Şampiy10
Magazin
Gündem

Doğru bildiğimi hep söyledim ve söyleyeceğim

DÜNDEN DEVAM
Ben kimseyi dışlamam. Tevhit özünde birleşen farklı din mensupları da Kur’ân’a göre ödüllendirileceklerdir. İnsanları ahlak ve davranışlarıyla değerlendiririm. Allah’ı seven güzel ahlak sahibi herkesi kardeş bilirim. Ama siz beni hiç okumadan birilerinin yönlendirmesiyle değerlendiriyor ve saldırıyorsanız Allah aramızda hüküm verecektir. Kimsenin saldırısından korkmam. Doğru bildiğimi hep söyledim ve söyleyeceğim. İyiye, doğruya ve güzele yönlendirmeye çalışacağım. Böyle bir iki kendini bilmezin önyargılıları yanında yüzlerce, binlerce takdirkârımız var. İşte örnekleri.

Orhan Uzunkaya e-mektubunda şunları dile getiriyor: “Sayın Ateş hocam, sizi ziyarete geldiğimizde yüzünüze söylemekten çekindiğim (sizin de övülmekten çok hoşlanmadığınız kanaatindeyim) bazı düşüncelerimi arz edeceğim izninizle. Kendimi sizinle aynı çağda yaşamış biri olarak çok şanslı ve bahtiyar hissediyorum. Bu ülkede kasten ve cehalet nedeniyle saptırılan çok şeyden biri olan dini ve imani meseleler konusunda fikir beyan ederken gösterdiğiniz hoşgörü, cesaret ve kesinlikle popüler olma amaçlı yapmadığınız radikal açıklamalarınızla bizlere mürşidlik yapıyorsunuz. Her iki cihanda da mutluluk arayanlara yazılarınızı ve kitaplarınızı öneriyorum.

Efendimizin uğradığı hakaretleri düşündükçe size yapılan hakaret ve sataşmaların da aynı zihniyetin mahsulü olduğunu bilmek, insanı gelecek nesiller için hem üzüyor hem de endişelendiriyor. Yüce rabbim size hayırlı, uzun ömür nasip etsin, muvaffakiyetler nasip etsin, ilmimizi arttırması için sizi vesile kılsın. Efendimizle onun ashabı ehli beyti tüm salih kullar, Allah dostları ve sizinle gerçek hayatımızda komşu olmayı nasip etsin. İlk fırsatta Nilüfer’le sizi tekrar ziyarete gelmeyi çok arzu ederiz. Kalın sağlıcakla. Ellerinizden öpüyorum.”

Hayri Paçalı diyor ki: “Sizin gibi yalansız dolansız, yalın şekilde İslam’ı, Kur’ân eksenine oturtarak çevresine anlatmaya, bilgiler vermeye çalışan böylesine muhterem bir zata hakaret edenleri Allah’a havale ediyorum. Kesindir ki Allah işitendir, bilendir.”

Yazının devamı...

Ben bir mezhep dayatmıyorum

Beni bir mezhebin yandaşı, başka bir mezhebin de düşmanı gibi algılayıp saldıranlar var. Biri de yazımı okuyan sevgilisinin, kendisinden ayrıldığını belirterek “Tebrikler Süleyman Bey, başardınız” diye yazıyor. Hayret doğrusu! Hayretlerin şaşacağı kadar hayret! Yazılarımı okumadan yargılıyorlar. Ben her yazımda mezhep taassubunun karşısında olduğumu, İslâm’ın kitabını, Kur’ân’ın temel hükümlerini kabul eden herkesin mezhebi ne olursa olsun Müslüman ve kardeş olduklarını yazdım ve yazacağım. Bu nedenle çok takdir aldım. Yazılarım üzerine farklı mezhepten kimseler evlenmişler ve bana teşekkürlerini bildirmişlerdir. Buna karşın bana, kendi mezhebimi dayatmak istediğimi iddia edecek kadar önyargılı, okumadan saldıran kimseler de var. Hiç önemli değil.

Herkes bilmeli ki ben körü körüne bir mezhep bağımlısı değilim. Mezhep ayrıntıları yüzünden Müslümanların bölünmesini de hiç istemem. Geçmiş yıllarda bir köyde farklı mezhep mensuplarının kabristanlarını dahi ayırmış olduklarını görmüş ve buna üzülmüştüm. İki farklı mezhepten köylülerin toplandığı kahvede bu konuya değinmiş, Allah’ın meleklerinin iyilerle kötüleri ayırt etmekten aciz olmadıklarını söylemiştim. Ayrıca Allah’ın, her kulunun gönlünde bulunduğunu, maneviyatın insanların değerlendirmesine göre olmadığını da belirtmiştim. Tekrar vurguluyorum, ben bir mezhep dayatmıyorum. Çünkü Kur’ân’ı kabul eden herkes, mezhebi ne olursa olsun kardeştir, birbiriyle evlenebilir. Yazılarımda hep bunları dile getirdim.

Bunun neresi yanlış? Beni neden bir mezhebe düşman görüyor ve gösteriyorsun? Senin sevdiğin kızla ayrılmanın benimle ilgisi yok. Kim bilir aranızda ne geçti, kızın ailesi ne düşündü? Bundan bana ne? Ben çöp çatan değilim. Anlıyorum ki insanımız okumuyor, insanımız önyargılı. Geleneğini din yapmış, körü körüne saplantı içinde. Kürt’ü Türk’e, Türk’ü Kürt’e, Sünni’yi Alevi’ye, Alevi’yi Sünni’ye düşman etmek isteyenler var. Ben bu tür düşüncelerden ve bölücülükten uzağım. Kur’ân’ı kabul eden, “Ben Müslümanım” diyen iyi niyetli, temiz yürekli herkes benim kardeşimdir. İkinci derecede kalan bazı mezhep düşünceleri yüzünden insanların birbirine saldırmalarının ne anlamı var?

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

En makbul dua içimizden gelen yalvarmalardır

SORU: Dualar yaşamımızın önemli bir parçasıdır. Bazı kitaplarda veya internet sitelerinde sabah akşam üç defa şu duayı veya şu ayeti okuyan şöyle olur, böyle olur, cehennemden kurtulur, şirkten korunur deniyor. Mesela günde 25 defa “Allahümme barikli fil mevt ve fi ma badelmevt okuyan sehit olarak ölür” (Redd-ül Muhtar) şeklinde çeşitli hadis mecmualarından alınan dualardan söz ediliyor. Bunların söylenilen tesirleri yapıp yapmadığı konusunda kararsız kaldım. Sizin iyi bir okurunuz olan babam, bu tarz şeylerin hurafe olduğunu, bazılarının ise şirke vardığını söyledi. Kafam iyice karıştı. Sizin bu konudaki yorumunuz benim için çok önemli. Bunların doğruluk derecesi nedir? (Ayşe)

CEVAP: Babanızı kutluyorum. Dini güzel anlamış. Böyle bir fısıltıyla şehit olmak ne kolay! Dua dediğin nefesin çıkmasından ibaret değil mi? Yani fısıltı. Bunlar içtenlikle söylenirse insana moral verir. Bu sözleri Peygamberimizin söylediğine inanmıyorum. Çünkü öyle olsaydı Kur’ân’da bu tür şeylere hiç değilse bir işaret yapılırdı. Düşünce var, gönülden Allah’a yönelme var.

Rivayetlerin doğruluğu

Bu tür sözler Peygamber’den sonra, insanları duaya ve tesbihe yöneltmek için üretilmiş ve ağızdan ağıza dolaştıktan sonra kitaplara geçirilmiştir. Bu rivayetlere tergib ve terhib denir. Yani bunlar, insanları cehennemle korkutup cennetle yüreklendirerek ibadete yöneltme amacını taşır. Peygamber’e salavat getirmenin şu kadar sevap olduğu hakkındaki rivayetlerin uydurma olduğunda kuşku görmüyorum. Çünkü Peygamberimizin, insanları kendisine salavat getirmeye teşvik ettiği düşünülemez. O, Allah’ın elçisidir. İnsanların kendisine değil, Allah’a yönelmelerini istemiştir. Çünkü görevi budur. Kaynaklarda bulunan her rivayet doğru değildir. Bunların doğruluğunun iki ölçütü vardır. Önce Kur’ân ile örtüşmeleri, sonra rivayet zincirlerinin sağlamlığı. Duaların en geçerli olanı ezberletilen ve papağan gibi okunan sözler değil, insanın içinden gelen, bilinçli olarak yaptığı yalvarılardır. İşte en makbul dua, böyle duadır.

Yazının devamı...

Kur’ân’ın yasakladığı şey haramdır

Domuz etinin zararlarını yazan Prof. Dr. Gülendame Saygı’ya cevabımdır: Sayın Gülendame Hanımefendi, gönderdiğiniz değerli bilgiler için teşekkür ederim. Bu bilgileri zamanı gelince kullanacağım ve okurlarımla paylaşacağım. Yalnız bir hususun bilinmesinde yarar var. Domuz etinde sizin de belirttiğiniz zararlar var. Bunlar domuz etinin yasaklanmasında etkili olmuştur. Ancak dindeki bir yasağın hikmeti, sadece bizim bildiklerimizden ibaret olmayabilir. Çünkü haramlık sadece bu sebepler olsa, bunların tamamının bazı tedbirlerle yok edilmesi durumunda yasağın kalkması gerekir. Ama öyle değil. Bütün zararları def edilse bile yine Kur’ân’ın yasakladığı şey haramdır.

Sığır da tenya denilen şeridin taşıyıcısı olabilir ama din onu yasaklamamıştır. Özellikle güney doğu illerimizde sığır eti pişirilmeden çiğ köfte halinde sıkça yendiğinden oralardaki vatandaşlarımız tenyadan muztaripti. Ama ilaçlarla bunun önü alındı. Dindeki yasakları sadece bilinen sebeplere bağlamak doğru değildir. Çünkü birileri kalkar der ki: “Tamam şu zararlarından ötürü yasaklanmıştır ama artık o zararları, bulunan tedbirler ortadan kaldırmıştır. Öyle ise artık domuz yasak değildir. Alkol de sarhoş ettiği için yasaktır. Ama kişi bir litre içtiği halde sarhoş olmuyor, öyle ise ona yasak değildir.” Elbette bu tür iddialar doğru değildir. Madem Kur’ân yasaklamıştır. Aklımızın ve bilgimizin yettiğince yasaklık hikmetini anlatırız ama “İşte bundan ötürü bu yasak konmuştur” iddiası yerine oturmaz. Çünkü gerçek nedenini Allah bilir.







Bir okurun ricası

SORU: Sitenizdeki hutbelerin hepsini dinledim. Kafamdaki birçok soruya cevap buldum. Sizden ricam, internetteki sitenize bu gibi hutbeleri daha çok koymanız. Yurt dışında çalışıyor olmam nedeniyle hutbe dinleme imkânım olmuyor. Hz. Ali’nin dediği gibi insanlar öğütlerle kendini eğitir. Ben de sizin hutbelerinizle kendimi düzeltmeye çalışıyorum. Ricamı dikkate almanız dileğiyle... (Kerem Tahtacı)

CEVAP: İnşallah fırsat buldukça bu konuşmalarımı, hutbelerimi ve yaptığım tefsir derslerini siteme koydurmaya çalışacağım.

Yazının devamı...

Hadislerin çoğu Kur’ân’a ters

SORU: “Kur’ân çiftçilikten övgüyle söz eder” başlıklı yazınızda “Kütüb-i Sitte (altı kitap)” denilen hadis mecmualarında pek çok zayıf ve uydurma hadislerin bulunduğunu, İmam-ı Azam’ın ancak 17 hadise güvendiğini söylüyorsunuz. Daha sonra da “Haydi biz onun 50 hadisi güvenilir bulduğunu kabul edelim” diyorsunuz. Ben bu yazınızdan, yüzlerce hadis arasından ancak 50 tanesinin güvenilir olduğu sonucunu çıkardım. Doğru mu? (Levent Mehmet Ergin)

CEVAP: Ben, İbn Haldun’un Mukaddimesi’nde İmam-ı Azam’ın sadece 17 hadise güvendiğinin yazıldığını anlattım. Elbette sağlam hadis sayısı sadece 17 değil. Ama İmam-ı Azam akılcıdır, rivayetçi değil. Yüz binlerce hadisin arasında sağlamı var, çürüğü var, uydurması var. Bunların, bilimsel metotlarla Kur’ân ile karşılaştırılması gerekir. Yoksa bu hadis rivayetleri, olduğu gibi alınıp halka aktarılırsa birçok insan dinden nefret eder hale gelir. Gerçekten bunlar birbiriyle o kadar çelişkili ve büyük bir kısmı Kur’ân’a öyle terstir ki, ayıklanması titiz bir çalışma ister.







İnanmayan birini doğru yola getirmek sevaptır

SORU: Kız arkadaşımla evlenmeyi düşünüyorum. Ancak dini konularda zayıf. Ona sağlam imanı ve inancına göre yaşamayı öğretmek istiyorum. Bunu nasıl yapabilirim?

CEVAP: Kız arkadaşınız oruca namaza inanmıyorsa ve bu düşünceyle koşullanmışsa onu dini gerçeklere inandırmak kolay değildir. Ama inanmayan birini doğru yola getirmek ve buna vesile olmak sevaptır. Bence siz onu alın bir cuma günü Eyüpsultan Camii’ne gidin. Orada toplu ibadeti görsün. Bir gün de Sultanahmet’e götürün. Kız etkilenecek ve doğru yola gelecektir.







Yastıkta namaz kılmak

SORU: Annem ameliyatlı olduğu için yastıkta namaz kılıyor. Televizyonda bir hoca, “oturduğunuz yerde, yastık üzerinde namaz kılmak mekruhtur” dedi. Annemin namazları kabul olmuyor mu? (Selda Arıklı)

CEVAP: Hocanın söylediği normal durumlar içindir. Zorunluluklar yasakları ortadan kaldırır. Nasıl rahat ediyorsa öyle kılsın. Anneniz gönlünü Allah’a vererek kılabiliyorsa yatarak da namaz kılsa kabul olur. Gönlünde Allah sevgisi yoksa o namaz, namaz değildir. Ayakta da kılsa, yastıkta da kılsa fark etmez.

Yazının devamı...

Kur’ân hiçbir milleti toptan cezalandırmaz

SORU: 1- Kur’ân-ı Kerîm’de İsrailoğulları’ndan bahsediliyor. İsrailoğulları bugünkü İsrailliler (Yahudiler) midir? Bu topluluk lanetlenmiş mi? 2- Bakara Suresi’nde “eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın (biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için) olsun” ayetinde tam olarak ne denmek isteniyor? Neden “kadın unutursa” deniyor. Erkek unutursa kavramı neden yok? (Dilan Karakoyun)

CEVAP: 1- Kur’ân’da peygamberlerine karşı gelen, kötü işler yapan İsrailoğulları’nın lanete uğradığı belirtilir ama yine onlar içinde iyi yolda giden kimseler de övülür. Kim demiş İsrailoğulları’nın tümden lanetlendiklerini? Eğer onlar öyle lanetli bir kavim olsalardı içlerinden bu kadar peygamber çıkar mıydı? İki yerde “Musa’nın kavmi içinde Hakk’a ileten ve Hak ile adalet yapan bir toplumun bulunduğu”, Sebe Suresi’nde onların üç gruba ayrıldığı, bir kısmının zalim, bir kısmının orta yolda giden ılımlı oldukları, bir kısmının da Allah’ın izniyle hayır işlerinde çok ileri gittikleri belirtilmektedir. Bakara Suresi’nde de Allah’ın, İsrailoğulları’nı âlemlere üstün kıldığı vurgulanmaktadır. Bugünkü İsrailoğulları, Hz. Peygamber dönemindeki İsrailoğulları’nın devamıdır. Bunlar gökten inmedi. Kur’ân hiçbir milleti toptan mahkum etmez. Kur’ân eksik okunursa doğruya ulaşılamaz.

2- Bir erkeğe iki kadının denk tutulması her konuda değil, sadece borç şahitliğindedir. Sebep de o zaman ekonomik işlerin kadınların meşgale alanı dışında olmasıdır. Ayrıca kadınlar erkeklere göre daha heyecanlı ve duygusal olmaları dolayısıyla şaşırmaları ihtimalinin daha çok olmasıdır. Bu bakımdan ayette sizin yazdığınız gibi “bir kadın unutursa” ifadesi yok, “şaşırırsa” ifadesi vardır.

Yani ayette, kadının, doğası gereği hislerine, heyecana kapılıp şaşırma ihtimalinden söz edilmektedir. Bu, o zaman için borcun garantisi açısından konulmuş bir hükümdür. Farz değildir. Çünkü bir kimse dilerse verdiği ödünç para için hiç tanık tutmaz. Ama sonucuna katlanır. Ödünç alan inkâr ederse hakkı kaybolur. Buna razı ise mesele yok. Nitekim ayetin devamında şahitsiz de borç verilebileceği belirtilmektedir. Ben birine güvenir de tanıksız ödünç para verirsem günah işlemiş olmam. Tersine güvencimden ötürü takvaya daha uygun davranmış olurum

Yazının devamı...

Namaz Araplarda bilinen bir ibadetti

DÜNDEN DEVAM

Okurum Burhan Tarlabaşı’nın iki sorusundan birini dünkü yazımda cevaplamıştım. İkinci sorusunu ise bugün cevaplıyorum. Bu soru şöyleydi: “Namazda Okunan Surelerin Tefsiri adlı kitabınızı 184. sayfasında, ‘Kevser Suresi’ndeki namazı kıl emriyle beş vakit namaz kastedilmiştir. Fakat namazın nasıl kılınacağı bilinmekteydi’ ifadesinde Hz. Peygamberin yaşadığı dönem mi kastediliyor? Namazın kılınma şekli bizzat Hz. Peygamber tarafından mı öğretildi yoksa daha önce de biliniyor muydu?”

CEVAP: Namaz, Araplarda bilinen ve uygulanan rükûlu, secdeli bir ibadetti. Aslında İbrahim’den kalan bu ibadete şirk ve hurafe karışmıştı. Yoksa namazın kılınış şekli belliydi. Siz klasik kitaplara bakmayın, onlara göre namazın nasıl kılınacağını Cebrail Aleyhisselam, Hz. Peygamber’e öğretmiştir ama gerçekte daha ilk surede Hz. Peygamber’in namaz kıldığı ve inanmayan bir kâfirin (ki bunun Ebucehil olduğu söylenir) ona engel olduğu belirtilmektedir. Kur’ân, Enfal Suresi’nde müşriklerin namazlarından da söz eder. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın anlatımına göre onlar da rükûlu ve secdeli namaz kılarlardı. Yani namazın şekli aynıydı. Fakat ruhu yoktu. İşte Maun Suresi’nde namazın ruhunu kaybedip sadece şeklen kılanlar yani gafletle namaz kılanlar kınanmaktadır. Böyle bir namaz kişiyi ahlaken olgunlaştırmaz, Allah’a da yaklaştırmaz. Tersine Peygamberimizin ifadesiyle Allah’tan uzaklaştırır.

Namazı gönülden kılın

SORU: Namazımı bitirdikten sonra ayetelkürsi okumadan tesbih çekip dua etsem olur mu? Ayağımdan ameliyat olduğum için sandalyede namaz kılıyorum. Hocalar, ayakta kılanların oturandan daha çok sevap alacağını söylüyor. Doğru mu? (Emrah Gedik)

CEVAP: Namazdan sonra ayetelkürsi okumak sünnet değildir. Sünnet olan 33’er kere subhanellah, elhamdu lillah, Allahu ekber tesbihleridir. Ayetelkürsi sonradan ilave edilmiştir. Okunursa iyi ama okunmasa namaza eksiklik gelmez. Normal insan için ayakta durmak daha sevaptır. Ama bu, farzlar içindir. Sünnetler için fark etmez. Dileyen oturarak da kılar. Çünkü nafiledir. Namazın sevabı oturmak veya ayakta durmakla değil, gönülden huzurla kılmakladır. Bunu böyle bilelim.

Yazının devamı...

Münafıklık hareketi Medine’de başladı

SORU: 1- “Namazda Okunan Surelerin Tefsiri” adlı kitabınızın 181. sayfasında belirtiğinize göre Maun Suresi’ne ilişkin ayetlerin Medine’de inmiş olması gerekir. “Münafıklar Medine’de vardı” ifadesi “Başka yerde münafık yoktu” anlamını mı taşıyor? 2- Yine aynı kitabınızın 184. sayfasında, “Kevser Suresi’ndeki ‘namazı kıl’ emriyle beş vakit namaz kastedilmiştir. Fakat namazın nasıl kılınacağı bilinmekteydi” ifadesinde Hz. Peygamberin yaşadığı dönem mi kastediliyor? Namazın kılınma şekli daha önce de biliniyor muydu? (Burhan Tarlabaşı)

CEVAP: 1- Benim orada anlatmak istediğim, Mekke döneminde münafıkların olmadığıdır. Çünkü münafıklık, güçlü olanlar karşısında yaltaklanmak, içinden sevmediği halde Müslümanları sever görünmektir. Bunda yaltaklananın çıkarı vardır. Mekke döneminde Müslümanlar güçlü değillerdi. Peygamber’in çevresinde toplananlar, gerçekten inanmış kimselerdi. İnanmayanlar niçin gelip de inanmış görünsünler? Bunda bir menfaatleri yoktu, tersine zararları olurdu. Kim gider de hiç çıkar ummadığı fakirlere yaltaklanır? Öyle ise Mekke’de münafık Müslüman yoktu, olamazdı. Bu, eşyanın doğasına aykırıydı. Çünkü Mekke’de güçlü olan taraf inananlar değil, inanmayanlardı.

Ama Medine’de durum tersine döndü. Müslümanlar orada devlet kurdular, güçlendiler. Medine’de bulunan bazı kişiler, gönülden Müslüman olmadıkları halde çıkarları gereği Müslüman göründüler. Mekke’de inen ilk surelerden olan Maun Suresi’nde nitelendirilenler, Medine’de ortaya çıkmış olan münafıkların durumu değil, Mekke müşriklerinin durumudur. Bu, Mekkeli müşriklerin de ibadet ettiklerini, namaz kıldıklarını, namazlarında huzur olmadığını, huzursuz, âdet türünden kıldıkları bu namazın kendilerine ahlaken olumlu bir etki yapmadığını gösterir.

İslâm’daki münafıklık hareketi Mekke’de değil, Medine’de başlamıştır. Sebebi de Müslümanların güçlenmesi, başkalarına menfaat sağlayacak duruma gelmeleridir. Sizin başka yerle kastınız nedir bilemiyorum. Ben İslâm’daki nifak hareketini anlatıyorum. İlk zamanlarda İslâm, Mekke’de daha yeni mayalanıyordu. Henüz Mekke dışına çıkıp da güçlenmemişti ki münafıklık olsun. Ama Medine döneminden itibaren İslâm’ın güçlendiği her yerde münafıklık hareketi olmuştur.

- Okurumun ikinci sorusunu yarınki yazımda cevaplayacağım.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.