Geleneği sürdürüyorum. Yılın ilk yazısında konjonktür tahminlerimi açıklıyorum. Tek istisnası 2011 oldu. Ekonominin yönünü kestiremediğimi yazdım. 2012’de Ekodiyalog ekibinin tahminlerini bir tablo hâlinde verdim. Bu yıl da öyle yapıyorum. Dünya ekonomisi ile başlayalım. ABD’de bütçe açığı ve borç sınırı üzerinden yürütülen siyasi kavga bir türlü yatışmıyor. En kritik belirsizlik nedenidir. Yeni bir ABD resesyonu dünya ekonomisini hırpalar. Neyse ki sonucu çabuk göreceğiz. Euro krizi artık sıradanlaştı. Sorunlar ne çözülüyor ne de felakete dönüşüyor. Örneğin Yunanistan’ın 2013’e euro içinde girmesi bence başarıdır. Bu konuda karamsardım. 2013’te “mehter marşı” misali bir adım ileri bir adım geri süreceğini varsayıyorum. Türkiye için dünya enerji ve gıda fiyatları özel önem taşıyor. İkisinde de gevşeme ihtimali şu anda daha yüksek duruyor. Keza sermaye akımlarında da sürpriz gelişmeler beklemiyorum. İkisinde de arada dalgalanmalar olabilir. Devam mı? Tamam mı? Vatandaştan gelen standart soru her yıl aynıdır. 2013’te kriz olur mu? Kastedilen eski usul mali çalkantıdır. Yani kur, faiz, enflasyon patlar, ekonomi çöker vs. “Hayır, olmaz” diye cevaplıyorum. Büyük mali çalkantıların geride kaldığını anlatıyorum. Ya ne olur? 2013’ün genel eğilimlerini kolay kestiriyoruz. Dört ana göstergeyi özetleyelim: Büyüme hızlanır; dış açık yeniden artmaya başlar; enflasyon hedefle uyumlu seyreder; TL bir miktar değer kaybeder. Doğal olarak, şeytan gene ayrıntılarda gizleniyor. Örneğin büyüme ne kadar hızlanır? Ya da dış açık ne kadar artar? O noktada konjonktür bulanıklaşıyor. Yani genel çerçeve ile uyumlu farklı senaryolar yazılabiliyor. Kritik soru düzeltme sürecinin yönüdür. Pazar günü 2012 için “dengelenmenin ilk yılı” dedik. 2013 ikinci yılı olacak mı? Yoksa dengelenme buraya kadar mıydı? Eskiye geri dönülecek mi? Daha açık soralım. Türkiye ekonomisi iç talebe daha az bağımlı, dolayısı ile daha makul dış açıkla büyümeyi sağlayacak yeni adımlar atacak mı? Cevap uygulanacak iktisat politikalarına bağlıdır. Yönetimin tercihini çok geçmeden öğreniriz. Ekodiyalog tahminleriEkodiyalog ekibi geçen hafta CNBCe’de Servet Yıldırım’ın programına katıldı. Önce 2012 tartışıldı. Sonra 2013 tahminlerine geçildi. Sonuçları aşağıdaki tablo özetliyor. Yüzde 6-7 gibi aralık tahminlerin ortasını aldım. Son satırdaki ortalamalara bakalım: Milli gelirin büyüme hızı yüzde 3.9; TÜFE yıl sonu enflasyonu yüzde 6.1; cari açığın milli gelire oranı yüzde 6.7 (60 milyar doların altı); yıl sonu dolar kuru 1.87 TL. Büyüme, dış açık ve enflasyonda Yıldırım ekipten ayrışıyor. Döviz kurunda ben aynı durumdayım. Senaryo farkları sanırım görülüyor. Gelecek yılbaşında hesap sormak isteyenlere tabloyu saklamalarını öneriyorum. Ekodiyalog Büyüme Dış Açık Enflasyon KurTahminleri (%) (%) (%) Dolar/TLA.S.Akat 3,8 6,5 5,4 2,00T.Berksoy 3,5 6,5 6,5 1,84D.Gökçe 3,8 6,0 6,0 1,85M.Eğilmez 2,8 6,3 5,3 1,80S.Yıldırım 5,5 8,0 7,3 1,85Ortalama 3,9 6,7 6,1 1,87
Artık gelenek oldu. Yılın son yazısında çıkan yılı değerlendiriyorum. Çuvaldız ve iğne misali, öncelikle yılbaşında verdiğim tahminleri gerçekleşme ile karşılaştırıyorum. “Her iktisatçı kendi tahmini ile asılır.”1 Ocak’ta Ekodiyalog ekibinin tek tek ve ortalama tahminlerini bir tabloda yayınladım. Hesap sormak isteyenlere tabloyu kesip saklamalarını önerdim. Yani kıvırtacak halim yok.2012’de yumuşak iniş bekleyenler arasında ben de vardım. Konjonktürün seyrini şöyle özetledim: büyüme hızı düşer, dış açık küçülür, enflasyon sürpriz yapmaz, TL değer kaybeder. Nokta tahminler bu eğilimleri yansıttı. Büyümeyi yüzde 4.5, cari işlemler açığını 50 milyar doların altında (milli gelirin yüzde 6’sı), enflasyonu yüzde 6, yıl sonu dolar kurunu 2.05 TL öngördüm.Dengelenmenin ilk yılıBirinin ayrıştığın hemem görülüyor. Döviz kurunda uçuk kaldım. Hafta başında Ekodiyalog ekibi CNBC-e kanalında Servet Yıldırım’ın programına katıldık. “Asaf, sen galiba dolarla döviz sepetini karıştırdın” esprisi yapıldı. Nedenlerini açıklamam gerekiyor. Merkez Bankası, 2011 ortasından itibaren TL’nin değer kaybetmesine yeşil ışık yaktı. Amacı dış dengesizliğin düzelmesine döviz kurunun da katkı yapması idi. İstediğini elde etti. 2011’in ikinci yarısında TL değer kaybetti.Ben bu tavrın 2012’ye sarkacağını düşündüm. Öyle olmadı. Yılbaşında alevlenen euro krizi TL’de değer kaybını hızlandırdı. Merkez Bankası tedirgin oldu. Enflasyonu sıçratmasından çekindi. Faiz silahını çekerek kuru baskıladı. Hesabım bozuldu.Buna karşılık enflasyon tahmini tuttu. Kur sayesinde denebilir. Ben de sonbaharda yapılan (çok eleştirdiğim) dolaylı vergi artışlarını hatırlatırım. Yıl boyunca enflasyon riski görmediğimi tekrarladım. Yılı yüzde 6 civarında bitireceği kesinleşti.Benzer şekilde, TL’nin değer kazanmasına rağmen dış açık tahminim de gerçekçi çıktı. Bunu iç talep daralması sağladı. Son veriler yıllık dış açığın 50 milyar doları biraz aşacağına işaret ediyor.Ekonomi lastik top gibidir; bir yanını sıkarsan öbürü şişer. 2012’de dövizin baskılama çabası büyümeyi vurdu. İç talepte cüzi artış hedefleniyordu. Ama iç talep daraldı. İniş planlanandan sert gerçekleşti. 2012’de Türkiye yüzde 3’ün altında büyür. Para politikası2012’de para politikası çok tartışıldı. Tavrımı özetlemek istiyorum. Yeni para politikasını baştan itibaren destekledim. Hala destekliyorum. Sermaye hareketlerinin yarattığı sorunlar yeni enstrümanlar gerektiriyordu. Bu açıdan yönetimi başarılı buluyorum.Ancak, politika hedeflerine katılmıyorum. Özellikle enflasyon-büyüme ödünleşmesini kasdediyorum. Enflasyonu tutmak uğruna döviz kurunun baskılanması ekonominin dinamizmini gereksiz şekilde kırdı. Hatalı buluyorum. Okuyucularıma 2013’de sağlık, huzur ve refah diliyorum.
Dün Noel nedeni ile Batı ülkelerinde mali piyasalar tatildi. Gerisinde fazla hareket olmaz. İçeride döviz kurunda bir kıpırdanma izleniyor. Sepet 2.09 TL’ye tırmandı. Geçici bir olay mı? Yoksa yeni bir eğilimin işaretleri mi? Göreceğiz.IMF’den Türkiye ekonomisi üzerine iki metin geldi: 4’üncü madde konsültasyon raporu ve seçilmiş konularda ek analizler. Bastım ama okumaya zamanım olmadı. İlginç bir şey bulursam sonra değinirim.Merkez Bankası bugün “2013 yılı Para ve Kur Politikası” raporunu açıklıyor. Para politikasının temel metinlerinden biridir. Piyasa Başkan Başçı’nın sunum sonrasında sorulara vereceği cevapları merakla bekliyordur.Yarın (çarşamba) Bahçeşehir Üniversitesi’nde para politikası paneli var. Saat 14.30’da başlıyor. BETAM başkanı Seyfettin Gürsel yönetiyor. Merkez Bankası’ndan Hakan Kara bir sunum yapacak. Murat Üçer, Cevdet Akçay ve ben tartışmacıyız. Bekleriz.Para politikasında değişimMali piyasalar Mısırlı iktisatçı Muhammed El Arian’ı iyi tanır. Halen 1.8 trilyon dolar portföye sahip PIMCO adlı yatırım fonunu yönetiyor. Uzun süre IMF’de çalıştı. Finans medyasında yazı ve mülakatları yayınlanır. Project Syndicate yazarıdır.Son makalesine çarpıcı bir başlık koymuş: “Elveda enflasyon hedeflemesi?” Fed’in enflasyon yerine işsizliği hedef alan yeni politikasının anlamını irdeliyor. Pazar günü özetlemiştim. El Arian’ın bazı gözlemlerini paylaşmak istiyorum.Sadece Fed’in değil, aynı zamanda Japon ve İngiliz merkez bankalarının da benzer şekilde politika hedeflerini değiştirdiklerini hatırlatıyor. Yani onlar da ağırlığı enflasyondan büyümeye ya da eşdeğer bir hedefe kaydırıyor.Yine de Fed’in bir ilki gerçekleştirdiğini söylüyor. Yakın geçmişte büyük ülke merkez bankalarının hiçbirinin sayısal bir işsizlik hedefi belirlemediğini özellikle belirtiyor. Sonra hedefler arasındaki asimetriye dikkat çekiyor.Fed işsizlik için fiili duruma bakıyor. Bunlar son yayınlanan istihdam ve işsizlik sayılarıdır. Buna karşılık enflasyonda bir ya da iki yıl sonrası için kendi tahminlerini kullanıyor. Böylece enflasyon hedefi aşsa bile sıfır faizi sürdürmenin yolunu açıyor.Paradigma kaymasıYeni politika başarılı olur mu? El Arian para politikasının görev ve işlevi üzerine yaygın bir görüşü temsil ediyor. Yazısını şöyle bitiriyor:“Merkez bankalarını tek yapabileceği, diğer iktisat politikası birimlerine kendilerini toparlamaları için zaman kazandırmaktır. Ama bu giderek artan maliyetle gerçekleşecektir. ABD, İngiltere ve Japonya’nın para politikasında şu anda görülen paradigma kaymasının, bu pencerenin kapanması hâlinde, iyi yönetilen ekonomilerin sağlığında kritik rol oynayan siyaseten bağımsız kurumların güvenilirliğinde kalıcı hasar bırakması riski vardır.”Tercüme edelim. Bir: Diğer politikalarda sorunlar para politikasını olağan görev alanının dışına çıkartıyor. İki: Zaman kazandırır ama başarısı için esas sorumlu politikalar devreye girmelidir. Üç: Siyasi bağımsızlığın zedelenmesi ekonomiye hasar verir.Mim koyun; benzer görüşler içeride de seslendiriliyor.
ABD’de sinirler iyice gerildi. Bir anlaşma olmadığı takdirde bütçe açığını daraltan tedbirler yılbaşında yürürlüğe giriyor. Böylece maliye politikası tek hamle ile milli gelirin yüzde 5’i kadar sıkılıyor. Bütçe açığı ve kamu borcu sonunu hafifliyor.Ama büyüme ve işsizlik sorunu ağırlaşıyor. Bütçe açığı özel talep yetersizliğini kısmen telafi ediyordu. Daralması talebi ve üretimi düşürecektir. O nedenle “bütçe uçurumu” deniyor. 2013’de ABD’nin resesyona girmesi dünya için kötü haberdir.ABD’de yaşanan kutuplaşma iktisat politikasının en iyi bilinen açmazına örnektir. Uzun dönemde bütçe açığını ve kamu borcunu sürdürülebilir düzeye çekmek gerekiyor. Ama bunu hızlı yapmak kısa dönemde topluma gereksiz büyük maliyet ödetiyor.Euro krizi ile benzerliğe dikkat çekelim. Almanya’da Hristiyan Demokrat Merkel, ABD’li Cumhuriyetçiler gibi önce bütçe disiplini diyor. Avrupa solu ise akıcı çözümün büyümeden daha az fedakarlıktan geçtiğini savunuyor.Fed’in radikal kararıAnlaşmazlık özünde ideolojik ve siyasidir. Vergilerin artmasına kategorik karşı çıkan Cumhuriyetçiler kongreye hakim. Kamu harcamalarında tüm kısıntıları reddeden Demokrat Obama ise Beyaz Saray’da oturuyor. Siyasi kilitlenme Fed’i geleneksel para politikası anlayışının dışına çıkmaya zorladı. Merkez Bankası’nın tavrı çok kritikti. Bernanke pekala “Sorun yapısaldır ve siyasidir; para politikası bir şey yapamaz” diyebilirdi. Ama ABD’de işler öyle yürümüyor. Fed harekete geçti. Geçen hafta fevkalade radikal bir önlem aldı. O güne kadar faizleri çok uzun süre sıfır tutacağını belirtmekle yetiniyordu. Bir adım daha attı. ABD’de işsizlik oranı yüzde 6.5’a inmediği sürece bu faizleri koruyacağını açıkladı.Ya enflasyon? Fed onu ikinci plana çekti. Enflasyonla mücadeleye ancak kendisinin gelecekle ilgili enflasyon tahmininin kalıcı şekilde yüzde 2.5’un üzerine yükselmesi halinde öncelik verecek. Para politikasında yeni bir çağın başladığını söyleyebiliriz. Fed çok açık şekilde son otuz yıla damgasını vuran hali ile enflasyon hedeflemesinin dışına çıkıyor. Biraz provokasyon yapalım. Yeni politikaya “işsizlik hedeflemesi” denebilir mi?Para politikasına yeni hedeflerProject Syndicate sitesini daha önce tanıttım (www.project-syndicate.org). Dünyaca ünlü iktisatçı ve düşünürlerin kısa makaleleri yayınlanıyor. Bizdeki köşe yazılarına benziyor. Sürekli katkı yapanlar arasında Kemal Derviş de yer alıyor.Derviş’in Fed’in kararını değerdiren yazısı Perşembe günü yayınlandı: “Merkez Bankaları istihdamı hedeflemeli mi?” Derviş’in yukarıdaki soruya “evet” dediği başlıktan hissediliyor.Yazı enflasyona odaklanan ortodoks anlayışın yetersizliğini euro krizi üzerinden inceliyor. Avrupa Merkez Bankası’nın da enflasyon hedefini yükseltmesini ve işsizlikle mücadele azmini yansıtan bir işsizlik hedefi koymasını savunuyor.Para politikasının enflasyon dışında bir hedefe yönelebilmesi Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Örneğin Türkiye için dış taleple büyüme ekonominin temel kırılganlık nedenine yönelen anlamlı bir hedeftir. Konu önemli; geri döneceğim.
Para Politikası Kurulu gösterge faizi beklendiği gibi 0.25 puan düşürdü. Bir hafta vadeli repo faizi yüzde 5,75’den yüzde 5,5’a indi. Buna karşılık borçlanma ve fonlama faizlerini, sırası ile yüzde 5 ve yüzde 8,5 düzeyinde sabit tuttu.Mali piyasalar borçlanma faizinde benzer bir indirim öngörüyordu. Yani koridorun biraz daralmasını kabullenmişti. Anlaşılan Merkez Bankası geniş koridorun kendisine sağladığı esnekliği sevdi. Dokunmuyor.Onun yerine mevduat karşılık oranları arttı. Böylece piyasadan 1.7 milyar dolar ek karşılık toplanıyor. Yarısı döviz mevduat karşılık oranında, yarısı altın rezerv opsiyonunda artıştan sağlanıyor.Konjonktürü çok etkiler mi? Sanmam. Yönetim 2013’te ekonominin iç taleple birlikte canlanacağına güveniyor. Yani zamana oynuyor. Siyasi baskıyı hafifletmek için suya sabuna dokunmayan kararlar alıyor.Kapsamı en geniş ölçüSon iki yazıda iki ayrı ampirik modelden elde edilen Türkiye’nin denge reel kurunu gördük. İkisinde de TL en fazla değerli para çıktı. Williamson’ın çalışmasında dengeden yüzde 23, IMF’nin çalışmasında ise yüzde 10-20 sapıyordu.IMF modeli denge kurunu hesaplarken ülkenin dış açığına ek olarak uluslararası yatırım pozisyonu da analize katılıyor. Arşivime göz attım. Genellikle aralık ayında bu konuyu işlemişim. Tam zamanıdır dedim.Türkiye’de genellikle brüt ya da net dış borç stoğuna bakılır. Uluslararası yatırım pozisyonu (UYP) daha anlamlı bir göstergedir. Ülkenin yurt dışındaki tüm varlıklarından ve yurt dışına tüm yükümlülüklerini çıkartılarak hesaplanır.Dolayısı ile doğrudan sermaye yatırımları ve menkul değerler (hisse senedi ve tahvil) dâhildir. UYP artı bakiye veriyorsa ülke dış dünyadan net alacaklı, eksi bakiye hâlinde net borçludur. Analizde mutlak değerler değil, milli gelire oranı kullanılır.IMF’nin denge kur çalışması sürdürülebilir UYP düzeyini milli gelirin yüzde 40’ı olarak tanımlıyor. Daha yüksek bir oranın, ekonominin kırılganlığına olumsuz katkı yapacağını düşüyor. Türkiye’nin durumuÜçüncü çeyrek için UYP verileri Merkez Bankası tarafından yeni yayınlandı. Eylül sonu itibariyle Türkiye’nin yurt dışında 201 milyar dolar varlığı, buna karşılık yurt dışına 585 milyar dolar yükümlülüğü var. Neti (UYP) eksi 384 milyar dolar oluyor. Milli gelirin yüzde 50’si ediyor. 2010 sonunda oran aynı idi. 2011’de TL’nin değer kaybı borsa ve tahvildeki yabancı varlığını düşürdü. Oran yüzde 42’ye geriledi. Bu yıl tekrar yükseldi.IMF çalışmasında 2010 yılı için ülkelerin UYP oranları yer alıyor. İlginizi çekeceğini düşündüğüm büyük ülkeleri bir grafikte artıdan eksiye sıraladım. 28 ülke içinde UYP oranı Türkiye’den kötü sadece iki ülke var: İspanya ve Avustralya. Yani sondan üçüncüyüz. Bu döviz kuru ile onları çabuk yakalarız.
Merkez Bankası ve TÜİK’in müştereken hesapladıkları tüketici güven endeksi ekim sonuçları çıktı. Yaz başından beri düşüyordu. Ekimde güçlü bir toparlanma geldi. Ama hâlâ geçen yılın altında seyrediyor.Maliye Bakanlığı kasım sonu itibariyle bütçe gerçekleşmesini yayınladı. Kasım sayıları aldatıcıdır; Bayram kaymalara yol açtı. Geçen yıla göre 10 milyar TL civarında bir bozulma sürüyor. Bütçe yılı 30 milyar TL açıkla kapatır (hedef 21 milyar TL). Düşük büyümenin bedelidir.Eylül istihdam verileri TÜİK tarafından açıklandı. Ağustos-ekim dönemini kapsıyor. Mevsim etkisi arındırılmış işsizlik oranı yüzde 9,4’e yükseldi. Son bir yılın en yüksek işsizlik oranıdır. Bu eğilim devam eder.Para Politikası Kurulu olağan aylık toplantısını bugün yapıyor. Piyasalar gösterge ve borçlanma faizlerinde ufak bir indirim bekliyor. Başkan Başçı’dan da bu yönde işaretler geldi. Kararın satır araları da dikkatle okunacaktır.Dış dengesizliklerin düzelmesiPazar günü hassas bir konuya girdim: “Döviz kuru ne olmalı?” Ünlü iktisatçı Williamson’ın denge kuru tahminlerini anlattım. Hatırlatalım. Dış açık/milli gelir oranını yüzde 3’e indirecek dolar kuru 2.31 TL çıkıyordu. Başka hesaplar olduğunu söyledim.İlginç şekilde IMF de daha genel bir proje çerçevesinde denge kurunu araştırmaya başlamış. “Dış Sektör Pilot Raporu” temmuz başında yayınlanmış. Ama varlığından yeni haberdar oldum.Proje küresel dengesizliklerin nasıl düzelebileceğini araştırıyor. IMF cari işlemler dengesinin (açık ya da fazla) ekonominin temelleri ile uyumlu ve arzulanan düzeyden sapmasına dengesizlik diyor. Mali istikrarı olumsuz etkilediğini özellikle belirtiyor.Düzeltme için dış fazla veren ülkelerin sorumluluğunu vurguluyor. Mutlaka paralarının değer kazanmasına izin vermelerini istiyor. Küresel likidite bolluğu ve sermaye akımlarının dış açık veren ülkelerde yarattığı politika açmazlarını hatırlatıyor.Denge kuru karmaşık modeller aracılığı ile hesaplanıyor. Sonucu etkileyen faktörler arasında döviz rezervleri, dış açık/milli gelir ve net dış yatırım pozisyonunu/milli gelir gibi göstergeler için saptanan hedefler de var. Rekor gene TL’deRaporun izlediği 28 ülke arasında Türkiye de var. Arzulanan dış açık/milli gelir oranı yüzde 4 alınıyor. Bugünkü net dış yatırım pozisyonu/milli gelir oranı (yüzde 49) arzulanan sınırın üzerinde kabul ediliyor.Esas sorumuza gelelim. Sonuçlar bir grafikle özetleniyor. Adı önemli: “Mevcut reel döviz kuru ile ekonominin temelleri ve arzulanan politikalarla uyumlu kur arasındaki farkın tahmini”.Hayret! 28 ülke arasında parası en değerli gene Türkiye çıkıyor. Ne kadar? Maalesef tablo yok; sayıları grafikten okuyorum. IMF nokta tahmin yerine yüzde 10-20 bandını veriyor. Yani denge dolar kuru 2.00-2.20 TL aralığında çıkıyor. Bilginize...
İç piyasalar haftayı sakin geçirdi. Büyüme ve dış açığın beklenenin altında çıkması hazmediliyor. Merkez Bankası’nın faiz indirimine gideceği konusunda fikir birliği var. Sepet kur 2.06 TL’de, gösterge faiz yüzde 7.5’da takılıp kaldı. Hayırdır.CNBC-e tüketim güven endeksi Aralık’ta bir önceki aya göre yüzde 10.5 yükseldi. Kasım ayında da güçlü bir artış olmuştu. Özel tüketimin, özellikle dayanaklı tüketimin artması büyüme için iyi, dış açık için kötü haberdir. TÜİK satınalma gücü paritesine göre kişi başına gelir ve gerçek bireysel tüketim için 2011 sonuçlarını açıkladı. Haziran’da geçici veriler çıkmıştı. AB ortalaması 100 alınıyor. Kişi başına gelir 2 puan artışla 52’ye, özel tüketim 3 puan artışla 57’ye yükseldi. Türkiye AB ile farkı hızla kapatıyor.Denge kuru hesabıDöviz kuru Türkiye’nin ezeli (ve galiba ebedi) tartışma konusudur. “İki tarz-ı iktisat” demiştim. “Sıcak paracılar” iç talep dostu değerli TL’yi, “kurcular” ise ihracat dostu rekabetçi kuru savunur. İkinci grupta yer aldığım biliniyor. Ekonomi politikası üzerine tüm polemikler döner dolaşır döviz kuruna odaklanır. Teoride işler kolaydır. “Denge kuru” kavramı kullanılır. Sorun uygulamadadır. Denge kurunun ne olduğunu hesaplamak fevkalade zordur.The Economist’in Big Mac kurlarına geçmişte çok baktık. Artık Başkan Başçı da tartışmaya katıldı. Tartılı efektif reel kur (TERK) için hedefler verdi. Mevcut paritede dolar kurunu 1.8-2.0 TL arasında makul (dengede) gördüğü anlaşıldı.Haklı olarak soracaksınız: bunun bir hesabı kitabı yok mu? Aslında var. Birini “Washington consensus” kavramının mucidi J.Williamson ve W.R.Cline yapıyor. Düzenli yenileniyor. Kasım 2012 sonuçları bir makale ile açıklandı (www.iie.com).Sizleri modelin ayrıntıları ile sıkmak istemiyorum. Sürdürülebilir dış açık/milli gelir oranı saptanıyor (Türkiye için yüzde 3). Bir dizi varsayımla tüm ülkeler için denge kurları bulunuyor. 34 ülke içinde parası en değerli ülke uzak ara Türkiye çıkıyor: yüzde 23. İkinci Yeni Zelanda yüzde 13; parası çift haneli aşırı değerli başka ülke yok.Modelden bugünkü denge dolar kuru da hesaplanıyor: (sıkı durun) 2.31 TL. Ben uydurmuyorum; sayı çalışmanın 5.inci sayfasında Tablo 3’de yer alıyor. Yazarların uyarısıMakalede Türkiye’ye kısa bir paragraf ayrılmış. Rekor kırmanın mükafatı (!) diyebiliriz. Aynen tercüme ediyorum: “Türkiye parası en değerli ülke çıkıyor. Aslında ironik bir durum; Türkiye’nin kredi notu Fitch tarafından yeni yatırım düzeyine yükseltildi. Bize göre, Türkiye’ye yatırım yapanların bir aşamada yatırımlarında kayıplarla karşı karşıya kalacaklarını göz ardı etmemeleri gerekiyor. Keza, kredi değerlendirme kuruluşlarının da Türkiye’nin durumundaki bu rizikoyu (precarious) kabullenmesi gerektiğine inanıyoruz.” (sayfa 7).Sonuç tablosunun özetini yayınlamak istiyorum. Ayrıca başka denge kuru hesapları da var. Devam edeceğim.
Ekim cari işlemler açığı piyasa tahmininin altında geldi. Değinmiştim. Aylık açık 2 milyar dolara, yıllık açık 53.1 milyar dolara geriledi. Yılı 51 milyar dolar civarında kapatır.Salı gazeteyi görünce başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Metin üç aylık verilere bakıyor, tablo yıllık verileri gösteriyor. Hata benim; iki tabloyu da el altında tutmak istedim. Okuyucularımdan özür dilerim.Başkan Başçı’nın konjonktür sorunlarını güncel dile havadan örneklerle taşımasını sevdim. Ekonomik tahminleri tutturma zorluğunu ben de meteorolojiye referans vererek anlatırım. Teşbihte hata olmaz denir.Yumuşak inişin mantığıSeyfettin Gürsel dün Radikal’deki yazısına tam benim düşündüğü başlığı atmış: “Büyümede soğuk duş”. Aramızda zaten konuşuyorduk. Büyümenin beklenenin altında gelmesinden korkuyorduk. Gene de iyimser kaldık.Yumuşak inişin amacı iç talebi yavaşlatırken dış talebi artırmaktı. İlki için kredi artışını kısıtlayacak tedbirler devreye sokuldu. İkincisi için kurun yükselmesine yeşil ışık yakıldı.Böylece kısmen büyümeden kısmen enflasyondan fedakârlık yaparak dış açıkta makul bir daralma sağlanacaktı. Hassas bir dengeye tekabül ettiği çok açıktır. Tasarımı kolaydır. Uygulama zor tercihler içerir. Evdeki hesap çarşıya uymaz.Somut örnek verelim. Ya kurda enflasyonu sıçratacak bir hareket olursa? Bir: Öncelik büyümeye verilir ve para politikası değişmez. Enflasyon biraz daha yükselir. İki: Öncelik enflasyona verilir ve para politikası sıkılır. Büyüme biraz daha düşer.Yumuşak iniş arayışını ve yöntemini genelde desteklediğim biliniyor. Ama yıl içinde açmazları da anlattım. Özellikle büyüme-enflasyon ödünleşmesinden tedirgindim. Türkiye’nin “büyüme büyüsünün” bozulmasından korkuyordum. Bunları yazdım.Yavaş büyüme dönemiUygulamada iki kritik kararı eleştirdim. İlki yılbaşına gidiyor. Döviz kurunda sert bir hareket oluştu. Öncelik enflasyona verildi. Para politikası sıkılarak kur baskılandı. İç talebe olumsuz etkisi küçümsendi. Sonuç üçüncü çeyreğin düşük büyümesidir.Diğeri sonbaharda devreye girdi. Ekonomide yavaşlama bütçe açığını büyüttü. Normal olmasına rağmen maliye politikası sıkıldı. Dolaylı vergi artışları hem enflasyonu yükseltti, hem iç talebi daha da kıstı. Son çeyrek büyümesine yansır.Bu durumda tatsız bir senaryo ihtimali güçleniyor. Bir: İç talepte sert düşüş özel kesimin harcama arzusunu törpüler. İki: Bu kurla ihracat artışı yetersiz kalır. Üç: Para politikası iç talebi ve kuru etkileyemez.Velhasıl çok tatsız bir “yavaş büyüme kısır döngüsü” tetiklenir. Kötü haberdir.