Şampiy10
Magazin
Gündem

Allah kullarını yüceltmek için yarattı

Yıllarca teslisin (Üçlü Birlik) yanlış yorumlandığını anlatan bir Hristiyan din adamının nazik mektubuna cevabımdır: Aziz dostum, mektubunuzdan duygulandım. Teşekkür ederim. İnsanların benimsedikleri inancın tartışılmasında yarar olmadığını biliyorum. Herkesin inancına saygılıyım. Hristiyanlığı bilmediğimi sanmayın. Hem Kitab-ı Mukaddes’i hem de İncil’i okudum. Yalnız ben İncil’de bir teslis ifadesi görmedim. Siz öyle inanırsınız. Bu elbet tartışılmaz. Bunun felsefi mantıkla izah edilemeyeceği söyleniyor. Sizin açınızdan doğru olabilir ama bu izah beni tatmin etmiyor. Ancak sizin izahınız biraz farklı ve tevhide çok yakın. Fakat yapılan izahlar mason üçgeninin üst ayağı, alt ayağı gibi savlar insanların açıklamalarıdır. Ne Hz. İsa böyle bir şey söyledi, ne de İncillerde böyle bir mesaj gördüm. Üçlemeyi felsefi temele oturtanın Mısırlı Plotin (M S. 203-270/Yeni Eflatun) olduğunu Hristiyan bilim adamları yazıyorlar.

Ayetlerde belirtiliyor

Ben asla önyargılı hareket etmem. Hz. İsa’ya da İncillere de saygılıyım. Kitaplarının özüne bağlı olarak yaşayan kitap ehlinin de cennete gideceği Bakara 62, Maide 69-82-85, Nisa 122-124, Al-i İmran 113-115’inci ayetlerde gayet açık belirtilmiştir. Cennet hiç kimsenin ne Müslümanların, ne Hristiyanların, ne Yahudilerin, ne de herhangi bir milletin veya dinin tekelinde değildir. Kur’ân’a göre özünü Allah’a teslim eden, Allah’a kulluk eden, dürüst yaşayan her insan cennete gider. Çünkü Allah kullarını yakmak için değil, yüceltmek için yarattı. İşin aslına bakarsanız her dinin sonradan yetişen uzmanları ne yapıp edip o dini getirmiş olan peygamberi tanrılaştırmışlar. Tam Tanrı demeseler de o demeye getirmişler. Hristiyanlar Allah’ın ilk düşünce akımından oğul dedikleri İsa’nın var olduğuna ve kendisinde tanrılık doğası taşıdığına inanmışlar. Müslümanlar da onlardan geri kalacak değiller ya, onlar da bir Nur-i Muhammedi felsefesiyle Hz. Muhammed’i tüm evrenin çekirdeği yapmışlardır. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kelime-i şehadet getirmek sadece bir gelenektir

SORU: Gerek Müslüman olmak isteyen birine gerekse ölüm döşeğinde olan bir Müslüman’a kelime-i şehadet getirtilir. Ancuk bunu söylemeye dillerinin dönmediğine şahit oldum. Kelime-i tevhit getirmeleri istense daha kolay olmaz mı? (Mehmet Sürmen)

CEVAP: Ölmek üzere olan bir kimseye kelime-i şehadet getirmesinin telkin edilmesi sadece gelenektir. Kur’ân’ın böyle bir emri yoktur. Peygamberimizin böyle bir uygulamasını da bilmiyorum. Ölmek üzere olan kimseye “sen de şahadet getir” denmez ancak bilen birisi şehadet getirir. Ölüm döşeğindeki de aklı başında ise anımsayıp şehadet getirir. İster o sözü söylesin ister söylemesin, o sözü söyledi diye hayatını günahla geçirmiş olanın cennete gideceğini sanmam. Önemli olan kişinin, Allah’ın birliğine inanmış olarak ömrünü kapamasıdır. Ömründe bir kez “Lailahe illallah: Allah’tan başka Tanrı yoktur” deyip bunu gönülden benimseyen ve Allah’a tapan, Peygamber’in getirdiği mesaj uyarınca yaşayan insan cennete gider.

Müslüman olmak isteyen kimsenin de kelime-i şehadet getirmesi istenir. Kelime-i şehadetin ille Arapçasını söylemek de şart değildir. Türk ise Türkçe, İngiliz ise İngilizce olarak kelime-i şehadetin anlamını söyleyip bunu gönülden benimseyen kimse Müslüman’dır. “Allah’tan başka Tanrı olmadığına tanıklık ederim, Muhammed’in de Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim” demek zor bir şey mi? Bunun İngilizcesi de şöyledir: “I witness tehre is no God but Allah and witness also Mohammed is Allah’s servant and messenger.” Ama bu sözün Arapçasını söyleyebilirse daha güzel olur. Söyleyemezse sadece kelime-i tevhid yeter. Kelime-i tevhid de “Lailahe illlallah: Allah’tan başka Tanrı yoktur” sözünden ibarettir.

Birdir Cenabı Hak bir Halik

taaddüd etmez,

Halik taaddüd etse âlem

temehhüd etmez,

Bin misyoner dağılsa bin kahin

olsa peyda,

Mümin tanassur etmez müslim

tehevvüd etmez.

(Allah birdir, çoğalmaz. Yaratan çoğalsa âlem yıkılır, dağılır. Binlerce misyoner dağılsa binlerce kahin çabalasa inanmış bir Müslüman din değiştirip Hıristiyan veya Yahudi olmaz.)

Yazının devamı...

Altay Türkleri’nin yaratılış destanı (2)

DÜNDEN DEVAM
İnsanın atasının cennetten çıkmasında bir yanlış anlama vardır. İnsanın yaratıldığı cennetin, ölümsüzlük yurdu olan ruhani cennet olduğu sanılmıştır. Oysa o cennet, ölümsüzlük yurdudur. Ölümün olmadığı o cennette, insanın atasının ölümsüzlük aramasının anlamı yoktur. Ayrıca cennette günah işlenmez (La lagvun fiha vela tesim: Orada ne boş bir söz ve ne de günaha sokan bir laf işitirler) (Vakıa: 25). Oysa insan, yaratılmış olduğu cennette yasağı çiğneyerek günah işlemiştir. Demek ki insanın yaratıldığı cennet, ebediyyet yurdu olan cennet değil, dünya cennetidir. Cennet, bahçe demektir. Girift ağaçlarla kaplı yerlere cennet denilir. Kur’ân’da bunun kanıtı çoktur. Mesela “Üzüm cennetleri (bahçeleri)” (Rad: 4), “Birine iki üzüm cenneti (bahçesi) vermiştik. Adam kendisine yazık ederek cennetine (bahçesine) girdi” (Kehf: 32, 35), “Allah’ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki(ima)nı kökleştirmek için mallarını harcayanların durumu tepe üzerinde bulunan bir cennete (bahçeye) benzer” (Bakara: 265). Bunlar ve benzeri birçok ayet, cennetin, dünya bahçesi anlamında da kullanıldığının kanıtlarındandır.

İnsanın atasının ilk yaratıldığı yer de bir dünya bahçesi, ormanlık bir bölgedir. Orada işlenmesi gerekli olan bu zorunlu günah da insanın, o zamana kadar farkına varmadığı cinsel ilişki eylemidir. Bunu yapınca eşi hamile kalmış ve üreyip çoğalma olmuş, zamanla insanın ataları düzlüğe inip tarımsal yaşama geçmişlerdir. İşte bu kıssayla ilahi kitaplarda sembolize edilen bu gerçek, çeşitli uluslara da biraz farkla ve biraz da ulusal bir hüviyete büründürülerek yayılmıştır. Bu gelişim, ilahi vahiylerde böyle kısaca sembolize edilmiştir.


İçiniz rahat olsun

SORU: 26 Kasım’da hacca gideceğim. Ancak eşim gelmiyor. Bir yerde kadının yalnız başına hacca gitmesinin haram olduğunu okudum. Bu doğru mu? (N. T.)

CEVAP: Kadının yalnız başına hacca gidemeyeceği hakkındaki görüşler, asırlar önce yol güvenliği olmayan şartlar için geçerliydi. Bugün yol güvenliği var. Ayrıca kadın tek başına değil, kafilelerle birlikte gidiyor. Uçakta, otobüste yüzlerce hacı var. Mekke’de ve Medine’de kalacağınız yerler güvenli. Günümüzde “kadın yalnız hacca gidemez” demenin bir mantığı yok. İçiniz rahat olsun.

Yazının devamı...

Altay Türkleri’nin yaratılış destanı (1)

SORU: Altay Türkleri’nin yaratılış destanında Tanrı Bay Ülgen (bazen Kayra Han) insanı balçıktan yaratıyor. Onları bir adaya gönderiyor. Burada her türlü meyveyi yiyebiliyorlar. Ancak bir ağaçtaki meyveyi kesinlikle yememeleri gerektiğini emrediyor. Tanrı Ülgen’in, Erlik adında daha önce yardım ettiği fakat kötülüğü yüzünden yanından kovduğu bir insan üstü yaratık var. Tanrı Ülgen’den intikam almak ve onun yarattığı insanları yoldan çıkarmak için adaya gidiyor ve onlardan yasak meyveyi yemelerini istiyor. Adada bulunan Doğanay ismindeki insan, kesinlikle yemeyeceğini, tanrının onu yasak ettiğini söylüyor. Ancak Doğanay’ın eşi Ece, Erlik denen yaratığın oyununa gelerek yasak meyveyi yiyor. Tanrı Ülgen bunları cezalandırıyor. Bu destanı okuduğum zaman bana İslâm’daki insanın yaratılışını, Hz. Adem ile Havva’nın şeytanla aralarında geçen olayları anımsattı. Aradaki benzerlik konusunda düşünceleriniz nedir? Bu destanın İslâm dininden önce olmasının bir özelliği var mı? Türklere peygamber gönderilmiş midir? (Onur Tensu)

CEVAP: Yaratılış öyküsü, Kur’ân’ın orijinal anlatımı değildir. Bu öykü Tevrat’ta daha ayrıntıyla yer alır. Belki ondan önce de vardı. Muhakkak ki aslı, ilahi olan dinlerden çeşitli inanışlara, efsaneleşerek geçmiştir. Bunların ayrıntısı bizi ilgilendirmez. Kur’ân’da anlatılana inanınırız ama bunun da yoruma ihtiyacı vardır. Anlatılan öykünün temel mesajı şudur: “İlk aşamasında insan henüz cinsel üreme yolunu bilmiyordu. Nefis onu kadınla birleşmeye yönlendirdi. Çünkü insan, bulunduğu bahçede sonsuzluk arıyordu. Kendisinin ölümlü olduğunun farkına vardı. Fizik bedeniyle sürekli yaşamasının mümkün olmadığını anlayınca çocukları aracılığıyla adının sürmesini istedi.

Kadın da onu kendisine çekti. Böylece cinsel birleşmeyle üreme oldu. Bulundukları yer artık çocuklarıyla birlikte yaşamalarına yeterli olmadı. Yaşamaları için üretmeleri gerekiyordu. Oysa dağ başındaki ormanda üretim yapılamıyordu. Bunun için yüce Allah onların gönüllerine, düzlüğe inip yaşamlarını sürdürmeleri düşüncesini doğurdu. Daha önce ormanlık bölgedeyken yukarıdan aşağı düzlüğe inip arttılar, tarımsal yaşama geçtiler. Tabii bu gelişim bir anda olmadı, binlerce yıl sürdü.” DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Yüce Allah’ın rahmeti kulun günahlarını siler

SORU: Geçen günkü yazınızda, “Bir vakit de olsa namaz kılın. Tamamiyle terk etmek felakettir” cümleniz bende derin izler bıraktı. Keşke böyle bir yazıyı daha önce bir yerlerde okusaymışım diye düşünüyorum. Bana şimdiye kadar “ya hep ya hiç” öğrettiler. Bir vakit kılınca ikiyi, ikiyi kılınca üçü arıyor insan. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Ancak “Allaha yalvaran kul, günahından temizlenir” başlıklı yazınızla ilgili size bir sorum olacak. Bir kişi gençliğinde bana karşı her türlü melaneti yapacak, yaşlandığında ise pişman olup “Ben ne yaptım” diyecek. Sonra tövbe edip günahlarından kurtulacak. Peki benim haklarım, çektiğim sıkıntılar ne olacak? Siz bana, “Sen alacağını öteki dünyada alırsın” diyecekseniz benim için bu açıklayıcı bir cevap olmayacaktır kanaatindeyim. Bu konudaki yorumunuz nedir? Elbette Allah yaptıklarından sorumlu değildir. Kimi dilerse bağışlar, kimi dilerse azap içinde bırakır. (Salim Terzioğlu)

CEVAP: Kötülükte ısrar eden, dönmeyen insan elbette cezaya uğrar. Ama yaptığı kötülükten yürekten dönen, af dileyen kimseyi Allah, bağışlayacağını Kur’ân’da vurguyla belirtir. Sizin mantığınıza göre kimse Müslüman olamaz, eşkıya doğru yola giremez. Madem yaptığı kötülük hiç bağışlanmayacak, o zaman ne diye kişi küfründen, zinasından, hırsızlığından dönsün? Tövbeye ne gerek var? Böyle düşünmek sakattır. Allah bağışlayandır. Dilerse bağışlar, dilerse azap eder. Yaptığından sorumlu değildir. Allah tarafından bağışlanmak için bütün gönülle O’na yönelmek gerek. Öyle olursa Allah’ın rahmeti kulun günahlarını siler.

Bir kez Allah dese aşk ile lisan

Dökülür cümle günah misl-i hazan.

Siz Allah’ın işine karışmayın, ibadetinizi de çok görmeyin. Allah’ın, hiç kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur. İbadet kulun manen arınıp yücelmesi için yararlıdır. Asıl insanı kurtaracak olan Hakk’ın rahmetidir. Peygamberimiz, “Hiç kimsenin ameli, ibadeti kendisini kurtarmaz” buyurmuş ve bir soru üzerine, Allah rahmetiyle kendisini örtmese kendi ibadetinin de kendisini kurtaramayacağını belirtmiştir.

Yazının devamı...

Allah’ı anmak için kimseden izin almaya gerek yok

SORU: Bir komşum tarikat mensubu olduğunu söylüyor. Her hafta toplanıyorlarmış. Beni de davet etti. Bir seferinde, “Gel ama zikir yapılırken dışarı çıkarsın. Çünkü sen yabancısın. Bizden değilsin. Tövbe almadın. Duaya katılamazsın” dedi. Tabii toplantılarına gitmedim. Bunu çok saçma buldum. Sizin yorumunuz nedir? (Sıdıka Gül)

CEVAP: Onların amacı sizi de kendi cemaatlerine katmak, çoğalmak, şeyhlerinin mürit sayısını mümkün olduğunca artırmak. Böylece köleleştirilmiş insanlar, körü körüne giden mukallitler var etmek. Zikir dediğin Allah’ı anmaktır. Bunun izni olur mu? Camiye gitmek için de Diyanet’ten izin almak mı gerekir? Ne saçma mantık? Sizi oraya götürüyorlar. Siz de o halkaya katılmak istiyorsunuz. “Olmaz, buraya katılabilmek için ders alman, gruba girmen gerekiyor” diyorlar. Ne öyle yerlere gidin, ne de onların halkasına katılın. Allah her yerde anılır. Her kulunun kalbinde vardır. Bu cehalet perdesiyle basiretleri kapanmış olanlar, insanları ille bir tarikat şeyhinin bendesi yapmak istiyorlar. Bir irfan sahibi olsa ben de elini öperim ama onlar böyle dışlayıcı olamaz. Öylelerinin irfandan en ufak bir nasibi yoktur.

Bu konuda hem zahir hem batın ilimlerinde derya olan Hacı Muharrem Efendi, Menazilus Salikin (Hak Yolcularının Makamları) adlı eserinde, gerçekten ermiş, olgun bir üstat bulamayan kimsenin, bu eserinde yazdığı yönteme göre çalışıp manen yol alacağını belirtiyor: “Gerçi ben zayıf halli biri isem de anlattığım usul üzre devam eden Hak öğrencisinde perdelerin kalkacağında kuşku yoktur. Zira başarı, Cenabı Hak’tandır.”


Büyük bir saygısızlık

SORU: Bana, Peygamber Efendimiz’in 12 yaşalarına ait olduğu söylenen bir resim ulaştı. Bunun doğruluk payı var mıdır?

CEVAP: Peygamberin resmi yoktur. Ne 12 yaşında, ne de daha sonraki yaşlarda. Bazı kişiler böyle şeyleri uydurup halkın arasına yayıyor. Günahtır. Peygamber resme gelmez. Kutsal insanların resimlerini çizmek büyük saygısızlıktır. Çünkü bu tür şeyler putataparlığa yol açar. Peygamberimiz Müslümanlara, kendisinin resmini görseler dahi yırtıp atmalarını emretmiştir.

Çünkü resme saygı putçuluktur.

Yazının devamı...

Namaz, 3 vakitte 5 olarak kılınabilir

* DÜNDEN DEVAM

Peygamberimiz “Teheccüd namazı”nı cemaatle kıldırmamıştır. Çünkü

o saatte cemaati toplamak zordur. Bu namaz da farzdır ama cemaat namazı değil, bireysel namazdır. İşte bunu kılamayanlar, yatsı namazı diye bir namaz kılmak suretiyle gece namazını kılmış olacakları kanaatine varmışlardır. Kur’ân’da anılan namaz vakitleri sabahleyin güneş doğarken, akşamleyin güneş battığı sırada ve gece yarısıdır. Akşam namazının vakti, güneşin batmasından itibaren başlar, alacakaranlığa kadar sürer. Bu husus İsra Suresi 78 ve 79’uncu ayetlerde belirtilmiştir. Bu vaktin ilk cüz’ünde kılınan namaza akşam namazı, son bölümünde kılınan namaza yatsı namazı demişlerdir. Hadislerde birincisine “İşâ-i evvel (birinci akşam)”, ikincisine “İşâ-i ehir (sonuncu akşam)” denir.

Kur’ân’da anılmayan namazları kılmamakla günahkâr olunur mu, olunmaz mı sorusuna gelince. Bile bile Peygamberimizin uygulamasını reddetmek bence günahtır. Ama reddetmek amacıyla değil de “Bana Kur’ân’ın emri yeter” düşüncesiyle kılmayan hakkında hüküm veremem. Onun işi Allah’a kalmıştır. Hariciler, sabah namazıyla akşam namazının kılınmasıyla insanın görevini yapmış olacağını, sorumluluktan kurtulacağını söylemişlerdir. Benim kanaatim şudur: Namaz, yine Kur’ân’ın emrettiği biçimde üç vakitte fakat beş olarak kılınabilir. Sabah namazı, günün ortasında öğle ve ikindi namazları birlikte (ceman) ve akşam namazı yatsıyla birlikte ceman kılınırsa beş namaz, üç vakitte kılınmış olur. Bu, zaman zaman Peygamberimizin uygulamasına da uygundur. Bu dediklerim cemaat namazıdır. Bir de bireysel namaz vardır ki o da

seher vakitlerinde kılınan namazdır. Bireysel namaz, diğer namazlardan daha çok vur-guyla emredilmiş olan namazdır.







Ezandan önce sala

SORU: Bulunduğum yerde perşembe akşamları yatsı ezanından önce sala okunmaya başlandı. Bir süredir devam eden bu durum doğru bir uygulama mı? (Atıf Başeden)

CEVAP: Peygamberimiz zamanında sala vermek diye bir şey yoktu. Ondan sonra dine eklenen bu tür şeylere bid’at denilir. Ben her türlü bid’atın karşısındayım. Çünkü bu, dinin sadeliğini bozuyor.

Yazının devamı...

Kur’ân’da anılan namazları kılmak yeterli olur mu?

SORU: “Tahrim (haram kılma) yetkisi ancak Allah’a mahsustur” deniyor. Bundan benim anladığım, dinde farz ancak Kur’ân yoluyla olur. Peygamber bile Kur’ân’dan onay almadıkça bir hususta haram veya helal ihdas edemez. Kur’ân’da namaz 5 vakit değil, 3 vakit zikrediliyor. Bunlar sabah, akşam ve yatsı namazlarıdır. Diğer 2 vakit peygamberimizin uygulamalarıyla sabit olmuştur. Peygamber farz hükmü koyamayacağına göre “Kur’ânda olmayan 2 vakti kılmayanlar farzı terk etmiş sayılmazlar, günaha girmezler” sonucu ortaya çıkmaz mı? (Birol Dizdar)

CEVAP: Kur’ân’da üç namaz vakti açıkça belirtilir. Bunlar sabah, akşam ve gece namazlarıdır. Bu namazların kılınması emredilir. Ama farzdır veya nafiledir diye bir hüküm belirtilmez. Kur’ân’ın emirlerine farz denir. Ama her emir de farz değildir. Mesela, “İhramdan çıkınca avlanınız” emri var ama bu, isteğe bağlı bir eylemi bildirir. Yani ihramdayken konmuş olan avlanma yasağının kaldırıldığını belirtir. “Avlanabilirsiniz” demektir. Kur’ân’ın emirleri birkaç mana ifade eder. Bunu anlayabilmek için “Fıkıh usulü” bilgisine ihtiyaç vardır. İnsanlar kendi kendilerine fütursuzca Kur’ân’dan hüküm çıkarmaya çalışıyorlar. Tabii herkesin anlayışı değişik olduğundan hükümler de değişiyor. Sonunda olan, mübarek dinimize oluyor.

Kılınması gereken namazlar

Evet Kur’ân’da üç namaz vaktinden söz edilir ama Peygamberimiz öğleyle ikindi namazlarını sürekli cemaatle kıldırmıştır. O halde bunların da kılınması gereken namazlar olduğu açıktır. Çünkü Peygamberimiz gerekli olmayan bir ibadeti cemaatle ve sürekli kıldırmaz. İşte onun sürekli olarak cemaatle kıldırdığı namazlara sonradan bilginler farz demişlerdir. Öyle ise farz olan namaz sayısı beştir ama bunların üçü Kur’ân’da açıkça belirtilmiştir. Diğer ikisi de Peygamberimizin yine ilhama dayalı uygulamasıyla sabit olmuştur. Yatsı namazı akşamdan ayrı bir namaz değildir. Asıl Kur’ân’da emredilen namaz, akşam namazından sonra uyumanın ardından gece kalkılıp kılınan namazdır ki buna Teheccüd namazı denir. Devam edecek

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.