Şampiy10
Magazin
Gündem

İşa, akşam vakti demektir

SORU: Nur Suresi 58’inci ayet: “Ey inananlar, ellerinizin altında bulunan (köle ve hizmetçi)ler ve henüz erginliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkar(ıp yat)acağınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir. Bunların dışında (hizmetçilerin ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size ne de onlara bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Allah ayetleri size böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Bu ayette “yatsı namazından sonra” diyor. Oysa Kur’ân’ın yatsı namazından bahsettiğini bilmiyordum. Yoksa yatsı diye yazmıyor da ona işaret ettiği için mi yatsı yazdınız? Meallerin çoğunda da yatsı olarak geçiyor. Akşam namazı yazanlar da var. Eğer yatsıyı belirtiyorsa demek ki Kur’ân 4 namaz vaktine işaret ediyor. Doğru mu?

CEVAP: Ayette yatsı kelimesi geçmez, “İşa” kelimesi geçer. İşa, akşam vakti anlamına gelir. Ben de eski meal ve tefsirlere aldanarak öyle tercüme etmişim ama sonradan bunu düzelttim. Ayette “akşam namazından sonra” buyurulmaktadır.



Hutbenin bir adabı var

SORU: Cuma namazından önce imam, ikinci hutbeyi bitirdikten sonra salat getirip dua ediyor. Eskiden bu duayı içinden yapıp elini yüzüne sürerdi. Son zamanlarda duayı yüksek sesle okuyor. Cemaatin de bir bölümü imamla beraber dua için el açıyor, bir bölümü ise katılmıyor. Eskiden cemaat bu duaya katılmazdı. Benim gözlemlediğim bu durum yeni mi çıktı yoksa eskiden duaya katılmamak mı yanlıştı? (Mustafa Bilgehan)

CEVAP: Hutbe, konuşma demektir. Minberde gerekli konuşma yapılır. Hutbeyi dinlemek de gereklidir. Cemaatin ikide birde “amin” demesi hutbenin mehabetine aykırı olduğu gibi ayrıca lağv sayılır yani yanlıştır hatta hutbeyi bozar. Birinin yanında konuşan kişiye “sus” demesi dahi lağv sayılır. Bu bakımdan imamların yapacakları duaları içlerinden yapmaları, cemaati “amin” demek mecburiyetinde bırakmamaları gerekir. Ama her şey şova dönüştü. İmamlar da böyle dualarla kendilerini göstermek istiyorlar. Eskiden ikinci hutbe sonunda imam

duayı kendi işiteceği bir sesle yapardı. Çünkü bu hutbenin adabıdır. Ama şimdi her gün yeni şeyler icat ediyorlar. Cenaze başlarındaki uygulamalar da öyle. Daha nice bidatlar çıkacak!

Yazının devamı...

Takdir mektubu

SAYIN Hocam, sizin konuşmalarınızı ve yazılarınızı uzun zamandan beri çok büyük bir saygı ve sevgiyle takip ediyorum. Küçük yaştan beri size olan sevgim devam ediyor. Nedenini de buldum: Konuşurken diliniz, yazarken eliniz yüce Rabbim tarafından kontrol ediliyor. “Namaz kılmanın mekruh olması düşünülemez” ve “Büyüklere saygılıyız” ile “Filistin’e yardım dinimizin emrettiği kardeşliğin gereğidir” başlıklı yazılarından “iyi niyetli olmak, zanla hareket etmemek, fitneden uzak durmak, mütevazı olmak, büyüklere saygılı olup fikri bizim ilmimizle anlamaya müsait değilse hatayı önce kendimizde aramak ve mazluma yardım etmek” derslerini aldım. Tefsirinizi ve İslâm Tasavvufu adlı eserinizi okuyorum. Bir sorunum var. Mümkünse sizinle irtibat kurarak bu konuda fikrinizi almak istiyorum. Saygıyla ellerinizden öperim. (Ayşe Neriman Özküçük)

CEVAP: Ayşe Hanım sözleriniz için teşekkür ederim. “Üsküdar-Bağlarbaşı Nuhkuyusu Caddesi No: 267” adresindeki “Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı” aracılığıyla benimle irtibat kurabilirsiniz.



Bir okurun önerisi

VATAN gazetesindeki köşenizi eksiksiz okuyorum. Topluma din konusunda doğruları anlatıyorsunuz. Ben de bazı yazılarınızı kesip zaman zaman yapılan tartışmalarda delil olarak kullanıyorum. “Neden bu kadar cami, bu kadar imam hatip, bu kadar Kur’ân kursu varken her türlü ahlaksızlık nasıl bu kadar çoğalıyor?” diye hep sorguluyorum. Acaba halka ters düşmekten mi korkuyorlar. Böyleyse bunun sorumluluğunu nasıl taşıyorlar? Sizden ricam haftanın iki günü “hak, hukuk, kamu malı, komşuluk ilişkileri, apartmanda nasıl oturulmalı, trafikte hastanede, bankada hakka saygı, kamuda çalışanların hizmet verirkenki tutumlarının dindeki yeri” üzerinde ayet ve hadislerle toplumu aydınlatmanız. (Sami Selçuk)

CEVAP: Fırsat buldukça işaret ettiğiniz konuları işlemeye çalışırım. Teşekkür ederim.



Kazanç helal olmalı

SORU: Bir arkadaşım siyah işte çalıştığı için vergi vermiyor. İçi rahat değil. “Günah mı işliyorum?” diye soruyor. (Emrah Gedik)

CEVAP: Doğrusunu isterseniz “siyah iş, beyaz iş” nedir bilmiyorum. Herhalde siz kanunsuz işleri kastediyorsunuz. Benim bulunduğum ülkedeki yasalara uygun çalışmak ve yasaların gereğini yapmak helal kazanç yoludur. Ama bile bile yasadan kaçmak, ödenmesi gereken vergiyi ödememek yanlıştır. Böyle şeyleri, önce kişinin kendi vicdanına sorması gerekir.

Yazının devamı...

Tebbet, dua değil Kur’ân’ın suresidir

SORU: 70 yaşında bir ev hanımıyım. Sabah namazlarına bazen kalkamıyorum. Uyanınca hemen niyet edip gün doğumu olmamak kaydıyla sabah namazını kılıyorum. Yaptığım doğru mu? Yatsı namazını kılamayınca sabahtan kaza edebilir miyim? Beraberinde vitir namazı da kılınabilir mi? Tebbet duası namazda okunur mu? (Tanyel Güneyligil)

CEVAP: Sabah namazına kalkamayışınız yaşınızın icabı değildir. Çünkü insan yaşlanınca uyku ihtiyacı azalır. Kalkamayışınız belki de kendinizi ona göre kuramayışınızdan kaynaklanıyordur. Ne zaman kalkarsanız abdestinizi alır, sabah namazını kılarsınız. Yatsı namazının sabah namazıyla birleştirileceği kanaatinde değilim. Vaktinde kılamadıysanız, önce yatsı namazını, ardından sabah namazını kılın. Vitri kılmanıza gerek yok. Çünkü vitr nafiledir, vaktinde kılınmamışsa artık kılınması gerekmez. Benim size tavsiyem, yatsı namazını vaktinde kılamayacak durumdaysanız akşam namazının hemen ardından yatsıyı da kılın. Sonra da vitri kılarsınız. Tebbet, dua değil, Kur’ân’ın bir suresidir. Kur’ân’ın her suresi gibi Tebbet Suresi de namazda okunabilir.



Allah’ın gizli adları (!)

SORU: Bir büyüğüm bana Kur’ân’da Yüce Allah’ın 5 gizli adı olduğunu söyledi. Bunlar “ya Faal, ya Mani, ya Nafi, ya Dafi ve ya Selam” imiş. Bunların anlamı nedir? Televizyonda Prof. Muhammed Nur Doğan “Kabir azabı diye bir şey yoktur. Kabirde insanlar derin bir uykudadır. Bunlar tamamen uydurmadır” dedi. Bu söyledikleri doğru mu? (Aysun Yılmaz)

CEVAP: Ben Allah’ın gizli adının olduğunu bilmiyorum. Bunu ilk kez sizden duydum. Yalnız bu nasıl gizli ki, bunları açıkça yazıyorsunuz. Siz bunları bildiğinize göre gizlilikleri nerede kaldı? Bunlar hurafedir. Allah’ın sözleri, mesajı açık seçiktir. Hocamızın söyledikleri doğrudur.



Hurafelere inanmayın

SORU: Evleneceğim insan için son çare olarak yıldıznameye baktırdım. Hayırlı olmadığını söylediler. Ne yapmalıyım? (B. K.)

CEVAP: Yıydızname dediğin şey nedir? Kur’ân’a mı dayanır, hadise mi dayanır? İnsanın kaderini Allah’tan başka kimse bilmez. Evlilik konusunda yıldıznameye bakılmaz. Yapılacak şey hadislerde öğretilen istiharedir. İki rekât namaz kılınır. Duası okunur ve Allah’tan bu işin hayırlı olup olmadığının bildirilmesi istenir. Gönlüne gelen ağırlıklı düşünceye göre hareket edilir. Bu iş yedi kez yinelenir.

Yazının devamı...

Dinimiz haksızlığı asla kabul etmez

SORU: Babam ve kardeşimle 11 yıl beraber çalıştık. Sonra onlardan ayrılmak zorunda kaldım. Babam bana çok kızdı. Alınterimle kazandığım paramı benim rızam olmadan ağabeyime verdi. 1- Babamın benim parama el koyma yetkisi var mı? 2- Paramı ağabeyime verebilir mi? 3- Babamın bu yaptığı hırsızlık sayılır mı? 4- Ağabeyim hak etmediği bu parayı almakla babamla aynı suçu işlemiş olur mu?

CEVAP: Ergenlik çağından itibaren babanızla ve kardeşlerinizle beraber çalışmanızdan sağlanan kâr ortaktır. Sizin anlatımınıza göre babanızın 11 yıllık süre içinde elde edilen kârdan sizin payınızı vermesi gerekirdi. Vermemekle haksızlık etmiştir. Sizin paranızı ağabeyinize vermekle ayrı bir hata işlemiştir. Çünkü çocukları arasında ayrım yapmıştır. Ağabeyinizin de sizin payınızı alması haksızlıktır. Dinimiz haksızlığı asla kabul etmez. Her insan, yaptığının iyi veya kötü karşılığını bu dünyada olmasa da ahirette alır. Haksızlık yapan cezasını, hayır yapan da karşılığını alır. Ben sizin anlatımınıza göre cevap veriyorum. Belki babanız da bu yaptığını haklı bir gerekçeye dayandırabilir.



Yazılış farklılıkları

SORU: Dua kitaplarında bazı sure veya ayetlerin Arapça yazılışlarında farklılıklar olduğunu gördüm. Bu farklı yazılışlar aynı anlamı ifade ediyor mu? (Gökhan Balaban)

CEVAP: Arapça bilmeden bazı ayet ve surelerin Arapça yazılışında fark olduğunu görmeniz mümkün değil. Herhalde siz Türkçe harflerle Arapça yazılışını kastediyorsunuz. Eğer kastınız bu ise gayet doğaldır. Çünkü Türkçe harflerle Arapça kelimeler yazılamaz. Yazılırsa herkes kendi telaffuz şekline göre yazar. İşte farklar buradan kaynaklanır. Çünkü yazanlar Arapça’yı Araplar gibi telaffuz edemiyorlar. Eğer orijinal Kur’ân metnine bakarsanız hiçbir fark olmadığını görürsünüz. Biliyorsanız Arapça, bilmiyorsanız Türkçe anlamını okuyun.



Aklınızı kullanın

SORU: Üniversite örgencisiyim. Hedefim Ziraat Bankası ya da Merkez Bankası’nda çalışmaktı. Fakat duyduğum sözlerle hedefim şaştı. Bu bankalarda çalışmak günah mı?
CEVAP: Size aşırı kimseler dar görüşlerini aktarmışlar. Sizin bankalarda hesap uzmanı olarak çalışmanızda hiçbir sakınca yok. Devletin çarkı Ziraat Bankası veya Merkez Bankası olmadan döner mi? Biraz aklınızı çalıştırarak hareket edin. Böyle boş sözler din değildir. Sizi şaşırtanlar aslında kendileri şaşkın insanlardır.

Yazının devamı...

İddialar hep saldırı üzerine kuruluyor

SORU: Hz. İsa ne zaman yaşadı? Onun yaşadığını gösteren tarihsel bir kanıt var mı? Acaba Hz. İsa başka bir adla mı yaşadı da daha sonra İsa olarak bilindi. Kur’ân-ı Kerîm’de de böyle mi anıldı? (Yusuf Engin Erenkuş)

CEVAP: Hz. İsa’nın varlığını veya yokluğunu ispat etmek bana düşmez. Ama siz böyle bir peygamberin geldiğinden kuşku duyuyorsanız sizin Kur’ân’a inancınızı da sorgulamak gerekir. Çünkü Kur’ân İsa’nın varlığını, mesajını söylüyor, ona inanmayı gerekli kılıyor. Eğer İsa diye bir peygamber gelmemişse o zaman Kur’ân’ın söyledikleri güvenilir olmaktan çıkar. Haşa ben böyle bir şey söylemem. Ama sizin veya bu iddia sahiplerinin sözlerinden bu anlam çıkar. İster İsa tarihen gelmiş olsun ister olmasın, Kur’ân’ın söylediği mucizeler sahibi bir İsa Peygamber’in geldiğine inanırım. Bağnaz birtakım sözde yazar çizer takımı bağnaz Müslümanlar, Hıristiyanlığı sorgulayıp dururlar. Acaba Hıristiyan araştırıcıların da Müslümanlar hakkında, Hz. Muhammed hakkında neler söylediklerini biliyorlar mı? Bunlara akılcı biçimde cevap veren var mı? Savlar, hep saldırı üzerine kuruluyor. Bakalım iki din mensubu arasındaki bu kavgalar nereye kadar sürecek?

Öyle bir ayet yok

SORU: Bir yazınızda “Dini parayla satanlar cehennemin odunudur şeklinde bir ayet olduğunu bilmiyorum” diyorsunuz. Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış bir kişinin “Ayetleri bilmiyorum” demesini hafsalam bir türlü almıyor. Bunu açıklar mısınız? (Ali İhsan Gümüş)

CEVAP: Önce okuruma, yazdığı “hafsala” kelimesinin “havsala” olması gerektiğini hatırlatırım. Eğer Kur’ân’da “Dini parayla satanlar cehennemin odunudur” şeklinde bir ayet bulunduğunu ispat etseydiniz siz o zaman eleştirinizde hatta beni kınamanızda haklı olabilirdiniz. Ama edemiyorsunuz çünkü böyle bir ayet yok. Üstelik bana yol yöntem öğretiyorsunuz. Ne gerek var bu kadar uzatmaya? Siz lütfen bu ayetin bulunduğu sureyi belirtin o zaman size saygı duyarım, teşekkür ederim. Yoksa sizi kendini beğenmiş ama kulaktan dolma bilgilerle hareket eden biri olarak kabul edeceğim. Yüzün üstünde eser yazmış, 70’ini geçmiş biri hakkında daha nazik ve kibar davranmanızı tavsiye ederim. Bizim milli geleneğimiz böyledir. Ne demiş büyükler: “Edep yahu.”

Yazının devamı...

Büyük ödüller zor eylemlere verilir

Saygılarıyla sözüne başlayan genç okurum Gökçen Önkul diyor ki: “Sayın hocam beni sanırım yanlış anladınız. Siz Türkiye’nin yaşayan bir âlimisiniz. Sizinle Kur’ân-ı Kerîm hakkında bilgi yarıştırmak asla benim haddim olamaz. Sadece takıldığım bir noktayı size danışmak istedim. Zaten köşenizde de yazdığınız bu konu hakkında farklı bir görüş belirtmeyeceğiniz tabii ki belliydi. Çünkü siz ömrünüzün tamamını yüce kitabımıza ayırdınız. Ne mutlu size. İnşallah bu bana da nasip olur. Cenab-ı Hakk’ın tüm ümmeti Muhammed’in yar ve yardımcısı olması temennisiyle en içten saygı, sevgi ve dualarımla Allah’ın rahmeti, bereketi, mağfireti hepimizin üzerinde olsun.”

CEVAP: Bana çok güzel e-mektuplar yanında bazen saçma sapan şeyler, hatta dinsizlerden küfürler bile geliyor. Herhalde canımı sıkan bu tür maillerden ötürü size de belki kırıcı bir söz kullanmışımdır. Ama verdiğim bilgi yanlış değildir. Farz ve sünnet terimleri Peygamberimiz döneminde kullanılmazdı. Bunlar sonraki dönemlerde uzmanların ürettikleri terimlerdir.

“Bir şey farz bilinirse farz olurmuş” sözünün bir anlamı yoktur. Farzı yapan Allah’tır. İnsanların zanlarıyla bir şey farz veya sünnet olmaz. Şunu bilmek gerekir ki, eğer Kur’ân’ın emirleri genelde farz yani gereklik bildiriyorsa gece namazı farzların başında gelir. Ancak bu namaz bireysel namazdır. Sabah ve akşam namazları gibi cemaat namazı değildir. Çünkü gece ortasında cemaati toplamak zordur. Bu namaza kalkmak zordur ama büyük ödüller de zor eylemlere verilir. Kur’an geceleri ibadete uyananlar için hatıra gelmeyen nimetler hazırlandığını vurgular. bunun için Secde Süresi 16-17’nci ayetlere bakınız.

‘Ehl-i Beyt orucu nedir?’

SORU: Bir arkadaşım her yıl Muharrem orucu tuttuğunu söyledi. Ehl-i Beyt orucu olan bu orucun sevabının çok olduğunu ifade etti. Böyle bir oruç var mı? (Süleyman Sevindik)

CEVAP: Din, Hz. Muhammed ile tamamlanmıştır. Ondan sonra dine ne kimse bir şey katabilir ne de mevcut bir şeyi atabilir. Bu dinin kaynağı da Kur’ân ile Peygamberimizin uygulaması olan sünnettir. Kur’ân’da Muharrem orucu diye bir oruç yoktur. Sadece Muharrem ayının 10’una rastlayan aşure günü oruç tutmak sünnettir. Ehl-i Beyt orucu diye bir oruç da yoktur. Bir eylemin sevap veya günah olması, Peygamber’in belirlemesiyle olur. Peygamber “Ehl-i Beyt orucu var, şu kadar sevaptır” diye bir şey söylememiştir. Bu tür şeyler bidattır.

Yazının devamı...

Hurafenin müşterisi o kadar çok ki...

SORU: Bir okurunuzun sorusuna cevap verdiğiniz bir yazınızda imam hatip lisesi hocalarının üniversite mezunu, hurafelere itibar etmeyecek gerçek İslâmi bilgilere sahip insanlar olduğunu belirtmiştiniz. Oysa unvanı “profesör doktor” olan bir kişi, televizyon kanallarından birinde aynen şunları söyledi: “Vakit namazlarında camilerde boşluklar olur. Siz zanneder misiniz ki bu yerler boş kalır? Hayır boş kalmaz. Bu yerler melekler tarafından doldurulur. Namazın sonunda imam, duanın son kelimesini söyledikten sonra ayetin sonunda olmadığı için amin kelimesini oldukça kısık sesle söyler.” Buraya kadar doğru. Ancak sonraki söyledikleri şöyle: “O anda melekler de amin der. Tabii sen onu duymazsın ama sen de meleklerle aynı anda söyleyebilirsen bütün günahların affolur.” Gerçek bu mudur hocam? Bu kişiyi not defterime “hurafeci profesör” diye yazdım. Şimdi söyler misiniz bu insanlar hakikaten profesör unvanını hak ediyor mu? (Metin Coşkun)

CEVAP: Ben o yazımda imam hatip okullarında hurafe okutulmadığını söyledim. Bu okuldan mezun olmuş kimseler içerisinde hiç hurafeci olmadığını belirtmedim. Eğer öyle anlaşılmışsa düzeltiyorum. Bugün televizyonlara kurulmuş olan kimselerin bazıları üniversiter unvan da taşımaktadır ama onların anlattığı hurafeleri cinci hocalar bile anlatamaz. Neden böyle? Çünkü hurafenin, masalın müşterisi çok.

Marifet iltifata tabidir

Müşterisiz meta zayidir.

Önemli olan niyettir

SORU: Elimden geldiğince ibadetlerimi yapıyorum. Ancak hep bir şey eksik kalıyor. Abdesti Hanefi’ye göre mi Şafii’ye göre mi almamız gerekiyor? Çevremde konuşulanlar size bu soruyu sormamı gerektiriyor. İmama uyduğumuz namazlarda Fatiha okumalı mıyız? Namazlarda Bir yazınızda tavsiye ettiğiniz “Menazilus Salikin” adlı eseri nasıl bulabilirim?

CEVAP: Menazilüs Salikin adlı eser basılmış ve piyasaya verilmiştir. “İslâm Tasavvufu” adlı eserimi okumanız da size yararlı olabilir. Abdesti Hanefi’ye veya Şafii’ye göre almak gibi şeyler din değil, yararsız ayrıntılardır. Önemli olan niyettir. Mezhepleri dinleştirmek İslâm’a yapılmış en büyük kötülüktür. Neye göre abdest alırsanız alın. Kur’ân Maide Suresi 6’ncı ayette abdesti anlatıyor. Artık bunun Hanefisi Şafiisi var mı? Namazda İmama uyduğunuz zaman, açık okunmayan namazlarda Fatiha’yı okumanız doğrudur. Çünkü Peygamberimiz Fatiha’sız namazın olmayacağını buyurmuştur.

Yazının devamı...

“Senin görevin duyurmaktır”

SORU: Kâfirun Suresi ve Bakara Suresi 256. ayette dinde zorlama olmadığı söylenirken Tövbe Süresi 5’inci ayette, “Onları bulduğunuz yerde öldürün. Namaz kılar, zekât verirlerse onları serbest bırakın” buyuruluyor. Yine Tövbe Süresi 29’uncu ayette, “Kitap ehlinden küfre sapan ve hak dini, din edinmeyenlerle cizye verecekleri zamana kadar savaşın” buyurulmuştur. Buna dayanarak Kur’ân eleştiricileri, İslâm’ın zor kullanılarak kabul ettirildiğini söylüyorlar. Peygamberimizin döneminde haksız yere saldırılıp ganimet toplanıldığı, köle ve cariye esirlerin alındığı gayrımeşru savaşlar oldu mu? (Göker Önen)

CEVAP: İslâm’da zorlama olmadığı birçok yerde olduğu gibi Bakara Suresi 256. ayette de vurgulanır. Savaşın ancak saldırganlara karşı olacağı belirtilir (Bakara: 190). Tövbe Suresi’nin 29. ayeti genel değil, 23 yıl boyunca İslâm ile boğuşmuş, yanmaya başlayan İslâm ışığını söndürmeye çalışmış, Müslümanlara Mekke’de yaşama özgürlüğü tanımamış Mekke ve yöresi müşrikleri hakkındadır. Zaten sure, geneliyle Mekke müşrikleriyle ilgilidir. Bu ayeti, bağlamından koparıp manalandırmak yanlıştır. Yoksa “Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin” (Kehf: 29), “Sen zorlayıcı değilsin, senin görevin sadece duyurmaktır” (Şûra: 48) ayetlerinin ve benzerlerinin anlamı kalır mı?
“Eğer onlar(saldırıya) son verirlerse artık haksızlardan başkasına düşmanlık yoktur” (Bakara: 193) denmesi, haksızlık etmeyenlere, saldırmayanlara düşmanlık edilmeyeceğini vurgulamaktadır. Enfal: 93/39’ncu ayeti de aynı prensibi belirtmiştir, “Son verirlerse” cümlesi müşriklerin, tövbe edip inanıncaya, namazlarını kılıp zekâtlarını verinceye kadar müşriklerle savaşmayı emreden ayetler, Müslümanlara karşı saldıran ve Hudeybiye Barış Antlaşması’nı çiğneyen müşrikler hakkındadır, bütün müşrikleri kapsamaz. Ayetler arasında geçen cümleler, bunların o saldırgan müşrikler hakkında olduğunu gösterir: “Ancak antlaşma yaptığınız müşriklerden, (antlaşma şartlarından) hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve size karşı hiç kimseye arka çıkmayanların antlaşmalarını, kendilerine tanıdığınız süreye kadar tamamlayın” ayetinde antlaşmalarını bozmayıp sözlerinde duran, Müslümanlara saldırmayan, onlara saldıranlara yardım etmeyen müşriklere saldırılmayacağı belirtildikten sonra şöyle buyuruluyor: “Ve eğer ortak koşanlardan biri güvence dileyip yanına gelmek isterse onu yanına al ki Allah’ın kelamını işitsin, sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır.”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.