Şampiy10
Magazin
Gündem

“Öğüt faydalı ise öğüt ver”

SORU: Bir sohbet sırasında “hayatı yaşamak” la ilgili bir konu geçti. Ben dini açıdan zamanımızı nasıl harcamamız gerektiğini anlatmaya çalıştım. 24 saatin hiç değilse 1 saatini ibadete ayırmanın öneminden söz ettim. Çoğunun bana gülüp geçtiğini görmeme rağmen bildiklerimi söyledim. Sonradan, “Acaba günah mı işliyorum” diye düşündüm. Cumaya giderken nereye gittiğini soranlara camiye gittiğimi söylemiyorum. Çünkü yaptığım ibadetleri insanların bilmesi sonucu belki günaha girerim diye korkuyorum. (Gökhan Can)

CEVAP: Ala Suresi’nde, “Fe zekkir in nefatizzikra: Öğüt faydalı ise öğüt ver” buyurulmaktadır. Şimdi dinle alay edeceklerini bildiğin yerde dinden konuşmaya gerek yok. Eğer onların sözü boş ise o meclisi değiştir. Ama öğüt almaya kabiliyetli bir iki kişi varsa dini anlat. Alay edenler olsa da zararı yok. Peygamber’in sahabileri de dini anlatırken alay konusu olmuşlar ama sonra alay edenler utanmış, yola gelmişlerdir. Bu hususta Musab Olayı’nı anımsamakta yarar var: Musab, Medine’de İlk din öğretmenidir. Bir gün Esad ibn Zürare, Peygamber’in İslâm’ı öğretmek üzere Medine’ye gönderdiği Musab ile birlikte Abdul-Eşheloğulları Mahallesi’ne gitmek üzere evden çıktılar. Zafaroğulları’nın bahçelerinden birine girip Mark denilen kuyunun başında oturdular.

‘Beğenirsen kabul edersin’

Müslüman olmuş kimseler bunların etrafına toplandı. Sad ibn Muaz ile Useyd ibn Hudayr de o zaman Abdul-Eşheloğulları’nın liderleriydiler. Sad ibn Muaz, Useyd ibn Hudayr’a, “Baban ölsün, şu iki adama bak. Mahallemize gelmişler, aklı ermezlerimizi kandırıyorlar. Şunlara engel olsana. Bildiğin üzere Esad ibn Zürare benim teyzemin oğlu olmasaydı bu işi sana bırakmazdım” dedi. Useyd mızrağını alıp bu Müslümanların yanına geldi. Onu gören Esad ibn Zürare, Musab’a, “Şu gelen var ya, kavminin lideridir. Onu Allah yoluna sokmaya bak” deri. Musab, “Eğer oturursa onunla konuşurum, inandırmaya çalışırım” dedi. Useyd gelip karşılarına dikildi: “Siz buraya gençlerimizi kandırıp baştan çıkarmak için geldiniz ha! Eğer böyle bir amacınız varsa hemen buradan çıkıp gidiniz.” Musab, “Biraz otur, dinle. Beğenirsen kabul edersin, beğenmezsen sana sıkıntı vermeyiz” dedi. “Doğru” diyen Useyd, mızrağını yere saplayıp yanlarına oturdu.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Endülüs’e Ağıt

Endülüs Emevi Devleti’nin ne kadar muhteşem olduğunu, ucun ucun küçültülerek yok edildiğini okuduk yıllarca. Ne yazık ki onların o güzelim sanatlarını bize anlatan olmadı. Yapılanların hiçbiri Endülüs’e Ağıt şiiri(leri) kadar kalıcı olamaz bence. Büyük düşünürümüz Sezai Karakoç’un 1985’te dilimize kazandırdığı Ebul-Beka Er-Rindi, yaşadıklarını en acı ifadelerle anlatırken bir de karşılaştırma yapar:

“Cami kilisedir artık, hilal yerine haç asılı

Nur yüzlü ezan yerine, bitmeyen bir çan

sesi, bir baykuş uğultusu.

Sen de şahit olsaydın benim gibi onların

Yurtlarından koparılıp satılışlarına pazarda, ey Tanrı kulu.

O hıçkırıklar senin de aklını koymazdı

yerinde benim gibi

Canı vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan

yavrusunu.

Ya o kızlar ki, yakuttan ve mercandan

dökülmüşlerdi sanki

Ve sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir

güneşin masumluğu.

İçindeki o Meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler kirli yataklarına

Haykırışları yırttı gökleri yürekleri parça parça, babalarsa kan kustu.

Daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın

Eğer o yüreklerde İslâm’dan ve imandan bir eser varsa elbet ey Tanrı dostu...”

1492’den önceki yüzyıllar boyunca da nice insanlık dışı zulümlerin yaşandığı bir ülke olmuş giderek küçültülen Endülüs. Gören gözlere Balkanlar’da olan bitenlerle Bağdat’ta yaşananlar yetmez mi hocam. İşte bu nedenle sizin bir gezinizde anlattıklarınız da içinde nice dersleri barındırıyor: “Mihrabın karşısında ayakta namaz kılmak istedim. Ellerimi kaldırıp tekbir aldım. Huşuyla gözlerim kapalı Fatiha okuyordum. Gözlerimi açınca tam karşımda bir polis gördüm. ‘No pray’ dedi. Ben de ellerimi açtım, ‘Dua ediyorum’ dedim. İspanyollar 100 bin kişi kapasiteli caminin tabanını tahrip etmişler, mermerlerini parçalamışlar. Yakın zamanlarda caminin tabanı onarılıp mermerle döşenmiş ama bu kez de mermer sütunların oturduğu ayaklar taban döşeme taşlarının altında kalmış. Çünkü sütunları taşıyan mermer ayaklar da parçalanmış. Herhalde ayıplarını örtmek için o ayakları mermerlerin altına gömmüşler. Bir de bizi düşündüm. Ayasofya olduğu gibi bırakılmış ve camiye çevrilmek suretiyle de bir bakıma korunmuş oldu. Yapılan istinat duvarlarıyla mabedin günümüze kadar gelmesi sağlanmış. Biz gittiğimizde caminin kilise bölümünde ayin yapılıyordu. Dualar okunuyordu.” Saygılarımla... (Ömer F. Yılmaz)

Yazının devamı...

Dilencilik (2)

* DÜNDEN DEVAM

İslâm’ın kitabının ve Peygamberinin, dilenciliğin yüz kızartıcı bir şey olduğunu vurgulamasına karşın maalesef ülkemizde öteden beri bir dilencilik mafyası, şebekesi oluşmuştur. Bunlar birçok genci, çocuğu sakatlayıp dilenci işçisi olarak çalıştırıyorlar. Bakıyorsunuz 3-5 yaşındaki çocuklar yollarda, arabaların durduğu kavşak noktalarında trafiğin arasında dolaşıp para istiyorlar. Kimi bir kâğıt mendil uzatır, kimi yalvarıp durur. Kimi kadınlar da kışın soğuğunda kucağına bebeği alıp yolun kenarına oturarak duygu sömürüsü yapar. 5 yaşındaki Bedrettin olayı hepimizin içini sızlattı. Zavallı kendisinden birkaç yaş büyük başka bir dilenci çocuk tarafından öldüresiye dövülüp köprünün aşağısına atılıyor. Yazıktır, günahtır. Devletin bunu önlemesi gerekir. Bu şebekeleri çökertmek gerekir. Eğer bu önlenmezse daha birçok Bedrettinler ölür yahut sakatlanır. Çok darda kalınca ölmemek için dilenmek caizdir. Yalnız gönül rızasıyla verileni almakta bir sakınca yoktur. Allah’ın Elçisi, Hz. Ömer’e bir bağış göndermiş. Ömer onu geri çevirmiş. Allah’ın Elçisi ona, neden geri çevirdiğini sormuş. Ömer, “Ey Allah’ın Elçisi, sen bize bir şey almamamızın daha iyi olduğunu söylememiş miydin?” demiş. Allah’ın Elçisi, “O isteme, dilenmeyle ilgilidir. Ama istenmeden verilen, Allah’ın sana nasip ettiği bir rızıktır” demiştir. Hz. Ömer de “Nefsimi elinde bulunduran hakkı için kimseden bir şey istemem ama ben istemeden gelen bir şeyi de reddetmem” demiştir.

Dilenmekte olan Ensarlı bir adam, Allah’ın Elçisi’ne geldi. Allah’ın Elçisi ona, “Evinde bir şeyin var mı?” dedi. Adam, “Bir bölümünü üstümüze giydiğimiz, bir bölümünü de yere serdiğimiz bir parça bezimiz var. Bir de su içtiğimiz bir bardağımız var” dedi. Onları getirmesini emreden Allah’ın Elçisi bunları açık artırmaya sundu. Bir adam, “Ben onları bir dirheme alırım” dedi. Allah’ın Elçisi iki üç kez, “Daha fazla veren yok mu?” dedi. Başka bir adam, “Ben onları iki dirheme alırım” dedi. Allah’ın Elçisi, iki dirheme sattığı eşyanın parasını Ensarlıya verip, “Bu paranın bir dirhemiyle yiyecek al, ailene götür. Diğeriyle de bir balta al bana getir” dedi. Adam öyle yaptı. Baltayı alan Allah’ın Elçisi, baltaya bir sap takıp Ensarlıya verdi ve “Git, odunculuk yap. Seni on beş gün buralarda görmeyeyim” dedi. Odun toplayıp satmaya başlayan adam, kazandığı parayı Allah’ın Elçisi’ne getirdi. Allah’ın Elçisi ona dedi ki: “Bunun bir kısmıyla yiyecek, bir kısmıyla da giyecek al. Bu, senin için yüzünde dilencilik lekesi olduğu halde kıyamete gelmenden daha iyidir. İnsanı perişan duruma sokan şiddetli yoksulluk, ağır borç ya da zorunlu diyet durumu olmadıkça dilenmek uygun değildir.”





Yazının devamı...

Dilencilik (1)

Zorunlu bir durum olmadıkça dilenmek utançtır, ardır. Bakara Suresi’nde ihtiyaçları olduğu halde kimseye yüzsuyu dökemeyen, ihtiyacı yokmuş gibi davranan onurlu insanlar övülmektedir: “Yeryüzünde gezip dolaşamazlar. Bilmeyen, utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır. Onları simalarından tanırsın. Yüzsüzlük edip insanlardan istemezler, dilenmezler” (Bakara: 92/273). İhtiyaç içinde oldukları halde iman ve insanlık onuru taşıyan insanlar, yüz kızartıp kimseden bir şey isteyemezler. Utandıklarından kimseye durumlarını belli etmezler. Bilmeyen onları zengin sanır. İşte öyle yoksulları bulup sadaka vermek, onların ihtiyaçlarını karşılamak gerekir. Peygamber, “Asıl fakir, ortalıklarda dolaşıp dilenen, kendisine bir iki hurma veya lokma veya bir ekmek parçası verilen kimse değil, kendisine yetecek kadar rızık bulamayan, hali bilinmediği için sadaka da verilmeyen, kimseden de bir şey istemeyen yoksuldur” (Müslim, Zekât: b. 34, h. 101; Nesai, Zekât: 76) buyurmuştur.

Toplumda hoş görülmez

İslâm’da zorunlu bir durum olmadıkça dilenmek hoş görülmez. Peygamber, “Yanında kendisine yetecek kadar geçimi bulunan kimse dilenirse,dilenmesi kıyamet gününde gelip yüzünü tırmalar” buyurmuştur. “Ya Resuallah, kendisine yetecek geçim nedir?” diye sorulmuş, “Beş dirhem veya bunun karşılığı altın” demiştir (Ebu Davud; Tirmizi). Başka bir hadiste, “İhtiyacı yokken malını çoğaltmak için halktan mal isteyen kimse, malını azaltsa da çoğaltsa da bir ateş koru tutmuş olur” (Müslim) buyurulmuştur. Diğer bir hadis ise şöyledir: “Kişi, dilene dilene kıyamet gününe öyle bir halde gelir ki, yüzünde tek bir et parçası kalmamıştır. Yüzü tamamen kemik kesilmiş(yüzünde utanma, ar kalmamış, yüzü bakılacak yüz olmaktan çıkmış)tır” (Buhari; İbn Mace). Bir başka rivayette, “Muhtaç olmadığı halde halktan bir şey isteyen, dilenen kimsenin o eylemi, yüzünde utanç olur” (Darimi) buyurulmuştur. Allah’ın Elçisi, yanında bir okıyyesi (kırk dirhemi) ya da bunun dengi bir malı varken dilenen kimsenin yüz kızartıcı bir iş yapmış olacağını bildirmiştir (Kurtubi, Tefsir: 3/343).

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Anneye ‘öf’ demek bile caiz değildir

SORU: Dört aylık evli bir bayanım. Annem beni tek başına alın teriyle çalışarak yetiştirdi. Zamanında kooperatife girip taksitle aldığımız bir evimiz var. Ben evlenirken imkânımız olmadığı için annem hiç düşünmeden evini bize bırakarak kendi annesinin yanına yerleşti. Yetmezmiş gibi biz durumumuzu düzeltene kadar elektrik, telefon gibi masraflarımızı ödedi. Ne yapsam onun hakkını ödeyemem.10 gün önce bir kaza sonucu ayak bileği kırıldı. Ameliyatla düzeltilebildi. Nekahat döneminde anneme bakmak için evime getirdim. Birkaç gün sonra eşim bu durumdan rahatsız olduğunu söyleyerek sorun çıkartmaya başladı. Size tüm şerefimle dürüstçe söylüyorum ki, annem hiçbir şekilde yaptığı iyilikleri dile getirmedi. Ama eşim, annem buradan gidene kadar kendisinin başka yerde kalacağını söyledi. Bu benim ağırıma gidiyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Tek umudum sizin bana verebileceğiniz selamla ilgili ayet, hadis gibi dini bilgilerle eşimi, anneme Allah adına selam vermeye yönlendirmek. Annemin kalp kırıklığı bir yana, Rabbime karşı kendimi suçlu hissediyorum. (S. T.)

CEVAP: İyilik yapan, yaptığı iyiliği derhal unutmalı. İyilik yapılan da ömrünün sonuna kadar o iyiliği unutmamalı. Erdem denilen fazilet işte budur. Anneniz size ev vermiş, masraf etmiş. Ama bunu başınıza kakmamış. Siz onun sayesinde kiradan kurtulmuşsunuz, kendinize yeterli hale gelmişsiniz. Şimdi anneniz bakıma muhtaç duruma gelince ona yüz çevirmeniz doğru olamaz. Allah hakkından sonra anne baba hakkı gelir. Bu nasıl Müslümanlık? İnsan muhtaç olan ve evine sığınan yabancıya bile bakar. Bu sizin anneniz. Anneye “öf” demek bile caiz değildir. Eşinizin annesi olsaydı ona da aynı sevgi ve saygıyı göstermek gerekirdi. Eşinizin yaptığı doğru değil. Ne olur bir selam verse, ne olur “Nasılsın?” dese? Hem o kadın memnun olur hem de Allah memnun olur. Karşılaşan iki kişi mutlaka birbirine selam verir. Boş eve girerken bile selam vermek Kur’ân’ın emridir. Nur Suresi 61’inci ayette, “Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (kendinizden olan ev halkına) selam verin” buyurulmaktadır. Peygamberimiz de “Güzel konuşunuz, kırıcı olmayınız. Çok selam veriniz” buyurmuştur. Bakara Suresi 263’üncü ayette, “Güzel bir söz (söylemek) ve affetmek, peşinden eziyet gelen sadakadan iyidir. Allah, zengindir, halimdir” buyurmuştur. Eşiniz düşüncesini değiştirsin. Bir selamla kadıncağızın gönlünü alsın. Her gelen rızkıyla gelir. Onu kırmak, Allah’ın gücüne gider. Ama bir güleç yüz göstermek Allah’ı memnun eder. Tatlı söyler, hoşgörülü davranırsanız evinize bereket ve huzur gelir.

Yazının devamı...

İbadette temel olan niyettir

SORU: Sürdüğüm ojenin namaz kılamama engel olduğunu düşünüyordum. Çünkü oje, tırnak üzerinde bir tabaka oluşturuyor. Abdest alınca o tabaka aynen duruyor. Ancak sizin bu konudaki yazınızı okuyunca düşüncem değişti. Ama ailem ve bazı arkadaşlarım, “Öyle şey olur mu? Tabii ki ojeyle abdest olmaz. Biz böyle gördük, böyle biliyoruz” diyorlar. Buna biraz daha açıklık getirir misiniz? (Ö. Demirtaş)

CEVAP: Namazda abdestin amacı temizliktir. Ojeli bayan eli kirlendiği zaman sabunla elini yıkayıp yemeğini yer. Çünkü eli kirden temizlenmiştir. İşte aynı şekilde ellerini yıkayan, abdest alan ojeli de temizlenmiş olur. Peygamber zamanında oje yoktu, kına vardı. Peygamber kadının kınasız gezmeyeceğini söyleyerek onları makyaja teşvik etmiştir. Kına da bir boyadır. O da tırnak üzerinde ince bir tabaka oluşturur. Ojeninki daha kalın bir tabakadır. Zaten ojeyi süren, önce tırnağını temizler. Ojenin altında kir kalmaz. Üstüne bulaşan da temizlenir. Amaç Allah’a yönelmektir, Allah ile irtibat kurmaktır. İbadette temel olan niyettir. Allah’a yaklaşmak amacıyla abdest alıp Allah’ın divanına durursan hiç kuşkun olmasın, Allah seni kabul eder. O arkadaşların kabul etmezlermiş, etmesinler. Onlardan sana ne? Senin gönlündeki düşünceyi onlar değil, Allah bilir. Ama sen istersen onların sözünü tut. Ya oje kullanma ya da her zaman ojelerini temizlemek için yanında aseton taşı. Ya da namaz kılma. Karar senin.

Dedikodulara bakmayın

SORU: 38 senelik evli bayanım. 30 senedir kayınvalidem ve kaynımla beraber yaşıyoruz. Kayınvalidem vefat ettikten sonra da aynı evdeyiz. Namaz kılan, Kur’ân okuyan biriyim. Ancak çevremdeki bazı kişiler, kaynımın evlenmesini ve bizden ayrılması gerektiğini söylüyor. Hatta benim o evde kıldığım namazların kabul olmadığını da dile getiriyorlar. Kendisi evlenmek istemedi. Kocam da ona ancak bizim sahip çıkacağımızı belirterek evimizde kalmasını uygun gördü. Kaynımın bizimle kalması namahrem mi? (Z. B.)

CEVAP: Kayınbirader nikâh düşmeyen mahremlerden değildir. Ama siz kayınpeder, kayınvalide ve kayınbiraderinizle yıllarca beraber oturmuşsunuz. Onun size herhangi bir yanlış hareketini görmedinizse çevrenin sözlerine bakmayın. Kayınbiraderinizi evden çıkarmayın. O sizi kendi kardeşi, siz de onu kardeşiniz olarak bilmişsiniz. Sizin namazınızın kabul edilmeyeceğini söyleyenler aşırı düşünceli insanlardır. Onların dedikodu yapmaları kendilerinin karakterini gösterir. Siz içinize, niyetinize bakın. Kayınbiraderinize bakmanızdan ötürü sevap alırsınız.

Yazının devamı...

Kur’ân hayvanların dünyanın süsü olduğunu belirtir

SORU: Evde kedi köpek gibi hayvanları beslemek dinen caiz mi? (Murat Özyaman)

CEVAP: Peygamberimiz kediyi çok severdi. Evde kedi beslemek güzel bir şeydir, sevaptır. Ancak köpek beslemek İslâm geleneğine uymaz. Köpek beslenecekse yeri bahçedir. Keçi, koyun ve çiftçilerin yararlandığı hayvanları beslemek bereket sebebidir. Hayvanlara bakmak, Allah’ın rızasına sebep olur. Hayvanlar insanın yardımcısıdır. Kur’ân, hayvanların birçok yararı yanında dünyanın süsü olduğunu belirtir: “5- Hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için ısınma(nızı sağlayan şeyler) ve daha birçok yararlar vardır. Ve onlardan kimini de yersiniz. 6- Ve akşamleyin meradan getirdiğiniz, sabahleyin meraya götürdüğünüz zaman onlarda sizin için bir güzellik de vardır. (Onların gidiş gelişleri size ayrı bir güzellik ve zevk verir.) 7- Ağırlıklarınızı öyle (uzak) şehirlere taşırlar ki, (onlar olmasa) canlar(ınız), büyük zahmetler çekmeden oraya varamazdınız. Doğrusu Rabbiniz, çok şefkatli, çok acıyandır. 8- Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır” (Nahl: 5-8). Hayvansız dünyanın zevki olur mu? Hatta hayvansız cennetin de zevki olmayacağı için Kur’ân, cennette cıvıl cıvıl kuşların, çeşitli hayvanların bulunduğunu cazip bir üslupla anlatır.

Para insanların fitnesidir

SORU: Bir hadiste şöyle deniyor: “Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetim içinse bu fitne maldır (paradır).” Hocam parayla iman olur mu? (Arzu Büyükpoyraz)

CEVAP: Para sadece İslâm ümmetinin değil, bütün ümmetlerin, tüm insanların fitnesidir. Adiyat ve Fecr surelerinde insandaki bu mal tutkusu kınanmaktadır: “6- İnsan, Rabbine karşı çok nankördür. 8- Doğrusu o, malı çok sever” (Adiyat: 6, 8), “15- Fakat insan öyledir, Rabbi ne zaman kendisini sınayıp ona ikramda bulunur, ona nimet verirse ’Rabbim bana ikram etti’der. 16- Ama Rabbi onu sınayıp rızkını daraltırsa ’Rabbim beni alçalttı (perişan etti)’der. 17- Hayır, doğrusu siz (Allah’tan ikram bekliyorsunuz ama kendiniz) yetime ikram etmiyorsunuz. 18- Yoksula yedirmeye teşvik etmiyorsunuz. 19- Mirası hırsla yutuyorsunuz. 20- Malı pek çok seviyorsunuz” (Fecr: 15-20). İşte bu sevgi yerine Allah sevgisini oturtanlar, Allah’ın lütfunu da kahrını da hoş karşılayıp O’ndan memnun olmuşlar, sadece O’nun rızasını düşünmüşlerdir. Ne mutlu öylelerine.

Yazının devamı...

İbn-i Haldun’un bilime katkısı

İrlanda’dan Berkin Yaman gönderdiği e-mailinde, İslâm âlemindeki bilimsel çalışmalara örnek olarak üzerinde 1 yıl araştırma yaptığı İbn-i Haldun’u anlatıyor. Dünyaya yön veren birçok batılı bilim adamının, İbn-i Haldun’un düşüncelerini günümüz şartlarına uyarlayarak sentez yapıp dünyanın gidişatında büyük rol oynadıklarını belirtiyor ve özetle şöyle diyor: “Mesela Samuel P. Huntington, Arnold Toynbee, Bernard Lewis gibi dünyaya fikirleriyle yön veren şahsiyetlerin asıl kaynağı İbn-i Haldun’dur. Düşüncelerinin çekirdeğini Kur’ân’dan alan

İbn-i Haldun, toplumların tıpkı bir organizma gibi bir gün yok olup gideceklerini yine Kur’ân’ın, ‘Her ümmet için belirlenmiş bir süre vardır. Süreleri dolunca ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçerler’ (Araf: 34) ayetine dayandırır. Bugün batı, bilimsel varlığını Kur’ân-ı Kerîm’i anlayıp akıl süzgecinden geçiren İslâm filozoflarına borçludur. Batı filozofları, İslâm felsefecilerini çok iyi tetkik edip bugünkü uygarlığı oluşturmuşlardır. Kur’ân’ı iyi anlayıp ondan feyz alarak tarih sosyolojisini kurmuş olan İbn-i Haldun’un, düşüncelerinin ne kadar doğru olduğunu tarih bize gösteriyor. Batı dünyasının düşünürleri, bu değerli şahsiyeti örnek alıp dünyaya yön vermeye devam ediyor. Darısı İslâm’a ve Kur’ân’a saldırmayı tutku haline getiren kimi Türk aydınlarına.”

CEVAP: Okurumun da işaret ettiği gerçeğin bir gün ortaya çıkacağını ve İslâm âleminin Kur’ân’ın ışığıyla yükseleceğini umarım.

Kerahet vakti uydurmadır

SORU: Geçen gün gittiğim camide akşam vaktine 10 dakika kala bir genç içeri girip 2 rekât nafile namaz kıldı. Hocayla birlikte birkaç kişi ikindiyle akşam namazı arasında nafile kılınmayacağını söyledi. O genç ise “Ben her zaman nafile namaz kılarım. Allah’ın kötü vakti olamaz. Peygamberimiz bu vakitlerde belki kılmamızı istememişti ama bunun da bir nedeni vardır. Ben sadece Allah için namaz kılarım. Benim kıldığım bu namazın sakıncası yoktur. Ayrıca Allah için namaz kılıyorum size ne oluyor?” diye cevap verdi. Doğrusu bu genci takdir ettim. Hatta namazdan sonra tebrik edenler bile oldu. Sizce bu gencin söyledikleri doğru mu? (Ali Can)

CEVAP: Evet o gencin dediği doğrudur. Kerahet vakti insanların uydurmasından başka bir şey değildir. Allah’a ibadetin keraheti olur mu? Kur’ân’da sabah olurken akşama ererken, öğle vakti, akşam vakti yani her zaman Allah’ın tesbih edilmesi emredilmektedir. Nerede bu kerahet vakti? Şunun bunun uydurmaları hadis şekline getirildi. İşin doğrusu budur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.