Şampiy10
Magazin
Gündem

En güzel rejim din ve vicdan özgürlüğü tanıyan demokrasidir

SORU: Kur’ân diyor ki: “Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun...” Bu emir şu anda ülkemizde uygulanmıyor. Çünkü farklı bir hukuk anlayışına sahibiz. Acaba burada Allah’ın emrine uymama gibi bir durum söz konusu olabilir mi? (Tanju Demir)

CEVAP: Atatürk, Türkiye’ye laik sistemi getirdi. Laik rejimde din kuralları veya kanunları uygulanmaz. Çünkü bu rejimde devlet dinden bağımsızdır. Dinden fetva sormaz. Din, bireylerin vicdanlarına bırakılmıştır. Kişi, bireysel olarak dinin emirlerini uygular. Namaz kılar, oruç tutar, sadaka verir, hacca gider, Allah’ı anar, güzel işler yapar. Bireysel alanda dinin gereklerine göre yaşamak isterse yaşar. Ama devlet yönetimindeki kamusal hukuka birey müdahale edemez. Ceza hukukunu ilgilendiren hükümler, toplumun dünya düzeni içindir.

Toplum kendisine seçtiği düzenle mutlu olur. Din kuralları baskıyla uygulanamaz (Bakara: 256). Bizim ülkemiz için uygun rejim, tüm toplum katmanlarının benimsediği demokratik laik düzendir. Asıl din, gece gündüz, dağ başında ve toplum içinde bireyin Allah ile kendisi arasındaki iletişimi sağlayan iman ve ibadettir. Bu konuda da ülkemizde özgürlük vardır. İsteyen, inancını yaşayabilir. Düzene müdahaleye kalkmadıkça kimsenin inanç ve ibadetine müdahale edilmez. Amaç toplumun mutluluğu ise en güzel rejim din ve vicdan özgürlüğü tanıyan demokratik rejimdir. Aksi takdirde toplumun belki bir katmanı sevinirken öbür katmanlar huzursuz olabilir.


Hutbenin temel amacı

SORU: Cuma hutbelerinin birinci bölümünden sonra okunan “Allah indinde din İslâm’dır” ayeti artık okunmuyor. Nedenini öğrenmek istiyorum. (M. Yavuz Ceylan)

CEVAP: Hutbede şu ayet okunacak, bu ayet okunacak diye bir hüküm yok. Yalnız ikinci hutbenin sonunda Nahl Suresi’nin “Allah’ın adaleti, iyiliği emreden” ayeti okunur. Hutbenin temel amacı, Allah’a hamd ile başlamak, müslümanlara güzel ahlakı öğütlemektir. Daha önce dediğiniz ayeti okuma geleneği yoktu. Sonra bazı imamlar okumaya başladı. Hâlâ da okuyanlar var. Bu ayeti okumak hutbenin gereği değil.

Yazının devamı...

Kendisini Hz. İsa zanneden kişiye bazı tavsiyeler

SORU: Size Almanya’dan yazıyorum. Konu ise Hannover’de oturan ve kendini Hz. İsa sanan bir akrabamla ilgili. Herkesin kendisine uymasını istiyor. Aksi takdirde cehennemlik olacaklarını söylüyor. On aydır bu vaziyette. Suriye’ye gitmek için vize almış. “Deccal’i öldüreceğim” diyor. Bu durumda ne yapmamız lazım? Nasıl tedavi edebiliriz? (Necdet Güney)

CEVAP: Akrabanızın ümmi biri olduğu anlaşılıyor. Klinik hastası. Doktora götürmeniz gerekir. Kendisini peygamber sanan kimseler çok. Siz ona, “Madem sen İsa’sın, o zaman bunu bana ispat et. İsa ölüleri diriltirdi. Kabristana gidelim. Orada kabirde yatanlardan birini dirilt, sana inanayım” deyin. Mucizesiz peygamber olmaz. Nedense bilmem son zamanlarda Almanya’dan İsa’lar çıkmaya başladı. Birkaç yıl önce eski bir milletvekili de İsa olduğunu söyledi. Ancak kendisine ümmet olarak sadece bir tek kişi bulabilmişti. O milletvekili Türkiye’ye dönünce bundan vazgeçti. En iyisi siz o yeni Hz. İsa’yı Türkiye’ye gönderin. Belki burada aklı başına gelir. Suriye’ye giderse ne olacağı belli olmaz. Deccal de yoktur zaten. Bunlar boş ve batıl inançlardır.

Uydurma rivayetlere asla itibar etmeyin

SORU: Resim yapmayı seven bir bayanım. Sizin, “Bütün ressamlar cehennemdedir” diye bir yazınızı okuduktan sonra durdum. Genelde insan resimleri yapıyorum. Doğa, meyve, resmetmek diye bir ayırım yapabilir miyiz? (Meral İnal)

CEVAP: Siz bana açıkça iftira ediyorsunuz. Çünkü ben “Bütün ressamlar cehennemdedir” diye bir söz söylemedim, böyle bir şey söylemem de mümkün değildir. Kim bilir nerede okudunuz bu sözü. O tür sözler var ama bunlar uydurma rivayetlerdir. Eğer o konudaki yazılarımı okusaydınız gerçeği anlayacaktınız. Maalesef bizde bir anlayış eksikliği var. Yazımı okuyor ama yanlış anlıyorlar. Bu yanlış anlayışlarına göre değerlendirmeler yapıyorlar. Siz o yazıyı nerede okudunuz? Ne zaman öyle bir yazı yazmışım? Bana bildirin ki ben de öğreneyim, cevabımı ona göre yazayım.

Yazının devamı...

Nerede o adalet timsali Ömer

SORU: Devletin, dolayısıyla milletin sahip olduğu maddi ve manevi değerlerin israf edilmesi kul hakkına girer mi? Yeryüzünde Yüce Allah’ın adaletinden söz edebilir miyiz? (Osman C. Tekinsen)

CEVAP: Yeryüzü kimsenin değil, Allah’ındır. Mülkün gerçek sahibi, onu yaratandır. Yaratan bu havayı, suyu ve toprağı üstünde yaşayan tüm canlıların kullanımına vermiştir. Kimi kişilerin bunlara sahip çıkması, göreceli sahipliktir gerçek sahiplik değil... Herkesin hakkı olan bu yeryüzü değerlerini bir iki kişinin hoyratça kullanması, suyu ve toprağı israf etmesi, havayı kirletmesi öteki insanların, hayvanların ve tüm canlıların hakkına tecavüzdür ama bunu düşünen kim? Öyle ise herkesin, göreceli olarak sahip olduğu değerleri iyi kullanması gerekir.

Geçenlerde gazetede şöyle bir haber okumuştum: Bir milletvekili, milletin parasıyla oğlunun sünnet düğünü için boş alana mıcır döktürüyor. Devletin, belediyenin arabalarını kullanıyor. Bu arabalar o kişinin babasının malı mı? Düğün yapacaksa tüm masrafları kendi cebinden karşılaması gerekir. Nerede o, devletin mumunu kendi özel sohbeti için dahi kullanmaktan kaçınan adalet timsali Ömer... Er geç herkes yaptığının hesabını ind-i ilahide verecektir. Yetimin hakkı kimsenin yanında kalmaz. Peygamberimiz, herkesin çoban görevi yaptığını, güttüğü sürüden sorumlu olduğunu buyurmuşladır.

Herkes birbirine güvenmeli

Aile reisi çoluk çocuğundan, yönetici yönettiklerinden, onların hak ve hukukunu korumaktan sorumludur. Bu anlayışla hareket edilirse o toplumda adalet olur, hak yenmez, herkes birbirine güvenir. Allah da

o toplumu başarılı kılar, güçlendirir. Ama bir toplum güzel meziyetlerini kötüye kullanırsa Allah da onları zayıflatır, verdiği nimetleri geri alır. Hakimken mahkum durumuna düşerler. Allah’ın adaleti vardır. Hem de O’nun adaletinde kıl kadar haksızlık olmaz. Bizler işlerin içyüzünü bilmediğimiz için bazı şeylerde adaletsizlik olduğunu düşünürüz ama işlerin içyüzünü bilsek, her şeyin yerli yerinde ve hakkaniyetle yapıldığını anlarız. Allah’ın adaletinde eğrilme, yamulma olmaz ama insanların seçimine bağlı işleri Allah’ın adaletine mal edersek yanılırız. O zaman insanlar sorumlu olmazlardı. İnsanlar, adaletsizliklerinden, haksızlıklarından sorumludurlar ve bunun hesabını Yüce Divan’da vereceklerdir.

Yazının devamı...

Peygamberimizin Kadir Gecesi’nde özel ibadeti yoktu

SORU: Ramazan ayında mukabele/hatim indirme sünnet mi? Acaba Peygamberimizin Kadir Gecesi’nde özel bir ibadeti var mıydı? (Osman Celep)

CEVAP: Ramazan’da hatim yahut mukabele okumak sünnet değildir. Ancak Peygamberimizin her Ramazan ayında, o zamana kadar kendisine inmiş olan Kur’ân’ı Cebrail’e arz eder, bir hata veya eksik olup olmadığı konusunda karşılaştırma yapardı. Bu olaya arza denilir. Kaynaklar böyle yazıyor. Bunun dışında sahabilerin Kur’ân’ı baştan başa hatmettikleri ya da camide toplanıp mukabele okudukları hakkında bir delil yoktur. Zaten Hz. Peygamberin vefatına yakın zamana kadar vahiy inmeye devam ettiğinden henüz Kur’ân tamamlanmamıştı. Bu bakımdan hatim de söz konusu olamazdı. Özetle camilerde mukabele okumak güzel bir şeydir ama sünnet değildir.

Peygamberimiz Kadir Gecesi’nde, her gece yaptığı ibadeti yapardı. Özel bir ibadet yapmazdı. Herhangi bir gece için de özel bir kutlama yapmamıştır. O, her gecenin kimi zaman yarısını, kimi zaman üçte ikisini, kimi zaman da üçte birini ibadetle geçirirdi. İşte Kadir Gecesi de öyle yapmıştır. Ancak Peygamberimiz Kadir Gecesi’nde “Allahım affedicisin, affı seversin, beni affeyle” şeklinde dua edilmesini tavsiye etmiştir.

‘Vatandaş bilsin...’

BİR okurum, sokak çeteleri hakkındaki yazım üzerine yayınlanması ümidiyle şu maili göndermiş: “Ümraniye Ömür Hastanesi’nin karşısına aracımı park ettim. Yanımda bir de arkadaşım vardı. Ziyaretimi gerçekleştirip geri döndüm ve otomobilimi çalıştırdım. Bu sırada henüz araca binmemiş olan arkadaşım ‘Sakın hareket etme’ diye bağırmaya başladı. Ben anlamadım. Cama vurarak ‘Dur’ diye sesleniyordu. Aşağı indim. Gözlerime inanamadım. Aracımın sağ arka tekerleğinin altına 1 veya 1.5 yaşlarında bir çocuk ve aracın arka tarafında da bir kadın yatıyor. Kadına, ‘Bu çocuğu nasıl buraya koyarsın’ diye bağırdım. Hiç tepki vermedi. Çocuğu arabanın altından çıkardı. Herhalde benden para almak için bu planı yapmış. Arkadaşım olmasaydı ben hareket edecektim. Sonucunu düşünmek istemiyorum. Bunları vatandaşlar bilsin.”

Yazının devamı...

‘Dünya, ruhun cehennemidir’

* DÜNDEN DEVAM

Nisa 56’ncı ayette azabın, deri sinirleriyle duyulduğu bilimsel gerçeğine işaret vardır. Pişen derilerin yenileriyle değiştirilmesi, devamdan istiaredir. Yahut temsil yoluyla azabın sürekliliğini anlatmaktadır. İslâm tarihinde İhvan-ı Safa (Safa Kardeşler) diye adlandırılan bir filozoflar grubu, bu ayeti insan ruhlarının bedenlerinden ayrıldıktan sonra başka bedenlere girip dünyaya gelmelerine işaret saymıştır. Bir bedende olgunlaşmayan ruh, başka bir beden giysisine sokulup bu dünya yaşamına getirilir ki buranın sıkıntılarını çekip olgunlaşsın.

Bu filozoflar grubuna göre dünya, ruhun cehennemidir. Beden içinde olgunlaşmayan ruh, azap çekmek için başka başka bedenlere girip yeniden bir cehennem olan şu dünya hayatına dönecektir. Onlara göre cennet, fiziksel madde olmayan ruhlar âlemidir. Kıyamet, kalkmak demektir. Ruh, ne zaman ki hapsolunduğu şu cisimden kurtulup kalkarsa işte o zaman kıyamet kopmuş yani kalkmış olur. Çünkü ruh, ceset içindeyken kalkamıyor. Ruhlar âlemi, ebedi dirilik ve ruhani lezzet âlemi olan cennettir. Cehennem ise kamer (ay) feleği altında bulunan, değişim, başkalaşım ve sürekli ıstırap olan bu kevn-ü fesad (oluşma-bozulma) âlemi yani cesetler dünyasından ibaret olan bu dünyadır. Bunun halkı, “Derileri pişip olgunlaştıkça azabı tatsınlar diye onlara yeni deriler veririz” ayetinde ifade edildiği gibi azap içerisindedir.







Hasta bakıcı ve doktora namahrem yoktur

SORU: Sağlıklı bir kayınbirader, gelinine namahrem sayılıyor. Acaba kayınbirader yatalak hasta olursa gelininin kendisine bakmasında sakınca var mı? (Ferhat Gökbulak)

CEVAP: Gelin, kayınbiraderine neden namahrem sayılsın? Yani gelinler kayınbiraderlerinden kaçıp saklanacaklar mı? Bir iki sapık çıktı diye bütün kayınbiraderler, kardeşlerinin karısına kem gözle mi bakarlar? Öz kızlarına tecavüz eden sapık babalar var. Böyle tinetsizler var diye kızlar babalarından kaçacaklar mı? Sizin sözünü ettiğiniz kayınbirader, bakıma muhtaç bir yatalak. Kimsesi de yoksa ona bakan gelin, hasta bakıcı durumundadır. Hasta bakıcıya, doktora namahrem yoktur. O kadıncağız büyük sevap alır.

Yazının devamı...

Hz. Ayşe’nin 9 yaşında evlendiği iddiaları hurafedir

SORU: Hz. Muhammed’in, Hz. Ayşe 9 yaşındayken onunla evlendiği iddiası doğru mu, hurafe mi? Allah’a şirk koşanların cehennemde derilerinin yenilenerek yakılacağı Kur’ân’da geçiyor mu? (Emre Özcan)

CEVAP: Bu konuyu birkaç kez yazdım. Ayşe, Cübeyr ibn Mutim’le nişanlıydı. Demek ki evlenecek çağdaydı. Peygamberimizin kendisi Ayşe’ye talip olmadı. Eşi Hatice vefat edince, hizmetini görecek bir hanımla evlenme isteğini halasına açtı. Halası ona Ebubekir’in kızı Ayşe’yi münasip gördü ve gidip kızı babasından istedi. Babası da kızının nişanlı olduğunu söyledi ancak usulüyle nişanı geri verdi. Demek ki Ayşe evlenecek çağdaydı. Yoksa Peygamber’in haberi olmadan halası ona Ayşe’yi önermezdi. Kaynaklarda bu 9 yaş hikâyesi geçiyor ama bunların hepsi hurafe ve abartıdır. Hz. Ayşe, Peygamberimizin kızı Fatma ile yaşıttır. Fatma, Peygamberimiz 35 yaşlarındayken doğmuştur. 5 yıl sonra babasına Peygamberlik verilmiş. 13 yıl Mekke dönemi, 5 daha etti 18. Peygamberimiz Ayşe ile Medine döneminin ikinci yılında evlendi. 18 + 2 = 20 eder. Nerede 9? Düşüncesiz, eleştiri zihniyetinden yoksun kimselerin sözlerine dalıp kanmayın. Bunlar size ziyandan başka bir şey getirmez.

Ateşte pişen derilerin tazelenmesine gelince. Bu öyle basit bir söylem değildir. Bunun altında derin manalar yatar. Nisa 56’ncı ayet: “O ayetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe sokacağız, derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz. Şüphesiz Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.” Nisa 56-57’nci ayetlerde, Allah’ın ayetlerini inkâr edenlerin, ateşe sokulacakları, yanan derilerinin, yeni derilerle değiştirilerek azaplarının sürdürüleceği, inanıp güzel işler yapanların da alt taraflarından (yamaçlarından) ırmaklar akan bahçelere girecekleri, orada kendilerine verilecek tertemiz eşlerle beraber ağaçların gölgeleri altında sürekli kalacakları bildirilmiştir. Ayette geçen “nadc” kelimesi meyvenin pişip olgunlaşması demektir. Pişip olgunlaşan meyve, yavaş yavaş canlılığını kaybedip dalından düşer. İşte deriler de pişince canlılığını kaybedip bedenden düşer. Allah, o insanlara derileri pişip düştükçe yeni deriler verir ki azabı sürekli tatsınlar.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Sureyi ezbere bilmiyorsanız bakarak okuyun

SORU: Sizin sayenizde iki yıldır namaz kılıyorum. Dinimizin ve ibadetlerin kolaylıklarını yazarak beni yüreklendirdiniz. Önce farzları kıldım. Abdest alırken ayaklarımı mesh ettim. Şimdi namazlarımı sünnetleriyle beraber kılıyorum. Çok huzurluyum. Fatiha’dan sonra okunan namaz duaları haricinde belirli bir sureyi her rekâtta birkaç ayetiyle beraber okuyarak bir-iki vakit namazda veya birkaç günlük namazda tamamlayabilir miyim? (İ. Tekinay)

CEVAP: Her rekâtta Fatiha’dan sonra bir uzun ayet veya bir uzun ayete denk gelecek üç kısa ayet okumak gerekir. Orta uzunlukta bir surenin ayetlerini rekâtlara bölerek okuyabilir ve beş namazda bir sureyi yarılar veya bitirirsiniz. Mesela Bakara Suresi çok uzundur. Bunun bir, iki veya üç ayetini ya da daha fazlasını bir rekâtta, ardından iki-üç ayetini ikinci rekâtta okuyarak öğle namazında bir-iki sayfa okursunuz. İkindi, akşam ve yatsıda da devam eden sayfaları okur böylece 10-15 gün içinde Bakara Suresi’ni bitirebilirsiniz. Bu şekilde devam ederek Kur’ân’ı hatim de yapabilirsiniz. Ezbere bilmiyorsanız Mushafa bakarak okuyabilirsiniz. Düşüne düşüne okunduğu için böylesi daha feyizli ve etkili olur ki bu daha sevaptır.







Meallerin çoğu çarpıtmalarla doludur

SORU: Bir Kur’ân meali edindim. Bunu diğerleriyle karşılaştırdım. Hepsinin çok farklı olduğunu gördüm. Şaştım kaldım. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir? Bana önereceğiniz bir Kur’ân meali ve hadis kitabı var mı? (Hasan Yalçın)

CEVAP: Mealler çarpıtmalarla doludur. Size tavsiye edeceğim meal, tarafımdan yapılan ve ilk meallerden olan “Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meali”dir. İlk baskısı 1975’te yayınlanmış olan bu meal, kanaatime göre en doğru ve en titiz çalışmadır. Ayrıca “Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri” (12 cilt) veya bunun özeti olan “Kur’an-ı Kerîm Tefsiri” (3 cilt) ve “Kur’ân Ansiklopedisi” (30 cilt) eserlerimi okumanızı tavsiye ederim.

Yazının devamı...

Kur’ân-ı Kerîm’de kaza namazından söz edilmez

SORU: “İslâm İlmihali” ve “İslâm Tasavvuf” adlı eserlerinizi okuyana kadar size bakışım olumsuzdu. Ancak bu eserlerinizi okuduktan sonra bakış açım çok değişti. Yararlı bilgiler edindim. Özellikle “İslâm Tasavvufu” okumaya şayandır. Benim gibi düşünenlere tavsiye ettim. Bendeki dördüncü baskıdır. Bunların birinci, ikinci ve üçüncü baskılarını da almak istiyorum. Nereden temin edebilirim? Ben Şafiiyim. Kaza namazlarım var. “Şafiilerde kaza namazı olan, kazası bitene kadar müekked sünnetler dahil hiçbir nafile namazı kılamaz” deniyor. Bu konudaki fikrinizi öğrenmek istiyorum. (Bahattin Arazsu)

CEVAP: İslâm Tasavvufu adlı eserim, temel kaynaklara inilerek yazılmıştır. Önceki baskıları mevcut değil. Hem onlara hiç gerek yok. Son baskısı en genişidir. Ben herhangi bir mezhebin bağımlısı değilim. Kur’ân’a bağlıyım. Kur’ân’da kaza namazından söz edilmediği gibi Peygamberimiz zamanında da yıllarca kasten kılınmamış namazların kaza edildiğine dair bir uygulama olmamıştır. Ancak bir özür dolayısıyla bir veya birkaç namazı kılamayan, vakit bulunca hemen kılamadığı namazları sırasıyla kılar ki bu da ancak bir günlük veya iki günlük namaz olabilir. Siz istediğiniz kadar namaz kılın ama şu kaza, şu sünnet demeye gerek yok. Namaz, Allah ile iletişim kurmaktan ibarettir. Allah’ı zikirdir.







Cennet ebediyet yurdudur

OKURUM Gökhan Bırakmaz, hakkımda takdirlerini belirten uzun mektubunun sonunda soruyor: “Yüce Allah mükâfat olarak bize cenneti vaadediyor. Bu ebedi midir? Allah, herşeyi bu âlemle birlikte mi yoksa görünen bu âlemi mi yok edecek?” Cevabım şudur: Mektubunuzdaki güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Cennet ebediyet yurdudur. Kur’ân, cennetin çürümeyecek, yok olmayacak ebediyet yurdu olduğunu belirtir. İnsanın fiziksel bedeni ölümlüdür ama bedeni hareket ettiren ruhu ebedidir. Ölümle yok olmaz. Bedenden ayrılınca arınmış ise cennete gider. İyi ruhlarla beraber olur. Arınmamışsa bir süre arınma aşamalarından geçer. Sonra cennete gider. Allah akıbetimizi hayır eylesin.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.