Dünkü yazımı “Bu hafta” bizim ülkemizin “mi, yoksa bu ülkede yaşarken” başka bir ülkenin mi borsalarını “ izliyor olduğumuzu daha net olarak anlayacağız!” diye bitirmiştim.Hafta sonu yaşanan terör saldırısı sonrasında bugünkü piyasaların seyri önemliydi. Zira hem ABD piyasaları, hem de Brezilya geçen haftayı ciddi kayıplarla kapatmıştı. Bu nedenle zaten düşük bir açılış bekleniyordu. Ancak terör saldırısı sonrasında hareketin çok daha büyük olabileceği endişeleri ortaya çıktı.Ne de olsa yakın tarihte hiç olmadığı sayıda şehit verilmiş, üstüne üstlük sekiz erin de kayıp olduğu belirtiliyordu. Sonuçta bu ülke en hassas olduğu konuda yine ’can evinden’vurulmuştu. Ancak korkulan olmadı. Piyasalar meseleyi “fazlasıyla sakin” karşıladılar. Kurlar güne 1.2380-1.24 bandında başlarken, borsa yüzde 5’in biraz üzerinde bir kayıpla güne başladı. Bunda; açılış seansında gelen satışların payı büyüktü. Açılış sonrasında gözler yeniden yurtdışı piyasalara çevrildi ve hafta sonu olanlar adeta ‘akıllardan silindi’.Dow Jones Endeksi’nin vadeli kontratları aşağı, bizim borsa aşağı; kontratlar yukarı, bizim borsa yukarı... Adeta bir başka ülkenin borsası gibi, şehitler bu ülkede verilmemiş, saldırı bize yapılmamış gibi...Gün içindeki hareketlerdeki en önemli belirleyici yen cephesindeki gelişmelerdi. Yen, dolar karşısında 114’ün euro karşısında da 161’in altına gelince, euro/dolar paritesi de 1.42’lerin altına inildi. Bu noktada yeniden “carry trade” işlemleri sorgulanmaya, piyasalardaki tedirginlik artmaya başladı. Tabii ki, İMKB’de bundan nasibini aldı. İkinci seansın hemen başında; yeniden 52 bin 600 seviyelerine inilirken kurlarda da 1.2450’lerin üzeri görüldü.Bu arada “yerel” bilginin de önemi azalmış durumda. Hatta dün olduğu gibi zararı bile olabiliyor. “Duygusal” davranışlar, ciddi parasal sonuçlarda doğurabiliyor. Hafta sonu medyayı takip edenler, piyasa çökecek korkusuyla erkenden mal satınca, gün sonunda parasal olarak da üzüldüler.Ay sonundaki FED faiz kararını bekleyen küresel piyasalar; “son şantajlarıyla” en azından 25 baz puanı “garantilemiş” görünüyorlar. Bu beklentiyle de ABD piyasaları bu yazı yazıldığı sırada toparlanmıştı. Bizim piyasalarımızda bunun etkisiyle bugün büyük olasılıkla toparlayacaktır. İMKB endeksi de Cuma ile dün arasında 55.130-53.577 arasında oluşan “boşluğu” kapatmak için çabalayacaktır. Ne de olsa bizde artık artık küresel piyasaların “tam üyesiyiz”.
Tezkerenİn Meclis’ten geçmesinden sonraki en ciddi terör kaybımızı yaşadık. Bir asker oğlu olarak şehitlerimizin ailelerine sabır ve başsağlığı diliyorum. Tehlikeli bir tırmanış söz konusu ki bunun devamında Kuzey Irak’a belki de planlanandan da önce girilmesi söz konusu olacak. Bundan sonra neler yapılacağı dün akşam köşkte yapılan ’acil zirvede’ tartışıldı. Bu yazı yazıldığı sırada sonuçlar henüz açıklanmamıştı.Olayın piyasalara olumsuz yansıyacağı aşikâr. Acil toplantının sonucu ne olursa olsun, bundan böyle piyasalarda ’Türkiye ha girdi ha girecek’ tedirginliği yaşanacaktır. Bu durumdan en fazla petrol piyasaları etkilenecektir. Gerçi 80 dolardan 90 dolara kadar olan yükselişte tezkerenin önemli bir payı vardı. Bundan sonra da spekülatörler Türkiye’nin hareketlerini yeni yükselişler için “kullanacaktır”. Her ne kadar ABD’de kredi piyasalarındaki ve büyümedeki sorunlar nedeniyle 90 doların üzerinde kalınması zorlaşmaya başlamış olsa da yine de 100 dolar ihtimali artmıştır.Cuma günkü ABD ve Brezilya piyasaları yüzde 2.5’leri aşan oranlarda düşmüşlerdi. Bu düşüşlerin ardında; Bank of America ile başlayan CAT ve diğerleriyle devam eden ’beklenenden düşük gelen kâr’ rakamlarının yarattığı durgunluk endişeleri yatıyordu. FED’e ikinci şantaj! Hele hele Cuma günkü düşüşler; küresel piyasalarda Ağustos ayındaki korkuların yeniden depreşmesine neden oldu. Aslında ABD piyasalarında yaşananlar daha çok FED’e yapılan “şantajın ikinci perdesi” niteliğinde. Piyasalar konut sektöründeki sıkıntının farkında. Citibank, Bank of America ve JP liderliğinde oluşturulmaya çalışılan 80 milyar dolarlık “destek fonu” bile kendi başına sorunun büyüklüğünün teyidi. FED yine 25 hele hele 50 baz puan indirirse piyasalar kısa vadeli bir ’rahatlama’ yaşayacaktır. Ancak toplantı 31 Ekim’de ve o zamana kadar çok var.Borsa büyük ihtimalle önemli bir satışla açılacaktır. Ancak küresel piyasalar (petrol hariç) bu olayı “münferit bir yerel” olay olarak algılar ise etkiler sınırlı kalacaktır. Bono cephesinde satışın borsaya göre daha dar bir bantta kalma ihtimali yüksek. Zira bu piyasada çapraz para swaplarıyla hedge edilmiş pozisyonlar açık olanlara oranla daha fazla olduğundan satış daha sınırlı olacaktır. Dolar kurlarında ise 1.2350 seviyesi önemli. Panik sırasında bu seviye yukarı geçilir ise yükseliş ihtimali artacaktır. Ancak bu piyasada da hızlı yükseliş olmasını “önleyecek” ciddi türev pozisyonların olduğu biliniyor. Bu hafta “bizim ülkemizin” mi yoksa bu ülkede yaşarken “başka bir ülkenin mi borsalarını” izliyor olduğumuzu daha net olarak anlayacağız!
Merkez Bankası “radikal” davranmaktan çekindi, “tedrici” indirimi tercih etti. Aslında radikal davranması; PPK toplantısının yapıldığı gün gazetelere tam sayfa ilan veren ihracatçıların istediği gibi yüzde 3-5’lik (300-500 baz puanlık) indirimler değildi. Olması gereken; bileşik bazda bono getirileri ile Merkez Bankası (MB) gecelik faizi arasındaki 250-300 baz puanlık farkın en azından yarısının kapanmasıydı. Bu da yapılmadı. Hem de piyasaların bu denli büyük “fırsat maliyetine” katlanmaya razı olduğu, risk primi talep etmek yerine; adeta YTL cinsinden varlık edinebilmek için “üste prim” verdiği bir ortamda... MB, cari açığın fonlanmasındaki en büyük “yardımcısı” yurtdışı fonların desteğini kısa bir süre dahi olsa kaybetmeyi göze alamadığı için 50 baz puanlık zamana yayılmış indirim politikasını tercih etti. Oyuna katılamamış olanlar da gelsinler, daha önceden katılmış olanlar da daha uzun süre kalsınlar diye böylesi bir politika izleniyor olsa gerek. Halbuki 100-150 baz puanlık “önden beslemeli” bir indirim yapılmış olsaydı da piyasalarda hiç bir değişiklik olmayacaktı. Böylesi bir indirim ancak geçen sene Haziran ayındaki “olağanüstü” artışlar sırasında oluşan “faiz köpüğünün” sadece bir bölümünü alacaktı. Eylül’deki ne için olduğu anlaşılamayan 25 baz puandan sonra bu ay gelen 50 baz puanla birlikte; “her türlü” radikal indirim beklentilerine veda etmek gerek. MB, böyle bir şey olmayacağını söylemiş oldu. Reklamlar olmasaydı indirim, 25 baz puanda bile kalabilirdi. Beş kişilik bir kurulun bir toplantısı için yapılan en büyük ilan masrafı da bu olsa gerek. Ama sonuç nafile. Son iki toplantıdan sonra yapılan açıklamalarda da yüzde 4’lük hedefe ulaşabilmenin şartlarının oluştuğu belirtilmesine rağmen halen daha “ürkek” davranmayı da anlamak pek mümkün değil. “Yarın öbür gün bir şey olursa yine faiz artırmak zorunda kalmayalım” diyerek faizleri yüksek tutmaya devam ettiğimiz sürece bu maliyetler dönüp yine bizi vuracaktır. Korkunun ecele faydası yok! Göbeğimizden dış piyasalara bağlandığımızdan, olacaklardan zaten kaçışımız yok. Bundan sonra dış dünyadan gelebilecek sert bir “dalgaya” ne faiz, ne de rezervler dayanabiliyor! Tek savunmamız, kırılganlığı azal(tıl)mış bir ekonomik yapı. Bunun da yolu tabii ki sadece faiz indiriminden geçmiyor! Devam edeceğim...
Bugün Para Politikası Kurulu’nun (PPK) toplantısı var. Aynı zamanda bugün Hazine yeni bir gösterge bono ihraç edecek. Aslında herkesin beklentisi “faiz indirim mevsiminin” radikal bir indirim ile açılacağı yönündeydi. Dünkü kapanışlara bakıldığında; 5 yıllık son ihraç edilen sabit kuponlu tahvilin getirisi bileşik yüzde 15.43, son gösterge olan 6 Mayıs 2009 vadeli tahvilin ki ise yüzde 16.33 seviyesinde. Buna karşın MB’nın gecelik faizi olan yüzde 17.25’in bileşik eşiti de yüzde 18.82. Bir buçuk yıllık gösterge bonoya göre fark 249 baz puan, beş yıllığa göre ise 339 baz puanlık bir fark var. Bir başka deyişle bu bonoları alanlar, bono faizleri bugünkü seviyelerden daha da aşağı düşeceğini bekliyorlar ve MB’nın gecelik faizine göre ‘fırsat maliyetine’ katlanmayı tercih ediyorlar. Piyasada buna “negative carry” deniyor. Bir başka deyişle piyasalar risk primi yerine, Türkiye’ye “iskonto” yapmış durumda. Üstelik bir iki kısa süreli istisna dışında bu durum yaklaşık sekiz aydır yaşanıyor. Bu süre zarfında Hazine ve tabii ki MB yüksek faiz ödemeye devam ediyor. “Enflasyonla mücadelenin faturası” olarak...Peki bu mücadele daha düşük faizlerle de yapılamaz mıydı? Bence yapılırdı. Sonradan söylemesi kolay denebilecek bu durum ayrı bir tartışma konusu. Peki PPK’dan ne karar çıkar? Piyasa katılımcılarının beklentisi 25 ya da 50 baz puanlık bir indirim olacağı yönünde. Neredeyse bu iki oran arasında ikiye bölünmüş durumdalar. MB’nın son beklenti anketinden de benzer bir tahmin çıkmıştı. Tahmin oranlarında; bankaların hazine bölümlerinin tahminleri 50 baz puana yakınken, ekonomistler daha çok 25 baz puanlık bir indirim bekliyorlar. Aslında tahminlerin bu denli “düşük” olmasının ardındaki esas neden MB’nın geçen ay yaptığı, sebebi ve ’ne dediği’bir türlü net olarak anlaşamamış olan 25 baz puanlık indirim.Bana göre olması gereken, MB’nın bono faizleriyle, kendi “politika faizleri” arasındaki farkı en kısa zamanda kapatacak radikal bir indirim. Bunun olamayacağını bende kabul ediyorum. Ancak en azından gösterge bono ile gecelik faiz arasındaki 250 baz puanlık farkın en azından yarısı kadar olan 125 hatta 150 baz puanlık bir indirim yapılması. Dünkü piyasalardaki kur ve bono hareketlerine bakıp; piyasanın oyununa gelir ve MB işi yine ağırdan alırsa, biz son haftalarda ayağımıza gelen çok önemli bir fırsatı daha değerlendirememiş olacağız.*** Bu arada MB’nın beklenti anketleri için de bir not:Ankette, ’gecelik faizlerin ne olacağı’soruluyor. Katılımcılar da doğal olarak bu soruya; MB’nın izlediği politikaları da dikkate alarak cevap veriyorlar. Yani bir tür “oyun teorisi” yaklaşımıyla ne olabileceğine cevap veriyorlar. Bu bölüme “Faizler size göre ne olmalı?” sorusu da eklenmeli. Her ikisi dengeye geldiğinde “gerçek beklenti” ortaya çıkacaktır.
Önümüzdeki hafta yapılacak PPK toplantısında faizlerin “tedrici” indirim yerine radikal hareketlerle indirilmesi gerektiğine dün değinmiş ve en azından 125-150 baz puanlık bir indirim yapılması gerektiğine değinmiştim.Merkez Bankası (MB) geçen yıl Haziran ayındaki karışıklık sırasında 425 baz puanlık artış sırasında gösterdiği cesareti 'geç de olsa' bugünlerde de “indirim” yönünde göstermeli. Her ne kadar MB faizleri yüzde 1.50 (150 baz puan) düşürse bile piyasalarda çok önemli değişiklikler olmasını beklemek hata olur. Neden mi?Böylesi bir indirimle; bileşik bazda MB'nin gecelik faizi ile gösterge bonolar arasındaki 270, uzun vadeli sabit kuponlulardaki 340 baz puanlık farkın ancak yarıya yakını kapanabilir.Faizlerin inmesi; sonuçta kamu maliye dengelerini olumlu etkileyecek bir karar. Kamu mali dengesinin düzeleceği beklentisi yeni alımlar için sebep bile olacaktır. Benzer sebep, döviz cephesinde de hareketlerin sınırlı kalmasına neden olacaktır. Zira kimse faizler 150 baz puan indi diye bonolarını satıp döviz almayacaktır. Tam tersine, "Daha gidilecek yer var" diye dövize yeni satış bile gelebilir.Faiz indirimlerinin kurlar üzerine etkisi ancak MB faizi ile piyasa faizi dengelendikten sonra ortaya çıkabilir. Bu dengelenme, MB'nin faiz indirmesiyle olabileceği gibi, yerel veya global sebeplerden piyasa faizlerinin artmasından dolayı da olabilir. Yerel sebepleri kontrol etmek hükümetin ve ekonomik karar vericilerin kontrolünde. Sayın Ekren tarafından dün açıklanan “73 eylem planı” bunun bir parçası.Denebilir ki global sebepleri kontrol etmemiz mümkün değil! Son gelişmelerden sonra bunu da fazla dert etmeye gerek yok. Nasılsa işler sarpa sarınca FED faiz indiriyor, piyasaları kurtarıyor. Global piyasalar bundan korkmuyorsa biz niye korkalım? Onlar sırtını FED'e dayamış, biz niye dayamayalım? Piyasaları kurtaran "büyük abi" bizim de içinde bulunduğumuz "global geminin" batmasına nasılsa izin vermeyeceğine göre radikal kararlar almaktan bu kadar korkmaya gerek var mı? Bu arada tüm bunlar yeni bir ‘Merkez Bankası başkanı krizi’ yaratmayacak şekilde yürütülmeli. Aksi takdirde yine boşa zaman kaybedilecek, yine gereksiz maliyetlere katlanmak zorunda kalabiliriz.
İyi de... Ne kadar ? FED’in 50 baz puanlık faiz indirme kararı tüm dünya piyasalarını rahatlattı. Gelişmekte olan ülke piyasaları da bundan nasibini aldı. Yeniden baştacı edilen gelişmekte olan piyasalara ciddi fon akışı oldu.Bu akım çok da fazla “ülke ayırımı” gözetmedi. Brezilya ve Rusya gibi petrol ihracatçısı, Güney Afrika gibi altın ihracatçısı gibi emtia piyasalarındaki rekorlardan fayda sağlayan ülkelerle, bunları ithal eden Türkiye gibi ülkeler aynı kefeye kondu. Belki de bu farkın “fark edilmemesinin” en önemli sebebi bizdeki yüksek reel faizler. 2006 Haziran ayındaki türbülans sırasında panik halinde “olağanüstü” toplantılarla toplamda 425 baz puan artırılan faizlerdeki ilk indirim ancak 16 ay sonra geldi. O da 25 baz puan ve de üstelik Merkez Bankası ve PPK’nın başkanının “onaylamadığı” konuşulan bir kararla...İndirimlerin son çeyrekte başlayacağını belirtilmişti. Ancak söylemlerle alakası olmayan, aslına bakılırsa hiçbir anlam ifade etmeyen ve önemsiz bir oranla “indirim sezonu” açıldı. Bir sonraki toplantı bayramdan sonraki Salı günü. Yani 16 Ekim’de... Bu toplantıdan radikal bir faiz kararı çıkması gerek. Neden mi? Piyasadaki gösterge bono olan 6 Mayıs 2009 vadeli iskontolu bononun getirisi bileşik 16.25 seviyesinde. Son ihraç edilen 26 Eylül 2012 vadeli, altı ayda bir yüzde 7 kupon faiz ödemeli 5 yıllık sabit kuponlu tahvilin getirisi bileşik yüzde 15.50’lerde. 5 yıllık dolar swapları ile temin edilebilen YTL fonlaması ise yüzde 14.50 seviyelerinde.Tüm bunlara karşın şu andaki MB gecelik faizinin bileşik eşiti yüzde 18.82. Yani gösterge bono 6 Mayıs’a göre 257 baz puan, 5 yıllık bonoya göre 332 baz puan (yüzde 3.32) yukarda kalmış durumda. Yani piyasa katılımcıları, ileride faizlerin düşeceğine olan inançlarından dolayı kısa vadede bu kârlardan vazgeçmiş durumdalar. Yani piyasa katılımcıları daha düşük faize razılar. Piyasalar risk primi talep etmiyor, tam tersine “iskonto” yapmış durumda! Ancak MB “enflasyon hedeflemesi” nedeniyle faizleri yüksek tutmayı ve “tedrici” indirmeyi tercih ediyor. Evet enflasyon cephesinde belli kazanımlar ortaya konabiliyor, ancak buna karşılık da yüksek faizler nedeniyle bütçeye, sonuç olarak hepimize, ağır bedel yüklenmiş oluyor. “Tedrici” indirimler de bu yükü her geçen gün daha da artırıyor! “Yüksek faiz>düşük kur=düşük enflasyon” denklemiyle başarı kazanıldığı varsayılırken, düşük kur nedeniyle tamiri zor hasarlarla karşı karşıya kalma riski artıyor. Merkez Bankası bayram sonrasındaki ilk PPK’da 250-300 baz puan arasındaki farkı “hızla” azaltacak radikal bir adım atmalı ve en az 125-150 baz puanlık bir indirime gitmelidir. Kısa zamanda 425 baz puanlık artış cesaretini gösterenler, indirim içinde aynı cesareti ortaya koymalıdır. MB radikal kararla faizleri indirip sonrasında topu hükümetin sahasına atabilir. Çünkü bu konuda tüm sorumluluğun MB’na yüklenmesi yanlış! Sayın Nazım Ekren koordinasyonundaki yeni ekonomi yönetimi de yeni indirimlere imkân tanıyacak mali disiplini ortaya koymalılar. MB’nın yeniden “geri adım atmak” zorunda kalacağı bir ortamın oluşmasına müsaade edilmemeliler. MB’nın kredibilitesinin korunması hepimize lâzım.
FED’in batanları yüzdürebilmek, ABD ekonomisinin resesyona sürüklemesini önlemek için yaptığı 50 baz puanlık indirim sonrasında başlayan ve doları adeta “istenmeyen para” haline getiren hareket devam ediyor. Dolar olan talep öylesine düştü ki; karşısındaki her şey yükseldi. Başta tabii ki paralar. Euro, pound, YTL, rand, real... (belki de tek istisna Japon yeni) Paraların yanı sıra emtialar... Başta altın, gümüş, petrol ve hatta pamuk, mısır; son günlerde pek fazla hareket etmeyenler; bile dolara karşı değer kazandı. Yani fiyatları (dolar bazında) yükseldi. Tabii ki borsaları da unutmamak gerek. Dow Jones endeksi dün yeni zirve “denemelerine” başladı. Bir önceki zirve 14,020 seviyelerindeydi ve bu yazı yazıldığı sırada 14.008 görülmüştü. Dolardan kaçış daha ne kadar devam edecek?Japonya’da 1995 yılında başlayan sıfır faiz politikasıyla dolar/yen paritesi 80’lerden, 147’lere kadar çıktı. Daha doğrusu yen “devalüe” oldu. Kimse elinde faiz getirmeyen bir para bulundurmak istemiyordu. Herkes cazip faiz öneren dolara geçmek isteyince, dolara talep arttı. Önceleri 80 yen yeterliyken, 1998’deki Asya krizinin hemen öncesinde 145 yenden de fazla vermek gerekiyordu bir dolar almak için. Şimdi benzer bir durum doların başına geldi. Yıl başında bir varil petrol alabilmek için 50 dolar vermek yeterliyken şimdi 80 dolar verseniz bile yeterli olmuyor. Neden mi? Dolar/euro paritesi yıl başında 1.31’lerdeyken şimdi 1.41’lere geldi. Yani dolar değer kaybetti. Bir başka deyişle petrol üretenler dolar bazındaki alım güçlerinin azalmasını, fiyat artışlarıyla telafi ettiler. Dolar bazında fiyatlama devam ettiği sürece karşılaşılacak bir durum. Bu da petrol ve hammadde ithalatçıları için “ithal edilen enflasyon” anlamına geliyor ki FED’in faiz indirim(ler)inin kaçınılmaz sonuçlarından, daha doğrusu “yan etkilerinden” birisi. FED’in yeni bir faiz indirimi ve Avrupa Merkez Bankası’nın faizlerini sabit tutması durumunda dolar euro paritesinde 1.4350, 1.4550 ve hatta 1.50 seviyeleri bile görülebilir. Paritedeki bu hareket; çifte açıklarla uğraşan ABD’nin işine geliyor. Zayıf dolar; yüksek ihracat ve pahalılaşan ithalat demek olduğundan, çifte açıkların kapatılması için bir avantaj. Ancak dolar/YTL kurlarında 1.20’lere inildiği (hatta 1.1890 seviyesinin görülme ihtimalinin arttığı) bir ortamda özellikle Türk ihracatçıları için hayat gittikçe zorlaşıyor. Kasım ayı; uluslararası fon yöneticilerinin “bonus” mevsimi. Kasım sonuna kadar da bu durum sürme ihtimali var. Bu süre zarfında Allah ihracatçılara sabır versin.
FED’in 50 baz puanlık indirimi piyasalarca müthiş bir coşkuyla karşılandı. Büyük çoğunluk Bernanke’yi “piyasa dostu!” ilan ederken, küçük bir azınlık “şantaja boyun eğdiğini” dile getiriyor. Düşen fiyatlar çoğunluğun hiçbir zaman hoşuna gitmiyor. Bu nedenle de piyasalar; fiyatları yukarı götürecek en küçük fırsatı değerlendirmek için elinden geleni yapıyor. Hele ki 50 baz puanlık FED indirimi gibi çok ender bulunan bir fırsat da sonuna kadar kullanılacaktır. İyiden iyiye abartılacak ki, olabildiğince yükseğe çıkılabilsin. Piyasa katılımcılarının hafızalarına mümkün olduğunca yüksek seviyeler “nakşedilebilsin” ki, düşük seviyeler bile başlangıca göre yukarıda oluşabilsin.FED’in açıklamaları piyasaları kurtarmanın, şimdilik enflasyona yani ‘fiyat istikrarına’ tercih edildiğini gösteriyor. FED merkez bankalarının klâsik fiyat istikrarı misyonunun dışına çıkarak; büyüme ve piyasa kurtarıcılığına soyunuyor. Bundan sonra diğer merkez bankaları da benzer bir “eylemde” bulunursa kimse pek fazla sesini çıkar(a)mayacak.Tıpkı, ABD’nin dış ticaret açığı GSMH’nın yüzde 8’lerine ulaştığında bunun sorun olmadığının ileri sürülmesi gibi... Önceleri bu oranın yüzde 5.5’lerin üzerine çıkması tek başına kriz sebebiydi. 1994’te bizde, 1998’de Rusya’da olduğu gibi... Ama ABD aşınca bu artık yeni “kriter-gösterge” haline geliyor, yeni standartlar oluşuyor. Ya da “çifte standart durumu” ortaya çıkıyor... Başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere, benzer sorunları yaşayan ülkelerde kriz çıkması bu “çifte standart” sayesinde engellendi.Gelelim piyasalara... FED’in indirim coşkusu önceki gün bizim piyasalarımızda son yıllarda görülmedik bir ‘günlük yükselişle’ “kutlandı”. IMKB 100 endeksi günü 53,884 seviyesinden, yüzde 6.70’lik yükselişle kapattı. Seçim öncesinde yaşanan yükselişi andıran ‘boşluklu’ (gap) bir açılış sonrası gelen alımlar bu yükselişi getirdi. FED indirimi sonrasındaki yazımda 52,500 seviyesinin test edilebileceğine değinmiştim. Değil test edilmek, bu seviye neredeyse günün en düşük seviyesi gibi kaldı. Hatırlatmakta fayda var. Çarşamba günkü açılış ile Salı günkü kapanış; yani 50,500 ile 52,161 arasındaki “boşluk” öyle yada böyle kapanacaktır. Birkaç günlük coşku yerini sükûnete ve kâr satışlarına bıraktığında; ki ilk emareleri dün görüldü; bu ’boşluğun kapanma çalışmaları’da başlayacaktır. Şimdilik yukarıda neresi olur diye bakıldığında 54,500 ve ‘çift tepe oluşturacak şekilde’ 56,100 seviyelerine çıkılabilir. Bu seviyelerden birinden, hepi topu bir ay önce (16 Ağustos) 43,500-45,000 endeks seviyelerinden pozisyon alanların kâr realizasyonları gelebilir. 43,500 seviyesinden almış olanlar yüzde 23.9’luk bir kâr elde etmiş durumda. Bir ayda, bir yıllık faizden daha yüksek bir getiri... Mutlaka bunun bir kısmını cebe koymak isteyenler de çıkacaktır.