Şampiy10
Magazin
Gündem

Hakka hukuka saygılı olmalıyız

SORU: Bir işveren, yanında çalıştırdığı işçilerin maaşını, ekonomik krizi bahane göstererek düşürse, işçi bu duruma rıza göstermemekle beraber işsiz kalacağı endişesiyle işten ayrılmayıp çalışmaya devam etse şu soruların cevabı ne olur? 1- İslâm hukukunda işçi işveren arasında tek taraflı alınan bir kararın hükmü geçerli mi? 2- Böyle bir durum karşısında işçi, işverenin bilgisi olmadan ve ondan gizli olarak kaybettiği hakkını geri alabilir mi? (M. Aygün)

CEVAP: Böyle şeyler yürürlükteki yasalar çerçevesinde düşünülür. Yasalara aykırı bir şey varsa dinen de doğru değildir. Ama işçi belli bir ücretle işe başlar. Karşılıklı rızadır. Sonra işveren, verdiği parayı çok görerek veya ekonomik sıkıntısını ileri sürerek işçinin ücretini düşürür, işçi de buna razı olursa yine karşılıklı rıza vardır. Ama işçi-işveren arasında yapılan sözleşmeye aykırı olarak işçinin maaşı veya ücreti düşürülür de işçi buna razı olmazsa o işveren hak yemiş olur. Burada işçinin yapacağı şey, bu düşük ücretle çalışmamaktır. O da onun elindedir. Düşük ücretle çalışmaya razı olursa o zaman yine karşılıklı rıza vardır. Bilindiği üzere dünya darboğazdan geçiyor. Gelir azaldı. İşveren de eski kazancını sağlayamıyorsa elbette eski ücreti ödemekte zorlanır. O zaman tek çare ya işçi çıkarmak veya ücretleri düşürmektir. Ama işçi buna razı olmazsa ayrılabilir. Fakat ayrıldığı zaman iş bulmak da kolay değil. Allah’a inanmış iyi bir Müslüman ister işveren olsun, ister işçi olsun kendini ötekinin yerine koyarak hüküm vermelidir. Hakka hukuka özen göstermeli, her şey karşılıklı rızayla ve helalleşerek olmalıdır. Kimsenin hakkı kimsenin üzerinde kalmamalıdır.



Dar günün ömrü az olur

Zor durumda olduğunu, bu yüzden intiharı bile düşündüğünü belirten okurum A. K.ya cevabımdır: Allah’ın, sıkıntıda bulananları bolluğa kavuşturmasını temenni ve niyaz ederim. Sabredin, dar günün ömrü az olur. Bu sıkıntıların hepsi geçer. Bir gün feraha çıkarsın. İntihar bir Müslüman’ın aklına getireceği bir şey değildir. Çünkü intihar kurtuluş değil, daha büyük bela ve sıkıntılara atılıştır. Ruh ölmez. Ebedidir. İntihar eden kişi, mevcut sıkıntılarıyla birlikte gider. Yine onlarla boğuşur, kat kat azaba dönüşür. Onun için asla intiharı düşünme. İnsanın başına gelen olaylar birer sınavdır. Bunlar geçer. Sevinçli günler gelir. Meyveler güneşin karşısında dura dura tatlılaşır. Darlıklar ve sıkıntılar da sabırla bolluğa, feraha dönüşür.

Yazının devamı...

Her canlının temeli topraktır

SORU: Ben de sizin gibi inancımızın bilimle çatışmaması ve hurafelerden arınması gerektiğine inananlardanım. Bilimin temelini oluşturan doğa kanunlarının yaratıcısı Allah’tır. Hz. Adem’in ilk yaratılan insan olup olmadığıyla ve yaratıkların tekamülüyle ilgili bu köşede çıkan yazınızı okudum. Al-i İmran Suresi 59’uncu ayette geçen, “Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona ’ol’dedi. O da hemen oluverdi” ifadesi kafamı karıştırdı. Sanki Adem Aleyhisselam’ın bir tekamül sonucu değil de atasız bir şekilde yaratıldığı gibi bir durum var. Bu konuda beni aydınlatır mısınız? (E.G.)

CEVAP: Size bu konuda “Kur’ân-ı Kerim’e Göre Evrim Teorisi” ve “Kur’ân Ansiklopedisi” adlı eserimdeki “İnsanın yaratılışı” maddesini okumanızı tavsiye ederim. Elbette Adem topraktan yaratılmıştır. Ama bu demek değildir ki toprak insan şekline konmuş da hemen içine ruh üflenmiş ve ilk insan doğrulup kalkmıştır. İnsanın ve her canlının temeli topraktır, toprağa dayanır. Yüce Allah toprağın bir bölümüne insan olması emrini vermiş, onu insan olmaya doğru yöneltmiş, önce hücrelere, hücreler eklene eklene insanın aslı belki binlerce hatta milyonlarca yılda gelişe gelişe son şekline varmış. İlk aşamasında barbar ve kan dökücü olan insanı yüce Allah yeryüzüne hükümdar, kendisinin de halifesi yapmak istemiş.

Zaten insanın yaratılışındaki asıl amaç da halife olmasıydı. Ama ondaki bu olgunlaşma potansiyelini bilmeyen meleklerin içinde “Kan dökücü, bozguncu, barbar” olan insanın halife yapılmasına itiraz belirmiş. Yüce Allah da ondaki potansiyeli, konuşma ve mantık kurallarını koyma kabiliyetini gösterince melekler ona boyun eğmiş yani yardımcı olmuşlardır. İnsanın binlerce yılda yaratılmasıyla bir anda yaratılması arasında Allah açısından bir fark yoktur. Çünkü Allah zaman üstüdür. Milyarlarca yılla bir an O’nun için birdir. Ona göre insanın yaratılışı bir anda olmuştur ama o bir an, biz yaratıklar düzeyinde milyonca yıla dönüşür. Bize göre insan öyle bir anda olup bitmiş basit bir varlık değil, binlerce yılda özenle yaratılmış, halde hale geçirilerek olgunlaştırılmış evrenin zübdesi bir varlık, Hakk’ın halifesi olmuştur. Şeyh Galib’in dediği gibi:

Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dide-i ekvan olan Adem’sin sen.

Yazının devamı...

Hz. Muhammed ebedi ışığımızdır

SORU: Turan Dursun’un kitaplarını okuduktan sonra kafam öyle karıştı ki, neredeyse dinden çıkmanın sınırına gelmiştim. Fakat içimdeki iman tohumu, sizlerin yazdığı kitapları okuduktan sonra tekrar yeşerdi, imanım yeniden güçlendi. Gerçi Turan Dursun’u hiçbir zaman kabul etmedim. Tanrının varlığı ve birliği konusunda asla şüpheye düşmedim. Ama bazı konularda bayağı bir karmaşa yaşadım. Örneğin Turan Dursun’un iddia ettiği Kur’ân’daki çelişkiler, Hz. Muhammed’in evlilikleri gibi şeyler bende kuşkulara yol açmıştı. Hatta Peygamberimizin evliliklerini okuyunca, “Bunlar bir peygambere yakışmaz, kabul edilemez” demiştim. Eğer İslâmi kaynaklarda bu yazılanlar doğruysa Hz. Muhammed’in peygamber olamayacağını bile düşünmüştüm. Ancak sizin yazılarınız beni tatmin etti. Dinime sarıldım, mutluluğa ulaştım. Sözün özü, size çok şey borçluyum. (Sedat Üstündağ)

CEVAP: Teşekkür ederim Sedat Bey, dininizi sevin, değerini bilin. Örnek bir Peygamber varsa o da hiç kuşkusuz Hz. Muhammed’dir. O insanlığın ebedi ışığıdır. Getirdiği Kur’ân yetmez mi? Sen kimi yaratıkların, Ay’a saldırmasına bakma. Ay her zaman gökte kalır ama saldırganlar ne kadar saldırsalar da hep yerde kalır.

Gerçek mutluluk Allah sevgisiyle elde edilir

SORU: Beni çok etkileyen şöyle bir rüya gördüm: “Bir yolculuktan sonra ayakkabılarımı çıkartıp siyah çoraplarımı giyiyorum. Evimin merdivenlerinden çıkarken çoraplarımın rengi beyaz oluyor. Annem kapıyı açarken her şey donuyor. O sırada Cebrail’in sesini duyuyorum. Bana nasihat ediyor ve ’Allah seninle konuşacak. Ben aranızdan çekileceğim. Siz konuşacaksınız’diyor. Bir şeyler soruyorum cevap veriyor. Allah ile konuşuyorum. Ama ne konuştuğumuzu bilmiyorum.” Besmele çekerek uyandım. Bu rüyanın yorumu ne olabilir? (İrem)

CEVAP: Rüyanız güzel ama bu köşeden kaç kez belirttiğim gibi ben rüya yorumcusu değilim. Ancak rüyanın genel görünümü, sizin ruhunuzun Allah’a yakın olduğunu gösteriyor. Sizi Hakk’a yöneltiyor. Öyle ise ibadetinize dikkat edin. Namazını kılın. Asıl mutluluk Allah sevgisiyle elde edilir. Sevgiyi güçlendirecek şey ibadettir, namazdır.


Yazının devamı...

Bütün insanlar Allah’ın kuludur

Kur’ân’ın yorumuyla ilgili sorular soran okurum E. K’ya cevabımdır: Eserlerimi önyargısız okusaydınız bu basit soruları sormaya gerek duymazdınız. Siz, başka din mensuplarıyla uğraşıp duruyorsunuz. İnsanları cehenneme doldurmakla ne kazanacaksınız bilemiyorum. Bu anlayış sürdükçe yeryüzünde barış ve huzur olmaz. Kur’ân böyle söylemiyor. İnsanlar yorumlarıyla onu çarpıttılar. 6 milyar insanı cehenneme atın sonra da Hz. Muhammed’in âlemlere rahmet olduğunu söyleyin. Biraz önyargısız olarak “Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri” ve İslâm’da Güncel Tartışmalar” adlı eserlerimi okuyun. Kur’ân, her millete kendi diliyle peygamber gönderildiğini vurgularken (İbrahim 4), siz hâlâ Hz. Muhammed’in gelmesiyle bozulmuş İncil’in ve Tevrat’ın kaldırıldığını iddia ediyorsunuz. Eğer Allah, bozulmuş Tevrat ve İncil’i düzeltmek için peygamber gönderecek olsaydı İbranice konuşan peygamber gönderirdi.

Niçin İbranilerin anlamadıkları bir dilde peygamber göndersin? İbraniler, dilini bilmedikleri peygamberden 1400 yıl önce nasıl yararlanıp dinlerini düzelteceklerdi? Eğer Tevrat ve İncil bozulmuşsa Kur’ân niçin “Kendinden önceki kitabı doğrulayıcı” olarak gelmiştir? Bozulmuş, uydurulmuş Tevrat ve İncil’i mi doğruluyor? Yoksa hiç olmayan kitabı mı doğruluyor? Oysa Kur’ân, söylediklerinin Tevrat’ta var olduğunu belirtiyor. Ve Kur’ân kitap ehline, kitaplarının hükümlerini uygulamalarını emrediyor. Kitapları bozulmuş ise uydurma ise nasıl onun hükümlerini uygulamalarını emrediyor? Ben bütün insanların Allah’ın kulu olduğuna inanırım. Allah’ın, kullarını cehenneme atıp onların yanmasından hoşlanacağına inanmam. Yunus Emre, şu dizeleriyle Hakk’ın rahmetini ne güzel ifade etmiş:

Haşe lillah senden ey Rabbül-enam
Sen temaşa kılasun ben hoş yanam.

Bir teşekkür mektubu

Değerli hocam, Kur’ân mealinizi okudum. Vatan gazetesindeki köşenizi günü gününe takip ediyorum. Hatta çoğunu kesip biriktiriyor, sevdiklerimle paylaşıyorum. Bizlere İslâm’ın sevgi, şefkat, ferahlık ve huzurunu hissettiriyorsunuz. Uydurma hadisleri deşifre etmenizin de yürekleri ferahlandırıp gençlerimize Peygamber sevgisi vermede çok büyük hizmeti oluyor. Özellikle kurbanın mutlaka et vermek değil, talebeye, muhtaca da yardım edilebileceğini belirten yazınız çok yerindeydi. Ben de aynen böyle yapıyorum. Allah sizin gibi insanları başımızdan eksik etmesin. (Gülay Bıyıkoğlu)

Yazının devamı...

‘Kadere inanan insan üzüntü ve tasadan kurtulur’

SORU: 1- Televizyonda izlediğim Şeb-i Arus törenlerinde yapılan sema sırasında izleyiciye bilgi veren kişi, “Dönme, Allah’a ulaşmadır. Allah’a ulaşmada kişiler eşittir ama görevleri farklıdır” şeklinde bir ifade kullandı. Ben bunu şöyle yorumladım: “Allah insanları çok farklı yaratıyor. Güzel, çirkin, akıllı, saf, sakat, hastalıklı... Onlara bir nevi roller veriliyor. Bizler de bu rolleri oynuyoruz. Bundan şikâyetçi olmamamız, bunu kabullenmemiz lazım.” Bu yorumum doğru mu? 2- Kur’ânı okurken neden sözler normal konuşma şeklinde değil de uzatılarak, alçaltılarak şarkı gibi seslendiriliyor? 3- Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş-ı Veli ve Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin Alevi oldukları doğru mu? (Emin Seymen)

CEVAP: 1- Peygamberimiz kadere inananın, üzüntü ve tasadan kurtulacağını vurgulamıştır. Hadid Suresi 23’üncü ayet: “(Başınıza gelecek olayları, önceden bir kitaba yazdık) Ki elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve (Allah’ın) size verdiğiyle sevinip şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez.” Bütün evren, Allah’ın planına ve iradesine göre yürür. Her yaratık, kendisine biçilen rolü yapar. Kaderin ana hatları dışına çıkmak mümkün değildir. Evrende Allah’ın ezeli düşüncesinin zamanı geldikçe açığa çıktığına inanan insan, üstüne düşen görevini yapar ama olanlara da sabretmesini bilir. Dayanıklı, güçlü ve huzurlu olur.

2- Kur’ân’ın kendisinde bir doğal musiki vardır. Hem manaya hem de musikiye aşina olanlar, ayetleri, anlattıkları konuya uygun bir ton ve musikiyle okurlarsa Kur’ân’ın ruhlardaki etkisi katlanır. Ama bu, her hafızın yapabileceği bir iş değildir. Uzun çalışma ve eğitim ister. İyi Arapça bilen, diksiyonu güzel insanın okuması gerçekten çok etkilidir. Ama ölümden, mirastan söz eden ayetleri, konuyla hiç ilgisi olmayan bir makamla okumak, manayı bilmeyenleri etkilese de bilenlere garip gelir. Garip gelen Kur’ân’ın kendisi değil, anlamadan Kur’ân’ı okuyanın durumudur.

3- Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Mevlana aynı kültürün yani tasavvuf kültürünün yetiştirdiği kişilerdir. Her üçü de zamanın medrese ilimlerini öğrenmiş, dini iyi bilen insanlardır. Bunlarda Peygamber evladını sevme, ağırlıklı olarak vardır ama bu, Alevilik değildir. Yunus Emre’yi Mevlana’yı okuyun, orada Ebubekir de Ömer de Osman da Ali de yani Peygamberin dört halifesi de sırasına göre saygıyla anılır. Mezheplerüstü olan bu büyük düşünürler, 72 millete aynı gözle bakan ve herkesi kucaklayan insanlardır.

Yazının devamı...

Akraba evliliğinin sakıncaları

SORU: Akraba evliliğinin ne gibi sakıncaları var, açıklar mısınız? (Murat Meşedalı)

CEVAP: Kur’ân’ın yasakladıkları dışında kalan akrabayla evlenmek haram değildir. Ancak ailede bir gen bozukluğu varsa akraba evliliğinde doğacak çocuğun bozuk geni taşıma riski ikiye katlanıyor. Çocuğun sakat, spastik, beden özürlü olma ihtimali artıyor. Ama aile sağlam ise bir sakıncası olmaz. Bazı akraba evliliklerinde çocuklar gayet sağlıklıyken kimilerinde gerçekten sakat, özürlü çocuklar doğuyor. Ayrıca çiftler arasında herhangi bir anlaşmazlık veya ayrılık durumunda yakın akraba olan aileler birbirine düşman olabiliyor. İşte sakıncaları bunlardır. Ama din amca kızı amca oğlu, dayı kızı dayı oğlu, teyze kızı teyze oğlu gibi akraba evliliklerini yasaklamamıştır. Hz. Ömer’in, “Yakın akrabayla evlenmeyiniz. Doğacak çocuklar cılız olur” dediği rivayet edilir. Sadece tavsiye niteliğindeki bu söz bir yasak bildirmez.

Teyemmümde yıkama organları mesh edilir

SORU: Abdest alırken ayakların yıkanması yerine sadece mesh edilmesinin yeterli olduğunu sizin yazılarınızı referans gösteren babamdan öğrendim. Fakat Maide Suresi’nin 6’ncı ayeti gereği inanmakta güçlük çektiğim bu bilgiyi teyit eder misiniz? (Erol Özkan)

CEVAP: Maide Suresi 6’ncı ayetin manasını çarpıtılmış meallerden değil, benim mealimden okursanız orada yüzün ve ellerin yıkanmasının, başla ayakların mesh edilmesinin emredildiğini anlarsın. Müfessirlerin lideri olan Taberi, büyük müfessir Kasimi de aynı şeyi söylemektedir. Ayakların mesih organı olduğu gayet açıktır. Çünkü su bulunmadığı takdirde abdest yerine teyemmüm edilir. Teyemmümde yıkama organları mesh edilir ama mesih organları düşer. Onlara mesh edilmez. Teyemmümde yüze ve kollara mesh edilir, baş ve ayaklar mesih dışında tutulmuştur. Eğer ayaklar yıkama organı olsaydı teyemmüm durumunda onların da mesh edilmesi gerekirdi. Oysa Maide 6’ncı ayette teyemmüm sırasında sadece yüzün ve kolların mesh edilmesi emredilmiştir, başla ayaklar mesihten muaf tutulmuştur.

Yazının devamı...

Kulluğun anlamı

SORU: Kur’ân-ı Kerîm’e göre kul olmak ne demektir? (Osman Senai Arıkan)

CEVAP: Ubudiyyet (kulluk), Arapça abd: kul, köle, ubudiyyet, Allah’a kulluk demektir. “Ben insanları ve cinleri bana kulluk etmeleri için yarattım” (Zariyat: 67/56) ayeti, cinlerin ve insanların yalnız Allah’a kulluk için yaratıldıklarını vurguluyor. İnsan, olgunluk yaşına ermesinden itibaren ölümüne kadar Allah’a kullukla yükümlüdür. İnsanın asıl görevi kulluktur. Diğer işler, kulluğa kuvvet bulmak ve bunu rahat yapabilmek içindir. “Ve Rabbine kulluk et ki sana yakin gelsin (kesin bilgiye eresin)” (Hicr: 99) ayetiyle Peygamber ve dolayısıyla her ferde, kesin bilgiye ulaşabilmek için Allah’a kulluk etmesi emredilmiştir. Yakin kelimesini ölüm hali olarak da açıklarlar. Yani ölünceye kadar Allah’a kulluk edilmesi emredilmektedir. “Ailene namazı emret ve namaz(ın zorluğun)a katlan. Biz senden rızık istemiyoruz, seni besleyen biziz” (Taha: 132) ayeti de aile bireylerini ibadete alıştırmayı, ibadetin, rızık kazanmaktan da önemli olduğunu vurguluyor. Rızık bedenin, ibadet ruhun gıdasıdır.

Bedenin ömrü geçicidir. Ruhun ömrü süreklidir. Bedenini beslemeyen sadece ömrünü, ruhunu beslemeyen ebedi mutluluğunu kaybeder. Bundan dolayı ruhun gıdası olan ibadet, bedenin gıdası olan rızıktan önde tutulmuştur. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Yedi kişi var ki Allah, arşının gölgesinden başka bir gölgenin olmayacağı kıyamet gününde onları arşının gölgesi altında bulundurur: Adil devlet başkanı, Allah’a kulluk ile yetişen genç; evinden çıkıp tekrar evine dönünceye kadar kalbi mescide bağlı adam; Allah için birbirini severek, buluşmaları ve ayrılmaları Allah sevgisiyle olan iki kişi; tenhada Allah’ı anarak gözlerinden yaş akan kişi; soyu ve yüzü güzel bir kadın kendisini sevişmeye çağırdığı halde ‘Ben âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım’ diyen adam ve Allah yolunda gizlice sadaka verip, sağ elinin verdiğinden sol elinin haberi olmayan kişi.”

Zun-Nun el-Mısri: “Ubudiyyet, nasıl Allah daima senin Rabbin ise senin de daima O’nun kulu olmandır.” Ceriri: “Nimetin kulları çoktur ama nimet veren’in kulları azdır.” Bu sözün anlamı şudur: Nimet ve fayda karşılığında kulluk edenler çoktur. Fakat Hz. İsa’nın vurgulayarak belirttiği gibi hiç nimet ve sevap düşünmeden sırf nimetlerin sahibi Allah için kulluk edenler azdır. İsmail ibn Nüceyd: “Bütün eylemlerini riya, hallerini dava görmedikçe kimse kullukta mertebe alamaz.” Sehl ibn Abdillah: “Yokluk zamanında yokluğun eseri, varlık zamanında da varlığın eseri üzerinde görünmez olmadıkça (yokluk ve varlık tamamen etkisiz hale gelmedikçe) kul, gerçek kulluğa erişemez.”

Yazının devamı...

Türkçe namaz

SORU: Namazın Türkçe kılınabileceği konusunda farklı görüşler var. Diyanet’in resmi sitesinde namazın Türkçe kılınamayacağı belirtiliyor. Ama sizin gibi düşünen bazı yazarlarımıza göre namaz Türkçe kılınabiliyor. Bu amaçla yaptığım araştırmada, namaz sure ve duaların mealinde farklılıklar olduğunu gözlemledim. Bir iki sureyle birkaç tespih duasının mealini namazın içine kattığımda aldığım zevki size anlatamam. Kim ne derse desin, namazda sağlanamayan gönül birlikteliğinin altındaki temel nedenin, ibadetin bize göre yabancı bir dille yapılmış olmasından kaynaklandığına inanmaya başladım. Yüce Allah beni yanlış konuşmaktan korusun ama açıkça belirtmeliyim ki, kıldığımız namazın aslında ciddi bir bilince dayanmadığını ve sadece korku ve alışkanlık üzerine yapıldığını fark ettim. Cahildik, hem de çok cahil. Bir de o cahil halimizle her konuda ahkâm kesiyorduk. Onun bunun uyduruk (dine iftira boyutundaki) düşüncelerini, abartılarını, eklemelerini de kendimize delil yapıyorduk. Türkçe meal, tefsir ve ibadet aklımızı yavaş yavaş olması gereken yere (başımıza) getirmeye başladı.

Kendinde İslâm âlimi sorumluluğu duyup toplumu aydınlatmak için belli kesimleri karşısına almaktan çekinmeyen ve bu girişimlerinden dolayı hiçbir karşılık beklemeyen herkese (başta siz olmak üzere) teşekkür ediyorum. Aydınlanmanın kapısını sizler açıyorsunuz. Duygularımı açıkça belirtmeliyim ki, yarım yamalak dahi kıldığım Türkçe namazların bana kattığı duygusallığı, anlamanın üzerime verdiği sorumluluğu, yüce yaratıcımızla aramdaki yolların nasıl kısaldığını, bir sonraki namaza olan özlemimi tarif edemem. Beni şekilcilikten kurtaran ve esasa yanaştıran işte bu aydınlanmadır ve bunda Türkçe’nin etkisi çok büyüktür. Ama hangi Türkçe, kimin Türkçesi? Meallerde çok farklılıklar var. Namazı içimde hiç kuşku bırakmadan Türkçe kılmamı sağlayacak güvenilir bir kaynağa ihtiyacım var. Özellikle sizin böyle bir eseriniz varsa bana önerir misiniz? (Ali Zengin)

CEVAP: Namazın Türkçe kılınabileceğini

25 yıldan beri yazıyorum. En doğru Türkçe Kur’ân meal, kanaatime göre tarafımdan yapılmış olan “Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meali”dir. Özellikle son baskısı titizlikle gözden geçirilmiş, arı duru ve doğru Türkçe mealdir. Ayrıca namaz dualarının hem Arapça’sını hem Türkçe okunuşunu hem de Türkçe anlamını yazdığım “Açıklamalı Yeni Dua Mecmuası”, “Yeni İslâm İlmihali” adlı kitaplarım yanında tüm Kur’ân konularını alfabetik sırayla açıklayan 30 ciltlik “Kur’ân Ansiklopedisi”, 11 ciltlik “Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri” ve bunun özeti olan 3 ciltlik “Kur’ân-ı Kerim Tefsiri” okunması gereken eserlerdir. Anlayışınız doğrudur. Bir gün bu bilincin hakim olacağını ve insanların güzel dinlerini daha yürekten benimseyeceklerini, Kur’ân’ın aydınlığında yaşayacaklarını umarım.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.