Şampiy10
Magazin
Gündem

Kul hakkına saygı göstermek güzel bir davranıştır

SORU: “Kur’ân Ansiklopedisi” adlı eserinizin CD’si var mı? Eğer yoksa bu kitabı temin edebileceğim yayınevi hangisi? İstanbul’da yaşıyorum. Emlakçıdan bir ev kiralamak istedim. Sonra bir tanıdık aracılığıyla evi, emlakçının teklif ettiğinden daha düşük fiyatla sahibinden kiraladım. Emlakçıyla sadece telefonla konuştum. Bu nedenle ona bir ücret ödemem gerekiyor mu? Kimsenin hakkı üzerimde kalsın istemiyorum. (M. A. İ.)

CEVAP: Kur’ân Ansiklopedisi adlı eserim 30 cilttir. Bunun CD’si yok. Yeni Ufuklar Neşriyat’tan temin edebilirsiniz. Telefon: 0216 492 66 13. Adresi: Nuh Kuyusu Cad. No: 267 Bağlarbaşı Üsküdar-İstanbul. Ev meselesine gelince, siz evi emlakçı aracılığıyla değil, doğrudan ev sahibinden kiraladığınıza göre onun sizin üzerinizde bir hakkı yoktur. Şayet evi emlakçı size kiralamış olsaydı elbette onun komisyon hakkını verecektiniz. Ayrıca size yüksek fiyat teklif etmesi de onun lehine bir şey değil. Kul hakkına riayet ve bu konuda hassasiyet de çok güzel bir şeydir.

Bayram namazından sonra cemaat tokalaşır

SORU: Namaz bittikten sonra yanındaki kişiyle veya tanıdığın biriyle cami içinde tokalaşmanın doğru olmadığını, camiden 25 metre uzakta tokalaşmanın doğru olacağını söylediler. Hatta bu konuda beni ikaz ettiler. Hocam bu doğru olabilir mi? (Cengiz Kırgız)

CEVAP: Tokalaşmanın mekânı yoktur. Camide de cami dışında da tokalaşılabilir. Peygamberimiz pekâlâ cami içinde de beyat almıştır. Cami Peygamberimizin aynı zamanda resmi devlet dairesi sayılırdı. Çünkü Peygamberimizin cami dışında bir bürosu veya dairesi yoktu. Peygamberimiz zamanında cami içinde nikâh da kıyılır, davet de verilirdi. Peygamberimiz, gelen heyetleri mescidinde karşılar, onlarla sohbet ederdi. Yalnız bir husus var ki namazın ardından hemen insanların tokalaşmaya başladıklarını, bunu alışkanlık haline getirdiklerini görüyoruz. Hz. Peygamber döneminde böyle yapıldığına dair kanıt yoktur. Yani namazın ardından tokalaşmak bidattır. Ancak bayramlar bunun dışındadır. Bayram namazının ardından cemaat tebrikleşir, tokalaşır, birbirlerinin boyunlarına sarılırlar. Cuma ve bayram namazlarının ardından cemaat gelip imamla tokalaşır.

Yazının devamı...

Cezaevi suç işleyen içindir

SORU: Araf Suresi 179’uncu ayet, “Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır” buyurulmuştur. Sözü edilen insanlar için, “Onların kalpleri vardır onlarla kavramazlar, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır” deniyor. Daha yaratılırken cehennemlik olan bir insan, hem de tüm yaratılanların birçoğu denilecek kadar çok sayıda ve bu insanın yaradılış itibarıyla cennetlik olabilme şansı yok. Daha yaratılırken hayvandan da beter olarak idrak ve kavrama yeteneğinden yoksun olarak yaratılmışlar. Ve cehennem azabına daha doğduklarında mutlak surette mahkûmlar. Doğru mu anlamışım? Allah sadece cehenneminde yakmak üzere neden insan yaratsın ki? Başka kaderleri olmadan cehenneme giren bu insanlar affedilecekler mi? Affetme kelimesi bu insanlar için anlamını yitirmiyor mu? Neden bu şekilde yaratılıyorlar? (Orhan Ünal)

CEVAP: Ayette zorunluluk belirtilmiyor. Allah iyi insanların cennete, kötü insanların cehenneme gideceğini kararlaştırmıştır. Cezaevi, suç işleyenler için yapılır. Suç işlenmeden önce cezaevi yapılır. Çünkü toplumda suç işleyenler olur, olacaktır. Elbette Allah’ın yarattığı özgür insanlardan kimi iyiliği, kimi kötülüğü seçer. İşte Allah kötülüğü seçenleri cehennemle cezalandıracağını, bir cezaevi olan cehennemi bunun için yarattığını bildirmiştir. Bunda ne zorlama var ki böyle acayip anlamlar çıkarıyorsunuz? Yani ne yapalım? Allah’ın kararını mı değiştireceğiz? İyi veya kötü olmasın mı? O zaman özgürlük nerede kalır? Herkes melek olsa sınav nerede kalır? Siz Allah’a teslim olun. Böyle soruların peşine takılıp kalmayın. Ben Allah’ın yaptığından daha iyi bir düzen olacağına inanmıyorum: “Leyse fil-imkani ebda’a mimma kan: Evrende varolandan daha güzel bir düzen yoktur.”

‘Sünnet namazlarını kılmamak günah mı?’

CEVAP: Şunu iyi bilmeniz gerekir ki günah, Kur’ân’ın yasakladığı bir şeyi yapmaktan gelir. Yalan söylemek, haksızlık etmek, namaz kılmamak gibi... Namazların farzları, insanın yapmak zorunda olduğu ibadetlerdir. Sünnetler ise zorunlu değil, isteğe bağlıdır. Zorunlu namazları yani farzları kılmamak günahtır. Ama isteğe bağlı namazları yani sünnet ve nafileleri kılmak sevabın artmasına neden ise de kılmamak günah değildir. Ancak insan yaptığı ibadet kadar sevap alır.

Yazının devamı...

Başla ayaklar mesh etme organıdır

SORU: 85 yaşındayım. Abdest alırken zorluklar yaşıyorum. Bir surede benim gibiler için bazı kolaylıkların olduğunu belirtmiştiniz. Bu sure hangisidir? (Mehmet Tayfur Ertekin)

CEVAP: Öğrenmek istediğiniz ayet, Maide Suresi’nin 6’ncı ayetidir. Meali de şöyledir: “Ey inananlar, namaza dur(mak iste)diğiniz zaman yıkayın: yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi, meshedin: başlarınızı ve aşıklara kadar ayaklarınızı. Eğer cünüpseniz tam temizlenin. Hasta yahut yolcu iseniz yahut biriniz tuvaletten gelmişse ya da kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız temiz toprağa teyemmüm edin. Ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemiyor fakat sizi temizlemek ve size olan nimetini tamamlamak istiyor ki şükredesiniz.” Bu ayetin hükmüne göre el-kollarla yüz yıkama organıdır. Başla iki ayak mesh etme organıdır. Mesih organlarının doğrudan kendilerine ıslak el sürülebileceği gibi bunlar üstündeki giysiye; başta sarık, eşarp, baş örtüsü; ayakta çorap veya ayakkabı gibi şeyler üzerine de mesh edilebilir. Başı ve ayakları yıkamak gerekli değildir. Mesh etmek yeterlidir. Eski yazılarımı okursanız veya şimdiye kadar bu köşede yayınlanan yazılarımı içeren altı ciltlik “Soru ve Cevaplarla İslâm” adlı eserimi okursanız konuyu ayrıntılarıyla öğrenirsiniz.

Hz. Muhammed: Kişi sevdiğiyle beraberdir

SORU: Öldükten sonra sevdiklerimizden sonsuza kadar ayrılacak mıyız? Ahiret gününe kadar sevenler birbirine kavuşamayacak mı? Eğer amel defteri sağından verilenlerden olursak cennette sevdiklerimize tekrar biraraya gelebilecek miyiz? (Mustafa Bülbül)

CEVAP: Ahireti dünya olaylarıyla kıyaslamayın. Ruh için uzaklık yoktur. Kişi ahirette sevdikleriyle beraber olur. Ancak amelleri, düşünceleri aynı olan veya benzer olanlar beraber olur. Siz çocuklarınızı seviyorsanız onlar da sizi seviyorlarsa elbette ruhlar birleşir. Ama karakterleri farklı, biri imansız öbürü imanlı olan ruhlar birbirine ters olduğu için bir araya gelmezler. Zaten gelseler rahatsız olurlar. İnşallah siz ahirette sevdiklerinizle beraber olursunuz. Çünkü Peygamberimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir” buyurmuştur. Kur’ân’da da bu konuda ayetler vardır. “Kendileri inanmış, zürriyetleri de imanda kendilerine uymuş olan kimselerin zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır. Kendi ameller(inin sevab)ından da hiçbir şey eksiltmemişizdir. Herkes kendi kazandığına bağlıdır” (Tur: 21) ayeti de bunlardandır.

Yazının devamı...

Din, insanlıkla beraber vardır

SORU: Bir yazınızda, “Tefsirimde açıkladığım gibi salat (namaz) İslâm’dan önce de bilinen ve muntazam olmasa da en azından bazı dindar kimseler tarafından uygulanan bir ibadetti” diyorsunuz. O dönemde henüz Müslümanlık yokken bu insanlar hangi dindendi? (Metin)

CEVAP: Yeryüzünde din duygusundan tamamen yoksun bir toplum yoktur. Hz. Muhammed’den önceki Arap kavimleri Hz. İbrahim’den kalma geleneksel dine bağlıydılar. Yazılı dini kitapları yoktu ama geleneksel dinleri vardı. Hac da bu dinin gereklerindendi. “Kur’ân-ı Kerim’e Göre Hz. Muhammed” adlı eserimi okursanız bu konuda bilgilenirsiniz. Din ötedenberi, insanlıkla beraber vardır. Halife kılınan ilk insan, Allah’a kulluğun yöntemini aramış ve uygulamıştır. Jean Jacques Rousseau’nun başını çektiği kimi bilim adamları, insanlar toplumsal yaşama geçtikten yani medenileştikten sonra din düşüncesine geçtiklerini, şehirciliğin dini yarattığını iddia etmişlerdir. Ama yeni arkeolojik keşifler bu tezi çürütmüş, şehircilikten önce dinin var olduğunu, daha doğrusu dinin medeniyeti yarattığını kanıtlamıştır. 21 Şubat 2010 tarihli Vatan gazetesinde şöyle bir haber vardı:

1994’te sürüsünü dolaştıran bir çoban tarafından Şanlıurfa’nın 15 kilometre kuzey doğusundaki Örencik Köyü yakınlarında yer alan Göbekli Tepe’de dikdörtgen şeklinde üzerinde oymalar olan taşlar bulundu. Keşfin duyulması üzerine buraya gelen Alman Arkeoloji Enstitüsü görevlisi Klaus Schmidt, incelemelere başladı. Ve bu tapınağın 14 bin yaşında olduğu karbon testleriyle anlaşıldı. Kazıdan elde edilen bilgilere göre Buzul Çağı’nı geçiren insanlar bu bölgeye geldikleri zaman, birlikte dua etmek için bu tapınağı yaptılar. Yani önce tapınak, ardından buradaki yerleşik hayat (yani medeniyet) başladı. Bu da “medeniyet dini yarattı” felsefesinin yerine, “din medeniyeti yarattı” felsefesinin gerçek olduğunu ve medeniyet tarihinin bu nedenle yeniden yazılması gerekliliğini ortaya çıkarıyor.



Hıristiyan bayanla evlenilir

SORU: Hıristiyan bir bayanla evlenilir mi? Bayanın bir de çocuk dünyaya getirecek. Bu çocuk için ne yapmalıdır? (Mehmet Köse)

CEVAP: Hıristiyan ve Yahudi bayanla evlenilebilir. Bunun hiçbir şartı yok. İslâm hükümlerine göre evlenilir. Bayanın din değiştirmesi gerekmez. Hıristiyan kalabilir. Herkes dininde özgürdür. Bayanın çocuğu başka birindense bu onun iradesine bağlıdır. Bir de çocuğun babası ne istiyorsa öyle olur. Ama çocuk sizdense onu İslâm terbiyesiyle yetiştirirsiniz. İslâm’a göre din gönül işidir. Zorlamayla olmaz.

Yazının devamı...

Küfür ve iman nedir?

SORU: Amentü’ye ve içeriğine inanmış birisi namaz kılmadan ölürse kafir mi olur? İnsanı kafir yapan ameller nelerdir? Hangi amelleri yerine getirmeyenler kafir olur? Namazla kafirlik arasında ne gibi bir bağlantı var? Kur’ân’da imanın şartlarını yapmayan birisinin kafir olacağını belirten veya kafir olmayacağını kesin bir şekilde ifade eden ayet var mı? İnsanı kafir yapmayan eylemleri sayan ayetler var mı?

CEVAP: Küfür ve iman nedir? Küfür nankörlük etmek, Allah’a karşı saygısız davranmak demektir. İman da O’na gönülden inanmak ve O’nun emirlerine uygun hareket etmektir. Sadece namaz kılmayan kafir olur ama yalan söyleyen dört başı mamur Müslüman mı? Öyle bir şey yok. Küfür sadece Müslümanların dışında kalan gayrimüslimlerin davranışı değildir. Müslüman ismini taşıyan pek çok insan da küfür davranışı gösterir. İnanır ama inancı Kur’ân’ın anlattığı inanç değildir. Müslüman insan namaz kılar, oruç tutar, zina etmez, yalan söylemez, çalmaz. Yalan söyleyen, çalan, acımasızca haksızlık eden, cana kıyan insan kültür itibariyle Müslüman olsa da eylemli Müslüman değildir. Yalan söyleyen kişi tam küfür eylemini yapmaktadır. Resmi dini ne olursa olsun, o kişi kafirlik yani Allah’a karşı nankörlük yapmaktadır. Kafir diye hemen gayrimüslimleri anlamayın. Müslümanların çoğu kendilerini Müslüman sanıyorlar ama davranışları Müslüman davranışı değildir. Bunu sadece namaza indirgemek yanlıştır, cahilliktir. Mümin ve Müslüman insan melek gibi arı duru insandır. Yalan, dolan, rüşvet, iltimas, bencillik hep küfür hareketleridir.



Namazı hızlı kılmak

SORU: Camide namaz kılarken bazı kişilerin namazını çok hızlı ya da yüksek sesle kıldığını görüyorum. Kulun Allah ile ruhen bağlantı kurarak ibadet etmesi demek olan namazın başka insanları rahatsız edecek şekilde kılınması doğru mu? Yolculuk sırasında fırsat bulduğum zaman öğle vaktinin 2 rekât farzını kılıyorum. Öğlenin vakti geçerse önce öğlen namazını 2 rekât, sonra ikindiyi 2 rekât kılıyorum. Bu doğru mu?

CEVAP: Birinci sorunuz gerçeği yansıtıyor. Tavuğun darı toplaması gibi çabuk kılınan namazda huzur diye bir şey olmaz. Namaz, belli hareketleri rutin olarak yapmak değil, Allah ile iletişim kurma, O’na yakınlaşma eylemidir. Gönülden hissedilmeyen namaz, gerçek namaz değildir. İnşallah o görünüş namazları gerçeğe dönüşür. Yolculuklarda namazların cem edileceğini sadece farzlarını kılmanın yeterli olacağını birçok kaç kez yazdım.

Yazının devamı...

Namaz kılarken gönülde yalnız Allah düşüncesi olmalı

Dört yıldan beri namaz kılmaya başladığını belirten okurum, ibadet şekillerinden daha çok günlük yaşamındaki yanlışlardan kurtulmak için nefsiyle mücadeleye inandığını, bu nedenle de sabah öğle akşam namazlarının farzlarını kılmakla yetindiğini belirtiyor. Namaz kılarken özellikle tespihlerde kaybettiği yakınlarıyla beraber olduğunu hissettiğini yazıyor. Bununu hata olup olmadığını soruyor.

CEVAP: Doğar doğmaz her fani ölümün yolundadır. Ama er, ama geç... Bugün doğmuş olan bir bebek, en çok 100 yıl sonra ölüdür. Hayatla ölüm arası 100 yıl da sürse bir an gibi, bir gün gibi gelir insana. Aslında ölüm ruhun özgürlüğe kavuşma zamanıdır. Ruhlar âleminden çıkıp insan kıyafetine bürünen ruh, olgunlaşmak üzere hayatın çilelerini görür, yaşadığı olaylarla olgunlaşır ve yolculuğunu tamamlayınca ceset binitinden iner. Bu defa daha uzun bir ruhsal olgunlaşma yolculuğu başlar. İnsanın yolculuğu tertemiz hale gelinceye yani soyut ruhani meleklik düzeyine yükselinceye kadar sürer.

Onun için, “Her ne gelirse yahşidir, Zira o dostun bahşidir, Çün cümle anın işidir” diyerek yaratandan memnun olmak gerekir. Sizin tahiyyatta geçmişlerinizi yanınızda hissetmeniz güzel de namaz bunun için kılınmaz ki... Tahiyyatta ölümden söz edilmez. Allah’ın salih kullarına selam verilir. Asıl namaz ölüleri düşünme yeri değil, Allah’ı anmada yoğunlaşma yöntemidir. Öyle olmalı ki namazda Allah düşüncesinden başka hiçbir düşünce bulunmamalı gönülde. İşte bu düşüncedir ki insanı yücelere çıkarır.





Kabir azabı ebedi mi?

SORU: Kabir azabı sonsuza kadar mı sürüyor yoksa belli bir süre içinde bu imtihanı bitirip ahiret hayatına mı başlanıyor? (Betül İnan)

CEVAP: Kabir azabı, kabrin içinde yapılacak bir azap değildir. Ölümden sonra insanlar genelde kabre konduğu için ölüm sonraki azaba kabir azabı denmiştir. Her ruh, dünyada yaptığı eylemlerin manevi şekilleriyle karşılaşır. İbadetler cennet nimetlerine, günahlar ise cehennem azabına dönüşür. İşte kabir azabı denilen şey budur. Her insanın mutlaka azap çekeceği diye bir kural yoktur. Allah suçsuzlara azap eder mi? Suçsuzlar cezaevine konulur mu? Ancak suçlular cezalandırılır. Ama Allah dilerse onları bağışlar, dilerse cezalandırır. Bu, tamamen O’nun dilemesine bağlıdır. Fakat sonsuza kadar azap olmaz. Her ruh yaptığı kötülüklerin cezasını çektikten sonra Allah’ın lütfu gereği rahat ve huzura kavuşur. Sonsuzca azap Allah’ın rahmetine aykırıdır.

Yazının devamı...

Her şey Yüce Allah’ın takdiridir

Bunalımlar geçiren bir hanım kızıma cevabımdır: Her şey Allah’ın takdiridir. Hayatın temel çerçevesi Allah tarafından çizilmiştir. Buna kader diyoruz. İnsan kader çizgisini izlemek zorundadır. Üzülmeyin, Namazınızı kılın, Allah’a inanın. Annenize saygılı olun. Doktorlara taşınmanın gereği yok. Sen kendi kendinin doktoru ol. Allah’a sarılırsan, O’na güvenirsen mutlu olursun. Peygamberimiz buyurmuşlar: “Kadere inanan, kederden emin olur yani üzüntüye düşmez.” Üzülme, üzüntü boştur. Sıkılma. Neyi değiştireceksin? Sen, seni yaratan Allah’tan memnun ol ki mutlu olasın.

Mutluluğun sırrı yaratanından memnun olmak, O’nu memnun etmeye çalışmaktır. Çevreni sev, insanlara iyi gözle bak, olayları kötümser algılama, içini düzlet, bakışın değişirse sen değişirsin. Sen değişirsen için rahat olur. Nasıl olsa bir gün bu hayat biter. Çünkü hayat ırmak gibi akıp gidiyor. Bugün 24 yaşındasın. 60 veya 70 yıl sonra belki bugün yaşayanların pek çoğu yok olur. Ölüp gider. Nasıl olsa bir gün bitecek olan bu hayat için sıkıntıya düşmeye değmez. “Değmez emin ol hayat bir damla gözyaşına.” Allah gönül rahatlığı, iç huzuru versin kızım.



Ölen için dua edilir

SORU: Ölenin arkasından yapılan yemek, mevlit, Kur’ân-ı Kerîm okutma, 7’nci gece, 40’ıncı gece, 52’nci gibi şeyler doğru mu? Yoksa bunlar birer gelenek mi? Bu uygulamaların dinimizde yeri var mı? Su içtikten sonra, “ölmüşlerinin ruhuna değsin” sözü yerinde mi? Mezara çiçek konmalı ve su dökülmeli mi? (Erkan Taşdelen)

CEVAP: Ölenin ardından dua edilir. Cenaze namazı da zaten duadır. Bunun dışındaki uygulamaların hepsi bidattır. Yani Peygamberimizden çok sonra üretilmiştir. Peygamberimizin getirdiği dinde bunların yeri yoktur. Kur’ân okumak sevaptır. Kişi okuduğu Kur’ân’ın ardından ölüsünün ruhu için de dua ederse ölünün ruhu bundan sevinç duyar. Ama mevlit, 7’nci gece, 40’ıncı gece, 52’nci gece hep hurafedir. Ölmüşlerin ruhuna su değmez. Bunun anlamı herhalde şu olabilir: “Allah ölmüşlerinize rahmet eylesin. Sen bana su verdin. İhtiyacımı giderdin. Bu hayrını Allah ölülerinize sevap olarak ulaştırsın.” Yoksa ben bu işleri bilmem. Çünkü hayatımda böyle bir şey söylemedim ve hiçbir din kitabında da görmedim.

Yazının devamı...

Bu gece Mevlit Kandili

Ay takvimine göre 1431 yıl önce, Rebiülevvel ayının 12’sine rastlayan pazartesi günü güneş doğmadan o manevi güneş doğdu.

On dört asır evvel yine bir böyle geceydi,

Kumdan ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi.

İnsani değerler ayaklar altında çiğneniyordu. Zulüm, kargaşa kol geziyordu.

Derken büyüyüp kırkına gelmişti ki öksüz,

Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi.

O’nun getirdiği ilahi mesaj köleyle efendiyi bir yaptı. “Sizin en değerliniz, en çok korunanızdır” (Hucurat: 13) ayetiyle soy ve sopla övünmeyi kaldırdı. Değer ölçüsü olarak sadece ahlak ve davranışı öngördü. İnsan sadece davranışlarından sorumludur. Seçimi elinde olmayan şeylerden ne sorumludur, ne de bunlarla övünmeye hakkı vardır. Irkını, doğduğu coğrafyayı, ülkeyi, anne babayı seçmek insanın elinde olmadığına göre insan bunlardan sorumlu değildir. “Sûra üflendiği zaman artık o gün aralarında soylar yoktur ve (insanlar, birbirlerine soylarını) sormazlar” (Müminun: 101).

Çocuk babasının, baba da çocuğunun sebep olmadığı günahından sorumlu olmaz. Düzgün ahlak sahibi olmayan kişiye soy şerefi bir değer katmaz. Nitekim peygamber oğlu olması, Nuh’un oğlunu helaktan kurtaramamıştı. Hz. Muhammed bütün insanların, tarağın dişleri gibi Tanrı huzurunda eşit olduklarını vurgulamıştır. Getirdiği mesajla toplumu, bir vücudun organları gibi, birinin rahatsızlığından ötekinin de ıstırap duyacağı ölçüde kaynaştırıp bütünleştirmiş, en soylular arasında olan halası kızını, azatlı bir köle olan Zeyd ile evlendirerek insanlık açısından köleyle efendi arasında fark olmadığını bizzat kendi ailesinde uygulayarak göstermiştir. Yüksek ahlakı tamamlamak için gönderilmiş olan o âlemlerin rahmeti herkese örnektir. İnsanlık onun getirdiği ahlak ve prensiplere uymakla huzur bulur, dost ve kardeş olur.

Şu mübarek günde merhum Yaman

Dede’nin diliyle seslenelim:

Gönül hun oldu şevkinden boyandım

ya Rasulallah,

Nasıl bilmem bu nirana dayandım ya

Rasulallah,

Ezel bezminde bir dinmez figandım

ya Rasulallah,

Cemalinle ferahnak et ki yandım

ya Rasulallah.

(Aşkınla kan olan gönlümün boyasına boyandım ey Allah Elçisi,

Bilmem bu ateşe nasıl dayandım ey Allah Elçisi,

Ruhlar âleminde hep ağlayıp dururdum senin aşkınla Ey Allah Elçisi,

Güzel yüzünü göstererek sevindir çünkü aşkınla yandım Ey Allah Elçisi.)

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.