Şampiy10
Magazin
Gündem

Peygambere iftira edenler

SORU: Turan Dursun’un “Din Bu” adlı kitabı elime geçti. Yarısına kadar şaşkınlıkla okudum. Bu kişinin özgeçmişini araştırdım. Eğitimli bir insan. İmamlık, müftülük yapmış ama yine de Peygamber Efendimiz hakkında yazdıkları beni çok şaşırttı. Hz. Ayşe ile 6 yaşında sözlenip 9 yaşında evlendiğini yazmış. Bu kişinin yazdıklarının doğruluk payı nedir? (Serhat Özdemir)

CEVAP: O kişi inançsızlıkla şartlanmış biridir. Amansız bir Peygamber düşmanıdır. Onun “Din Bu” adlı kitabına, iki cilt halinde “Gerçek Din Bu” adlı kitabımla cevap verdim. Siz bu kitabımı okuyunca o kişinin olayları nasıl çarpıttığını, nasıl önyargılı biri olduğunu göreceksiniz. Peygamberimizin, Hz. Ayşe ile 9 yaşında evlendiği rivayeti hadis kitaplarında var ama bunlar hep abartıdır. Çünkü Hz. Ayşe Peygamberimizden önce biriyle nişanlıydı. Peygamberimizin bundan haberi yoktu. Onu kendisine öneren, Peygamberimizin halasıdır. Ayşe’nin babası da bunu duyunca hemen öteki nişanı geri atmış ve kızını Peygamber’e vermeyi şeref bilmiştir. Ayşe, Hz. Fatıma ile yaşıttı. Fatıma, babasının peygamberlikle görevlendirilmesinden 5 yıl önce doğmuştur. 13 yıl peygamberlik, 5 daha 18 yıl eder. Peygamber Ayşe ile Medine’ye gittikten 2 yıl sonra evlendi. Bu hesaba göre Ayşe 20 yaşındadır. Nerede kaldı 9 yaş. Her rivayete inanılmaz.





*****



Parasız sistem olur mu?



SORU: Bir sitede şöyle bir yazı okudum: “İtalyan şair Marinetti’nin 1909 yılında Fransa’da yayınladığı bildirgeyle ortaya çıkan bu akım en basit şekliyle gelecek senaryoları üzerine düşünen ve geleceğe dair öngörülerde bulunan kişiler olarak ifade edilebilir. Futuristlere göre yaklaşık 15 seneye kadar doktorluk tarihe karışacak, hastalıklar bilgisayarlar sayesinde öğrenilebilecek. Petrol zenginliği yerini su ve hava zenginliğine bırakacak. Her şey herkesin olacak. Mal sahipliği olmadığı için işsizlik gibi sorun kalmayacak. Üniversite binaları yerini internet dünyasına bırakacak.” Böyle bir şey olabilir mi? Para nasıl kalkacak? Nasıl herşey herkesin olacak? Para olmadan insanlar nasıl anlaşacak?



CEVAP: Para insanları bozuyor. Keşke olmasa. İlk insanlarda para sistemi yoktu. Para aslında sanal bir şeydir. Kâğıt değil mi? İnsanlar bizzat mal verip mal alma yerine bunu icat ettiler. Ama bu para da bir yerde birikiyor, geniş kesim yoksulluk çekiyor. Kur’ân paranın belli ellerde toplanmasını değil, dağılmasını istiyor (Haşr Suresi). Ama paranın kalkacağı bir sistem kurulur mu, nasıl kurulur? Onu bilemem. Siz bunu bir ekonomiste sorun.

Yazının devamı...

Namazın amacı Allah’a bağlılıktır

SORU: Babam 90’lı yaşlarda. Rahatsızlığı nedeniyle her vakit için abdest almak zorunda kalıyor. Bu durumda namazları birleştirme veya başka çözüm yolu var mı? (Emin Seymen)

CEVAP: Babanızın durumunda ve zorunlu hallerde bulunanlar için Allah Elçisi’nin cem (birleştirme) uygulaması vardır. Babanız öğle vakti içinde abdestini alır, önce öğle namazını kılar. Farzın ardından hemen bir kamet getirip ikindi namazının farzını kılar. Böylece gündüz namazlarını bir abdestle kılmış olur. Akşam olunca da yine abdest alır. Akşamın farzını kılar. Ardından hemen bir kametle yatsının farzını kılar. Farzdan sonra isterse iki rekât sünnet, ardından da vitri kılar. Böylece akşam ve yatsı namazları birlikte kılınmış olur. Sabahleyin de abdestini alıp sabah namazını kılar. Şayet abdest almak zor geliyorsa temiz toprağa teyemmüm ederek de namazını kılabilir. İslâm’da güçlük yoktur. Namazın amacı da kalben Allah’a bağlılık, O’na yönelmektir. Önemli olan namazın dışı değil içidir. Gönlü Allah’a vermek, Allah aşkıyla kalbi doldurmaktır





En vurgulu farz

SORU: Teheccüd namazı kaç rekâttır? Yolculukta kolaylık olsun diye öğle, ikindi ve yatsı 2’şer rekât mı kılınmalı? (Serpil Erkan)

CEVAP: Teheccüd namazı en vurgulu farzdır. Sadece Peygamber’e değil, bütün ümmete emirdir. Müzzemmil Suresi’nin 20. ayetinde, müminlerden bir grubun da gece kalkıp ibadet ettikleri belirtilmektedir. Ancak teheccüd namazı cemaat namazı değil, bireysel namazdır. Kur’ân’da namazın kısaltılmasına ruhsat verilen yolculuk, aslında savaş ve korku durumunda yapılandır. Yol güvenliği ve rahat olduktan sonra isteyen tam kılar. Tam kılmak daha güzeldir. Diğer üç mezhebin görüşü de böyledir. Ben namazlarımı yolculukta da tam kılarım.





Teyemmüm edin

SORU: Rahatsız olan bir akrabam namazı bırakmak zorunda kaldı. Kendisine teyemmümle kıl diye tavsiyede bulundum. O da “su gördüğün zaman teyemmüm bozulur” dedi. Hasta olan kişi namaz kılmadığı için sorumlu mu? Bayan hizmetçinin yanında kalması günah mı?

CEVAP: Suyu kullanmanın kendisine zarar verdiği kimse, suyu görmekle teyemmümü bozulmaz. O hüküm sağlıklı insan içindir. Akrabanız suyu kullanamayacak durumda ise teyemmüm ederek namazını kılabilir. Hasta bir insanın yanında bayan hizmetçinin kalması günah değildir. Zorunluluklar sakıncaları ortadan kaldırır.

Yazının devamı...

Barış daha iyidir

Bilindiği üzere eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş, Meclis’te 3 yıl önce GATA’da yatmakta olan sanatçı Nejat Uygur’u ziyaret etmek isteyen Başbakan’ın eşi Emine Hanım’ın baş örtüsüyle GATA’ya sokulmayacağı hakkında aldığı uyarıya değindi. Durmuş alaylı bir tarzda, “Sizi gidi beyaz önlüklüler sizi, Peygamber kabul edilen bir başbakanın eşini siz nasıl GATA’ya bırakmazsınız” şeklinde yakışıksız bir cümle sarf etti. Askeri de olsa devletin hastanesi olan GATA, bu milletten toplanan vergilerle yapılan milletin yüksek düzeyli bir hastanesidir. Bu ordu, milletin ordusudur. Hastanede ayırım yapılmaz. Oraya herkes hastasını ziyarete gider ve hasta olan herkes gerektiğinde GATA’ya getirilir. Hastaların ve ziyaretçilerinin dini inanışı, siyasi görüşü, giyim kuşamı sorulmaz, araştırılmaz. Avrupa’da böyle bir şey düşünülemez. Doktorlar yaptıkları Hipokrat yemininde bunu vurgularlar. Şimdi Durmuş’un sözlerinden sanki başbakanın eşinin baş örtüsü yüzünden GATA’yı ziyaretine engel olunması düşüncesini savunduğu anlamı çıkıyor. Kendisinin amacı, bu tutumu savunmak olmasa bile sözleri böyle anlaşılır. Bu tutum ve davranışın savunulacak bir yanı yoktur.

Başbakan en büyük sorumluluk mevkiindedir. Söylediği tek cümle millet üzerinde büyük etki yapar. Onun için konuşacağı sözleri kırk kere ölçüp bir kez biçmeli, tahammüllü olmalı, kendisini eleştirenlere hemen laf yetiştirmeye kalkmamalıdır. Kendisiyle alay edebilirler. Siyasettir, olabilir böyle şeyler. Milletin sağduyusu her söyleyeni ve her sözü değerlendirir. Ama milletin önünde kavga etmek insanları gerer. Hele millete örnek olması gereken seçilmiş insanların, galiz küfürlerle birbirlerine saldırıya kalkmaları doğrusu sindirilecek türden şeyler değildir. Ne olur biraz mütehammil olun. Kavga etmeyin, birbirinize küfür etmeyin. Ederseniz ne olur? Bu, millete yansır, piyasalar alt üst olur, dengeler bozulur.

Size oy vermiş olanların huzuru kaçar. Özellikle sayın başbakana sesleniyorum. Ne olur biraz daha sabırlı olun, her sataşana mukabele etmeyin. “Kem söz sahibinindir” deyip yolunuza devam edin. Böyle mütehammil davranırsanız sevenleriniz sizi daha çok sever, sevmeyenleriniz ise en azından sabrınızı takdir eder. Ayrıca toplum da gerilmez, huzur içinde olur. En güzel biçimde kendini savunmayı öğütleyen Kur’ân-ı Kerîm, “Eğer şeytandan kötü bir düşünce, seni dürtüklerse (yani şeytan seni dürtükleyip kavgaya yönlendirirse) hemen Allah’a sığın” (Fussilet: 36) buyuruyor. “Vassulhu hayr: Barış daima daha hayırlıdır” (Nisa: 128) ayetiyle de barışın daha hayırlı olduğunu vurguluyor. Bizden hatırlatması.

Yazının devamı...

Ev, arsa, tarlanın zekâtı, devlete ödenen vergidir

SORU: Babam zamanında iyi paralar kazanmış, mal ve mülk edinmiş. Ancak bunların hepsini çok yakın bir akrabasının üzerine yapmış. Ancak o kişi sonunda hepsini gasp etmiş. Babam da bu malları ömür boyu zekâtı niyetine saymış. Böyle bir şey mümkün mü? Çünkü kendi rızasıyla zekât niyetine vermemiş, mal gasp edilmiş. Babamın senelerdir elinde bulunan bazı malları var. Tabii bunların hiçbirinin zekâtı verilmiyor. Bu konuda ne yapmalı?

CEVAP: Eğer mal mülkle kastınız arsa, ev, tarla ise bunların zekâtı yoktur. Bunların zekâtı devlete ödenen emlak vergisidir. Bu mallar gasp edilmiş. Babanız da bu gasp edilen malları zekâtına saymış. Öyle şey olmaz. Zekât, fukaraya verilecek paradır, yiyecek yahut giyecektir. Babanız kendisine ait olmayan ev veya arsayı zekâtına sayamaz. Gasp edilmiş de olsa artık o mal kendisinin değildir. Ayrıca ev ve arsanın zekâtı yoktur. Zekât bunların gelirine düşer. Eğer babanız bunlardan para kazanmış ve bu paralar zekât ölçüsüne varmış ise bunların zekâtı verilir. Ancak elde bir yıl kalmış olan ihtiyaç üzeri paranın zekâtı verilir. Babanın şimdi elinde bulunan emlağın da zekâtı yoktur. Bunların vergisini devlet alır. Ancak bunların gelirleri zekât ölçüsüne varır ve ihtiyacından fazla olan paranın üstünden bir yıl geçerse bu paranın zekâtını vermek gerekir.





İslâm dininde eşyaya kutsama yoktur

SORU: Bazı hocalar tarafından Topkapı Sarayı’nda bulunduğu ifade edilen Peygamber Efendimizin gömleğinin zaman zaman oradan çıkarılıp zengin çevrelere gösterildiği söyleniyor. Bunun doğruluk payı var mı? Eğer varsa dinen hükmü nedir? (Sami Akkaya)

CEVAP: Bir kere Topkapı sarayında bulunan gömleğin, gerçekten Peygamberimizin gömleği olduğu kesin değildir. Bir zandan ibarettir. Her ne olursa olsun, Mukaddes Emanetler bölümünde korunan o gömleğin, oradan çıkarılıp zengin çevrelere götürüldüğü doğru olamaz. Oradan hiçbir emanet dışarı çıkarılamaz. Ayrıca İslâm’da eşya kutsama, eşyaya saygı gösterme yoktur. Hz. Ömer, Mekke’ye giderken vaktiyle Peygamberimizin, gölgesi altında halktan beyat aldığı ağacı insanların ziyaret ettiklerini görünce “Bu şirktir” diyerek o ağacı kestirmiştir. İşte sorunuzun kısaca yanıtı budur.

Yazının devamı...

Enfal ve Tövbe surelerinde konu benzerliği var

SORU: Tövbe Suresi’nin besmeleyle başlamamasının sebebi nedir? (Orhan Dayan)

CEVAP: Kur’ân Hz. Osman zamanında ikinci kez derlenip yeniden yazılırken Enfal Suresi ile Tövbe Suresi’nin aynı sure olduğu kuşkusu vardı. Çünkü iki sure arasında konu benzerliği bulunuyor. Bu bakımdan iki sure art arda yazılmış, araya besmele konmamıştır. Belki iki sure birbirinin devamı olabilir diye besmele konmamıştır. Birinci yorum budur. İkinci yoruma göre Tövbe Suresi, Mekke putperestlerine ültimatomla başlar. Bunlara dört ay süre verilir. Bu dört ay içinde ya Müslüman olmaları veya öldürülecekleri uyarısında bulunulur. Öldürme Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatlarıyla pek uzlaşmadığı için putperestlerin, yakalandıkları yerde öldürülmesiyle başlayan Tövbe Suresi’ne besmele konması uygun görülmemiştir. Üçüncü ihtimale göre Hz. Osman zamanında Kur’ân’ı yazanların, Berae Suresi’nin başına besmele yazmayı unutmuş olmalarıdır. Besmele, sureleri birbirinden ayırmak için kullanılır. Bağımsız ayettir. Surelerin ayetlerinden değildir. Sadece Fatiha Suresi’nin ayetidir.





Kaza namazı hakkında

SORU: Çalıştığım için sabah ve yatsı namazlanın farzını kılabiliyorum. Kılamadığım namazın kazalarını sabah namazı ezanı okunmasına yaklaşık yarım saat kala kılıyorum. Daha sonra da sabah namazını kılıyorum. Acaba bu uygulama doğru mu? (Gülhan Bor)

CEVAP: Doğru uygulama şöyle olmalı: Öğle vakti yemek paydosunda önce öğlenin farzını, ardında da ikindinin farzını kılın. Akşam ne zaman eve gelirseniz o zaman önce akşam namazını, ardından da yatsının farzını kılın. Bu uygulamaya cem denilir. Kaza demenize gerek yok. Böyle yaparsanız Peygamberimizin ve Ehl-i Beyt’in yaptığına uymuş olursunuz.





Yemininizi bozmayın

SORU: Kur’ân’a el basarak bir daha sigara içmemeye yemin ettim. O günden beri içmiyorum. Ancak sigara rüyalarıma giriyor. Yeminimi bozarsam bir şey olur mu? (Semih Çolak)

CEVAP: Sakın yeminini bozma. Sigara sadece içene değil, çevreye de zarar verir. Birçok insanın hastalanmasına yol açar. Hem israftır hem de haramdır. Madem yeminle Allah’a söz vermişsin bunu yerine getir. Bu senin yararınadır. Onu senin rüyalarına sokan şeytandır. Nefis şeytanına uyma, sigara içme, yeminini bozma.

Yazının devamı...

Tasavvufta en büyük veli: Kutbul-aktab

SORU: Kutbul-aktab (kutuplar kutbu) diye birisi var mı? Varsa görevi nedir? Varlığına dair bir işaret muvcut mu? (Hasan Altın)

CEVAP: Kutub, velilerin başı sayılan büyük velidir. İslâm tasavvufunda dört kutub olduğuna inanılır. Bunların başı olan en büyük kutba “Kutbul-aktab” denilir. Bu tasavvuf çevrelerinin kabulüdür. Ama Kur’ân’da bu konuda bir kanıt yoktur. Evrenin yöneticisi Allah’tır. Ancak Allah evreni yönetmekle görevlendirdiği melekler yaratmıştır. Rüzgârı estirenler, yağmuru yağdıranlar kısaca tüm doğa yasalarını yönetmekle görevli melekler (ruhani varlıklar) vardır.

Bunların yönetmesi, Allah’ın yöneticiliğine aykırı değildir. Allah evreni görünmez varlıklarla, doğa yasalarıyla yönetir. Olgunlaşarak melekleşmiş insan ruhları da bu manevi yöneticilerden olabilir. Bu açıdan düşünülürse Kur’ân’da buna işaret vardır. Kur’ân’da İsrailoğulları’na 12 nakib (başkan) verildiği belirtilmektedir: “Allah, İsrailoğulları’ndan söz almıştı ve içlerinden on iki başkan göndermiştik\’85” (Maide: 12). İşte o zamandaki bu nakibler her zaman olagelmiştir. Bunların başına kutub denilir. Bu konuda Fatih’in hocası Akşemseddin’in “Makamat-i Evliya” adlı eserinde geniş bilgi vardır. Gerçeği Allah bilir.





Takdir ve taziye...

İnternet üzerinden yazdıklarınızı okuyorum. Allah size ve sevdiklerinize sabır versin. Allah Şakire teyzenin makamını cennet, ruhunu şad etsin. Siz gerçekten çok değer verdiğim, tanımasam da çok sevdiğim bir kişisiniz. Geniş yürekli, hoşgörülü olduğunuzu hissediyorum. Allah size ve sevdiklerinize sağlıklı, huzur, mutluluk, bolluk nasip etsin. Sağlıcakla kalın...

CEVAP: Teşekkür ederim Erbil Bey. Allah sizlere keder vermesin. Selam ve sevgilerimle...





Teşekkür mektubu

Sayın hocam, siz karanlığı aydınlatan bir nur gibi parlıyorsunuz. Size kim ne söylerse söylesin değeriniz ve ışığınız hiç yok olmayacak. Dinimizi sizin sayenizde Kur’ân’dan öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. Allah sizden razı olsun. Saygılarımla... (Metin Şahin)

CEVAP: Evet çok yobaz var. Bunlar yuvalarına çomak sokulmuş eşek arıları gibi davranıyorlar. Zehir kusuyorlar. Ama üç tane böyle kişi olsa da 100 tane saygılı, edepli sizin gibi kadirşinas insanlar var. İşte ben o üç terbiyesiz softa için değil yüz edepli, aydın insan için yazıyorum. Selam ve sevgilerimle...

Yazının devamı...

Melametilere göre zikrin mertebeleri

* DÜNDEN DEVAM

Rivayete göre krallardan biri, zahidlerden birini meclisine almış, ona saygı göstermiş. Zahid, kralın kendisine itibar ve yakınlığını fark edince (itibar hırsından kurtulmak için) yemek ve bakla istemiş ve lokmaları büyük yaparak oburca yemeye başlamış. Kral onu böyle görünce gözünden düşürmüş ve ondan yüz çevirmiş. Zahid, “Seni benden çeviren Allah’a hamdolsun” demiş. Kimi de halka şarap içiyor zannını verip onların gözünden düşmek için şarap rengi bardakla helal içki içmiştir. Fakat fıkhen bunun da caiz olup olmadığı kuşkuludur. Ancak hal erbabı, kalplerinin düzelmesine yararlı görürlerse nefislerini, fakihlerin görüşlerine aykırı usullerle de tedavi ederler. Sonra kusur şeklinde görünen bu işlerini telafi ederler. Onlardan biri zühdle meşhur olup halkın kendisine yönelmesini ve itibarını görünce hamama girmiş, başkasının elbisesini giyip çıkmış. Yolda durmuş. Kendisini yakalayıp dövmüşler, elbiseyi geri almışlar ve “Bu soyguncudur” deyip artık kendisine itibar etmemişler.

Mevki hırsından kurtulmanın en güçlü yolu, halktan ayrılmak, kendisine değer verilmeyecek yere gitmektir. Çünkü insan, meşhur olduğu kentte halvete çekilirse uzletinden dolayı halk yanındaki itibarı daha da artar. Kendisi belki bu itibarı sevmediğini sanır ama aldanır. Gerçekte nefis, umduğunu bulduğu için dinmiş, yatışmıştır. Şayet halkın kendisine karşı düşünceleri değişip, kendisini kötülemeye ya da kendisine uygunsuz bir şey yapmaya kalksalar, nefsi bundan sızlanır hatta belki de özür dileyerek kuşkuları üstünden kaldırmaya çalışır. Belki kuşkuları atmak için yalana da başvurur. Böylece hâlâ onun, mevkiye ve saygı görmeye tutkun olduğu ortaya çıkar.

Melametilere göre zikrin dört mertebesi vardır: Dilin zikri, kalbin zikri, sırrın zikri, ruhun zikri. Ruhun zikri gerçekleşirse sır, kalp ve dil susar. Bu, müşahede zikridir. Sırrın zikri gerçekleşirse kalp ve dil susar. Bu da heybet zikridir. Kalbin zikri gerçekleşirse dil susar. Bu da nimetler zikridir. Kalp zikrden gafil olunca dil zikreder ki bu, gelenek zikridir. Bu zikirlerden her birinin afeti vardır. Ruh zikrinin afeti sırrın onu bilmesidir. Sır zikrinin afeti kalbin onu bilmesidir. Kalp zikrinin afeti nefsin ona vakıf olmasıdır. Nefs zikrinin afeti zikri görmek ve ona değer vermek yahut ona sevap aramak yahut bu zikirle makamlara ulaşacağını sanmaktır. İnsanların en değersizi de zikrini halka gösterip böylece halkın kendisine gelmesini ve saygısını sağlamak isteyendir.

Yazının devamı...

Melametiler güzel eylemlerini gizler

Ebu Hafs, müritlerinden Ebu Muhammed el-Cuni’ye, “Çarşıya git. Çalış, kazan ama kazancını yeme, fakirlere ver. Yiyeceğini de insanlardan iste. Çünkü insanlardan dilenirsen derler ki: Bu, cimrinin teki. Gündüz boyunca çalışıyor sonra da insanlardan dileniyor.” (Risaletul-Melametiyye, s. 101). Melametilerin Allah’a niyazı şöyledir:

SEN tatlı olduktan sonra hayat acı olmuş ne çıkar? SEN razı olduktan sonra halk kızmış ne çıkar? BENİMLE senin aramız iyi olduktan sonra Benimle

âlemler arası bozulmuş ne çıkar? EY

bütün gayelerin yücesi, senin sevgin tam olsun yeter. ZİRA toprağın üstündeki her şey topraktır.

Melametiyye iki kısımdır: İyi, salih melametiler; iyi niyetlerine rağmen bilgisizlikle dine aykırı işler yapan cahiller. Birinciler, kimsenin kınamasına aldırmadan Allah’ın buyruklarını yerine getirir, Hakk’a davette kusur etmezler. İşte, “Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar” (Maide Suresi: 54) ayeti bunları övmektedir. İkinciler ise hallerini gizlemek için şeran haram veya mekruh olan şeyleri yapar görünerek kınanmak, böylece nefislerini ezmek isterler.

Abdul-Kahir Söhreverdi’ye göre Melametiler ihlasta ihtisas (uzmanlık) sahibidirler. Hal ve güzel eylemlerini gizlemekten zevk alırlar. Asi, nasıl günahının faş olmasından ürkerse bunlar da güzel eylemlerinin ve hallerinin görünmesinden öyle ürkerler. Zun-Nun da şöyle demiş: “Üç şey ihlas belirtisidir: Kamunun övmesinin ve yermesinin bir olması, yapılan ibadetleri ve güzel eylemleri görmemek, ibadeti ve eylemi ahirette sevap almak kastıyla yapmamak.” Bu, mevki hırsını ilim yoluyla tedavi yöntemidir.

Amel yani eylem yoluyla tedavi yöntemine gelince... Gazali, bu konuda şunları söylüyor: “Halkın gözünden düşmek için halkın hoşuna gitmeyen, kınanmasına yol açacak işler yapmaktır. Halk tarafından kınanmakla kabul lezzetinden ayrılır, reddedilmenin, itilmenin ezikliğine alışır, yaratıcının kabulüyle yetinir. Bu, melametiyye yöntemidir. Onlar, halkın gözünden düşmek için görünürde çirkin işler yapmışlardır. Ancak mukteda bih olan (kendisine uyulan) kimselerin böyle yapması caiz değildir. Çünkü bu davranış dinin itibarının sarsılmasına yol açar. Lider durumunda olmayan sıradan insan ise haram olan şeye yanaşmaz. Ancak halkın hoşlanmadığı mübah şeyleri yapabilir.”

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.