Ocak reel efektif döviz kurları Merkez Bankası tarafından yayınlandı. TÜFE bazında TL yüzde 1 değer kazandı. Endeks 120’yi aştı. Piyasaları yakından ilgilendiriyor. Başkan Başçı 120’nin üstünden hoşlanmadığını açıklamıştı. Ama piyasada kur kıpırdamadı. .Son çeyrekte büyüme konusunda olumsuz bir işaret elektrikten geldi. Konjonktürün önemli öncü göstergesidir. Elektrik tüketimi Aralık’ta geçen yıla göre sabit kaldı. Çeyrek bazında az da olsa düşüş var.Aralık sanayi üretimi yarın yayınlanıyor. CNBC-e anketinde sanayi üretiminde geçen yıla göre yüzde 0.3 artış çıktı. Sanayide büyüme yok demektir. İmalat sanayinde daralma çok muhtemeldir. Diğer verilerle uyumludur.Konut fiyatı artıyorMerkez Bankasının hesapladığı konut fiyatları endeksi birinci yılını dolduruyor. İlk çıktığında tanıtmıştım (13 Mart 2012). Konut fiyatları toplumu hem kullanıcı hem yatırımcı olarak yakından ilgilendiriyor.Seri Ocak 2010’dan başlıyor. Türkiye genelinde tüm ve yeni konutlar için endeksler hesaplanıyor. Konut taşınmaz bir mal olduğu için bölgesel farklar oluşabiliyor. O nedenle 25 bölge için fiyat endeksleri veriliyor.Aslında konut fiyatlarının aydan aya fazla oynaması beklenmez. Fakat öyle olmuyor. Son bir yılda Türkiye geneli için aylık artış yüzde 0.5’le 1.5 arasında dalgalanıyor. Bölgelerde daha sert hareketlere rastlanıyor.Kasım sonuçları yayınlandı. Son yılda Türkiye genelinde tüm konutlar için fiyat artışı yüzde 11-12 bandında seyrediyor. Ağustos 2012’de yüzde 12.4’le son iki yılın en yüksek değerine ulaşıyor. Kasım’da yüzde 11.5’a geriliyor.Yeni konutların fiyatı daha hızlı artıyor. Yıllık artış yüzde 13-15 bandına çıkıyor. Ağustos’ta yüzde 14.5’u görüyor. Kasım’da yüzde 13.5’a iniyor.Neticede konut fiyatları tüketici enflasyonundan hızlı artıyor. 2012’de TÜFE yılsonunda yüzde 6.2 arttı. Yıllık ortalama artış ise yüzde 9.3 oldu. Konuta yatırım yapanların enflasyona ezilmedikleri ortaya çıkıyor. Kira getirisi düşüyorTÜFE’nin konut kirasını kapsadığı biliniyor. İki endeksi bir araya getirmek konuta yatırımının kira getirisinin nasıl değiştiği hakkında bir fikir veriyor. Kira konut fiyatından hızlı artarsa konutun kira getirisi yükselir. Aksi halde düşer.Son üç yılda konut fiyatları TÜFE’den, TÜFE ise kiralardan hızlı artıyor. Dolayısı konuta yatırılan tasarrufun kira getirisi geriliyor. Ocak 2010’u 100 aldığımız takdirde Kasım 2012’de 87’ye iniyor. Bu alanın uzman kuruluşu Reidin (www.reidin.com) kira getirisini de yayınlıyor. Aralık’ta yıllık ortalama kira getirisi yüzde 6.17 diyor. Geriye dönünce Ocak 2010 için yüzde 7.12 bulunuyor. Getiri serisi grafikte izleniyor. Neticede üç yılda kira getirisi takriben 1 puan düşüyor. İlginizi çekeceğini düşündüm.
Gene sayı hatası yapmışım. Yazımı gazetede okurken farkına vardım. Dikkatli bir okuyucum da mesaj yolladı. Enerji ve altın dışı ticaret açığında zirveye göre düşüş 10 milyar dolar demişim. Doğrusu 20 milyar dolardır. Üstelik grafikte görülüyor!Canım sıkıldı. Yazımı yollamadan mutlaka birkaç kez okurum. Nasıl atladığımı anlamadım. Grafiğin verileri de elimin altında idi. Ne diyebilirim? Özür dilerim.Ocak enflasyon verileri dün TÜİK tarafından açıklandı. Merkez Bankası tütün ürünlerine yüksek zamların etkisine dikkat çekmişti. Piyasa tüketici fiyatlarında yüzde 1,1 civarında artış bekliyordu. Bayağı daha yüksek, yüzde 1,7 çıktı.Yazı konusu yapmaya değer yeni bilgi var mı? Doğrusu pek bulamadım. Sert kış koşulları sebze fiyatlarını yukarı çekti. Diğer göstergeler ana eğilimde bir bozulmaya işaret etmiyor. Şubatta yeniden bakarız.ABD’nin kamu borcuABD’nin büyük bütçe açıkları ve hızla artan kamu borcu bütün dünyanın ilgisini çekiyor. Aynı zamanda ülke içinde konjonktür politikasında kutuplaşma yaratıyor. Tutucular maliye politikasının sıkılmasını istiyor. Keynes’çiler direniyor.Turkey Data Monitor’a daha önce referans verdim (www.turkeydatamonitor.com). Verilere çabuk ulaşmakta ve literatürü izlemekte çok yararını görüyorum. ABD hazinesinden alacaklıların dağılımı hakkında ilginç bir çalışmadan bu şekilde haberim oldu.“ABD Hazine kâğıtlarının sahibi kim?”(macromon.wordpress.com/2013/01/30/who-owns-the-u-s-treasury-market) Eylül sonu itibariyle Hazine’nin toplam borcu 16.1 trilyon dolar. Milli gelirin yüzde 102’sine denk geliyor. Ancak, bunun 4.8 milyar dolarının alacaklısı da Merkez Bankası dışındaki kamu kuruluşları. Onları düşünce 11.3 trilyon dolar borç (milli gelirin yüzde 71’i) Merkez Bankası ve özel kuruluşların alacağı oluyor. Buna toplumun elindeki borç (publicly held debt) deniyor. Benzer bir tanımı Türkiye için yakında kullanmıştım.Alacaklılar kim?Yabancıların alacağı 5.6 trilyon dolara ulaşıyor. Takriben borcun yarısı ediyor. Daha ilginci, bunun 4 trilyon doları resmi yabancı kuruluşlarda çıkıyor. Yani başka devletler borcun üçte birden fazlasını (yüzde 36) elinde tutuyor. Birincilik için 1.2 trilyon dolar alacakla Çin ve Japonya çekişiyor.Yabancı devletler dışında en büyük alacaklı kim? Sıkı durun: Merkez Bankası. Evet, Fed’in elinde 1.65 trilyon dolar tutarında hazine tahvil ve bonosu var. Borcun yüzde 14.6’sına tekabül ediyor. Yani Fed bütçe açığını tahvil satın alarak finanse ediyor.Yabancı devletler ve Fed’i toplayınca borcun yüzde 47’sine ulaşıyoruz. Resmi alacaklılar diyebiliriz. Yabancı ve yerli özel alacaklılar geri kalan yüzde 53’ü paylaşıyor. 6 trilyon dolar anlamına geliyor.Başka ilginç ayrıntılar da var. Belki bir başka yazıda bakarız.
2012’nin son dış ticaret verisi açıklandı. Piyasa 9 milyar dolar (ve üstü) ticaret açığı öngörüyordu. Daha düşük beklediğimi söyledim. Sonuç 7.2 milyar dolar çıktı. Son üç yılın en düşük Aralık ticaret açığıdır.Sapma ithalattan geliyor. Tahmin 22 milyar dolardı. 20 milyar dolara ulaşmadı. Halbuki ekonomi canlandıkça ticaret açığının yeniden artacağı görüşü yaygındı. Tek çiçekle bahar olmaz. Bir iki ay beklemek gerekiyor.Bu yıl bayramın kayması Ekim ve Kasım verilerini bozmuştu. Mevsim etkisi arındırılınca da etkisi sürüyor. Kasıma göre ihracat ve ithalat yüzde 4 civarında geriledi. Son çeyrek için düşüş çift haneye yükseliyor.Yıllık ihracat yüzde 13 artışla 153 milyar dolara tırmandı. Tarihi rekordur. İthalat yüzde 2 düşüşle 237 milyar dolara indi. Eylül 2011 düzeyidir. Ticaret açığı yüzde 21 düşüşle 84 milyar dolara geriledi. Mart 2011’e dönüştür.Enerji ve altın etkisiİran’a altın ihracatı son bir buçuk yılın dış açık verilerini okumayı zorlaştırıyor. Daha önce değindik. Türkiye kendi ürettiği altını satmıyor. Altını önce ithal ediyor. Ticaret açığı büyüyor. Sonra ihraç ediyor. Ticaret açığı küçülüyor.Konjonktürden nisbeten bağımsız bir başka kalem enerjidir. Büyüme ile olağan bir miktar artışı geliyor. Fakat ithalat faturasını esas petrol fiyatları belirliyor. Miktar değişmese bile petrol fiyatı enerji ithalatını tırmandırıyor.O nedenle özellikle enerji ve altın dışı ticaret dengesini izlemek gerekiyor. Grafikte yükselen eğri enerji açığıdır. Sütunlar enerji dışı açığı, diğer eğri ise enerji ve altın dışı açığı ifade ediyor.Enerjiden kaynaklanan açık iki yılda 16 milyar dolar artışla 52 milyar dolara tırmanıyor. Enerji dışı açık 2011 yazında 61 milyar dolarla zirveye çıkıyor. Bu yıl 32 milyar dolara iniyor. İki yıl öncesinin 12 milyar dolar altındadır. Enerji ve altın dışı ticaret açığına dönelim. Temmuz 2012 öncesinde enerji dışı açığın altında seyrediyor. Türkiye’nin net altın ithalatçısı olduğu dönemdir. Sonra üzerine çıkıyor. Altında net ihracata geçiştir. Yıl 37 milyar dolar düzeyinde bitiyor. Zirvenin 10 milyar dolar, iki yıl öncesinin 6 milyar dolar altındadır. Seçim sistemi önerisiSeçim sistemi temsili demokrasinin belki en kritik unsurudur. Vatandaşın siyasetle bağının temel belirleyicisidir. Türkiye’nin tavrı ilginçtir. Anayasa gereksiz ayrıntıları düzenler. Ama seçim sistemini sessiz geçiştirir. Tercihim hiç tereddütsüz iki turlu dar bölgedir. Otuz küsur yıldır milletin vekilllerini bu şekilde seçmesini savunuyorum. Geçmişle köklü bir kopuşa tekabül ediyor. Kamuoyunda yeterince destek bulduğunu sanmıyorum.Seçim sistemleri Seyfettin Gürsel‘in de sevdiği konudur. Son çalışması BETAM tarafından yayınlandı: “Türkiye için yeni bir seçim sistemi önerisi”. Geçmişle bağlantı kurarak hakkaniyet, meşruiyet ve istikrar arasında denge arıyor.Yeni anayasa yazılırken kamuoyunun seçim sistemine eğilmesinde büyük yarar görüyorum. Gürsel’in önerisi yararlı bir tartışma zemini oluşturuyor. Dikkatle okumanızı tavsiye ederim.
Euro bölgesinde işler düzeliyor mu? Döviz piyasaları “evet” diyor. Kanıtı euro’nun dolar karşısında değer kazanmasıdır. Parite on dört ay sonra tekrar 1.35’in üzerine çıktı. Kısa dönemde bu eğilim devam edebilir.Parite hareketi TL kurlarına da yansıdı. Euro 2.40 TL’ye ulaşırken dolar 1.76 civarında kaldı. Döviz sepeti ise 2.08 TL’ye yaklaştı. Son geçen ilkbaharda buraları görmüştü. Faiz indiriminden kaynaklanabilir mi? Kesin yargı için erkendir.Tüketici güven endeksi AB ile uyumlu hâle getirildi. Yeni endeks Eurostat’ın öngördüğü yöntemi kullanıyor. Ekimde dibe vuran tüketici güveni ocak ayında da yüzde 3 yükseldi. Ama hâlâ 2012’nin altındadır.İç talep ve büyüme için iyi haberdir.Aralık dış ticaret verileri bugün açıklanıyor. CNBC-e anketinde dış ticaret açığı aylık9 milyar dolar, yıllık 85.7 milyar dolar çıktı. Makul duruyor. Ben biraz daha düşük bekliyorum. Ama bu sayılara şaşırmam.Merkez Bankası memnunBaşkan Başçı yılın ilk enflasyon raporunu salı günü açıkladı. Para politikasının en kritik belgesidir. Merakla beklediğimi yazmıştım. Sonucu baştan söyleyelim. Kapsamlı ve doyurucu buldum.Medyada izliyorsunuz. Son dönemde ekonomi yönetiminin kendine güveninde gözle görülür bir artış var. Her fırsatta konjonktürün planlanan ve arzulanan yönde geliştiği vurgulanıyor. Doğal olarak, aynı hava rapora da yansıyor. Geri planda ekonominin geldiği yer yatıyor. Enflasyon kırk küsur yılın en düşük düzeyine geriledi. Dış açık ciddi şekilde daraldı. Reel faiz sıfırlandı. Döviz kurunda istikrar korundu. İç talep ve büyümeden canlanma işaretleri geliyor.2012 başını hatırlayın. Piyasalar para politikasına karşı tam saha pres uyguluyordu. Kur ve enflasyonun patladığı, dış açığın küçülmediği felaket senaryoları yazılıyordu. Neyse ki Merkez Bankası piyasanın baskısına direndi.Bazı uygulamalara ben de karşı çıktım. Yılbaşında kurun baskılanmasını ve sonbaharda vergi artışını eleştirdim. Büyümeye daha duyarlı olmasını istedim. Ama piyasanın ortodoks tavrına karşı politikayı savundum. Doğrusu ben de memnunum.Üç defa beşBu arada Başkan Başçı’nın bir soruya cevabı sayesinde Türkiye ekonomisinin orta vadeli hedefleri de belirginleşti. Bunları az çok biliyorduk. İlk kez yönetim tarafından açıkça telaffuz edildi.Medyaya “beş-beş-beş” sloganı ile taşındı. Büyüme, enflasyon ve dış açığın milli geliri oranı için konan hedeflerdir. Ekonomi yüzde 5 büyürken enflasyonun ve dış açık/GSYH oranının yüzde 5 düzeyinde kalması anlamına geliyor.Yakın gelecekte üç hedef arasında tutturulması en kolayı enflasyondur. Geçen yıl da söyledim. Enflasyon cephesi sakindir. Ortalıkta dolaşan bilgi kirliliğine aldırmayın. Ancak diğer ikisi için aynı şeyi söyleyemiyorum. Mevcut koşullarda onlara ulaşmak zor duruyor.
Büyüme hızlanıyor mu? Üretim cephesinden karışık işaretler geliyor. Ocakta hem reel kesim hem hizmet güven endeksleri yükseldi. Ancak mevsim etkisi arındırılınca reel kesim güven endeksi aralık ayına göre düştü.İmalat sanayii kapasite kullanım oranı da ocakta 72,4’e geriledi. 2010 sonrasında en düşük ocak oranıdır. Aynı şekilde, mevsim etkisi arındırıldıktan sonra da ekim 2010’dan bu yana en küçük değerdir.2013’ün ilk Enflasyon Raporu bugün Başkan Başçı tarafından açıklanıyor. Para politikasının temel metnidir. Merkez Bankası’nın ekonomideki gelişmeleri nasıl değerlendirdiğini daha iyi göreceğiz.31 Aralık 2012 nüfus verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre Türkiye’de 75.6 milyon kişi yaşıyor. Yıllık artış yüzde 1,2’dir. Kentsel nüfus (il ve ilçe merkezleri) 58.5 milyona yükseldi (yüzde 77.3).Hesaplama sorunlarıDavos’ta Bakan Babacan yakında bazı önemli göstergelerin yeniden hesaplanacağını açıkladı. Resmi istatistikler Türkiye’de daima hassas konudur. Vatandaş kesinlikle üzerinde oynandığına inanır. Gene öyle olacaktır.İki kalem öne çıkıyor: İşsizlik ve turizm gelirleri. İhracat ve ithalatla ilgili bir araştırmanın yürütüldüğü anlaşılıyor. İşsizliğe revizyon kesinleştikten sonra bakarım. Turizm gelirlerini geçen hafta yazacaktım. Bir şekilde sıra gelmedi.Cari işlemler dengesinin ayrıntılarına meraklı olduğum biliniyor. Örneğin tüm döviz gelir ve giderleri kesinkes hesaplanamıyor. Çünkü sadece bir bölümü işlem bazında izleniyor. Gerisi anket sonuçlarına göre tahmin ediliyor.Turizm gelir ve harcamaları da bunlardan biridir. Türkiye’ye özgü değildir. Milyonlarca turistin harcamalarını tek tek kayda geçirmek olanaksızdır. Anket gibi istatistik yöntemlerle kişi başına harcama hesaplanır. Turist sayısı ile çarpılır.Hata ihtimali yüksektir. Bir göstergesi “net hata noksan” (NHN) kaleminde büyük bakiyeler oluşmasıdır. Türkiye’de öyle oluyor. Ekim 2008’den bugüne NHN 32 milyar dolar fazla verdi. Turizm gelirlerinin gerçeğin altında kalması temel nedenlerinden biridir.Turist ve geliri2003’te Türkiye’ye 13.2 milyon turist gelmişti. 2012’de 31.8 milyona yükseldi. Yani on yıl içinde turist sayısı yüzde 128 arttı. Artışın küresel kriz sonrasında da sürdüğüne dikkat çekelim.Brüt turizm gelirlerini kullanıyorum. Net gelir yerli turistin yurt dışında harcaması düşülerek bulunuyor. 2003’te 13.2 milyar dolardı. 2012’de 22.6 milyar dolara tırmandı. On yıllık gelir artışı yüzde 71’dir. Dört yıldır yatay seyrediyor.Neticede turist başına gelir yüzde 25 geriledi. Neden? Makul bir cevap bulmak zordur. Dolar enflasyonu eklenirse düşüş daha da büyüktür. Nitekim bu dönemde “nesebi gayri sahih” döviz girişleri (NHN) sürekli arttı.Turizm gelirleri için daha gerçekçi hesap ihtiyacı bence çok açıktır. Yeni veriler mutlaka doğru olur diyemem. Somutlaşınca değerlendireceğim. Ama hesap yöntemini yenilemekte geç bile kalındığını söyleyebilirim.
Savaş sonrasında İngiltere sadece üzerinde güneşin batmadığı imparatorluğu kaybetmedi. İktisat teorisindeki hakim konumu da sessizce erozyona uğradı. Keynes’in mirası ile yetinmek zorunda kaldı.Tahmin edeceğiniz gibi boşluğu hızla ABD doldurdu. Amerikan İktisat Derneği (AEA) mesleğin en saygın kuruluşuna dönüştü. Nobel iktisat ödüllerinin dağılımına bakmak yeterlidir. Amerikalı akademisyenlerin üstünlüğü çok açıktır.Ocak başında AEA en geniş katılımlı toplantısını yapar. Mesleğin ağır toplarının büyük çoğunluğu katılır. Yüzlerce seansta makaleler sunulur. Sonuçlar American Economic Review dergisinin özel sayısı olarak yayınlanır. Aynı zamanda iktisatçı pazarı kurulur. Genç iktisatçılar ve onları işe alacak kurumlar bir araya gelir. Bu yıl San Diego’da yapıldı. Türkiye’den katılanlar arasında Merkez Bankası ve İstanbul Bilgi Üniversitesi de vardı.İktisatçılar anlaşıyor mu?Toplantının ilginç seanslarına internetten ulaşılıyor (www.aeaweb.org). Konuşmacı ve sunumu görülüyor. Örneğin gece insanın uykusu kaçınca çok hoş oluyor. Dün başıma geldi. İki saate yakın süren bir seansı seyrettim.Konunun başlığı şöyle: “Önemli kamu politikaları hakkında iktisatçılar ne düşünüyor?” The Economist’te çıkan yazı sayesinde haberim olmuştu. İki soru araştırılıyor. Temel iktisat politikalarına iktisatçılar nasıl yaklaşıyor? Vatandaş bu politikaları nasıl değerlendiriyor?İlkinin verileri Chicago Üniversitesi’nin oluşturduğu uzmanlar panelinden geliyor. 41 önde gelen akademik iktisatçı katılıyor. Diğeri bir kamuoyu araştırma şirketinin 1.000 kişi ile yaptığı anketlerden elde ediliyor.Öncelik ilkine veriliyor. İlk bakışta iktisatçıların ortalama yüzde 70 aynı görüşleri paylaştıkları çıkıyor. Altın standardına geri dönüşe karşı çıkma konusunda fikir birliği bile oluşuyor.Ancak ayrıntıya inince manzara değişiyor. Bir kesim sağ-sol kutuplaşmasının iktisatçıları da böldüğünü iddia ediyor. Diğerleri buna katılmıyor. İktisatçıların aynı veri kümesi ile zıt sonuçlara ulaşabilmesinin iyi bir örneği ile karşılaşıyoruz.Vatandaş inanmıyorDaha önemlisi, vatandaşın bakışı çok ender olarak iktisatçılarla örtüşüyor. Genelde, vatandaş kamu politikalarını farklı değerlendiriyor. Uzmanların savunduğu politikaların yanlış olduğunu düşünüyor.İlginç bir deney de yapılıyor. Vatandaşa soruyu cevapladıktan sonra uzman görüşü anlatılıyor. Yeniden soruluyor. Sanırım tahmin ettiniz. Vatandaş kendi görüşünde israr ediyor. Yani iktisatçıya inanmıyor.Konu mali piyasa gelişmeleri olunca daha da çarpıcı bir sonuç çıkıyor. Vatandaş genellikle iktisatçının dediğinin tam tersine yöneliyor. Bu tavır Türkiye için de geçerlidir. İktisatçının kur, borsa vs. tahminlerine hiç güven yoktur. Kendi deneyimimden biliyorum.
Küresel piyasalar Japonya’nın ortodoks politikaları bırakmasını hazmetmeye çalışıyor. Yeni hükümet ağır Keynes’çi takılıyor. Maliye politikası gevşiyor. Merkez bankasının bağımsızlığı gitti. Enflasyon hedefi yükseldi. Yen değer kaybediyor.Son yazımda kısa vadeli dış borç 101 milyar dolar dedim. Verileri yakından izleyen meslektaşım Mustafa Sönmez’den haklı bir uyarı geldi. Vadesi bir yıl içinde dolan dış borç daha yüksek: 143 milyar dolar. Çizdiğim tabloyu güçlendiriyor.Bina inşaat maliyet endeksi son çeyrek verileri TÜİK tarafından açıklandı. Hem 2011’e hem bir önceki çeyreğe göre maliyet artışının yavaşladığı görülüyor. Örneğin geçen yıla kıyasla işçilik maliyet artışı yüzde 5,8’e gerilemiş. Enflasyon için iyi haberdir.İki taşla iki kuşPara Politikası Kurulu (PPK) değişiklik beklemeyen piyasaları şaşırttı. Gösterge faizi yüzde 5,5’da sabit tuttu. Ama faiz koridorunu 0.25 puan aşağıya çekti. Böylece borçlanma faizi yüzde 4,75’e, fonlama faizi yüzde 8,25’e indi.Aynı anda TL ve döviz mevduat için karşılık oranlarını ve altın için rezerv opsiyon katsayılarını yükseltti. Bu yoldan sisteminden 2.9 milyar dolar karşılığı döviz ve altın ve 300 milyon TL çekileceğini hesaplıyor.Merkez Bankası iki taşla iki kuş vurmaya çalışıyor. Kuşlardan biri döviz kuru. TL’nin son dönemde değer kazanması düzeltme sürecini engelliyor. TL’nin cazibesini azaltmak için faiz koridorunu aşağı çekti.Diğeri kredi artış hızı. Özel tüketim harcamaları hızlı artınca düzeltme gene sekteye uğruyor. Denetim altına almak için mevduat karşılık oranlarını yükseltti. Kredilerin bankalara maliyeti arttı.Politikanın çerçevesine itirazım yok. Ama zamanlamaya ve düzeyine var. Müdahale gene geç ve yetersiz kaldı. Gösterge faiz ve koridor buraya ekimde çekilebilirdi. Bugün daha da düşük düzeye inerdi.Döviz kuru ve ihracat fiyatlarıİktisat teorisinin en temel ilkelerini yok sayan şehir efsaneleri Türkiye’de çok yaygındır. Döviz rezervlerine geçen yazıda değindim. TL’ye değer kaybettirmenin ihracatı arttırmayacağı bir başkasıdır. Kendimi bildim bileli ortalıkta dolaşır.Bilgi Üniversitesi’nden kürsüdaşım Ege Yazgan’la bir çalışmamız İktisat ve Toplum dergisinin 26’ıncı sayısında yayınlandı (Aralık 2012). Kitapçılarda satılıyor. Daha önce de dergiyi mutlaka edinmenizi önermiştim (www.efilyayinevi.com).Makalenin başlığı kendini anlatıyor: “Döviz kuru ihracat fiyatlarına yansıyor mu?” Son on yılın verileri aracılığı ile reel kur hareketlerinin döviz cinsinden ihracat fiyatlarını nasıl etkilediğini araştırıyor. Sonuç iktisat teorisi ile uyumlu çıkıyor. TL’nin değer kaybetmesini izleyen dönemlerde Türkiye’nin ihraç ettiği sanayi ürünlerinin döviz cinsinden fiyatları düşüyor. Yani sanayinin rekabet gücü artıyor. TL’nin değer kazandığı dönemlerde tersi oluyor.Ayrıntısına girmiyorum. Karmaşık istatistik araçlar kullanmadık. Yerine çok güzel grafikler çizdik. Birini buraya koymaktan son anda vazgeçtim. Makalenin okunmasını teşvik etmek için...
CNBC-e tüketici güven endeksi sonuçları yayınlandı. Kasımda başlayan yükseliş eğilimi aralıkta devam ediyor. Özel tüketim son çeyrek büyümesine artı katkı yapabilir. Ocak öncü verisi ise düştü. Mevsim etkisi olabilir.Para Politikası Kurulu bugün toplanıyor. Piyasada çoğunluk faizlerin sabit tutulacağını düşünüyor. Borçlanma faizinde 0.25 puan indirim bekleyen bir azınlık var. Sürpriz yapabilir diyenlere de rastlanıyor.Para politikasının hassas noktası döviz kurudur. Son ay içinde TL değer kazandı. Merkez Bankası’nın koyduğu tehlike sınırına yakındır. Japonya’nın yeni gevşek para politikası TL üzerinde değerlenme baskısını güçlendiriyor.Uluslararası Yatırım Pozisyonu kasım sonuçları Merkez Bankası tarafından açıklandı. Türkiye’nin net dış yükümlülükleri 392 milyar dolara tırmandı. Milli gelirin yüzde 50’sidir. Geçen yıl 320 milyar dolardı. Aralık verisi çıkınca ayrıntısına bakacağım.Dış açık ve döviz rezerviGenelde bir ülkenin döviz rezervinin yüksek olması olumlu karşılanır. Bir tür sigorta gibi görülür. Kırılganlığı azalttığı düşünülür. Nitekim Başbakan Erdoğan da konuşmalarında bu konuyu vurguluyor. Rezerv artışını hükümetin başarı göstergesi olarak sunuyor.Aksini iddia etmiyorum. Gene de biraz şeytanın avukatlığını yapmak istiyorum. Unutmayın: Şeytan ayrıntıda gizlidir. Çünkü döviz rezervindeki artışın kendisi kadar kaynakları da önemlidir.Dış fazla veren bir ekonomide rezerv artışını anlamak kolaydır. Ülke harcadığından fazla döviz kazanıyor. Bunun bir bölümünü kenara ayırıyor. Rezerv biriktiriyor. Çin, Almanya, Suudi Arabistan, Rusya vs. bu durumdadır.Ya dış açık veren bir ekonomi? Tanım gereği harcadığından az döviz kazanıyor. Özel bir hâli ayıralım: Yabancı sermaye yatırımları dış açıktan büyüktür. Bu takdirde net borcu artmadan rezerv biriktirebilir.Bunun dışında dış açık veren ekonomide rezerv artışı kadar dış borç artışı kaçınılmazdır. Bankadan borç alıp bir bölümünü mevduata yatırmaya benzer. Rezervdeki her artış dış borcun aynı miktarda yükselmesi ile mümkün olur. Net dış borç değişmez.Rezerv/kısa vadeli borç oranıKısa vadeli dış borç verilerini Merkez Bankası yayınlıyor. Kasım 2012 itibariyle 101 milyar dolar; 2011’e göre 19 milyar dolar arttı. 2002’de ise 16 milyar dolardı.Ya Merkez Bankası döviz rezervi? Kasım 2012’de 100 milyar dolar; yılbaşına göre 22 milyar dolar arttı. 2002’de ise 27 milyar dolardı.Döviz rezervlerinin kısa vadeli dış borcu karşılama oranına bakalım. 2002 sonrasında seyri aşağıdaki grafiktedir. En yüksek oran 2007’de: Yüzde 165. En düşük 2011’de: yüzde 95. 2012’de küçük bir artış var ama oran hâlâ 100’e ulaşamadı. Resim çok nettir. Evet, döviz rezervi artıyor. Ama borç para ile artıyor. Sanırım mesajı aldınız. Benden söylemesi...