Şampiy10
Magazin
Gündem

“Dua, sağlıklı yaşamaya yardımcı olur”

Vatan gazetesinin, “Time Dergisi’nin 6 bin araştırmaya dayanarak ilginç bir sonuca ulaştığı” başlıklı haberinde belirtildiğine göre bilim dünyası yıllar boyunca dua ve ibadetin insan sağlığına olan etkilerini inceledi. Dinin son dönemde insan hayatında öneminin yeniden artmaya başlamasıyla birlikte 2000 yılından bu yana tam 6 bin yeni araştırma yayınlandı. Bu araştırmaları değerlendiren Time Dergisi de bilim dünyasının yavaş yavaş duanın gücü konusunda ikna olmaya başladığını yazdı. Pittsburg Üniversitesi Tıp Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre düzenli olarak ibadethaneleri ziyaret edenlerde ömrün 2-3 yıl uzadığı tespit edildi. Aynı etkinin düzenli dua ve ibadet edenlerde de görüldüğü belirtildi.

Psikolojik bir etki sağlıyor

Uzmanlar, “Uzun yaşamla dini bir gruba katılmanın birbiriyle ilişkili olduğunu” açıkladı. Bilim adamları dua edilen kişinin sağlığının bu durumdan nasıl etkilendiğini de inceledi. Buna göre dua edilen kişi, eğer bir başkasının kendisi için dua ettiğini bilirse tedavisi hızlanıyor. Ancak birilerinin kendisi için dua ettiğinden habersiz olan kişilerde bu etki görülmüyor. Uzmanlar bunu “Placebo” etkisine benzetiyor. Yani ağrı kesici diye verilen şeker haplarının bir hastanın ağrılarını geçirmesi gibi, bir kişinin kendileri için dua ettiğini bilen hastalar da bunun “kendilerini iyileştireceği” düşüncesi yarattığı ve psikolojik olarak kendilerini iyi hissetmelerini sağladığı düşünülüyor.

“Gizlice, içten dua ediniz”

Haber böyledir ama duanın etkisi, sadece hastanın kendisine dua edilmesini bilmeleriyle oluşan psikolojik bir durumdan ibaret değildir. Hz. Peygamber’in, ibadetin beyni saydığı duanın büyük etkisi vardır. Dua edenin hem kendisine hem de dua edilen insana etkisi büyüktür. Nice hasta vardır ki kendisi için yapılan duayla şifa bulmuş, dua edilen kişinin bundan haberi bile olmamıştır. Bundan dolayı yüce Allah, “Rabbinize yalvararak ve gizlice (içten) dua ediniz” (Araf: 55), “Kullarım, sana beni sorar(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Dua eden, bana dua ettiği zaman onun duasını kabul ederim” (Bakara: 118).

Yazının devamı...

Namazı huzurla kılmaya çalışın

SORU: Gece yarısı uyanıyorum. Kalkıp dua okuyorum, istiğfar ediyorum, teheccüd namazı kılıyorum ve dilekte bulunuyorum. Bu yaptığım doğru mu? Benim ibadetime Allah’ın ihtiyacı mı var? Kendi çıkarım için bunları yapıyormuşum gibi geliyor bana. Niyetim ne olursa olsun Allah bunu kabul eder mi? (Tuğrul Soydan)

CEVAP: Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı yok ama biz kendi ruhumuzun dünya tutkularından, adi düşüncelerden arınıp yükselmesi için ibadet ederiz. En etkili ibadet de gece yarısından sonraki ibadettir. Peygamberimiz bunu yapmış, Kur’ân da bunu emretmiştir. Onun için yapıyoruz. Yapmasak Allah muhtaç değil ama biz manen hiçbir gelişme kaydedemeyiz. Ders çalışmazsanız sınıfta kalırsınız. Okula gitmezseniz öğretmenin bir kaybı olmaz, kaybeden siz olursunuz. Çünkü bilgiyle donatılamazsınız. Bilgi için okumak, yücelmek için de ibadet gerekir. Öyle olmasaydı Hz. Peygamber, gecelerinin çoğunu ibadetle geçirmezdi. Bu kadar büyük insan geceleri kalkıp Allah’a yalvarmaz, gözyaşı dökmezdi. İbadet edin, gece huzurla namaz kılmaya çalışın. Manen yücelirsiniz. Allah’ın kazanacağı bir şey yok ama siz olgunlaşacak, yüceleceksiniz.



Adağın yerine getirilmesi gerekir


SORU:
İşe girersem kurban kesmeye niyet emiştim. İşe girdim. Bunu adak olarak yerine getirebilir miyim? (Seda Toplan)

CEVAP: Sizin yaptığınız şey adaktır. Adağın yerine getirilmesi gerekir. Ama ev yapanın, daire veya araba alanın, eğer daha önce “Araba alırsam, ev yaparsam veya alırsam bir kurban keseceğim” şeklinde bir adağı yoksa onun kurban kesmesi gerekmez. Ama önceden bunu adamışsa o zaman kurban keser. Bizde ev yaptıranın kurban kesmesi gelenek halini almıştır. Dinimizde böyle bir gelenek veya sünnet yoktur. Adak başka, ev veya araba alanın kurban kesme geleneği başkadır.



Farzları kılmak yeter

SORU: Sabah ve yatsı namazlarını zamanında kılıyorum. Ancak diğer vakitleri çalıştığım için kaçırıyorum, sadece farzlarını kılabiliyorum. Bunların sünnetlerini peşinen kılsam olur mu? Olmazsa başka bir çözümü var mı? (Ali Artem)

CEVAP: Sünnet zorunlu namaz değildir. Sadece farzları kılmak yeterlidir. Sünnet kendiliğinden kıldığın nafile ibadetlerdir. Kaçırdığın sünneti kılmaya gerek yok. Ama fırsat bulduğun zaman istediğin kadar nafile namaz kılarsın.

Yazının devamı...

Mezarlara aşırı masraf yapmak doğru değildir

SORU: Dinimizde mezar yeri ve mezarlık yaptırma var mı? Yoksa Arabistan’da olduğu iddia edildiği gibi cenaze gömüldükten belli bir zaman sonra üzeri çiğnenip dümdüz edilerek mevtadan eser kalmıyor mu? Mezar yeri ve mezarlık yapımı Hıristiyanlardan bize özenti olarak gelen bir alışkanlık mı? İslâm ülkelerinin hepsinde bizdeki gibi mezarlık var mı? (Dinçer Irmak)

CEVAP: Arabistan’da ve genellikle Körfez ülkelerinde mezarlara değer verilmez. Ölü gömülür, üstü düzlenir. Öyle kalır. Çiğnenip geçilme diye bir şey yok. Yalnız bir kabir, üç yıl sonra açılıp oraya yeni bir cenaze gömülebilir. Onun için Baki Kabristanı 1400 yıldan beri aynı büyüklüktedir. Oysa oraya dünyanın her yerinden getirilen ölüler gömülür. Her kabir muhafaza edilse onlarca Medine büyüklüğünde mezarlık olması gerekir. Ama bu durum Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde böyledir. Diğer İslâm ülkelerinde özellikle İran ve Irak’ta bizden daha çok kabre, kabristana önem verilir. İşin aslına bakarsanız mezarın üstünü toprakla örtmek ve toprağı biraz tümsek yapmak, belli olması için de başına bir ağaç veya basit bir taş dikmek güzeldir. Mezarın dümdüz yapılacağına dair rivayetler olduğu gibi tümsek yapılacağına dair rivayetler de vardır. Bizdeki ise İslâm’a aykırıdır. Nerede ise her mezar, anıt mezara dönüşüyor. Bu doğru değil. Mezarları böyle mermerle kaplatmak, bunun için büyük masraflar yapmak israftır, günahtır. Ayrıca ölüye hiçbir yarar sağlamaz. Bence en güzel mezar sade, gösterişsiz, tümsek toprak şeklinde olanıdır.



Önemli bir araştırma

DÜNYANIN en saygın üniversitelerinden Yale tarafından yapılan ve dünyanın en saygın bilim dergisi New Scientist’ta yayınlanan bir araştırmaya göre insan beyni Tanrı’ya inanmak için programlanmış. Hiçbir din eğitimi almamış 6-7 yaşındaki çocuklar bile dünyadaki her şeyin bir nedeni olduğuna inanıyor. Bu münasebetle Taşkın Tuna’nın evrenin yaratılışını kanıtlarıyla anlatan “Ol Dedi Oldu” kitabını okurlarıma tavsiye ederim. Okuduğum bu kitabın yazarını kutluyorum. Sadece kitabın ismini oluşturan cümleye bir itirazım var. Çünkü bu cümle ayetin çevirisidir. Ayetin doğru anlamı “Ol dedi oldu” değil, “Ol dedi oluyor, olmaktadır” şeklindedir. Çünkü yaratılış, olmuş bitmiş bir şey değil devam eden bir süreçtir. Allah’ın yaratma eylemi sürmekte, Halik (yaratıcı) sıfatı fonksiyonunu icra etmektedir ve edecektir.

Yazının devamı...

Vaaz nasihattir

SORU: Bir gün camide vaaz veren hoca şöye dedi: “Ey cemaat, Hz. Muhammed Efendimiz 1400 yıl önce öldü ama sanmayın ki evlerinize misafir olmaz? Evinizi ona göre hazırlayın. Eşinize, kızınıza, gelininize, torununuza bir bakın tesettürlüler mi? Tesettürlü değillerse gelmez. Evlerinizde hangi gazete okunuyor, hangi kanal izleniyor? Ona göre karar verin.” Bu vaaz mıdır yoksa siyasi bir tutum mudur? Eğer bu hoca, “Ey ahali haksız kazanç elde ederseniz, mevkinizi kullanırsanız, haram yerseniz, ormanların tarumar edilmesine göz yumarsanız insan olmazsanız” dese ellerinden öperdim. Türkiye nereye gidiyor? Kimi kime şikâyet edeceğiz? Her hoca kafasına göre vaaz verme, ağzına geleni söyleme yetkisine sahip midir? (İ. Ü.)

CEVAP: Okurum haklı. Böyle tutarsız, ölçüsüz sözler söylemek vaaz değildir. Çünkü vaaz nasihattir, öğüttür. Dinleyenler söylenen sözlerden huzur duymalı, yararlanmalıdır. Bu sözler camiye gelen birkaç kişinin hoşuna gitse de cemaatin çoğunu gücendirir. İşte bu okurumda yaptığı gibi olumsuz etki yaratır. Kaldı ki sözler doğru değil. Peygamberimizin tesettürlülerin evine gidip tesettürsüz olanların evine gitmeyeceğini söylemek ne ayete ne de hadise dayanır. Peygamber’in ruhaniyeti görünüşe değil, gönüllere, ruhlara bakar. Kimin ruhuna görünüp kimin ruhuna görünmeyeceğini Allah bilir. Nice insan var ki görünüşüne bakarsanız hiç tahmin edemezsiniz ama kaç kez Peygamberimizi görmüştür. Kimi insan da vardır ki kıyafetiyle sofu sanırsınız ama ruhen manadan hiç nasip almamıştır. Gerçek dindarlık, görünen elbiseyle değil, gönül temizliğiyle olur. Allah insanın dışına değil, içine bakar. Peygamber, “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, gönüllerinize ve amellerinize bakar” ( Müslim, Birr: 32; İbn Mace, Zühd: 9) buyurmuştur. Şeyh Sadi de bu gerçeği belirtmek için, “Dervişlik yamalı hırka giymek değildir. Temiz derviş ol da istersen ipek giy” demiştir.





Namaz Allah’ı anmadır

SORU: 80 yaşındaki annem, doktor tavsiyesiyle fitil kullanıyor. Ancak bununla namaz kılınmayacağı düşüncesi onda bir saplantı haline geldi. Kendisine her ne kadar bunun sağlığı için kullandığı bir ilaç olduğunu söylesem de ikna edemedim. Size sormamı istedi. ( İ. T.)

CEVAP: Bu durum abdeste ve namaza engel değildir. O şekilde namazını kılsın. Namazın temeli Allah’ı anmak, O’nu düşünmektir. Namazdan önce abdest alır, o vakit içinde istediği kadar namaz kılar. Ancak özürlü sayıldığından ikinci namaz vakti girdiğinde yine abdest alır. Yani her vakit için bir abdest alıp namazlarını kılar.

Yazının devamı...

Kabir sorusu ve azabı (4)

* DÜNDEN DEVAM

Yürüdük, kandan bir ırmağa geldik. Ortasında bir adam dikiliyordu. (Kenarında da) önünde taş bulunan bir başka adam bulunuyordu. Irmağın içindeki adam çıkmaya çabalıyor, tam çıkmak isterken (kenardaki) adam, ağzına bir taş vurup onu olduğu yere geri çeviriyordu. Adam her çıkmak istedikçe, beriki taşla onu geri döndürüyordu. ‘Bu kimdir’ dedim, ‘yürü’ dediler. Yürüdük, yemyeşil bir bahçe içine geldik. İçinde büyük bir ağaç vardı. Ağacın dibinde bir ihtiyarla çocuklar mevcuttu. Ağacın yakınında da bir adam, önündeki ateşi yakıyordu. Beni ağaca çıkardılar. Öyle bir eve soktular ki ondan daha güzel bir ev görmemiştim. İçinde ihtiyar adamlar, gençler, kadınlar ve çocuklar vardı. Beni oradan çıkardılar ve ağacın daha yukarısına götürdüler. Birincisinden daha güzel, daha üstün, yine içinde ihtiyarlar ve gençler bulunan bir eve soktular. Onlara dedim ki: ‘Siz bu gece beni çok dolaştırdınız. Gördüklerimin ne olduğunu bana anlatınız.’ Evet, anlatalım dediler: Gördüğün çenesi yırtılan adam, şu yalan söyleyendir ki söylediği yalan başkalarına taşınır, ufuklara yayılır. İşte kıyamet gününe kadar ona böyle yapılacaktır.

Gördüğün başı ezilen kimse de şu adamdır ki Allah ona Kur’ân öğretmiştir fakat o geceleyin Kur’ân’ı bırakıp uyumuş, gündüzün Kur’ân gereğince hareket etmemiştir. (Ona da) Kıyamet gününe kadar böyle yapılacaktır. Delikte gördüğün kimseler de zina edenlerdir. Irmakta gördüğün adam faiz yiyendir. Ağacın dibindeki ihtiyar, İbrahim’dir. Çevresindeki çocuklar, insanların çocuklarıdır. Ateşi yakan cehennemin muhafızı Malik’tir. İlk gördüğün ev, umum müminlerin evidir. Bu ev ise şehitlerin evidir. Ben Cebrail’im, bu da Mikail’dir. Başını kaldır. (Başımı kaldırıp) Baktım ki üstümde bulut gibi (yüksek bir makam). ‘İşte orası senin evindir’ dediler. ‘Öyle ise bırakınız evime gireyim’ dedim. ‘Henüz tamamlamadığın bir ömrün var, onu tamamlayınca evine gelirsin’ dediler (Buhari, Cenaiz, Büyü, 24; İbn Hanbel, 5/8). Şimdi Allah Resulü’nün azap içinde gördükleri, o şahısların bedenleri değil ruhlarıdır. Bedenler çürüyüp gitmiştir. İnsan rüyasında azap çeker. Rüyada çektiği azap ruhadır. Beden yerinde durur. Bazen rüyada gördüğü azabın, beden üzerinde de izi görülür. Bu konuda seleften nakledilen birçok rüya vardır. Kabir azabının mahiyeti hakkında daha fazla bilgi için “İnsan ve İnsanüstü” adlı eserime bakılabilir.

Yazının devamı...

Kabir sorusu ve azabı (3)

* DÜNDEN DEVAM

Rüyada ruh bedenden tam ayrılmaz fakat kapalı, penceresiz bir kafes gibi ruhun manevi güçlerine, basiret gözüne engel olan bedenin etkisinden nispeten kurtulur. Ruhun görüş açısına gerilen perdeler kalkınca ruh, bedene gizli kalan dünyalara uzanır. Ölüm halinde ise tamamen bedenin etkisinden kurtulan ruh, gezer, dolaşır, içinde yaşadığı bedenin de çevresinde bulunur, hatta ilk anda henüz yeni bedenden kurtulduğu için kendisini hâlâ beden içinde sanır. İşte ölümden hemen sonra vuku bulacak sorguda ruhun bedene dönmesi, bedenin yanında bulunması ve aynen beden içindeymiş gibi sevinç veya azap duyması anlamına gelir. Yoksa ruhun bir daha bedene dönmesi, ona yeniden hayat vermesi, maddi bedenin kalkıp oturması, başın kabrin tahtalarına değmesi mümkün değildir. Bu, Allah’ın yaratış yasasına ve ayetlerin açık ifadesine aykırıdır. Çünkü Cenab-ı Hak, ruhun bir daha dünyaya dönmeyeceğini bildirmiştir (Mümin: 99). Kabir azabının bedene değil, ruha olduğunu aşağıdaki hadis açıkça göstermektedir:

“Miraç’a çıkarıldığım vakit öyle bir kavmin yanından geçtim ki bunlar, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Cebrail’e ‘Bunlar kimdir?’ dedim, ‘İnsanların etlerini yiyen (gıybet eden)ler ve namuslarına tecavüz edenlerdir’ dedi” (Ebu Davud, Edeb, Bab fil-gaybeh). Buhari’nin, şu uzun hadisi de bu konuda bize ışık tutmaktadır: Semure İbn Cundeb diyor ki: Peygamber, sabah namazından sonra bize döner, ‘Gece rüya gören var mı?’ diye sorardı. Rüya görmüş olan anlatır, O da ‘maşallah’ derdi. Bir gün bize, ‘Rüya gören var mı?’ diye sordu. Biz, ‘Yok’ dedik. Buyurdu ki: ‘Bu gece ben bir rüya gördüm: İki kişi bana geldi. Elimden tuttular. Beni Arz-ı Mukaddes’e götürdüler. Baktım (orada) bir adam oturmuş, diğer biri de elinde demirden bir kancayla onun yanı başında duruyor. Elindeki kancayı adamın ağzının bir tarafına takıp kafasına kadar yırtıyor. Sonra öteki tarafını yırtıyor. Bir yanını yırtarken öteki yanı iyileşiyor. Bu kez öbür yanına sokup yırtıyor. ‘Bu nedir?’ dedim, ‘yürü’ dediler. Yürüdük, sırt üstü uzanmış bir adamın yanına geldik. Bir başka adam da elinde bir taş parçasıyla vurup adamın başını eziyor. Vurunca taş yuvarlanıyor, gidip taşı alıp gelinceye kadar adamın başı yine eskisi gibi oluyor. Tekrar vuruyor. ‘Bu kimdir?’ dedim, ‘yürü’ dediler. Tandır gibi üstü dar, altı geniş, altında ateş yanan bir deliğe geldik. İçinde çıplak erkekler ve kadınlar vardı. Ateş yükselince deliğin ağzına geliyorlar, çıkacak gibi oluyorlar fakat ateş sönünce tekrar aşağı dönüyorlar. ‘Bunlar kimdir?’ dedim, ‘yürü’ dediler.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kabir sorusu ve azabı (2)

* DÜNDEN DEVAM

Cesede hayat verip onu bozulmaktan koruyan can, yani ruhtur. Can çıkınca ceset çürümeye ve temel elemanlarına ayrışmaya başlar. Zamanla tamamen eriyip toprağa karışır. İnsana kişiliğini veren ruhudur. Ruh ölmez, ebedidir, uyumaz. Ruhun kabirde uyuduğu hakkındaki görüşün hiçbir dayanağı ve mantıklı yönü yoktur. Beden içindeki ruh da uyumaz. Uyuyan beyin sinirleridir. Bedenden ayrılan ruh, dünyada yaptığı işlere göre ya yücelere çıkar, iyi ruhlarla beraber zevk-ü sefa içinde bulunur ya da zindanlara atılır, azaplara sokulur. Hz. Ebu Hüreyre, bu konuda Allah’ın Resulü’nden duyduklarını şöyle anlatıyor: “Müminin ruhu (cesedinden) çıktığı zaman onu iki melek alıp (göğe) çıkarırlar.” Müminin ruhunun güzel koktuğunu anlatan Ebu Hüreyre şöyle devam ediyor: “Gök halkı, ‘Yer tarafından güzel bir ruh geldi. Allah sana ve içinde ömür sürdüğün bedene rahmet etsin’ derler. Bu ruh Yüce Rabbine götürülür. Sonra Yüce Allah, ‘Bunu sürenin sonuna (yani Sidretul-münteha’ya) götürün’ der. Kafirin kötü kokan lanetli ruhu da (bedeninden) çıkınca gök halkı, ‘Yer tarafından habis bir ruh geldi’ derler. Bunu sürenin sonuna (yani zindana) götürün denilir.”

Hadisi nakleden Ebu Hüreyre diyor ki: “Allah’ın Resulü, kafirin ruhunun kötü koktuğunu anlatırken gömleğini burnuna tuttu” Başka bir hadis: “Biriniz öldüğü zaman sabah, akşam ona oturacağı yer gösterilir. Eğer cennet halkından ise cennet halkındandır (orası cennettir), eğer cehennem halkından ise cehennem halkındandır (o makamı cehennemdir). Ona: ‘İşte Allah seni kıyamet günü tekrar diriltinceye kadar oturacağın yer burasıdır’ denilir” (Tirmizi, Cenaiz, 70). Ünlü bilgin allame İbn Hazm da kabir fitnesinin ve azabının, bedene değil, bedenden ayrılan ruha olacağını söylüyor. Çünkü Yüce Allah, “Firavun ailesini azabın en kötüsü kuşattı: Ateş! Sabah akşam ona sunulurlar (dünya durdukça azap böyle sürer). Kıyamet koptuğu zaman da ‘Firavun ailesini azabın en çetinine sokun’ (deriz)” (Mümin: 45-46) buyurmaktadır. Bu sunulma, kabir azabıdır. Ayetten, azabın ruha olduğu açıkça anlaşılmaktadır (el-Fasl, 4/ 67).

Hadislerde kastedilen gerçek şudur: Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra da hem ayrıldığı bedenini görür hem de bedeninin şeklini latif (yoğunluksuz) cisim olarak koruduğundan, kendisini beden içinde hisseder. Nasıl ki insan rüyada, yaşadığı olayları, ruh olarak yaşadığı, gördüğü halde bedenle yaşıyor, görüyor zanneder. Rüyada dolaştığı yerleri, bedensiz olarak dolaştığının farkında değildir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kabir sorusu ve azabı (1)

Sahih hadis mecmualarında kabir sorusundan ve azabından söz edilir. Fakat Kur’ân-ı Kerîm’den ve hadislerden, bu soru ve azabın cesede değil ruha olacağı anlaşılmaktadır. Buhari, Müslim, Nesai ve İbn Hanbel’in rivayet ettikleri hadiste, kabre konulan ölüye, iki meleğin gelip Rabbi’nin ve peygamberinin kim olduğu hakkında soru soracakları anlatılır fakat meleklerin adından söz edilmez (Buhari, Cenaiz, Bab, ma ca’e fî azabil-kabr). Yalnız Tirmizi’nin rivayet ettiği ve garip olarak nitelediği hadiste bu meleklerin birinin Münker diğerinin Nekir adlı iki siyah, erzak (gökgözlü) melek oldukları belirtilmiştir (Tirmizi, Cenaiz, 70). Mutezilenin çoğunluğu, Allah’ın meleklerine Münker ve Nekir adının verilemeyeceğini söylemiştir. Yani sorgu meleklerinin Münker ve Nekir adını taşıdıkları hususu, üzerinde birleşilmiş bir konu değildir. Mutezileye göre Münker sorgu sırasında ölünün tereddüdü, Nekir de meleklerin onu azarlayıp rezil etmesidir (Kitabur-ruh, s. 70-71).

Kuruyan ağaç canlanmaz

Ebu Davud’un rivayetinde, kabirde ölünün ruhunun cesedine döndürüleceği kaydı vardır ki bu hadis de Tirmizi’nin hadisi gibi gariptir. Ölünün ruhunun, kabirde cesedine döneceği kaydı, “Kütüb-i sitte” içinde yalnız Ebu Davud’un “Sünen”inde yer almıştır ve bu hadis sağlam gözükmemektedir. Demek ki kabir sorusu ve azabı vardır fakat bu soru ve azap, bedene değil ruhadır. Ölmüş insanın ruhu, kıyamete kadar bir daha bedene dönmez. Öldükten sonra yakılan yahut hayvanlar tarafından parçalanıp yenen, yanıp kül olan, zerre zerre parçalanıp hiç cesedi kalmayan insanlar da vardır. Olmayan cesede ruhun gelip girmesi mümkün değildir. Kuruyan ağaç nasıl canlanmazsa, ölen insan da dünyada bir an için dahi olsa canlanmaz. Nitekim bedenine girip tekrar dünyaya döndürülmek istenen ruhlara yüce Allah, bunun olmayacağını bildirmiştir: “Onlardan birine ölüm geldiği zaman ‘Rabbim der, beni (dünyaya) geri döndürünüz ki terk ettiğim dünyada yararlı bir iş yapayım.’ Hayır, bu onun söylediği (olmayacak) bir laftır. Önlerinde, ta dirilecekleri (kıyamet) gün(ün)’e kadar, (geriye dönmelerine engel olan) bir berzah (geçit) vardır” (Müminun: 99).

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.