Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Sizin sayenizde duru ve gerçek bilgiye ulaştım’

Ankara’dan yazan okurum Tuba Demircan, çok nazik ve içerikli mektubunda şöyle diyor: “Saygıdeğer hocam, merhaba. İyilik ve sağlık dilerim. Nisa 11-12’nci ayetlerin tefsiri sebebiyle size sıkıntı verilmiş. Gündemi yeni okuyabildim. Geç de olsa müdahil olmak istedim. Anladığım kadarıyla bu tür suçlamalar, yaşamınız boyunca hep olmuş. Sizin dile getirdiğiniz gibi ‘lütfun da hoş, kahrın da hoş.’ Kendimi sizin öğrenciniz kabul ediyor ve bundan şeref duyuyorum. Hep dile getirdiğim gibi ilminizin ışığına duacıyım. Bilimsel bir veriyi, sadece kendisini otorite görmeden diğer bilginlerin de fikrini beyan ederek, sonucunda kendi düşüncesini bildirerek bağlayan, karşı tarafa da düşünüp muhakeme ve seçme hakkı veren, derecesi yüksek nadir bilim insanlarındansınız. İnsani tarzda da düşünce sistematiğim sizinle direkt örtüşüyor. Tekamülümün sürecinde beni size (doğruya) yönlendiren rabbime hamd olsun.

‘Ruhlar kararmaya başlıyor’

İnsanın genel anlamdaki sıkıntısı önyargı. Sözlükte tanımı, ‘Bir kimse veya bir şeyle ilgili olarak belirli şart, olay ve görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu veya olumsuz yargı, peşin hüküm’ olarak geçiyor. Bilgisizlik de önyargıya katalizör olunca perde kuşatıveriyor. Ruhlar kararmaya başlıyor. Yaradılış yasası negatif derecelendirmeye geçince de vay hallerine... Bunları aracılığınızla öğrendim. İyi ki varsınız. Cehaletim baki kalmaktan arındı. Kadın kimliğimle de bir şeyler söylemem gerekirse kelime anlamı barış olan dinimin, yaratanımın tüm hükümleri adalet, ihsan, sevgi, merhamet, koruyuculuk ve hoşgörüyle beni sarıp kuşatıyor ve iç huzuru veriyor. Sizin aracılığınızla duru ve gerçek bilgiye ulaştım. Devamı da benim sınavdaki başarım. Saygılarımı sunarım.”

CEVAP: Tuba Hanım, nazik mektubunuzdan ve iltifatınızdan mütehassis oldum. Teşekkür eder, ahirete kadar uzanacak başarılar ve saadetler dilerim. Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinizde olsun.

Yazının devamı...

Peygamberimiz yolculuklarda cem etmiştir

SORU: “Kim namazı özürsüz olarak birleştirirse büyük günah kapılarından bir kapıya gelmiş olur” şeklinde bir hadis var. Ben Hollanda’dan Türkiye’ye her gelişimde namazlarımı cem ederim. Çünkü bu uygulamada huzur ve kolaylık var. Bazı hadislerde Peygamberimizin bunu sadece bir kere yaptığı yazıyor. Ancak Peygamberimizin yolculuklarda namazlarını cem ederek kıldığını birçok dini kaynaktan okudum. Doğrumu?

CEVAP: Hz. Peygamber’in, seferde yalnız bir kez cem ettiğine dair hadisin tamamen uydurma olduğu belli. Çünkü Peygamberimizin kendisi yolculuklarda genellikle cem etmiştir. Normal zamanlarda da cem ettiği olmuştur. Ama sonradan dinde aşırı gidenler dini zorlaştırmak, cemin önüne geçmek için böyle sözler ortaya attılar. Eğer böyle bir hadis olsaydı Peygamber’in bizzat torunları namazları cem etmezlerdi. Kişi namaz kılsın da cem ederek kılsın. Yeter ki kılsın. Hiç kılmamaktan iyidir. Namazı cem etmek niçin büyük günah kapısına girmek olsun? Bir kere bu sözde mantık var mı? Büyük günah nedir?

Namaz kılan sevabını alır

Kur’ân’da yasaklanan zina, hırsızlık, adam öldürme, namaz kılmama, gıybet, insanları küçük görme, doğaya zarar verme, zulüm gibi eylemlerdir. Cemle namaz kılmak günah bir şey olur mu? Namaz kılmak temel ibadettir. Kılan sevabını alır. Bir namaza bir namaz daha katan günah mı işlemiş olur? Hayır Allah’a bağlılığının karşılığını alır. Zaten Kur’ân’da emredilen namazlar da sabah, akşam ve gece ortası namazlarıdır. Bu namazlarda cem olmaz. Her biri kendi vaktinde kılınır. Ama öğle, ikindi Peygamberimizin ictihadıyla sabittir. Peygamberimiz bu namazları zaman zaman cem etmiştir. Yatsı namazı da akşam namazına ektir. Bu da akşamla cem edilebilir. Peygamberimiz bunu da uygulamıştır. İslâm kolaylıktır. Zorlaştırmanın hiçbir yararı yoktur. Kişinin günde bir kez de olsa namaz kılması, Allah ile iletişim kurması hiç kılmamasından elbette iyidir.

Yazının devamı...

Bakara 30 ve 32. ayetlerin tefsiri

OKURUM Gökhun Tokay’ın birinci sorusunu dünkü yazımda cevapladım. Tokay’ın bugün cevaplayacağım ikinci sorusu şöyleydi: “Allah kullarına ders vermek amacıyla bazı şeyleri ortaya koyar, onlara bazı şeyleri bildirir mi? Allah Bakara Suresi 30, 31 ve 32’nci ayetlerde meleklere hitaben, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ buyuruyor. Niçin melekleri bu hususta bilgilendiriyor? Hâşâ hesap mı veriyor? Ders vermek maksadıyla mı söylüyor? Bu ayetleri tefsir eder misiniz?”

CEVAP: Bakara 30-32’nci ayetlerde insanın halife yapılması konusunda Allah ile melekler arasında geçen diyaloğu bizim anladığımız manada karşılıklı konuşma olarak değerlendirmiyorum. Benim kanaatime göre burada hilafete kendilerinin daha layık olduğunu düşünen meleklere, olgunlaştırılmış insan olan Adem’deki potansiyel güç bir konuşma biçiminde somutlaştırılarak anlatılmaktadır. İnsanın yaratılışı, hilafete yükseltilişi, yeryüzünde Allah’ın temsilcisi oluşuna karşı soyut ruhlar olan meleklerdeki istifham düşüncesi böyle somut olarak anlatılmıştır. Çünkü düşünceler somutlaştırılarak anlatılırsa avam halk daha iyi kavrar. Kur’ân’da düşüncenin somut diyalog haline getirilişine dair örnekler çoktur. Allah, göğü ve yeri yarattıktan sonra, “Duman halinde olan göğe yönel(ip onu yarat)tı, ona ve yere ’isteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin’dedi. Onlar da ’isteyerek geldik’dediler” (Fussilet: 11) ayeti de bunlardan biridir.

İncillerin yazımı hakkında

SORU: İncil, Hz. İsa zamanında mı kitap halinde tasnif edilmiştir? (Halil Haksever)

CEVAP: Hz. İsa, hayatında İncil yazdırmadı. Vefatından sonra şakirtleri, Hz. İsa hakkında bildiklerini mektuplarla çeşitli yerlere yazdılar. İşte bu mektuplar derlenerek yüzlerce İncil meydana geldi. Ancak 325 tarihinde İznik’te toplanan Hristiyan uzmanlar, bu İnciller arasından dördünü doğru, diğerlerini apokrif (uydurma) kabul ettiler. Hz. İsa, Aramca konuşurdu. Oysa yazılan en eski İncil, İsa’dan yıllarca sonra Latince yazılmıştır. Hz. İsa’nın konuştuğu orijinal dilde bir İncil yoktur. Ancak Hristiyan inancına göre, İsa göğe kaldırıldıktan sonra çeşitli kimselere görünerek İncil’i vermiştir. Tabii bu iddianın bilimsel bir kanıtı yoktur. İnciller, havarilerin İsa hakkındaki anılarını mektup şeklinde yazmaları veya anlatmaları sonucunda oluşmuştur.

Yazının devamı...

Gece namazı en kuvvetli farzdır

SORU: 1- Gece namazı ve kurban, ikisi de ayetlerde zikredilmiş olmasına rağmen biri sünnet diğeri vacip sayılıyor. Neden ikisi de aynı konumda değil? Meallere bakarsak kurbanda emir gibi bir durum ortaya çıkıyor. Doğru mu? 2- Allah kimseye hesap vermek mecburiyetinde olmayıp tüm noksanlıklardan uzaktır. Bunu biliyoruz. Ancak Allah kullarına ders vermek amacıyla bazı şeyleri ortaya koyar, onlara bazı şeyleri bildirir mi? Bu hususta aklıma takılan Bakara Suresi 30, 31 ve 32’nci ayetler olmuştur. Allah bu ayetlerde meleklere hitaben, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” buyuruyor. Nedeni nedir? Niçin melekleri bu hususta bilgilendiriyor? Hâşâ hesap mı veriyor? Ders vermek maksadıyla mı söylüyor? Bu ayetleri tefsir eder misiniz? (Gökhun Tokay)

CEVAP: 1- Kurban hiçbir ayette emir kipinde geçmez. Sadece Hac Suresi’nde hacıların kurban kesilirken Allah adını anmaları yani besmele çekmeleri emredilir. Başka bir yerde “kurban kes” emri yoktur. Mealler ve bu konudaki tefsirlerin çoğu çarpıtmadır. Ama gece namazı en vurgulu emirdir. Öyle sünnet falan değil... Gerçi ayetlerde hitap Hz. Peygamberedir ama bundan doğal bir şey yoktur. Çünkü vahiy ona gelmektedir. Vahyin ilk muhatabı odur. Ama bundan bütün insanlık sorumludur. Genel namaz emri de yine Peygamber’e hitap şeklindedir: “Namaz kıl.” Fakat bütün müminler bu emirle yükümlüdür. Hatta bu emirler sadece Peygamber’e değil okuyan ve dinleyen herkese yöneliktir. Okuyan ve dinleyen herkese “Namaz kıl”, “Geceleyin uyan” buyurulmaktadır.

Sünnet olan gece namazı değil, kurbandır. Çünkü Kur’ân’da bayramda kurban kesme hakkında bir emir yoktur. Gece namazı ise sünnet değil, vacip de değil en kuvvetli farzdır. Çünkü gece namazı kadar vurgu yapılan bir emir yoktur. Ancak bu namaz cemaat namazı değil, bireysel namazdır. İsra Suresi 79’da “Gecenin bir bölümünde sana nafile olarak uyan” ayetinde geçen nafile kelimesi bizim anladığımız manada nafile değil, ayrıca üstelik demektir. Yani İsra 78-79’uncu ayetlerde güneşin batmasından alacakaranlığa kadar, sonra gecenin sonunda sabah ışırken namaz kılması, ayrıca gecenin bir bölümünde de uyanıp ibadet etmesi Peygamber’in şahsında bütün ümmete emredilmektedir.

* Okurumun ikinci sorusunu yarınki yazımda cevaplayacağım.

Yazının devamı...

Kur’ân-ı Kerîm’in Kürtçe çevirisi

Okurum B.T., “Kürtçe Kur’ân meali” konusunda düşüncemi soruyor. Cevabım şudur: Kur’ân, hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilmiştir. Kürtçe de bir toplumun dilidir. Kur’ân’a göre insanların renklerinin ve dillerinin değişik olması, Allah’ın mucizevi olaylarındandır. Allah her kavme bir uyarıcı gönderdiği gibi her uyarıcıyı da gittiği toplumun diliyle göndermiştir. Öyle ise Kur’ân’ın Kürtçe’ye çevrilmesi gayet doğaldır ve önemlidir. Ama ben Kürtçe bilmediğim için sözünü ettiğiniz çeviri hakkında bir fikir beyan edecek durumda değilim. Bu konuda tek ölçüt iyi niyet, çevirmenlerin Arapça ve Kürtçe’yi çok iyi bilmeleridir.

Dine iftira ediyorlar

SORU: Bu yıl kurbanımı kesim yerlerinde duasını okuyarak kestirdim. Geçen gün camide kurbanını evinin bahçesinde, kendi veya görevlendireceği ehil birine kestirmeyenin kurbanının kabul olmayacağı söylendi. Şimdi benim usulünce kestirip dağıttığım kurbanlar boşa mı gitti?

CEVAP: Kurbanı evinin bahçesinde kestirmeyenin kurbanı kabul olmaz diyen bilgisiz insanlar dine iftira ediyor. Sizin yaptığınız en doğru uygulamadır. Kurbanları mahalle aralarında, sokaklarda, çocukların gözleri önünde kesmek yerine kesim yerlerinde kestirip dine uygun taksimatı yapmak en doğru yoldur.

Kötülüğe karşı iyilik

SORU: İki yıl önce biriyle anlaşmazlığa düştük. Tartışma esnasında birbirimize hoş olmayan sözler sarf ettik. Şahsıma karşı ciddi bir haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Namaz kıldığım zaman Allah’ın bu kimseyi cezalandırması için dua ediyorum. Bu yaptığım doğru mu? (Ahmet Ecik)

CEVAP: Düşmanınız da olsa onun acı çekmesinden hoşlanmayın. O kötülük yaptıysa siz iyilik yapın. Allah mükâfatını verir. Kimseye beddua etmeyin. Eğer onun kötülüğünü affedersen, Allah onun yerine size ödül verecektir. Çünkü Kur’ân, kötülüğün en güzel biçimde savılmasını emretmektedir. Olgun Müslüman böyle davranır. Kavga etmek sadece şeytanı sevindirir. Allah sabredenlerle beraberdir.

Yazının devamı...

İbadetler bireyseldir

B. TOROS Kirişçioğlu’nun iki sorusunu dünkü yazımda cevaplamıştım. Okurumun bugün cevaplayacağım sorusu şöyleydi: “Bir başkasına hac ibadeti için vekalet vermek uygun mu? Farz ifa edilmiş olur mu?”

CEVAP: Kişi, sağlığında bir başkasını kendi yerine bedel gönderebilir. Ama bu aslında kuşkulu bir şeydir. Çünkü ibadetler bireyseldir, kimse kimsenin yerine ibadet edemez. Diğer fıkıh okulları bedel haccı kabul ederken İmam Malik’e göre hacca gidemeyen kimsenin, başka birini yerine göndermesi gerekmez. Üç mezhebin dayandığı delil, İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadistir:

“Hz. Peygamber’e babasının, kendisine farz olan haccı yapamadan öldüğünü, onun yerine kendisinin haccedip edemeyeceğini soran bir kadına Allah’ın Elçisi, ‘Evet (onun yerine haccedebilirsin)’ demiştir.” Hanefi ve Malikilere göre mirasçılara, ölünün yerine haccetmek gerekmez. Şayet ölen kişi, kendi yerine haccedilmesini vasiyet edip bu iş için bir mal, para bırakmış ise vasiyeti uyarınca hacca gitmek gerekir. Eğer bir mal tayin etmemiş ise bıraktığı mirasın üçte birinden vasiyeti yerine getirilir. Kendi şehrinden birisi hacca gönderilir. Malının üçte biri o şehirden bir şahsın hacca gidip gelmesine yeterli değilse o malla hacca gidilebilecek, Mekke’ye yakın bir yerden bir kimse hacca gönderilir. Eğer malının üçte biri, hiçbir suretle hacca gitmeye yeterli değilse ölenin vasiyeti batıldır. Varisler, onu yerine getirmek zorunda değildir







Minik okurumun büyük sorusu

SORU: 13 yaşındayım. Piknikte bir köpek beni korkuttu. Babam da köpeğin kafasına taş atarak onu kovaladı. Köpeğe acıdım. Bu durumda babama karşı mı gelmiş oldum? Bu günah mı? (Şevket Can Aydın)

CEVAP: Köpeğe haksız yere taş atan babasını kızgınlıkla değil ama saygıyla uyaran çocuk sevap işlemiş olur. Çünkü hayvan hakkı insan hakkından da önceliklidir. Zira hayvan kendini savunamaz, dili yoktur, derdini anlatamaz. Onu savunan insan ve hele çocuk Allah’ın çok sevdiği kişidir. Allah, yaratıklarına acıyan kulunu ödüllendirir. Babana söyle, bir daha hayvanları incitmesin. Elbette köpek piknikte et veya yemek yiyenlerin yanına gelir. Onu taşlama yerine ona da yiyecek vermek gerekir.

Yazının devamı...

Sağlığı elverişli olmayana hac farz değildir

SORU: 1- Hastalık hac ibadetini yapmaya engel mi? Bu nedenle sorumluluk kalkar mı? 2- Hac ibadetine niyet ederek şevval-zilkade-zilhicce aylarından herhangi birinde ifa edilebilir mi? 3- Bir başkasına hac ibadeti için vekalet vermek dinimizce uygun mu? Böylece farz ifa edilmiş olur mu? (B. Toros Kirişçioğlu)

CEVAP: 1- Yüce Allah, Âli İmran Suresi 97’nci ayetinde, “Yoluna gücü yeten herkesin, o eve gi(dip haccet)mesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse şüphesiz Allah, bütün âlemlerden zengindir” buyurmaktadır. Ayet, hac yoluna gitmeye gücü olanlara haccı farz kılmaktadır. Yola gitmek için gerekli parası bulunmayana ve sağlığı elverişli olmayana hac farz değildir. Keza yol güvenliği olmayınca da hac farz olmaz. Böyle bir engelleri bulunmayan Müslümana hac farzdır.

2- Şevval-zilkade-zilhicce ayları hac mevsimidir. Hac mevsimi hac zamanı değil, hacca gitme zamanıdır. Bu aylardan itibaren insanlar dünyanın çeşitli yerlerinden hac makamına (Mekke’ye) gelirler. Ama asıl haccın iki rüknü vardır: Arafat’ta durmak ve ertesi gün Kabe’yi tavaftır. Arafat’ta durma zamanı da zilhicce ayının 9’uncu günüdür. Çünkü Kur’ân, “İnsanların akın ettiği yerden siz de akın edip Mina’ya gelin” buyurmaktadır. Yani Arafat’ta durduktan sonra akın akın Müzdelife’ye, oradan da Mina’ya gelineceği belirtilmektedir.

Tek kişinin gidip de herhangi bir zamanda Arafat’ta durmasıyla haccın rüknü olan vakfe yapılmış olmaz. Vakfenin hep birlikte yapılması gerekir. Bu vakfe ibadeti, İslâm birliğinin ve mahşer durumunun da simgesidir. Kendi kendine gidip Arafat’ta duran kişi nasıl bu birliğe tanık olacak ve nasıl bu mahşeri kalabalığı görecek, bu hazzı duyacak? Hacca gitmek isteyen, zamanında gider. Hiç kimse Kur’ân ile ve tevatürle sabit olan bu ibadetin yerini değiştiremez. Hayalle uğraşmak kimseye yarar sağlamaz. Senenin her zamanında yapılan ve yarı hac sayılan bir ibadet vardır zaten. O da Umre’dir. Umre’nin zamanı yoktur, yılın her zamanında yapılabilir.

* Okurumun 3’üncü sorusunu yarınki yazımda cevaplayacağım.

Yazının devamı...

Duisburg Camii

Almanya’nın Kuzey Rhein Westfalen bölgesinde bulunan Duisburg’ta yeni yapılıp bir ay kadar önce ibadete açılmış olan camiyi ziyaret ettim. Cemaatin isteği üzerine bu güzelim camide bir konuşma yaptım. 35 yıl önce Almanya’da kulübemsi mescit manzaralarıyla şimdiki muhteşem manzarayı karşılaştırınca takriben yarım asır içinde İslâm’ın Avrupa’daki olumlu gelişmesi insanı gerçekten çok sevindiriyor. Yöredeki işçilerimizin kurduğu dernek, 19 kubbeli bu camiyi 3 yıl gibi kısa bir sürede bitirmiş. Caminin yapımında Avrupa’da çalışan insanlarımızın katkılarının yanında Avrupa Birliği’nin ve Duisburg yerel yönetiminin büyük katkısı olmuş. Caminin hemen karşısında büyük bir kilise var. Kiliseyle cami arasında bulunan eski binalar bu iki din mabedinin birbirlerine bakmalarına engel oluyormuş. Yerel yönetim bu binaları yıktırarak iki mabedin birbirini görmesini hatta birbiriyle selamlaşmasını sağlamış. Bu durumu görünce Hac Suresi’nde dinlerin birliğini vurgulayan ayeti anımsadım:

“Eğer Allah’ın bazı insanları diğer bazılarıyla savunması olmasaydı, içlerinde Allah’ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılırdı. Allah, kendi(dini)ne yardım edene elbette yardım eder” (Hac: 40).

Hoşgörü, barış ve huzur

Allah’ın, kendisine inananlarla isminin anıldığı mabetleri koruduğunu bildiren bu ayette, bütün ilahi din mabetlerinin, Allah’ın adının anıldığı, korunması gereken mabetler olarak tanıtılması, vahiy dinlerinin özde birliğine ve mensuplarının kardeşliğine işaret etmektedir. Duisburg Camii’nde eğitim odaları, dershaneler, spor salonu, konferans salonu bulunuyor. Almanya’da yetişmiş, sosyal bilimlerde mastır yapmış bir hanımefendi, Hristiyan bilim adamlarıyla diyalog kuruyor.

Zaman zaman camiyi ziyarete gelen kilise adamları, hoşgörülü sohbet sonunda memnun ayrılıyorlarmış. Bir seferinde ortaöğretim öğrencileri gelmiş. Müslümanların toplu namazlarından etkilenen bu öğrenciler, “Biz de namaz kılmak istiyoruz. Katılabilir miyiz?” demişler. Rehber hoca hanımın olumlu yanıtı üzerine onlar da Müslümanlara uyup namaz kılmış. Öğrendikleri dua niteliğindeki bazı sözleri yinelemişler. Ne güzel bir şey. Hoşgörü, barış, huzur ve hep beraber Allah’a yöneliş.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.