Şampiy10
Magazin
Gündem

Müddessir Suresi 30-31’inci ayet (4)

* DÜNDEN DEVAM

Ayette, gönülleri hasta olanlarla kafirlerin “Allah bununla ne demek istedi?” diyecekleri belirtilmektedir. Bu sözü söyleyenler hiç inanmayanlarla onların etkisinde bulunan hasta yürekliler yani yarı inanıp yarı inanmayan kuşkucu insanlardır. Bu ifadeden, Mekke’de asıl katı kafirlerden ayrı olarak bir de liderlerin etkisinde kalan, bazen imana yönelen fakat liderlerin etkisiyle veya başka düşüncelerle imandan geri duran hasta yürekli insanların bulunduğu anlaşılır. İniş sırasına göre ilk defa, iniş tarihi bakımından 4. sırada bulunan Müddessir Suresi’nde, “Kendilerine kitap verilmiş olanlar” deyimi kullanılmıştır. Bu deyim, Yahudi ve Hıristiyanları ifade eder. Daha sonra Mekke’de inen birçok ayette Kur’ân’ın doğruluğuna, eski kutsal kitapların söylediklerine uygun bulunduğuna kitap ehli tanık gösterilir. Bu isöylemlerden Mekke’de, az da olsa bazı Hıristiyan ve Yahudilerin yaşadığı anlaşılır. Gerek Mekke’de yaşayan bu Hıristiyan ve Yahudilerin gerek ziyaret, ticaret amacıyla Medine’den, güneyden ve kuzeyden gelen kitap ehlinin, Kur’ân’ın söylediklerinin kendi kitaplarında bulunanlara uygun düştüğüne ve vahiy eseri olduğuna tanıklık ettikleri çeşitli ayetlerde anlatılmaktadır. Kasas Suresi’nin 52-53’üncü, İsra Suresi’nin 107-109’uncu, Ahkaf Suresi’nin 10’uncu, Enam Suresi’nin 114’üncü ve Rad Suresi’nin 36 ve 43’üncü ayetleri bunlardandır.

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in sıfatlarının, Tevrat ve İncil’de bulunduğu ifade edilmektedir: “Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye, o ümmi Peygambere uyarlar. O Peygamber ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder, onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felaha erenler onlardır” (Araf: 157).

Mekke’de inen Kur’ân ayetleri, kitap ehlinden övgüyle söz eder ve onlarla Kur’ân’a inananlar arasında bir ayırım yapmaz. Ancak Medine’de inen ayetlerde bu üslup biraz değişmiş, sertleşmiştir. Bunun sebebi Yahudilerin, Hz. Muhammed’in davetine karşı takındıkları olumsuz tavırdır. Yine Kur’ân’dan anlaşıldığına göre Mekke’de yaşayan az sayıdaki kitap ehlinin çoğunu, civar ülkelerden gelmiş, Arap olmayan Hıristiyanlar oluşturmaktadır. Yesrib (Medine) ve yöresindeki kitap ehli ise Yahudilerdir.

Yazının devamı...

Müddessir Suresi 30-31’inci ayet (3)

* DÜNDEN DEVAM

“EĞER Allah insanları zorla yola getirmek dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. (Allah inanmaya zorlamamışken) sen mi insanları inanmaya zorlayacaksın?” ayetinin açıkça bildirdiği üzere

Allah insanları doğru yola zorlasaydı inanmayan kalmaz yahut küfre zorlasaydı, inanan olmazdı. Fakat her iki durumda da insanlar, yaptıklarından ötürü övülmez veya kınanmazdı. Halbuki, “Böylece Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir” cümlesi, bu konudaki diğer ayetler gibi Hz. Muhammed’in davetini kabul etmeyenleri kınamaktadır. Bu, tıpkı bizim Türkçe’de gerçeği kabul etmeyene, “Allah gözünü kör etmiş, gerçeği görmüyor” sözümüz gibi bir kınama anlamı taşır.

Allah insanlara seçim özgürlüğü vermiştir. Kul iradesiyle iyiyi veya kötüyü seçer. Kendi yaptığı işlerden sorumlu olur. “Sizden (iman yolunda) ileri gitmek ya da geri kalmak dileyen kimse için (bir öğüttür)” ayeti, bu seçim özgürlüğünü gayet açık olarak belirttiği gibi Allah’ın kötü niyetli, fasık, zalimlerden başkasını saptırmayacağını vurgulayan ayetler de insanın kendi isteğiyle kötü yolu seçtiğini bildirmektedir. “Allah (verdiği) o misalle birçoğunu şaşırtır ve yine onunla birçoğunu yola getirir. Onunla fasıklardan başkasını şaşırtmaz. O fasıklar ki söz verip bağlandıktan sonra Allah’a verdikleri sözü bozarlar, Allah’ın birleştirilmesini (yapılmasını) emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte ziyana uğrayacak olanlar onlardır.”

Görüldüğü gibi Allah, iyi niyetli insanları şaşırtmıyor, sözlerini tutmayan, yeryüzünde bozgunculuk yapan, yoldan çıkmış insanları şaşırtıyor. Bunlar zaten bu davranışlarıyla doğru yoldan sapmışlardır. Yaptıkları kendilerine hoş geldiği için o halde devam ederler. Allah da onları bulundukları halde bırakır. Kendileri yola gelmek istemedikleri için zorla doğru yola iletmez. Ama onlar isteseler, Allah onları doğru yola iletir. “De ki: Allah, dilediğini şaşırtır, yöneleni de kendisine iletir. Onlar ki inanmışlardır ve kalpleri Allah’ı anmakla yatışır. İyi bilin ki ancak Allah’ı anmakla kalpler yatışır” ayetleri, Allah’ın kendisine yönelenleri doğru yola ilettiğini bildirmektedir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Müddessir Suresi 30-31’inci ayet (2)

* DÜNDEN DEVAM

Cehennem üzerindeki muhafızların sayısını bildiren ayetin, hesap gününde hesap esnasındaki meleklerle ilgisi yoktur. Hesapta sorgu melekleri başka, cehennem cezaevinin muhafızları başkadır. Şöyle bir benzetme yapılabilir: Mahkemede yargıcın yardımcıları olan sekreterler, polis ve jandarmalar, mübaşirler başka, cezaevinin düzenini korumakla görevli gardiyanlar başkadır. Kitap ehlinin, cehennemin ondokuz melek muhafızının olduğunu bilip Kur’ân’ın vahiy olduğu hakkında kesin kanıya varacakları, inananların da imanlarının artacağı, ne kitap ehlinin, ne de müminlerin Kur’ân’ın söylediklerinden veya onun Allah’ın vahyi olduğundan kuşku duymayacakları fakat yüreklerinde hastalık bulunanlarla kafirlerin “Allah bununla ne demek istedi?” diyecekleri belirtilmektedir. Son iki grup insan, bu sözleriyle Kur’ân’ın vahiy olmadığını ifade etmişlerdir. Mekke’de bulunan kitap ehli kimselerle müminler bu sayıyı duyunca, Hz. Muhammed’in gerçekten peygamber olduğuna daha kesin inanmışlardır. Gönüllerinde hastalık olanlarla kafirler de bunu duyunca iyice sapmışlardır. Böylece Allah’ın indirdiği ayetler, iyi niyetli insanların doğru yolu bulmasına, imanlarının artmasına sebep olurken kötü niyetli kişilerin de iyice sapıtmalarına sebep olmuştur.

“Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir” cümlesinin anlamı, “Allah doğru yolda olan insanları yoldan çıkartır, yanlış yollara düşürür; eğri yollarda olanları da zorla doğru yola getirir” demek değildir. Allah’ın indirdiği vahiy, iyi niyetle dinleyenleri doğru yola iletir. Kötü niyetli, reddetmeye kararlı olan önyargılı kimseler de bu doğru yolu gösteren sözleri kabul etmedikleri için düştükleri eğri yollarda kalırlar. Hz. Muhammed’e karşı düşmanlıkla şartlandıkları için onun getirdiği vahiyleri kabul etmezler, bu yüzden içlerinde beliren isteksizlik ve nefret duygularıyla doğru yola gelmez, yanlış yollara saparlar. Kendilerinin sapmasına sebep, Peygamber’e olan düşmanlıklarıdır. İşte onların bu sapıklığı, kınamak için Allah’ın şaşırtması şeklinde nitelendirilmiştir. Maamafih Allah’ın, zalimlerden, kafirlerden, yoldan çıkanlardan başkasını saptırmayacağı birçok yerde vurgulanmış ve böylece Allah’ın saptırmasının ne anlama geldiği açıklanmıştır.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Müddessir Suresi 30-31’inci ayet (1)

SORU: Müddessir Suresi’nin 30’uncu ayetinde cehennemin üzerinde ondokuz görevli melek bulunduğu, 31’inci ayetinde cehennem üzerindeki muhafız melek sayısının inkârcılar için bir fitne, kitap ehlinin ve inananların imanlarının artmasına vesile olduğu belirtilmektedir. Bu ayetlerden, cehennemin üzerindeki melek sayısını, iman edenlerin bilmesi gerektiğini mi anlamalıyız? Ya da hesaba çekildiğimizde bu meleklerin sayısını bilmemekten sorumlu olacağımız mı belirtilliyor? Ayette belirtildiği gibi “Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” diye soranların kafirler olduğunu mu anlamalıyız? (Mert Alp Özcan)

CEVAP: “Biz cehennemin muhafızlarını hep melekler yaptık. Onların sayısını da inkâr edenler için bir sınav yaptık ki, kendilerine kitap verilmiş olanlar iyice inansın, inananların da imanı artsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar kuşkulanmasınlar. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de ‘Allah bu misalle ne demek istedi?’ desinler. Böylece Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlara bir uyarıdır.” Bu ayette cehennem gardiyanlarının melek olduğu; bunların sayısının kitap ehli ve müminler için kesin inanç vesilesi, hasta yürekliler ve kafirler için de sınav olduğu; Allah’ın askerlerinin sayısını yalnız kendisinin bileceği; Allah’ın indirdiği bu öğütle dilediğini şaşırtıp dilediğini doğru yola ileteceği; cehennem zebanilerinin sayısının veya Sekar’ın, insanlara bir öğüt ve uyarı olduğu bildirilmekte ve Ay’a, arkasını dönüp giden geceye, ışıyan sabaha yemin edilerek Sekar’ın, Allah’ın büyük mucizelerinden, belalarından biri olduğu; iman yolunda ileri gitmek isteyen yahut bunu kabul etmeyip geri kalmak dileyen insanlar için bir öğüt ve uyarı olarak anıldığı vurgulanmaktadır.

Ayet, cehennem üzerinde 19 melek muhafızın bulunduğunu anlatmaktadır. Niçin böyle söyleniyor. Bazı kişiler kendilerini güçlü sanarak pekâlâ cehennemden kaçıp kurtulabileceklerini ileri sürmüş olabilirler. İşte onlara deniliyor ki: “Cehennem öyle kapıları açık, başıboş bir cezaevi değildir. Üzerinde 19 güçlü, katı melek muhafızın bulunduğu bir cezaevidir. Oraya kapatılan suçlunun, Allah’ın izni olmadan oradan kurtulması mümkün değildir.”

Yazının devamı...

Namaz ve aile

SORU: 3 sene öncesine kadar arada bir namaz kılar, cumaya giderdim. Sonra 5 vakit kılmaya başladım. Kendimi din konusunda geliştirmeye çalışıyorum. Eşim çok nadir namaz kılıyor. Bunun günah olduğunu biliyor, bundan rahatsız oluyorum. Hac görevimi yerine getirmek istiyorum. Eğer hac dönüşü eşim dini vecibelerini yerine getirmezse aramızda sorun çıkar mı? Nasıl davranmalıyım? Eşim kapalı değil. Hocalar bu konuda çelişkili şeyler söylüyor. İslâmiyet’te kadının kapanması mecburiyeti var mı? (Y. D.)

CEVAP: Siz hanımınıza namazın her Müslüman’a farz olduğunu, kılması gerektiğini söylersiniz. Kılarsa ne âlâ, kılmazsa zorlamaya hakkınız yoktur. Zorla din olmaz. İçinden gelmedikten sonra namaz kılsa da o gerçek namaz olmaz. Siz tatlı dille gerçeği anlattığınız halde kadın kılmazsa siz sorumlu değilsiniz. Ama o da anlayışlı olursa evde huzur bozulmaz. Çünkü namaz Allah’ın emridir. Sizin haccınızla baş örtüsünün ilgisi yoktur. Şimdi örtmemesi size ne sorumluluk getirirse hacdan sonra da aynı sorumluluğu getirir. Bu konuda kadın, kocasını dinlemezse günahı ona aittir. Bu sizin aranızda halledilecek bir sorundur. Ben size hoşgörülü davranmanızı öğütlerim.



Dua ibadetin özüdür

SORU: Kendime, evdekilere, diğer insanlara dua ederken Allah’tan hayırlı ve bereketli günler nasip etmesini, öğrencilere zihin açıklığı, hastalara şifa vermesini diliyorum. Dinimizi iyi bilgidiğini söyleyen biri bu duaların şirk olduğunu söyledi. Bu doğru olabilir mi? (Ali Akman)

CEVAP: Böyle duaları şirk kabul eden kimsenin nasıl bir düşünceye sahip olduğunu bilmiyorum. Allah’a yalvarıp hastalara şifa dilemek nasıl şirk oluyor? Peygamberimizin kendisi torunları için dua etmiş, şifa dilemiştir. Dua ibadetin özüdür, ruhudur. İnsan meşru olan her gereksinimini Allah’tan diler. O’ndan bolluk, bereket, sağlık ve afiyet vermesini ister. Başkasından değil, sadece yüce Allah’tan diler. Buna şirk diyen muhakkak ki dini bilmeyen biridir.



Zekât düşen para...

SORU: 7 kardeşli bir ailenin çocuğuyum. Şu an evin geçimini ben sağlıyorum. Kardeşlerim okuyor. Babam çalışmıyor. Evimiz kira. Dişimizden tırnağımızdan kesip ev almak için para biriktiriyoruz. Bu paraya zekât düşer mi? (H. İ.)

CEVAP: Zekât, oturacak evinden, zorunlu ihtiyaçlarından fazla olup üstünden bir yıl geçmiş olan 3 bin lira veya daha üstü paraya düşer. Normal bir ev bugün tahminen 100-150 bin liradır. İşte bu, size ev alacak paradır. Bu paraya kanaatime göre zekât düşmez. Ama bundan fazla olursa o zaman zekât gerekir. Şayet eviniz varsa o zaman zorunlu ihtiyaçlarınızdan fazla olan paraya zekât düşer.

Yazının devamı...

Kur’ân-ı Kerîm’de çelişki yoktur

SORU: Bir surede dağların hareketli olduğunu okumuş ve çok etkilenmiştim. Kaf Suresi’nde şöyle bir ifade geçiyor: “Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk.” Bu iki ifade birbiriyle çelişmiyor mu? İnternetteki yabancı filmleri para vermeden elde etmek kul hakkına tecavüz olur mu? (Turgut Kök)

CEVAP: Siz ayeti dikkatlice okusaydınız bu kuşkunuza gerek kalmazdı. Neml Suresi’ndeki ayetin meali şöyledir: “Görüp de donuk sandığın dağlar, bulutun yürümesi gibi yürümektedir. (Bu) Her şeyi gayet iyi yapan Allah’ın yapısıdır. Doğrusu O, yaptıklarınızı haber almaktadır” (Neml: 88). Ayet, kıyamet olayını anlatıyor. Şimdi donuk ve sabit gördüğün dağların kıyamette bulutlar gibi yürütülüp dağıtılacağını anlatmaktadır. Ayetin asıl anlamı budur. Ama bu ifadede daima sabit bir gerçeğe de işaret vardır. Dağlar arzın yüksek yerleridir. Ayet sabit görünen dağların, aslında sabit olmayıp bulutlar gibi hareket ettiğini söylüyor. Dağların hareket etmesi demek, dağların üzerinde bulunduğu yerkürenin hareket etmesi demektir. Dünyanın hareket ettiğine işaret eden bu ayet de Kur’ân’ın bilimsel mucizelerinden biridir. Kaf Suresi’ndeki ayetin meali de şöyledir: “Arzı nasıl yaydık, ona sağlam dağlar attık, onda her güzel çifti bitirdik” (Kaf: 7). Ayette sabit kelimesi yok. Okuduğunuz meal yanlıştır.

Ayetin orijinalinde “rasiyat” kelimesi geçer. Arapça’da “rasiyat”, yere sağlam çakılmış yüksek kazık demektir. Ayette dağların kazıklar gibi yere çakıldığı, baskı yaptığı, sağlam olduğu belirtilir. Gerçekten dağlar, bilindiği gibi yeryüzüne püsküren magma tabakasının yükseltileridir. Bunlar soğuyunca taşlaşır, kaya olur. En sağlam yerler dağ bölgeleridir. Burada yapılan evler kolay kolay yıkılmaz, depreme dayanıklıdır. Ama düz araziye yapılan evlerin dibi göçebilir. Bunu 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde gördük. Dağlık bölgelerdeki evler sağlam kaldı, düzlüklerdekilerin çoğu yıkıldı. Bu ayetler arasında çelişki nerede?

İkinci sorunuzuza gelince: Yapımcılara para vermek istemiyorsunuz ama onların yaptığı malı çalıyorsunuz. Eskiler kul hakkı konusunda daha dikkatliydiler. Birinden ödünç aldıkları zaman onu öderlerdi, üstlerinde kul hakkı kalmamasına dikkat ederlerdi. Ama özellikle gayrimüslimden alınan borcun ödenmesine daha bir özen gösterirler, o borca daha çok ağırlık verirlerdi.

Yazının devamı...

Yoksul akrabaya zekât vermek daha makbul sayılır

SORU: Eşim ve ben memuruz. Kardeşlerime göre durumumuz oldukça iyi. Zekât ve fitreyi kardeşlerime verebilir miyiz? Geçtiğimiz yıllarda babam hakkın rahmetine kavuştu. Son yıllarını felçli geçirdi. Mümkün olduğunca tedavisiyle ilgilenmeye çalıştım. Ama onu üzdüğüm zamanlar da oldu. Gerçekten de anne ve babanın değeri onları kaybettikten sonra anlaşılamıyormuş. Babamın amel defterine sevap yazılması için evladı olarak ben ne yapabilirim?

CEVAP: Eğer kardeşleriniz zekâta muhtaç ise zekâtınızı onlara verebilirsiniz. Hatta böylesi daha makbuldür. Ancak kişi usul ve füruuna yani ana babasına, dedelerine, çocuğuna ve torunlarına zekât veremez. Bunun dışında kalan yoksul akrabalarına zekât vermesi, öteki fakirlere vermekten daha makbul sayılır. İkinci sorunuza gelince: Babanız hayatında dini görevlerini yapmamış ise siz onun namazını kılamaz ve orucunu tutamazsınız. Kimse kimsenin yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz. Yaptığınız ibadetler kendiniz içindir. Ama bunların ardından babanızı anıp onun bağışlanması için dua edersiniz, bol bol Kur’ân okursunuz. Fukaraya onun adına yardım edersiniz. Bundan babanızın ruhu istifade eder.

Namazı Allah ile iletişim kurmak için kılmalısınız

SORU: Sabah namazımı kıldıktan sonra evimden çıkıyorum. Diğer namazlarımı iş dönüşü evime geldiğimde sırasıyla öğlen, ikindi, akşam ve yatsıyı kılıyorum. Ancak bazen yatsıyı kıldıktan sonra sırasıyla kazalarını kılıyorum. Yaptığım doğru mu? Gözlerimde rimel, tırnaklarımda oje varken namaz abdesti almamda bir sakınca var mı?

CEVAP: Rimelli de olsan, ojeli de olsan abdestini al, namazını kıl. Namazı benim için değil, fetvacı hocalar için de değil, Allah ile iletişim kurmak için kılıyorsun. Allah sizin boyanıza değil, kalbinizdeki içtenliğe bakar. Bunu unutma. Namazları öyle toptan kılma diye bir şey yok ama hiç kılmamaktan iyidir. Yalnız kılamadığınız namazları önce sırasıyla kılacaksınız, sonra içinde bulunduğunuz vaktin namazını kılacaksınız. Mesela öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılamadınız. Yatsı vakti içinde yatsı namazını kılmadan önce öğleyi, sonra ikindiyi ve akşamı ardından da yatsıyı kılarsınız.

Yazının devamı...

Kadın-erkek hepsi Müslüman oldu

* DÜNDEN DEVAM

Musab İslâm’ı anlattı, Kur’ân okudu. Yüzünde İslâm eğilimi beliren Useyd, “Bu ne kadar güzel” dedi. Bu dine girmek için ne yapması gerektiğini sordu. “Yıkanıp giysilerini temizlersin ve şehadet getirirsin, hepsi bu kadar” dediler. Useyd yıkandı, elbisesini temizledi, şehadet getirdi ve iki rekât namaz kıldı. Sonra, “Arkamda bir kişi daha var. O da size uyarsa kavminden Müslüman olmayan kalmaz. Şimdi onu size göndereceğim” dedi. Sad, yanına gelen Useyd’e ne yaptığını sordu. Useyd şöyle dedi: “Adamlarla konuştum. Onları zararsız gördüm, onun için onlara engel olmadım. Bana ‘Dediğini yaparız’ dediler. Bana Hariseoğulları’nın, Esad ibn Zürare’yi öldürmek için çıktıkları bildirildi. Onlar senin teyzenin oğlu Esad’ı öldüreceklermiş ki seninle antlaşmalarını bozsunlar.” Sad hemen yerinden fırladı, mızrağını alıp iki Müslüman’ın yanına geldi. Bunları sağlık içinde görünce Useyd’in, kendisinin de bunları dinlemesini sağlamak için mahsus öyle söylediğini anladı. Esad’a hakaret ederek dedi ki: “Ey Ebu Ümame, eğer aramızda akrabalık olmasaydı sen bunu bana yapamazdın. Mahallemize geliyor, istediğinizi yapıyorsunuz.” Esad, Musab’a, “Vallahi sana kavminin lideri geldi. Eğer bu sana uyarsa onlardan sana karşı çıkacak iki kişi dahi kalmaz” dedi.

İki rekât namaz kıldı

Musab, Sad’a dedi ki: “Otur, dinle, hoşuna giderse kabul edersin, gitmezse sana sıkıntı vermeyiz, kalkıp gideriz.” Sad, “Doğru” dedi ve mızrağını yere saplayıp oturdu. Musab İslâm’ı anlattı, Kur’ân okudu. Yüzünde İslâm eğilimi beliren Sad da yıkanıp elbisesini temizledi ve şehadet getirerek Müslüman oldu. İki rekât namaz kıldı. Kavmine varıp dedi ki: “Ey Abdul-Eşheloğulları, beni nasıl bilirsiniz?” Kavimdekiler, “Bizim liderimiz, üstünümüz ve eminimizsin” diye bağırdı. Sad dedi ki: “İyi biliniz ki Allah’a ve Elçisi’ne inanmadığınız takdirde erkek ve kadınlarınızdan hiçbiriyle konuşmayacağım.” O gün Abdul-Eşheloğulları yurdunda bulunan kadın-erkek hepsi Müslüman oldu.

Diğer sorunuza gelince: Camiye giderken, nereye gittiğini soranlara camiye gittiğini söylemekte sakınca yok. Bunu gösteriş için değil, doğruluk için yaparsın. Ayrıca belki de camiye gittiğini söylemen, duyanların içinde bir iz bırakır. Ama camiye gittiğini söylemen sana zarar verecekse o zaman gerek yok. Kimseye hesap vermek zorunda değilsin.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.