Allah’ı zikir (4)
.
* DÜNDEN DEVAM
Zikir önce dille başlar sonra kalbe iner. Dil sussa da kalp zikreder. Ebu İsmail Abdullah Herevi’ye göre gerçek zikir, Allah’ın kulu anmasıdır. Bu zikir kulun, Hakk’ın kendisini zikrettiğini, kendisini yakınına ehil yaparak zakirlerden kıldığını görmesidir. Gerçekte bu zikir Allah’ın kendi kendisini zikridir. Allah, bir kulu aracılığıyla kulunu zikir ehli yaparak kendi kendisini anmaktadır. Zira bu durumda zikir, kalbi öyle istila eder ki zakiri resminden (görünüşünden) geçirir, müşahedesiyle onu, kendi nefsini görmekten alıkoyar. Bundan dolayı “Allah’ı, Allah’tan başkası tevhit etmemiş(birlememiş)tir. Allah’ı, Allah’tan başkası sevmemiştir” cümleleriyle ifade edilen özel bir zevk doğar. Mutasavvıflara göre zikrin anlamı budur. Arif mutasavvıflar, zikri bu şekilde açıklayarak marifet derecesine gelmekle beraber kulluğun ve ilmin hakkını vermişler ve kulun, her bakımdan kul, Rabbin de her bakımdan Rab olduğunu bilmişler, kendi nefisleriyle değil fakat Allah ile kulluğun gereğini yerine getirmişlerdir. Kendi nefisleri için değil Allah için kulluk etmişler, O’nun isim ve sıfatlarının tecellilerini görerek O’ndan başka her şeyden geçmiş, O’nunla var olmuşlardır.
Nurlar, inci gibi saftır
Zikrin tasavvufta aldığı derin manayı Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Marifetname’sinde özetle şöyle anlatır: Zikrullah üç dereceye ayrılır: Kelimelerle yapılan dilin zikri. Bunda huzur yoktur. Ama buna devam ede ede zikir kalbe işler. Dil durur, kalp kendiliğinden Allah’ı anar. Nefesiyle gizlice Allah Allah veya lailahe illallah diyen kimse, lisani ve kalbi zikri beraber yapmış olur. Bir an gelir ki zikir, kalpten bütün vücuda yayılır, ruhu sarar. Bu da ruhun zikridir. Zikrullah ile gece gündüz uğraşan kimsenin kalbinden hikmet nurları parlar. Evvela şimşek gibi çakar, geçer. Sonra yine çakar fakat daha uzun kalır. Ve nihayet her tarafını kaplayan nurlar, ledünni ilim sırları basiret gözünü açar. Bu nurlar, zikir nurlarıdır, saflaşan ruhun akisleridir. Nurlar, camlar içerisinde parlayan inci gibi saftır. Vücut, saflığın son noktasına ulaşmıştır. Artık vücudu bu derece zikir kaplayıp ruh güneşi doğduktan sonra aşk ve mahabbet ateşi, zikreden insanın varlığını tamamen yakarak zikredilenden başka bir şey bırakmaz. İşte fena fillah (Allah’ta yok olma) denen mertebe budur. * DEVAM EDECEK