Şampiy10
Magazin
Gündem

Yalan ve hurafe

Okurum Ali Zengin, hakkımda takdirlerini belirten yazısında diyor ki: “Bir internet sitesinde şöyle bir yazı okudum: Peygamberimiz bir sahabinin evinde kalabalık bir grupla otururken kapı çalınır. İçeri Allah tarafından gönderilen şeytan gelir. Şeytan (adeta bir röportaj gibi), odadakilerin şahitliğinde Peygamberimizin sorularını cevaplar. Sorular da cevaplar da çok ilginçtir. Bu görüşme 4 sayfalık bir yazıda anlatılıyor. Her şeyin sahibi ve ilmi sonsuz olan Rabbimiz, Cebrail’i şeytana göndererek Peygamberimizin sorularını doğru cevaplamasını, aksi halde onu küle çevireceğini tebliğ ettirir. Kül olmaktan korkan şeytan, Peygamberimizin sorularını doğru cevaplar. Okuduğum yazıdan iki örnek: 1- Eşiyle cinsel ilişkiye girmeden önce ‘kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım’ denilmezse şeytan da insanın eşiyle ilişkiye giriyormuş. Doğan çocuk şeytandan olup onun ordularına katılıyormuş. 2- Namazda esneyen kişinin ağzından şeytan giriyor ve o kişinin namazı kabul olmuyormuş. Bu hurafeleri halka yayanlar acaba Peygamberimizin, ‘Her kim bir yalanı bile bile benim üstüme atarsa cehennemdeki yerine hazırlansın’ sözünü düşünmüyorlar mı? Bundan hiç çekinmiyorlar mı?

Güya yüce Allah, şeytana Peygamber’in sorularına doğru cevap vermezse kendisini küle çevireceğini söylemiş. Şeytan maric ateşten, bilimsel tabiriyle dalgalı ışından yaratılmıştır. Madde değil, yanan odun değil ki kül olsun? Zaten yaratılışta insana düşman olup mevkiinden kovulan baş şeytan İblis, Allah’tan, kendisine kıyamete kadar süre vermesini istemiş. Cenabı Hak da ona istediğini vermiştir. Yani şeytana ve soyuna ölümsüzlük vermiştir. Çünkü kıyamete kadar ölmeyen varlık, ölümün yok olacağı kıyametten sonra artık ölmez. Ruhani varlıklar ölümsüzdür. Yüce yaratıcımız, şeytanı kovduktan sonra ona, insanların yeniden dirileceği güne kadar süre vermemiş miydi ki şeytanı sonradan kül olmakla tehdit etsin? Peygamberimizin şeytana böyle sorular yöneltmesini nasıl değerlendireceğiz? Bu sorular onun engin bilgisi ve yüksek ahlakıyla bağdaşıyor mu? İnsan esnedi diye namazı bozulur mu? Bu şeytan nasıl bir şey ki insanların esnemelerini beklesin. Bu olay doğru mu yoksa kötü amaçlar için uydurulmuş mu?”

CEVAP: Hiç kuşkusuz bu yazılanlar hurafedir, yalandır, Peygamber’e iftiradır. Okurum Ali Rıza Zengin’e teşekkür ederim.

Yazının devamı...

Gözden gizli varlıkların atası

SORU: Araf 80 ve 81, Şuara 165, Neml 54/55, Ankebut 28/29’da ete’tune ve lete’tune kelimelerinin anlamları nedir? Necm Suresi 32’de “Sizler annelerinizin karnında ceninler iken...” ifadesindeki cenin ile cin kelimesi arasında bağlantı var mı? (Mehmet Ali Tatari)

CEVAP: “Ete’tune’l-fahişete” Lut’un, kavmine azar mahiyetindeki sözüdür. “Siz dünyada kimsenin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz” diyor. “Lete’tune bihi” de Yusuf Suresi’ndedir. Yakup çocuklarına, “Siz engellenmedikçe mutlaka onu geri getireceğinize söz vermelisiniz” diye ahit alıyor. Necm Suresi’ne gelince: Ecinne, ceninin çoğuludur. Cenin, anne karnına gizlenmiş çocuk demektir. Cin kökünden gelir. Cinn, gözle görülmeyen varlıklar demektir. Tıpkı ins gibi cinn de çoğul isimdir. Birkaç gün önce bir TV kanalında izleyicilerinin sorularını cevaplayan birine rastladım. Bir izleyici, çocuğuna can ismini verdiğini, oysa sonradan öğrendiğine göre bunun cin anlamına geldiğini, bu yüzden kuşku içinde kaldığını belirtiyordu. Akademik unvana da sahip olan genç konuşmacı, önce can kelimesinin cinnin çoğulu olduğunu söyledi. Sonra da bunun cinle ilgisi olmayıp can yani insanın nefsi canı anlamına geldiğini belirtti. Verdiği bilgi biraz eksikti.

Çünkü cann, cinnin ism-i fail kipidir. İblisin adıdır. Cann, cinnin çoğulu değil, tersine cinn, cannın çoğuludur. Cann, gözden gizlenen anlamına gelir. Kur’ân- Kerîm’de bu kelime gözden gizli varlıkların atası ve sıfatı olarak kullanılır: “Andolsun biz insanı pişmemiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık. Cann’ı da (insandan) daha önce, (vücudun gözeneklerine) nüfuz eden kavurucu ateşten yarattık” (Hicr: 26-27). Şevkani bu ayetlerin tefsirinde, “Gözlerden gizlendiği için cinlerin atasına cann (gizlenen, saklanan) adı verilmiştir” der. Gözden gizli olduğu için anne karnındaki çocuğa cenin dendiği gibi girift ağaçlarla zemini görünmeyen toprak parçasına da cennet denilir. Farsça’da can, görünen bedenin içinde bulunan, bedene hayat veren ruhtur. Canan, canın çoğulu olarak canlar anlamına geldiği gibi aynı zamanda canan, sevgili, anlamına da gelir. Hz. Mevlana’nın şu beytinde canın ruh anlamı daha açıktır:

Ten zi can-u can zi ten mestur nist

Lik ten ra did-i can destur nist.

(Ten candan, can da tenden gizli değildir ama tene canı görme izni verilmemiştir.)

Yazının devamı...

Bir doktorun ‘dinde birlik’ ile ilgili mektubu

Operatör Doktor S. Özer’in, dinde birliktelik üzerine mektubu: “Bir imam hatip lisesi mezunu hekim olarak neden bu kadar Kur’ân’dan uzak tutulduğumuzu, Kur’ân okumanın asıl amacının onu anlamak olduğunu neden öğrenmediğimizi sorguluyorum. Sizi okudukça kolay dinimizin ne kadar zorlaştırıldığını anlıyorum. Aynı dine inanan insanların bile birbirlerini ‘İslâm dışılıkla’ itham edebildiği bir karmaşanın var olduğunu görüyor ve bu karmaşanın ancak Kur’ân’a sarılmakla son bulacağına inanıyorum. Bu karmaşanın en önemli sebebinin Peygamberimize isnat edilen uydurulmuş hadisler ve mezhep taassubu olduğunu düşünüyorum. Öyle zaman oluyor ki, aynı dini yaşayan, aynı yere secde eden arkadaşlarla fikri çatışmaya giriyoruz. Son tartışmamızda arkadaşlarımdan biri namaz kılmayanın dini olmayacağını ve cennete giremeyeceğini, Hristiyan ve Yahudilerin Allah’ın bir olduğuna inansa bile cehennemlik olduğunu ifade etti.

Hatta ‘Lailahe illallah Muhammedun resulullah’ deyinceye, ‘namazı kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar insanlarla savaşın’ şeklinde ayet olduğunu (ki onun ayet değil hadis olduğunu öğrendim) söyledi. Ben böyle bir ayet olamayacağını, olsa olsa Peygamberimizin ağzından uydurulmuş bir hadis olabileceğini, böyle bir şeyin ‘Dinde zorlama yoktur’ ayetiyle ve daha birçok ayetle çelişeceğini söyledim. Bunun üzerine mealcilikle, Peygemberimizi kabul etmemekle suçlandım. Sayın hocam, biz aynı dini yaşadığımızı iddia eden insanlar kendi aramızda anlaşamazken dini yaşamayanlara, yaşamak isteyenlere hangi dini anlatacağız? Abdest, oruç, namaz gibi dinin ana konularında bile tam bir birlikteliği olmayan Müslümanların bu hali ne zaman düzelecek? İnşallah sizin gibi hocalarımız sayesinde dinimiz insanların kalbinde yer bulacak ve korkularından arınacaklardır.”

CEVAP: Yazınız için teşekkür ederim. Her iki aşırı uçun hedefi haline geldik. Bir taraftan uydurmaları din yapıp dinin temeli olan Kur’ân’ı sırtlarının arkasına atan cahiller, öbür taraftan Kur’ân’ın bir hükmünün dahi anlatılmasına tahammül edemeyen din karşıtları. O dindar görünen insanlardan kimi var ki Kur’ân’ın anlattığı dine değil, uydurulmuş hurafelere inanmaktadır. Kur’ân’ın deyişiyle o, nefsini, yani egosunu tanrı yapmıştır.

Yazının devamı...

Ali Razı Pirimoğlu Allah’ın feyzine ermiş bir insandı

SORU: Ben, rahmetli Mustafa Tolunay’ın kızkardeşinin oğluyum. M. Hazmi Tura Efendi’nin Erzurum’da hocası olan Ali Rıza Efendi hakkında bilgi edinmek için araştırma yapıyorum. Bu konuda bilginiz varsa bana gönderir misiniz? (Zeki Konbul)

CEVAP: Allah rahmet eylesin Mustafa Tolunay’ı ve muhterem bir hanımefendi olan annesini çok severdim. Onları 1953 yılında tanımış ve evlerinde de 20 gün kadar misafir kalmıştım. Ali Rıza Efendi, Trabzon’un Sürmene kazasından Erzurum’a gelmiştir. Hacı Muharrem Efendi, Erzurum’da tabur imamıyken 20 yaşlarında olan Ali Rıza Efendi onun talebesi olmuş ve sonunda temsilcisi durumuna yükselmiştir. Çok kimseyi Hakk’a irşat etmiş olan Ali Rıza Pirimoğlu’nun hikmetli konuşma yeteneğine sahip olduğunu söylerlerdi. Kardeşi Faik Pirimoğlu’nun yazdığı, vefat haberini bildiren mektup, Hacı Muharrem Efendi’ye ulaştığı esnada ben önünde ders okuyordum. Mektubu açıp okumaya başlayınca gözlerinden yaşlar damladığını gördüm. Onun vefatı üzerine şu tarihi düşürdü:

Mazhar-i feyz-i ilahidir Pirim Ali Rıza

Zikr-ü fikr-i Hak ile olmuştu meczubi Huda

Çık mucemden Sırri yüzü, söyle gel tarihini

Etti pervaz aşiyan-ı cennete Ali Rıza

(Ali Rıza, Allah’ın feyzine ermiş, kendini Hakk’a vermiş, Allah’ı ana ana yücelmiş bir insandı. Sırrı, noktalı harflerden 100’ü çıkararak tarihini söyle. Ali Rıza cennet yuvasına uçtu.)

Osmanlıca olan bu dizedeki noktalı harflerin rakamsal toplamından 100 sayısı çıkarılınca Ali Rıza Efendi’nin vefat tarihi çıkar (Burada Osmanlıca noktalı harflerin rakamsal toplamı kastedilmiştir.) Ali Rıza Efendi 1951yılında Hakk’ın rahmetine kavuştu.


Çelişkili rivayetler

“Altın takmak haram mı?” diye soran okuruma cevabımdır: Hz. Peygamber’in altın yüzüğü kaldırıp “Bu ateşten bir halkadır” diyerek attığı rivayeti olduğu gibi en yakın sahabisi Enes ibn Malik’in, kaşında altın resmi bulunan altın yüzük taktığı rivayeti de vardır. Prof. Kamil Miras, bundan 70-80 yıl önce Tecrid-i Sarih tercümesinde tüm delilleriyle altın alyans takmanın sakıncası olmadığını belirtmiştir. Kur’ân’da altın yüzüğün haram olduğuna dair bir işaret yoktur. Birbiriyle çelişkili rivayetlerle de haram hükmü konamaz.

Yazının devamı...

Gönül kırılınca kolay düzelmez

SORU: Babam sürekli olarak annemde kusur arıyor. Başkalarının yanında aşağılıyor. Annem hep babamın korkusuyla yaşadı ve hâlâ da öyle yaşıyor. Babamın anneme hakaret etmesine tahammül edemiyorum. Birinin babama haddini bildirmesi gerektiğini düşünüyorum. Sonra da bunun yanlış olduğunu fark ediyorum. Ne yapmalıyım?

CEVAP: Sakın babana sert cevap verme. Öyle kavga edercesine cevap verirsen onu kırarsın. Bir kere gönül kırılınca kolay düzelmez. Ayrıca öyle cevap vermen hiçbir şeyi halletmez. Çok daha kötü olur. Sabret, onlar kavga ederken sen yanlarında durma. Bu kadar zaman beraber yaşamışlar, birbirlerine alışmışlar. Kavga etseler de yine barışır, konuşurlar. Baban yine anneni sever. Merak etme, öyle eser, tozar. Sonra yatışır.

Onlar barışır ama sen karışırsan iş kötü olur, kolay kolay baban seni affetmez. Senin üzerinde annen kadar babanın da hakkı vardır. Bunu düşün. Baban yalnızken onunla konuşabilir, annene karşı biraz daha anlayışlı davranmasını söyleyebilirsin. Ama üstüne varma. “Birinin babama haddini bildirmesi gerekir” sözünü hiç beğenmedim. Baban zaten yaptığı yanlışın cezasını çeker. Günahı varsa Allah ona haddini bildirir. Sen babana haddini bildirmeye kalkma! Allah kerimdir. Babanı da anneni de kırma. Zamanla her şey düzelir inşallah.

Önemli olan kişinin Rabbini unutmamasıdır

SORU: “Ramazan orucunu kasten bozan kişi 61 gün kefaret orucu tutar” diyenler doğru mu söylüyor? Peygamberimizin namazları cem ettiğine dair Buhari ve Müslim’de hadiler olmasına rağmen bazı kişiler neden “Öyle şey olmaz” diyor? (Emrah Gedik)

CEVAP: Orucun 61 gün kefareti uydurmadır. Rivayet doğru olsa bile orada Peygamberimiz adama oruç tutmayı emretmiyor. Verdiği sadakayı kendi çocuklarına yedirmesine müsaade ediyor. O rivayette bile 61 gün kefaret yok. Eğer böyle bir emir olsaydı insanların keyfine bırakılmaz, uygulanırdı. Siz onların fetvalarına bakmayın. En doğrusunu Peygamber evladı yapmış. Namazları cem ederek kılmışlar. Önemli olan kişinin Rabbini unutmaması, O’nunla günde bir kez de olsa iletişim kurmasıdır.

Yazının devamı...

Namazda önemli olan şekil değil ruhtur

SORU: Fazla kilolarım nedeniyle oturarak namaz kılıyorum. Yani başım secdeye değemiyor. Seher vaktinde kalkıp sabah ezanı okununcaya kadar zikrimi ve şükür namazımı kılıyorum. Ama kıldığım namazlar Allah katında makbul olmayacakmış gibi geliyor bana. Ne yapmalıyım? Bu şekilde mi devam edeyim? Yoksa hiç kılmayayım mı? (T. S.)

CEVAP: Ayakta durmak sağlam insanlar içindir. Sizin durumunuz buna müsait değilse oturarak kılarsınız. Hiçbir sakıncası yoktur. Peygamberimiz de son günlerinde namazını oturarak kılmıştı. Önemli olan namazda kalben Allah’ı düşünmek, huzurla kılmaktır. Yoksa ayakta durmakla namazın fazileti artmaz. Kalbini Allah’a tahsis et de nasıl kılarsan kıl. Allah kabul etsin.

Sünnete göre gusül abdesti nasıl alınır?

SORU: Biz Edirne’de üniversite sınavlarına hazırlanan 19 yaşlarında dört arkadaşız. Sayın hocam sünnete göre nasıl gusül abdesti alınacağını sizden öğrenmek istiyoruz?

CEVAP: Banyoya girip baştan aşağı duş alınca gusül yapılmış olacağı gibi abdest de alınmış olur. Yani abdest alınmasa da bu şekilde yıkanmış olan kimse namaz kılabilir. Peygamberimizin, o zamanın şartlarında uygulaması şöyledir: Önce eller sonra edep yerleri yıkanır ve namaz abdesti alır gibi abdest alınır. Ardından başa, sağa ve sola birer tas su dökülerek her taraf ovulur. Bu eylem üç kez yapılır. İşte sünnete göre gusül böyledir.

Eserlerim hakkında

ESERLERİM hakkında bilgi isteyen Tijen Serdaroğlu’na cevabımdır: Eserlerimi mümkün olduğunca sade yazmaya çalıştım. Ama konunun gereği orijinal haliyle kullanılmış olan bazı terimleri dikkatle okuyup içeriği düşünmek gerekir. Size 3 ciltlik “Kur’ân Tefsiri”, 30 ciltlik “Kur’ân Ansiklopedisi”, “İslâm’da Güncel Tartışmalar” ve “Kur’ân-ı Kerîm’e göre Hz. Muhammed” adlı eserlerimi okumanızı tavsiye ederim. İsterseniz www.yeniufuklarnesriyat.com adresine girip eserlerim hakkında bilgi edinebilirsiniz. Ayrıca www.suleymanates.com adlı sitemden de bazı konuşmalarımı sesli olarak dinleyebilirsiniz.

Yazının devamı...

‘Huri’ kelimesinin ‘Havari’ ile anlam ortaklığı vardır

SORU: “İslâm Ansiklopedisi” adlı eserinizde “Huri” başlığı altında yazdıklarınızı okudum. Fevkalade açıklayıcıydı. Ancak aynı harflerle yazılan ya da aynı kökten olan kelime de Hz. İsa’nın havarileri hakkında kullanılıyor. İkisi arasında bir bağlantı olup olmadığını açıklar mısınız? (Mehmet Ali Tatari)

CEVAP: “İslâm Ansiklopedisi” adlı eserimin havari maddesine bakarsanız orada bu konunun açıklamasını bulabilirsiniz. Müfessirlere göre havari kelimesi, aslen Arapça olup beyaz anlamındaki haver kökündendir. Beyaz elbise giydikleri için Hz. İsa’nın öğrencilerine havari denmiştir. Bezleri yıkayıp çırparak ağartan kassara havari dendiği gibi halis ve temiz yardımcıya da havari denilir. Temiz ve seçkin kimselere de mecazen havari adı verilir. Güzel renklerinden ve temizliklerinden dolayı şehirli kadınlara havariye ve havariyat denir. Bazılarına göre de bu kelimenin aslı, Aramca beyaz anlamına gelen havaradır. Arapça ve Aramca aynı kökten gelen diller olduğundan kelimenin iki dilde ortak olması mümkündür.

Hur, beyaz anlamına gelir

Hur (haver) kökünden yapılmış ahver ve havranın çoğulu olan huri kelimesinin de havariyle kök ve anlam ortaklığı vardır. Çünkü haver, gözün siyah bebekleri arasından azıcık beyazlığın da görünmesidir ki göze son derece güzellik verir. Hur, beyaz anlamına gelir. Hur’in, siyah bebekleri arasından azıcık beyazlık da görünen çarpıcı güzel gözdür. “in”, aynanın çoğuludur. İri gözlü kadına ayna denilir. Ayetlerde müminlere ahirette, böyle güzel gözlü eşlerin verileceği anlatılmaktadır. Hasan-ı Basri’ye göre bu iri gözlü eşler, dünyadaki ihtiyar kadınlardır.

Allah, onları yeniden böyle güzel biçimde yaratacaktır. “Biz (oradaki) kadınları da yeniden bir güzel inşa etmişiz” (Vakıa: 46/35) ayetinden, cennet hurilerinin, aslında dünya kadınları olduğu, bunlar ruhaniyet âleminde yeniden yaratılınca öyle güzel vasıflar kazandıkları düşüncesi doğmaktadır. Burada kullanılan inşa kelimesi de dikkat çekicidir. İnşa, yapı malzemesini üst üste koyup binayı yapmak demektir. Bu ifadeden, ahirette ruhların bedenlenmesinin de hücrelerin çoğalarak yapılan yepyeni maddi bedenler içinde ahiret hayatına başlayacakları anlaşılmaktadır.

Yazının devamı...

Evrende Tanrı’nın görüntüsü vardır

* DÜNDEN DEVAM

Hristiyanlara göre Allah’ın düşüncesinden oğul doğmuş, Müslümanlara göre de Allah’ın düşüncesinden ilk olarak Hz. Muhammed’in nuru var olmuş ve binlerce yıl öyle nurdan bir sütun olarak Allah’ın nazarında bulunmuştur. Sonra evren bütün ayrıntısıyla bu nurdan yaratılmıştır. İşte bundan dolayı güya Allah, Hz. Muhammed’e, “Sen olmasaydın ben felekleri yani evreni yaratmazdım” demiştir. Bana göre böyle şeyler ne Hz. İsa’nın ne de Hz. Muhammed’in mesajının özünde vardır. Ama insanlar bu felsefeyi geliştirip bir insanı tanrılık düzeyine yükseltmişlerdir.

Böyle şeylere asla inanmam. İnsanın Tanrı olacağını kabul etmem. Elbette tüm evrende tanrının görüntüsü vardır. Çünkü evreni Tanrı kendi varlığından yaratmıştır. Özellikle Allah insanda kemaliyle tecelli etmiştir. Fakat tek bir insanda, yalnız İsa’da veya yalnız Muhammed’de değil, her insanda... Ruhunu arıtan herkes Tanrı’nın kendindeki varlığını sezer, görür. İşte bu gerçeği yaşayanlar büyük mutasavvıflardır. Kimi bir noktaya gelmiş ki, “Ben Hakkım” demiş, kimi de “Et ile deriye büründüm, insan diye göründüm” diyebilmiştir. Niyazi de şöyle demiş:

Öyle sanırdım ayrıyam

Dost gayrıdır ben gayrıyam

Benden görüp işiteni

Bildim ki ol canan imiş.







Hz. İbrahim’in sünneti

SORU: Kurban Bayramı’nda kurban kesmek Kur’ân emri mi? (Mehveş Özgür)

CEVAP: Kurban kesmek Allah’ın emri değildir. Kevser Suresi’nde “Rabbin için namaz kıl, ellerini boğazına götür” buyurulmaktadır. Burada ellerin boğaza götürülmesi namaz için başlama tekbiri almak demektir. Yoksa “kurban kes” anlamında değildir. Ama bazıları ayete bu anlamı yüklüyorlar. Oysa Peygamberimiz, kurban kesmenin Hz. İbrahim’in sünneti olduğunu bildirmiştir. Ayrıca Hac Suresi’nde öteden beri mevcut uygulama anlatılmakta ve kurban keserken Allah’ın adının anılması emredilmektedir. Ayetlerin devamında da kesilen kurbanların et ve kanlarının Allah’a gitmeyeceği, Allah’a gidecek olanın gönülden bağlılık olduğu vurgulanmaktadır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.