Nüfus bir stok büyüklüktür. Bir tarihteki durumu saptar. Yıl sonu tercih edilir. Geri planda ise iki akım yatar: Doğum ve ölüm. Yıllık bakılır. Doğumlar ölümleri aşarsa nüfus artar. Aksi halde azalır.Ölümleri nüfusa bölerek ölüm hızı (oranı) bulunur. Tıp ve sağlık hizmetlerinin gelişmesi aşağı, yaşlı nüfusun artması yukarı çeker. Türkiye’de uzun süre ikisi de düşüşü destekledi. Artık yukarı dönüyor.Doğumları nüfusa bölerek doğum hızı (bulunur). Doğurabilecek yaşta kadın sayısı bir etkendir. Daha önemlisi doğurganlık oranıdır. Kadın başına ortalama doğumu ifade eder. Uzun dönemde nüfusun nihai belirleyicisidir. Çok karmaşık bir değişkendir.Doğurganlık ve eğitimBir dönem uluslararası kurumlar da doğurganlık oranını araştırdı. Gelişme sürecinin başlarında yüksek nüfus artışı önemli bir sorun olarak görülüyordu. Dünya Bankası’nın çalışmalarını iyi hatırlıyorum.Kadınların eğitimi ile doğurganlık oranı arasında çok güçlü bir ilişki bulundu. Kızların bir yıl daha okulda kalmaları doğurganlık oranında gözle görülür bir düşüşe yol açıyordu. Üstelik bu ilişki evrenseldi. Din, ırk, kültür vs. gibi faktörlerden etkilenmiyordu.Türkiye de aynı kurala uyuyor. Doğurganlık oranı 1970’lerde 4’ün üzerinde iken 1980’lerde 3’ün altına, 1990’larda 2.5 ve 2010’larda 2’ye geriledi. Önümüzdeki dönemde 1.6’ya kadar inmesi bekleniyor.Ancak bölgeler arasında büyük farklar hâlâ sürüyor. Örneğin 2011’de Batı Marmara’da 1.55 iken Güneydoğu Anadolu’da 3.42’ye tırmanıyor. Türkiye ortalaması ise 2.02’dir. Nüfusu sabit tutan doğurganlık oranının altındadır.Doğum ve ölümlerTÜİK doğum ve ölüm istatistiklerini gecikmeli yayınlıyor. Son 2011 sonuçları açıklandı. Söylediklerimizi somutlaştırıyor.2011’de 1.28 milyon canlı doğum gerçekleşti. Doğum hızı yüzde 1.67’dir. Hemen söyleyelim. Doğum sayısı (ve hızı) yıldan yıla azalıyor. Nedeni doğurganlık oranındaki hızlı düşüştür. Zirvede 1.4 milyona yaklaşmıştı.Buna karşılık 375 bin ölüm gerçekleşti. Ölüm hızı yüzde 0.51’dir. Ölüm hızında yavaş bir artış görülüyor. Temel nedeni nüfusun yaşlanmaya başlamasıdır. Ölümlerin yüzde 46’sı 75 ve üstü yaş grubunda gerçekleşiyor. Bilginize...
Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi demografik veri akımını hızlandırdı. Yıl sonu nüfusu bir ay sonra çıkıyor. Ayrıca doğum, ölüm, yaş dağılımı, istihdam, vs. nüfusla ilgili veriler daha güvenilir oldu.TÜİK uzun dönemli nüfus tahminlerini de ihmal etmiyor. Temmuz’da 2050 için yayınlanmıştı. On gün önce yenilendi. Ufku 2075’e uzatıldı. Analizin kapsamı genişletildi. Farklı senaryolar eklendi. Yarım yüzyıl sonrası nüfusunu doğru öngörmek imkansızdır. Doğurganlık oranı fevkalade karmaşık bir süreçte belirlenir. Tahmin ise mevcut eğilimlerin geleceğe uzatılmasıdır. Yanılgı payı çok yüksektir.Taze bir örnek verelim. 2050 nüfusu yedi ay önce 94.6 milyon öngörüldü. Şimdi 93.5 milyona düştü. Birkaç yıl sonra gene aşağı çekilir. 2020’de 90 milyona indirilmesine hiç şaşmam. Fiili gerçekleşme ise 88 milyon olabilir. Büyük nüfus arzusuBaşbakan her fırsatta nüfus artışının sürmesini istiyor. Türkiye’de nüfus hep hassas konudur. Gençliğimde (orta yaş dahil) hızlı nüfus artışı en önemli sorundu. Şimdi yavaşlıyor. Yerine nüfusun azalması korkusu alıyor.“Devletin bekasında” vatandaş sayısı önemlidir. Yöneticilerin iktidar alanını tanımlar. Askeri ve diplomatik gücü belirler. Ekonomiye etkisi daha dolaylı ve karmaşıktır. Neticede büyük nüfus cazip gelir. Kim 3-5 milyon nüfusa başbakan olmak ister?Vatandaşın tavrında tarih etkilidir. Geçmişte (ve bugün) ezilmişliğin acısını büyük nüfus biraz olsun dindirir. Böbürlenme fırsatı yaratır. Üstelik erişmek de kolaydır. Özel bir çaba ve yetenek gerektirmez.TÜİK senaryolarıTemel senaryoda doğurganlık oranı 2’nin altında seyrediyor. Nüfusun nesilden nesile azalması demektir. İç dinamiği ile 2050’de zirveye tırmanıyor (93.6 milyon). Sonra düşüş başlıyor. 2075’de 89 milyona iniyor.Diğer iki senaryoda ise doğurganlık oranı hemen artışa geçiyor. 2050’de birinde 2.5’a, diğerinde 3’e tırmanıyor. Sonra sabit kalıyor. Daha çok doğum nüfus artışını hızlandırıyor. 2075 yılı nüfusu ilkinde 120 milyona, ikincisinde 140 milyona yükseliyor.Bu sayılar başbakanın hayalleri ile uyumludur. Ama gerçekçi değildir. Sonucu da değiştirmez. Türkiye orta boy ülke ligindedir; 90 yada 140 milyon ayrıntıdır. Büyükler ligine (Çin, Hindistan, ABD, AB) asla katılamaz. İşin özü budur.
Başkanlık sistemi tartışmasına katılmalı mıyım? Bir türlü karar veremedim. Arşive baktım. İlk köşe yazılarımdan itibaren başkanlık sisteminden yana tavır almışım. Sadece 1995-98 arasında üç kez konuyu başlığa taşımışım.Dikkatinizi çekerim. Bu yazılar AKP öncesine, Necmettin Erbakan ve Refah Partisi dönemine aittir. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan ayrıldığı döneme denk geldiğini sanıyorum.Temsili demokrasinin özünde bir dizi hayati ödünleşme yatar. Bir bölümü temsilde hakkaniyet ile yürütmenin etkinliği arasında kurulacak dengelerdir. Diğeri yargı bağımsızlığını toplumun temsili ile bağdaştırmaktır.Aslında mükemmel çözüm yoktur. Benim için optimal sistem bellidir. Bir: Yasama için iki turlu dar bölge. İki: Yürütme için doğrudan (iki turlu) seçim. İkisini de anayasada görmek isterim. Not: Bunlar kesinleşmeden yargıyı konuşmak zordur.İki taşla iki kuşBu kez Para Politikası Kurulu (PPK) kararı piyasa beklentilerine biraz daha yakın geldi. Sürpriz diyemeyiz. Merkez Bankası geçen ay başlattığı tavrı sürdürdü. Şubatın gelişi ocaktan belli olurmuş.Gösterge faiz yüzde 5,5’ta sabit kaldı. Ama faiz koridoru 0.25 puan aşağıya çekildi. Böylece borçlanma faizi yüzde 4,5’a, fonlama faizi yüzde 8,5’a indi. Faiz koridorunun genişliği (4 puan) değişmedi.Aynı anda TL ve döviz mevduat için karşılık oranlarında küçük bir artış yaptı. Ama rezerv opsiyon katsayılarına dokunmadı. Bu yoldan sistemden toplam 3 milyar TL karşılığı TL, dolar ve altın çekilmesini öngörüyor.Olaya bakışımı geçen ay yazdım. Merkez Bankası iki taşla iki kuş vurmaya çalışıyor. Kuşlardan biri döviz kurudur. TL’nin son dönemde değer kazanması dış açıkta düzeltmeyi riske atıyor. O nedenle TL’nin cazibesini azaltmak için faiz koridoru aşağı çekiliyor.Diğeri kredilerin artış hızıdır. Özel tüketim harcamalarında hızlı büyüme de makro dengeleri bozuyor. Geleneksel araç faizi yükseltmektir. Ama mevcut konjonktürde ters tepiyor. Geriye karşılık oranlarını kullanarak kredi maliyetlerini artırmak kalıyor.Etkisi sınırlıPara politikasında faiz dışı araçların kullanılması tartışma konusudur. Küresel kriz öncesinde ekonomik istikrar için faizin tek başına yeterli olduğu düşünülüyordu. Kriz ve sonrası bu ezberi deldi. Ama fikir birliği sağlanamadı.Benim tavrım biliniyor. TL’nin değer kazanmasını engellemek için özel bir çaba gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu bağlamda uygulanan politikayı destekliyorum. Hedefleri ve kullanılan araçları makul ve tutarlı buluyorum.Ancak zamanlama ve dozajına itirazım var. Döviz kurunun yönü yaz aylarında belirginleşti. Faizleri bu düzeye ekimde indirilebilirdi. Tedbirli davranmak adına hem geç hem düşük dozlu tutuldu. Etkisini sınırlıyor. Bu politika tavrının büyüme açısından çıkarsamaları nelerdir? Kapsamlı bir konjonktür analizi gerektiriyor. İlkbaharı bekliyorum.
Bugün Para Politikası Kurulu toplanıyor. Piyasa “bekle gör” tavrı bekliyor. Herkes gösterge faizin sabit tutulacağını düşünüyor. Az sayıda borçlanma faizinde indirim ve karşılık oranlarında artış öngören var.Doğrusu para politikasının yönünü kestiremiyorum. Büyüme-döviz kuru-enflasyon ödünleşmesi ilginç bir noktaya geldi. Para politikası ne yapabilir? Merkez Bankası ne yapar? Ben de “bekle gör” havasına girdim. Türkiye’nin 2075’e kadar giden nüfus tahminleri TÜİK tarafından yayınlandı. Son dönemin eğilimleri devam ederse nüfus 2050’de 93.5 milyona tırmanıyor. Bu tarihi zirveden sonra yavaş yavaş inişe geçiyor. 2075’de 89.2 milyona düşüyor. Başbakan’ın doğurganlığı özendirme çabaları sayesinde nüfus da siyasi gündeme dâhil oldu. “Dört çocuk yapın” kampanyası üzerine ben de görüşlerimi açıklamak istiyordum. İkisini birleştirip bir yazı planlıyorum.Yasakçı toplumTürkiye aslında bireyin davranışlarını kamu düzenlemeleri ile kısıtlamayı olağan karşılayan bir toplumdur. Dile bile yansıyor. Yasa sözcüğü yasaktan gelir. Anayasa temel yasakları saptar. Böyle gider. Murat Belge ile çok eğlendiğimizi hatırlıyorum.Yakın tarihimiz aynı zamanda yasaklar tarihidir. Saymakla bitmez. Uzun süre ekonomi de yasaklar üzerine inşa edilmişti. İthalat, döviz tutmak, yurt dışına seyahat vs. hemen akla gelenler. Neyse ki 1980 sonrasında terk edildi.Siyasi yasaklar daha dirençli çıktı. Kürtçe konuşmanın, yazmanın, şarkı söylemenin yasak alanının dışına çıkması çok yenidir. Şimdi sıra türban yasağının kaldırılmasına geldi. O da aşılıyor. Ama yasakçı anlayış bir türlü gerilemedi. Sadece başka alanlara yöneldi. Geri planda Türkiye’de vatandaşın ilke düzeyinde yasak kavramını yadırgamaması yatıyor. Pek çok yasağı tereddütsüz destekler. Ama başkalarına şiddetle karşı çıkar. Arada tutarlılık arama zahmetine katlanmaz.Önce sigara, sonra içki, sonra...2008 yazında hükümet kapalı alanlarda sigarayı yasaklayınca “Sigara İçme Hakkını” savundum. Piyasaya ve bireyin tercihlerine bırakılmasını önerdim. İlginç şekilde çok tepki aldım. Cevabım (28/7/2008) şöyle bitiyordu (üçüncü paragrafa dikkat):“Sigara yazıma da çok tepki geldi. Hepsi sigaranın zararlarını vurguluyor. İnsan sağlığına bu kadar olumsuz etki yapan bir alışkanlığın yasaklanmasına karşı çıktığım için beni eleştiriyor.Kendimi iyi anlatamadığım duygusuna kapıldım. Sigara içmenin kısıtlanmasına karşı değilim. Örneğin lokanta ve kahvelerin “sigara içilen” ve “sigara içilmeyen” şeklinde ayrışması bana çok makul geliyor.Ancak yasakçı anlayışa ilke olarak karşıyım. Çoğunluğa yaşam tarzlarına yasaklar getirme hakkını tanımaktan korkarım. Bugün sigara olur; yarın alkol, öbür gün sakal, daha sonraki gün mini etek, öyle gider.İşin özünde bireysel özgürlükle kamu yararı arasındaki hassas dengeler yatıyor. Çözüm bir yasaklar toplumuna geri dönmek değildir. Özgür tercihler toplumunu tesis edebilmektir.”Sigara yasağını destekleyip alkol kısıtlamasına karşı çıkanlara hatırlatmak istedim.
Maliye Bakanlığı Ocak bütçe sonuçlarını yayınladı. Bütçe 5.9 milyar TL fazla verdi. Geçen yıl 1.7 milyar TL idi. Fark özelleştirme gelirinden kaynaklanıyor. Eğilimler değişiklik yok. Sıkı maliye politikası sürüyor. Turizm gelirlerinde beklenen revizyonun ilk ayağı TÜİK başkanı tarafından açıklandı. Yeni hesap yabancı turistlerin içeride, yerli turistlerin dışarıda yaptığı harcama miktarını arttırdı. Böylece turizm gelir ve gideri yükseldi. Revizyon 2001’den başlıyor. Sistematik hale gelen “net hata noksan” fazlasını eritme çabasını makul buluyorum. “Bilanço makyajı” yada “verilerle oynanıyor” eleştirilerine katılmıyorum. Ölçme hatalarının yarattığı sorunları bu köşede her fırsatta vurgularım.Yeni turizm harcaması hesabı daha sağlıklı mı? Olabilir. Bugün kesin bir şey söyleyemem. Ayrıntısına girmek ve değerlendirmek için Merkez Bankası tarafından ödemeler bilançosuna nasıl yansıtıldığını görmem gerekiyor.Katılım ve işsizlik yükseliyorHanehalkı işgücü istatistikleri Kasım sonuçları TÜİK tarafından yayınlandı. Ekim-Aralık dönemini kapsıyor. Böylece istihdam ve işsizliğin 2012’nin tümünde seyrini izleme olanağına kavuştuk.Kasım’da geçen yıla göre istihdam 1 milyon kişi arttı. Yüzde 4.2’ye tekabül ediyor. Güçlü bir artış olduğunu kabul etmeliyiz. Ancak aynı dönemde işsiz sayısı da 200 bin kişi yükseldi. Yüzde 8.3 ediyor.İkisini toplayınca geçen yıla göre işgücünde artışı buluyoruz: 1.2 milyon kişi. Halbuki 15+ yaş grubu nüfusun artışı 1.1 milyon kişide kalıyor. Yani işgücüne katılan sayısı nüfus artışının üzerindedir. Neticede iki kritik oran yükseliyor. İşgücüne katılma oranı yüzde 49.4’den yüzde 50.7’ye çıkıyor. Kasım ayı için tarihi rekordur. İşsizlik oranı da yüzde 9.1’den yüzde 9.4’e tırmanıyor. Mevsim etkisi arındırılınca manzara daha belirginleşiyor. Katılım oranı yüzde 51’le tarihi rekor kırıyor. İşsizlik oranı yüzde 9.5’la Ağustos 2011’den bu yana en yüksek düzeyi görüyor. İki önemli eğilime dikkat çekelim. Katılım oranı Türkiye’nin sosyolojik dönüşümünü yansıtıyor. Yapısal (eğitim, kültür, vs) diyebiliriz. Çalışma arzusu güçleniyor. İşsizlik oranı ise mevcut büyümenin bu talebe cevap veremediğini kanıtlıyor.İstihdamın kalitesiUzun döneme dönüyorum. Aylık (güvenilir) seriler 2005’de başlıyor. Yedi yılda 5.2 milyon yeni istihdam yaratılıyor. İlk bakışta çok etkileyici duruyor. Ancak ayrıntıda saklanan şeytanı unutmayalım. Vahim kalite sorunlarını gizlemektedir. Artan istihdamda en küçük pay sanayi kesimine aittir: yüzde 9 (460 bin). Hizmetlerin payı yüzde 53 (2.8 milyon), tarımın yüzde 25 (1.3 milyon), inşaatın yüzde 13’dür (670 bin). Neticede yedi yılda sanayi istihdamının toplam istihdama oranı gerilemiştir.Slogan şöyle olabilir: “sanayileşme kalmadı ama hizmetleşme (tarımlaşma, inşaatlaşma) verebiliriz!” Türkiye bu tuzağa nasıl düştü? Cevabım biliniyor. Döviz kurunu baskılamak aslında sanayiyi cezalandırmaktır. İstihdamın kalitesi bozulur. O kadar.
2012’nin makro büyüklükleri birer birer kesinleşiyor. Enflasyon, dış ticaret ve sanayi üretimi gelmişti. Dün Merkez Bankası ödemeler dengesini açıkladı. Yarın TÜİK istihdam verilerini yayınlıyor. Milli gelir için mart sonunu bekliyoruz.CNBC-e anketi cari işlemler açığını aralıkta 5.4 milyar dolar, 2012’de 50.5 milyar dolar öngörüyordu. Piyasa karamsar kaldı. Gerçekleşme, aynı sıra ile, 4.9 ve 48.9 milyar dolar oldu. Yani 2012’de dış açık 50 milyar doların altına indi. Sevindiğimi söylemeliyim. Dış açığın bu düzeye ineceğini 2012 başında yazdım. O sırada piyasa taksimetreyi 70 milyar dolardan açıyordu. “Hoca, amma iyimsersin, gene uçmuşsun!” diyen oldu.Aslında 2012 için yazdığım konjonktür senaryosu tutmadı. İktisat politikası başka hedeflere yöneldi. Yılı daha düşük büyüme ve döviz kuru ile bitirdik. Ama etkileri birbirini götürdü. Neticede enflasyon ve dış açık tahminlerim tuttu.Düzelmenin kökenleriGenellikle karşılaştırmalar takvim yılı için yapılıyor. Örneğin bu bağlamda 2011’den 2012’ye değişime bakılıyor. Halbuki ekonomik konjonktür takvime bağlı değildir. Dış açıkta kritik tarih Ekim 2011’dir. Yıllık cari işlemler açığı tarihi rekor kırdı: 78.7 milyar dolar. İki yıl her ay artmıştı. Ertesi ay düşüşe başladı. 14 ayda 30 milyar dolar azaldı.Düzelmenin kökenlerine bakalım. İran’a altın ihracatı çok tartışıldı. Nitekim net altın ihracatı eksi 5 milyar dolardan artı 6 milyar dolara çıkıyor. Bu şekilde altın ticareti düzelmeye 11 milyar dolar katkı yapıyor. Ya geri kalan 19 milyar dolar? Görünmeyen (mal-dışı) kalemlerle başlayalım. Hizmet dengesi fazlası 4 milyar dolar artıyor. Yatırım dengesi açığı 1.5 milyar dolar azalıyor. Transferler biraz düşüyor. Görünmeyen gelirler toplamı 5.5 milyar dolar oluyor. Konjonktür için esas önemli olan altın-dışı mal ticaretinin düzelmeye katkısını bulduk: 13.7 milyar dolar. 9.6 milyar doları artan ihracattan (1.9 milyar dolar bavul ticareti), 4.1 milyar doları düşen ithalattan geliyor. Etkileyici değildir. Kur ancak buna izin veriyor.Mal dengesinde 14 milyar dolar düzelme sağlamak için büyümeyi yüzde 2’ye indirmek ne kadar akılcıdır? Bence ekonomi yönetimine sorulması gereken budur. Cevabı çok merak ediyorum.Net hata noksanÖdemeler dengesinin “net hata noksan” kalemini (NHN) yakından izlediğim biliniyor. “Nesebi gayri sahih” döviz girişleri ile turizm gelirleri ile arasındaki garip ilişkiye yeni değindim. Nitekim hesap yönteminde revizyon arayışlarının başladığı açıklandı. Sayılara dönelim. Yıllık NHN fazlası Ekim 2011’de 13.4 milyar dolardı. 2012 sonunda 4 milyar dolara geriledi. Fark 9.4 milyar dolardır. Görünmeyen gelirlerdeki artışın üzerindedir. Bavul ticaretindeki artışı da açıklayabilir.İki gözlemle bitirelim. Bir: NHN yıllık bazda fazla vermeye devam ediyor. Değişen fazlanın daha makul düzeylere gerilemesidir. İki: Son dört yılın birikimli NHN fazlası hâlâ 28 milyar dolardır. Son aylarda artış durdu, o kadar.
Galiba yazılarıma nazar değdi. Pazar günü sanayi-milli gelir ilişkisi yerine bir önceki yazının kira getirisi grafiği yeniden basılmış. Sakınan göze çöp batarmış. Bu karışıklık için özür diliyorum. Hazine nakit dengesi ocak gerçekleşmesi yayınlandı. Bütçenin öncü göstergesidir. Geçen yıla göre faiz-dışı fazla 3.5 milyar TL azaldı. Ancak özelleştirmeden 4.2 milyar TL gelince nakit dengesi 800 milyon TL fazla verdi.Aralık ödemeler dengesi yarın yayınlanıyor. Piyasa cari işlemler açığını 5.4 milyar dolar bekliyor. Böylece 2012’de dış açık 50.5 milyar dolara geriliyor. Ama 2013’te 64 milyar dolar öngörülüyor.Hangi kur savaşı?Kur savaşı tartışmaları sürüyor. Geri planda ülkelerin paralarına değer kaybettirme çabaları yatıyor. Büyümeyi hızlandırmak için ihracatın teşviği amaçlanıyor. Büyük dış fazlasına rağmen Japonya bile buna soyundu. Türkiye ise sistematik şekilde denklemin öbür yanını seçiyor. Geçen yıl “iki tarz-ı iktisat” demiştim. “Kurcular” bir türlü iktisat politikasında etkili olamıyor. Eninde sonunda “sıcak paracılar” kazanıyor.Çok uzağa gitmeye gerek yok. Bir yıl öncesine, 2012 başına bakmak yeterlidir. Hatırlayın. TL değer kaybediyordu. Ekonomi yönetiminin sevinmesi beklenirdi. Tam tersi oldu. Kuru baskılamak için para politikası sıkıldı. TL’ye zorla değer kazandırıldı.Böylece kur savaşında TL yanlış cepheden zirveye geri döndü. Williamson’un ve IMF’nin rekabetçi kur hesapları bu durumu açıkça tescil ediyor. Bir buçuk ay önce sayıları verdim. Geçen hafta sevgili Güngör Uras bunları kendi köşesine taşıdı.TL aşırı değerlidirThe Economist’in hesapladığı BigMac kurlarını yıllardır bu sütunda izliyoruz. Bu yıl interaktif hâle getirildi (www.economist.com/bigmac ). İsteyen 2000’den bu yana veri tabanını da indirebiliyor. Üç yıldır yeni bir reel kur tanımı eklendi. Eskisi sadece BigMac fiyatlarını karşılaştırıyor. “Ham” sonuçlar deniyor. ABD’de 4.37 $ olan fiyat Türkiye’de 4.78 $ yani TL yüzde 9.4 aşırı değerli çıkıyor. Denge kuru 1.93 TL oluyor.Sıralamada 57 ülke içinde Türkiye 17’ncidir. Dört Latin Amerika ülkesinde BigMac bizden pahalıdır. Gerisi zengin ülkelerdir. Ancak Euro Bölgesi’nden altı ülkede daha ucuzdur. En düşük dolar fiyatı ise Hindistan’dadır.Yenisi kişi başına gelir düzeyini de hesaba katıyor. Sıkı durun: TL yüzde 68 aşırı değerli çıkıyor. Türkiye 50 ülke arasında Brezilya ve Kolombiya’dan sonra üçüncülüğe terfi ediyor. İlk onu dört Latin Amerika ve beş zengin Avrupa ülkesi ile paylaşıyor. Yazıda çok güzel ayrıntılar var. Örneğin haritada Türkiye tıklanınca BigMac kurunun zaman içindeki seyri sayfanın aşağısındaki grafiğe geliyor. 2012 başı ile bugün arasındaki fark kolay görülüyor. Mutlaka zaman ayırıp incelemenizi tavsiye ederim.
Küresel piyasalar yükselişi sürdürmeye çalışıyor. Dow Jones endeksi Cuma günü ite kaka 14 binin üzerini gördü. Rallinin sonuna gelindi mi? Öyle düşünenler artıyor. Bekleyelim, göreceğiz. Başkan Başçı’nın “5-5-5” hedefini Kemal Derviş “6-6-6”ya yükseltti. Derviş açıkça daha yüksek büyüme istiyor. Bunu sağlamak için enflasyon ve dış açıkta bir puan artışa razı olma gereğini vurguluyor. Kesin katılıyorum.Mevcut politikalar çerçevesinde bırakın yüzde 6’yı, yüzde 4’e ulaşmak bile olanaksız duruyor. 2013’ün ilk olumsuz işareti elektrik tüketiminden geldi. Ocak’ta geçen yıldan az elektrik tüketildi. Oran küçük: binde 2. Ama krizden bu yana ilk düşüştür. Büyüme cephesinden gelen kötü haberler mali piyasaları sevindirdi. Cuma günü devlet tahvili gösterge faizi yüzde 5.7 oldu. TL değer kazandı. Döviz sepeti 2.06 TL civarına geriledi. Reel ekonomi gider tersine, mali piyasa gider Mersin’e...Üretimde artış yokAralık sanayi üretimi TÜİK tarafından yayınlandı. Piyasa geçen yıla göre artış oranını sıfır civarında tahmin ediyordu. Halbuki toplam sanayide yüzde 3.8, imalat sanayinde yüzde 3.6 düşüş çıktı. Bayram kaymaları hariç, kriz sonrasının ilk üretim düşüşüdür.Çeyrek bazında da üretim artışı yavaşlıyor. Üçüncü çeyrekte geçen yıla göre artış toplam sanayide yüzde 2.7, imalat sanayinde yüzde 2.2 olmuştu. Son çeyrekte ise bu sayılar, aynı sıra ile, yüzde 0.3 ve yüzde 0.8’e geriledi. Sanayi üretiminde yavaşlama yıllık verilere de yansıyor. 2011’de toplam ve imalat sanayinde üretim artışı yüzde 9’u bulmuştu. 2012’de toplamda yüzde 2.3’e, imalat sanayinde yüzde 2’ye indi.Takvim ve mevsim etkisi arındılınca da aynı eğilim sürüyor. Aralık’ta Kasım’a göre toplamda yüzde 1.5, imalat sanayinde yüzde 1.9 üretim düşüşü görülüyor. Son çeyrekte bir önceki çeyreğe göre artış ise, aynı sıra ile, yüzde 0.1 ve yüzde 0.6 gibi düşük düzeyde kalıyor.Bu olumsuz tablonun gerisinde iki politika hatası yatıyor. Hatırlatalım. İlkbaharda kuru baskılamak için para politikası sıkıldı. Sonbaharda bütçe disiplini adına maliye politikasında frene basıldı. Türkiye ekonomisinin dinamizmi gereksiz bir darbe yedi. 2012’de düşük büyümeİmalat sanayi üretimi artışı ile milli gelir büyüme hızı arasında güçlü bir ilişki vardır. Krizde imalat sanayi üretimi milli gelire kıyasla daha sert düşmüştü. Dolayısı ile toparlanma döneminde daha hızlı büyüdü. 2011’de ilişki dengelendi. Grafikte çubuklar çeyrek bazında imalat sanayi üretimi artışını, çizgi büyüme hızını gösteriyor. 2011’in ikinci çeyreğinden bu yana imalat sanayi üretimi ve milli gelirde artış hızının birbirine çok yakın seyrettiği görülüyor.Son çeyrekte büyüme ne olur? İmalat sanayi ile milli gelir arasındaki ilişkide ani bir kayma olmazsa yüzde 2 bile zor duruyor. Üçüncü çeyrek büyüme hızına (yüzde 1.6) ulaşamaması muhtemeldir. Bu durumda 2012’nin büyüme açısından kaybedilmiş yıl olduğu kesinleşiyor. Örneğin son çeyrekte büyümenin yüzde 1’de kalması halinde yıllık büyüme yüzde 2.2’ye geriliyor. Yüzde 2.5’ü aşacağını hiç sanmıyorum.