Şampiy10
Magazin
Gündem

MELAMİLİK tasavvuf akımıdır

SORU: Melamilik hakkında bilgi verir misiniz? (Dr. Cengiz Benlioğlu)

CEVAP: Melamilik (orijinal adıyla Melametulik), riyaya ve şekilciliğe tepki olarak doğan bir tasavvuf akımıdır. Kınamak, ayıplamak anlamındaki levm kökünden mimli masdar (isim fiil) olan melam ve melamet, kınanmak, rezil, perişan olmak demektir. Bu okul adını, “Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, yakında öyle bir toplum getirecek ki (O) onları sever, onlar da O’nu severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve katıdırlar. Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir laimin levmesinden (hiçbir kınayıcının kınamasından) korkmazlar”

(Maide Suresi: 54) ayetinden almıştır.

Tasavvuf erbabının, dışlarını süsleyip tesbihle, yamalı hırka giymekle kendilerini belli etmeye (yani gösterişe), ruhtan çok görünüşe ağırlık verdiklerini gören öze bağlı kimi mutasavvıflar, halk yanındaki itibarlarını düşürmeye, güzel işlerini gizleyip kötü işlerini göstermeye, halk arasında kınanmalarına yol açacak kötülükleri yapmaya çalışmışlardır. Böylece nefsin gurura düşme yollarını kapatmak istemişlerdir. Ekolün liderlerinden Ebu Hafs şöyle diyor: “Melametiler, vakitlerini korumak, sırlarını saklamak bakımından Hak ile beraberdirler. Onun için Allah’a yaklaşmak üzere yaptıkları her ibadet yüzünden de kendilerini levm ederler (kınarlar). Fakat halka karşı bütün kötülüklerini ve çirkinliklerini gösterirler, bütün güzelliklerini gizlerler. Halk onların dış görünüşlerine bakarak onları levm ederken (kınarken), onlar da iç yüzlerini bildikleri için kedi kendilerini levm ederler” (Risaletul-Melametiyye, s. 89).

Sülemi’nin dedesi İsmail ibn Nüceyd şöyle demiş: “İnsanın bütün fiilleri kendi gözünde riya, bütün halleri kuru dava olmadıkça mutasavvıfların makamına ulaşamaz.” Bu tabaka, asla başkasına yük olmayı istemez. Abdullah el-Haccam (kan alma ustası, modern tabiriyle iğneci Abdullah), Melametiyye’nin kurucusu Hamdun el-Kassar’a sorar: “Çalışıp kazanmayı terk etmem gerekir mi?” Hamdun şöyle cevap verir: “Çalış, kazan. Abdullah el-Haccam diye çağırılman bana göre Arif Abdullah yahut Zahid Abdullah diye çağırılmandan daha iyidir” (Risaletul-Melametiyye, s. 94).

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İrlanda’dan gelen teşekkür mektubu

* DÜNDEN DEVAM

İrlanda Dublin’den sevgiler... Değerli hocam, gönderdiğiniz açıklamalardan dolayı şahsınıza çok teşekkür ederim. Namaz kılma konusunda beni çok büyük bir yanlıştan kurtardınız. Sizin bana yaptığınız ikinci büyük iyilik. Ben 3 farz namaz olarak algılamıştım ve 5 aydır öyle kılmaktaydım ama yüce Rabbimden af dileyerek yaptığım yanlışı bundan sonraki namazlarımda inşallah düzelteceğim. Eşime açıklamalarınızı anlattım. Hayatımda ilk defa sizin gibi değerli ve ünlü bir düşünür bana düşüncelerini iletiyor. Aslında size soracak çok sorum var ama değerli vaktinizi almaya kıyamıyorum.

Tarih haklı çıkaracak

Hocam inanın ne zaman Kur’ân-ı Kerîm okusam sizin o eşsiz ve değerli düşüncelerinize zavallıca saldıranlar, bize emanet edilmiş olan bu kutsal kitabı hiç mi hiç okumuyorlar diye düşünüyorum. Ben kendi çapında Kur’ân’ın ışığında bilgilenmeye, rasyonalist bir yaklaşımla aklımı kullanarak dinimi öğrenmeye ve yaşamaya çalışan bir birey olmaya gayret ediyorum. Size ve sizin gibi değerli aydınlarımızın doğruluğunu ve büyüklüğünü tarih insanlığa gösterecektir. Büyük düşünür İmam-ı Azam da aynılarını ve hatta daha kötüsünü yaşamıştı ama tarih onu hep haklı çıkarttı. İnanıyorum ki sizleri de haklı çıkartacak.

Kur’ân ve aklın yolu

Rabbimden diliyorum ki bir gün ilim ve gerçek İslâm batıdan değil de doğudan doğacak ve biz Müslümanlar düştüğümüz ve düşürüldüğümüz bu hazin tablodan Kur’ân’ın ışığıyla tekrar yükselişe geçeceğiz. Hocam hiçbir zaman yalnız değilsiniz ve olmayacaksınız. Siz ve sizin gibi değerli aydınlar var olduğu sürece yüce dinimizi kendi çıkraları doğrultusunda kullananlar yok olup gidecekler ve bu mazlum halk hak ettiği İslâm’ı Allah’ın izniyle yaşayacaklardır. Şairin dediği gibi:

Nasıl doğmakla başlarsa ölüm

Ölmekle başlar öyle hayat

Bil ki dünyayı sarsan sıçramalar

Birikmiş şuurlarla gelir.

Allah sizi başımızdan eksik etmesin, Kur’ân’ın ve aklın yoluyla bizi aydınlattığınız için sizden Allah razı olsun. Saygılarımla...

Yazının devamı...

Kur’ân, İsa’nın bir mucize olarak yaratıldığını vurgular

* DÜNDEN DEVAM

Kur’ân’da melek Cebrail’in bakire Meryem’le cinsel ilişki kurduğu asla söylenmez. Çünkü melek insan değildir. Onda insandaki şehvet ve cinsel ilişki olmaz. Melek, Meryem’e Tanrı soluğunu üfleyerek vermiştir. Meleğin üflemesiyle Meryem hamile kalmıştır. Ancak melek, Meryem’in korkmaması için ona insan şeklinde görünmüş sonradan kendisinin bir melek olduğunu, Allah’ın elçisi olarak geldiğini söylemiştir. Bu husus, yalnız Meryem Suresi’nde değil başka surelerde de anlatılır: “O ırzını korumuş olan(Meryem)i de an, ona ruhumuzdan bir çocuk üflemiş, kendisini ve oğlunu âlemlere ibret yapmıştık” (Enbiya Suresi: 91), “(Yine Allah) İmran’ın kızı Meryem’i de (misal verdi). O ırzını korumuştu, biz de on(un rahmin)e ruhumuzdan üflemiştik. O, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulamış ve gönülden itaat edenlerden olmuştu” (Tahrim Suresi: 12).

Hz. İsa’nın doğumunun en uzun anlatıldığı Meryem Suresi’nde de asla cinsel ilişkiden söz edilmez. Gönderdiğiniz İngilizce çeviride de cinsel ilişki tabiri geçmiyor. Eğer geçen çeviri varsa ya kasıtlı tahriftir veya yanılgıdır. Orijinal Kur’ân metninde öyle bir ifade yok. Berim çevirim şöyledir: 17- “Biz ruhumuzu (Cebrail’i) ona gönderdik. (O) ona düzgün bir insan şeklinde göründü. 18- (Meryem) dedi ki: ‘Ben senden, çok esirgeyen(Allah)’a sığınırım. Eğer (Allah’tan) korkuyorsan (bana dokunma).’ 19- (Ruh): ‘Ben dedi, sadece Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye edeyim diye (geldim).’ 20- ‘Benim nasıl oğlum olur dedi, bana bir insan dokunmadı ve ben bir kahpe de değilim.’ 21- (Ruh): ‘Öyledir’ dedi, Rabbin ‘O bana kolaydır. Onu insanlara bir mucize ve bizden bir rahmet kılmak için (bunu yapacağız) dedi’ ve iş olup bitti” (Meryem: 17-21).

İşte Kur’ân’ın anlatımı böyledir. Cinsel ilişki diye bir şey söz konusu değil. İsa’nın bir mucize olarak yaratıldığını vurgulayan Kur’ân onu şanına layık biçimde anlatır. Cinsel ilişkiyle olsaydı bunun mucizeliği nereden kalırdı? Normal yolla olan çocuğun yaratılışına mucize denir mi? Ayetlerde hep ruh deniliyor? Ruhun insan gibi cinsel ilişkisi olur mu? Ruh madde değildir ki cinsel ilişki olsun. Soyut ruh olan melek, Meryem’in rahmine soluk vererek onu İsa’ya gebe bırakmıştır. İşte melek soluğuyla oluşan çocuğun yaratılışı, fiziksel bir babaya dayanmadığı için mucizedir.

* Yarınki yazımda Berk Yaman’ın

yazdığı cevabı bulacaksınız.

Yazının devamı...

Cem olayı ve İsa’nın doğumu

SORU: İrlanda Dublin’den yazan Berk Yaman, “Yazılarınızı yanlış algılamadıysam 3 farz namaz kılıyorum. Ezan okunduğu zaman hemen kılmam gerekiyor mu? Birkaç dakika gecikme olabilir mi? Sizin gibi değerli bir din adamına yapılan sözlü saldırılar beni çok üzüyor” diyor. Dedesinin ölümünden sonra yazılarımın da etkisiyle namaza başladığını belirten Yaman, Katolik Hıristiyan olan eşinin okuduğu İngilizce Kur’ân çevirilerinden, Meryem’in melek Cebrail ile cinsel ilişki sonucunda İsa’ya hamile kaldığını anladığını yazıyor ve bu konuda açıklama istiyor.

CEVAP: Bana saldıranlara aldırmamak gerekir. Basit düşünceli insanlar, atalarından buldukları geleneklerle şartlanmışlardır. Onlara göre Kur’ân bir tarafta duracak, gelenekler, rivayetler din olacak. Buna aykırı bir söz, çıkarlarına ters düştüğü için utanmadan, Allah’tan da korkmadan iftira ederler. Er, yarın Hak divanında belli olur. Sorunuza gelince: Ben, namaz 3 vakittir demedim. Namaz 5 vakittir. Ancak Kur’ân’da iki surede namazın 3 vakti anlatılır. Bu vakitlerde namaz kılınması emredilir. Sabah, akşam ve gece namazı. Peygamberimiz öğle ve ikindi namazlarını da kendi içtihadıyla sürekli cemaatle kılmış ve kıldırmıştır. Bu namazlar da müminlere farzdır. Ancak Peygamberimiz özellikle yolculuklarda gündüz namazlarını, bir de akşamla yatsı namazlarını cem ederek yani birleştirerek kılmıştır. Namazın ezanla bir ilgisi yoktur. Ezan, halkı camiye çağırmak içindir. Kendi başına kılacak olan kimse, evinde namaz vakti girince iki vaktin namazını birleştirerek kılabilir. Ayrı ayrı kılmak daha iyi ama birleştirerek kılmak da geçerlidir.

Öğle vakti içinde önce öğle namazını, ardından da ikindi namazını kılmak mümkündür. Buna bir namazı vaktinden önceye alma (takdim cemi) denilir. Yahut öğle vakti çıkıp ikindi vakti girince yine önce öğle namazını, ardından ikindi namazını kılmak da mümkündür. Buna da bir namazı vaktinden sonraya erteleme (tehir cemi) denilir. Akşamla yatsı için de aynı şey söz konusudur. Akşam vakti girince önce akşamın farzı, ardından da yatsının farzı kılınır. Böylece yatsı namazı vaktinden önceye alınmış olur (takdim cemi). Yahut akşamın vakti geçip de yatsı vakti girince yine önce akşam, sonra yatsı kılınır. İşiniz dolayısıyla gece yarısına kadar akşam namazını erteleyip yatsıyla birlikte kılabilirsiniz. Ayrıca gece saat 2-3 sularında kalkıp namaz kılmak da Peygamberimize vurguyla emredilen bir ibadettir. Ancak bu namaz cemaat namazı değil, bireysel namazdır.

* Okurumun ikinci sorusunu yarınki yazımda cevaplayacağım.

Yazının devamı...

Erenler, güneş gibi karanlığı aydınlatırlar

Su gibi, ırmak gibi akıp giden hayat baştan başa bir sınavdır. Gönlünü Allah sevgisiyle, bunun yoğun şekli Allah aşkıyla dolduranlar ebediyen yaşarlar. Yunus’un dediği gibi âşıklar ölmez. Ölen cesettir. Ruh aydınlandıkça merhametle dünyayı sarar. Erenler gönüllerinde kin taşımaz, âleme rahmet olurlar. Güneş gibi her karanlığı aydınlatırlar. Toprak gibi herkesi üstünde taşır, Hak yolunda eziyetlere katlanırlar. Necmeddin Daye, onların sevgi dolu ruh hallerini ne güzel anlatır:

Düşmen-i mara saadet-yar bad

Der-cihan ez-omr ber-hordar bad

Her ki harî mi-dihed derrah-i ma

Hari ma der rah-i ü golzar bad.

(Düşmanımız bahtiyar olsun. Dünyada ömür boyu mutlu olsun. Kim bizim yolumuza diken koyarsa bizim dikenimiz onun yolunda gülistan olsun.) Basit düşünceli insanları kibir, gurur, yani ego sarmıştır. Onlar tekelcidir. Allah’ı da tekellerine almak isterler. Ve bu insanlar hep geri kalmışlardır, peygamberlerin mesajlarını da kendilerine alet ederek bozmuşlardır. Dindar görünen bu insanlar gerçekte dinin ruhundan çok uzaktırlar. Bir grup da var ki Allah’a bayrak açmış, Allah’ın varlığıyla savaşa koyulmuştur. Her ikisi de gerçek yobazdır. Din yobazı ve dinsizlik yobazı. İkisinin de şerrinden Allah’a sığınırız. Bunlar ne kadar uğraşsalar da Tanrı nuru olan Kur’ân’ın aydınlık mesajını kapatamazlar. “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa inançsızlar hoşlanmasa da Allah, nurunu tamamlayacaktır” (Saf Suresi: 8).





Peygamberimizin doğum günü

SORU: Peygamberimizin doğum günü neden hep değişik günlerde kutlanıyor?

CEVAP: Peygamberimizin zamanında ay takvimi kullanılırdı. Hâlâ da dini günler ay takvimine göre hesaplandığından ve ay takvimi de güneş takvimine göre 11 gün kısa olduğundan aylar mevsimleri dolaşır. Ramazan ayı yılı dolaşır. Dini günler de yılı dolaşır. İşte Mevlit (doğum) Kandili de dini günlerden sayıldığı için ay takvimine göre Peygamberimizin doğum gecesi her yıl değişir, 10 gün önce gelir. Ama güneş takvimine göre Peygamberimizin doğum günü sabit, 20 Nisan 571’dir.

Yazının devamı...

Medine’yi ziyaret etmenin hacla bir ilgisi yoktur

SORU: Şöyle bir yazı okumuştum: “Hacca gittiğimizde Medine’de peygamber efendimizi de ziyaret ediyoruz. Orada kıldığınız namazla 80 sene ibadet etmiş gibi sevap kazanırsınız.” Bu yazıda belirtilen durumun doğruluk payı var mıdır? (Hidayet Koçak)

CEVAP: Haccın iki temel ögesi vardır: Arafat’ta durmak (vakfe) ve Kabe’yi tavaf etmek. Arife günü, güneşin zevalinden yani ufkun tam ortasına gelmesinden itibaren ertesi günü tanyeri ağarıncaya kadar olan zaman içinde bir an olsun durmak gerekir. Arife günü güneşin batmasından bir an önce Arafat’ta bulunmak yeterlidir. Gündüz Arafat’a yetişemeyen gece Arafat’ta biraz durursa olur. Fakat efdal olan biraz gündüz biraz da gece Arafat’ta durmuş olmaktır. Anılan zaman içinde Arafat denilen mevkide durmakla haccın bu temel rüknü (köşesi) yerine gelmiş olur. Haccın ikinci köşe taşı da bayram günü inip Kabe’yi tavaf etmektir. Bunlar haccın iki temel ögesidir ve farzıdır. Bunlar yapılınca hac tamam olur. Şeytan taşlamak, Mina’da yatmak ise tamamlayıcı, tali derecede eylemlerdir.

Huzurla namaz kılmak

Medine ziyareti hac eylemlerinden değildir. Elbette Allah Resulü’nün kabrinin bulunduğu makamı, Peygamber mescidini ziyaret etmek sevaptır ama bunun hacla ilgisi yoktur. Orada kırk vakit namaz kılmak da sonradan ortaya çıkarılmış bir söylemdir. Önemli olan şu kadar namaz kılmak değil huzurla namaz kılmaktır. Bir vakit huzurla namaz kılmak, bin vakit huzursuz namazdan üstündür. Hasan-ı Basrî Hazretleri, “Zerre miktarı sağlıklı vera (saf dindarlık), bin miskal (batman) oruç ve namazdan hayırlıdır” demiştir. Hz. Peygamberin ve sahabilerin yaşadıkları, gezip dolaştıkları yerleri görmek, o havayı koklamak insanın içini huzurla doldurur. Ancak bu ziyaretin hacla ilgisi yoktur. Oralarda namaz kılmak ibadettir ama kabirleri ziyaret etmek ibadet değildir. Peygamberimiz, kabir ziyaretinin ahireti hatırlatması bakımından önemli olduğunu vurgulamış fakat bunun bir ibadet türü olduğunu söylememiştir. Hiç kimse kendi kafasından ibadet çeşidi icat edemez. İbadet Kur’ân’ın buyurduğu, Peygamberimizin yapıp emrettiği eylemlerdir.

Yazının devamı...

Kur’ân’ın üslubu öğüt üslubudur

* DÜNDEN DEVAM

Tevrat’ta Lut’un sarhoş olunca kızlarıyla yattığı belirtilir. Ama Kur’ân’da, peygamberler hakkında kuşku uyandıracak şeylere yer verilmez. Belki onlardan da günah sayılabilecek şeyler çıktığına işaret eder ama (Sad Suresi Davud kıssasına bakınız: 21-25’inci ayetler) açıkça fuhuş gibi bir günah onlara nispet edilmez. Tevrat ise tarih kitabı gibi olayları anlatır. Kur’ân’ın üslubu tarih üslubu değil, öğüt üslubudur. Öğüt üslubunda örnek insanlara günahların bulaştırılması, öğütün etkisini siler. Fakat Tevrat açısından düşünülürse olayın açıklaması şöyledir: Lut’un kavmi tamamen yok edilmiştir. Hiçbir erkek kalmamıştır. Sadece tek erkek Lut ve iki kızı kalmıştır. Şimdi bu milletin yeniden üreyip varlığını sürdürebilmesi nasıl mümkün olacak? İşte kızları bunu düşünerek babalarını sarhoş edip ondan döl almışlardır. Amaç günah işlemek değil, kavimlerinin neslini devam ettirmektir. Başka çaresi de yoktur. Yoksa o kavim tamamen ortadan kalkar. Nitekim yine Tevrat’a göre Adem ile Havva’dan başka insanın olmadığı ilk zamanlarda Havva’nın her batında doğurduğu ikizlerden erkek olanı bir önceki kızı, bir öncekinden erkek olanı da bir sonraki kızı almıştır. Bu bir bacı kardeş evliliğidir ama üremek için zorunlu bir durumdur. Eğer Adem ve Havva’dan başka insan yoksa bacı kardeş evlenmesinden başka üreme imkânı yoktur. İşte böyle zorunlu durumlarda yasaklar mubah olur.

İnsanın yaratılma şartları

Tevrat’ın anlatımı böyledir ama Kur’ân, Adem ve soyu hakkında büyük kuşku uyandıracak bu tür söylemlere yer vermemiştir. İşte Kur’ân’ın mucizesi de buradadır. Tabii bana göre yeryüzünde sadece bir insanın yaratılmış olması gerekmez. İnsanın yaratılma şartları elverince birçok yerde kadınlı erkekli insan yaratılmış olabilir. Böyle bir yorum da Kur’ân’a aykırı düşmez. Çünkü Kur’ân ayrıntıdan söz etmez. Adem’le eşinden söz eder ama ondan başka insan bulunmadığını söylemez. Aslında Kur’ân’dan anladığımıza göre Adem’den önce de insan vardır ama henüz olgunlaşmamış, barbar halde yaşayanlar vardır. İşte Adem olgunlaştırılan, dili geliştiren, Allah’ın halifeliği makamına yükseltilen ilk insandır. Bu konuda “Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri” adlı eserimde Nisa Suresi’nin tefsirine bakabilirsiniz.

Yazının devamı...

İbrahim ve Lut hakkında Tevrat ve Kur’ân’ın anlatımları

SORU: Tevrat’ta da anlatılan İbrahim, Sare ve Hacer olayı hakkında iki sorum olacak:

1- İbrahim’e “Harran’a git orasını sana verdim” dendikten bir süre sonra İbrahim Harran’dan bugünkü İsrail’e döndü ve Sare, Hacer olayları burada oldu. İbrahim İsrail’den Mekke’ye nasıl ve neyle gitti? Tevrat’a göre arada sırada ziyarete de gitmiştir. 2- Tevrat’ta Lut peygamberin kızları babalarına şarap içirip onunla yatarlar. Tevrat’ı aynen kabul ettiğimize göre bu olay Kur’ân’da niye yok? (Yakar Erdoğan)

CEVAP: O zamanlar iki ticaret seyahati yapılırdı. Biri güneye Yemen’e, diğeri batıya, Mısır’a. Mekke ise ticaret kervanlarının uğrak yeri olduğu için önemli bir ticaret merkeziydi. Ayrıca Yemen’de Yahudi nüfusu da vardır. Bunlar herhalde Hz. İbrahim’in oraya seferlerinde onunla beraber gelmiş olan insanların devamı olabilirler. Sözün kısası: Hz. İbrahim, Allah’ın da vahiy ve ilhamıyla artık 14 yaşına gelmiş olan çocuğunu, annesiyle beraber getirip bu kavşak noktasına yerleştirmiştir. Irak’tan Harran’a, Harran’dan Filistin’e, Filistin’den Mısır’a gitmiş olan İbrahim’in belki o günün şartları gereği birçok seyahati olmuştur. Demek ki kendisi Mekke’nin durumunu biliyordu. Karısı Sare çocuk doğurunca aslında kendisine ait olan cariye Hacer’in çocuğunun, Filistin toprağında bulunmasını istemedi. Büyük çocuğu Filistin’den uzaklaştırmasını istedi. Sebebi de İbrahim’in mülkünün ve mevkiinin yasaya göre büyük oğul İsmail’e geçmesini önlemekti. İbrahim de büyük oğlu İsmail’i alıp Mekke’ye getirdi.

Kur’ân İbrahim’in, bir çocuğunu Beyti Muharrem’e yani Kabe’nin bulunduğu yere getirdiğini ve onunla beraber Kabe’yi yaptıklarını, ondan gelecek nesle bereketle dua ettiğini anlatır fakat ayrıntıya girmez. Kimi rivayetlere göre İbrahim’in, henüz memede olan bebeğini annesiyle birlikte getirip ekinsiz, çorak toprak olan Mekke’ye bıraktığı anlatılır ki bu rivayet akıl ve mantığın kabul edeceği bir şey değildir. Bunu Hz. İbrahim gibi gönlü şefkat ve merhamet dolu bir peygamber değil, gönlünde en ufak bir merhamet duygusu taşıyan sıradan insan dahi yapmaz. Çünkü böyle bir durum, bebeği ve annesini ölüme terk etmek demektir. Bunu İbrahim elbette yapmaz. Bu tür rivayetlerin kitap ehli efsanelerinden adapte edildiği kanaatindeyim.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.