Normal olarak milli gelir analizi ile devam ederdim. Ancak mart enflasyon verileri dün TÜİK tarafından açıklandı. Çeyrek sonuçlarına mutlaka bakıyorum. Önce pazar yazısına bırakmaya düşündüm. Sıcağı sıcağına ele almayı tercih ettim.Ayrıntılara girmeden kritik soru ile başlayalım. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu koşullarda enflasyonda tehlikeli bir tırmanış mümkün müdür? Cevap: Değildir. Çünkü iç talep ya da bütçe kaynaklı bir enflasyonist baskı yoktur. Bu temaya aşinasınız. 2012 boyunca işledim. Türkiye ekonomisinin temel riski yükselen enflasyon değil, düşen büyümedir dedim. “Eyvah, enflasyon başını aldı gidiyor” gürültüsünün gerisinde mali kesimin yüksek faiz hayalinin yattığını vurguladım.Koşullar ilk çeyrekte de değişmedi. Reel kesimin sevdiği tabirle “piyasada yaprak kıpırdamıyor”. Ekonomik canlılığın iyi bir göstergesi elektrik tüketimidir. Ocak ve şubattan sonra martta da geçen yıla göre geriledi.Temel verilerMartta tüketici fiyatları (TÜFE) yüzde 0.7 yükseldi. Piyasa daha düşük bekliyordu; ben tam tutturdum. Böylece yıllık TÜFE artışı yüzde 7.3’e ulaştı. Şubatta yüzde 7, bir yıl önce ise yüzde 10.4 idi.Üretici fiyatlarının (ÜFE) taşıdığı bilgi kısıtlıdır. Martta yüzde 1 yükseldi. Ama yıllık artış yüzde 2.3’te kaldı.Zaten 2012 başından bu yana TÜFE’nin altında seyrediyor. Şubatta yüzde 1.8’e kadar inmişti.Merkez Bankası’nın izlediği ÖKTG-I endeksine dönelim. Çekirdek enflasyon diyebiliriz. Yıllık artışı beş aydır yüzde 5.8 düzeyinde yatay seyrediyor. Mevsim etkisi arındırılınca aylık artış yüzde 0.5 çıkıyor. Altı aylık ortalamaya eşittir.Sevdiğim ayrıntılarYakından izlediğim kalemlere geliyorum. Biri kiradır. Talep enflasyonu açısından öncü göstergedir. Çok cüzi bir kıpırdama var. Yıllık kira artışı yüzde 5.8’e yükseldi. Geçen yılın 1,3 puan üzerindedir. Ama hâlâ genel endeksten 1.5 puan düşüktür.Diğeri berber fiyatlarıdır. Erkek ve kadın berber fiyatlarının ağırlıklı ortalamasını (kadın 0.7) kullanıyorum. Yıllık artış yüzde 8 civarında dalgalanıyor. Martta yüzde 8.3 oldu. Geçen yılla aynıdır. Dolayısı ile yıl sonu enflasyon tahminimi (yüzde 5.4) değiştirmiyorum.
Son çeyrek ve 2012 yılı milli gelir verileri TÜİK tarafından açıklandı. Yeni turizm gelir hesabı mal-hizmet ihracatına yansıtılınca 2011 sonuçları değişti. Büyüme hızı 0.3 puan yükseldi. Yüzde 8,8’e ulaştı.2012 sayıları şaşırtmadı. Sanayi üretimini görünce büyümenin son çeyrekte üçüncü çeyreğin (yüzde 1,6) altına ineceğini, yıllık yüzde 2,5’un bile iyimser kaldığını 10 Şubat’ta yazmıştım. Pazar günü hatırlattım.Son çeyrekle başlayalım. Milli gelir geçen yıla göre sadece yüzde 1,4 arttı. Küresel kriz yılı (2008) hariç, AKP iktidarının en düşük son çeyrek büyümesidir. Böylece yıllık büyüme yüzde 2,2’ye geriledi. Gene küresel kriz hariç en düşük yıllık büyümedir.Büyümenin kaynaklarıÜretim yanı ikincildir. Sorun üretememekten değil satamamaktan kaynaklanıyor. Konjonktürü anlamak için talep kalemlerinin büyümeye katkısına bakıyoruz. Yıllık sayıları kullanıyorum.2012’de özel kesim harcamasını kesiyor. Özel talebin büyümeye katkısı eksi 1.5 puan çıkıyor. 0.5 puanı özel tüketimin, 1 puanı özel yatırımın azalmasından kaynaklanıyor. Sanırım tahmin ettiniz;kriz hariç bu da bir ilktir.Neyse ki kamu harcamasını sürdürüyor. Büyümeye kamu tüketiminden 0.6 puan, kamu yatırımından 0.3 puan, toplam 0.9 puan destek geliyor. Ama özel talepte daralmayı telafi edemiyor. İç talebin katkısı eksi 0.6 puan çıkıyor. Gene kriz hariç bir ilktir.İç satışların gerilemesi firmaları stoklarını eritmeye itiyor. Stok değişiminin büyümeye katkısı eksi 1.3 puanı iç taleple toplayınca üretime yansıması eksi 1.9 puan oluyor. Ancak dış talep büyümeye 4.1 puan katkı yapıyor. Tümü ihracattandır. Bu sayede üretim yüzde 2,2 artıyor.Hangi “yumuşak iniş”?Ekonomi yönetimi 2012’de “yumuşak iniş” hedeflemişti. Ne demek? İç talebin katkısı azalacak ama artıda kalacak, ekonomi dış talebin desteği ile yüzde 4 büyüyecekti. Evdeki hesabın çarşıya uymadığı açıktır. Nedenlerini epeydir yazıyorum. İlkbaharda kuru baskılamak için faizin yükseltilmesi iç talebi çok hırpaladı. Üstüne sonbaharda maliye politikası gereksiz yere sıkıldı. Ekonomi hata affetmez.Türkiye’nin büyüme dinamizmi ciddi darbe yedi.Konu önemlidir; devam edeceğim.
Şubat dış ticareti TÜİK tarafından açıklandı. Piyasa ithalat patlaması sonucu 9 milyar dolar dış ticaret açığı öngörüyordu. Abartılı bulduğumu yazmıştım. Dış ticaret açığı 7 milyar doların altında geldi.Ayrıntıya girmiyorum. Konjonktürle tutarlıdır. Geçen yıla kıyasla ihracatta yüzde 6 ithalatta yüzde 9 artış var. Takvim ve mevsim etkisi arındırılınca bir önceki aya göre artış ikisinde de yüzde 6’nın üzerinde ve birbirine yakın çıkıyor.Bu gelişme “sıcak paracıları” için üzücüdür. Faizler sürekli düşerken dış dengenin hızla bozulması bir umuttu. Merkez Bankasını faizleri yükseltmek zorunda bırakacaktı. Ama işler bekledikleri gibi gitmiyor., Derecelendirme kuruluşu S&P barış sürecine destek verdi. Barışın siyasi istikrara katkısına işaret ederek Türkiye’nin kredi notunu arttırdı. Olumludur. Bir okuyucumun tepkisi ise “Eyvah, TL gene değer kazanacak!” oldu. Kaybedilmiş yılDördüncü çeyrek milli geliri yarın sabah TÜİK tarafından açıklanıyor. Böylece 2012’de Türkiye ekonomisinin ne kadar büyüdüğünü öğreneceğiz. İktisatçılar için heyecanlı bir gün olacağı kesindir.Büyüme ne olur? Geçen ay, Aralık sanayi üretimi çıkınca birkaç sayı verdim. Son çeyrekte yüzde 2 bile zor duruyor, 2012’nin tümü için yüzde 2.5 iyimserdir dedim. Bu görüşümü koruyorum.2012 büyüme açısından kaybedilmiş yıldır. Dış açıkla mücadele için büyümeden bir miktar fedakarlık yapılması normaldir. “Yumuşak iniş” derkenyüzde 4 büyüme kasdediyordum.Ama döviz kurunu baskılama çabası büyümeyi düşürdü.Çok konu varSadece milli gelire takılıp kalmamak gerekiyor. Harcamaların dağılımı bu yılın (2013) toparlanmasına ışık tutar. Özel tüketim harcamalarında canlanma belirginleşti. Ama özel yatırım harcamalarında eğilim hâlâ net değil. Kritiktir.Geçen yıl İran’a altın ihracatında yaşanan patlama göstergeleri karıştırdı. Dış ticaret açığına etkisi az çok açıklandı. Büyümeye etkisi çok tartışıldı.Ben girmedim. Yıllık sayıların kesinleşmesini bekledim. Sırası geldi.
Kıbrıs’ta karmaşa sürüyor. Bankalar hâlâ açılmadı. Mevduatın kaçmasından korkuluyor. Arjantin’i hatırlatıyor. Türkiye çok mali kriz yaşadı ama bu hiç başımıza gelmedi. 1994 ve 2001 krizlerinde bile bankalar kapanmadı.İçeride sepet kur 2.07 TL’ye kadar geriledi. Ancak gösterge faiz yüzde 6,4’e tırmandı. Türkiye’ye yönelik risk iştahında azalma işareti mi? Mümkündür.Yarın şubat dış ticareti yayınlanıyor. CNBC-e anketinde dış ticaret açığı 9 milyar dolar çıktı. Geçen yılın 3 milyar dolar (yüzde 50) üzerindedir. Nedeni yüksek ithalat; biraz abartılı geldi.Faiz koridoru normalleşiyorPara Politikası Kurulu herkesi şaşırttı. Faizleri sabit tutup TL karşılıklarını artırması bekleniyordu. TL karşılıklara, gösterge ve borçlanma faizine dokunmadı. Ama fonlama faizinin 1 puan indirdi. Rezerv opsiyon katsayısını 0.1 puan yükseltti.Faiz koridoru üstten 1 puan daraldı. Kararda “faiz koridoru daha simetrik hâle getirildi” ifadesi kullanılıyor. Normalleşme yolunda bir adımdır. Kural gösterge faizin koridorun ortasında yer almasıdır.Koridorun genişliği ve gösterge faizin yeri dövizkuruna bakışı yansıtır. TL’yi korumak için üst aralık, rekabetçi kur içinalt aralık genişletilir. Demek ki Merkez Bankası artık TL’nin değer kaybından daha az çekiniyor.Sıktı mı? Gevşetti mi?Araç çeşitliliği para politikası tefsirini zorlaştırdı. Faiz indirimi gevşemedir. Karşılık artışı sıkıştırmadır. Ne oluyor? Politika artık nüanslar üzerinden yürütülüyor. Siyah ve beyaz yok; grinintonları var. Merkez Bankası’nın amaçları öne çıkıyor. Bir: Toparlanmanın gücüne güvenemiyor. Tüketimin arttığını ancak yatırımın onu izlemediğini görüyor. Yatırımı teşvik için ticari kredi faizlerini düşürmeye çalışıyor. Aynı anda ihracatı destekleyen kur düzeyine de göz kırpıyor. İki: Sermaye hareketlerini istikrarsız buluyor. Risk iştahında ani değişimlere karşı döviz ve altın cinsinden tutulan mevduat karşılıklarını yükseltiyor. Kur dalgalarını yumuşatmaya çalışıyor.Bence bu tavır dengeli büyüme sürecine geçiş çabası ile uyumludur. Yeterli midir? O başka hikâye; zamanı gelince bakarız.
Kıbrıs AB ve IMF’in taleplerine uymak zorunda kaldı. Sigorta sınırı (100 bin euro) üzerinde mevduatlara yüklü vergi geldi. Alternatifi euro’dan çıkmak ve büyük ekonomik kaosu göze almaktı. Kırk satır yerine kırk katır tercih edildi.Kıbrıs artı barış süreci artı İsrail’in geri adımı, normalde iç piyasanın olumlu etkilenmesi beklenirdi. Öyle olmadı. Döviz sepeti dün sabah 2.09 TL’yi aştı. Gösterge faiz yüzde 6,3’e çıktı. İlginç buluyorum.Para Politikası Kurulu bugün olağan toplantısını yapıyor. Piyasa faizlerde değişiklik öngörmüyor. Ama TL karşılıklarda ılımlı bir artış bekliyor. Merkez Bankası’nın mevcut tavrı ile uyumludur. Göreceğiz.Finans piyasası etkin mi?Kıbrıs’ta yaşananlar iktisat politikasının bazı temel tartışma alanlarını yeniden canlandırdı. Tahmin edileceği gibi, eleştiriler genelde finans piyasalarına özelde bankacılık kesimine odaklanıyor. İç içe iki eleştiri öne çıkıyor.İlki finans piyasalarının etkinliğidir. “İşbilirlik” deniyor. Bu tezi savunan yaklaşım banka sisteminin kendi kendini düzeltecek mekanizmalara sahip olduğunu iddia ediyor. Dolayısı ile sıkı kamu denetimine gerek görmüyor.Kıbrıs krizi ise tersini söyleyenleri haklı çıkartıyor. Çünkü bankaların kısa dönemli kârlar uğruna aşırı riskler aldıklarını kanıtlıyor. Bedeli sonradan bütün toplum tarafından ödeniyor. Böylece sıkı kamu denetimi tezi güçleniyor.Konvertibilite yararlı mı?“İşbilirlik” temasının önemli bir uygulaması sermaye hareketleridir. Sermaye akımlarına kısıtlamaların kaldırılmasına “konvertibilite” deniyor. Türkiye bu kritik adımı 1989’da attı. Kıbrıs krizi ile yararları yeniden sorgulanıyor.Bol dış finansman olunca içeride finans kesimi hızla büyüyor. Daha fazla risk alınıyor. Ülke yapay bir bolluk yaşıyor. Ama eninde sonunda hesaplaşma günü geliyor. İç dengesizlik dış dengesizlikle birleşiyor. Kâbus başlıyor.Paul Krugman son iki yazısında bu temaları işliyor: “Define Adasında Travma” ve “Sıcak Para Blues”. Başkan Başçı da Viyana’da yaptığı konuşmada aynı analizi kullanıyor. Bankaları ve sıcak para girişini denetleyen makro-ihtiyari tedbirleri savunuyor.Bir özdeyiş de benden: Bugün bankasını dövmeyen yarın kendisi dövünür.
İki hafta içinde dört büyük kentte konuşma yaptım. Beklediğim soru hepsinde geldi. Vatandaşın Kürt sorununda kalıcı bir çözüme yaklaşıldığı umudunun çok güçlendiğini izledim. Barışın ekonomiye yansımaları merak ediliyor.Kürt sorununa askeri çözüm olamayacağını bizim cenahta ilk yazanlardan biriyim. Sanal kitaplarıma bakılabilir (http://akat.bilgi.edu.tr/). Sosyal Demokrasi Gündemi 1991’de (s.30-36), Akıntıya Karşı’daki söyleşi 1992’de (s.78-82) yayınlandı.Baskı-ayaklanma kısır döngüsünün kırılması Türkiye’nin ekonomik ve siyasi gelişmesini kısıtlayan temel tahdidin ortadan kalkmasıdır. Ülke tarihinin en önemli gelişmelerinden biridir. Başarısına omuz verelim. Barış temettüsüÖncelikle akla savaşın durmasının kamu maliyesine olumlu etkisi geliyor. Temettü (şirketin dağıttığı kâr payı) benzetmesi kullanılıyor. Nedeni barışla birlikte askeri harcamaların azalmasıdır. Harcama kalitesine olumlu katkı yapar.Ne kadar? Askeri harcamaları tam bilmiyoruz. Savaşın otuz yıllık maliyeti için 400 milyar dolar bile deniyor. Resmi askeri harcama (yıllık) milli gelirin yüzde 4’üdür. Gizlenenlerle yüzde 5’e çıkabilir. Örneğin 2 puanlık tasarruf yılda 30 milyar TL eder.Önemli bir kaynaktır. 2012’de toplam kamu yatırımının 50 milyar TL olduğunu hatırlatalım. Örneğin altyapıya yatırılırsa yüzde 60 artış olur. Benzer hesap eğitim için yapılabilir. Etkisi uzun dönemdeGenel ekonomiye etkisi çok daha kapsamlıdır. Büyük bölümü niteldir. Ayrıntılı hesabı zordur. Biri siyasi risklerin azalmasıdır. Ekonomik aktörlerin karar ufku uzar. Firmaların yatırım eğilimi yükselir. Tüketici güveni ve harcamaları artar.Diğeri idari reformların önünün açılmasıdır. Merkeziyetçi yapı Kürt korkusundan besleniyordu. Yerinden yönetimin güçlenmesi israfı azaltır. Yerel kaynakların seferber edilmesini ve etkin kullanımını destekler.Ne kadar etkiler? Potansiyel büyüme hızında 1-1.5 puan artış makul duruyor. Ancak uzun döneme yayılacağını (üç, beş, on yıl) unutmayın. Kısa dönemde kısıtlı kalır. Hatta, TL değer kazanırsa mevcut sorunları ağırlaştırabilir. . Kişisel not: Sosyal medyaya çok direndim. Galiba yaşlanınca insan yenilikten korkuyor. Ama genç nesil bastırıp Twitter‘a soktu (@AS_Akat). Bilgi Üniversitesinden Cem Başlevent, Uğur Özdemir ve Neslihan Tali Sözeri’ye müteşekkirim.
Salı günü Türkiye’nin kısa vadeli dış borcunda hızlı artışa değindim. Tehlikeli gidişata karşı uyardım. Okuyucu tepkilerinden ilgi çektiğini anladım. Bu arada toplam borç stoğu hakkında bilgi vermem de istendi.En kapsamlı ölçü uluslararası yatırım pozisyonudur (UYP). Tüm dış varlıklar ve yükümlülükler dâhil ediliyor. Fark, birikimli dış dengeyi yansıtıyor. Fazla hâlinde artı, açık hâlinde eksi bakiye veriyor.Ocak verileri dün Merkez Bankası tarafından yayınlandı. Net UYP eksi 426 milyar dolar çıktı. Milli gelirin yüzde 50’sini aştığı böylece kesinleşti. IMF yüzde 40’a tehlike eşiği diyor. Bir ayda (ocak) net 13 milyar dolar arttığını da belirtelim.Makro dengesizliklerÖnce küresel mali kriz, ardından euro krizi, son dönemde yaşananlar bir anlamda çok yararlı oldu. Özellikle bir makro dengesizliğin zaman içinde birikerek en güçlü ekonomileri bile çok sıkıntıya düşürebildiği birinci elden görüldü.Söz konusu olan varlık-yükümlülük dengesidir. Kaldıraç da deniyor. Bilançoda dış kaynakların payı yükseldikçe olağan piyasa hareketlerinin yıkıcı etkisi artıyor.Kırılganlık kavramı bu tatsız durumu işaret ediyor.Borçlunun ya da alacaklının kimliği sonucu çok az etkiliyor. ABD’yi krize hanehalklarının dolarla borçları taşıdı. Yunanistan’da çöküşü devletin euro borçları tetikledi. İspanya ve Kıbrıs ise bankaların euro borçları ile bu hâle geldi.Bedava çözüm yokBu krizlerden çıkarılacak önemli dersler var. Birincisi, erken tedbir almanın önemidir. Çünkü makro dengesizlik önce denetlenebilir duruyor. “Bu kez farklı” ya da “bize bir şey olmaz” diye geçiştiriliyor. Sonrasını izliyoruz.Diğeri, geçmiş hataların bedelinin mutlaka ödeneceği gerçeğinin baştan bilinmesidir. Biriken makro dengesizliğin düzeltilmesi daima ve her yerde maliyet getirir. Bedava çözüm arayışları sadece maliyeti yükseltir. O kadar.Kıbrıs iyi örnektir. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” fırsatını da veriyor. Parlamentonun yardım paketini reddi sorunu ağırlaştırıyor. Halbuki uzun müşterek tarihimiz var. “Borç yiyen kesesinden” özdeyişini bilmeleri gerekir.Hoş, galiba biz de unutmaya başladık...
Kıbrıs’ta bankaların kurtarılması için ilginç koşullar getirildi.Almanya mevduat sahiplerinin de faturaya katılmasını istedi.Düpedüz varlık vergisidir. Adil midir? Bir: Sadece Kıbrıs bankalarındaki serveti kapsıyor. İki: Kıbrıs vatandaşı olmak gerekmiyor.Gerisinde batan parayı kimin ödeyeceği kavgası yatıyor. Külfetin borçlularla alacaklılar arasında dağılımı daima politik tercihleri yansıtır. Teknik kısmı ayrıntıdır.Almanya başından itibaren özel alacaklıların korunmasına karşı çıkıyor. Küresel piyasalar hemen karıştı. Euro bölgesinin diğer sorunlu ülkelerine bulaşır mı? Bankalarından mevduat kaçışı başlar mı? Dolar euro karşısında güçlendi. İçeride döviz ve faiz kıpırdadı.Kırılganlık nedeniKüresel risk iştahının şu ya da bu nedenle azalmasının zora sokacağı ülkelerden biri Türkiye’dir.Çünkü hem dış açığı yüksek, hem de dış borcu çığ gibi büyüyor.Ekonominin temel kırılganlığı diyebiliriz.O nedenle bir süredir kısa vadeli dış borcu yakından izliyorum. İki ay önce kasım verilerine baktım. Döviz rezervindeki artışın dış borçla karşılandığını gösterdim. Dün Merkez Bankası ocak sonuçlarını açıkladı.Kısa vade bir yıl ve altı vadeyi kapsıyor. Ancak iki ayrı tanımı var. Biri borcun bir yıl ve altı vadede olması; diğeri vadesi daha uzun olsa bile geri ödeme tarihine bir yıl ve altı kalması. Doğal olarak sayılar farklı çıkıyor.Tehlikeli artışOcakta bir yıl vadeli dış borç stoğu yıl sonuna göre 7 milyar dolar artışla 108 milyar dolara yükseldi. Borçluların dağılımı şöyle: Bankalar 73 milyar dolar, reel kesim 33 milyar dolar ve Merkez Bankası 1 milyar dolar.Kısa vadeli dış borç stoğu 2009 sonunda 49 milyar dolardı.Yani üç yılda iki katın üzerinde artıyor (57 milyar dolar). Artışın 48 milyar doları bankalardan, 10 milyar doları reel kesimden kaynaklanıyor. Hazine ve Merkez Bankası 1 milyar dolar azaltıyor.Önümüzdeki bir yıl içinde vadesi gelen borç ise 150 milyar dolardır.Dağılımı şöyle: Hazine ve TCMB 9 milyar dolar; özel bankalar 75 milyar dolar; kamu bankaları 11 milyar dolar; özel reel kesim 55 milyar dolar. Özel kesim toplamı 130 milyar dolar ediyor.Burada bitmiyor. 2013 dış açığı için (yabancı sermaye ve uzun vadeli borçlanma dışında) ek kaynak (30 milyar dolar?) gerekiyor. Bence kısa vadeli dış borç stoğu mali istikrarı tehlikeye atacak düzeydedir. Hayra alamet değildir.