Şampiy10
Magazin
Gündem

Erenlerin yüreği sevgiyle doludur

* DÜNDEN DEVAM

Allah, dürüst insanlara yardım eder, merhamet eder. Yüce Allah Hucurat Suresi’nde müminlerin kardeş olduklarını vurguladıktan sonra, “Kardeşlerinizin arasını uzlaştırınız ki size merhamet edilsin” buyurmaktadır. Demek ki Hakk’ın rahmeti için insanların birbirine acıması, birbirini sevmesi gerekir. Sevelim, sevilelim, bu dünya hepimize yeter. Yunus’un dediği gibi: “Ben gelmedim dava için, ben gelmişem sevi için.” Yunus’a göre insan bir sevgi varlığıdır. Sevginin olmadığı yerde öfke, kırgınlık, çözülme ve birbirinden kopukluk gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar. Sevginin değerini yalnız seven bilir. Sevmek bir bilgelik, bir olgunluk işidir. Yeterince aydınlanmamış, Tanrı ışığından yoksun kalmış bir gönülde sevginin yeri olmaz. Bütün varlık türlerini birbirine bağlayan, onları Tanrısal evrene yönelten sevgidir. Sevgi bir çıkar aracı olmadığından seven karşılık beklemez. Erenlerin yüreği sevgiyle doludur.

Yar yüreğim yar gör ki neler var

Bu halk içinde bize güler var.

Ko gülen gülsün Hak bizüm olsun

Gafil ne bilür Hakk’ı sever var.

Bu yol uzaktur menzili çoktur

Geçidi yoktur derin sular var.

Girdük bu yola ışk ile bile

Gurbetlik ele bizi salar var.

Her kim merdane gelsün meydane

Kalmasun cane kimde hüner var.

Gözleri giryan cigeri büryan

Olmuşlar hayran divaneler var.

Yunus sen bunda meydan isteme

Meydan içinde merdaneler var.

Büyük veli Hacı Ömer Hüdayi Hazretleri’nin şu öğütlerini de hiç unutmayalım:

Gel etme sırr-ı Hakk’ı faş, dahi kimseye atma taş

Bir gün gidersin dünyadan işin olur uhrada yaş.

(Gel Allah’ın sırrını yayma kimseye taş atma. Bir gün dünyadan gidersen ahirette işin yaş.)

Sakın dünyaya aldanma bunu sana kalır sanma

Yoktur bakası inanma ederse ger seni bir baş

Bir kimseyi incitme gel hiç verme işine halel

Muhtaçlara gel tut bir el anlara daim yedir aş.

(Dünya seni başkan yapsa, yüksek mevkilere getirmiş olsa da sen dünyaya aldanma, çünkü hiçbir mevki sana kalıcı değildir.)

Yaratandan ötürü yaratılanı sevmek gerekir. İnsanı olgunlaştıran sevgidir. Öfke, kin ve nefret ruhun güzelliklerini götürür.

Yazının devamı...

Bayramınız mübarek olsun

Hamdolsun bir mübarek bayramın sabahındayız. Yine camiler cemaatle doldu, huşuyla namaz kılındı, saygı ve huzurla hutbeler dinlendi, avuçlar Allah’a açıldı. Allah kendisine içtenlikle yalvaran müminlerin hayırlı dualarını kabul buyursun. Ve her günlerini bayram gibi neşeli kılsın. Kurban Bayramı’nın Arapça adı “îd-i adha” dır. Çünkü bu bayramda özellikle hacca gitmiş olanlar kurban keser. Kurban kesmek, aslında bütün mezheplere göre sünnet-i ayni müekkede yani kuvvetli sünnettir. Yalnız Hanefiler sünnet-i ayni müekkedeye vacip derler. “Bu kurbanlar, atanız İbrahim’in sünnetidir” hadisi de kurbanın, Hz. İbrahim’den kalma bir sünnet olduğunu gösterir. Peygamberimiz de kurban kesmiştir. Kurbanın hükmünü dünkü yazımda açıklamıştım. Önemine binaen özetliyorum:

Kurban kesmek bir ibadet türüdür. Parasını sadaka vermekle kurban kesilmiş olmaz, sadaka sevabı elde edilir. Kurban da sadaka da bir ibadettir. Sünnet olan kurbanı kesen sevap alır, kesmeyen günah kazanmaz. 50-60 yıl önce kurban kesmek şimdiki gibi bir yarış halinde değildi. Bazı vaizlerin abarta abarta söyledikleri gibi kesmeyen günaha girmez, peygamber onu mescidinden kovmaz. Bunlar hep Peygambere iftiradır. Ebu Eyyub-i Ensari, Peygamber zamanında birbiriyle yarışırcasına kurban kesilmediğini ama daha sonra bunun bir yarış haline getirildiğini söylemiştir (Tirmizi, Adahi, 10).

Kurban, bayramın ilk üç gününde, Şafii’ye göre 4’üncü günün akşamına kadar kesilebilir. Kurban kesenin bunu kendi eliyle kesmesi mendub (güzel)dir. Ama isterse birine kestirir, kendisi de başında durur. Yahut dilerse herhangi birine vekalet verip kestirebilir. Kurbanın eti üçe taksim edilir. Bir payı aileye ayrılır, bir payı eşe dosta hediye edilir, bir payı da fakirlere verilir. Bayramlar mutluluk zamanlarıdır.

Aileye, komşuya böyle günlerin, diğer günlerden farklı olduğunu hissettirecek davranış biçimi sergilenmeli, çocuklar okşanmalı, komşular ziyaret edilmeli, herkese neşe dağıtılmalıdır. İnsanların sevgiye, güleç yüze ihtiyacı var. Her gün hırsızlık, kap kaç, yalan dolan, soygun, vurgun, siyasette kavga üstüne kavga, cedelleşme, “sen şöyle dedin” gibi niyet okuma olayları toplumu geriyor. İnsan ülkesine küser hale geliyor, umutsuzluğa düşüyor. Ama umutsuzluk çare değil. Başka Türkiye yok. Öyle ise herkes kapısının önünü süpürürse köy, kent tertemiz olur. Her birey düzelirse toplum düzelir. Bu duygularla bayramınız kutlu, her gününüz bayram gibi mutlu olsun.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kurbanın hükmü

Yarın Kurban Bayramı başlıyor. Kurban kesmek, sünnet-i ayn-i müekkede (kuvvetli sünnet)dir. Üç mezhep böyle kabul eder. Yalnız İmamı Azam’a göre yolcu olmayan zengine kurban kesmek kifayeten kuvvetli sünnettir. Hanefîlerin çoğunluğu bu kuvvetli sünnete vacip der. Kurbanın sünnet olduğu hadisle de sabittir. Muhammed ibn Sirin şöyle demiş: “Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a, ‘Kurban vacip mi?’ diye sordum. ‘Allah’ın Elçisi kurban kesti, ondan sonra Müslümanlar da kestiler. Bu, böylece sünnet oldu (İslâmi bir gelenek haline geldi)’ dedi.” Ebu Eyyub el-Ensari’nin “Adam kendisi ve hane halkı için bir koyun kurban keserdi. Yerler ve yedirirlerdi. Nihayet halk bununla övünür hale geldi de bu gördüğün hale geldi (insanlar kurban kesmede birbiriyle yarışır oldular)” sözü de bir aileye bir kurbanın yeterli olduğunu gösterir. Sünnet olan kurbanın hükmü, kesenlerin sevap alacağı kesmeyenlerin günahkâr olmayacağıdır.

Kurban kesilecek hayvanlar: Deve, sığır, koyun ve keçidir. Tavuk, horoz ve eti yenilen vahşi hayvanlar kurban edilmez. Devenin

5 seneliği, sığırın (öküz, inek, manda) 2 seneliği koyunla keçinin 1 seneliği veya gösterişli olan

6 aylığı kurban edilebilir.

Hayvan sağlam olmalıdır: İki veya tek gözü kör, kulaksız, kesim yerine gidemeyecek derecede hasta, cılız, topal, kuyruğunun çoğu veya meme başları kopmuş, boynuzu kemiğin beyazı görünecek kadar kırık olan hayvan kurban olmaz. Boynuzun, sadece ucundan ve siyah yerinden kırılmış olması kurbana mani değildir.

Kurban parasını hayra vermek: Kurban kesmek; nafile namaz kılmak, oruç tutmak, sadaka vermek gibi bir ibadet türüdür. Kurbanın parasını sadaka veren kimse kurban kesmiş olmaz, kurban sünnetini yapmamış olur ama başka bir ibadet yapar. Satın alınan kurban, herhangi bir sebeple bayram günlerinde kesilmediği takdirde parası sadaka verilir.

Kurbanın vakti: Kurban, bayramın ilk 3 gününde, Şafii’ye göre ise 4’üncü günün akşamına kadar kesilebilir. Kurban kesenin bunu kendi eliyle yapması mendub (güzel)dir. Ama isterse birine kestirir, kendisi de başında durur. Yahut dilerse herhangi birine vekalet verip kestirebilir. Kurbanın eti üçe bölünür. Bir payı aileye, bir payı eşe dosta, bir payı da fakirlere ayrılır.

Tehlikeden sakınmak Kur’an’ın emridir: Domuz gribi, bütün dünyayı ahtapot gibi sardı. Bayram münasebetiyle insanlar el sıkışır, sarılırlar. Bu güzel bir geleneğimizdir ama bu bayramda mümkün olduğu kadar sevgi iletişimimiz gönülden gönüle olmalı. Çünkü el sıkışmak, sarılmak hastalığın yayılmasına neden olur. Cenabı Hak, “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (Bakara: 195) buyurmaktadır.

Yazının devamı...

Allah’ı zikir (5)

* DÜNDEN DEVAM

Fena fillah (Allah’ta yok olma) mertebesinde zikreden zakirin uzuvlarında ve mafsallarında bir çeşit ağrı hasıl olur. Bu ağrı, birazcık yanmayla kalbinde de belirir. Fakat bunlar çok zevkli ağrılardır. Sırri zikre ulaşan kimsenin, haline güvenerek zikri azaltması tehlikelidir. Zira kalp penceresi tedricen (yavaş yavaş) açıldığı gibi tedricen de kapanarak büsbütün karanlıkta kalır: “Benim zikrimden yüz çeviren kimseye dar bir geçim vardır ve biz onu, kıyamet gününde kör olarak hasrederiz” (Tâhâ: 45/124).

Zikirle basireti açılan kimse, ledünni bilgilere vakıf olur. Eğer cezbe gelmezse o bilgilerle uğraşır durur. Ama Allah’ın lütfuyla cezbeye kapılanlar, vahdet denizinin dalgalarından ibaret olan ledünni bilgileri de bırakarak deryada kaybolup giderler.

Bütün ruhu dolmuştur

Zikir, dilden kalbe, oradan sırra geçer, bütün ruhu istila eder. Bunun alâmeti; zakir sustuğu zaman zikrullah’ın, iğne ucu gibi zakirin diline batırılmasıdır ve yüzünün tamamen dil kesilmesidir. Zikir ruhu sardıktan sonra artık Allah adını diliyle söylemeye lüzum yoktur. Çünkü onun bütün ruhu, bütün varlığı O’nu anmakla dolmuştur zaten.

İrfan yolunda yürüyen kimse üç konaktan geçer: Fena âlemi, cezbe âlemi, kabza âlemi. Fena âleminde lailahe illallah kelimesine devam eder. Cezbe âleminde Allah Allah diye zikreder. Kabza âleminde hu hu der. Çünkü lailahe illallah kalpleri açıcı, Allah ismi celili ruhları açıcı, hu ise sırları açıcıdır (İbrahim Hakkı, Marifetname: s. 336 ve devamı).

İslâm’ın temel prensibi

Elbette Allah’ı anmak en büyük ibadettir. Ancak Allah’ı anmak, işi gücü tamamen bırakıp dünyayı terk etmeyi gerektirmez. İslâm’ın temel prensibi, ruhla maddeyi, dünyayla ahireti beraber yürütmektir. Mümin Allah’a karşı vazifelerini yaptığı gibi dünyaya ait vazifelerini de aksatmadan yapacaktır. Ancak dünya işlerini yaparken Allah’ı daima hatırında tutacaktır. Kişinin Yüce Allah’ı hatırlaması, dünya işlerinde de kendisine büyük bir şevk verecek, işlerini başarıyla yürütmesini sağlayacak, onu daima saadet ve huzur içinde tutacaktır.

Yazının devamı...

Allah’ı zikir (4)

* DÜNDEN DEVAM

Zikir önce dille başlar sonra kalbe iner. Dil sussa da kalp zikreder. Ebu İsmail Abdullah Herevi’ye göre gerçek zikir, Allah’ın kulu anmasıdır. Bu zikir kulun, Hakk’ın kendisini zikrettiğini, kendisini yakınına ehil yaparak zakirlerden kıldığını görmesidir. Gerçekte bu zikir Allah’ın kendi kendisini zikridir. Allah, bir kulu aracılığıyla kulunu zikir ehli yaparak kendi kendisini anmaktadır. Zira bu durumda zikir, kalbi öyle istila eder ki zakiri resminden (görünüşünden) geçirir, müşahedesiyle onu, kendi nefsini görmekten alıkoyar. Bundan dolayı “Allah’ı, Allah’tan başkası tevhit etmemiş(birlememiş)tir. Allah’ı, Allah’tan başkası sevmemiştir” cümleleriyle ifade edilen özel bir zevk doğar. Mutasavvıflara göre zikrin anlamı budur. Arif mutasavvıflar, zikri bu şekilde açıklayarak marifet derecesine gelmekle beraber kulluğun ve ilmin hakkını vermişler ve kulun, her bakımdan kul, Rabbin de her bakımdan Rab olduğunu bilmişler, kendi nefisleriyle değil fakat Allah ile kulluğun gereğini yerine getirmişlerdir. Kendi nefisleri için değil Allah için kulluk etmişler, O’nun isim ve sıfatlarının tecellilerini görerek O’ndan başka her şeyden geçmiş, O’nunla var olmuşlardır.

Nurlar, inci gibi saftır

Zikrin tasavvufta aldığı derin manayı Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Marifetname’sinde özetle şöyle anlatır: Zikrullah üç dereceye ayrılır: Kelimelerle yapılan dilin zikri. Bunda huzur yoktur. Ama buna devam ede ede zikir kalbe işler. Dil durur, kalp kendiliğinden Allah’ı anar. Nefesiyle gizlice Allah Allah veya lailahe illallah diyen kimse, lisani ve kalbi zikri beraber yapmış olur. Bir an gelir ki zikir, kalpten bütün vücuda yayılır, ruhu sarar. Bu da ruhun zikridir. Zikrullah ile gece gündüz uğraşan kimsenin kalbinden hikmet nurları parlar. Evvela şimşek gibi çakar, geçer. Sonra yine çakar fakat daha uzun kalır. Ve nihayet her tarafını kaplayan nurlar, ledünni ilim sırları basiret gözünü açar. Bu nurlar, zikir nurlarıdır, saflaşan ruhun akisleridir. Nurlar, camlar içerisinde parlayan inci gibi saftır. Vücut, saflığın son noktasına ulaşmıştır. Artık vücudu bu derece zikir kaplayıp ruh güneşi doğduktan sonra aşk ve mahabbet ateşi, zikreden insanın varlığını tamamen yakarak zikredilenden başka bir şey bırakmaz. İşte fena fillah (Allah’ta yok olma) denen mertebe budur. * DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Allah’ı zikir (3)

* DÜNDEN DEVAM

Gazali, zikir hakkında şunları yazıyor: “Zikrin başı ve sonu vardır. Başı üns ve sevgi doğurur; sonu da üns ve sevginin, zikri doğurmasıdır. Zikrin asıl amacı, üns ve sevgidir. Zira hak yolcusu, başlangıçta kalbini, Allah’ı anmak için zorlar. Bunda süreklilik kazanmayı başarırsa zikirle ünsiyet (arkadaşlık) eder ve kalbine, zikredilenin sevgisi dikilir. Bunun örneği dışarıda da cereyan etmektedir. Birinin yanında, tanımadığı ve orada bulunmayan birini anar, onun iyiliklerini, meziyetlerini tekrar tekrar söylersen o kişi, orada bulunmayan kişiyi sevmeye başlar. Hatta sadece çok çok duya duya ona âşık da olabilir. Önce istekle yapılan çok anmayla başlayan aşk, öyle bir hal alır ki kişi, o gaiptekinin adını anmadan duramaz olur. Hep ondan söz eder. Çünkü bir şeyi seven, onu çok anar. Bir şeyi çok anan da (bunu başlangıçta kendi isteğiyle ve zorlanarak yapsa da) sonunda onu sever.

Önce zorlanmayla başlar

İşte Allah’ı zikir de böyle, önce tekellüf (zorlanma) ile başlar, sonra mezkur (zikredilen) ile üns ve O’na sevgi doğurur ve bir noktaya varır ki zakir (zikreden), onu zikretmeden duramaz olur. Mucib (gerektiren) muceb (gereken) olur, semer (meyve), müsmir (meyve veren) olur. Mutasavvıflardan birinin söylediği, ‘Yirmi yıl Kur’ân okumaya çalıştım (kendimi zorlayarak Kur’ân okudum), sonra yirmi yıl da Kur’ân okuma nimetinin zevkini duydum’ sözünün anlamı budur. Nimet zevkini duymak ancak üns ve sevgiyle olur. Bu suretle tekellüf (ile yapılan iş) huy (karakter) haline gelir.

Vazgeçilmeyen bir besin

Baksana insan, önce sırf karnını doyurmak için yediği şeye alışır. Önce güçlükle yediği şeye bir kez alışınca artık o, vazgeçemeyeceği bir besin haline gelir. Nefis, sürekli yaptığı şeye alışmaktadır. Allah’ı zikretmekle üns doğunca zikreden, Allah’ı anmaktan başka şeylerle uğraşmaz. Zira Allah’tan başka her şey, ölümle ondan ayrılır. Kabirde kendisiyle ne ailesi, ne malı, ne evladı, ne de mevkii kalır. Yalnız Allah’ı zikretmesi kalır” (İhyau Ulumid-din: 1/393).
* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Allah’ı zikir (2)

* DÜNDEN DEVAM

Zikir kalbi yumuşatır, insanı duygulandırır, merhametli yapar: “22- Allah’ı anmaya karşı yürekleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler. 23- Allah, sözün en güzelini, (Kur’ân ayetlerini güzellikte) birbirine benzer, ikişerli bir kitap halinde indirdi. Rablerinden korkanların, ondan derileri ürperir, sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar” (Zümer: 59/22-23).

“İnananlar için hâlâ vakit gelmedi mi ki kalpleri Allah’ın zikrine ve inen hakka saygı duysun ve bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar?” (Hadid: 112/16).

Allah; nasıl ölmüş, kupkuru olmuş yeri, gökten yağmur indirerek diriltirse katılaşmış olan kalpleri de gökten ayetler indirerek diriltir. Bu Kur’ân’ın ayetleri gönüllere hayat verir. Bunları can kulağıyla dinleyip kabul eden ve düşünenler, katı yüreklilikten, kuruluktan kurtulur, dinin ruhuna döner, ilahi rahmetle dolup taşarlar. Allah’ın kelamından tüyleri ürperir. Allah’ı anmakla gönülleri titrer: “Onlar ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer” (Hac: 88/35).

Zikir hakkında daha birçok ayet bulunduğu gibi zikre teşvik eden pek çok hadis de vardır. Bunlardan birkaçına işaret edelim:

* “Allah’ı zikredenle etmeyen, diriyle ölü gibidir” (Buhari, Daavat: 67).

* “Her şeyin bir cilası vardır, kalplerin cilası da Allah ’ı anmaktır. İnsanı Allah’ın azabından en çok koruyacak şey, Allah’ı anmaktan başkası değildir. ’Allah yolunda cihad da mı değil?’dediler. Hayır, kesilinceye kadar vuruşsa dahi buyurdu” (Tirmizi, Daavat: 5).

Zikir 3’e ayrılır:

1- Zikr-i celî veya zikr-i cehrî (açık zikir)

2- Zikr-i hafî veya zikr-i sırrî (gizli zikir)

3- Zikr-i kalbî (gönülden zikir)

Allah adını veya kelime-i tevhidden birini diliyle zikretmek, açık zikirdir. Nefesle yapılan zikir hafî yani gizli zikirdir. Allah’ı kalben düşünmek suretiyle yapılan zikir kalbî zikirdir. Zikrin en üstünü, Allah’tan başka her şeyi unutarak sadece Allah’ı düşünmektir ki bunun için sürekli bir çaba ve temrin gerekir. İnsan nefsini ıslah edip kemale ulaştıran zikirdir. Çünkü insan Allah’ı hatırladıkça kötü düşünceler onun kalbinde yer bulamaz. Peygamberimiz buyurmuşlardır ki: “Şeytan, insanoğlunun kalbi üzerine ağzını ve burnunu koyar, insan Allah’ı zikredince şeytan geri çekilir, Allah’ı unutunca şeytan onun kalbini yutar” (Ebu Yala, Müsned; Beyhaki, Şuabu 1-iman; Faydul-Kadir: 2/354).

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Allah’ı zikir (1)

SORU: Allah’ın isim ve sıfatlarını belirli sayılarda tekrarlayarak yapılan zikirlerin kişi üzerinde bir etkisi olur mu? (Göker Önen)

CEVAP: Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin temel taşı Allah’ı zikir(anmak)dır. Allah’ı anmak en büyük ibadettir. “Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz kötü ve iğrenç şeylerden meneder. Elbette Allah’ı anmak, en büyük(ibadet)tir. Allah, ne yaptığınızı bilir” (Ankebut: 85/45) ayetinde, Allah’ın zikrinin her şeyden büyük olduğu vurgulanmaktadır. Bir kudsi hadiste, “Kulum beni zikrettiği zaman beni nasıl sanıyorsa ben öyleyim, onunla beraberim. Kulum beni kendi içinde zikrederse ben de onu kendi nefsimde zikrederim. Beni cemaat içerisinde zikrederse ben de onu daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim. Bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O, bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim” (Müslim, Kitabuz-zikri vad-dua: b.1.h.2) buyurulmuştur.

Kâinatın yaratıcısının kulunu hatırlamasından, onu yüceler âleminde anmasından daha büyük, daha değerli ve şerefli bir şey olamaz kul için. Ancak Allah’ın, kulu anması için kulun Allah’a yönelmesi, O’nu anması gerekir:

- “Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin” (Bakara: 92/152).

- “Rabbinin adını an ve bütün gönlünle O’na yönel” (Müzzemmil: 3/8).

- “Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma” (Araf: 39/205).

- “Muhakkak ben, (evet) ben Allah’ım, benden başka tanrı yoktur. (Yalnız) Bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl” (Taha: 45/14).

- “Beni anmakta gevşeklik etmeyin” (Taha: 45/42).

- “Kim beni anmaktan yüz çevirirse onun için de dar bir geçim var. Kıyamet günü onu kör olarak (Yüce Divan’a) süreriz” (Taha: 45/124).

“Onlar inanan ve Allah ’ı anmakla gönülleri huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller ancak Allah ’ı anmakla huzur bulur” (Rad: 87/28) ayetinde ancak Allah’ı zikretmekle (anmakla) kalplerin huzur bulacağı vurgulanmaktadır. Gönüllerin huzur bulacağı zikrullah (Allah’ı zikir); Kur’ân okumak, dinlemek, subhanellah, elhamdü lillah, Allahü ekber, lailahe illallah gibi sözlerle Allah’ı anmak veya Allah’ı içinde tutmaktır. Genellikle Allah’ı anmak insanın gönlüne sevinç ve huzur verir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.