş deneyimi çok ilginçtir. Örneğin 2001 krizi ardından yapılan seçimde vatandaş sert tepki verdi. İktidarın üç ortağı (DSP, MHP ve ANAP) ve muhalefetin bir bölümü (SP) meclise bile giremedi.Ekonomik koşulların ağırlaşması seçim sonuçlarını etkiler mi? Düşen üretim ve satışlar, artan işsizlik, batan ve sıkışan şirketler vs. olumsuz ekonomik gelişmeler iktidara oy kaybettirir mi?Genelde “evet” deriz. Ancak ekonomik konjonktürden siyasete giden yol çok karmaşıktır. Bire bir ve doğrudan nedensellik kurmak hata olur. Mutlaka seçmen tercihlerini belirleyen diğer koşul ve dinamiklere bakmak gerekir.Siyasette konsolidasyonBu seçimi etkileyen ekonomi dışı bir eğilime işaret edelim. Türkiye’de siyasi konsolidasyon hızlandı. Meclis’te temsil edilen üç büyüğün (AKP, CHP, MHP) toplam oy oranı artıyor. Küçük partiler eriyor. Bu olay özellikle en büyük partiye yarıyor.AKP açısından, bir yanda iktidara mutlaka oy kaybettiren olumsuz ekonomik konjonktür, öte yanda siyasi konsolidasyonun sağladığı ek oylar var. Seçimde bu iki zıt eğilim çarpışıyor.Anketler ne diyor? 2007’de yaygın beklentiden çok farklı olmasına rağmen Tarhan Erdem’in bulgularına güvendim. Dediği çıktı. Dün açıkladığı tahminler iki eğilimin birbirini dengelediğine işaret ediyor. Vatandaşın nihai kararını ise üç gün sonra öğreneceğiz.

Devamını Oku