Şampiy10
Magazin
Gündem

Sayıyla dua okumak hurafe kitaplarında olur

SORU: Halk arasında bir kimsenin muradının olması için 786 kez Yasin okuması gerektiği söylenir. 41 Yasin okunması kitaplarda yazmaktadır. Böyle sayıyla dua okuyup muradının olmasını beklemek dinimiz açısından ne derece doğrudur? Gizli şirk ne anlama gelir? Örnekler verir misiniz? (Aysel Artem)

CEVAP: 41 Yasin hangi kitapta yazıyormuş? Hurafe kitaplarında yazar böyle şeyler. Ne 41 Yasin var, ne şu kadar sayıda dua... Bunlar hep bid’attır, hurafedir. Yasin dua değil, bir Kur’ân suresidir. İnsanlar Kur’ân’ın emirlerini uygulamıyorlar, 41 Yasin okumaktan medet umuyorlar. Hindular da böyle şeyler yaparak bazen muratlarına erebiliyorlar. Bu, güçlü inancın bir sonucudur. Ama böyle bir şeyler dinimizde yok. Türbelere gidip yatırlardan medet ummak açık şirktir. İnsanlara dindarlığını gösterip bu yolla onlardan menfaat sağlamak, Allah’tan istenecek şeyi insanlardan beklemek gizli şirkin örneklerindendir.



ÖNEMLİ OLAN NİYETTİR

SORU: Namazda ayeti, “inna aytayna kelkevser” şeklinde hatalı okuduğumu fark ettim. Kkıldığım namazlar bozulmuşmudur?

CEVAP: Ayetin manasını bilseydiniz öyle okumazdınız. Bilmeden öyle okumanın bir zararı yoktur. Namazınız da bozulmaz. Ama doğru okuma “İna a’taynake’l-kevser” şeklindedir. Çoğu bunu “inna atayna kelkevser” şeklinde okur. Bu yanlıştır. “Ke” takısı ikinci tekil şahıs zamiridir. a’taynake “sana verdik” demektir. El-kevser de tümleçtir. Yani “sana kevseri verdik” demek oluyor. Ama halkın okuduğu şekilde “inna atayna kelkevser”in anlamı, “biz kevser gibi verdik” demektir ki bu yanlıştır. Ama halk bu manayı bilmez, doğru yanlış kendisine ezberletildiği gibi okur. Önemli olan kişinin niyetidir.



ALLAH'TAN ÖYLE UMARIZ

“HASTALIKTAN ölen şehit midir” diye soran okuruma cevabımdır: Genelde ölümler, bir hasatlığın sonucudur. Her hastalıktan ölen şehit olacaksa o zaman şehitliğin ne değeri kalır? Ama imanı temiz, Kur’ân’a göre hareket etmiş olanlar inşallah cennete gider. Biz Allah’tan öyle umarız. Geçmişlerinizin ruhları elbette sizin yanınıza uğrarlar. Onları memnun edebilmek için dua edin, rahmet gönderin, sadaka verin.

Yazının devamı...

Münker ve Nekir rivayetleri tam bir senaryodur

SORU: Kur’ân-ı Kerim’de 14 surede secde ayeti geçiyor. Kur’ân’ı okurken veya hatim bitince secde yapılması şart mı? Kabirde Münker ve Nekir melekleri gelip sorgu sual edecek mi? (Osman Alt)

CEVAP: Secde ayetleri diye adlandırılan ayetlerde meleklerin veya evrenin yahut iyi kulların Allah’a secde ettiklerinden söz edilir. İşte bu bakımdan o ayetler okununca secde etmenin gerekli olduğu kabul edilmiştir. Ancak namazda secde ayeti okununca hemen secde etmek gerekir. Ama namaz dışında gerekmez. Ne zaman secde edilse olur. Aslında bu ayet okunduktan sonra namaz vaktinde namaz kılmak da secde sayılır.

Münker ve Nekir hakkındaki rivayetler bir senaryodur. Allah’a giden ruh zaten bütün yaptıklarının izleriyle birlikte gider. Yapılan ve söylenen her şey orada

apaçıktır. Öyle bir soruya gerek olmaz. Zaten Kasas ve Rahman surelerinde ne insana ne de cine yaptığından sorulmayacağı, suçluların nişanlarından belli olacağı vurgulanır. Ahiret işi dünyaya benzemez. Kimi hocaların anlattığı Kur’ân’a uymaz. Ama onlar yazılmış olan senaryoları yineleyip dururlar.







İblis, kötü ruhtur

SORU: Cenabı Allah, Kur’ân’da sadece İblis’e kıyamet gününe kadar yaşamasına izin vermiş. Fakat bir ayette de diyor ki: “Senden önce kimseye ebedi yaşam vermedim.”

CEVAP: İblis kötü bir ruhtur. Fizik bedene sahip bir varlık değildir. İblis ve soyu zaten ölmez. Ölüm fizik bedene özgüdür. Ayette ise “Senden önce hiçbir insana ebedi yaşam vermedik” buyuruluyor. İblis insan mı ki böyle bir tereddüde kapıldınız?







Kameti kim okur?

BİR okurum, “İmam müezzinlik yapabilir mi” diye soruyor. Cevabım şudur: Aslında müezzin gerekmez. Önemli olan cemaat namazına kametle başlanmasıdır. Kameti imamın kendisi okursa daha iyi olur. Ama cemaat içinde herhangi bir kimse de kamet okuyabilir. Bizim köylerimizde müezzin kadrosu yoktur. İmam aynı zamanda müezzinlik yapar. Ezanı okur, kameti okur, namazını da kıldırır. Kameti başka biri okuyacak diye bir kural yoktur. Belli bir kişi şart değil.

Yazının devamı...

İctihad yapmak için geniş bir kültür gerekir

SORU: Âdetli kadının namaz kılabileceğini, oruç tutabileceğini, Kur’ân okuyabileceğini söyleyen müctehid var mı? Çünkü insan, müctehidin delillerine dayanarak hareket edebiliyor. Eğer varsa bunlar kimlerdir? Müctehid tam olarak ne demektir?

CEVAP: Âdetli kadının namaz kılabileceğini söyleyen müctehid var tabii. Hz. Ali’den ayrılan Hariciler bu görüşteydi. İctihad, dilde bir işi yapmak için son derece çaba harcamak demektir. Terim olarak ictihad, dini hükümleri delillerinden çıkarmak için insanın bütün gücünü harcaması artık ondan fazlasını yapamayacak hale gelinceye kadar çaba sarf etmesidir. İctihad etme yeteneğine sahip kimseye “müctehid” denilir. Dini hükümleri, büyük çaba harcayarak delillerinden çıkaran kimse müctehiddir. İctihad, belli bir döneme özgü değildir. Dünya durdukça ve din var oldukça ictihad da devam edecektir. Ancak müctehid olmak kolay bir şey değildir.

Bir çok İslâm âlimi var

İctihad yapabilmek için Arapça’yı, Kur’ân ve hadisi bütün ayrıntılarıyla bilmek, fıkıh usulüne (hukuk metodolojisine), ictihad yapmanın nerelerde caiz olup nerelerde olmadığı gibi hususlara vakıf olmak yanında geniş bir kültüre, derin bir kavrayış ve zeka yeteneğine sahip olmak da lazımdır. Günümüzde aynı görüşte olan birçok İslâm âlimi vardır. Mesela ciddi bir bilim adamı olan Prof. Dr. Hüseyin Atay da bu görüştedir. Eğer ictihad, delillerden hüküm çıkarma ise konuyu etraflıca açıkladığım “Kur’ân Aksiklopedisi”nde sunduğum deliller, bu meselenin durumunu açıkça ortaya koymakta, bu durumdaki kadının namaz kılamayacağını belirten hadis rivayetlerinin nasıl tutarsız, çelişkili ve Kur’ân’a aykırı olduğunu da aydınlığa kavuşturmaktadır. İnternet ve iletişim olanaklarının bulunduğu şu ortamda bilgiye ulaşmak, 1350 yıl önceki ortamdan çok daha elverişlidir. Allah doğrunun yardımcısıdır. Allah’ın huzurunda kim doğru, kim yalancı ve hurafeci ortaya çıkacaktır.

Yazının devamı...

Kur’ân eleştiriye yer bırakmaz

* DÜNDEN DEVAM

Kesin kanaatime göre Peygamberin tutsakları öldürdüğü hakkındaki ayetin ifadesiyle bağdaşmayan rivayet doğru değildir. Doğru olduğu farz edilse bile bu karar Tevrat’ın hükmüdür. Herhalde bu kararı veren Sad, Tevrat’ın bu konudaki hükmünü biliyordu. Peygamber’in ona, “Sen Allah’ın hükmüyle hükmettin” demesi de Sad’ın hükmünün Tevrat’a dayandığını gösterir. Bu konuda Tevrat’ın hükmünü gözden geçirelim: “Bir şehre karşı cenk etmek için ona yaklaştığın zaman, onu barışıklığa çağıracaksın. Ve vaki olacak ki eğer sana sulh cevabı verirse ve kapılarını sana açarsa, içinde bulunan bütün kavm sana angaryacı (esir, köle) olacaklar ve sana kulluk edecekler. Ve eğer seninle musalaha etmeyip cenk etmek isterse o zaman onu muhasara edeceksin ve Allah’ın Rab onu senin eline verdiği zaman, onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin. Ancak kadınları ve çocukları ve hayvanları ve şehirde olan her şeyi kendin için çapul edeceksin.” (Tesniye: 20. bab).

Kurayza Oğulları’na uygulanan hüküm, Tevrat’ın bu hükmüdür. Bir kavme kendi mukaddes kitaplarının hükmünü uygulamak zulüm değil, adalettir. Tevrat’ın “On Emir” gibi temel hükümleri ve peygamber öyküleri Kur’ân’da da yepyeni bir üslupla yer almıştır. Prof. Dr. Moris Bukay’ın da belirttiği gibi Kur’ân, Tevrat’ın kıssalarını, tevhide yani Allah’ın birliği inancına aykırı düşen söylemlerden ayıklayarak nakleder. Mesela Tevrat Adem’den Musa’ya kadar 7 bin küsur yıl geçtiğini söyler. Bu ifade bilime terstir. Kur’ân da Adem kıssasını anlatır ama zaman zikretmez. Böylece eleştiriye yer bırakmaz.

Tevrat’ta birçok eleştirilecek yön varken Kur’ân’da tevhide aykırı hiçbir yön yoktur. Kur’ân’da Peygamber’in kendisi devreden çıkar. Sözü bizzat Allah veya onun kelamını taşımaya aracı olan melek söylerken Tevrat’ta tarih ve rivayet üslubu hakimdir. Tevrat’ta Allah, sadece İsrailoğulları’nın Rabbi olarak tanıtılırken Kur’ân’da âlemlerin Rabbi olarak tanıtılmaktadır. Ama temel noktalarda bu kitapların birleşmesi gayet doğaldır. Çünkü Tevrat’ı da İncil’i de Kur’ân’ı da vahyeden Allah’tır. Allah her peygambere, özel dilleriyle aynı mesajı vermiştir. Bu peygamber mesajlarının dili ayrı ama içeriği temelde birdir. Bunu Kur’ân kendisi vurgular: “Sana söylenen, senden önceki elçilere söylenmiş olandan başka bir şey değildir” (Fussilet: 43).

Yazının devamı...

Hz. Peygamber esirleri öldürmedi

* DÜNDEN DEVAM

Hendek’te düşmanın attığı okla kol damarı kesilen Sad ibn Muaz, Rufeyde isimli bir hanımın çadırında tedavi görüyordu. Rufeyde, yaralıları tedavi eden, bakıma muhtaç Müslümanların hizmetine koşan Eslemli bir kadındı. Allah’ın Elçisi, kendi mescidinin yanında, bu hanım için bir çadır yaptırdı. İslâm tarihinde ilk Müslüman hemşire ve doktor kadın olan Rufeyde, ilk hastane sayılabilecek olan bu çadırda, yaralıları ve hastaları tedavi ederdi. Kurayzalılar Sad’ı hakem yapmak isteyince Peygamber onun Medine’den getirilmesini emretti. Hz. Peygamber, Sad çadırına doğru yaklaşınca ashabına, “Efendinizin önünde ayağa kalkınız” dedi. Müslümanlar da ayağa kalkarak Sad’a saygı gösterdi. Böylece verdiği hükmün uygulanacağına işaret etmiş oldular.

Sonra Allah’ın Elçisi Sad’a, “Şunlar senin vereceğin hükme razı oldular. Onlar hakkında istediğin hükmü ver” diye buyurdu. Vereceği hükmün geçerli olup olmayacağını Peygamber’e ve orada bulunanlara sorup olumlu yanıt alan Sad, “Savaşçılarının öldürülmesine, çocuklarının ve kadınlarının tutsak edilmesine hükmediyorum” dedi. Peygamber, “Sen kral hükmüyle (başka bir rivayete göre Allah’ın hükmüyle) hükmettin” dedi. Sad, daha sonra yarası açıldığı için kan kaybından öldü.

Rivayetler, esirlerden erkeklerin öldürüldüğünü ifade ediyorsa da ayetten öldürme olayının esaretten önce, savaş esnasında olduğu anlaşılıyor. Çünkü ayette “Ferikan taktulune ve tesirune ferika: Bir kısmını öldürüyor, bir kısmını esir alıyordunuz” deniliyor. Muhammed Suresi’nde ise tutsakların ya fidyeyle veya fidyesiz serbest bırakılacağı belirtilmektedir (4. ayet). Esirlerden bir kısmının öldürüleceğine dair bir seçenek yoktur.

Ayetin açık hükmüne rağmen Hz. Peygamber’in esir aldığı bu kadar insanı öldürdüğü hakkındaki rivayetin doğruluğundan şüphe etmemek mümkün değildir. Kanaatime göre bu, kasıtlı veya kasıtsız olarak üretilip kaynaklara sokulmuş bir rivayettir. Kuşatma esnasında atılan oklarla kimi savaşçıların öldürülmüş olması gayet doğaldır. Ama teslim olanlar esir edilip o zamanın şartları uyarınca esirlere uygulanan muamele uygulanmıştır. Rivayetin doğruluğu var sayılsa bile bu olayı bir katliam saymak doğru değildir. Bu misliyle mukabeledir. Çünkü bu Yahudi kabilesi, Müslümanların müttefikiydi.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Müşrikler savaş alanını terk etti

* DÜNDEN DEVAM

Nadir Oğulları, Medine’den sürgün edilince bunların bir bölümü Hayber’e gitti. Oraya gidenler, kültürce daha geri olan Hayber Yahudileri’ne lider oldular. Bunlardan bir grup Mekke’ye gitti. Mekkelileri Allah’ın Elçisi’ne karşı savaşmaya kışkırttı. Kendilerinin de Medine’de bulunan Yahudilerle beraber Kureyşlilere yardım edeceklerini, Peygamber’i Medine’den söküp atıncaya kadar savaşacaklarını söylediler. İki taraf liderleri birlikte Kabe’ye gitti. Kureyşliler, Arapların yemin töreni yaptıkları putlar önünde Yahudi liderlerine yemin verdirerek, “Siz ilk kitap sahibisiniz. Bizimle Muhammed arasındaki ihtilafı bilirsiniz. Bizim dinimiz mi hayırlı, yoksa onların dini mi” diye sordular. “Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Puta ve batıla inanıyorlar ve inkâr edenler, ‘Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadır’ diyorlar” (Nisa: 51) ayetinde işaret edildiği gibi o Yahudiler, müşriklerin dininin, Hz. Muhammed’in getirdiği tevhit dininden daha iyi olduğunu söylediler.

Bu sözleriyle Kureyş müşriklerini sevindiren Yahudi heyeti, onlardan savaşa hazırlık sözünü aldıktan sonra Gatafan, Kays ve Gaylan kabilelerine gitti. Onları da savaşa teşvik edip onlarla da ittifak yaptı. Medine çevresine hendek kazıldığı için Hendek Savaşı olarak adlandırılan olayda kuşatmadan bir sonuç alamayacaklarını anlayan ve aleyhlerine dönen doğa şartlarıyla da moralleri bozulan müşrik kabileler, savaş alanından çekip gitti. Müslümanlar da evlerine döndü.

Peygamber, Ümmü Seleme’nin evinde, seferin toz ve toprağından henüz yıkanmışken Cebrail Aleyhisselam göründü. Başındaki toprağı silkeleyen Cebrail, “Sen silahı bıraktın mı? Fakat biz (melekler) silahımızı bırakmadık. Şunların üstüne yürü” dedi ve Kurayza tarafını gösterdi. Hz. Peygamber, sahabilerine Medine’den birkaç mil uzakta bulunan Kurayza Oğulları üstüne yürümeyi emretti. “İkindi namazını Kurayza Oğulları yurdunda kılacağız” dedi. Kurayza Oğulları’nı kuşattı. Kuşatma 25 gün sürdü. Kayıtsız şartsız teslim olmalarını istedi. Barış isteklerini de reddetti. Yalnız seçecekleri bir hakemin vereceği hükme razı olacağını bildirdi. Kuşatma altında bir kurtuluş umudu kalmadığını anlayan Kurayza Oğuları, müttefikleri olan Evs’in lideri Sad ibn Muaz’ın hükmüne razı olacaklarını bildirdi.

DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kurayza Oğulları olayının aslı nedir?

SORU: Peygamberimiz döneminde Kurayza diye bir katliam olduğunu iddia edenler var. Fakat doğruluğundan emin değilim. Esirlerin ve kölelerin azat edilmesini savunan peygamberimizin böyle bir şey yaptıracağına inanmak istemedim. Ancak kafamda bir şüphe kaldı. Bu konudaki bilgisizliğimden dolayı iddia sahiplerine yeterli cevabı veremedim. Gerçekten Hz. Muhammed, Hz. Ali’ye ve Hz. Zubeyd’e “Yahudileri öldürün” diye bir emir vermiş mi? Katliamı seyretmiş mi?

800 erkek Yahudi, kadınlarının ve çocuklarının gözleri önünde öldürülmüş mü? Olayın aslı nedir? İddia sahiplerinden biri “Kur’ân’ın yüzde 70’i Tevrat’tan kopyalanmıştır” diye bir tez ortaya attı. Kurayza katliamı hakkında bazı yazılar buldum. Bunların hadis olduğunu öğrenmem beni çok şaşırttı. İşin kötüsü aynı iddiaların internetteki bazı İslâm sitelerinde yer aldığını görünce dehşete düştüm. Sevgi ve barış öğütleyen dinim böyle bir şeyi asla tasvip etmez. (Doğa Murat / ABD Georgia Üniversitesi)

CEVAP: Kurayza Oğulları olayı Ahzab Suresi’nde anlatılmaktadır: “Kitap ehlinden onlara yardım eden(Kurayza Yahudi)lerini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü. (Onlardan) Bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz. Onların topraklarını, evlerini, mallarını ve henüz ayak basmadığınız bir toprağı size miras verdi. Allah, her şeye kadirdir” (Ahzab: 26-27). Ayetlerde söz konusu edilen kitap ehli, antlaşmalarını bozarak Müslümanlara hıyanet eden Kurayza Yahudileri’dir. Hz. Peygamber, Medine’ye geldiği zaman burada bulunan üç Yahudi kabilesi (Kaynuka Oğulları, Nadir Oğulları ve Kurayza Oğulları) ile saldırmazlık ve dış düşmana karşı ittifak antlaşması yapmıştı.

Bu antlaşmaya göre Yahudiler kendi dinlerinde serbest olacaklar, Evs ve Hazrec kabileleriyle yapmış oldukları antlaşmalar yürürlükte kalacak, Müslümanlara bir saldırı durumunda Yahudiler Müslümanların yanında yer alacak, Müslümanlara karşı düşmanca bir tutum izlemedikleri takdirde de Müslümanlar bir saldırıya maruz kalan Yahudilere yardım edeceklerdi. Fakat Kurayza Oğulları bu antlaşma hükümleri uyarınca Müslümanlara yardım edecekleri yerde Ahzab olayında Müslümanları ortadan kaldırmak üzere gelmiş olan Birleşik Arap Ordusu’yla ittifak yaparak Müslümanlara hıyanet etti.

DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Maksadım ne Alevi’yi yermek ne Sünni’yi övmek

* DÜNDEN DEVAM

Altın gibi bir söz söylemiş büyüklerimiz: “Kem söz sahibinindir.” Peygamberimiz de müminin ayna gibi olduğunu buyurmuştur. Bana hakaret edenler, bende kendi sıfatlarını görüyorlar. Yoksa bu sözlere ve saldırılara ne gerek var? Ben, seven gönülleri birleştirmeye, farklı mezhep mensubu aileleri uzlaştırmaya çalışırken takdir edileceğim yerde tekdir ediliyorum. Cidden çok tuhaf. Maksadım ne Alevi’yi yermek, ne de Sünni’yi övmek. Nice Sünni var ki adı Sünni’dir ama Kur’ân’a saçma, Muhammed’in uydurması diyor.

Namaza, oruca gerek görmüyor ve “Bu tür ibadetler ilkel insanların uygulamasıdır” diyor. Şimdi bu insanın Müslümanlıkla ne ilgisi kalır? Kur’ân hakkındaki bu sözlerine rağmen bu kişi, Sünni aileden geliyor diye Müslüman mı sayılır? Bir insan namaz kılmayabilir, oruç tutmayabilir, hatta dinin hiçbir hükmünü yerine getirmeyebilir ama inkâr etmez. Kur’ân, Hak kelâmıdır, hükümleri de geçerlidir. Namaz da vardır, oruç da vardır. Ama “Ben bunları yapamıyorum” derse o kişi kusurlu olsa da Müslüman’dır. Mezhebi ne olursa olsun Müslüman’dır. Peki bu sözümün neresi yanlıştır, kime hakarettir? Lütfen biraz okuduğumuzu anlamaya çalışalım, hemen saldırmayalım.







Üzücü bir konuşma

SORU: Camide hoca vaaza başlarken şunları söyledi: “Hanefi mezhebine bağlı bir genç Şafii mezhebi olan bir camiye girdiği zaman onlar nasıl kılıyorsa o da öyle kılar. Diyelim ki hocanın arkasında duruyorsunuz ve gördünüz ki, hocanın eli biraz kanadı. Bildiğiniz gibi Şafii’de kanama abdest bozmaz, Hanefi de bozar. O genç, eli kanayan hocanın arkasında namaz kılamaz. Çekip gider. Kılarsanız namazınız bozulmuş olur. Tekrar kılmanız gerekir.” Bu konuşma beni çok üzdü. Bu mu Allah’ın dini? (Emrah Gedik)

CEVAP: Hocaların bir kısmı hâlâ böyle insanların görüş ayrılıklarıyla uğraşıp duruyor. Bunları ne ben ne de siz düzeltemezsiniz. Herkes istediği gibi inansın, istediği şekilde ibadet etsin. Din dediğin şey aslında insanın mutluluk duyduğu, vicdanen rahat ettiği inanç ve eylemdir. Onlar böyle mutlu oluyorsa biz niye uğraşalım, niye üzülelim ki?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.